27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 EKİM1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Tiyatro Stüdyosu, 'Derin Bir Soluk AF adlı oyunu 16 ekime dek Kadıköy'de sahneliyor etenek bulıışuyorAYŞEGÜLYÜKSEL Tiyatro bilgisi; yetenek, sah- nede sistemli çalışma alışkanlı- ğı, dramaturjide titizlik, yapı- mın her anında yansıyan bilinç- li bir özen... Tiyatro Stüdyosu, kuruJduğundan bu yana, ger- çek anlamda tiyatroculuğun seçkin örneklerini sunuyor. Bir- kaç yıl önce üç ünlü sanatçının Ahmet Levendoğlu, Haluk Bü- giner ve Zuhal Okay'ın sundu- ğu "Aldatma" ıle Harold Piırter tiyatrosunun Türkıye'dekj en niteîikli örneğini veren toplu- luk, "Kan Kardeşler" müzika- lınden sonra geçen yıl İngiliz komedyen Ben EKon'nın ilk oyunu 'Derin Bir Soluk Al'ı sahneledı. İki yüdır İstanbul'da ve Türkiye'nin çeşitü kentlerin- de sergilenen yapım, Kadıköy Halk Eğitiın Merkezi'nde 12-16 ekım tarihlen arasında son kez sunuluyor. Bir *kara güldürii' Ben Elton, esprili söyleşime dayalı İngiliz gülmecesinin ü- pik bir örneğini sunduğu bu 'kara gûJdûrü'sünde, kapıtalist ekonomınin çarklannı döndü- ren olgulan irdelerken iş dün- yası'nın İskoüV tiplerinin de karikatürünü çiziyor. Temel hedefi tükeü'cinin cebindeki pa- rayı çekmek olan, 'köşe dönme- a1 bir ekonomik sistem içinde teknotojik harikalar' yaratma çabası... Yenı yetme işadamla- nnın 'patron'lannın gözünde ilk sıraya geçmek için yanşma- Ian... 'Çevre kirienmesi'ne çö- zûm olarak sunulurken 'çevre' için ne büyük bir tehlike oluştu- racağı gözardı edilcn İıarika buiuş'u, 'medya canavan'nın müthiş 'reklaın kampama'lan üe tüketiciye yutturma taktikle- ri... Kazanç. başanlı olma, baş- kalanna fark atma' adına, bı- b'nçsızce. duyarsızca yapılan gi- rişimler... Elton, 'girişiınci' işadamüğı- nın yaman bir parodisıru yaptı- ğı oyunda; yapay bir dünyada, yapay değerler peşinde, yapay bir yaşam biçimıne tutkun ve tutsak insanlann 'düş'lennı ve 'düş'ün 'karabasan'a dönüşü- nü, ince gülmeceden farsa uza- nan çok boyutlu bir gıildürü anla\ışıyla sergıliyor. Hızlı oyunculuğa. yüksek tempoya dayalı. yaman bir tiyatrocu' metnı oluşturuyor. Ahmet Levendoğlu. oyunun yaptırdığı pek çok çağnşım ne- denıyle yaptığı çevnyi bir yerli uyarlamaya dönüştürmüş. Me- tın bağlarrunda kusursuz bir çe- vıri-uyarlama. Ancak. sahnede ortaya konan oyunculuk biçemı 'alaturkalık'tan bütünüyle uzak olduğu için. uyarlama bel- ki de gereksiz. Nasıl bir oyun- MS erinBır Soluk Al', profesyonel tiyatroculuğun ve 'seyirciye saygı'nın Türkiye'deçoksık rastlanmayan bir örneğini sunuyor. Kaçırmayın. culuk? 'Patron'u oynayan Ah- met Levendoğlu ve 'genç işa- dann'nı canlandıran HaJuk BiJ- giner, İngıltere'de eğıtim gör- dükleri için, oyunun gerektirdi- ği İngiliz oyunculuk biçemini büyük bir ustalıkla sunuyorlar. Aşın tpnlamalara, aşın hareket komığine yüz vermeyen, ko- nuşma (söyleşim) dilini yüksek bir tempoda, nüanslan gözete- rek sürdüren, hareket komığine neredeyse koreografık bir dü- zen içinde Incelik' ve 'espri' ka- tan, yoğun tiyatro tadı sunan bir biçem bu. Diğer rollerde izlediğimiz Cüneyt Uzunlar ve Nilüfer Açı- kalın da aynı biçemi tutturan bir oyunculuk çizgisini yakab- yorlar. Ahmet Levendoğlu'nun oyundaki üçüncü büyük başa- nsı da bu biçemı en yetkin bi- çimde gerçekleşürecek bir sah- ne düzenıni oluşturması. Oyu- nun 'duıamosu' olan Mert'i oy- nayan Haluk Bilginer, Leven- doğlu'nun oiuşturduğu sahne ortamı içinde, televizyon prog- ramlannda ve dizilerinde ya- rattığı çeşitli kişiliklere ben- zemeyen bir yorumla çıkıyor karşımıza; acınası gülünçlüğü içinde, tutkunu olduğu tüm ya- pay koşullara karşın yine de in- >an' olduğunu duyuran Mert'le bütünleşiyor. Olağan üstü çevre tasanmı Bu olağanüstü titiz yapımın gerçekleşmesinde en büyük katkılardan biri de Duygu Sağı- roğiu'nun olağanüstü çevre ta- sanmından geliyor. Durmadan değişen dekordaki tıtiz aynntı gözetmesi, şaşırtıcı. En çarpıa olan da her gün fırlatıp atüğı- mız sanayi ürünlerinden artma plastik ambalaj malzemesiyle oluşturduğu pano. Uzaktan bakinca rengarenk bir çiçek bahçesi, yakından bakılınca çağdaş dünyanın yarattığı çevre kiriib'ğinin vurucu bir simgesı... Yapımın en çarpıcı özelh'klenn- den biri de gıysilerdeki özen ve aynntı. Oyuncular, her gıysi de- ğiştirişlerinde, çoraplannı da değiştiriyorlar. "Derin Bir Soluk Al", profes- yonel tiyatroculuğun ve 'seyir- ciye saygı'nın Türkiye'de çok sık rastlanmayan bir örneğini sunuyor. Kaçırmayın. Oyungibişanatyapanbiriydi CANAN BEYKAL "1917 yıiında Girit'te doğmuşru Şadi Çalık. Adının başındaki Mehmet eklentisini uzun ydlar öğrenememiştik. Kimse bu adı kullanmaz, Şadi Çalık olarak büinirdi. İzmir'de 24 Aralık 1979'da yitiverdi... Artık Akademi'nin Resim Bölûmü'- udeki atölyelerden birinin kapısı hızla açılıp, ince bir sesin "Söyleyın bakalım Nicoforas Fokas kimdir?' diye seslenişini duyamayacağız." 20 Aralık 198Ö'de Şadi Çalık'ın ölümünün bınnci yıiında onu anmak üzere bir gazete yazısına böyle başlamışım. Aksanat'taki retrospektif sergisinin açılışma gitmeden önce yeniden oku- duğum bu yazıyı bugün hayli duygu yüklü bul- dum. Sergisim yalnız ve sessiz bicimde gezebil- mek için, 5 ekim günü açılıştan iki saat önce ga- leriye ghtiğımde yitirdiğimiz değerleri anmanın bana hala hüzün verdiğini gördüm. Çünkü Şadi Çalık üe ilgıli akiıma gelen herşey hep iyi, güzel ve espri dolu şeylerdi. Şergideki bazı görüntüler geçmişin acı günle- rinin anımsanmasma bugün bile soğukkanlılı- kla set çekebilmemizi engelliyordu. Ancak yüzümdeki gülümsemenin nedeni, Şadi Çalık'ın Akademi'nin bir resrnı atölyesi kapısıru hızlı hızlı çalıp açarak içeri doğru "Söyleyin bakalım, 'Nicoforas Fokas kimdir?" diye bir bilmeceyi seslenişini de anımsamamdı. Sonra hep birlikte "kinı yahu bn Fokas" diye düşünüp durur, hatta işi gücü bırakıp sorup soruşturmaya koşuştu- rurduk. Bir şaka gibi söylenmiş adın. sonradan Bizanslı bir komutan olduğu anhşıhrdı. Homo Ludik denilen insanlardan biriydi Şadi Çalık Oyun gibi sanat yapan bin... Aksanat'taki sergjsi Şadi Çalık'ın elde bulu- nan ve müzede korunan bazı işleriyle ve son dö- nemlerinde, yeniden başlangıçtaki resim sev- dasıyla gınştiğı çahşmalanru kapsıyor. Kuşku- suz bu sergı Çahk'ı tanıtabilmek için yeterli de- ğil. Çünkü düşgücü bu denü zengin bir sa- natçının üretiminin sayısal değerleri düşgücü zenginliğiyle orantıh değildir. Yine de her bir yapıunda boyutlan hayli geniş espri duyarhğını görmemek oİası değil. Yenilik yanlısı, araştına ve duyarh bir Homo Ludik sürekli keşfetmeye koşullanmıştır, dikkatini yoğunlaştırdığı her şeyde Şadi Çalık en ilginç noktanın aj-aştınhp sunulmasından yanadır. Tıpkı Bizans tarihiyle ilgili bir kitapta Nicoforas Fokas'm adına odak- landığı gibi. Şadi Çalık kurallardan, kabplardan, sıkılmanın ötesinde bunaldığını belırtirdi. Onu yeni ve ilginç şeyler ilgjlendirirdi. Yapıtlannın en önemü yanı buluş ve espriydi. Sonrası gerçek- leştirmeye kalıyordu ki, bu, işin en sıkıcı evresiy- di. Yaşamı boyunca pek çok anıt yaptı ama anıt yapmaktan hoşlanmadığını söylerdi; bu nedenle de yapmayı düşlediği pek çok anıtı da çizer hatta sadece anlatmakla yetinir ve "tşte böyle bir şey ohnalı" der ve düşünde bitirirdi. Bir keresinde Atatürk' ün bütün devrimleri, savaşlan, kişiliği ve bu arada Türkiye Cumhu- riyeti'nin tarihini de içeren konulu anıtlarla ilgili olarak "Böyle bir şeyi hiçbir heykelbraş- yapamaz. En iyisi Atatürk heykelinin içine yerleş- 'tirfecekbir teyp tarafından bütün bunlann seskn- dirümesidir" demişti. Şaka gibi söylenmiş bu sözlerin bugün çağdaş sanatta ses, ışık, görüntü eşlemesiyle gerçekleştirilmiş yapıtlar düşünüle- cek olursa hiç de yabana atılacak düşünceler ol- madığı görülür. Şadi Çalık'uı gerçekte her Ueri sürdüğü dü- şünce, sanatta yeni bir şeylerin yaratılacağmın ön habercisi gjbidir, ancak Çalık, hiçbir yeni dü- şüncesinin üzerinde ısrarla durmamış, gerekli il- Siren Çalık Büsrü/Bronz. Heykel/Paslanmaz Çelik. giyı görmediğinden belki de, başka yeni bir dü- şüncenin peşinden gitmiştir. Ömeğin onun 1957 yıiında ince bir tel çubuğu sergilediğinde ve buna "Minimumiznı" adını verdiğinde, heykele ses katmayı düşündüğünde bütün bu yeni, öncü düşünceler tek bir yapıtla sınırh kalmışür. Şadi Çalık bir buluş adamıdır. Giritli Domeniko Teotokopulos adındaki El Greco gibi, çağdaşlan arasında son derece farkh bir kirnlik, kışilik oluşturabilmiş bir sanatçıdır. Acaba gerçekten Kazancakis ın yazdığı gibi ortak bir Giritli tipi, karakteri, kişiliği varmıdır? Varsa eğer El Greco, Kazancakis ve Şadi Çalık ve daha başka Giritliler birbirlerine benziyorlar, sonunda hepsi Girit'in havasına. suyuna, rüzga- nna, dağına, doğasına benziyor, sonunda Akde- niz'e benziyorlar. Sergisı nedeniyle gerçekleştirilmiş katalog içinde dostlannın. hakkında yazdıklannı okur- ken; onun belleklerde iz bırakan, geçtiğinde dik- katlen üzerinde yoğunlaşüran dış görünüşünün ilginçliğinden söz etmeden geçemediklenni gör- düm. Bu son derece ilginç dış görüntünün bir o ka- dar ilginç kişiliği (sergide de görüldüğü gibi), dö- nemine göre hayb' ilginç yapıtlara imzasını atmışür. Ancak bunlann beuru bir tarih dizini içinde sıralanmasıyla Çabk'ın çizgı, kütle, yüzey ve boşluk gibi plastik elemanlan ne zaman ve hangj gerekçelerle heykebnin hızmeUne çağırdığı saptanabibr, yapıtlar arasında ılişküer kurulabilir. 1976 yıiında Adnan Çoker Şadi Çabk'tan biraz da zorla anıtlannın ve önemli yapıtlannın tanhlendirmesini istemişti. Çabk; 1942 yıiında Asaf Çelebi büstünden başlayarak 1973 Galatasaray Anıtı'na kadarki çabşma- lannı çizerek tarihlendirmişti. Bu çızirnin oriji- nabnden alınmış bendeki fotoğrafinı inceledı- ğimde Çabk'ın bütün farkh buluşlanna karşın temel meselesinin geleneksel kütle heykeltra- şının tavnna karşı gelen, kütleyi çızgjye ve yüze- ye ingirgemek isteğıdir. 1957 yıbndaki "Minimumizm" adlı tek çizgib' demir heykelinden itibaren. 1966 ve I968'de Orta Doğu Teknik Üni\ersitesi için yaptığı iki farkb gibi görünen heykellennin biri kütlesel. di- ğeri çizgisel ve yüzeysel aynı esprinin farkb uy- gulaması olduğunu görüyorum. Bu düşünce kendi yapıtlannı tarihledığı grafik içindeki çi- zimde öylesine belirgindir ki, ortada birleşen ve tabana ve tavana doğru üçgen biçiminde açılan form. ister kütlesel, ıster yüzeyse] olsun bir buJu- şun iki ayn malzeme ve iki ayn uygulayışı gjbi- dir. Şadi Çabk her ne kadar Giritli ve Yunan hey- kellerinin görkeminin, ustaiığının bıbncinde ise de O, Akdeniz'in daha güneyini, Mısır'ın hey- kellerini Yunan'a her zaman tercih ettiğini beb'r- tirdi. Yunan heykeb' ona göre çok gösterişbydi, ama o dingın Mısır heykelinin duru, sade yüzey- lerindeki hafıf dönüşlerine, o hissedilmez ha- rekete şaştığmı söylerdi. Şadi Çalık'ın heykelierinde buna benzer ipuç- lan, hissedilmez bağlan bulmak için uzunca üze- rinde çahşmak gerekir. Yaşarrumn son dönem- lerinde resim yapmaya giriştiğinde Türk resmi- nin neden hep renksiz olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Heykellerinde renk kullanmış bir heykelüraşın, yine de heykeUe resmin temel aynmının renkte yattığını kavramasıyla ilgiii bir soruydu bu. O nedenle de ressamın heykelciye göre bir üs- tünlüğü vardı, o da rengi kullanışıydı. Gerçekte bu sorgulama yirminci yüzyıl heykelinin bir sorunuydu. Heykelsi kütlenin boşlukla bozul- masının -kübizm sonrasında- ardından yüzyılı- mızın ikinci yansı kütleyi ve üç boyutluluğu renkle sorgulamaya başbyordu ama, Şadi Çahk bu sorgulama sonrasında resimde uyguladığı rengi. heykel kütlesini bozmaya koşullanmış bir beynin ürünleri olacak heykellerine uygulaya- madan aramızdan aynldı. O dönem heykel sa- natçısının, önünde anıt yapmaktan başkaca bir seçenek bulunmayan heykelanin araştırmaya. sorgulamaya ve denemeye hayatının ne kadar az zamanının aynldığını düşündüğümüzde, heykel sanatımızın da bugüne kadar ki sorunla- nnı düşünmemiz gerekecektir. ODAKNOKTASI AHMET CEMAL Magellan'ı Okurken.. . Yıllar önce, şimdi artık hayatta olmayan bir dostum "Usta ellerden çıkma biyografileri hep oku" demişti, "çünkü tarih, en iyı bıyografilerden öğrenilebilir." Son günlerde Stefan Zweig'ın 'Magellan' biyografisi- ni okumaya başlayınca, yıllar önce verilmiş bu öğüdün değerini bir kez daha -ve kimbilir kaçıncı kez.'- anladım. 'Geleneksel' tarih kitaplarını okurken, insanın olayların arasında bunalması, kimi zaman da gerekli neden- sonuç bağlantılarmın kurulamamış olmasından ötürü, anlatılanın neden anlatıldığı sorusuna doyurucu yanıt bulamaması olasılığı hep vardır. Oysa özellikle psikoloji bilgisi güçlü bir yazarın elinden çıkma bir biyografi, 'ya- şanmış o/an'ı yine bir zamanlar 'yaşamış' birini odak noktası seçerek irdelediğinden, geçmiş karşımızda ço- ğu kez kaçınılmaz küf kokularıyla değil, ama tiyatro sah- nesinin canlılığıyla somutlaşır. Tarihi yaratanlarm bilin- mez güçler değil, fakat insanlar olduğu gerçeği, biyog- rafilerde çok daha açık biçimde vurgulanır. Biyografi her ne kadar bellı bir 'kişinin'yaşamını çıkış noktası alan bir tür ise de yalnızca irdelenen kişinin ya- şamının bilinmesi, bu bağlamda yeterli değildir. Biyog- rafiyı tarih açısından asıl önemli kılan öğe, ele alınan ki- şilerın yaşadıkları dönemin bütünü içersinde gereken yere oturtulabilmeleridir. Bu başarılabildiği takdirde, belli bir yaşama ilişkin bilgilerin yetersizliği durumunda bile ortaya gerçekçi bir portre çıkabilir Bunun klasik ör- neklermden biri, dünya biyografi edebiyatının en büyük ustalarından sayılan Alman yazarı Emll Ludvvig'in 'Kle- opatra' adlı çalışmasıdır. Yer yer roman kurgusuyla kay- naşan bu çalışma, Kleopatra gibi yaşamında yalntzca bazı önemli olayların -onlar da Roma ve Mısır tarihle- rınin dönüm noktasını oluşturduğu için- bilindiği, buna karşılık çok sayıda ayrıntının binlerce yılın örtüsünün al- tında kaldığı bir kişinin ele almmamasına karşın döne- min tarihsel koşulları, örneğin Roma Imparatorluğu'nun ve Mısır'ın siyasal yapılan çok iyi incelendiğı için, Mısır kraliçesinin kişiliği aracılığıyla önümüze dünya tarihinm çok onemlı bir sayfasını gerçekçi bir tutumla koyabil- mektedir Böyle bir örgü içersinde Kleopatra'nın yaşa- mının bilinmeyen yönleri bir eksiklik olmaktan çıkıp, olası yorumlara zemin hazırlayan bir kaynağa da dönü- şebilmektedir. Zweig'ın 'Magellan'i, bilinmeyen ayrıntıları bilinen ko- şullarla dengeleme bağlamında bir başka örnektir. 15. yüzyılda yaşayan bu Portekizli denizcinin özel yaşamı konusundaki bilgi dağarcığının da pek zengin olduğu söylenemez. Gelgelelim Zweig, bunun bilincinde olarak kendisine daha başlangıçta çok sağlam bir çıkış noktası seçer. Magellan biyografisinin ilk satırı, Tevrat'm "Baş- langıçta söz vardı" cümlesine atfen, "Başlangıçta baha- rat vardı"cümlesiyle başlar. Bu kısacıkcümle, bütün bir dönemin çok temel bir gerçeğinin özetı niteliğindedir. Ortaçağ Avrupası'nın mutfağındaçeşitvetadeksikliğini dengeleyen, tıp alanında da çok önemli ilaçların ham- maddesini oluşturan baharat, Doğu ülkelerinden özel- likle de Hindistan'dan getirildiği için, o dönemde nere- deyse bir para birimi sayılacak kadar değerli bir meta- dır. Ünlü Haçlı Seferleri'nin din kisvesine sarınmış asıl nedeninin de bu metaya ulaşmak olduğunu belirten Zweig, 'Magellan' biyografisinin ilk bölümünü bütünüy- le Hindistan'a denizden ulaşmanın o dönemin Avrupalı- sı için neden onca önem taşımış olduğunun açıklanma- sına ayırır. Bu açıklama bağlamında verilen bilgiler, in- sanlık tarihinde her büyük serüvenin temelinde çoğu kez o serüvenin kendine özgü kahramanlık atmosferiyle bağdaştırılması, güç-yarar düşüncelerinin yattığını ser- gilemeleri açısından çok ilgınçtir. Yukardaki örnekler göz önünde tutulduğunda ortaya çıkan gerçek. görünüşte bir edebiyat türü olan, çoğu kez ortaya bir denemenin kalıbında çıkan biyografinin ger- çekte tam anlamıyla bilimsel bir çabanın yazma eyle- miyle evliliğinden doğabildiğidir. Biyografiyi bütünüyle kurmaca ürünü, yalnızca tarihi kişileri ve olayları konu alır gibi gözüktüğü için tarihle ilintili kılınmış, sıradan ta- rihi romanlardan ayıran öğe de hiç kuşkusuz böyle bir evliliğin ürünü olmasıdır. Daha geniş bir bakış açısından yaklaşıldığında, biyog- rafinin bir başka önemi de tarihe yönelik ve bütünüyle kendine özgü bir 'görme biçimi' özelliğini taşımasıdır. Bu görme biçimi, yorumsuz ele alınması zaten düşünü- lemeyecek olan geçmişin hep yeni yorumlara konu kılı- nabilmesi olanağını içerdiği için, üretken diye nitelendi- rebileceğimiz bir yöntemle de eşanlamlıdır. Günümüzde dünya biyografi edebiyatının nice başya- pıtı hâlâ dilimize kazandırılabilmiş değildir. Bu eksikli- ğin giderilmesi, ilerde kendi tarihimiz bağlamında da yukarda sözü edilen 'görme biçimi'rim geçerlik kazana- bilmesi bakımından onsuz olunamaz bir koşuldur. Nobel Edebiyat Odülü bugün açıklanacak GÜRHAN L'ÇKAN STOCKHOLM - Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü. bugün Türkiye saatıyla I4.00'te İsveç Akademisi'nin geleneksel salo- nunda, daımi genel sekreter Strue Allen tarafından açıkla- nacak. Her yıl olduğu gibi bu yıl da tahmınler ve beklentiler çokçeşitb. En büyük favori, Belçikab yazar Hugo Claus. Flemenkce yazan Hugo Claus'un bir oyu- nu şu sıralar Stockholm'deki Dram Tiyatrosu'nda sahneye konmak üzere. Genellikle böyle bir rastlantı, Nobel'i alma konusunda önemli bir beb'rti olarak yorumlanır. Öte yandan 1994 yılı ödülü- nün ikıncı önemb adayı ise, İs- veç'in kendi ozanı Tomas Tranströmmer. Bir zamanlar İsveçli yazar- lara ve ülkenin komşulanna sık olarak ödül vermekle suç- lanan İsveç Akademisi, uzun süredir uzak ülkelere eğilerek bu tür eleştirileri yatıştırdı. Gerek kara tenlilere, gerekse kadınlara ödül vermeme ko- nusundaki geleneğini de son bırkaç yılda terketti. Bu yıl ge- nel kanı, ödülün Avrupa'da kalacağı yönünde. Nobel Edebiyat Ödülü'nün adaylan olarak kabul edilen -resmen acıklanan aday yok çünkü- adlardan bazılan şun- lar: Hollandab Cees Nootebo- om, Japon Kenzaburo Oe. Ar- navut Ismail Kadare. Fransız yazarlar Julien Gracq ve Nat- halie Sarraute, Polonyab Wis- lawa Szymborska. Alman Pe- ter Hanke. Yine de Akademi, hiç umulmadık bır yazan seçe- rek de bir kez daha sürpnz ya- pabibr. Kültür çevrelerinde böyle bir durumda akla gelen adlar arasında Aziz Nesin ve Salman Rüşdü de var. Ne var ki. Sabnan Rüşdü konusunda fırtınalar yaşamış olan Akade- mi'nin bu adlar üzerinde an- laşmaya varabilmiş olma olasılığı oldukça az. Bakırköy'de yeni bir sanat atölyesi • KültürSenisi - Bakırköy'de "Mask-kara" adb bir sanat atölyesi açıldı. Tiyatro müzik,resim. fotoğraf çabşmalannın yapılacağı^tölyeninkadrosuşuisimlerdenoluşuyor: Sanat yönetmeni Cengiz Çakıcı. genel koordinatör Nazif Uslu, tiyatro yönetmeni Gökhan Bulut, sanat atölyesi m üdürü Gülşah Kıray Bulut. Atölyeden yapılan açıklamada '•Hedefımiz, bu sahnede sinemasal olanaklar var sayılarak reji tasanmlan gecerli olan değil, gereklilik yasası sanatsal anarşızmin yıkıcüığında toz duman altında kabnan bır sahnede keyifçayının içildiği bir sanat tiyatrosu yaratmak" deniyor. (570 54 50).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle