23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 ARALIK 1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKİNCt Eski EvleriKoruma Projesi 'heykelsempozyumuna' da kucak açıyor; ODAK NOKTASI O gün Değirmendere'ye var- dığımızda. bizi coşkuyla karşı- layan Belediye Başkanı Ertug- rul Akahn, daha çaylar gelme- den içini dökmeye başladı: "Adamın biri heykete tükür- meye kalktı. aylarca manşetier- den düşmedi. Biz burada küçü- cük beldemizde uluslararası bir heykel sempozyumu düzentiyo- ruz, davet ettiğimiz halde ilgi duyup gelen kimse yok..." Başkan Akahn gerçekten hem haklıydı, hem de aslında Türkıye'de giderek yerleşen ge- nel bır duyarsızhğın altını çizı- yordu. Gerçi Ankara Belediye Baş- kanı Melih Gökçek gıbı man- şetlerde kalmak kuşkusuz hiç de özlem duyulacak bir durum değildu ama sonuç olarak med- yamız, ülkedekı oİumlu çabala- n duyurup özendirmek yerine. olumsuzluklan abartmakta san- kı sözbirliği >apmış gibiydi. Betonarme kentleşme Nıtekım bu yüzden olacak, geçen temmuzda ikincısi yapı- lan "Değirmendere Zühtii l\lü- ridoğlu Ahşap Heykel Sempoz- yumu"ndan pek kımsenin ha- ben olamadı. Benzer şekilde yı- ne Değirmendere Belediye- si'nce gınşılen "Eski Yalı Ma- hallesi Koruma Projesi'" de aynı sessızlik ıçinde başlamış ve Prof. Muammer Onat'ın duyar- lı ellerinde sürüyor... Değirmendere'yi gerçekten tanımak istıyorsanız. elbette ön- celıkle "değirmenlerin sıralan- dıgı" dere boyunu görmeniz ve yöresel kültürün oradaki zengın ızleriyle tanışmanız gerekiyor. Bunun için de Iz- mit'ten Yalova'ya doğru giderken, De- ğirmendere tabelasına geldığınızde denize doğru inmeyıp, dağla- ra doğru tırmanmanız gerekiyor. Yani karayolundaki şehir merkezını gösteren okun tam tersi yöne giderek. Aslına bakılırsa, gerçek De- ğirmendere yüzlerce yıldır ya- maçlarda yaşarken ve yeşil bir vadiyle olağanüstü güzellikte bir geleneksel yerleşme dokusu yaratmışken. şunun şurasında birkaç on yıldır gelişen ve kişı- lıksız bır apartmanlaşmayla do- ğaya meydan okuyan kıyı kesı- mini şehir merkezi saymak. hem Değırmendere'ye. hem de tarihe ,ye Jailtüre karşı açık bir saygısızlık olsa gerek. Ama ge- lin görün kı belediye binası için bile \aktiy\e Yalı Mahallesi se- çilince. Değirmendere birden bire kimlığını değiştırmiş. Ya- maçlardakı eski yerleşmesini öksüz bırakıp, kıyı kuşagmdakı betonarme kentleşmeyı kendisı- ne merkez yapmış. lmar hizme- tı hep denize ve ranta yönelir- ken. yöresel kültür de vadinin derinliklerınde sankı doğaya sı- ğınmış... 