27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 KASIM 1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 GÜNDEMDEKİ KONU KIBRIS ONATKUTLAR Keşkeyağmuryağsa!..Iki gün önce ilk kez geldiğim Kıb- ns'ta, insansız Maraş kentinde orduevi olarak kullanılan gösterişli otelin önün- de otunıyoruz. Haluk, Leyla ve Dağ- han'Ia birlikte. Denize bakıyoruz. Ve- randa gûzel ve gölgeli. Kumsal ve de- niz güneş içinde. Hemen önümüzde sazdan yapılmış plaj şemsiyeleri, altın- da güneşlenme tahtalan. Üstlerine 'ko- mutan-generaT, 'komutan- amiral' ya- zılmış. Çevrede inanılmaz zenginlikte bir Akdeniz bitki örtûsü. Okaliptuslar, sedirler, zeytinler, keçiboynuzlan, hur- malar, portakallar, turunçlar, incirler, asmalar. Tüm duvarlar ve çitler çıldır- tıcı renklerde begonvillerle kaplanmış. Mor, beyaz, turuncu, san... Sarhoş gibiyim. Kırk sekiz saatin gü- neşinden, yağmurundan, lezzetlerin- den, dostluklanndan.. ve öğrendikle- rimden. Öylece duruyor ve denize bakıyo- rum. Çevre sessiz. Birden karardı hava. Gökyüzünü ağır ve koyu bulutlar kapladı. Ortalıkta ne- densiz bir gergınlik oluştu. Çok uzak- larda patlayan bir dinamitin esintisi ku- nı güz yapraklannı savurdu veranda- dan. Her şey değişiyor. Karanyor, kurşun gibi ağırlaşıyor. Bir yağmur yağsa... Bir ses usulca bir şeyler anlatıyor: "Çe\rede derin bir alacakaranlık. Geeeyle şafak arası bir zaman. Uzaklar- da. duyulur duv ulmaz bir uğultu. Usul- ca aralanıyor denizdeki koyu sis. Bir ba- hkçı sandah beiiriyor. Deniz durgun. su hiç kıpırdamıyor gjbi. Yaklaşan sandal- da kimse göriinmüyor. Tekne, kayar gibi sis perdesini ge- çince. kıvının çizgisi de daha açık be- iiriyor. Önce kumsalın gerisinde bi- nalar beiiriyor, sonra tüm bir kent. Sandal kıyıya yanaşıyor. Bomboş bir kumsal, unutulmuş plaj şemsiye- leri. Koca bir kent. Ama ne bir ses ne de bir kıpırtı. Bir karabasan sessiz- liği. Ve kumsalda terk edilmiş bir çift erkek ayakkabısı." Bu tuhaf şiırsel görüntü ile başlayan serüveni anlatiyorum dostlanma. Phe- idias'ın serûvenini. Öykü 1974'ten yirmi yıl sonra bir güz günü, Kanada'nın Montreal kentin- de başlıyor. Kanada'ya yerleşmiş Kıb- nslı bir Rum olan Pheidias, uzun süre- dir birlikte yaşadığı otuzlanndaki Ka- nadalı sevgilisi MineB ve onun kendi oğlu gibi sevdiği küçük çocuğundan birden bire aynlmaya karar verdiğinde, kendisi dahil kimse kestiremezdi bu şa- şırtıcı öyküyü. Ama Pheidias dayana- madı kuzeyin gri ve soğuk gökyüzüne, tenha doğasına, sessiz çınarlanna. Ko- kusuz. renksiz. aklı başındabirdünyay- dı bu. Oysa o çılgın bir doğa. sıcak bir güneş. biber gibi yakan bir acının peşindeydi. Birkaç gün sonra geldiği Güney Kıbns'ta buldu bunlan. Özel- likle de acıyı. Çiğ bir güneş altında bu- harlaşan sokaklar, arabalar, insanlar ve havada asılı duran toz bulutu gibi bir hüzün, çaresizlik. Bir lokantada tam rakısını yudumlar- ken gözünün takıldığı, siyahlar içinde- ki yaşlı kadının bakışı. Savaşta ölen oğ- B.anş uygarlığın, çocuğudur. Kıbnsta ise, havada hiç eksilmeyen bir savaş ağırlığı var. DAÜ (Doğu Akdeniz