Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 EKİM1994 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
Tiyatro Stüdyosu, 'Derin Bir Soluk AF adlı oyunu 16 ekime dek Kadıköy'de sahneliyor
etenek bulıışuyorAYŞEGÜLYÜKSEL
Tiyatro bilgisi; yetenek, sah-
nede sistemli çalışma alışkanlı-
ğı, dramaturjide titizlik, yapı-
mın her anında yansıyan bilinç-
li bir özen... Tiyatro Stüdyosu,
kuruJduğundan bu yana, ger-
çek anlamda tiyatroculuğun
seçkin örneklerini sunuyor. Bir-
kaç yıl önce üç ünlü sanatçının
Ahmet Levendoğlu, Haluk Bü-
giner ve Zuhal Okay'ın sundu-
ğu "Aldatma" ıle Harold Piırter
tiyatrosunun Türkıye'dekj en
niteîikli örneğini veren toplu-
luk, "Kan Kardeşler" müzika-
lınden sonra geçen yıl İngiliz
komedyen Ben EKon'nın ilk
oyunu 'Derin Bir Soluk Al'ı
sahneledı. İki yüdır İstanbul'da
ve Türkiye'nin çeşitü kentlerin-
de sergilenen yapım, Kadıköy
Halk Eğitiın Merkezi'nde
12-16 ekım tarihlen arasında
son kez sunuluyor.
Bir *kara güldürii'
Ben Elton, esprili söyleşime
dayalı İngiliz gülmecesinin ü-
pik bir örneğini sunduğu bu
'kara gûJdûrü'sünde, kapıtalist
ekonomınin çarklannı döndü-
ren olgulan irdelerken iş dün-
yası'nın İskoüV tiplerinin de
karikatürünü çiziyor. Temel
hedefi tükeü'cinin cebindeki pa-
rayı çekmek olan, 'köşe dönme-
a1
bir ekonomik sistem içinde
teknotojik harikalar' yaratma
çabası... Yenı yetme işadamla-
nnın 'patron'lannın gözünde
ilk sıraya geçmek için yanşma-
Ian... 'Çevre kirienmesi'ne çö-
zûm olarak sunulurken 'çevre'
için ne büyük bir tehlike oluştu-
racağı gözardı edilcn İıarika
buiuş'u, 'medya canavan'nın
müthiş 'reklaın kampama'lan
üe tüketiciye yutturma taktikle-
ri... Kazanç. başanlı olma, baş-
kalanna fark atma' adına, bı-
b'nçsızce. duyarsızca yapılan gi-
rişimler...
Elton, 'girişiınci' işadamüğı-
nın yaman bir parodisıru yaptı-
ğı oyunda; yapay bir dünyada,
yapay değerler peşinde, yapay
bir yaşam biçimıne tutkun ve
tutsak insanlann 'düş'lennı ve
'düş'ün 'karabasan'a dönüşü-
nü, ince gülmeceden farsa uza-
nan çok boyutlu bir gıildürü
anla\ışıyla sergıliyor. Hızlı
oyunculuğa. yüksek tempoya
dayalı. yaman bir tiyatrocu'
metnı oluşturuyor.
Ahmet Levendoğlu. oyunun
yaptırdığı pek çok çağnşım ne-
denıyle yaptığı çevnyi bir yerli
uyarlamaya dönüştürmüş. Me-
tın bağlarrunda kusursuz bir çe-
vıri-uyarlama. Ancak. sahnede
ortaya konan oyunculuk biçemı
'alaturkalık'tan bütünüyle
uzak olduğu için. uyarlama bel-
ki de gereksiz. Nasıl bir oyun-
MS erinBır
Soluk Al',
profesyonel
tiyatroculuğun ve
'seyirciye saygı'nın
Türkiye'deçoksık
rastlanmayan bir
örneğini sunuyor.
Kaçırmayın.
culuk? 'Patron'u oynayan Ah-
met Levendoğlu ve 'genç işa-
dann'nı canlandıran HaJuk BiJ-
giner, İngıltere'de eğıtim gör-
dükleri için, oyunun gerektirdi-
ği İngiliz oyunculuk biçemini
büyük bir ustalıkla sunuyorlar.
Aşın tpnlamalara, aşın hareket
komığine yüz vermeyen, ko-
nuşma (söyleşim) dilini yüksek
bir tempoda, nüanslan gözete-
rek sürdüren, hareket komığine
neredeyse koreografık bir dü-
zen içinde Incelik' ve 'espri' ka-
tan, yoğun tiyatro tadı sunan
bir biçem bu.
Diğer rollerde izlediğimiz
Cüneyt Uzunlar ve Nilüfer Açı-
kalın da aynı biçemi tutturan
bir oyunculuk çizgisini yakab-
yorlar. Ahmet Levendoğlu'nun
oyundaki üçüncü büyük başa-
nsı da bu biçemı en yetkin bi-
çimde gerçekleşürecek bir sah-
ne düzenıni oluşturması. Oyu-
nun 'duıamosu' olan Mert'i oy-
nayan Haluk Bilginer, Leven-
doğlu'nun oiuşturduğu sahne
ortamı içinde, televizyon prog-
ramlannda ve dizilerinde ya-
rattığı çeşitli kişiliklere ben-
zemeyen bir yorumla çıkıyor
karşımıza; acınası gülünçlüğü
içinde, tutkunu olduğu tüm ya-
pay koşullara karşın yine de in-
>an' olduğunu duyuran Mert'le
bütünleşiyor.
Olağan üstü çevre tasanmı
Bu olağanüstü titiz yapımın
gerçekleşmesinde en büyük
katkılardan biri de Duygu Sağı-
roğiu'nun olağanüstü çevre ta-
sanmından geliyor. Durmadan
değişen dekordaki tıtiz aynntı
gözetmesi, şaşırtıcı. En çarpıa
olan da her gün fırlatıp atüğı-
mız sanayi ürünlerinden artma
plastik ambalaj malzemesiyle
oluşturduğu pano. Uzaktan
bakinca rengarenk bir çiçek
bahçesi, yakından bakılınca
çağdaş dünyanın yarattığı çevre
kiriib'ğinin vurucu bir simgesı...
Yapımın en çarpıcı özelh'klenn-
den biri de gıysilerdeki özen ve
aynntı. Oyuncular, her gıysi de-
ğiştirişlerinde, çoraplannı da
değiştiriyorlar.
"Derin Bir Soluk Al", profes-
yonel tiyatroculuğun ve 'seyir-
ciye saygı'nın Türkiye'de çok
sık rastlanmayan bir örneğini
sunuyor. Kaçırmayın.
Oyungibişanatyapanbiriydi
CANAN BEYKAL
"1917 yıiında Girit'te doğmuşru Şadi Çalık.
Adının başındaki Mehmet eklentisini uzun ydlar
öğrenememiştik. Kimse bu adı kullanmaz, Şadi
Çalık olarak büinirdi. İzmir'de 24 Aralık 1979'da
yitiverdi... Artık Akademi'nin Resim Bölûmü'-
udeki atölyelerden birinin kapısı hızla açılıp, ince
bir sesin "Söyleyın bakalım Nicoforas Fokas
kimdir?' diye seslenişini duyamayacağız." 20
Aralık 198Ö'de Şadi Çalık'ın ölümünün bınnci
yıiında onu anmak üzere bir gazete yazısına
böyle başlamışım. Aksanat'taki retrospektif
sergisinin açılışma gitmeden önce yeniden oku-
duğum bu yazıyı bugün hayli duygu yüklü bul-
dum. Sergisim yalnız ve sessiz bicimde gezebil-
mek için, 5 ekim günü açılıştan iki saat önce ga-
leriye ghtiğımde yitirdiğimiz değerleri anmanın
bana hala hüzün verdiğini gördüm. Çünkü Şadi
Çalık üe ilgıli akiıma gelen herşey hep iyi, güzel
ve espri dolu şeylerdi.
Şergideki bazı görüntüler geçmişin acı günle-
rinin anımsanmasma bugün bile soğukkanlılı-
kla set çekebilmemizi engelliyordu. Ancak
yüzümdeki gülümsemenin nedeni, Şadi Çalık'ın
Akademi'nin bir resrnı atölyesi kapısıru hızlı
hızlı çalıp açarak içeri doğru "Söyleyin bakalım,
'Nicoforas Fokas kimdir?" diye bir bilmeceyi
seslenişini de anımsamamdı. Sonra hep birlikte
"kinı yahu bn Fokas" diye düşünüp durur, hatta
işi gücü bırakıp sorup soruşturmaya koşuştu-
rurduk. Bir şaka gibi söylenmiş adın. sonradan
Bizanslı bir komutan olduğu anhşıhrdı. Homo
Ludik denilen insanlardan biriydi Şadi Çalık
Oyun gibi sanat yapan bin...
Aksanat'taki sergjsi Şadi Çalık'ın elde bulu-
nan ve müzede korunan bazı işleriyle ve son dö-
nemlerinde, yeniden başlangıçtaki resim sev-
dasıyla gınştiğı çahşmalanru kapsıyor. Kuşku-
suz bu sergı Çahk'ı tanıtabilmek için yeterli de-
ğil. Çünkü düşgücü bu denü zengin bir sa-
natçının üretiminin sayısal değerleri düşgücü
zenginliğiyle orantıh değildir. Yine de her bir
yapıunda boyutlan hayli geniş espri duyarhğını
görmemek oİası değil. Yenilik yanlısı, araştına
ve duyarh bir Homo Ludik sürekli keşfetmeye
koşullanmıştır, dikkatini yoğunlaştırdığı her
şeyde Şadi Çalık en ilginç noktanın aj-aştınhp
sunulmasından yanadır. Tıpkı Bizans tarihiyle
ilgili bir kitapta Nicoforas Fokas'm adına odak-
landığı gibi.
Şadi Çalık kurallardan, kabplardan,
sıkılmanın ötesinde bunaldığını belırtirdi. Onu
yeni ve ilginç şeyler ilgjlendirirdi. Yapıtlannın en
önemü yanı buluş ve espriydi. Sonrası gerçek-
leştirmeye kalıyordu ki, bu, işin en sıkıcı evresiy-
di. Yaşamı boyunca pek çok anıt yaptı ama anıt
yapmaktan hoşlanmadığını söylerdi; bu nedenle
de yapmayı düşlediği pek çok anıtı da çizer hatta
sadece anlatmakla yetinir ve "tşte böyle bir şey
ohnalı" der ve düşünde bitirirdi.
Bir keresinde Atatürk' ün bütün devrimleri,
savaşlan, kişiliği ve bu arada Türkiye Cumhu-
riyeti'nin tarihini de içeren konulu anıtlarla ilgili
olarak "Böyle bir şeyi hiçbir heykelbraş-
yapamaz. En iyisi Atatürk heykelinin içine yerleş-
'tirfecekbir teyp tarafından bütün bunlann seskn-
dirümesidir" demişti. Şaka gibi söylenmiş bu
sözlerin bugün çağdaş sanatta ses, ışık, görüntü
eşlemesiyle gerçekleştirilmiş yapıtlar düşünüle-
cek olursa hiç de yabana atılacak düşünceler ol-
madığı görülür.
Şadi Çalık'uı gerçekte her Ueri sürdüğü dü-
şünce, sanatta yeni bir şeylerin yaratılacağmın
ön habercisi gjbidir, ancak Çalık, hiçbir yeni dü-
şüncesinin üzerinde ısrarla durmamış, gerekli il-
Siren Çalık Büsrü/Bronz. Heykel/Paslanmaz Çelik.
giyı görmediğinden belki de, başka yeni bir dü-
şüncenin peşinden gitmiştir.
Ömeğin onun 1957 yıiında ince bir tel çubuğu
sergilediğinde ve buna "Minimumiznı" adını
verdiğinde, heykele ses katmayı düşündüğünde
bütün bu yeni, öncü düşünceler tek bir yapıtla
sınırh kalmışür. Şadi Çalık bir buluş adamıdır.
Giritli Domeniko Teotokopulos adındaki El
Greco gibi, çağdaşlan arasında son derece farkh
bir kirnlik, kışilik oluşturabilmiş bir sanatçıdır.
Acaba gerçekten Kazancakis ın yazdığı gibi
ortak bir Giritli tipi, karakteri, kişiliği varmıdır?
Varsa eğer El Greco, Kazancakis ve Şadi Çalık
ve daha başka Giritliler birbirlerine benziyorlar,
sonunda hepsi Girit'in havasına. suyuna, rüzga-
nna, dağına, doğasına benziyor, sonunda Akde-
niz'e benziyorlar.
Sergisı nedeniyle gerçekleştirilmiş katalog
içinde dostlannın. hakkında yazdıklannı okur-
ken; onun belleklerde iz bırakan, geçtiğinde dik-
katlen üzerinde yoğunlaşüran dış görünüşünün
ilginçliğinden söz etmeden geçemediklenni gör-
düm.
Bu son derece ilginç dış görüntünün bir o ka-
dar ilginç kişiliği (sergide de görüldüğü gibi), dö-
nemine göre hayb' ilginç yapıtlara imzasını
atmışür. Ancak bunlann beuru bir tarih dizini
içinde sıralanmasıyla Çabk'ın çizgı, kütle, yüzey
ve boşluk gibi plastik elemanlan ne zaman ve
hangj gerekçelerle heykebnin hızmeUne
çağırdığı saptanabibr, yapıtlar arasında ılişküer
kurulabilir. 1976 yıiında Adnan Çoker Şadi
Çabk'tan biraz da zorla anıtlannın ve önemli
yapıtlannın tanhlendirmesini istemişti. Çabk;
1942 yıiında Asaf Çelebi büstünden başlayarak
1973 Galatasaray Anıtı'na kadarki çabşma-
lannı çizerek tarihlendirmişti. Bu çızirnin oriji-
nabnden alınmış bendeki fotoğrafinı inceledı-
ğimde Çabk'ın bütün farkh buluşlanna karşın
temel meselesinin geleneksel kütle heykeltra-
şının tavnna karşı gelen, kütleyi çızgjye ve yüze-
ye ingirgemek isteğıdir.
1957 yıbndaki "Minimumizm" adlı tek çizgib'
demir heykelinden itibaren. 1966 ve I968'de
Orta Doğu Teknik Üni\ersitesi için yaptığı iki
farkb gibi görünen heykellennin biri kütlesel. di-
ğeri çizgisel ve yüzeysel aynı esprinin farkb uy-
gulaması olduğunu görüyorum. Bu düşünce
kendi yapıtlannı tarihledığı grafik içindeki çi-
zimde öylesine belirgindir ki, ortada birleşen ve
tabana ve tavana doğru üçgen biçiminde açılan
form. ister kütlesel, ıster yüzeyse] olsun bir buJu-
şun iki ayn malzeme ve iki ayn uygulayışı gjbi-
dir.
Şadi Çabk her ne kadar Giritli ve Yunan hey-
kellerinin görkeminin, ustaiığının bıbncinde ise
de O, Akdeniz'in daha güneyini, Mısır'ın hey-
kellerini Yunan'a her zaman tercih ettiğini beb'r-
tirdi. Yunan heykeb' ona göre çok gösterişbydi,
ama o dingın Mısır heykelinin duru, sade yüzey-
lerindeki hafıf dönüşlerine, o hissedilmez ha-
rekete şaştığmı söylerdi.
Şadi Çalık'ın heykelierinde buna benzer ipuç-
lan, hissedilmez bağlan bulmak için uzunca üze-
rinde çahşmak gerekir. Yaşarrumn son dönem-
lerinde resim yapmaya giriştiğinde Türk resmi-
nin neden hep renksiz olduğunu sorgulamaya
başlamıştı. Heykellerinde renk kullanmış bir
heykelüraşın, yine de heykeUe resmin temel
aynmının renkte yattığını kavramasıyla ilgiii bir
soruydu bu.
O nedenle de ressamın heykelciye göre bir üs-
tünlüğü vardı, o da rengi kullanışıydı. Gerçekte
bu sorgulama yirminci yüzyıl heykelinin bir
sorunuydu. Heykelsi kütlenin boşlukla bozul-
masının -kübizm sonrasında- ardından yüzyılı-
mızın ikinci yansı kütleyi ve üç boyutluluğu
renkle sorgulamaya başbyordu ama, Şadi Çahk
bu sorgulama sonrasında resimde uyguladığı
rengi. heykel kütlesini bozmaya koşullanmış bir
beynin ürünleri olacak heykellerine uygulaya-
madan aramızdan aynldı. O dönem heykel sa-
natçısının, önünde anıt yapmaktan başkaca bir
seçenek bulunmayan heykelanin araştırmaya.
sorgulamaya ve denemeye hayatının ne kadar
az zamanının aynldığını düşündüğümüzde,
heykel sanatımızın da bugüne kadar ki sorunla-
nnı düşünmemiz gerekecektir.
ODAKNOKTASI
AHMET CEMAL
Magellan'ı Okurken.. .
Yıllar önce, şimdi artık hayatta olmayan bir dostum
"Usta ellerden çıkma biyografileri hep oku" demişti,
"çünkü tarih, en iyı bıyografilerden öğrenilebilir."
Son günlerde Stefan Zweig'ın 'Magellan' biyografisi-
ni okumaya başlayınca, yıllar önce verilmiş bu öğüdün
değerini bir kez daha -ve kimbilir kaçıncı kez.'- anladım.
'Geleneksel' tarih kitaplarını okurken, insanın olayların
arasında bunalması, kimi zaman da gerekli neden-
sonuç bağlantılarmın kurulamamış olmasından ötürü,
anlatılanın neden anlatıldığı sorusuna doyurucu yanıt
bulamaması olasılığı hep vardır. Oysa özellikle psikoloji
bilgisi güçlü bir yazarın elinden çıkma bir biyografi, 'ya-
şanmış o/an'ı yine bir zamanlar 'yaşamış' birini odak
noktası seçerek irdelediğinden, geçmiş karşımızda ço-
ğu kez kaçınılmaz küf kokularıyla değil, ama tiyatro sah-
nesinin canlılığıyla somutlaşır. Tarihi yaratanlarm bilin-
mez güçler değil, fakat insanlar olduğu gerçeği, biyog-
rafilerde çok daha açık biçimde vurgulanır.
Biyografi her ne kadar bellı bir 'kişinin'yaşamını çıkış
noktası alan bir tür ise de yalnızca irdelenen kişinin ya-
şamının bilinmesi, bu bağlamda yeterli değildir. Biyog-
rafiyı tarih açısından asıl önemli kılan öğe, ele alınan ki-
şilerın yaşadıkları dönemin bütünü içersinde gereken
yere oturtulabilmeleridir. Bu başarılabildiği takdirde,
belli bir yaşama ilişkin bilgilerin yetersizliği durumunda
bile ortaya gerçekçi bir portre çıkabilir Bunun klasik ör-
neklermden biri, dünya biyografi edebiyatının en büyük
ustalarından sayılan Alman yazarı Emll Ludvvig'in 'Kle-
opatra' adlı çalışmasıdır. Yer yer roman kurgusuyla kay-
naşan bu çalışma, Kleopatra gibi yaşamında yalntzca
bazı önemli olayların -onlar da Roma ve Mısır tarihle-
rınin dönüm noktasını oluşturduğu için- bilindiği, buna
karşılık çok sayıda ayrıntının binlerce yılın örtüsünün al-
tında kaldığı bir kişinin ele almmamasına karşın döne-
min tarihsel koşulları, örneğin Roma Imparatorluğu'nun
ve Mısır'ın siyasal yapılan çok iyi incelendiğı için, Mısır
kraliçesinin kişiliği aracılığıyla önümüze dünya tarihinm
çok onemlı bir sayfasını gerçekçi bir tutumla koyabil-
mektedir Böyle bir örgü içersinde Kleopatra'nın yaşa-
mının bilinmeyen yönleri bir eksiklik olmaktan çıkıp,
olası yorumlara zemin hazırlayan bir kaynağa da dönü-
şebilmektedir.
Zweig'ın 'Magellan'i, bilinmeyen ayrıntıları bilinen ko-
şullarla dengeleme bağlamında bir başka örnektir. 15.
yüzyılda yaşayan bu Portekizli denizcinin özel yaşamı
konusundaki bilgi dağarcığının da pek zengin olduğu
söylenemez. Gelgelelim Zweig, bunun bilincinde olarak
kendisine daha başlangıçta çok sağlam bir çıkış noktası
seçer. Magellan biyografisinin ilk satırı, Tevrat'm "Baş-
langıçta söz vardı" cümlesine atfen, "Başlangıçta baha-
rat vardı"cümlesiyle başlar. Bu kısacıkcümle, bütün bir
dönemin çok temel bir gerçeğinin özetı niteliğindedir.
Ortaçağ Avrupası'nın mutfağındaçeşitvetadeksikliğini
dengeleyen, tıp alanında da çok önemli ilaçların ham-
maddesini oluşturan baharat, Doğu ülkelerinden özel-
likle de Hindistan'dan getirildiği için, o dönemde nere-
deyse bir para birimi sayılacak kadar değerli bir meta-
dır. Ünlü Haçlı Seferleri'nin din kisvesine sarınmış asıl
nedeninin de bu metaya ulaşmak olduğunu belirten
Zweig, 'Magellan' biyografisinin ilk bölümünü bütünüy-
le Hindistan'a denizden ulaşmanın o dönemin Avrupalı-
sı için neden onca önem taşımış olduğunun açıklanma-
sına ayırır. Bu açıklama bağlamında verilen bilgiler, in-
sanlık tarihinde her büyük serüvenin temelinde çoğu
kez o serüvenin kendine özgü kahramanlık atmosferiyle
bağdaştırılması, güç-yarar düşüncelerinin yattığını ser-
gilemeleri açısından çok ilgınçtir.
Yukardaki örnekler göz önünde tutulduğunda ortaya
çıkan gerçek. görünüşte bir edebiyat türü olan, çoğu kez
ortaya bir denemenin kalıbında çıkan biyografinin ger-
çekte tam anlamıyla bilimsel bir çabanın yazma eyle-
miyle evliliğinden doğabildiğidir. Biyografiyi bütünüyle
kurmaca ürünü, yalnızca tarihi kişileri ve olayları konu
alır gibi gözüktüğü için tarihle ilintili kılınmış, sıradan ta-
rihi romanlardan ayıran öğe de hiç kuşkusuz böyle bir
evliliğin ürünü olmasıdır.
Daha geniş bir bakış açısından yaklaşıldığında, biyog-
rafinin bir başka önemi de tarihe yönelik ve bütünüyle
kendine özgü bir 'görme biçimi' özelliğini taşımasıdır.
Bu görme biçimi, yorumsuz ele alınması zaten düşünü-
lemeyecek olan geçmişin hep yeni yorumlara konu kılı-
nabilmesi olanağını içerdiği için, üretken diye nitelendi-
rebileceğimiz bir yöntemle de eşanlamlıdır.
Günümüzde dünya biyografi edebiyatının nice başya-
pıtı hâlâ dilimize kazandırılabilmiş değildir. Bu eksikli-
ğin giderilmesi, ilerde kendi tarihimiz bağlamında da
yukarda sözü edilen 'görme biçimi'rim geçerlik kazana-
bilmesi bakımından onsuz olunamaz bir koşuldur.
Nobel Edebiyat Odülü
bugün açıklanacak
GÜRHAN L'ÇKAN
STOCKHOLM - Bu yılın
Nobel Edebiyat Ödülü. bugün
Türkiye saatıyla I4.00'te İsveç
Akademisi'nin geleneksel salo-
nunda, daımi genel sekreter
Strue Allen tarafından açıkla-
nacak. Her yıl olduğu gibi bu
yıl da tahmınler ve beklentiler
çokçeşitb.
En büyük favori, Belçikab
yazar Hugo Claus. Flemenkce
yazan Hugo Claus'un bir oyu-
nu şu sıralar Stockholm'deki
Dram Tiyatrosu'nda sahneye
konmak üzere. Genellikle
böyle bir rastlantı, Nobel'i
alma konusunda önemli bir
beb'rti olarak yorumlanır.
Öte yandan 1994 yılı ödülü-
nün ikıncı önemb adayı ise, İs-
veç'in kendi ozanı Tomas
Tranströmmer.
Bir zamanlar İsveçli yazar-
lara ve ülkenin komşulanna
sık olarak ödül vermekle suç-
lanan İsveç Akademisi, uzun
süredir uzak ülkelere eğilerek
bu tür eleştirileri yatıştırdı.
Gerek kara tenlilere, gerekse
kadınlara ödül vermeme ko-
nusundaki geleneğini de son
bırkaç yılda terketti. Bu yıl ge-
nel kanı, ödülün Avrupa'da
kalacağı yönünde.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün
adaylan olarak kabul edilen
-resmen acıklanan aday yok
çünkü- adlardan bazılan şun-
lar: Hollandab Cees Nootebo-
om, Japon Kenzaburo Oe. Ar-
navut Ismail Kadare. Fransız
yazarlar Julien Gracq ve Nat-
halie Sarraute, Polonyab Wis-
lawa Szymborska. Alman Pe-
ter Hanke. Yine de Akademi,
hiç umulmadık bır yazan seçe-
rek de bir kez daha sürpnz ya-
pabibr. Kültür çevrelerinde
böyle bir durumda akla gelen
adlar arasında Aziz Nesin ve
Salman Rüşdü de var. Ne var
ki. Sabnan Rüşdü konusunda
fırtınalar yaşamış olan Akade-
mi'nin bu adlar üzerinde an-
laşmaya varabilmiş olma
olasılığı oldukça az.
Bakırköy'de yeni bir sanat atölyesi
• KültürSenisi - Bakırköy'de "Mask-kara" adb bir sanat
atölyesi açıldı. Tiyatro müzik,resim. fotoğraf çabşmalannın
yapılacağı^tölyeninkadrosuşuisimlerdenoluşuyor:
Sanat yönetmeni Cengiz Çakıcı. genel koordinatör Nazif
Uslu, tiyatro yönetmeni Gökhan Bulut, sanat atölyesi m
üdürü Gülşah Kıray Bulut. Atölyeden yapılan açıklamada
'•Hedefımiz, bu sahnede sinemasal olanaklar var
sayılarak reji tasanmlan gecerli olan değil, gereklilik yasası
sanatsal anarşızmin yıkıcüığında toz duman altında kabnan
bır sahnede keyifçayının içildiği bir sanat tiyatrosu yaratmak"
deniyor. (570 54 50).