10-12 eski ev kaldı Eski Değirmendere'nin köy meydanına ulaştığımızda. bele- dıyenın buraya karşı çok da ve- fasız olmadığını. örneğın parke taşlar döşeyıp durak ve oturma yerleri düzenleyerek kent hiz- metı getirdığıni görüyoruz. Yemyeşıl \e kimi yerlen sık ağaçlarla örtülü ormanlık ya- maçlardan aşağılara doğru inen arnavutkaldırımı sokaklarda sağlı sollu hımış ve tahta evler siralanıyor. Vadinin yukarı ke- simlerinde de yine aynı gele- neksel eski evlerin konak deni- lebilecek ömekleri yer alıyor. Değırmendere'ye adını veren değırmenler \se ne yazık ki ar- tık kalmamış. D*ereboyunun yi- ne vadiye doğru uzanan yerle- rinde olduğu söylenen eski de- ğırmenlerden, köyün yaşlılan- nın anlattıklanna göre vaktiyle lstanbul'a bile un gidermiş. Kahvenin önünde bize eski bil- gilerini aktaranlara bakılırsa. en az yüz yıllık olan tarihi evlenn çoğunun sahipleri de bu ünlü değirmencilermiş. Bu kişilikli yerleşmeden ayn- lıp. yeniden aşagılardaki yeni ketıte doru yöneldığimizde. es- ki Değırmendere'nin bir an ön- Yöredeki geleneksel evler ahşap mimarinin valın örnekkrini oluştunıyor. Değirmendere <de kent kültürü Prof. Muammer Onat'ın koruma projesinde eski evier tüm aynntılanyla eie alınıyor. ce doğal ve kentsel SİT kapsa- Prof. Muammer Onat'ın yürüt- yalı Mahallesi Koruma Proje- Ahşap heykel sempozyumuna katılan sa- natçılar. kestane ağacı kürükkrini bir ay içerisinde işleyip Değirmendere'ye arma- ğan ediyorlar. mına alınması gerektiğını düşü- nüyoruz. Nitekim yeşıllikler arasında ve eski dokuyu ezerce- sine yiikselmeye başlayan apartmanlar da bu düşüncemiz- de gecikilmemesi gerektiğini gösteriyor. Belediyenin önce SİT alanı ilan edilmesini önerip ardından koruma projesini de başlattığı Eskiyalı Mahallesi'nde ise ancak 10-12 kadar eski ev kalmış. Çevresı yüksek apartmanlarla kuşa- tılan bu küçük SlT'in denizle olan geleneksel ilişkisini ~~"™"> "~ ise yine yakın yıllarda dikilen apartmanlar tümüyle kesmış durumda. Mahallenin adını ta- şıyan Eskiyalı Camisi de olma- sa, buranın daha 1980'lere dek Değirmendere'nin yalısı oldu- ğunu anımsamak pek olası de- ğil. Mimar Sinan Üniversite- sı'nin "akademi" kimliğiyle bütünleşen ögretim üyelerinden tüğü koruma projesinde. elde kalan bu son yalı evleri bahçe- leriyle birlikte yenı bir kentsel yaşama hazırlanıyor. Böylece Değirmendere'ye hem bır kül- tür alanı, hem de yeşil alan ni- teliği taşıyan bir düzenleme ka- zandınlıyor. Yine projede ön- görülen sanat etkinliklerine hiz- si'ne güç veren en önemli et- kinlikler arasında. Proje alanında heykel sergile- n için aynlan özel mekânlar. yi- ne heykel, seramik ve el san'at- lanna ilişkin atölveler ve tüm bu çalışmaiann yıfın hemen her ayına yayılmasına yönelik yeni işlevler ıçeren restorasyon öne- rileri özel yer tutuyor. Denebi- Yolunuz Izmit-Yalova arasına düşerse, Değirmendere'ye mutlaka zaman ayırın. Hiçbir büyük kentte göremeyeceğiniz ahşap heykel sergisi, yine hiçbir sergide tadamayacağınız kentsel yaşam ortamında keyifli ve övünç dolu birkaç saat geçirmenizi sağlayacak. Bu arada 'Eski Değirmendere' ve Yalı Mahallesi'ndeki geleneksel evler de yöresel mimarinin doğayla olan tarihsel aşkını anlatacaklar... met edecek tasanmlar ise tarih- sel çevre ıle kent kültürü arasın- daki uyumlu birlikteliğın çağ- daş bir örneğini oluşturuyor. HeykelSempozyumu her yıl yapılıyor Degirmendere'de iki yıldır gerçelcleştirilen ahşap heykel sempozyumu da aslında Eski- lir ki Eskiyalı Mahallesi. bir an- lamda Değirmendere'ye eski kimliğini yeniden anımsatan. ancak geleceğe de uygarca yö- nelmeyi hazırlayan çabaların kentseı etkileşim merkezi ola- cak. Bu merkezin yaşam kaynağı- nı ise kültür, sanat ve hoşgörü oluşturacak. Değirmendere Zühtü Müridoğlu Ahşap Hey- kel Sempozyumu, Mimar Sinan Üniversıtesi'nın desteği ve katı- lımıyla her yıl temmuz ayında gerçekleştiriliyor. Türkiye'nin vetıştırdığı en ünlü heykel usta- lanndan Zühtü Müridoğlu'nun akademiye ve sanatımıza yaptı- ğı eşsiz katkılar, onun ismi al- tında bır araya gelen sanatçılara da sanki ılham kaynağı oluyor. Heykelcilerin yaklaşık bir ay boyunca Değir- mendere "de yarat- tıkları yapıtlar, be- lediyenin önündeki büyük parkın içeri- sinde yıl boyunca sergileniyor. Bu et- kinliğin her yıl ke- sintisiz sürmesi du- rumunda 2000 yılı- na dek kentın açık alanlannı en az 100 heykelin süslemesi bek- leniyor. 4-31 Temmuz 1993'te düzenlenen 2. sempozyum gün- lerınde sanatçılar bu anlamlı et- kinliğe katılabılmek için akade- mik jüriden ön onay almışlar. MSÜ'den Prof. ,\. Teoman Ger- maner,Prof. Tamer Başoğlu, Doç;. Vedat Somav ve Doç. Fe- rit Ozşen'den otuşan jürinin verdiği yeterlilik karanyla ara- larında Hindistan'dan. Japon- ya'dan ve Finlandiya'dan sanat- çıların da bulunduğu katılımcı- lar kolları sıvayıp, belediyenin sağladığı kestane ağacı kütükle- rini kent halkının eözlemleri al- tında heykellere dönüştürmeye başlamışlar. Bir aylık keyifli ve hummaiı bir çahşmanın sonu- cunda ortaya çıkan yapıtların tümü ise birbırlerıne eşdeğer bir becen ve duyarlılık ıçerdık- leri gerekçesiyle jüri tarafından bırincılikle ödüllendirilmış. Ar- dından bır önceki yıl üretılen heykellerle birlikte park alanı- nın değışik köşelerinde yerleri- nı almışlar. Düş gibi Değirmendere Senfonisi Bu coşkulu sanat gösterisi Değirmendere'de öylesine etkilı bır kültürel yaşam ortamı yarat- mış ki, kefıtte artık hemen her- kesin gündemınde heykeller ve konuk sanatçıların anıları var. Örnegın Hintlı heykelci Prof. Balbır Singh Katt'ın sempoz- yumla ılgili daha sonra anlattığı şu öykü, belki de Değirmende- re halkı ve özellikle çocukları için son yıllann en anlamlı göz- lemlerinden birini oluşturuyor: "Düş gibi bir şey bu Değir- mendere senfonisi. Akşam olup oteldeki odama çekildiğimde gömleğimi çıkarıyordum, içim- den çocuklar çıkıyordu. Meğer hepsinî bağnma basmışım.