Universitesi)'nin başta rektör ve yardımcısı olmak üzere bir avuç yöneticisinin oluşturmaya çalıştığı kültürel esintiler, bu ağır bulutlan dağıtmaya yetmiyor. Ah, bir yağmur yağsa... lunu hatırlamış olmaiı. Ya da karanlık, izbe bir evde bir yığın eski püskü hır- davat, bir sürü kedi ile yaşıyan çok yaş- lı büyükbabasının hezeyanlan: Toz! Toz! Her şey toza kanştı, savruldu git- ti. Kızım, oğlum, öbürleri. Toz! Yirmi yıl sonra müthiş bir özlemle geldiği anayurdunda öylesine umutsuz, karanlık, perişan bir atmosferle karşı- laştı ki bir gece, sarhoş, karanlık kıyı- ya attı kendini. Bir tekneye binip son- suz açıklarda kaybolmak istiyordu. Öy- le de yaptı. Ama bir süre sonra amaç- sız ilerleyen teknede sızıp kaldı. Gözlerini açtığmda ortalık henüz ala- cakaranlıktı. Tekne durgun denizde ha- bir kitap. yansı yenmış bir kahvaltı tep- sisi. Yalnızca yirmi yıllık bir farkla. Açık kitabın üstünde kalın bir toz taba- kası. Annesi ile babasının yattıklan oda farklıydı. Tavan açıktı. gökyüzü görü- nüyordu; tam çatıya bir bomba düştü- ğü için. Eline çok eski bir fotoğraf geç- ti. Derin bir susuzluk duydu. Ölü kentin boş sokaklannda su arar- ken giderek her şey bir karabasana dö- nüştü. Asfalttan ağaçlann fişkırdığı ıs- sız caddede, nerden geldiği belli olma- yan bir tank uğultusundan uzaklaşmak için hızla yürüyordu. Bir türlü kurtulamıyordu o uğultu- dan. Kenti boydan boya geçti. Issız bir Kanpas'ta bir köye götürmesini istedi. Oldukça uzun bir yoldu bu. Yol bo- yu birkaç kez konakladılar. Kahveler- de oturdular. Kıbns'tan, geçmişten, sa- vaştan, savaşın acılanndan, söz ettiler. Hasan kısa sürede Pheidias'ın Rum ol- duğunu anladı. Ama bu bilgi, dostluk- lannı bozmadığı gibi daha da pekiştir- di. Sonunda. savaştan sonra da inatla kendi topraklannda kalmayı seçen bir- kaç Rum ailenin kaldığı köye geldiler. Pheidias'ın cocukluk cennetinin kö- yüne. Işte yaşamdaki ilk sevgilisi de karşısındaydı: Photini. Otuzlannda, olağanüstü güzel. yüzünde derin bir fifçe salınıyordu. Yavaş yavaş sisler içinden bir kıyı belirdi. Sonra da koca bir kent. Ama tuhaf şey, o büyük kent- te, kıyıya sıralanmış yüzlerce otelde, caddelerde en küçük bir ses ya da hare- ket yoktu. Kocaman bir ölü kent. Kıyı- da, kumlann üstünde bir çift erkek ayakkabısı. Çoktan terk edilmiş. Kendi kentiydi bu: Maraş. Az sonra gençliğinin evinde buldu kendini. Baba ocağında salon ve oda- lar, içindekiler hemen az önce çıkmış- lar gibi dağınıktı. Masanın üstünde açık asfaltta gücünün sonuna kadar yürüdü. Sonunda gözleri karardı. Yolun kıyısın- da küçük bir çalı kümesinin içine dev- rildi, kendini kaybetti. Gözlerini hafıf biresintiyle açtı. Gün akşamadevriliyordu. Gölgeleruzamış- tı. Kalktı biraz ilerledi. Birkaç yüzmet- re ötede bir taksi ve şoförü ile karşılaş- tı. Araba bozulmuştu. Kıbns Türk'ü Hasan, kan ter içinde tamire çalışıyor. Kendini Kanadalı bir turist olarak tanı- tan Pheidias'la çabucak dost oldular. Pheidias, Hasan'dan kendisini Dip acının ve yorgunluğun çizgilerini taşı- yan, narin bir kadın. Pheidias'ı birden karşısında görünce hortlak görmüş gi- bi önce korkulu, sonra şaşkın bakan, ne yapacağını bilemeyen ama aynı zaman- da sevinçten çılgına dönen bir kadın. Çaresizlikten yaşlı bir Rumla evlen- miş, yatalak annesini bırakamadığı için yazgısı bu ücra ve soyutlanmış evde dondurulmuş Photini, bir ürpertiyle sezdi başına gelecekleri. Ve her şey beklediği gibi oldu. Akdenizli bir aşkın çılgın rüzgan, yıl- lann tozunu uçurdu. Yaşlı kocanın Phe- idias'ı ihbar etme tehdidine rağmen alevlendi tutku. Yıllann hasreti ile bu- luştular bir kuytuda, seviştiler. Sonsuz yeminler ettiler birbirlerine. Birlikte kaçmaya karar verdiler. Gelecek onlan bekliyordu. Oysa onlan bekleyen birileri daha vardı: Polis, kaçağin varlığını öğren- mişti. Derin bir dostluk duygusuyla onu gizli bir geçitten geçirip İcaçırma sözü veren Hasan, Pheidias ve Photini'yi al- maya geldiğinde genç kadın yatalak an- nesini terk edip gidemeyeceğini birden fark etti. Pheidias'la Hasan, BM güçlerinin koruduğu "No men's land"e girdikle- rinde hava karanyordu. Insan izleri, bayraklar, asker üniformalan birbirine kanşıyordu. Kim olduklan kestirilemeyen kaçak- lara karşı, iki taraftan birden ateş açıl- dı. Ağır, bulutlu bir aksam gökyüzünün altında, bodur çalılar, sakız fidanlan ile dolu bir dere yatağında iki arkadaş, Pheidias ve Hasan, sırt sırta vermişler yürekleri küt küt atarak bekliyorlardı. Neyi? Bir kuıtuluşu belki, bir banşı, silahlann susmasını. ağır gökyüzünün boşalmasını, yağmuru.. evet yağmuru. Keşke yağmur yağsa! "Ne bu öykü?" diye sordu Prof. H»- hık Tosun. "Bir film öyküsü. Kanadalı ünlü yönetmen Lea Poul'ün yapmayı düşündüğü flunin_" "Çok güzel bir öykü" dedi Dağhan, "Birçok şe>i anlatıyor..." "Ama oİmadr dedim. "Birçok kez Denktaş'la göriiştük. Projeye olumlu baktıgınj söyledi. Filmin Kanadalı ya- pıması dostum Michele Renand-Mol- nar aylarca Kıbns'ta kaldı izin sonınla- niçin.SenaryoyazanKyriacos Eftehy- miou ile a> larca tarüştık, düzehmeler yaptık. Ania izin almavı başaramadık... Oysa ben, bizleri güçîendirecek olanın kültürel adımlardan başka bir şey ola- mayacağına inanryorum."" Acıyla gülümsüyor Haluk: "O kadar zor ki" di yor "Biz ünh'ersiteolarak tüm kültürel çahalara hazınz. Biraz olanak sağlansa neler yapılabilir! Ömeğin sa- vaşta şurda bıırda el konulmuş yüz bin- den fazla Yunanca kitap var Kuzey Kıb- ns'ta. Bunlan. ünrversite olarak bir ki- taplıkta toplamaya, araştırmalara aç- maya hazınz. Elimizde uzmanlanmız \ ar. Neler yapılabilir-" Evet, neler yapılabilir. Dostlanm Feyzi ile Liza'nın DAÜ'de okuyan oğul- lan Emir, güzellikler karşısında dal- mış, mınldanıyordu: "Bütün kutsal ağaclar var bu avluda. Hurma, defne, zeytin, selvL." înanılmaz güzellikte bir ikon müzesi haline getirilmiş Saint Bar- nabasse Manastın'nın avlusundaydık. Avlu da, kilise de, ikonlar da insanlığın ortak mirası. Banş, uygarlığın çocuğudur. Kıbns'ta ise, havada hiç eksilmeyen bir savaş ağırlığı var. Doğu Akdeniz Üniversitesi'nin (DAÜ) başta rektör ve yardımcısı olmak üzere bir avuç yö- neticisinin