Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6ARALJK1994SALI CUMHURİYET
—rv~ —
SAYFA
KULTUR 15
4
Cadı Kazanı'ınn düşündürdükleri
DİKMEN GÜRÜN UÇARER
1692 'de yaşanan 'Salem Duruşmalan',
Amerikan tarihinin kara sayfalanndan bı-
rini oluşturur. Puritan Salem kasabasında
biravuç kızm başlattığı cadılık suçlama-
lanyla 19 kişinin asılarak öldürüldüğü bu
olay, dinsel tutuculuğun yobazlığa ödün
verdiği bir düzende korkunun isteriye, is-
terinin acımasızlığa, acımasızlıgm karala-
ma ve yalanlardan oluşan bir toplutnsal
infaz makinesine dönüşünü belgeler. Çığ
gıbı büyûyen suçlamalar zınciri, önüne
geçilemez boyutlara ulaşarak tüm kasaba-
yı adeta yutacak ve küçük bir olay, hızla
yerini güçlü bir baskı mekanızmasına bı-
rakacaktır. Abigail ve arkadaşlan, bu sıs-
temde bırer araçtır. Karalamalann yeni
kurbanlar yaratması, 'suç ve ceza' çarkı-
nın yönetimin dilediği dogrultuda işleme-
si kaçınılmazdır. Geçmışte ve günümüz-
de toplumlan yöneten güçlerin insanlan
birbirme düşürdüğü, terörü bu yöntemle
uyguladıği vb. ömekleri sıralamak müm-
kün. 1950'lenn Amerikasf nda McCarth-
yism'le birlikte iyice güçlenen 'Amerikan
Karşıb Eytemleri Ldeme Komitesi' de çtk-
tığı 'komünist avı'nda tıpkı Salem'dekı
'cadı avı'nda olduğu gibi toplumsal iste-
rinin boyutlannı zorlamış ve suçlamalar,
sorgulamalar. karalamalar. intiharlar,
ölûmler birbirini izlemişti.
Mcdanm sesini dinliypr
Miller, 'Cadı Kazanı'nda bu iki olayın
ortak paydalannı temel hareket noktası
olarak alır. 'Cadı avTnın da 'komünist
avı'nm da gelişim çizgisi ve sonuçlan bır-
bınnden farklı değildir. Yazar, her ıkı
olayda da suçlayanlardan çok. suçlanan-
larla ılgilidir; özellikle de işlemedıklen
bir suçu itiraf edenlerle. 'Cadı Kazanı'nda
bunun nedenlerini irdeler ve yanıtını 'te-
rör vesuç' olgusuna bağlar. Bir yanda yö-
netıci güçler elıyle uygulanan terör, öte
yanda ise bıreyin vıcdan özgürlüğü ve ikı-
si arasındaki çatışma üzerinde durur. Gü-
cü elinde tutanlann işletmeye başladıkla-
n baskı mekanizmasınm, insanlan nasıl
kolayca dişlıleri arasına sıkıştırdığını be-
lirler. Sindirilmiştoplumlann, yönetımle-
rin güç gösterisine ne denli el vereceğinı
inceler.
Aynı bağlamda. toplum içınde bireyin
konumunu sorgularken olaya bu açılar-
dan yaklaşır: Kişinin vicdanıyla hesap-
laşması ve kişinin baskı yönteminın bir
parçası haline gelmesi, oyundaki ana te-
malardır. Yazann, üzerinde önemle dur-
dugu noktalardan bin, bastınlmış toplum
•Arthur Miller, 'Cadı Kazanı'nda bu iki olayın ortak paydalannı temel hareket noktası
olarak alır. 'Cadı Avı'nın da 'komünist avı'nm da gelişim çizgisi ve sonuçlan
birbirinden farklı değildir. Yazar, her iki olayda da suçlayanlardan çok, suçlananlarla
ılgilidir; özellikle de işlemedıklen bir suçu itiraf edenlerle. 'Cadı Kazanı'nda bunun
nedenlerini irdeler ve yanıtını 'terör ve suç' olgusuna bağlar.
Zafer Ergin etküeyici yonımunda John Proctor, Deniz Gökçer de Elizabeth Proctor, Haluk Kurdoğlu Rahip Hale rolünde.
psikolojısi ile terör, korku ve suç unsurla-
nnın etkileşimıdir.
Bu etkileşimin boyutlan dün insanlan
meydanlarda asmaya, bugiin otel odala-
nnda yakmaya dek uzanacaktır. 'Cadı Ka-
zanı'nda Mary VVarren'ın kendinı yalan
ve karalamaçarkının içine atması, bu psı-
kolojmın bir başka boyutudur. Mary, sor-
gulamada önce Proctor'un yanında yer
alacak, ama ezık, sınık bır toplumun bı-
reyi olarak baskı mekanizmasınm gücü,
onu da ters yönde etkileyecektir. Funda
Eskmğlu'nun yorumunda genç kızın ya-
şadığı bu çelişkıler algılanır.
Ne var kı, MUIer'ın her şeye karşın yı-
ne de 'insan'a, ınsan onuruna ınancı son-
suzdur. Oyunun eksen kışısı John Prortor,
bu inancın sımgesidır. Zafer Ergin'ın et-
kıleyicı yorumunda Proctor karşımıza sı-
radan bir insan olarak çıkar. Sıradandır,
ama duygularıyla tutkulanyla karmaşık
bir yapıya sahıptir. Onu, diğerlerinden
farklı kılan da budur. Olaylann gelişim
çizgisi ıçinde gerektığınde kendısiyle ve
karşısındakılerle hesaplaşabılecektır. Bu
hesaplaşmada Abıgaıl ıle işledığı suçu
örtmeye çalışırken karısını kurtarmakta
belkı geç kalacak, giderek çe\ resinden so-
yutlanacak, ama sonuçta daralan çembe-
rı kırarak 'doğnı'ya yöneltecektır. Mil-
ler'a göre Proctor'un trajik bır kahraman
olarak yorumlanmasına neden olan da
onun yaşadığı çelişkilerve ıç hesaplaşma
sonunda tercihını vicdanın sesini dınle-
yen onurlu bır ınsan olarak yapmasıdır.
İnsanhk onuru adına ablmış
doğru adım
Elizabeth Proctor'un kocasını kurtar-
mak adına mahkemede yalan söylemesı,
farklı düzlemde bır kışısel hesaplaşma-
dır.
Elizabeth, Rebecca Nurse gıbı. Giles
Corey gibı basıt bır ınsandır. Kocası den-
li karmaşık bır yapıya sahip değildir, bel-
kı de bu nedenle ıstekleri, yaşamdan bek-
lentileri belli sınırlandırmalar içinde sü-
rüp gıtmektedır. Böylesı bir insanın mah-
kemede yalan beyanda bulunması \e ko-
casına kendi suçunu itiraf etmesi, insan-
lık onuru adına atılmış bır doğru adımdır.
DenizGökçer'ın. Elizabeth Proctor'un so-
ğuk ve durgun kişılığini yansıtan ve duy-
gulara yer vermeyen yorumunda, Purıtan
ınançlarıyla yaşamın gerçekleri arasında
bocalayışını gözleriz.
Geç kahnmış sorgulama
Oyunda doğru ile yanlışı sorgulayan bır
dığer kişi de Rahıp Hale'dir. Tipık bir 'ca-
dı avcısf mıdır Hale? Hayır... Tersine ış-
leyen adalet mekanizmasınm çürümüşlü-
ğü karşısında inançlannı yitiren, yazılan-
larla uygulananlar arasındaki çelişkilen
görerek ölüm fermanlan altına attıgı im-
zalan sorgulayan bır kışidir. Geç kahn-
mış bir sorgulamadır bu. Hale'in Yargıç
Hathorne ve Danforth'la birlikte onayla-
dıgı kararlar, onu aynı mekanızmanın bır
parçası durumuna getırirken her iki ke-
sımde de tek başına bırakacaktır. Haluk
Kurdoğlu'nun Hale'in değişimini vurgu-
layan yorumu, onun şaşkınlığını, acıları-
nı, yalnızlığını öne çikarması yönünden
dikkat çeker.
Yazann tartışmaya açtığı bu olaylar zin-
cırinde Valı Danforth, baskı mekanizma-
sınm sımgesidır. AlpÖyken. Danforth'un
katı. bağnaz, acımasız. dogmatik kışılığı-
nin altını çizerken bu mekanızmanın en-
gel tanımazlığını da vurgular. Dan-
forth'un kışiliğınde. onun ateşın körükle-
yicisi Parris ve Putnam'a bile tepeden ba-
kışında, Yargıç Hathorne'u bastınşında
bağnazlığın ve önyargının besledığı yö-
netsel gücün yıkıcı olmaya koşullu oldu-
ğu gerçegını öneçıkarır Miller. Buaçıdan
bakıldığında "Danforth'un çağnşardık-
lan gerçeğin kendisidir" yargısına katıl-
mamak olanaksız.
'Cadı Kazanı'nın özellikle Latin Ame-
rika ülkelerınde, eski Sovyetler Bırli-
ği'nde, Çin'de, Gürcistan'da pek çok ke-
reler oynandığını ve bızde de üç kez
(1958, 1970. I994)sahnelendiğınidüşü-
nürsek oyunun altını çizdigı gerçeklenn
bugün de tüm çıpiaklıgıyla yaşanmakta
oldugunu söylemek yanlış olmaz. 'Cadı
Kazanı'1692'lerden, 1950'lerdengeçerek
ülkemıze gelıyor ve bır kez daha sorgulu-
yorbızleri. Bu nedenle de Istanbul Dev-
let Tiyatrosu'nun \e yapıtı üçüncü kez
sahneyekoyan CüneytC-ökçer'in seçımı-
ne katılmamak olanaksiz
Bedri Baykam 'ın 'Maymunlann Resim Yapma Hakkı 'adlı kitabı Ingilizce olarakyayımlandı
Yanşıııadığnıız yarışta kaybedemezsmiz!
MEHMETAĞAR
Dahi çocuk, Boyanın Beyni ad-
lı kitabınm uzantısı olan "May-
munlann Resim Yapma Hakkı" ki-
tabıyla Batfnın zavallılığına seve-
cen bır sempatıyle akıyor.
Bedri Baykam'ın "Modern sa-
nat tarihi Baû'nın bir oldu bittisi"
makalesıyle başladığı ve 10 yıllık
süreç ıçmde buna ekledığı konuş-
malar, konferanslar, araştırmalar,
tanhselreferanslar,yazılardan alın-
tılar ve deneyimleriy le oluşturdugu
"Maymunlann Resim Yapma Hak-
kı" adlı kitabı Literatür Yayıncılık
tarafından Ingilizce olarak piyasa-
ya çıktı. Kitap Türkiye dışında Or-
tadogu, tngıltere, Amerika ve Fran-
sa'da da satışa sunulacak.
1984 yılında tohumu atılan ve
gelişe gelişe Batı'ya bir tokat hali-
ne dönüşen Maymunlann Sanat
Yapma Hakkı adlı kıtap, çeşitli aşa-
malarda Baykam'ın Batı sanat dün-
yasma olan radikal bakışına destek
vermiş olan Amerika'nın önemli
sanat tarihçisi PeterSefe'e ithafedil-
miş. Batı'nın ürettıği modern sanat tarı-
hini reddeden bu kitap üzerine Baykam
şöyle diyon Batı'nın ürettiği tarih 5 ülke-
nin müzeleri, galericileri ve tarihçilennin
birbirleriyle olan ilişkileri, arkadaşlıklan,
dostluklan neticesinde ürettikleri bir ta-
rih. Yani Nevv York Müzesi, Paris Müze-
sı'ne bir sanatçı yolluyor. Onlar Berlın
Müzesi'ne on sanatçı yolluyor. Berlin
Londra'ya yolluyor. Bırbirlerinin sanatçı-
lannı sergiliyorlar. Koleksıyonerler, tabıi
"Ne olur ne olmaz bu sanatçılar tarih olu-
yorlar"diye bize ilgi duyuyorlar. Fiyatlar
başlıyor 3.00-5.000-100.000 dolar diye
çıkmaya. Kitaplar, makaleler onlar hak-
kında çıkıyor; sanat dergilerinin yüzde
90'ında yalnız onlar oluyoriar. Bir bakı-
yorsun bironyıl daha geçmiş 1970-80-90..
yine bu dört, beş Batı ülkesinin üçer sanat-
çısı, beşer sanatçısı yine o on yıla damga-
smı vurmuş. Bunda bir tesadüf yok.
Çünkü bir olimpiyat düşünün ki beş ül-
ke koşuyor, ama bürün dünyanın koştuğu
iddia ediliyor. Araştırma yalnızca bu beş
ülke üzerinden yapılıyor, ama bütün dün-
yaya aitbir yanş olduğu iddiaediliyor. Sa-
nat dünyasınm durumu aynen bu.
Bütün kararlarbu 5 ülkenin yaranna alı-
nıyor. Onun için Batı'nın yanm bir tarih
ürettigini, önce kendi izleyicisıni aldattı-
ğını, dığer ülkelen de tamamen haksız bır
başarısızlığa mahkûm edermiş gibi bir ha-
va yarattığını görüyoruz. Çünkü onlar ka-
nunlan koyuyor, onlar tarihi yazıyorlar.
Halbuki olayı deşifre ettikten sonra tarihin
nasıl komik bir sekılde üretildiğinın farkı-
na vanyoruz. Yanşmadığınız bir yanşta
zaten kaybetmediniz ki!
Öncelikle Afnka'nın, Güney Ameri-
ka'nın, Avustralya'nın Asya'nın hatta di-
ğer Avrupa ülkelennin bunu anlaması la-
zım. !şte kitap bu yanşın yaşanmadığını,
tarihe global bakışın atılmadığını, herke-
sin gereken oranda gereken gerçekçi ba-
kış açısıyla değerlendırmeye alınıp hak et-
tiğı kadar santimetre ışgal edip objektifbir
tarihin yazılmadığını açığa çıkanyor.
- Khabmda, görsel örneklerle aynca dü-
şünsel yazılaria fikir exportundan söz edi-
yorsun.
Şimdi, modern sanatın ve çağdaş sana-
tın bütün kökenlerirun Güney'den ve Do-
ğu'dan geldiğini kanıtlamamıza rağmen,
Batı bunlara o kadar para akıtmış, bunla-
n o kadar kurumsallaştırmış, o kadar kav-
ramsallaştırmış ki bu pastanın tamamen
kendisine ait oldugunu, bu yüzyıl boyun-
•Olayın gerçeğini göz öniinde bulundurduğumuzda onlar tamamen bizim
sahamızda top koşturuyorlar, biz onlara müsamaha gösteriyoruz. Çünkü
Batı tüm sıkıcı. dar, gerçekçi, realist, objektif kalıplarını tüm o Doğu'dan getirdiği
esnekJikJe bu mistisizmle. bu gerçeküstü havayla kırabilmiş ve modern sanatın bu
tüm alryapısını oluşturabilmiş.
ca çığneye çığneye. de\ müze.ler ınşa ede
ede kendini inandırmış, dünyanın gen ka-
lan kısmını da inandırmış. O kadar ınan-
dımıış ki bugün bız kalkıp bır düz çizgı
çizdığimızde Mondrian. bir fırça koydu-
ğumuzda ekspresyonistler, bir düz satıh
koyduğumuzda kavramsallar dıyorlar.
Abartmadan söylüyorum, neredeyse her
şey onlann pasaport tekelinın ıçinde, par-
sellenmış bır hava yaratıyorlar.
Sankı sanatın tüm'copyright'lannı te-
kelini almışlar. Olayin gerçegını göz önün-
de bulundurduğumuzda onlar tamamen
bızim sahamızdatop koşturuyorlar, bız on-
Herkesin
bildiği
veya bildiğini
sandığı geçmiş
sanatlara dair
görüntüleri,
hangi Batılı
sanatçının
nereden
esinlendiğine
dair, Batı'nın da
bildiği ve hatta
kitaplaştırdığı
verileri, çağdaş
sanatta bugün
üretilen hayatı ve
bunun sosyal
hayatla
karşılaştınlmasıyla
oluşan bir
kitap.
lara müsamaha gösteriyoruz. Çünkü Batı
kendi Yunan heykelinden klasık resme. rö-
nesansa gelen çizgide, tüm sıkıcı, dar. ger-
çekçi, realist, objektif kalıplarını tüm o
Doğu'dan getirdiği esneklıkle bu misti-
sizmle, bu gerçeküstü havayla kırabilmiş
ve modem sanatın bu tüm altyapısını oluş-
turabilmiş. Aksı takdirde Batı. bıldığimiz
gibi gördüğünü çizen, iki kere iki dört di-
yen rasyonel bilimlere dayalı bir toplum ve
bır mantık yapısı.
Ama daha sonra kendi o rasyonel. bılım-
sel mantıgını para, kavram ve kuram ola-
rak öyle iyi akıtmış ki.. bu ıthal ettiği böl-
genın içine, obölgeyı altın kafese alıp ken-
disi ve dünyayı bu bölgenin toptan kendi-
sine ait olduğuna inandırmış. Batı, kendi-
sine ait olduğuna inandırdığı bu sıstemde
benim kitapta 'Mucos Syndrome' olarak
adlandırdığım. yani çok kültürlülüğün.
kendi kaynağına eğilme mecburiyetı send-
romu dediğım olayda Batı ne zaman bır
Türk veya bır Perulunun veya bır Afnka-
lınm ışme baksa. onda hemen bu sanatçı-
nın ait olduğu pasaportun geçmiş kültürel
çizgılenni bulmak istiyor.
Postmodernizm havuzunun tüm düşün-
sel ve görsel verileri değişık kültürlerin
yüzyıllar boyunca ürettiklen, düşünce.
kavTam ve birikimlerin beraber yüzdüğü
bir saha. Burda kalkıp Fransız en çok
Zen'den etkilenebilır, Alman en çok pira-
mitlerden etkilenebilir, Türk en çok
Çın'deki mabetlerden etkilenebilir veya
Osmanh'dan etkilenebilir
Bu, herkesin kendi özgürlüğü, bu. ın-
sanlann kendi seçimi. Böyle birolaylahâ-
lâ "Kendi kulvannda kal" diye birine zor-
lama yapmaya çalışmak ve yalnız bunu
Batılı olmayan ülkelere zorlama yapmaya
çalışmak, Batı'nın kendine has hâlâ ken-
dini çözümleyememesinin, bu olaylar hak-
kmda hıç düşünce üretememesınin, bir za-
vallılığın kabızlığından başka bir şey de-
ğil. Ve kaldı ki bu kompleksi, Batılı olma-
yan ülkelerin de birçok açıdan yenmesı la-
zım. Tarih yanm üretilmiş. O sahanın ve-
nleri zaten bızım, aynca da Amerikan kül-
türünün esmy iz falan diye de bır sendrom
vardünyada. Alakası yok. Biz McDonalds
yiyoruz, Amenkalılar da emin olun şış ke-
bap yiyor, döner yiyor, Çın yemeği yiyor.
Bunun adı kültürel değiş tokuş, başka bir
şey degıl. Komplekse gerek yok.
- Senin bir de protesto eylemlerin var
Dünya Sihirbazian sergisi için.
1989'da Pans'te dünya sıhırbazları ser-
gısınde Batılı küratörler benim sergıden
önce onlan ikaz etmeme rağmen, 'Mucos
Syndrome' dedığim hastalığın tam içine
düşüyorlardı. Seçtikleri bu uluslararası
sergıde Batı ilk defa yıllardır onlan suçla-
mak ıçın kullandığım tezlen kabul edip
ılk defa gerçek anlamda tek uluslararası
serginin üretildiğini kabul ediyordu. Ama
Yanda
Henri
Matisse,
Madam
Matisse'in
portresi, 1913
(sokla), Mask,
Shira-
Punu / üstte,
Sengai
(1750-1838)
Daire,
üçgen,
kare (solda),
Robert
Mothen^ell,
'İsimsiz', 1987)
onlar daşuhatayiyapmışlardı: Batılı olan
sanatçılardan evrensel dili olan ışleri al-
mak, Batılı olmayan sanatçılardan da folk-
lonk küçük maskeler, statüler, elişleri gi-
bi sankı sanat yaptığını bilmeden sanat
üreten kişilerin çalışmalannı seçmek gibı.
O yüzden de serginin adı 'DünyaSihirbaz-
ian' ıdi.
Batılı sanatçılar gibi tarihi bılen, felse-
feyi bilen ve ne yaptığını bılen adamlan
pasaporru yüzünden toptan dışlayıp "Sen
Batı sanab yapıyorsun" diye tamamen ger-
çeğeaykırı vehaksızbıreleştiri ile olay dı-
şı bıraktığında sergiye de ve bu ülkeye de
ihanet ediyorsun dedım ve bu konuda bir
protesto gazetesı çıkardım.
- Bu kitabında biranlamda Ban'ya mey-
dan okuyorsun.
Kaybedecek bırşeyi olmayanlardevnm
yapar. Onun gıbı bır şey. ben o bağımsız-
lığı Batılı olmayan ülkelerin yaşaması ge-
rektığinı söylüyorum ve söylediğım ba-
ğımsızlığı önce kendım yaşıyorum ve üret-
tiğim ışe bakıyorum. Onlar akıllannı baş-
lanna alıp kendılenne, aynaya bakıp yüz
yıl boyunca biz ne yaptık diye özeleştırı
yapacak profesyonel bir dürüstlüğe gele-
ne kadar onlann zavallılıklanna ancak se-
vecen brrsempatı ıle bakabılırım.. o kadar.
Batılı olmayan sanatçılann yine Batı'da
sergı açıyor olmalan. katalog çıkartıyor
olmalan, Batılı eleştırmen ve galerıcıler-
le diyalogda olmalan "A_ hani sen bağım-
sızdın, niye kendini Batı'ya ispat etmeve
çalışıyorsun". lafı çok aptalca gelıyor.
Aynca bu kitabı bu tavn da çok Kema-
listbuluyorum. Yani bağımsızlığını vurgu-
lamak. eylem yapmak, mantıkla üstüne
gitmek, savaşını vermek, ödünsüz olmak.
Buna rağmen sonuçta banşçı olmak. Ve
çağdaş muasır medeniyetler seviyesine
ulaşırken, konunun Batı'yı taklıt etmek
değil çağdaş dünya standardında, ev rensel
dünya kültürü ıçinde. çağdaş görüntülen-
ni v e sözlüğünü ve düşüncelerinı üreten bır
toplum yapısına sahip olmak. Mustafa Ke-
mal'in de idaelı buydu.
- Kitabın adı nasıl olustu?
Bir gün oturup şunu düşündüm: bir
maymunun sanat yapıyor olması bir Batı-
lı ıçm ınanılmaz bır şey, nasıl olur da bır
maymun sanat yapar şeklinde bir şoktur..
bır sürpnzdır.
AmabirCezayirli'ninbirTürk'ün sanat
yapması bir maymunun resim yapması ka-
dar inanılmazonlar ıçın. Yani folklorik ol-
mayan bir çağdaş sanat üretmeleri, bir
maymunun sanat yapması kadar ınanıl-
maz.
Ama şu farkla ki, maymunun sanat yap-
ması Batı'da haber olur, ama Cezayirlının
sanat yapması haber olmaz. O yüzden bi-
zim iyı veya kötü, yaratıcı veya durağan.
güzel veya çırkm bır sanat üretıp üretme-
diğimıze karar vermeden önce bizim çağ-
daş sanat üretmeye hakkımız olup olma-
dığının saptanması lazım.
ışte bu kitap bıze bu haklan venyor. Ben
bu kitabı daha mütevazı bır düzeyde. sa-
nat dalında Das Kapital'e benzetiyo-
rum.Tüm bu bılgıler yan yana gelince or-
taya bambaşka bır gerçek çıkıyor. Batı'yı
köşeye sıkıştıran. belki yanıtsız bırakan,
XX. yüzyıl sanat tanhıni baştan sor-
gulayan, polemikçı, savaşçı, ba^.ımsı/lık-
çı çok ıddialı evrensel yenı bir gerçek.
ALINTILAR
TAHSİN YÜCEL
Yaşamımın Kitabı
Böyle bir şey hiç gelmemişti başıma. Kaç haftadır, ki-
minle karşılaşsam, aynı soruyu soruyor: "Ne zaman çıka-
cak şu senin kitap?" Ne diyeceğimi bilemıyorum. Kitapla-
rım, yayımlandıktan sonra, dar bir çevrede iyi kötü bir yan-
kı uyandtrırdı, ama yayımlanmalarına birkaç ay kala büyük
bir ilgi odağı olabilecekleri usuma bile gelmezdi. Kitabımın
sonuna yaklaştığını bilenlerin sayısı da beşi, altıyı geçmez-
di. Irfan Külyutmaz'ın uzun dili mi girdi işin içine, Reşit
Imrahor'un uzun kolu mu, ne olduysa oldu, bir renkli ba-
sına düşmediğimiz kaldı: Herkes yeni kıtabımı soruyor,
herkes kitabımı sabırsızlıkla bekliyor.
Bu da, neden saklamalı, birbirinden güzel düşlemlereyö-
nettiyor beni; bu kez yaşamımın kitabını yazdığımı, bu ki-
tapla yıldızımın parlayacağını düşünüyorum. Biraz geç mi
diyorsunuz? Olabilir, ama anlı şanlı bir imza gününe ran-
devu verilemeyecek kadar da değil. Ancak, özellikle ön-
celikle şu son günlerde, biraz çelişkin bir tutuma yöneldim:
Utkunun bunca gecikmiş olmasına karşın ya da bu yüz-
den, işi bayağı ağırdan almaya başladım. Büyük utku kü-
çücük bir yanlışlık yüzünden tehlikeye düşsün istemiyo-
rum. Ama, kimse üzülmesin, çalışmalarımın birbölümü so-
nuna yaklaştı, bir bölümü ds kesinlikle sonuçlandı. Örne-
ğin yavru kitabı bitirdim; sağolsun, Ferruh Doğan da re-
simledi; sekiz formalık, pırıl pınl bir mini-kitap oluyor.
Açıklayayım: Çağı ulusça yakalayabilmemiz için, yazar
ve yayıncılann da renkli basınımızın yolundan gitmesinin
zorunlu olduğuna inandığımdan, okura büyük kitabın ya-
nında armağan olarak bir de küçük kitap (romanın yanın-
da bir de öykü) sunmayı görev bildim, yayıncımı da bu gö-
revin kutsallığına inandırdım. Çekilişsiz kurasız vereceğiz
yavru kitabı. Ama, hemen söyleyeyim, bunun bır kitap ala-
na bir de bedava kitap verme yöntemiyle ilgısi yok. O yön-
temi ayrıca uygulayacağız: Yayıncımla (artık ona hep ya-
yıncım diyeceğim) kararlaştırdık, yeni kitapla yavrusunun
oluşturdugu setin parasmı ödeyen her okura üç dört yıl ön-
ce yayımlanıp da üç bin barajını bir türlü aşamamış olan
iki öykü kitabımdan biri parasız verilecek; öykü kıtapları-
nın en sonunda tükenmesı durumundaysa, sıra onlarla
aynı yazgıyı paylaşmış olan çevirilerime, örneğın Fla-
ubert'ın Bilirbilmezler'me, Oueneau'nın Zazıe Metroda's\-
na, Saint-Exupery'nin Insanlann Dünyası 'na gelecek, ya-
yıncım da deponun lanetli bölümünde en sonunda bir ha-
va akımı başladığı için bayram edecek.
Ancak, Toktamış Ateş'in gözde sözcüğüyle söyleye-
yim, çok önemli bır husus var ki, bir türlü anlaşamıyoruz
üzerinde. O, romanın bittiği kanısında. "Bitmiş işte, güzel
de oimuş, eksiği fazlası yok, tek bir dil yanlışı, tek bir tüm-
ce düşüklüğü yok. Verelim şunu baskıya! Nasıl bir kusur-
s'uztuk anyorsun, anlamıyorum /c/.'"dıyor. Doğru. anlamıyor,
çağdışı birkusursuzluk anlayışına bağlanmış. Bense, çağ-
daş kusursuzluğa ulaşmak için romanımı baştan başa dü-
zeltmek, yani ilk atılımla gelmiş doğru yapıları, yerindesöz-
cükleri en az yüzde yirmi beş oranında değiştirıp bozmak.
bu arada, özellikle önemli bölümlen ıçerıklerinden boşal-
tarak gız dolu bır "atmosfer havası" yaratmak ıstiyorum.
Buna bağlı bır başka tasanm da kitabın sonuna içındeki
yanlışlara ilişkın, yüz soruluk bır çoktan seçmeli test ekle-
mek ve bu testi yüzde yüz doğru çözenlere yayınevinın ya-
yımladığı kitapların tümünden, yüzde yetmiş doğru çö-
zenlere yansından, yüzde elli doğru çözenlere dörtte bi-
rinden oluşan birer set armağan etmek.
Yayıncım cömert adamdır, tasarının ikinci bölümune bir
şey demiyor, ancak birincı bölümune kesinlikle karş
1
çıkı-
yor, hem de, deneyimi daha önce de yaşamış bır yayıncı
olarak, girişımin başarıyla sonuçlanacağını bile bile karşı
çıkıyor, "Bunu yapacak olursan, yazılısıyla, gömeliyle, renk-
lisiyle, renksıziyle tüm medya kendini görür sende, dola-
yısıyla tüm gücüyle destekler, okura kitap yetıştiremeyiz.
Ama benim başka yazarianm da var, ben bu yayınevinı yal-
nız senin kitaplannı satmak için kurmadım * dıyor. Testimi-
zi başaran okurlara verilecek kitaplar arasında onların ki-
taplarının da yer alacağını belirtiyorum, gerekçemı yeterli
bulmuyor; bu durumda testimin ne olacağını soruyorum;
doğrulara dayandırmamı söylüyor.
Eski kafa, eski kafa! Bu toz duman içinde doğruyu
arayan mı var ki!
Cemal Reşit Rey Konser
Salonu'nun özerkliği için
imza kampanyası (11)
Ayhanım A\ car, Serhat Akın.
Metin Belgin, LaleSezgin. Me-
tin Bozcaada, Burhan Yılmaz.
M.Hakan Üste. Cökhan Demi-
ray. Altın Naska. Atilla Şendil.
Gamze Yapar Şendil. Be>han
Başar, Gül Beşkök. OrhanTo-
puçoglu. Erol Akalın. Aydemir
Mete, Ali llhan Ünal. Kenan
Aydm. Füsun Çağlayan. Ful\t
a
Ozberk, Dikmen Seymen. A>-
şin Küçüküeerler, Aydın Karlı-
bel. Murat DoğuduyaL Ege Ka-
lafat. Turgut Aktar. Esın Ba-
kışkan. Sezgin Unan. Hasan Er-
te, Levent Çoker. Muzaffer
Başbaşa. Mücahit Akyunak.
Mehmet Günaydm, Ersin Pa-
mukçu. Elif Yılmaz. N.Rana
Evcim. Mine Alli. Altuğ> ücel.
Oktay Keresteci, Paris Dülger-
>an, Acun Günay, Kaan Yaz-
gan, Murat Ürügen, Natık Ve-
ral, Süha Özler. Yasemin Cail-
le. Canan Şadalak. Serap Ko-
nuk, Canan Kabaner. AlevBa>-
mur. Ebru Keskin. Nurver Er-
türk. Fethi Kutman. Sevinç
tnan, Nurcan Yüksekbulut. Se-
mahat Yanılmaz. GürkutGür-
soy, Bülent Gürses. Onur Işı-
koğlu. Banş Gürses. Ilka> Ada-
u, Gülsün Akbulut, Kutlû Ada-
lu Simce Akbulut, Seuna Ruz,
Belkıs Ibrahimiye, Şehnazİb-
rahimiye, Atıl Durutürk. Itır
Turgul, Ayşem Seval, Nisan
Turgul. Sevilay Yavuz. Hami-
yet Ankan, S.Çınar, Kezban
Tan. Deniz Dilan Karaman, Si-
bel\arar. K.aan Sayınlı, Evşen
Hattatoğlu, Ebru Yordam. Hak-
kı Çebi. Aybige Tek. Ayşe Gök-
çin, Zuhal Daban. Derya Coş-
kun, Ahmet Balin, Ercan Gö-
nençer. Ramazan Türkaslan.
Özlem Özalp. A> şen Kasapoğ-
lu, Fethiye Ozgüleç. Ramazan
Özgüleç. Şule Cepcepoğlu.
Sevgi Tuna. Serap Ovalı,
Dr.Tülin Yazgaç, Behice Gül
Tonın, Ayşe Seyhan, Canan
Savaşkan. Ayşe Aksoğan, Ebru
Demirkol, Hande Savaş, Deniz
Aksen, Mehtap Sevılir, Merih
Sevilir, Melıha Güvenli, Emi-
neÖzhan Ozsm. Rüya Sertde-
mir. \e\in Sertdemir. Beril Re-
îs. V'olkan Reis. Gülçin Göngü-
ler. Oya Akka>a, Yeşim Gırav.
•\aseminTanba>. BülentÇank-
ç\. Handan Güngör. Gürkan
Ozanoğlu. Mehtap Fidan. Işık
Düzen. Av.Mehmet Altınbaş,
Nasır Hacızade. Av.Belgin Kes-
ti. A\.Yaşar Turan. Nedim So-
ner. A\.Turan Araç. Müzejyen
Biber. Engin Ertem. Süheyla
Demirci. Türkan Demirci. Nur-
can KaragüUe. Ali Aktaş.
Dr.Ö,Y.Aktaş. İlhan Avşar. Ay-
şe AJtun. Nurten Bü> ükışık. Şi-
vezat TulparFüsun Onur. Mes-
rure Keçecioğlu. Demet Eren.
Sülevman Eren. Şener Özler,
Metin Karadağ. Yasemin Sön-
mez, Musa Aslan. Mustafa Ya-
vuz, V.Koç. T.Soner Yılmaz-
türk, Haluk Yılmaztürk, Fılız
Çetin, Metin Karakuş. Ilkut
Uluğtuğ. Murat Daşdemir. Ha-
yati Aktuna. Emine Güner,
Gözde Mirzo, O/an Erdem,
Saruhan Seymen. Cemal ^'araş,
Yücel Gündür. ElifÖner, Emi-
ne Günen. Atilla Gündoğan,
Selahattin May. ,\li Budak. Em-
re Bilen. Erdinç Güner. Murat
Aslan, Bülent Aslan. Yıldız Ar-
da. Rüştü Arda. Zeynep Bay-
kal. Şükran Arda. Âyten Dra-
man. Özcan Draman. Ayşem
Göktürk, Özlem Yüzak. Seda
Ergüder, SabaGenç. Ufuk Çe-
lebi, Berna Karadoğan. Esin
Kasapoğlu, Olgun Kale, Hale
Ayşe Bulut. Gülay Ceviz. Mü-
ne\"ver Çalış. Mine Budak. Bar-
baros Sağdıç. Dr.Hüseyin Ya-
nar, Oğuz Özen. Gülşen Gül-
mez, Doç.Nursel Onat, Nisan-
gül Kertler. Meltem Ince. Er-
san Congar. Yrd.Doç.Dr.Gül-
deren Işanlar Avcısoy. B.Köse.
ProfAV.Onat, Prof.Haluk Sez-
gin, Yrd.Doç.Dr.Gülsen Özay-
dın, Sibel Demirtaş, Dr.İştar
B.Gözaydın. Aslı Selçuk, Meh-
met Güler. Muzaffer Arabul,
Burhan Günel. Bilal Kayabay,
SÜRECEK