~" Evet. Orada Izmıfle Yalova arasında bir Değirmendere var. Hem de yol üstünde ve belkı de bugünlerde geçeceğiniz güzer- gâhın tam mola verilecek bir noktasında... Tabelayı görüp yavaşladığı- nızda, dilerseniz siz yine önce kıyıya doğru inin. parktaki ah- şap heykel sergisini gezin. Sonra Eskiyalı Mahallesi'ne geçip. yöresel mimarlığın son güzel örnekleriyle tanışın. Ora- dan da eski Değirmendere'ye çıkıp köy kahvesinin önünde çay içerek doğayla barışık bir yerleşme dokusunun güzelliği- ne tanık olun. Bu arada beledi- ye başkanını da ararsanız. hiç merak etmeyin o sizin geldiği- nızi çoktan duymuştur ve hoş- geldiniz demek için az sonra yanınızda olacaktır... 'Kâğıttan Şeyler' ya da süregelen başkalaşım DENİZAYRAL Can'a kalsa, böyle bir sergi ol- mazdı. Işleri. atölyesine uğrayan ahbaplanna sunduğu estetik derbe- derliğin yan etkileri(!) biçiminde izleniyordu zaten. Kimbilir, belki de her gün havalarda uçan. fincan- lann altında dolaşan işleri gözünün önünden uzaklaştırmak, imgelem dolabından bir iki rafı boşaltarak, yerlerini yenilerine bırakmak iste- miş olabilir.. tyi de yapmış. Yine de, kendi dönemının yetenekli hey- kelcilennden biri olduğu düşünü- lürse, bu serginin Can'm yaratıcılı- ğının arterlerinden birine denk gel- diğini pek söyleyemeyiz. O halde nedir bu "Kâğıttan Şeyler?" Ne- dendir bilmiyorum: aklıma Be- bek'teki "İnşirah Yokuşu" geliyor. Yeşili bol, manzaralı bir yokuştur... lnşirah ise, bildiğinız gibi iç açıl- ması, tinsel ferahlık anlamına gelir. Peki ama, niye dik bır yokuşa böy- le bir isim konmuştur? Ferahlık de- yince aklımıza düzlük gelmez mi? Hayır.. tnşirah'ın yolu yokuştur. Özellikle günümüzde. giderek dik- leşen bir yokuş. Can'ı biraz tanı- yanlar bilir. Can, sanki bu yokuşun adamıdır. Son yıllann art-imaj-ka- pital formülüyle yol tutan çevreler- den uzak yaşar. "Kâğıttan şeyler" belki de, onun durduğu yerde, ses- sizce muhalefet edişinin bir ürünü- dür. Peki, bu kâğıtların üzerinde ne var? Birtakım nakışlar. Bugünün nakkaşı ise ne yapar? 'Büyük nak- kaş'ın işlerini kopyalar. Pavuryada, tekir kedinin sırtında, horozun ibi- ğinde, şeytanın minaresinde, tatlı su tarağında ya da Can'ın koyduğu adlarla gidelim; su tığlan, kıyı ku- rabiyeleri ve tatlı su şemsiyelerinde gözlediği mimarlığı, form ve bezek mucizesini kopyalar. Kopyalar ço- ğalırken de işin içine yorumlar, ..izmler. okullar, isimler filan girer. Aynadan toplananlar giderek topla- yanlann malı olur. Can'ın işlerinde bu izlek geriye doğru akıyor. Kay- nağa doğru. Sanki hepimizi zoolo- jinin evrim yolunun büyük ayracı içinde yer almaya zorluyor gibi. Büyük aynadan Can'ın aynasına düşen nakışlar ya da formlar için söyleyebileceğimiz en önemli şey, bu nakışlann ya da formlann Pol- lock'a, soyut resmin ustalanna. Af- rika ya da Bali Masklarf nı yara- tanlara esin kaynağı olan en eski kaynaktan derlenmiş olmalan. Ya da gelin nakış sözcüğünü bir tarafa bırakıp, 'başkalaşım' terimi- nin arkasına takılalım. Binlerce yıl- dır ihtiyaca, zorunluluğa, rastlanti- ya. tavırlara ve belki de en güzeli, hiçbir nedene bağlı olmadan sürek- li değişen hayata bir göz atalım. Terliksi hayvandan omurgalıya, tat- lı su tarağından eklembacaklıya dönüşen, tek yönlü değil; hayır, bü- tün yönlere doğru sürekli çoğalan hayata. Can, içimizde sürüp duran değişimi belgelemek için çok basit bir teknik kullanmış. Şu hepimizin bildiğı, resim-iş derslerinde birkaç tüp boya ve ikiye katlanan kâğıtlar- la oynadığımız bezeme tekniğini. Hani. aynı yöntemle yaratılmiş bir mürekkep lekesine bakarak kişilik testınden (Rochard testı) geçtiği- miz tekniği. Kâğıttan şeylerin ilk ömekleri mutfağında birer birer çoğalmaya başladığında, Can onlara daha sa- mimi bir isim bulmakta gecikmedi: Dıbır! Can Erçin'in u Kâğıttan Şeyler" sergisini bir aralık mutlaka izleyin (Galeri Maya, 1-31 aralık). Geçmi- şe doğru ilginç bir yolculuk yapa- bilirsiniz. Bazılarınız, kendini ev- rim yolunu bir kez daha geçebilme- nin cazibesine kaptırabilir. Ya da bazılarınız, penceresinin önünden her gün geçen gemilere yaptığını tekrarlar: Ayakta durur sessizce iz- ler. Yoksa 'dıbır' sessiz geçen vapur mudur? tzleyelim; görelim. AHMET CEMAL "Troilos ile Kressida'dan Bosna'ya... Shakespeare'in ünlü eseri "Troilos ile Kressida", tari- hin ilk büyük savaşı ya da "savaşlann savaşı" diye anıla- gelen Troya savaşını konu alır. Gelgelelim büyük yazarın bu savaşa yaklaşımı, Homeros'unkinden epey farklıdır. Homeros'un tannlarla ve kahramanlarla kurduğu mitolo- jik örgü, "Troilos ve Kressida"da yerini bir "mıtolojiden arındırma" eylemine, Homeros'ta yüceltilmiş ne varsa tümünün yerle bir edilmesi diye özetlenebilecek bir tutu- ma bırakmıştır. Anılan oyundaki kahramanlann, Home- ros'un dünyasındaki kahramanlarla hiçbir ilintileri yoktur: Hepsi de belli bir sıradanlığın temsilcileridir ve bu sıra- danlık atmosferi içerisinde savaşın uzayıp gıtmesinin tek nedeni, oyundaki sözde kahramanlann politik ya da top- lumsal bilinçten yana sergiledikleri kısırlıktır. Berlin Üniversitesi'nde siyasal bılımler ve uluslararası ilişkiler alanlarında öğretim üyeliği yapmakta olan Prof. Dr. Ekkehart Krippendorff, 1992 yılında yayımlanan "Shakespeare'ın Oyunlarında Politika" başlıklı önemli çalışmasında, "Troilos ile Kressida "nın sonunda oyunun kahramanlarının ne olduklan sorusuna Shakespeare'ın bir yanıt vermemesinin nedenini şöyle açıklamaktadır. "... Gerçek dünyadaki savaşlar da Troya savaşından bu yana hâlâ sürüp gitmektedir. Bu durumda oyunun iki baş kahramanı gibi son derece sıradan kişilerin sonraki kişisel yazgılarınm bizi ilgilendırmesı için bir neden var mıdır? Olaylann sonunun belirtilmesi, karakterlerın ta- mamlanması, Troya'nın düşüşünden öu yana var olan acı süreklilik üzerinde dikkatimizin toplanmasını yalnızca engellerdi, o kadar..." Prof. Krippendorff, Shakespe- are'in anılan oyunda trajik öğeye bilinçli bir tutumla yer vermeyişi konusunda da şu açıklamayı getirir: "Traged- ya, kahramanın ya da kahramanlann, içinde büyük bir il- ke ya da büyük bir tutku uğruna eylemde bulunduklan bağlamı, en azından kısmen, bilmemelerini, tanımama- lannı ve görmemelerinı koşul kılar; oysa Troilos ve Kres- sida 'da büyük kahramanlar, gerçekte dar görüşlü sıra- dan ruhlardır; hepsi ne yaptıklannı, ayrıca yaptıklarının saçma ve mantığa aykırı olduğunu bilirier, ama yine de yaparlar. Böylece kendilenni kıskançlıklanna, kendini begenmişliklerine, gerçekte bomboş olan değer yargıla- rına tutsak ederler, kendı politik mantıksızlıklannın man- tığı doğrultusunda davranırlar. Bu durum, sahnede ne trajiktır, ne de komiktir..." Shakespeare, "Troilos ile Kress/da"yı 17. yüzyılın baş- lannda kaleme almıştı? Aradan geçen yüzyıllar boyunca savaş deneyımlerınden yana çok daha zenginleşen üs- telik sonuna yaklaştığımız yüzyılın ilk yarısına ıkı dünya savaşını birden sığdırmayı başaran uygarlık, günümüz- de, üstelik kendini tarihin nice zamanlarıdır o uygarltğın başlıca temsılcısi ilan etmiş olan Avrupa'nın göbegindeki bir ülkede gerçekleştirilmekte olan soykırımı karşısında - masa başı eylemlerinin dışında- hareketsiz kalmayı, ken- di kendıne yönelik bır yadsıma eylemi diye algılamayı aklının uçundan bile geçirmiyor. Adı "Birleşmiş Mılletler" olan bir zavallı topluluk ise, o ülkede bulundurduğu as- kerlerinden bir tanesinin bile yaralanmasım, aynı ülkede her gün, her yaştan insanın sokaklarda vurulup öldürül- mesinden daha çok önemsiyor! Tarihlerde, Troya savaşmın, Paris'i aslında "Beş para etmez bir yosmadan "başka bır şey olmayan Helena'ya âşık olup Troya'ya kaçırması yüzünden çıktığı yazılıdır; onca uzun sürmüş bir savaş için, elbet saçmanın saç- masıdır bu olay; Shakespeare'in anılan oyunuyla amaç- ladığı da, bu saçmalığı gözler önüne sermektir. Gelgele- lim günümüzde. Bosna'da bütün uygar dünyanın gözlerı önünde tamamına erdirilmekte olan soykırımla karşılaştı- rıldığında, Troya savaşı hiçbir Shakespeare'ın gölgeleye- meyecegi bir yüceliğe erişir. Tarıhlerdeki Helena'nın yos- malığı, salt kendı benlığinin bir parçasıdır. günümüzde Birleşmiş Milletler'in sözcüleri ve sözcülerin sözcüleri sı- fatıyla davrananlar ise ancak uğraşlarına binlerce suçsuz insanın kanını bedel biçen, insanı insan kılan değerler- den bütünüyle habersiz sıyaset fahişeleri olarak anılmayı hak edebilirler! Homeros'un Troya savaşını anlatan 'llıada's\, insanlı- ğın düşünce mirasında bir destan olarak yer edebilmişti. Bosna-Hersek ise gelecekteki kuşaklara -eğer bugünkü ınsanlıktan utanma nedir bilen kuşakların yetişebilmesi olanaklıysa!- ancak düşünülebilecek en büyük utançlar- dan biri ve görmezlıkten gelınmesi yüzünden daha da ağırlaşmış bir insanlık suçunun adı olarak kalabilecek! Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nun özerkliği için iıııza kampanyası (6) Demet Taner, Melike Demi- rağ. Işık Yenersu, Ahmet Ce- mal, Halim Ağaçoğlu. Lale- han Uysal. Şadan Karadenız. GÖkçin Taşkm. Sevda Şener. Sevim Ünal. Tilda Tezman. Yasemin Kamhi. Ayşegül Ci- nisli. Mukaddes l'çmak. Nes- lihan Yargıcı, Füruzan Basılı- yık, Leman Ağımazlı, Cönül karamanoğlu Füsun Erden, Harons Türkoğlu. Yücel Emır, Birsen >em. Suna Öz- kan. Doğan Sekendiz. İrfan Akşit. Güzin Kjnayyiğit. De- niz Selimen, Fklan Ülcun, Fi- liz Özaykut, Sanay Şener. Yurdanur Boran. Sedef Okay. Şefika Albayrak. Zehra Öz- baş, Adalet Demirtaş. Le\la Çakar, Esra Aksoy. Füsun Ozserezli. Neşe Balin. Ne>in Türkmen. Ayşın Aydıncanan, Seyhan Akduman. Şaziye Şemin, Güler Özbek, Şerife Ozdemir, Bengü Akdoğan. Hülya Koyun, Adil Koyun. Zeynep Eligül. Sennur Koca- su. Selma Pamir, Nihal Rıza- oğlu. Uğur Bolcı. Eser Teker. Birsen Altan. Şahika Barut- çu, Füsun Türkkaya, Günsel Sipahi. Şükran Eldemir. Ni- met Yakın. Canan Gökatay. Ayta Başaran. Sabahat Oğlak. Hüsniye Erdoğan, Firdevs Günsel, Sabahat Ateş. Tiğin- çe Özkiper Oktar. Nevin Taf- talı, Fenha Başak, Sevim Okag. Kamuran Özcan, tlhan Sarıoğlu. Sevim Teker. Gün- gör Tarkan. Aygül Türkoğlu. Beneh Yücekök, Inci Avcı, Vedia Öder. Semiha Uludağ, Nacide Altın. Gülsüm Alpsan. Şehla Koral. Gönül Özsoy, Aysu Tiryakioğlu, Tunsan Sel, Işık Fışkın. Birsen Akyüz. Tülin Koray. Zelıha Ormo. G. Erdoğan. Ayfer Ar. B. Ak- yüz. Tülav Onay. Birsen Mü- ezzinoğlu. Ayşim Derman. Gülsan (jlgen, Neşe Demirde- re. Mihriye Türk. Ayhan Genç. Bedriye Yıldız. Edibe Tıryaki. Ayan Atay, Hülya Yerlikan. Münevver Öğiit Kabaklı. Ayten Aydın. Semra Aykın. Hülya Gürüntü. Eser Özkaya. Sema Özkönü. Gü- len Zengin. Hülya Akdağ. Neanz L'zun, Şenay Ünal, Gö- nül Pekar. Suna Başol. Mela- hat Şide. Handan Tuna. Nu- ran Kütüçoğlu. Selmin Şen- yüz, Aynur lluğtekin. Alt Ekber funcer. Saim Birsel, Selmen Altındağ, Necati Us, Ami Çıtak. Selma Etili. Fatma F. Otelar, Müge Işık. Suna Cnsal. Gülseren Vdmaz, Dıl- ber Güven. Ne\in Ozden, Ül- kü Gez, Fahrhe Birgin. Leyla Ülbatır. Sevgj Oztürk. Canan Çellioğlu, İlser Vlazlumoğlu. Sezgın Şensür. Neriman Y'ıl- maz. Seher Öztürk. Dürdane Aydemir. Hatıce Güngör. E. SeJçuk. S. Büyükhayır. Semi- ne Dinmez. Nilüfer Karador. Leman Akman, Ayla Tayga- roğlu, Mebrure Sinan, Ü. Uluses, Gülnur Akdora. Fat- ma Çıftçı. Şevkat Anuştekin, Muhterem Akpulan, İ. İlkay Sunay: Prof. Dr. Gülay Coş- kun, Ozdemir Ayer, Sümer Ayer. Ferdane Nil Ayer, Hul- di F. Sarhan. Yüksel Dikbaş, Tanel Dostal. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle