Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM1994 PERŞEMBE
4 HABERLER
Güreş'e ABD'den
liyakat nişanı
• ANKARA (Cumhuriyet
Bürosu)- ABD'nin kendi
askeri personeü dışındaki
askerlere verdiği en yüksek
madalyası olan "Komutan
Derecesindeki Liyakat
Nişanı", eski Genelkurmay
Başkanı Emekli Orgeneral
Doğan Güreş'e, dün törenle
takıldı. Balgat'taki Merkez
Orduevi'nde düzenlenen
törende konuşan ABD'nin
Ankara Büyükelçisi Richard
Barkley, Güreş'i "tamamen
güvenilebilecek sükunet ve
metin bir kuvvet kaynağı
olarak gördüğünü" söyledi.
TİSK-VOİ işbirliği
anlaşması
• ANKARA (Cumhuriyet
Bürosu) - Türkiye İşveren
Sendikalan Konfederasyonu
(TİSK)ileAvusturya
Sanayicileri Federasyonu
(VOI) arasında, işletmeler
düzeyindeki bağlann
güçlendirilmesi amacıyla
endüstriyel ve teknolojik
işbirliği protokolü imzalandı.
Doğuş
HoMmtfden
• Haber Merkezi - Doğuş
Holding. Civan olayına.
Doğuş Holding, Kanal D ve
Ayhan Şahenk'in kanştığı
iddialannı yalanladı. Doğuş
Holding'den yapılan yanlı
açıklamada, "Bankekspres
AŞ"nin saün alınması
sırasında peşin ve vadeli
ödemelere ek olarak.
bankanın aktifınde kayıtlı ve
'arü grubu'ndan olan
alacaklann tahsili halinde,
bu meblağm da banka
hisselerini devreden
ortaklara ödeneceği
vaadinde bulunmuş ve
satıalara yapılan hisse devir
sözleşmesinde bu konuda
teferruatlı hükümler yer
almıştır" dedildi.
Gûmrûk birliği
toplantısı
• ANKARA (Cumhuriyet
Bürosu)- Başbakan Tansu
Çiller, koalisyonda
özeueşurme-demokratikleş-
me restleşmesiyle başlayan
bunalımın aşılmasının
ardından, dün ilk kez
Başbakan Yardımcısı Murat
Karayalçın ve Dışişleri
Bakaru Mümtaz Soysal'la
konutunda bir araya gelerek
gümrük birliğine iüşkin
çahşmalan gözden geçirdi.
Görüşmede, Başbakanlık
Başdanışmanlan Volkan
Vural, Ali Tigrel ile tktisadi
Kalkınma Vakfı Başkanı
Sedat Aloğlu da hazır
bulundu.
SeçHtıdeyayin
denetimi
RTÜK'ön
•ANKARA (AA) - Yüksek
Seçim Kurulu Başkanı
Nihat Yavuz, seçim
döneminde, Radyo-TV
yayınlannm denetlenmesi
yetkisinin. Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu'na
ait olduğunu bildirdi.
Yüksek Seçim Kurulu
Başkanı Yavuz, AA
muhabirinin sorulannı
cevaplandınrken, seçimlerin
başlangıç tarihinin 6 Ekim
1994 olarak ilan edildiğini
hatırlatarak,
Radyo-TV'lerin bu
dönemdeki yayınlannda
uymalan gereken ilkelerin,
3984 sayıh kanunun 4'üncü
maddesinin ilgili bentleri ile
bebrlendiğini anlattı.
Hak-İşhükûmeti
şikayetetti
• ANKARA (AA) - Hak-İş,
Türkiye Süt Endüstrisi
Kunımu'nun son dilim ücret
zamlannı uygulamaması
üzerine Danıştay'a dava açtı.
Hak-İş tarafından yapılan
açıklamada. dava
dilekçesinde Başbakanlık'ın
bu konuda yayımladığı 39 ve
42 sayıh genelgelerin
iptalinin istendiği belirtildi.
Düekçede,toplu iş
sözleşmesinin
uygulanmadığı vurgulandı.
Pasomu, AÖF kımlik kartımı ve
nüfus cüzdanmu kaybettim.
Hükümsüzdür.
GÖKHANKURTULUŞ
1913 'te Mahmut Şevket Paşa
}
nın öldürülmesiüzerine tutuklanan aydınlar,
çaresiz bir vapura doldurularak Anadolu'ya, Sinop 'a sürgün edildiler ilk kez
Sürgünaydınlar dönemi
T yenilgisi imparatorlu-
• Aydınlar da daha cumhuriyetin ilk
yıllanndan itibaren "solcu olanlar" ve
ğunKuzeyAfrika'dakitoprakianruyı- solcu olmayanlar dıyeıkıayn
tirmesine neden olurken, sultanlann prupta ele alinarak
S £ t ' 5 »
3
^ M İ E i cezalandınlmışlardır sanki. Örneğin
Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine tu- SOİCU aydinlar, kuşkuSUZ Slk Slk
tuklanan aydınlar, çaresiz bir vapura tııtnklanaralf riflnicrP7alflnna
doldurularak Anadoiu'ya, sinop'a sür- tmuKianaraK napıs cezaıarına
gün edilmişlerdir ilk kez. Bizce hiç kuş- ÇaiptinlmiŞİar, Anadolu nun ISSIZ
ku yok ki, haikı iik kez böyiece hem eşit köşelerine sürgün edilmişler, aç ve işsiz
k o ş u l l a r i ç i n d e , h e m d e y a ş a d ı ğ ı y e r d e , * , , , °. . , . * , ' . y
. , '
gerçek yüzüyie görüp tamma oianağma bırakılmışlar, devlet daırelenne zınhar
kavuşmuştur aydınlanmız. Ve unutma- sokulmamiŞİardir.
yahm ki. Sinop sürgünlerinden biri olan *
genç yazarRefikHaütKarayda. ilk kez mez köşelenndeki kasabalara sürgün
bunca yakından tanıdığı halkla ilgili ettiğimız solcu aydınlanmız, hapıshane-
gözlem ve izlenimlerini "Memleket Hi- lerde ilk kez eşit koşullarda bırükte ya-
şadıklan halkımızı gerçek yüzüyie bizle-
Ah şu biz
göçebeler
DEMİRTAŞ
CEYHUN
g
kayeleri" adıyla yazmıştır. Bu kitap,
gerçekçi edebiyatımızın da ilk yapıtlan-
ndan biridîr.
Solcu olanlar, olmayanlar
Cezalandınlan aydınlann Anadolu'-
nun ıssız köşelerindeki hapishanelere
sürgün edilmeleri yöntemi, Cumhuri-
yet'ten sonra da sürdürülmüştür. Hatta
bir adım daha da öteye gidilmiş, cezala-
nru Anadolu'nun ıssız köşelerindeki ha-
pishanelerde çekmeleriyle de yetinil-
meyerek, aydınlara, aynca bir de 'sür-
gün cezalan' verilmeye başlanılmıştır.
Bu yeni cezaya göre hükümlü her gün
sabah ve akşam karakola uğrayarak
imza vermek koşuluyla Anadolu'nun
bir küçük kent veya kasabasında belirli
bir süre yaşamak zorunda bırakılmak-
tadır.
Kuşkusuz, bu ikinci ceza, aydınlann
halkla daha da içb-dışh olmalanna yol
açmıştır kendiliğinden.
Aynca hemen belirtmek isteriz ki ay-
dınlar da daha cumhuriyetin ilk yıllann-
dan itibaren "solcu olanlar" ve
"solcu olmayanlar" diye iki ayn
grupta ele alinarak ceza-
landınlmışlardır sanki. Örneğin
solcu aydınlar, kuşkusuz sık sık
tutuklanarak hapis cezalanna
çarpünlrruşlar, Anadolu'nun
ıssız köşelerine sürgün edilmiş-
ler. aç ve işsiz bırakılmışlar, dev-
let dairelerine zinhar sokulma-
mışlardır. Ama ilginçtir 1972
yılında Deniz Gezmiş, Yusuf As-
İan ve Hüseyin İnan'ın idamına
kadar da hiçbir solcu aydın için
idam oezası verilmemiştir. Hatta
idam istemiyle yargılanan da
yoktur galiba.
Ama. diyelim 1926 yılında
Mustafa Kemal'e İzmir'de bir
suikast düzenlemeyi tasarladı-
klan için, solcu olinayan "eski
İttihatçı" aydınlara, öyle ince
eleyip sık dokumaya fılan da ge-
rek duymadan, ölüm cezalan
bol keseden yağdınlmıştır. Tam
15 kişi idam edilmiştir.
27Mayısl960'tada,CHPile
DP arasındaki iktidar kavgası-
nda, Yassıada mahkemesinin
başsavcısı, aralannda ülkenin
üçüncü cumhurbaşkanı ve baş-
bakanının da bulunduğu tam
113 kişi için idam cezası istemiş,
15 kişi idam cezasına
çarpünlmış ve 3 kişi de
asılmışür.
Yanı. solcu olmayan aydınlar,
•şayet cezalandınlacaklarsa, he-
men idam edilmişler, hiç hapis
yatınlmamışlar sanki. solcu
aydınlar ise hapisten hiç çıkan-
Imamtşlardır.
Örneğin Nazun Hikmet ilk hapis
cezasına Moskova'dayken, 1925 yılında
çarptınlmıştır. Yurda döndüğü 1928 yı-
hndan, yeniden Moskova'ya kaçmak
zorunda kaldığı 1951 yıhna kadar, 23 yıl
içinde de hakkında tam 10 dava açılmış
ve toplam 34 yıl hapis cezasına çarptınl-
mıştır. Bu 23 yüın da, 1938-1951 arasın-
daki 13 yıh kesintisiz olmak üzere, tam
16_yılını hapiste gecirmiştir.
Örneğin, Kemal Tahir, 1938 Donan-
ma davasında Nazım Hikmet'le birlikte
15 yıl hapis cezasına çarpünlmış ve
1938-1950 arasında Çankın, Çorum,
Kırşehir, Malatya cezaevlerinde tam 12
yıl kesintisiz hapis yatmıştır.
Görüldüğü gibi, halkla sivil olarak ve
eşit koşullarda ilk karşılaşanlar ve tanı-
şanlar da, cumhuriyetten sonra genel-
ükle Marksist aydınlanmız olmuştur
hiç kuşku yok ki.
Zaten ülkenin söz konusu yıllardaki
ulaşım ve iletişim koşullan da, halk-
lannı sivil olarak tanıyabilmeleri için
aydınlara hapishanelerden başka bir
olanak tanımasa gerektir, doğrusu.
Nitekim bu nedenle, solcu olmayan
aydınlanmızın halka bakışlannda
Cumhuriyet döneminde de, olsa olsa
Osmanlı döneminde hep horlanan Ana-
doiu'ya ve Türklüğe birden dört elle
sanlmaya başlanılmasından öte. pek de
bir değişiklik yoktur. Osmanlı döne-
minde yazılı edebiyatlannda Anadolu'-
dan hiç söz etmezlerken, şimdi "Orda
bir köy var uzakta, gitsek de gitmesek de,
o köy birim köyümüzdür" veya, "Sen ne
güzeİ bulursun gezsen Anadolu'yu" biçi-
minde, Anadolu'yu ve Türklüğü alabil-
diğine ülküselleştiren bir edebiyal yap-
maktadır artık.
Kuşkusuz, Kurtuluş Savaşı sırasında
Anadolu'yu biraz daha yakından ger-
çek yüzüyie tanımış genç yazarlar, daha
1930'larda artık yavaş yavaş bu anlayış-
tan uzaklaşarak gerçekçi yapıtlar da
vermeye başlamamış değillerdir. Ama,
hiç kuşku yok ki, edebiyatımızdaki asıl
değişim 1940'lardan sonra olmuştur.
1925'lerden itibaren tutuklayıp tutukla-
yıp Anadolu hapishanelerine tıktığımız,
Anadolu'nun kuş uçmaz kervan geç-
ş
re tanıtan yazınsal yapıtlannı vermeye
başlamışlardır. Bu olguyu gerçekleşti-
ren solcu aydınlanmızın başında büyük
ozanımız Nazım Hikmet'in bulunduğu
konusunda ise, kimsenin kuşkusu bile
olmasa gerektir. Sonradan "40 Kuşağı"
diye adlandınlacak Rıfaz Ilgaz, Hasan
İzzettin Dbıamo, A. Kadir, Ömer Faruk
Toprak, Cahit Irgat vb. genç yazarlar,
gözlerini daldan budaktan esirgemeden
halkımızın sonınlanru dile geüren;
emekten, emekçiden yana, toplumcu-
gerçekçi şiirler. öyküler yazmaktadırlar
onca baskıya karşın. Kemal Tahir, Or-
han Kemal, hatta Nazım Hikmet. hapis-
hanelerden bile, başka başka adlar al-
tında gerçekçi ürünler göndermektedir-
lerdergilere. Cemal Süreya'nın deyimiy-
le "Şiirimize kasket giydiren" Orhan
Veli, Oktay Rifat, ve Melih Cevdet'in
ortak kitaplan "Garip" 1941 yıbnda ya-
yımlanmış ve ortalığı allak bullak etmiş-
tir.
Hatta öyle ki. bugüne dek herkesçe
Köy Enstitülerinin başlatüğı bir akun
topraklannın "daimi ve ırsi kiracılan"
diye nitelediği bu insanlara \e yaptıklan
işlere de, Osmanlılar ancak bir çift ökü-
zü olana toprağa ekip biçme hakkı ver-
diği için. zamanla çiftçi, çiftçilik denil-
meye başlanılmıştır. Oturduklan evlere
de çiftlik denilmektedir.
Görüldüğü gibi, bu terimler de "çift"
sözcüğünden türetilmiştir. Yani, ta-
nma'zari (zürra) kavramının karşıhğı
olarak, "bir çift öküz sahibi" anlamın-
daki "çiftçi" deyimi kullanılmıştır. As-
lında. tanmla kesinlikle bir ilgisi yoktur.
Bilindiği gibi, Farsça çift sözcüğü de,
'iki tek" anlamına gelmektedir.
İkta sistemi
Etimolojik sözcüklerde v'erilen bilgi-
lere göre. "sokak, yöre" anlamındaki
Farsça kûy sözcüğünün Türkçe söylenişi
olan köy de, Osmanlılarca salt tanmla
ugraşanlann oturduğu yer anlamında
kesinlikle kullanılmamıştır gördüğü-
müz kadanyla. Örneğin, Ermeni tarihçi
İndciyan'ın verdiğj bilgiye göre, Ga-
lata'nın altındaki bölgeye de. XVII.
yüzyıl başlannda İstanbul'a gelen "Ka-
rai" Yahudileri yerleştirildiği için "Ka-
• "40 Kuşağı" diye adlandınlacak Rıfaz Ilgaz, Hasan
İzzettin Dinamo, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak, Cahit
Irgat vb. genç yazarlar, gözlerini daldan budaktan
esirgemeden halkımızın sonınlanru dile getiren;
emekten, emekçiden yana, toplumcu-gerçekçi şiirler,
öyküler yazmaktadırlar onca baskıya karşın.
diye kabul edilmiş Köy Edebiyatı da.
bizce hiç kuşku yok ki, solcu aydınlan-
mızın hapishanelerde salt kırsal kesim
insanlanyla birlikte yatmış olmalann-
dan kaynaklansa gerektir doğrusu.
Unutmayalım ki, edebiyatımıza 1950'-
lerden sonra uzun süre egemen olmuş
bu akımın ürünlerinde, sürekli ana tema
olarak işlenen ağa ile köylüler arasında-
ki sürtüşmeler. anımsanacağı gibi, bir
moral sorun olarak ele alınmaktan çok,
ısrarla mülkiyet ve üretim ilişkilerini de-
ğiştirmeyi amaçlayan bir sırufkavgasıy-
mışçasına verilmiştir çünkü.
Yani. halkımızı bize gerçek yüzüyie.
ilk kez tannanlann solcu aydınlanmız
olduğu, galiba kuşkusuzdur. Ama ne
var ki, solcu aydınlanmızın hapishane-
lerde nerdeyse hep kırsal kesiınden gel-
miş kimselerle yatmalan da, galiba ken-
diliğinden-, halkımızın Osmanlı dö-
neminde köylüleşmiş olduğu gibi bir
kanıya varmalanna neden olmuştur sa-
nınz. Çünkü, solcu aydınlanmızın da,
gördüğümüz kadanyla köylülüğümüz
konusunda hiç kuşkulan yoktur sanki.
Köylütoplummuyuz?
Oysa, ilginçtir. Osmanblar köy ve ta-
nm kavTamlannı da hiç kullanmamış-
lardır sanki. Yani, bu kavramlann
Arapçalannı bilmemeleri kuşkusuz ola-
naksızdır. Ama, ne bu kavramlann
Arapçalannı kullanmışlardır, ne de Os-
manlıca bir sözcük uydurmuşlardır bu
kavramlar için gördüğümüz kadanyla.
Bilindiği gibi, tanm'ın Arapça karşıh-
ğı ziraat'tır. Tanmla uğraşanlara (çiftçi-
lere), zari (çoğulu: zürra) denilmektedir.
Köy'ün Arapça karşıhğı da karye'dir.
Bu Arapça sözcükler de, Osmanlılann
yaşamına ilk kez 1858 Arazi Kanunna-
mesi'yle girmiştir.
Ne acıdır ki, her iki kavramın da
Türkçe karşılıklan yoktur. Ola ki, bu
yüzden Osmanblar da zari (zürra) karşı-
bğı olarak bir başka Arapça sözcüğü
kullanmışlardır. Bütün tarihleri boyun-
ca raiye (çoğulu: reaya) demişlerdir ta-
nmla uğraşanlara, Raiye'nin anlamı ise,
çobandır.
Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın, tanm
raiierin oturduğu yer anlamına" "Kara-
köy" denilmiştır. Her zaman İstanbul'-
un en önemli bman ve ticaret merkezi
obnuş Karaköy'ün, söz konusu yüzyıl-
da bile tanmla uğraşılan bir yer obnası
elbette söz konusu bile değildir.
Ola ki Tanzimat'tan sonra kullanma-
ya başladığımız rençper sözcüğü de,
gene Türkçe değil. Farsçadır.
Köy kavramına da, bugün kul-
landığımız "tanmla uğraşanlarm otur-
duğu yer, tanm yapılan yer" anlamlan.
büyük bir olasılıkla gene Tanzimat'tan
sonra verilmi'ş olsa gerektir sanınz.
Kuşkusuz. bir halkın tanm toplumu
aşamasına sıçrayabilmesi için. mülkiyet
ibşkilerinin de belirli evrimleri geçirerek.
toplumsal bibnçteki mülkiyet hakkı
kavramının "özel toprak mülkiyeti
hakkf'nı da içerir aşamaya ulaşması ge-
reklidir. bilindiği gibi.
Oysa, Osmanlı împaratorluğu'nda ta
1858 tarihli Arazi Kanunu çıkıncaya
dek özel toprak mülkiyeti hakkımn ol-
madığı konusunda. gördüğümüz kada-
nyla. nerdeyse kimsenin kuşkusu yok-
tur.
Karl Marx da. Engels'e; "Bemier,
toprakta özel mülkiyerin olmamasını
tüm Doğu olaylarmm kökeni saymakta
haldı... Doğu cennetinir gerçek anahtan
işte burada..." diye yazmıştır 2 Haziran
1853 tarihli mektubunda.
Osmanlılar da, bibndiği gibi, fethet-
tikleri topraklar üzerinde genellikle İs-
lam toprak hukukunun temel ilkelerini
uygulamışlardır.
Islam hukukuna göre de, fethedilen
topraklar üç gruba aynbnaktadır. Oşri
arazi denilen birinci grup. Müslüman-
larla ilgilidir. Toprak, fetheden kuman-
dana veya fetihte yararbğı görülen bir
Müslüman savaşcıya ganimet olarak bı-
rakılmaktadır. Haraci araziler, Hıristi-
yanlara bırakılan topraklardır. Fetih sı-
rasında savaşmadan teslim olduklan
için sultan tarafından yerlerinde otur-
malanna izin verilen ve>a savaş sırasın-
da toptan kıbçtan geçirilmiş Hıristiyan-
lann yerine başka bölgelerden getiribp
yerleştirilmiş Hıristiyanlar, ürünün on-
da biri ile yansı arasındaki bir miktan
devlete "Haraç" olarak vermek koşu-
luyla bu topraklan ekıp biçmektedirler.
Üçüncü grup Miri arazi ise, nasıl ve
kim tarafından fethedildiği biünmeyen,
ya da anlaşmalar sonucu ganimet ola-
rak verihniş devlete ait topraklardır. Bu
topraklar da, daha Islamın ilk günlerin-
den itibaren "ikta" denilen bir düzenle
ekilip biçilmişlerdir. Osmanblar da, bu
"ikta" sistemini "timar" adı altında ay-
nen sürdürmüşlerdir.
Bu sisteme göre miri topraklar küçük
parçalara bölünerek, geliri, devletin yö-
netiminde veya savaşta yararbğı görü-
lenlere ücret veya maaş olarak bırakıl-
maktadır.
Sultan I. Murad döneminde, Yeniçeri
Ocağı'nın kurulmasmdan sonra da, bu
topraklann küçüklerine timar, büyükle-
rine zeamet denilmeye başlanılmıştır.
Daha sonra da. yılbk gebri 20 bin ak-
çenin altında olanlara timar, yıllık gebri
20 bin ile 100 bin akçe arasında olanlara
zeamet, 100 bin akçenin üstünde olanla-
ra da has denilmiştir.
Hanedandan kişilere, sadrazamlara,
vezirlere, beylerbeyüere, sancak beyleri-
ne, yeniçeri ağalanna has verilmiştir.
Sekban başı, yaya beyleri fılan gibilerine
ise zeamet, rütbesiz sipahilere de timar
verilmiştir.
Ne var ki, bu topraklann eki-
lip biçilmesiyle, has, zeamet
veya timar sahiplerinin kesin-
likle hiçbir ilişkisi yoktur. Her
üçünde de toprağı, üzerinde
yaşayan reaya, sürmekte, ekip
biçmekıedir.
Hatta, has ve zeamet sahiple-
ri, topraklannın bulunduğu
bölgelerde bile oturmamaktadı-
rlar genellikle. İşlerini, ümena
dedikleri kahyalar aracıbğıyla
yürütmektedirler. Dirliklerinin
başında oturanlar, tünarlı sipa-
hikr'dir.
Bu ümenalar ve timarlı sipa-
hiler de, toprağı. üzerinde yaşa-
yan reaya ailelerine en çok bir
çift öküzün sürebileceği büyük-
lükte olmak üzere kiralamakta-
dırlar.
Bu kiracı reaya aileleri, tar-
layı satmak, bağışlamak, miras
olarak bırakmak veya bir baş-
kasına devretmek fılan gibi
haklara sahip ohnadıklan gibi,
istediği üriinü yetiştinnek, diye-
lim tarlayı bozup bağ, bahçe ha-
line çevirmek fılan gibi haklara
da sahip değillerdir. Hatta, tar-
lasını üç >nl üst üste sürmeyenle-
rin elinden toprak da geri ab-
nmaktadır.
Bu dirlik sahipleri de, toprak-
lardan elde edecekleri gelirlere,
yani toplayacaklan aşar ve di-
ğer vergilere karşıbk, o bölgenin
imar ve ihyasından sorumlu ol-
duklan gjbi, savaş habnde,
Anadolu'da her 3 bin, Rumeb'-
de de her 5 bin akçebk gelir için bir si-
lahlı süvari askeriyle birbkte Osmanb
ordusuna katılmak zorundadırlar.
Dolayısıyla, bu yükümlülüklerini ye-
rine getirmeyenlerin ebnden dirbkleri de
derhal abnmaktadır. Yani, resmi yazış-
malarda bu dirlik sahiplerinden her ne
kadar sahib-i arz, sahib-i mûlk diye söz
edilmekte ise de. toprağın mülkiyet hak-
kına onlar da sahip değillerdir kesinlik-
le.
Öşpi ve haraci araziler
Görüldüğü gibi, ne dirbk sahipleri
için, ne de toprağı ekip biçen için bu top-
raklann mülkiyeti söz konusudur.
Ama, bazı tarihçilerimiz, örneğin
Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşdı,
miri arazilerde bir özel toprak mülkiyeti
hakkı söz konusu olmasa bile. öşri ve
haraci arazilerinin zaten birer özel mül-
kiyet olduklannı öne sürmekte ve "Öşri
yerler, sahiplerinin mülkii olup. istedikle-
ri gibi tasamıf ederler, satarlar, vakıf ya-
parlar, hibe edebUirler", "Gayrimüsİim
halkın elinde bırakılan haraci arazi de,
sahiplerinin mülkleri olup istedikleri
tarzda tasamıf ederler, satarlar, öldükle-
ri zaman da öşri arazi gibi varislerine inti-
kal eder" diye yazmaktadır Osmanb
Tarihi adlı çahşmasırun üçüncü cildin-
de. Oysa. Osmanblar da fethettikleri
topraklann bir kısmını ta ilk günlerin-
den beri gerçekten öşri ve haraci arazi
olarak da bırakmışlar mıdır acaba?
Doğrusu, tartışmab olsa gerektir bizce.
Ancak. Kanuni'nin torunu Sultan
III. Murad'ın, imparatorluğun artık du-
raklama dönemine girmesi ve yeni yeni
yerlerin fethedilememesi nedeniyle bir
ferman yayımlayarak. "Öşriyye ve ha-
raciye hakkındaki bütün hükürnleri" yü-
rürlükten kaldınp, "arazilerin tamammı
miri arazi" ilan etmesine bakılacak olur-
sa, en azından XVI. >üzyıbn sonlanna
kadar Osmanblar'da da, ola ki Selçuk-
lular döneminden kabruş öşri ve haraci
topraklann bulunduğu gabba kuşku-
suzdur.
Yarın:ŞeyhBedreddin
ayaklanması
PERSEMBE
ORHAJN BURSALI
Organlarıma Ookunun!..
Yeni organ nakli yasatasarısı üzerine keyifli tartışma-
larolacağabenziyor. 22eylülde buradayayımlanan "Or-
gan nakliyasası mı, insanlık utancı mı?" başlıklı yazıya,
Sağlık Bakanlığı'nda yasanın hazırlanmasında görev
alan Sayın Dr. Can Apak sert bir yanıt gönderdi. Sayın
Apak, yazının "Ciddi ve tehlikeli yanılgılarla dolu" oldu-
ğunu ileri sürüp 11 soru yöneltiyor.
• • •
Sayın Apak'ın, "Hiç diyaliz hastasıyla ilişkiniz oldu
mu?"; tasarıya karşı "önyargılı m/"yım; yasaya göster-
diğim tepki "Özünde organ nakli ve bağışına karşı olup,
sözde organ bağışı savunucusu görünen insanların iç-
sel gerilimlehnin bir göstergesi mi?" şeklindeki kişisel
sataşmayı amaçlayan, tartışmayla ilgisiz, saygı sınırla-
rını aşan sorulannı bir kenara bırakıyorum. Bu soruları,
organ bekleyen hastalarımızın arkasına saklanarak po-
lemik yapan, görüş ve tasarılarının tartışmasız kabul
edilmesini isteyen ve edileceğini sanan bir devlet bü-
rokratının doğal tepkisi olarak kabul ediyorum.
Ama bu fırsattan yararlanarak, uzun süredir yapmak
istediğim bir bağışı burada açıklıyorum:
Organlarıma dokunabilirsiniz!...
Böbreklerim tıkır tıkır ve sorunsuz çalışmaktadır. Ka-
raciğerim beton gibidir. Kalbim henüzteklemedi. Beyni-
mi kimsenin beğeneceğini sanmıyorum, ama o da alına-
bilir. -11 numara gözlerim işe yarar mı bilmiyorum. Kul-
lanılabilir bütün organlarım ve dokularım alınabilir. Geri
kalanı yakılıp gömülebilir... Kayıt tutan birileri varsa, bu
bir başvurudur.
• • •
Sayın Apak'ın konuyla ilgili sorularına geçmeden ön-
ce, tasarının karşı çıktığımız 4. maddesini okurların bil-
gisine sunmak istiyorum: "Aksine bir vasiyet veya 6e-
yan yoksa, ölüden, bir başka insanın sağlığına kavuş-
ması amacıyla kullanılmak üzere organ veya doku alı-
nabilir. Bir kimse, ölümünden sonra, vücudunun organ
ve dokularmm alınmamasını istiyorsa, bunu resmi veya
yazılı bir vasiyetname ile belirtmesi veya bu konudaki
isteğini iki tanık huzurunda açıklamış olması gerekir".
Apak soruyor: "İlgili yasada bireyin hangi hak ve huku-
ku çiğnenmektedir?"; "Bir kimsenin vasiyetini açıkla-
masını istemekhangıaçıdan ölüyesaygısızlıktır?'';''Ken-
di gövdesinin tamlığını koruma hakkını kullanmak iste-
yenlere tasarının hangi maddesi engeldir?"; "Yasa ta-
sansı bireyin organlarım bağışlayıp bağışlamayacağı
konusundaki özgür seçimine karışmaz, yalnızca bu se-
çimin sonucunu, eğer olumsuzsa beyan etmesini ister-
ken, bu yaklaşım kişinin hangi hakkıyla çelişmektedir?"
• • •
Görüşlerimizi açıklayalım. Yasa tasarısının ana fikri-
ne, özüne karşıyız. Yasanın özünde, insanlara karşı hile
yapmak vardır. Insanlar hile ile organ bağışçısı, daha
doğrusu organ deposu yaptlmak istenmektedir. Yâsa,
hayatın normal akışını görmezlikten gelmekte ve insan-
lara ters işlem uygulanmasını öngörmektedir. Şimdi bu
görüşleri ayrıntılandıralım:
Bugüne kadar alışık olunan durum, insanların yaşar-
ken ve ölü durumlarında bedenlerinin tamlığına önem
vermeleridir. Hayatın akışı ve insanların yüzde 99'unun
düşüncesi budur. insanlar aksini düşünmez, likir bile
yürütmezler bu konuda.
Ancak bilimdeki gelişmeler sayesinde, organ nakli ile
bazı hastaların hayatlarının uzatılabileceği gerçeği orta-
ya çıkınca, organ bağışı dönemi baş\adi. Insanlar organ-
larım bağışlamaya çağnldı. Bu çağnya bir çok insan
uyuyor ve organlarım bağışlıyor. Ancak, organ bağışı
yetersizdir ve bağış bekleyen hastaların sayısı fazladır.
Bu bütün dünyanın sorunudur, sadeceTürkiye'nin değil.
Olayın özü tam da buradadır. Acaba insanların çoğun-
luğu henüz niçin organlarım bağışlamamıştır?
Araştırılması gereken budur. Sağlık Bakanlığı bu ko-
nuda herhangi bir calışma yapmış mıdır?
Sorunun muhtemel yanıtları şunlar olabilir: 1) Bağış
için yeterli çalışma yapılamamıştır. 2) Insanlar bağısın
gereği konusunda yeterince ikna edilememiştir. 3) |n-
sanlar dini, bireysel, kişisel vb. nedenlerden dolayı or-
ganlarım bağışlamaya henüz hazır değildirler. 4) Or-
ganlarım bağışlamakta tembellik etmektedirler. 5) Bağı-
şladıkları takdirde, organlarının ticari amaçla kullanıla-
cağından şüphe içindedirier...
Bunların, biri, birkaçı veya hepsi, bağışların eksik ol-
masında ana nedenler olabilir.
Şimdi durum böyleyken, birileri sorunu iskender kılıcı
ile çözmeye kalkışıyor. "Vay siz mi bağışlamıyorsunuz,
o halde görürsünüz!" mantığıyla, "Ey millet, biz hayatı
şimdi bir yasayla tersine çeviriyoruz. Hepinizi bundan
böyle organlarınızı bağışlamış kabul ediyoruz. Eğer ak-
si görüşte olanlar varsa, bunu kanıtlasın, gitsin belge
alsın ve bu belgeyi de yanında taşısın!"
Şöyle düşünün: 70 milyon insan diyelim ki organlarım
bağışlamaya hazır değildir. Yasa da çıktı. 70 milyon in-
san "Organlarımı bağışlamıyorum!" belgesi almak için
resmi makamların önünde kuyruğa mı dizilecektir? (Bu-
na çok gülerim!) Yasanın mantığında, karşı olsa bile in-
sanların en az 65 milyonunun bunu yapmayacağı, yapa-
mayacağı düşüncesi yatıyor. İşte hile buradadır.
Veya bunu yapacak olanlar, yine belli bir azınlıktır.
Anadolu insanının büyük çoğunluğu bundan habersiz
olacaktır.
Yasanın (ve sayın Apak'ın) mantığında, insanları or-
gan bağışçısı olarak değil, organ deposu olarak görmek
yatıyor.
Çünkü bağış kavramı, içeriği tersyüz ediliyor. Bağış,
insanın henüz canlıyken yapabileceği bir eylemdir. Bir
insanın "Bunu, size bağışlıyorum, veriyorum" demesi
gerekir. Demeden, vermeden bağış olur mu? Yasa ile
zorunlu bağış olur mu?
Ölü, organlarım bağışlayamaz.
ölü, ancak organ deposu olarak kullanılır!...
Sayın Apak, bu yasada yine ısrarlıysa, tasarının adım
organ deposu yasa tasarısı olarak değiştirmelidir!...
Ek kontenjanlar açıklandı
24 bin 919 öğrenci
üniversiteye yerleştirildi
ANKARA (Cumhuriyet Bü-
rosu) - Öğrenci Seçme ve Yer-
leştirme Merkezi (ÖSYM),
üniversitelere ek yerlestirme
kontenjanını açıkladı. Ek kon-
tenjana baş\Tiran 59 bin 29
adaydan, 24 bin 919'unun açı-
köğretim ve örgün öğretim
programlanna yerleştirildiği
belirtildi.
1994 ÖYS'de herhangi bir
yükseköğretim programına
yerleştirilemeyen adaylar için
oluşturulan, 442 bin 767 kişilik
ek kontenjan sonuçlan açık-
landı. ÖSYM'den alinan bilgi-
ye göre, ek kontenjana başvu-
ran 59 bin 29 adaydan 24 bin
919'u açıköğretim ve örgün
öğretim programlanna yerleş-
tirildi. Bu öğrencilerden, 4 bin
282'si 4 ve 6 yıllık bsans prog-
ramlannı kazanırken 20 bin
637'si de açıköğreüm ve 2 yılhk
meslek yüksekokullanna yer-
leştirildi.
ÖSYM yetkilileri, sonuçla-
nn posta ile adaylara iletilece-
ğjni beurttiler. Kesin kayıt ta-
rihleri ise daha sonra açıklana-
cak. Ek yerleştirme sonucu
üniversiteyi kazanan öğrenci-
ler, Yükseköğretim Kredi ve
Yurtlar Kurumu'na (YURT-
KUR) bağb yurtlardan yarar-
lanabilecek.