Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 KASIM 1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
GÜNDEMDEKİ KONU KIBRIS
ONATKUTLAR
Keşkeyağmuryağsa!..Iki gün önce ilk kez geldiğim Kıb-
ns'ta, insansız Maraş kentinde orduevi
olarak kullanılan gösterişli otelin önün-
de otunıyoruz. Haluk, Leyla ve Dağ-
han'Ia birlikte. Denize bakıyoruz. Ve-
randa gûzel ve gölgeli. Kumsal ve de-
niz güneş içinde. Hemen önümüzde
sazdan yapılmış plaj şemsiyeleri, altın-
da güneşlenme tahtalan. Üstlerine 'ko-
mutan-generaT, 'komutan- amiral' ya-
zılmış. Çevrede inanılmaz zenginlikte
bir Akdeniz bitki örtûsü. Okaliptuslar,
sedirler, zeytinler, keçiboynuzlan, hur-
malar, portakallar, turunçlar, incirler,
asmalar. Tüm duvarlar ve çitler çıldır-
tıcı renklerde begonvillerle kaplanmış.
Mor, beyaz, turuncu, san...
Sarhoş gibiyim. Kırk sekiz saatin gü-
neşinden, yağmurundan, lezzetlerin-
den, dostluklanndan.. ve öğrendikle-
rimden.
Öylece duruyor ve denize bakıyo-
rum. Çevre sessiz.
Birden karardı hava. Gökyüzünü ağır
ve koyu bulutlar kapladı. Ortalıkta ne-
densiz bir gergınlik oluştu. Çok uzak-
larda patlayan bir dinamitin esintisi ku-
nı güz yapraklannı savurdu veranda-
dan.
Her şey değişiyor. Karanyor, kurşun
gibi ağırlaşıyor.
Bir yağmur yağsa...
Bir ses usulca bir şeyler anlatıyor:
"Çe\rede derin bir alacakaranlık.
Geeeyle şafak arası bir zaman. Uzaklar-
da. duyulur duv ulmaz bir uğultu. Usul-
ca aralanıyor denizdeki koyu sis. Bir ba-
hkçı sandah beiiriyor. Deniz durgun. su
hiç kıpırdamıyor gjbi. Yaklaşan sandal-
da kimse göriinmüyor.
Tekne, kayar gibi sis perdesini ge-
çince. kıvının çizgisi de daha açık be-
iiriyor. Önce kumsalın gerisinde bi-
nalar beiiriyor, sonra tüm bir kent.
Sandal kıyıya yanaşıyor. Bomboş
bir kumsal, unutulmuş plaj şemsiye-
leri. Koca bir kent. Ama ne bir ses ne
de bir kıpırtı. Bir karabasan sessiz-
liği.
Ve kumsalda terk edilmiş bir çift
erkek ayakkabısı."
Bu tuhaf şiırsel görüntü ile başlayan
serüveni anlatiyorum dostlanma. Phe-
idias'ın serûvenini.
Öykü 1974'ten yirmi yıl sonra bir
güz günü, Kanada'nın Montreal kentin-
de başlıyor. Kanada'ya yerleşmiş Kıb-
nslı bir Rum olan Pheidias, uzun süre-
dir birlikte yaşadığı otuzlanndaki Ka-
nadalı sevgilisi MineB ve onun kendi
oğlu gibi sevdiği küçük çocuğundan
birden bire aynlmaya karar verdiğinde,
kendisi dahil kimse kestiremezdi bu şa-
şırtıcı öyküyü. Ama Pheidias dayana-
madı kuzeyin gri ve soğuk gökyüzüne,
tenha doğasına, sessiz çınarlanna. Ko-
kusuz. renksiz. aklı başındabirdünyay-
dı bu. Oysa o çılgın bir doğa. sıcak bir
güneş. biber gibi yakan bir acının
peşindeydi. Birkaç gün sonra geldiği
Güney Kıbns'ta buldu bunlan. Özel-
likle de acıyı. Çiğ bir güneş altında bu-
harlaşan sokaklar, arabalar, insanlar ve
havada asılı duran toz bulutu gibi bir
hüzün, çaresizlik.
Bir lokantada tam rakısını yudumlar-
ken gözünün takıldığı, siyahlar içinde-
ki yaşlı kadının bakışı. Savaşta ölen oğ-
B.anş uygarlığın, çocuğudur.
Kıbnsta ise, havada hiç eksilmeyen
bir savaş ağırlığı var. DAÜ (Doğu
Akdeniz Universitesi)'nin başta
rektör ve yardımcısı olmak üzere
bir avuç yöneticisinin oluşturmaya
çalıştığı kültürel esintiler, bu ağır
bulutlan dağıtmaya yetmiyor. Ah,
bir yağmur yağsa...
lunu hatırlamış olmaiı. Ya da karanlık,
izbe bir evde bir yığın eski püskü hır-
davat, bir sürü kedi ile yaşıyan çok yaş-
lı büyükbabasının hezeyanlan: Toz!
Toz! Her şey toza kanştı, savruldu git-
ti. Kızım, oğlum, öbürleri. Toz!
Yirmi yıl sonra müthiş bir özlemle
geldiği anayurdunda öylesine umutsuz,
karanlık, perişan bir atmosferle karşı-
laştı ki bir gece, sarhoş, karanlık kıyı-
ya attı kendini. Bir tekneye binip son-
suz açıklarda kaybolmak istiyordu. Öy-
le de yaptı. Ama bir süre sonra amaç-
sız ilerleyen teknede sızıp kaldı.
Gözlerini açtığmda ortalık henüz ala-
cakaranlıktı. Tekne durgun denizde ha-
bir kitap. yansı yenmış bir kahvaltı tep-
sisi. Yalnızca yirmi yıllık bir farkla.
Açık kitabın üstünde kalın bir toz taba-
kası. Annesi ile babasının yattıklan oda
farklıydı. Tavan açıktı. gökyüzü görü-
nüyordu; tam çatıya bir bomba düştü-
ğü için. Eline çok eski bir fotoğraf geç-
ti. Derin bir susuzluk duydu.
Ölü kentin boş sokaklannda su arar-
ken giderek her şey bir karabasana dö-
nüştü. Asfalttan ağaçlann fişkırdığı ıs-
sız caddede, nerden geldiği belli olma-
yan bir tank uğultusundan uzaklaşmak
için hızla yürüyordu.
Bir türlü kurtulamıyordu o uğultu-
dan. Kenti boydan boya geçti. Issız bir
Kanpas'ta bir köye götürmesini istedi.
Oldukça uzun bir yoldu bu. Yol bo-
yu birkaç kez konakladılar. Kahveler-
de oturdular. Kıbns'tan, geçmişten, sa-
vaştan, savaşın acılanndan, söz ettiler.
Hasan kısa sürede Pheidias'ın Rum ol-
duğunu anladı. Ama bu bilgi, dostluk-
lannı bozmadığı gibi daha da pekiştir-
di.
Sonunda. savaştan sonra da inatla
kendi topraklannda kalmayı seçen bir-
kaç Rum ailenin kaldığı köye geldiler.
Pheidias'ın cocukluk cennetinin kö-
yüne. Işte yaşamdaki ilk sevgilisi de
karşısındaydı: Photini. Otuzlannda,
olağanüstü güzel. yüzünde derin bir
fifçe salınıyordu. Yavaş yavaş sisler
içinden bir kıyı belirdi. Sonra da koca
bir kent. Ama tuhaf şey, o büyük kent-
te, kıyıya sıralanmış yüzlerce otelde,
caddelerde en küçük bir ses ya da hare-
ket yoktu. Kocaman bir ölü kent. Kıyı-
da, kumlann üstünde bir çift erkek
ayakkabısı. Çoktan terk edilmiş.
Kendi kentiydi bu: Maraş.
Az sonra gençliğinin evinde buldu
kendini. Baba ocağında salon ve oda-
lar, içindekiler hemen az önce çıkmış-
lar gibi dağınıktı. Masanın üstünde açık
asfaltta gücünün sonuna kadar yürüdü.
Sonunda gözleri karardı. Yolun kıyısın-
da küçük bir çalı kümesinin içine dev-
rildi, kendini kaybetti.
Gözlerini hafıf biresintiyle açtı. Gün
akşamadevriliyordu. Gölgeleruzamış-
tı. Kalktı biraz ilerledi. Birkaç yüzmet-
re ötede bir taksi ve şoförü ile karşılaş-
tı. Araba bozulmuştu. Kıbns Türk'ü
Hasan, kan ter içinde tamire çalışıyor.
Kendini Kanadalı bir turist olarak tanı-
tan Pheidias'la çabucak dost oldular.
Pheidias, Hasan'dan kendisini Dip
acının ve yorgunluğun çizgilerini taşı-
yan, narin bir kadın. Pheidias'ı birden
karşısında görünce hortlak görmüş gi-
bi önce korkulu, sonra şaşkın bakan, ne
yapacağını bilemeyen ama aynı zaman-
da sevinçten çılgına dönen bir kadın.
Çaresizlikten yaşlı bir Rumla evlen-
miş, yatalak annesini bırakamadığı için
yazgısı bu ücra ve soyutlanmış evde
dondurulmuş Photini, bir ürpertiyle
sezdi başına gelecekleri.
Ve her şey beklediği gibi oldu.
Akdenizli bir aşkın çılgın rüzgan, yıl-
lann tozunu uçurdu. Yaşlı kocanın Phe-
idias'ı ihbar etme tehdidine rağmen
alevlendi tutku. Yıllann hasreti ile bu-
luştular bir kuytuda, seviştiler. Sonsuz
yeminler ettiler birbirlerine. Birlikte
kaçmaya karar verdiler.
Gelecek onlan bekliyordu.
Oysa onlan bekleyen birileri daha
vardı: Polis, kaçağin varlığını öğren-
mişti. Derin bir dostluk duygusuyla onu
gizli bir geçitten geçirip İcaçırma sözü
veren Hasan, Pheidias ve Photini'yi al-
maya geldiğinde genç kadın yatalak an-
nesini terk edip gidemeyeceğini birden
fark etti.
Pheidias'la Hasan, BM güçlerinin
koruduğu "No men's land"e girdikle-
rinde hava karanyordu. Insan izleri,
bayraklar, asker üniformalan birbirine
kanşıyordu.
Kim olduklan kestirilemeyen kaçak-
lara karşı, iki taraftan birden ateş açıl-
dı.
Ağır, bulutlu bir aksam gökyüzünün
altında, bodur çalılar, sakız fidanlan ile
dolu bir dere yatağında iki arkadaş,
Pheidias ve Hasan, sırt sırta vermişler
yürekleri küt küt atarak bekliyorlardı.
Neyi? Bir kuıtuluşu belki, bir banşı,
silahlann susmasını. ağır gökyüzünün
boşalmasını, yağmuru.. evet yağmuru.
Keşke yağmur yağsa!
"Ne bu öykü?" diye sordu Prof. H»-
hık Tosun. "Bir film öyküsü. Kanadalı
ünlü yönetmen Lea Poul'ün yapmayı
düşündüğü flunin_"
"Çok güzel bir öykü" dedi Dağhan,
"Birçok şe>i anlatıyor..."
"Ama oİmadr dedim. "Birçok kez
Denktaş'la göriiştük. Projeye olumlu
baktıgınj söyledi. Filmin Kanadalı ya-
pıması dostum Michele Renand-Mol-
nar aylarca Kıbns'ta kaldı izin sonınla-
niçin.SenaryoyazanKyriacos Eftehy-
miou ile a> larca tarüştık, düzehmeler
yaptık. Ania izin almavı başaramadık...
Oysa ben, bizleri güçîendirecek olanın
kültürel adımlardan başka bir şey ola-
mayacağına inanryorum.""
Acıyla gülümsüyor Haluk: "O kadar
zor ki" di yor "Biz ünh'ersiteolarak tüm
kültürel çahalara hazınz. Biraz olanak
sağlansa neler yapılabilir! Ömeğin sa-
vaşta şurda bıırda el konulmuş yüz bin-
den fazla Yunanca kitap var Kuzey Kıb-
ns'ta. Bunlan. ünrversite olarak bir ki-
taplıkta toplamaya, araştırmalara aç-
maya hazınz. Elimizde uzmanlanmız
\ ar. Neler yapılabilir-"
Evet, neler yapılabilir. Dostlanm
Feyzi ile Liza'nın DAÜ'de okuyan oğul-
lan Emir, güzellikler karşısında dal-
mış, mınldanıyordu: "Bütün kutsal
ağaclar var bu avluda. Hurma, defne,
zeytin, selvL." înanılmaz güzellikte bir
ikon müzesi haline getirilmiş Saint Bar-
nabasse Manastın'nın avlusundaydık.
Avlu da, kilise de, ikonlar da insanlığın
ortak mirası.
Banş, uygarlığın çocuğudur.
Kıbns'ta ise, havada hiç eksilmeyen
bir savaş ağırlığı var. Doğu Akdeniz
Üniversitesi'nin (DAÜ) başta rektör ve
yardımcısı olmak üzere bir avuç yö-
neticisinin oluşturmaya çalıştıklan kül-
türel esintiler, bu ağır bulutlan dağıt-
maya yetmiyor.
Ah, bir yağmur yağsa!..
Istanbul Aııtika ve Dekoratif Saııat Fuarı 10. yılmda
Kültür Servisi - Kültür ve Sa-
nat Varlıklannı Koruma ve Tanıt-
ma Vakfı (KÜSAV) tarafindan
düzenlenen Istanbul Antika ve
Dekoratif Sanat Fuan bu yıl 10.
yaşını kutluyor. Her yıl olduğu
gibi yerli ve yabancı antika ve
dekoratif eşya kuruluşlannın ka-
' tılacağı fuar, 8-13 kasım tarih-
leri arasında Harbiye Kültür
Merkezi'nde yapılacak.
8-13 tarihleri arasında
açılacak
Fuann bu yıl en ilgi çekici bö-
lümlerinden biri de "Atatürklşı-
f ğında Sanat Etkinlikleri"başlığı
. altında gerçekleştirilecek bir di-
zi faaliyet.
Bu kapsamda 8-13 kasım ta-
rihleri arasında "Atatürk resim
ve fotoğraflan sergisi" açılacak,
9 kasım çarşamba günü "Bir öy-
' Idür şapka" adlı, 1920'den gü-
vıümüze ülkemizdeki şapkanın
, gelişimini anlatan bir defıle-
show düzenlenecek, 10 kasım
perşembe günü çok sayıda pop
müzik sanatçısının katıldığı pop
müzik konseri yer alacak, aynı
gün
u
Atatürk konulu sanat eser-
leri müzayedesi" yapılacak, 13
kasım pazar günü ise devlet sa-
natçısı İdil Biretin piyano resi-
tali izlenebilecek.
Kültür ve sanat varlıklannın
koruma altına ahnması. sergılen-
mesi ve bilinçli koleksiyonculu-
ğun yaygmlaştınlması amacıyla
düzenlenen Istanbul Antika ve
Dekoratif Sanat Fuan'na bu yıl
Türkiye'nin yanı sıra Ingiltere.
Almanya, ABD ve Hindistan'dan
50'den fazla kuruluş katılacak.
KÜSAV Galeri bölümünde.
fuann en önemli sanat eserlerin-
den olan 17. yüzyıl ortası Italyan
ekolü Safıye Sultan (Agripinna
Baffo) yağlıboya portresi bulu-
nuyor. KÜSAV Galeri'de bundan
başka birçok önemli sanat eser-
leri de yer alıyor.
Fuarda bu yıl ilk kez yer alan
kuruluş arasında yer alan New
Zekeriya Çelikbilekli imzalı 'Atatürk yurt gezilerinde' adlı tablo
da mözavedede ver alacak.
York Fifth Avenue'den Christop-
her Walling özellikle dikkat çe-
kiyor.
Çok özel tasanmlanyla tanı-
nan sanatçı, fuarda incilerin ya-
nı sıra diğer mücevher tasanm-
lannı da sergileyecek.
Iranlı minyatür ve tezhip usta-
sı Hüseyinİslamiyan'ınöğrenci-
si Yakup Cem'ın Osmanlı tarzı
çalışmaları, dünyadaki çeşitli
müze ve özel koleksiyonlarda
sergilenen gelenekse! Iznikçini-
lerinin İsmailYTğittarafindan ya-
pılmış onjinaltaklitleri, 18.yüz-
yıldan başlayan özel kutu kolek-
siyonu, 1500 -1800 tarihleri ara-
sındaki antika ve gravürler, Os-
manlı madalya ve nişanlan, na-
dide yumuşak ve hafif bir yün
olan Shatoosh'tan yapılmış şal-
lar ve giysiler, halı ve kilimler,
gümüş, porselen ve seramikler,
Anadolu'dan otantik giysiler, de-
koratif sanat eserleri ile yerli ve
yabancı sanat dergileri de fuan
ızleyenlerin beğenisine sunula-
cak.
100'den fazla Osmanh
taMosu yer ahyor
10. tstanbul Antika ve Deko-
ratif Sanat Fuan kapsamında
özel koleksiyonlar da sergilene-
cek. Türkiye sınırlan dışındaki
en büyük fürk koleksiyonlann-
dan biri olan Isveç'teki Biby Şa-
tosu koleksiyonu ile Berlin'den
Ex Oriente Lux Kunshantel'in
getirdiği tbrahim Müteferrika
koleksiyonu, meraklılann özel-
likle ilgisini çekecek. Sot-
heby's'in getirdiği Biby Şatosu
koleksiyonu, 18. yüzyılda Os-
manlı Devleti tsveç Büyükelçisi
olan Gustafe Celsing ve iki oğlu
tarafindan toplanan, 100'den faz-
la Osmanlı tablosu ve diğer eşya-
lardan oluşuyor. Müteferrika ko-
leksiyonu ise ilk Türk matbaacı-
sı olan tbrahim Müteferrika' nın
basmış olduğu tüm kitaplardan
oluşuyor.
Fuarda aynca 8 kasım günü
Prof. Dr. Gülsen Renda'nın "Is-
veçte bir Türk koleksiyonu, Biby
Şatosu" başlıklı konferansı, 12
kasım cumartesi günü KÜ-
SAV'ın düzenlediği "Antika ve
sanat eserleri müzayedesi", 13
kasım pazar günü Pera Kitabevi
tarafindan düzenlenen "Türk hat
sanab ve yazmalan müzayedesi"
yer alıyor.
Aziz Nesin'e ikinci
ödül, Amerika'dan
. YALMAN ONARAN
Türkiye'nin adını dünyada en
çok duyuran yazarlanmızdan
Aziz Nesin, banş ödülii aldığı Is-
veç'ten döner dönmez, ayağının
tozuyla tekrar uçağa bınip pazar
günü Amerika'ya gidiyor tekrar
ödül almaya. New York'taki Ga-
' zetecileri Koruma Derneği'nin
(CPJ) 1994 'Lluslararası Basın
- Özgüıiüğü Ödülü'nü almak üze-
>•'; derneğın davetlisi olarak New
• ^rk'a gidecek olan Nesin'in,
"Yenı Dünya'ya bu ilk gezisi.
CPJ, Türkiye'de her zaman 'ba-
suı ve düşünce özgürlügünün sa-
vunuculuğunu' yaptığı için Ne-
; sin'i bu ödüle layık gördügünü
açıkladı. Özellikle hükümetin
koyduğu yasağa, karşıt baskılara
ve hayatınınjtehlıkeye girmesine
rağmen Salman Rüşdü'nün "Şey-
tan Ayetteri"adlı kitabını yayım-
lama çabalanna dikkati çeken
dernek, Nesin'in "Önemli olan;
iceriği yada edebi değeri değiL bir
kitabın yasaklanmasının 21. yüz-
yüa yedi kala utanç verici olması-
dır"sözlennın basın ve düşünce
özgürlüğü savunuculuğuna örnek
olduğunu söyledi.
Aziz Nesin, CPJ'nin 9 kasım
akşamı vereceğı yıllık baloda
ödülünü alacak. Baloya CNN'nin
sahıbi Ted Turner, New York Ti-
mes'ın sahıbi Arthur Sulzberger,
Amerika'nın diğer önde gelen ya-
yın organlannm temsilcileri ve
aralannda CNN'nin Körfez Sa-
vaşı'nda Bağdat muhabiri olan
Peter Arnett de bulunan Ameri-
kan televızyonunun renkli sima-
lan katılacak.
OzeltiyatrolardanKültür
Bakanihğı'ın protesto gösterisiANKARA (Cumhuriyet Bürosu) -
Ankara'daki 8 özel tiyatro, Kültür
Bakanlığı'nın yardım yaptığı özel tiyatro-
lann isimlerinin açıklanmaması nedeniyle
bir protesto gösterisi düzenledileT.
Geçtiğimiz yıllarda Kültür Bakanhğı
desteğiyle ayakta duran özel tiyatrolar, Istan-
bul ve Ankara tiyatrolan arasında aynmcılık
yapıldığını belirterek, "Bu nasıl "Sanata
Evet"" diye sordular.
Ankara Halk Tiyatrosu, Kaktüs Komedi
Tiyatrosu. Çan Tiyatrosu, Ankara Komedi
Sahnesi, Başkent Oyunculan Tiyatrosu,
Ankara Halk Oyunculan Tiyatrosu, Çağdaş
Sanat Tiyatrosu, Phylax Oyunculan. dün
Kültür Bakanhğı önünde düzenledikleri gös-
teriyle bu yıl özel tiyatrolara yapılan
yardımlann gizliliğini protesto ettiler.
Yardım yapılan özel riyarrolann adlanmn ve
yapılan yardımın miktannm açıklanma-
masinı kınadıklannı belirten tiyatro oyun-
culan, "Kültür Bakanhğı, "Sanata Evet"
kamparryasi başlarryor. Ama tstanbul tiya-
trolanna yardım yaparken, Ankara tiyntro-
lanna "Hepiniz bir tiyatro altında birleşin;
sonra bakanz" diyor. Bunasd "Sanata Evet".
Eğer büieşeceklerse önce kendileri solda bir-
leşmeyi gerçekleştirsinler"dediler. Oyuncu-
lar, protesto eylemlerinın sonuç vermemesi
durumunda, pazartesi günü saat 10.00'da
açlık grevine baylayacaklannı, bu da sonu-
cu değitinnezse ölüm orucuna gireceklerini
bildirdiler.
PoyTazoğlu ve Sav'a suçlama
TİYAD (Tiyatro Yapımcılan Derneği)
Başkanı Ali PoyTazoglu'nun Kültür
Bakanlığı'na tiyatro yardımlanna ilişkin
sunduğu görüşte, Ankara'daki tiyatrolann
sanatsal açıdan kalıtesız olduğunu savun-
duğunu söyleyen Ankaralı tiyatrocular, "Bu
sonuç, Ali PoyTazoglu'nun eseridh*" dediler.
Ali Poyrazoğlu'nun uzun süredir Ankaralı
tiyatroculann birleşmesi gerektiğini savun-
duğunu belirten tiyatrocular, "Eğer bir-
leşmeyi bu kadar çok istiyorlarsa, Istan-
bul'dâki tiyatrolar birleşsin" diye konuştular.
Ankara'daki tiatrolann ayn sanat anlayışlan
olduğunu belirten oyuncular, "Poyrazoğlu
estetik anlamda bilgisizliğini ortaya koyu-
yar" dediler. Kültür Bakanhğı Danışmanı
Atilla Sa\'ın da yazdığı yazılarda benzer
görüşleri dile getirdiğini ileri süren oyuncu-
lar, "Kendileri gelip bir kez bizim oyun-
lanmızı izlemeden bu görüşleri nasıl
savunuyorlar?" diye sorarak, bu gibi yak-
laşımlan yadsıdıklannı belirttiler.
PENALTI
MEMET BAYDUR
Bir Film Gördüm ve..
llginç bir yazar var: Jean Claude Carriere. Elli film se-
naryosu, on iki oyun, birçok deneme ve eleştiri kitabı ya-
zıp yayınlamış bir Fransız. Sinemalarda gördüğümüz bir-
çok güzel filmin senaryosu onun kaleminin ürünü. Tene-
ke Trampet, Varolmanın Dayanılmaz Hafıfliği, Cyrano de
Bergerac, Mahabharata, Gündüz Güzeli, Danton gibi film-
lerin senaryolannı yazmış. Bunuel, Milos Forman, Andrej
Wajda, Peter Brook, Jean Louis Rappeneau gibi yönet-
menlerle çaltşmış. Fransa'nın ünlü film okulu Femis*in yö-
netmeni. Jean Claude Carriere'in çok ilginç bir kitabının
Ingilizce çevirisi yayınlandı bu yıl: Filmin Gizli Dili.
Sinema sanatında yüzyıl içinde dil olgusunun evrimi üs-
tüne düşünüyor Carriere. Film dilinin sözlüğünü, degişi-
mini araştırıyor. Nedir film dili? Kameranın çekim açılan,
ışıklandınma, bir oyuncu yerine diğer oyuncuyu göster-
mek, bir manzara yerine öbür manzarayı göstermeyi seç-
mek. Bir filmi film yapan bütün aynntıların birteşerek ya-
rattığı bir dil. Seyircisiyle beraber gelişen ve değişmek zo-
runda olan bir dil.
Kitap daha önsözünde içine alıp götüriiyor okurunu.
Çok ilginç bir gözlemle başlıyor Carriere: Birinci Dünya Sa-
vaşı'nın sonunda Afrika'daki Fransız sömürgelerinin yö-
neticileri, bu ülkelerin halklan için sık sık film gösterileri dü-
zenlemeye başlamışlar. Amaçlan bir yandan insanlan eg-
lendirmek, son moda bir eğlenceyi tanıtmak, öte yandan
da bu Afrikalılara beyaz adamlann tartışılmaz üstünlüğü-
nü bir de bu yolla kanıtlamak. Sinema, endüstrisini kur-
muş olan Batı'nın yeni ürünü. Tiyatro, vodvil, kabare, re-
sim, fotoğraf ve birçok teknik gelişimin bileşimi.
İki direk arasına bir beyaz perde geriliyor. Esrarengiz alet
dikkatle yerleştiriliyor ve birdenbire kuru, cırcır böcekli, bü-
yük Afrika gecesinde, onmanın ortasındaki beyaz perde-
de görüntüler beiiriyor! Bu gösterilere davet edilen Afrika-
lı kabile liderieri ve din adamları davete katılmayı redde-
demezlerdi. Bu nezaket dışı davranış düşmanca hatta
asice yorumlanabilir sömürge yöneticisi beyaz adamlar-
ca. Böylece her gösteriye cümbür cemaat katılıyor Afri-
kalılar. Fransa'nın Afrika sömürgelerinde binlerce yıldır ya-
şayan kabilelerin çoğu, hikayemizin geçtiği 1919 yıllann-
da Müslümanlığı çoktan kabul etmişler. Bu film gösterile-
rine ormanda ıcabet eden Afrikalı kardeşlerimizin hemen
hepsi Müslüman. Islam dininde, Afrikalıların eski bir inan-
cına göre insan suretinin, yüzünün, gövdesinin, kısaca
form olarak insanın yeniden çizilip, resmedilmesi, göste-
rilmesi günah! Eee? Ne olacak şimdi? Bu dinsel yasak,
bu yeni icat için de geçerii mi? Bazı dini bütün Müslüman
Afrikalı kardeşlerimiz bu sorunun yanıtını olumlu veriyor-
lar. Sinema seyretmek ya da daha doğru Türkçe ile film
seyretmek günah! Yine de geliyortar film gösterimlerine,
diplomatça el sıkışıyoriar Fransız yöneticilerte, kendileri-
ne aynlmış yeriere oturuyorlar. Karanlıkta ilk görüntüler be-
yazperdede belirdiği zaman gözlerini yumuyorlar hep be-
raber, sıkı sıkı. Bütün film boyunca kimse açmıyor gözü-
nü. Hem oradalar, hem değiller. Gövdeleri orada ama hiç-
bir şey görmüyoriar.
Filmler sessiz olduğuna göre o zamanlar, Afrikalı Müs-
lüman kardeşlerimiz kendi ormanlannın karanlığında hiç-
bir şey duymadan, hiçbir şey görmeden bir iki saat otur-
muş oluyorlar. Carriere bu noktada enfes bir soru soru-
yor: "Bu Afrikalılann göz kapaklannın ardında ne gör-
düklerini hep merak etmişimdir. Görüntüler yakamı-
zı kolay bırakmaz çünkü, gözlerimiz sımsıkı kapalı ol-
sa da. Ne görüyorlardı ve nasıl?"
Bizler de bir bakıma bu Afrikalı Müslümanlar gibi değil
miyiz? Sinemaya, bir film görmeye gıttiğimiz zaman. El-
bet gözlerimizi açık tutuyoruz karanlıkta. Ya da öyle yap-
tığımızı sanıyoruz. Ama hepimizin içinde, nereye gidersek
gidelim, sinemaya girerken bile içimizde taşıdığımız birta-
bu, bir kötü alışkanlık, bir anı, bizi perdede olup bitenin
tümünü algılamaktan alıkoyan bir saptantı ya datutku yok
mudur? Bir filmi gerçekten, bütünüyle, en küçük aynntı-
sına kadar gördüğümüzü söyleyebilir miyiz rahatlıkla? Ba-
şından bugüne, her filmin içinde gölgeli bir alan, görün-
meyen bir bölüm vardır hep. Filmi yapan sanatçılar tara-
findan bile isteye yapıtın içine yerieştirilmiş de olabilir bu
gölgeli ya da görünmeyen alan. Ya da herhangi bir gös-
terimde bir tek seyirci tarafindan da konulabilir bu görün-
meyen alan filmin içine.
Bazı kişiler resim heykel müzelerinde yaprtlann önünde
fazla duraklamadan, hızla gezilmesi gerektiğini savunur-
lar. Böylelikle ilk izlenim tazeliğini, sağlığını korur; fazla za-
man harcarsanız bir sanat yapıtının önünde, soğukkanlı
analizlere girişmek tehlikesi doğabilir! Eğer bu yaklaşım
doğruysa 'kitap okumaya da pek gerek yoktur, yalnızca
kitaplar hakkında konuşan insanlan dinlemek yeterlidir' gi-
bi matrak bir sonuca ulaşabiliriz.
Bu ikilemlerin hepsi iyi hoş da, bunlan sinemaya uygu-
layamayız kolay kolay. Elbet filmin yalnızca bir kısmını
gönmeyi seçebilirsiniz, sinema salonundan çıkar gidersi-
niz filmin ortasında ya da bir bilet daha alıp ikinci, üçün-
cü kez görürsünüz aynı filmi. Ne yaparsanız yapın, sine-
mada etrafınızda oturan ve sizinle aynı filmi seyreden in-
sanlardan daha yavaş ya da daha hızlı göremezsiniz fil-
mi. Herkes oynayan filmi aynı hızla, filmin kendi hızıyla sey-
retmeye yükümlüdür.
Hiç film, televizyon, fotoğraf, resim görmemiş, bütün
kültürü binlerce yıldır masal, efsane ve destanlann tümüy-
le sözlü anlatımına koşullanmış Afrikalılar, filmleri 'görme-
ye' karar verdikleri zaman bir 'dil' sorunu çıktı ortaya. Ses-
sizliğin içinde bir araba, bir adam, bir kadın, bir at oradan
oraya gidip geliyorlardı. Sözlü anlatımın en zengin gele-
neklerinden kaynaklanan hayal güçleri, bu yeni anlatım bi-
çimini, sinemanın gizli dilini şıp diye anlamakta güçlük çe-
kiyordu. Dolayısıyla hergösterimde eli değnekli bir adam,
beyazperdenin kıyısında dikiliyor ve filmde olup biteni yük-
sek sesle seyircilere izah ediyordu. 1920'lerde Ispanya'da
nesli tükenen bu film 'anlatıcılan', 1950'lere kadar varlık-
lannı sürdürdüler Afrika'da. Sinema ilk çıktığı günden tti-
baren beraberinde yalnızca görüntüler değıl, yeni ama
tümüyle yepyeni bir W getimnişti.
Jean Claude Carriere'in kitabından söz etmeyi sür-
düreceğim.
tlhan Erdost anılıyor
ANKARA (CumhuriyetBüro-
su)- 14 yıl önce ağabeyi Muzaf-
fer tlhan Erdost'la birlikte gözal-
tına alındıktan sonra Mamak As-
keri Cezaevi'nde dövülerek öl-
dürülen yayrncı tlhan Erdost ya-
nn anılacak.
tlhan Erdost'un öldürüldüğü 7
kasım gününü. "tlhan-Khap Gü-
nü" olarak gelenekselleştıren ll-
hanilhan Kitabevi, llhan Er-
dost'un yönetiminı ve sorumlu-
luğunu paylaştığı Sol ve Onur Ya-
yınlan'nı, okurlara yüzde 50 in-
dirimle sunacak. Her yıldönü-
münde, llhan-Kitap Günü'nün
anısına okurlara armağan veren
Sol ve Onur Yayınlan, bu yıl, ki-
taplannı yayımladığı Mart, En-
gels ve Lenin'in kuşe kağıda ba-
sılı posterlerini verecek.
Kitap ayraçlannda, AzizNesin.
tlhan Sdcuk. Uğur Mumcu. Ala-
attin Bilgi ve Vahap Erdoğdu'nun
yazılanndan. Talip Apaydın, Tur-
gut Uyar, Cemal Süreya, Vecihi
Timuroğiu. Önder Ünalan. Me-
tin Demirtaş, Azer Yaran, Ahmet
Telli, Atilla Aşut \e Metin Gü-
ven'ın şıirlennden seçılmiş par-
çacıklarla. Turhan Selçuk. Filiz
Başaran. Ertan Aydın" ın çizgile-
ri ve llhan Erdost fotoğraflan yer
alıyor.
Yann saat 11.00'de Karşıya-
ka'daki mezan başında llhan Er-
dost'un anılacağını belirten Mu-
zaffer llhan Erdost, parçacıklar
halinde de olsa, llhan Erdost için
yazılmış yazı ve şiırlerin tümünü
okurlarla paylasmamanın sıkıntı-
sını, 15. yıldönümünde eksiksız
gidereceklenni duyurmak is-
tediğini söyledi.