oluşturmaya çalıştıklan kül- türel esintiler, bu ağır bulutlan dağıt- maya yetmiyor. Ah, bir yağmur yağsa!.. Istanbul Aııtika ve Dekoratif Saııat Fuarı 10. yılmda Kültür Servisi - Kültür ve Sa- nat Varlıklannı Koruma ve Tanıt- ma Vakfı (KÜSAV) tarafindan düzenlenen Istanbul Antika ve Dekoratif Sanat Fuan bu yıl 10. yaşını kutluyor. Her yıl olduğu gibi yerli ve yabancı antika ve dekoratif eşya kuruluşlannın ka- ' tılacağı fuar, 8-13 kasım tarih- leri arasında Harbiye Kültür Merkezi'nde yapılacak. 8-13 tarihleri arasında açılacak Fuann bu yıl en ilgi çekici bö- lümlerinden biri de "Atatürklşı- f ğında Sanat Etkinlikleri"başlığı . altında gerçekleştirilecek bir di- zi faaliyet. Bu kapsamda 8-13 kasım ta- rihleri arasında "Atatürk resim ve fotoğraflan sergisi" açılacak, 9 kasım çarşamba günü "Bir öy- ' Idür şapka" adlı, 1920'den gü- vıümüze ülkemizdeki şapkanın , gelişimini anlatan bir defıle- show düzenlenecek, 10 kasım perşembe günü çok sayıda pop müzik sanatçısının katıldığı pop müzik konseri yer alacak, aynı gün u Atatürk konulu sanat eser- leri müzayedesi" yapılacak, 13 kasım pazar günü ise devlet sa- natçısı İdil Biretin piyano resi- tali izlenebilecek. Kültür ve sanat varlıklannın koruma altına ahnması. sergılen- mesi ve bilinçli koleksiyonculu- ğun yaygmlaştınlması amacıyla düzenlenen Istanbul Antika ve Dekoratif Sanat Fuan'na bu yıl Türkiye'nin yanı sıra Ingiltere. Almanya, ABD ve Hindistan'dan 50'den fazla kuruluş katılacak. KÜSAV Galeri bölümünde. fuann en önemli sanat eserlerin- den olan 17. yüzyıl ortası Italyan ekolü Safıye Sultan (Agripinna Baffo) yağlıboya portresi bulu- nuyor. KÜSAV Galeri'de bundan başka birçok önemli sanat eser- leri de yer alıyor. Fuarda bu yıl ilk kez yer alan kuruluş arasında yer alan New Zekeriya Çelikbilekli imzalı 'Atatürk yurt gezilerinde' adlı tablo da mözavedede ver alacak. York Fifth Avenue'den Christop- her Walling özellikle dikkat çe- kiyor. Çok özel tasanmlanyla tanı- nan sanatçı, fuarda incilerin ya- nı sıra diğer mücevher tasanm- lannı da sergileyecek. Iranlı minyatür ve tezhip usta- sı Hüseyinİslamiyan'ınöğrenci- si Yakup Cem'ın Osmanlı tarzı çalışmaları, dünyadaki çeşitli müze ve özel koleksiyonlarda sergilenen gelenekse! Iznikçini- lerinin İsmailYTğittarafindan ya- pılmış onjinaltaklitleri, 18.yüz- yıldan başlayan özel kutu kolek- siyonu, 1500 -1800 tarihleri ara- sındaki antika ve gravürler, Os- manlı madalya ve nişanlan, na- dide yumuşak ve hafif bir yün olan Shatoosh'tan yapılmış şal- lar ve giysiler, halı ve kilimler, gümüş, porselen ve seramikler, Anadolu'dan otantik giysiler, de- koratif sanat eserleri ile yerli ve yabancı sanat dergileri de fuan ızleyenlerin beğenisine sunula- cak. 100'den fazla Osmanh taMosu yer ahyor 10. tstanbul Antika ve Deko- ratif Sanat Fuan kapsamında özel koleksiyonlar da sergilene- cek. Türkiye sınırlan dışındaki en büyük fürk koleksiyonlann- dan biri olan Isveç'teki Biby Şa- tosu koleksiyonu ile Berlin'den Ex Oriente Lux Kunshantel'in getirdiği tbrahim Müteferrika koleksiyonu, meraklılann özel- likle ilgisini çekecek. Sot- heby's'in getirdiği Biby Şatosu koleksiyonu, 18. yüzyılda Os- manlı Devleti tsveç Büyükelçisi olan Gustafe Celsing ve iki oğlu tarafindan toplanan, 100'den faz- la Osmanlı tablosu ve diğer eşya- lardan oluşuyor. Müteferrika ko- leksiyonu ise ilk Türk matbaacı- sı olan tbrahim Müteferrika' nın basmış olduğu tüm kitaplardan oluşuyor. Fuarda aynca 8 kasım günü Prof. Dr. Gülsen Renda'nın "Is- veçte bir Türk koleksiyonu, Biby Şatosu" başlıklı konferansı, 12 kasım cumartesi günü KÜ- SAV'ın düzenlediği "Antika ve sanat eserleri müzayedesi", 13 kasım pazar günü Pera Kitabevi tarafindan düzenlenen "Türk hat sanab ve yazmalan müzayedesi" yer alıyor. Aziz Nesin'e ikinci ödül, Amerika'dan . YALMAN ONARAN Türkiye'nin adını dünyada en çok duyuran yazarlanmızdan Aziz Nesin, banş ödülii aldığı Is- veç'ten döner dönmez, ayağının tozuyla tekrar uçağa bınip pazar günü Amerika'ya gidiyor tekrar ödül almaya. New York'taki Ga- ' zetecileri Koruma Derneği'nin (CPJ) 1994 'Lluslararası Basın - Özgüıiüğü Ödülü'nü almak üze- >•'; derneğın davetlisi olarak New • ^rk'a gidecek olan Nesin'in, "Yenı Dünya'ya bu ilk gezisi. CPJ, Türkiye'de her zaman 'ba- suı ve düşünce özgürlügünün sa- vunuculuğunu' yaptığı için Ne- ; sin'i bu ödüle layık gördügünü açıkladı. Özellikle hükümetin koyduğu yasağa, karşıt baskılara ve hayatınınjtehlıkeye girmesine rağmen Salman Rüşdü'nün "Şey- tan Ayetteri"adlı kitabını yayım- lama çabalanna dikkati çeken dernek, Nesin'in "Önemli olan; iceriği yada edebi değeri değiL bir kitabın yasaklanmasının 21. yüz- yüa yedi kala utanç verici olması- dır"sözlennın basın ve düşünce özgürlüğü savunuculuğuna örnek olduğunu söyledi. Aziz Nesin, CPJ'nin 9 kasım akşamı vereceğı yıllık baloda ödülünü alacak. Baloya CNN'nin sahıbi Ted Turner, New York Ti- mes'ın sahıbi Arthur Sulzberger, Amerika'nın diğer önde gelen ya- yın organlannm temsilcileri ve aralannda CNN'nin Körfez Sa- vaşı'nda Bağdat muhabiri olan Peter Arnett de bulunan Ameri- kan televızyonunun renkli sima- lan katılacak. OzeltiyatrolardanKültür Bakanihğı'ın protesto gösterisiANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ankara'daki 8 özel tiyatro, Kültür Bakanlığı'nın yardım yaptığı özel tiyatro- lann isimlerinin açıklanmaması nedeniyle bir protesto gösterisi düzenledileT. Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanhğı desteğiyle ayakta duran özel tiyatrolar, Istan- bul ve Ankara tiyatrolan arasında aynmcılık yapıldığını belirterek, "Bu nasıl "Sanata Evet"" diye sordular. Ankara Halk Tiyatrosu, Kaktüs Komedi Tiyatrosu. Çan Tiyatrosu, Ankara Komedi Sahnesi, Başkent Oyunculan Tiyatrosu, Ankara Halk Oyunculan Tiyatrosu, Çağdaş Sanat Tiyatrosu, Phylax Oyunculan. dün Kültür Bakanhğı önünde düzenledikleri gös- teriyle bu yıl özel tiyatrolara yapılan yardımlann gizliliğini protesto ettiler. Yardım yapılan özel riyarrolann adlanmn ve yapılan yardımın miktannm açıklanma- masinı kınadıklannı belirten tiyatro oyun- culan, "Kültür Bakanhğı, "Sanata Evet" kamparryasi başlarryor. Ama tstanbul tiya- trolanna yardım yaparken, Ankara tiyntro- lanna "Hepiniz bir tiyatro altında birleşin; sonra bakanz" diyor. Bunasd "Sanata Evet". Eğer büieşeceklerse önce kendileri solda bir- leşmeyi gerçekleştirsinler"dediler. Oyuncu- lar, protesto eylemlerinın sonuç vermemesi durumunda, pazartesi günü saat 10.00'da açlık grevine baylayacaklannı, bu da sonu- cu değitinnezse ölüm orucuna gireceklerini bildirdiler. PoyTazoğlu ve Sav'a suçlama TİYAD (Tiyatro Yapımcılan Derneği) Başkanı Ali PoyTazoglu'nun Kültür Bakanlığı'na tiyatro yardımlanna ilişkin sunduğu görüşte, Ankara'daki tiyatrolann sanatsal açıdan kalıtesız olduğunu savun- duğunu söyleyen Ankaralı tiyatrocular, "Bu sonuç, Ali PoyTazoglu'nun eseridh*" dediler. Ali Poyrazoğlu'nun uzun süredir Ankaralı tiyatroculann birleşmesi gerektiğini savun- duğunu belirten tiyatrocular, "Eğer bir- leşmeyi bu kadar çok istiyorlarsa, Istan- bul'dâki tiyatrolar birleşsin" diye konuştular. Ankara'daki tiatrolann ayn sanat anlayışlan olduğunu belirten oyuncular, "Poyrazoğlu estetik anlamda bilgisizliğini ortaya koyu- yar" dediler. Kültür Bakanhğı Danışmanı Atilla Sa\'ın da yazdığı yazılarda benzer görüşleri dile getirdiğini ileri süren oyuncu- lar, "Kendileri gelip bir kez bizim oyun- lanmızı izlemeden bu görüşleri nasıl savunuyorlar?" diye sorarak, bu gibi yak- laşımlan yadsıdıklannı belirttiler. PENALTI MEMET BAYDUR Bir Film Gördüm ve.. llginç bir yazar var: Jean Claude Carriere. Elli film se- naryosu, on iki oyun, birçok deneme ve eleştiri kitabı ya- zıp yayınlamış bir Fransız. Sinemalarda gördüğümüz bir- çok güzel filmin senaryosu onun kaleminin ürünü. Tene- ke Trampet, Varolmanın Dayanılmaz Hafıfliği, Cyrano de Bergerac, Mahabharata, Gündüz Güzeli, Danton gibi film- lerin senaryolannı yazmış. Bunuel, Milos Forman, Andrej Wajda, Peter Brook, Jean Louis Rappeneau gibi yönet- menlerle çaltşmış. Fransa'nın ünlü film okulu Femis*in yö- netmeni. Jean Claude Carriere'in çok ilginç bir kitabının Ingilizce çevirisi yayınlandı bu yıl: Filmin Gizli Dili. Sinema sanatında yüzyıl içinde dil olgusunun evrimi üs- tüne düşünüyor Carriere. Film dilinin sözlüğünü, degişi- mini araştırıyor. Nedir film dili? Kameranın çekim açılan, ışıklandınma, bir oyuncu yerine diğer oyuncuyu göster- mek, bir manzara yerine öbür manzarayı göstermeyi seç- mek. Bir filmi film yapan bütün aynntıların birteşerek ya- rattığı bir dil. Seyircisiyle beraber gelişen ve değişmek zo- runda olan bir dil. Kitap daha önsözünde içine alıp götüriiyor okurunu. Çok ilginç bir gözlemle başlıyor Carriere: Birinci Dünya Sa- vaşı'nın sonunda Afrika'daki Fransız sömürgelerinin yö- neticileri, bu ülkelerin halklan için sık sık film gösterileri dü- zenlemeye başlamışlar. Amaçlan bir yandan insanlan eg- lendirmek, son moda bir eğlenceyi tanıtmak, öte yandan da bu Afrikalılara beyaz adamlann tartışılmaz üstünlüğü- nü bir de bu yolla kanıtlamak. Sinema, endüstrisini kur- muş olan Batı'nın yeni ürünü. Tiyatro, vodvil, kabare, re- sim, fotoğraf ve birçok teknik gelişimin bileşimi. İki direk arasına bir beyaz perde geriliyor. Esrarengiz alet dikkatle yerleştiriliyor ve birdenbire kuru, cırcır böcekli, bü- yük Afrika gecesinde, onmanın ortasındaki beyaz perde- de görüntüler beiiriyor! Bu gösterilere davet edilen Afrika- lı kabile liderieri ve din adamları davete katılmayı redde- demezlerdi. Bu nezaket dışı davranış düşmanca hatta asice yorumlanabilir sömürge yöneticisi beyaz adamlar- ca. Böylece her gösteriye cümbür cemaat katılıyor Afri- kalılar. Fransa'nın Afrika sömürgelerinde binlerce yıldır ya- şayan kabilelerin çoğu, hikayemizin geçtiği 1919 yıllann- da Müslümanlığı çoktan kabul etmişler. Bu film gösterile- rine ormanda ıcabet eden Afrikalı kardeşlerimizin hemen hepsi Müslüman. Islam dininde, Afrikalıların eski bir inan- cına göre insan suretinin, yüzünün, gövdesinin, kısaca form olarak insanın yeniden çizilip, resmedilmesi, göste- rilmesi günah! Eee? Ne olacak şimdi? Bu dinsel yasak, bu yeni icat için de geçerii mi? Bazı dini bütün Müslüman Afrikalı kardeşlerimiz bu sorunun yanıtını olumlu veriyor- lar. Sinema seyretmek ya da daha doğru Türkçe ile film seyretmek günah! Yine de geliyortar film gösterimlerine, diplomatça el sıkışıyoriar Fransız yöneticilerte, kendileri- ne aynlmış yeriere oturuyorlar. Karanlıkta ilk görüntüler be- yazperdede belirdiği zaman gözlerini yumuyorlar hep be- raber, sıkı sıkı. Bütün film boyunca kimse açmıyor gözü- nü. Hem oradalar, hem değiller. Gövdeleri orada ama hiç- bir şey görmüyoriar. Filmler sessiz olduğuna göre o zamanlar, Afrikalı Müs- lüman kardeşlerimiz kendi ormanlannın karanlığında hiç- bir şey duymadan, hiçbir şey görmeden bir iki saat otur- muş oluyorlar. Carriere bu noktada enfes bir soru soru- yor: "Bu Afrikalılann göz kapaklannın ardında ne gör- düklerini hep merak etmişimdir. Görüntüler yakamı- zı kolay bırakmaz çünkü, gözlerimiz sımsıkı kapalı ol- sa da. Ne görüyorlardı ve nasıl?" Bizler de bir bakıma bu Afrikalı Müslümanlar gibi değil miyiz? Sinemaya, bir film görmeye gıttiğimiz zaman. El- bet gözlerimizi açık tutuyoruz karanlıkta. Ya da öyle yap- tığımızı sanıyoruz. Ama hepimizin içinde, nereye gidersek gidelim, sinemaya girerken bile içimizde taşıdığımız birta- bu, bir kötü alışkanlık, bir anı, bizi perdede olup bitenin tümünü algılamaktan alıkoyan bir saptantı ya datutku yok mudur? Bir filmi gerçekten, bütünüyle, en küçük aynntı- sına kadar gördüğümüzü söyleyebilir miyiz rahatlıkla? Ba- şından bugüne, her filmin içinde gölgeli bir alan, görün- meyen bir bölüm vardır hep. Filmi yapan sanatçılar tara- findan bile isteye yapıtın içine yerieştirilmiş de olabilir bu gölgeli ya da görünmeyen alan. Ya da herhangi bir gös- terimde bir tek seyirci tarafindan da konulabilir bu görün- meyen alan filmin içine. Bazı kişiler resim heykel müzelerinde yaprtlann önünde fazla duraklamadan, hızla gezilmesi gerektiğini savunur- lar. Böylelikle ilk izlenim tazeliğini, sağlığını korur; fazla za- man harcarsanız bir sanat yapıtının önünde, soğukkanlı analizlere girişmek tehlikesi doğabilir! Eğer bu yaklaşım doğruysa 'kitap okumaya da pek gerek yoktur, yalnızca kitaplar hakkında konuşan insanlan dinlemek yeterlidir' gi- bi matrak bir sonuca ulaşabiliriz. Bu ikilemlerin hepsi iyi hoş da, bunlan sinemaya uygu- layamayız kolay kolay. Elbet filmin yalnızca bir kısmını gönmeyi seçebilirsiniz, sinema salonundan çıkar gidersi- niz filmin ortasında ya da bir bilet daha alıp ikinci, üçün- cü kez görürsünüz aynı filmi. Ne yaparsanız yapın, sine- mada etrafınızda oturan ve sizinle aynı filmi seyreden in- sanlardan daha yavaş ya da daha hızlı göremezsiniz fil- mi. Herkes oynayan filmi aynı hızla, filmin kendi hızıyla sey- retmeye yükümlüdür. Hiç film, televizyon, fotoğraf, resim görmemiş, bütün kültürü binlerce yıldır masal, efsane ve destanlann tümüy- le sözlü anlatımına koşullanmış Afrikalılar, filmleri 'görme- ye' karar verdikleri zaman bir 'dil' sorunu çıktı ortaya. Ses- sizliğin içinde bir araba, bir adam, bir kadın, bir at oradan oraya gidip geliyorlardı. Sözlü anlatımın en zengin gele- neklerinden kaynaklanan hayal güçleri, bu yeni anlatım bi- çimini, sinemanın gizli dilini şıp diye anlamakta güçlük çe- kiyordu. Dolayısıyla hergösterimde eli değnekli bir adam, beyazperdenin kıyısında dikiliyor ve filmde olup biteni yük- sek sesle seyircilere izah ediyordu. 1920'lerde Ispanya'da nesli tükenen bu film 'anlatıcılan', 1950'lere kadar varlık- lannı sürdürdüler Afrika'da. Sinema ilk çıktığı günden tti- baren beraberinde yalnızca görüntüler değıl, yeni ama tümüyle yepyeni bir W getimnişti. Jean Claude Carriere'in kitabından söz etmeyi sür- düreceğim. tlhan Erdost anılıyor ANKARA (CumhuriyetBüro- su)- 14 yıl önce ağabeyi Muzaf- fer tlhan Erdost'la birlikte gözal- tına alındıktan sonra Mamak As- keri Cezaevi'nde dövülerek öl- dürülen yayrncı tlhan Erdost ya- nn anılacak. tlhan Erdost'un öldürüldüğü 7 kasım gününü. "tlhan-Khap Gü- nü" olarak gelenekselleştıren ll- hanilhan Kitabevi, llhan Er- dost'un yönetiminı ve sorumlu- luğunu paylaştığı Sol ve Onur Ya- yınlan'nı, okurlara yüzde 50 in- dirimle sunacak. Her yıldönü- münde, llhan-Kitap Günü'nün anısına okurlara armağan veren Sol ve Onur Yayınlan, bu yıl, ki- taplannı yayımladığı Mart, En- gels ve Lenin'in kuşe kağıda ba- sılı posterlerini verecek. Kitap ayraçlannda, AzizNesin. tlhan Sdcuk. Uğur Mumcu. Ala- attin Bilgi ve Vahap Erdoğdu'nun yazılanndan. Talip Apaydın, Tur- gut Uyar, Cemal Süreya, Vecihi Timuroğiu. Önder Ünalan. Me- tin Demirtaş, Azer Yaran, Ahmet Telli, Atilla Aşut \e Metin Gü- ven'ın şıirlennden seçılmiş par- çacıklarla. Turhan Selçuk. Filiz Başaran. Ertan Aydın" ın çizgile- ri ve llhan Erdost fotoğraflan yer alıyor. Yann saat 11.00'de Karşıya- ka'daki mezan başında llhan Er- dost'un anılacağını belirten Mu- zaffer llhan Erdost, parçacıklar halinde de olsa, llhan Erdost için yazılmış yazı ve şiırlerin tümünü okurlarla paylasmamanın sıkıntı- sını, 15. yıldönümünde eksiksız gidereceklenni duyurmak is- tediğini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle