04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EKİM1994 PERŞEMBE 4 HABERLER Güreş'e ABD'den liyakat nişanı • ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)- ABD'nin kendi askeri personeü dışındaki askerlere verdiği en yüksek madalyası olan "Komutan Derecesindeki Liyakat Nişanı", eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Doğan Güreş'e, dün törenle takıldı. Balgat'taki Merkez Orduevi'nde düzenlenen törende konuşan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Richard Barkley, Güreş'i "tamamen güvenilebilecek sükunet ve metin bir kuvvet kaynağı olarak gördüğünü" söyledi. TİSK-VOİ işbirliği anlaşması • ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Türkiye İşveren Sendikalan Konfederasyonu (TİSK)ileAvusturya Sanayicileri Federasyonu (VOI) arasında, işletmeler düzeyindeki bağlann güçlendirilmesi amacıyla endüstriyel ve teknolojik işbirliği protokolü imzalandı. Doğuş HoMmtfden • Haber Merkezi - Doğuş Holding. Civan olayına. Doğuş Holding, Kanal D ve Ayhan Şahenk'in kanştığı iddialannı yalanladı. Doğuş Holding'den yapılan yanlı açıklamada, "Bankekspres AŞ"nin saün alınması sırasında peşin ve vadeli ödemelere ek olarak. bankanın aktifınde kayıtlı ve 'arü grubu'ndan olan alacaklann tahsili halinde, bu meblağm da banka hisselerini devreden ortaklara ödeneceği vaadinde bulunmuş ve satıalara yapılan hisse devir sözleşmesinde bu konuda teferruatlı hükümler yer almıştır" dedildi. Gûmrûk birliği toplantısı • ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)- Başbakan Tansu Çiller, koalisyonda özeueşurme-demokratikleş- me restleşmesiyle başlayan bunalımın aşılmasının ardından, dün ilk kez Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın ve Dışişleri Bakaru Mümtaz Soysal'la konutunda bir araya gelerek gümrük birliğine iüşkin çahşmalan gözden geçirdi. Görüşmede, Başbakanlık Başdanışmanlan Volkan Vural, Ali Tigrel ile tktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Sedat Aloğlu da hazır bulundu. SeçHtıdeyayin denetimi RTÜK'ön •ANKARA (AA) - Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Nihat Yavuz, seçim döneminde, Radyo-TV yayınlannm denetlenmesi yetkisinin. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'na ait olduğunu bildirdi. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Yavuz, AA muhabirinin sorulannı cevaplandınrken, seçimlerin başlangıç tarihinin 6 Ekim 1994 olarak ilan edildiğini hatırlatarak, Radyo-TV'lerin bu dönemdeki yayınlannda uymalan gereken ilkelerin, 3984 sayıh kanunun 4'üncü maddesinin ilgili bentleri ile bebrlendiğini anlattı. Hak-İşhükûmeti şikayetetti • ANKARA (AA) - Hak-İş, Türkiye Süt Endüstrisi Kunımu'nun son dilim ücret zamlannı uygulamaması üzerine Danıştay'a dava açtı. Hak-İş tarafından yapılan açıklamada. dava dilekçesinde Başbakanlık'ın bu konuda yayımladığı 39 ve 42 sayıh genelgelerin iptalinin istendiği belirtildi. Düekçede,toplu iş sözleşmesinin uygulanmadığı vurgulandı. Pasomu, AÖF kımlik kartımı ve nüfus cüzdanmu kaybettim. Hükümsüzdür. GÖKHANKURTULUŞ 1913 'te Mahmut Şevket Paşa } nın öldürülmesiüzerine tutuklanan aydınlar, çaresiz bir vapura doldurularak Anadolu'ya, Sinop 'a sürgün edildiler ilk kez Sürgünaydınlar dönemi T yenilgisi imparatorlu- • Aydınlar da daha cumhuriyetin ilk yıllanndan itibaren "solcu olanlar" ve ğunKuzeyAfrika'dakitoprakianruyı- solcu olmayanlar dıyeıkıayn tirmesine neden olurken, sultanlann prupta ele alinarak S £ t ' 5 » 3 ^ M İ E i cezalandınlmışlardır sanki. Örneğin Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine tu- SOİCU aydinlar, kuşkuSUZ Slk Slk tuklanan aydınlar, çaresiz bir vapura tııtnklanaralf riflnicrP7alflnna doldurularak Anadoiu'ya, sinop'a sür- tmuKianaraK napıs cezaıarına gün edilmişlerdir ilk kez. Bizce hiç kuş- ÇaiptinlmiŞİar, Anadolu nun ISSIZ ku yok ki, haikı iik kez böyiece hem eşit köşelerine sürgün edilmişler, aç ve işsiz k o ş u l l a r i ç i n d e , h e m d e y a ş a d ı ğ ı y e r d e , * , , , °. . , . * , ' . y . , ' gerçek yüzüyie görüp tamma oianağma bırakılmışlar, devlet daırelenne zınhar kavuşmuştur aydınlanmız. Ve unutma- sokulmamiŞİardir. yahm ki. Sinop sürgünlerinden biri olan * genç yazarRefikHaütKarayda. ilk kez mez köşelenndeki kasabalara sürgün bunca yakından tanıdığı halkla ilgili ettiğimız solcu aydınlanmız, hapıshane- gözlem ve izlenimlerini "Memleket Hi- lerde ilk kez eşit koşullarda bırükte ya- şadıklan halkımızı gerçek yüzüyie bizle- Ah şu biz göçebeler DEMİRTAŞ CEYHUN g kayeleri" adıyla yazmıştır. Bu kitap, gerçekçi edebiyatımızın da ilk yapıtlan- ndan biridîr. Solcu olanlar, olmayanlar Cezalandınlan aydınlann Anadolu'- nun ıssız köşelerindeki hapishanelere sürgün edilmeleri yöntemi, Cumhuri- yet'ten sonra da sürdürülmüştür. Hatta bir adım daha da öteye gidilmiş, cezala- nru Anadolu'nun ıssız köşelerindeki ha- pishanelerde çekmeleriyle de yetinil- meyerek, aydınlara, aynca bir de 'sür- gün cezalan' verilmeye başlanılmıştır. Bu yeni cezaya göre hükümlü her gün sabah ve akşam karakola uğrayarak imza vermek koşuluyla Anadolu'nun bir küçük kent veya kasabasında belirli bir süre yaşamak zorunda bırakılmak- tadır. Kuşkusuz, bu ikinci ceza, aydınlann halkla daha da içb-dışh olmalanna yol açmıştır kendiliğinden. Aynca hemen belirtmek isteriz ki ay- dınlar da daha cumhuriyetin ilk yıllann- dan itibaren "solcu olanlar" ve "solcu olmayanlar" diye iki ayn grupta ele alinarak ceza- landınlmışlardır sanki. Örneğin solcu aydınlar, kuşkusuz sık sık tutuklanarak hapis cezalanna çarpünlrruşlar, Anadolu'nun ıssız köşelerine sürgün edilmiş- ler. aç ve işsiz bırakılmışlar, dev- let dairelerine zinhar sokulma- mışlardır. Ama ilginçtir 1972 yılında Deniz Gezmiş, Yusuf As- İan ve Hüseyin İnan'ın idamına kadar da hiçbir solcu aydın için idam oezası verilmemiştir. Hatta idam istemiyle yargılanan da yoktur galiba. Ama. diyelim 1926 yılında Mustafa Kemal'e İzmir'de bir suikast düzenlemeyi tasarladı- klan için, solcu olinayan "eski İttihatçı" aydınlara, öyle ince eleyip sık dokumaya fılan da ge- rek duymadan, ölüm cezalan bol keseden yağdınlmıştır. Tam 15 kişi idam edilmiştir. 27Mayısl960'tada,CHPile DP arasındaki iktidar kavgası- nda, Yassıada mahkemesinin başsavcısı, aralannda ülkenin üçüncü cumhurbaşkanı ve baş- bakanının da bulunduğu tam 113 kişi için idam cezası istemiş, 15 kişi idam cezasına çarpünlmış ve 3 kişi de asılmışür. Yanı. solcu olmayan aydınlar, •şayet cezalandınlacaklarsa, he- men idam edilmişler, hiç hapis yatınlmamışlar sanki. solcu aydınlar ise hapisten hiç çıkan- Imamtşlardır. Örneğin Nazun Hikmet ilk hapis cezasına Moskova'dayken, 1925 yılında çarptınlmıştır. Yurda döndüğü 1928 yı- hndan, yeniden Moskova'ya kaçmak zorunda kaldığı 1951 yıhna kadar, 23 yıl içinde de hakkında tam 10 dava açılmış ve toplam 34 yıl hapis cezasına çarptınl- mıştır. Bu 23 yüın da, 1938-1951 arasın- daki 13 yıh kesintisiz olmak üzere, tam 16_yılını hapiste gecirmiştir. Örneğin, Kemal Tahir, 1938 Donan- ma davasında Nazım Hikmet'le birlikte 15 yıl hapis cezasına çarpünlmış ve 1938-1950 arasında Çankın, Çorum, Kırşehir, Malatya cezaevlerinde tam 12 yıl kesintisiz hapis yatmıştır. Görüldüğü gibi, halkla sivil olarak ve eşit koşullarda ilk karşılaşanlar ve tanı- şanlar da, cumhuriyetten sonra genel- ükle Marksist aydınlanmız olmuştur hiç kuşku yok ki. Zaten ülkenin söz konusu yıllardaki ulaşım ve iletişim koşullan da, halk- lannı sivil olarak tanıyabilmeleri için aydınlara hapishanelerden başka bir olanak tanımasa gerektir, doğrusu. Nitekim bu nedenle, solcu olmayan aydınlanmızın halka bakışlannda Cumhuriyet döneminde de, olsa olsa Osmanlı döneminde hep horlanan Ana- doiu'ya ve Türklüğe birden dört elle sanlmaya başlanılmasından öte. pek de bir değişiklik yoktur. Osmanlı döne- minde yazılı edebiyatlannda Anadolu'- dan hiç söz etmezlerken, şimdi "Orda bir köy var uzakta, gitsek de gitmesek de, o köy birim köyümüzdür" veya, "Sen ne güzeİ bulursun gezsen Anadolu'yu" biçi- minde, Anadolu'yu ve Türklüğü alabil- diğine ülküselleştiren bir edebiyal yap- maktadır artık. Kuşkusuz, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'yu biraz daha yakından ger- çek yüzüyie tanımış genç yazarlar, daha 1930'larda artık yavaş yavaş bu anlayış- tan uzaklaşarak gerçekçi yapıtlar da vermeye başlamamış değillerdir. Ama, hiç kuşku yok ki, edebiyatımızdaki asıl değişim 1940'lardan sonra olmuştur. 1925'lerden itibaren tutuklayıp tutukla- yıp Anadolu hapishanelerine tıktığımız, Anadolu'nun kuş uçmaz kervan geç- ş re tanıtan yazınsal yapıtlannı vermeye başlamışlardır. Bu olguyu gerçekleşti- ren solcu aydınlanmızın başında büyük ozanımız Nazım Hikmet'in bulunduğu konusunda ise, kimsenin kuşkusu bile olmasa gerektir. Sonradan "40 Kuşağı" diye adlandınlacak Rıfaz Ilgaz, Hasan İzzettin Dbıamo, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak, Cahit Irgat vb. genç yazarlar, gözlerini daldan budaktan esirgemeden halkımızın sonınlanru dile geüren; emekten, emekçiden yana, toplumcu- gerçekçi şiirler. öyküler yazmaktadırlar onca baskıya karşın. Kemal Tahir, Or- han Kemal, hatta Nazım Hikmet. hapis- hanelerden bile, başka başka adlar al- tında gerçekçi ürünler göndermektedir- lerdergilere. Cemal Süreya'nın deyimiy- le "Şiirimize kasket giydiren" Orhan Veli, Oktay Rifat, ve Melih Cevdet'in ortak kitaplan "Garip" 1941 yıbnda ya- yımlanmış ve ortalığı allak bullak etmiş- tir. Hatta öyle ki. bugüne dek herkesçe Köy Enstitülerinin başlatüğı bir akun topraklannın "daimi ve ırsi kiracılan" diye nitelediği bu insanlara \e yaptıklan işlere de, Osmanlılar ancak bir çift ökü- zü olana toprağa ekip biçme hakkı ver- diği için. zamanla çiftçi, çiftçilik denil- meye başlanılmıştır. Oturduklan evlere de çiftlik denilmektedir. Görüldüğü gibi, bu terimler de "çift" sözcüğünden türetilmiştir. Yani, ta- nma'zari (zürra) kavramının karşıhğı olarak, "bir çift öküz sahibi" anlamın- daki "çiftçi" deyimi kullanılmıştır. As- lında. tanmla kesinlikle bir ilgisi yoktur. Bilindiği gibi, Farsça çift sözcüğü de, 'iki tek" anlamına gelmektedir. İkta sistemi Etimolojik sözcüklerde v'erilen bilgi- lere göre. "sokak, yöre" anlamındaki Farsça kûy sözcüğünün Türkçe söylenişi olan köy de, Osmanlılarca salt tanmla ugraşanlann oturduğu yer anlamında kesinlikle kullanılmamıştır gördüğü- müz kadanyla. Örneğin, Ermeni tarihçi İndciyan'ın verdiğj bilgiye göre, Ga- lata'nın altındaki bölgeye de. XVII. yüzyıl başlannda İstanbul'a gelen "Ka- rai" Yahudileri yerleştirildiği için "Ka- • "40 Kuşağı" diye adlandınlacak Rıfaz Ilgaz, Hasan İzzettin Dinamo, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak, Cahit Irgat vb. genç yazarlar, gözlerini daldan budaktan esirgemeden halkımızın sonınlanru dile getiren; emekten, emekçiden yana, toplumcu-gerçekçi şiirler, öyküler yazmaktadırlar onca baskıya karşın. diye kabul edilmiş Köy Edebiyatı da. bizce hiç kuşku yok ki, solcu aydınlan- mızın hapishanelerde salt kırsal kesim insanlanyla birlikte yatmış olmalann- dan kaynaklansa gerektir doğrusu. Unutmayalım ki, edebiyatımıza 1950'- lerden sonra uzun süre egemen olmuş bu akımın ürünlerinde, sürekli ana tema olarak işlenen ağa ile köylüler arasında- ki sürtüşmeler. anımsanacağı gibi, bir moral sorun olarak ele alınmaktan çok, ısrarla mülkiyet ve üretim ilişkilerini de- ğiştirmeyi amaçlayan bir sırufkavgasıy- mışçasına verilmiştir çünkü. Yani. halkımızı bize gerçek yüzüyie. ilk kez tannanlann solcu aydınlanmız olduğu, galiba kuşkusuzdur. Ama ne var ki, solcu aydınlanmızın hapishane- lerde nerdeyse hep kırsal kesiınden gel- miş kimselerle yatmalan da, galiba ken- diliğinden-, halkımızın Osmanlı dö- neminde köylüleşmiş olduğu gibi bir kanıya varmalanna neden olmuştur sa- nınz. Çünkü, solcu aydınlanmızın da, gördüğümüz kadanyla köylülüğümüz konusunda hiç kuşkulan yoktur sanki. Köylütoplummuyuz? Oysa, ilginçtir. Osmanblar köy ve ta- nm kavTamlannı da hiç kullanmamış- lardır sanki. Yani, bu kavramlann Arapçalannı bilmemeleri kuşkusuz ola- naksızdır. Ama, ne bu kavramlann Arapçalannı kullanmışlardır, ne de Os- manlıca bir sözcük uydurmuşlardır bu kavramlar için gördüğümüz kadanyla. Bilindiği gibi, tanm'ın Arapça karşıh- ğı ziraat'tır. Tanmla uğraşanlara (çiftçi- lere), zari (çoğulu: zürra) denilmektedir. Köy'ün Arapça karşıhğı da karye'dir. Bu Arapça sözcükler de, Osmanlılann yaşamına ilk kez 1858 Arazi Kanunna- mesi'yle girmiştir. Ne acıdır ki, her iki kavramın da Türkçe karşılıklan yoktur. Ola ki, bu yüzden Osmanblar da zari (zürra) karşı- bğı olarak bir başka Arapça sözcüğü kullanmışlardır. Bütün tarihleri boyun- ca raiye (çoğulu: reaya) demişlerdir ta- nmla uğraşanlara, Raiye'nin anlamı ise, çobandır. Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın, tanm raiierin oturduğu yer anlamına" "Kara- köy" denilmiştır. Her zaman İstanbul'- un en önemli bman ve ticaret merkezi obnuş Karaköy'ün, söz konusu yüzyıl- da bile tanmla uğraşılan bir yer obnası elbette söz konusu bile değildir. Ola ki Tanzimat'tan sonra kullanma- ya başladığımız rençper sözcüğü de, gene Türkçe değil. Farsçadır. Köy kavramına da, bugün kul- landığımız "tanmla uğraşanlarm otur- duğu yer, tanm yapılan yer" anlamlan. büyük bir olasılıkla gene Tanzimat'tan sonra verilmi'ş olsa gerektir sanınz. Kuşkusuz. bir halkın tanm toplumu aşamasına sıçrayabilmesi için. mülkiyet ibşkilerinin de belirli evrimleri geçirerek. toplumsal bibnçteki mülkiyet hakkı kavramının "özel toprak mülkiyeti hakkf'nı da içerir aşamaya ulaşması ge- reklidir. bilindiği gibi. Oysa, Osmanlı împaratorluğu'nda ta 1858 tarihli Arazi Kanunu çıkıncaya dek özel toprak mülkiyeti hakkımn ol- madığı konusunda. gördüğümüz kada- nyla. nerdeyse kimsenin kuşkusu yok- tur. Karl Marx da. Engels'e; "Bemier, toprakta özel mülkiyerin olmamasını tüm Doğu olaylarmm kökeni saymakta haldı... Doğu cennetinir gerçek anahtan işte burada..." diye yazmıştır 2 Haziran 1853 tarihli mektubunda. Osmanlılar da, bibndiği gibi, fethet- tikleri topraklar üzerinde genellikle İs- lam toprak hukukunun temel ilkelerini uygulamışlardır. Islam hukukuna göre de, fethedilen topraklar üç gruba aynbnaktadır. Oşri arazi denilen birinci grup. Müslüman- larla ilgilidir. Toprak, fetheden kuman- dana veya fetihte yararbğı görülen bir Müslüman savaşcıya ganimet olarak bı- rakılmaktadır. Haraci araziler, Hıristi- yanlara bırakılan topraklardır. Fetih sı- rasında savaşmadan teslim olduklan için sultan tarafından yerlerinde otur- malanna izin verilen ve>a savaş sırasın- da toptan kıbçtan geçirilmiş Hıristiyan- lann yerine başka bölgelerden getiribp yerleştirilmiş Hıristiyanlar, ürünün on- da biri ile yansı arasındaki bir miktan devlete "Haraç" olarak vermek koşu- luyla bu topraklan ekıp biçmektedirler. Üçüncü grup Miri arazi ise, nasıl ve kim tarafından fethedildiği biünmeyen, ya da anlaşmalar sonucu ganimet ola- rak verihniş devlete ait topraklardır. Bu topraklar da, daha Islamın ilk günlerin- den itibaren "ikta" denilen bir düzenle ekilip biçilmişlerdir. Osmanblar da, bu "ikta" sistemini "timar" adı altında ay- nen sürdürmüşlerdir. Bu sisteme göre miri topraklar küçük parçalara bölünerek, geliri, devletin yö- netiminde veya savaşta yararbğı görü- lenlere ücret veya maaş olarak bırakıl- maktadır. Sultan I. Murad döneminde, Yeniçeri Ocağı'nın kurulmasmdan sonra da, bu topraklann küçüklerine timar, büyükle- rine zeamet denilmeye başlanılmıştır. Daha sonra da. yılbk gebri 20 bin ak- çenin altında olanlara timar, yıllık gebri 20 bin ile 100 bin akçe arasında olanlara zeamet, 100 bin akçenin üstünde olanla- ra da has denilmiştir. Hanedandan kişilere, sadrazamlara, vezirlere, beylerbeyüere, sancak beyleri- ne, yeniçeri ağalanna has verilmiştir. Sekban başı, yaya beyleri fılan gibilerine ise zeamet, rütbesiz sipahilere de timar verilmiştir. Ne var ki, bu topraklann eki- lip biçilmesiyle, has, zeamet veya timar sahiplerinin kesin- likle hiçbir ilişkisi yoktur. Her üçünde de toprağı, üzerinde yaşayan reaya, sürmekte, ekip biçmekıedir. Hatta, has ve zeamet sahiple- ri, topraklannın bulunduğu bölgelerde bile oturmamaktadı- rlar genellikle. İşlerini, ümena dedikleri kahyalar aracıbğıyla yürütmektedirler. Dirliklerinin başında oturanlar, tünarlı sipa- hikr'dir. Bu ümenalar ve timarlı sipa- hiler de, toprağı. üzerinde yaşa- yan reaya ailelerine en çok bir çift öküzün sürebileceği büyük- lükte olmak üzere kiralamakta- dırlar. Bu kiracı reaya aileleri, tar- layı satmak, bağışlamak, miras olarak bırakmak veya bir baş- kasına devretmek fılan gibi haklara sahip ohnadıklan gibi, istediği üriinü yetiştinnek, diye- lim tarlayı bozup bağ, bahçe ha- line çevirmek fılan gibi haklara da sahip değillerdir. Hatta, tar- lasını üç >nl üst üste sürmeyenle- rin elinden toprak da geri ab- nmaktadır. Bu dirlik sahipleri de, toprak- lardan elde edecekleri gelirlere, yani toplayacaklan aşar ve di- ğer vergilere karşıbk, o bölgenin imar ve ihyasından sorumlu ol- duklan gjbi, savaş habnde, Anadolu'da her 3 bin, Rumeb'- de de her 5 bin akçebk gelir için bir si- lahlı süvari askeriyle birbkte Osmanb ordusuna katılmak zorundadırlar. Dolayısıyla, bu yükümlülüklerini ye- rine getirmeyenlerin ebnden dirbkleri de derhal abnmaktadır. Yani, resmi yazış- malarda bu dirlik sahiplerinden her ne kadar sahib-i arz, sahib-i mûlk diye söz edilmekte ise de. toprağın mülkiyet hak- kına onlar da sahip değillerdir kesinlik- le. Öşpi ve haraci araziler Görüldüğü gibi, ne dirbk sahipleri için, ne de toprağı ekip biçen için bu top- raklann mülkiyeti söz konusudur. Ama, bazı tarihçilerimiz, örneğin Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşdı, miri arazilerde bir özel toprak mülkiyeti hakkı söz konusu olmasa bile. öşri ve haraci arazilerinin zaten birer özel mül- kiyet olduklannı öne sürmekte ve "Öşri yerler, sahiplerinin mülkii olup. istedikle- ri gibi tasamıf ederler, satarlar, vakıf ya- parlar, hibe edebUirler", "Gayrimüsİim halkın elinde bırakılan haraci arazi de, sahiplerinin mülkleri olup istedikleri tarzda tasamıf ederler, satarlar, öldükle- ri zaman da öşri arazi gibi varislerine inti- kal eder" diye yazmaktadır Osmanb Tarihi adlı çahşmasırun üçüncü cildin- de. Oysa. Osmanblar da fethettikleri topraklann bir kısmını ta ilk günlerin- den beri gerçekten öşri ve haraci arazi olarak da bırakmışlar mıdır acaba? Doğrusu, tartışmab olsa gerektir bizce. Ancak. Kanuni'nin torunu Sultan III. Murad'ın, imparatorluğun artık du- raklama dönemine girmesi ve yeni yeni yerlerin fethedilememesi nedeniyle bir ferman yayımlayarak. "Öşriyye ve ha- raciye hakkındaki bütün hükürnleri" yü- rürlükten kaldınp, "arazilerin tamammı miri arazi" ilan etmesine bakılacak olur- sa, en azından XVI. >üzyıbn sonlanna kadar Osmanblar'da da, ola ki Selçuk- lular döneminden kabruş öşri ve haraci topraklann bulunduğu gabba kuşku- suzdur. Yarın:ŞeyhBedreddin ayaklanması PERSEMBE ORHAJN BURSALI Organlarıma Ookunun!.. Yeni organ nakli yasatasarısı üzerine keyifli tartışma- larolacağabenziyor. 22eylülde buradayayımlanan "Or- gan nakliyasası mı, insanlık utancı mı?" başlıklı yazıya, Sağlık Bakanlığı'nda yasanın hazırlanmasında görev alan Sayın Dr. Can Apak sert bir yanıt gönderdi. Sayın Apak, yazının "Ciddi ve tehlikeli yanılgılarla dolu" oldu- ğunu ileri sürüp 11 soru yöneltiyor. • • • Sayın Apak'ın, "Hiç diyaliz hastasıyla ilişkiniz oldu mu?"; tasarıya karşı "önyargılı m/"yım; yasaya göster- diğim tepki "Özünde organ nakli ve bağışına karşı olup, sözde organ bağışı savunucusu görünen insanların iç- sel gerilimlehnin bir göstergesi mi?" şeklindeki kişisel sataşmayı amaçlayan, tartışmayla ilgisiz, saygı sınırla- rını aşan sorulannı bir kenara bırakıyorum. Bu soruları, organ bekleyen hastalarımızın arkasına saklanarak po- lemik yapan, görüş ve tasarılarının tartışmasız kabul edilmesini isteyen ve edileceğini sanan bir devlet bü- rokratının doğal tepkisi olarak kabul ediyorum. Ama bu fırsattan yararlanarak, uzun süredir yapmak istediğim bir bağışı burada açıklıyorum: Organlarıma dokunabilirsiniz!... Böbreklerim tıkır tıkır ve sorunsuz çalışmaktadır. Ka- raciğerim beton gibidir. Kalbim henüzteklemedi. Beyni- mi kimsenin beğeneceğini sanmıyorum, ama o da alına- bilir. -11 numara gözlerim işe yarar mı bilmiyorum. Kul- lanılabilir bütün organlarım ve dokularım alınabilir. Geri kalanı yakılıp gömülebilir... Kayıt tutan birileri varsa, bu bir başvurudur. • • • Sayın Apak'ın konuyla ilgili sorularına geçmeden ön- ce, tasarının karşı çıktığımız 4. maddesini okurların bil- gisine sunmak istiyorum: "Aksine bir vasiyet veya 6e- yan yoksa, ölüden, bir başka insanın sağlığına kavuş- ması amacıyla kullanılmak üzere organ veya doku alı- nabilir. Bir kimse, ölümünden sonra, vücudunun organ ve dokularmm alınmamasını istiyorsa, bunu resmi veya yazılı bir vasiyetname ile belirtmesi veya bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamış olması gerekir". Apak soruyor: "İlgili yasada bireyin hangi hak ve huku- ku çiğnenmektedir?"; "Bir kimsenin vasiyetini açıkla- masını istemekhangıaçıdan ölüyesaygısızlıktır?'';''Ken- di gövdesinin tamlığını koruma hakkını kullanmak iste- yenlere tasarının hangi maddesi engeldir?"; "Yasa ta- sansı bireyin organlarım bağışlayıp bağışlamayacağı konusundaki özgür seçimine karışmaz, yalnızca bu se- çimin sonucunu, eğer olumsuzsa beyan etmesini ister- ken, bu yaklaşım kişinin hangi hakkıyla çelişmektedir?" • • • Görüşlerimizi açıklayalım. Yasa tasarısının ana fikri- ne, özüne karşıyız. Yasanın özünde, insanlara karşı hile yapmak vardır. Insanlar hile ile organ bağışçısı, daha doğrusu organ deposu yaptlmak istenmektedir. Yâsa, hayatın normal akışını görmezlikten gelmekte ve insan- lara ters işlem uygulanmasını öngörmektedir. Şimdi bu görüşleri ayrıntılandıralım: Bugüne kadar alışık olunan durum, insanların yaşar- ken ve ölü durumlarında bedenlerinin tamlığına önem vermeleridir. Hayatın akışı ve insanların yüzde 99'unun düşüncesi budur. insanlar aksini düşünmez, likir bile yürütmezler bu konuda. Ancak bilimdeki gelişmeler sayesinde, organ nakli ile bazı hastaların hayatlarının uzatılabileceği gerçeği orta- ya çıkınca, organ bağışı dönemi baş\adi. Insanlar organ- larım bağışlamaya çağnldı. Bu çağnya bir çok insan uyuyor ve organlarım bağışlıyor. Ancak, organ bağışı yetersizdir ve bağış bekleyen hastaların sayısı fazladır. Bu bütün dünyanın sorunudur, sadeceTürkiye'nin değil. Olayın özü tam da buradadır. Acaba insanların çoğun- luğu henüz niçin organlarım bağışlamamıştır? Araştırılması gereken budur. Sağlık Bakanlığı bu ko- nuda herhangi bir calışma yapmış mıdır? Sorunun muhtemel yanıtları şunlar olabilir: 1) Bağış için yeterli çalışma yapılamamıştır. 2) Insanlar bağısın gereği konusunda yeterince ikna edilememiştir. 3) |n- sanlar dini, bireysel, kişisel vb. nedenlerden dolayı or- ganlarım bağışlamaya henüz hazır değildirler. 4) Or- ganlarım bağışlamakta tembellik etmektedirler. 5) Bağı- şladıkları takdirde, organlarının ticari amaçla kullanıla- cağından şüphe içindedirier... Bunların, biri, birkaçı veya hepsi, bağışların eksik ol- masında ana nedenler olabilir. Şimdi durum böyleyken, birileri sorunu iskender kılıcı ile çözmeye kalkışıyor. "Vay siz mi bağışlamıyorsunuz, o halde görürsünüz!" mantığıyla, "Ey millet, biz hayatı şimdi bir yasayla tersine çeviriyoruz. Hepinizi bundan böyle organlarınızı bağışlamış kabul ediyoruz. Eğer ak- si görüşte olanlar varsa, bunu kanıtlasın, gitsin belge alsın ve bu belgeyi de yanında taşısın!" Şöyle düşünün: 70 milyon insan diyelim ki organlarım bağışlamaya hazır değildir. Yasa da çıktı. 70 milyon in- san "Organlarımı bağışlamıyorum!" belgesi almak için resmi makamların önünde kuyruğa mı dizilecektir? (Bu- na çok gülerim!) Yasanın mantığında, karşı olsa bile in- sanların en az 65 milyonunun bunu yapmayacağı, yapa- mayacağı düşüncesi yatıyor. İşte hile buradadır. Veya bunu yapacak olanlar, yine belli bir azınlıktır. Anadolu insanının büyük çoğunluğu bundan habersiz olacaktır. Yasanın (ve sayın Apak'ın) mantığında, insanları or- gan bağışçısı olarak değil, organ deposu olarak görmek yatıyor. Çünkü bağış kavramı, içeriği tersyüz ediliyor. Bağış, insanın henüz canlıyken yapabileceği bir eylemdir. Bir insanın "Bunu, size bağışlıyorum, veriyorum" demesi gerekir. Demeden, vermeden bağış olur mu? Yasa ile zorunlu bağış olur mu? Ölü, organlarım bağışlayamaz. ölü, ancak organ deposu olarak kullanılır!... Sayın Apak, bu yasada yine ısrarlıysa, tasarının adım organ deposu yasa tasarısı olarak değiştirmelidir!... Ek kontenjanlar açıklandı 24 bin 919 öğrenci üniversiteye yerleştirildi ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu) - Öğrenci Seçme ve Yer- leştirme Merkezi (ÖSYM), üniversitelere ek yerlestirme kontenjanını açıkladı. Ek kon- tenjana baş\Tiran 59 bin 29 adaydan, 24 bin 919'unun açı- köğretim ve örgün öğretim programlanna yerleştirildiği belirtildi. 1994 ÖYS'de herhangi bir yükseköğretim programına yerleştirilemeyen adaylar için oluşturulan, 442 bin 767 kişilik ek kontenjan sonuçlan açık- landı. ÖSYM'den alinan bilgi- ye göre, ek kontenjana başvu- ran 59 bin 29 adaydan 24 bin 919'u açıköğretim ve örgün öğretim programlanna yerleş- tirildi. Bu öğrencilerden, 4 bin 282'si 4 ve 6 yıllık bsans prog- ramlannı kazanırken 20 bin 637'si de açıköğreüm ve 2 yılhk meslek yüksekokullanna yer- leştirildi. ÖSYM yetkilileri, sonuçla- nn posta ile adaylara iletilece- ğjni beurttiler. Kesin kayıt ta- rihleri ise daha sonra açıklana- cak. Ek yerleştirme sonucu üniversiteyi kazanan öğrenci- ler, Yükseköğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu'na (YURT- KUR) bağb yurtlardan yarar- lanabilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle