Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23OCAK1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA
KULTUR
GUNDEMDEKIKONU
ONATKLTLAR
Politikacılar, gazeteciler vs.
7
aşam ve sanat usta-
lanmın en büyüklerin-
den biri olan ve düşsel
anlamda yakın dostum
saydığun Luis Bunuel,
sık sık yeniden okudu-
" ğum "Son NefesinT ki-
tabında günluk basından, reklamdan
ve politikacılardan nefret ettiğini ya-
zar. Onunla aynı duygulan pay-
laştığımı söyleyemem. Her şeyden
önce babam, amcam ve başka yakı-
nlanm yaşamlannm belli dönemle-
rinde politikayla uğraşüklan için,
ama daha da fazla ben. öğrencilik yı-
Uanmda politik hareketlere ka-
tıldığım için politika pek öyle nefret
edilecek bir şeymiş gibi gelmez bana.
Reklamdan, en az on beş yıl bu mes-
lekte çahşarak yaşamımı sürdürdü-
ğüm için nefret etmem mümkün de-
ğil. Günlük basfn ise, görüyorsunuz,
şu satırlan yazdığım sırada bile gün-
lük yaşamımın bir parçası. Her gün
en az yedi gazeteyi gözden geçirme-
den güne başlayamayan hasta bir ga-
zete okuru, nasıl nefret edebilir gün-
lük basından?
Ama şu günlerde tıpkı Don Luis gi-
bi, nefret ediyorum üçünden de.
Nedenini açıklayabilmek için, izin
verirseniz birkaç ay geriye ve biraz
uzaklara gitmek istiyorum.
I 'İspanya'yı ortaçağa
tesJim etmeyelim'
1993 yılı haziranının başıydı. Mad-
rid yolculuğum sırasında bir pazar
günü öğleden sonra, başkentin elli
kilometre kuzeyinde. "Derin İspan-
ya'nuı Yüreği" denilen El Escoriel'de
yüzyılhk bir kahvenin taraçasında Fi-
liz ve Göl Isık'la oturuyorduk. Tam
karşımızda, çılgın ve dindar hüküm-
dar 2. Felipe'nin fetih hayalleriyle süs-
lü büyük granit saray bloklan arasın-
dan Franco'nun ve iç savaş şehitleri--
nin anısına dikilmış kocaman haçın
ucu görünüyordu.
Ispanya'yı bu aşağılık despot döne-
minde birkaç kez ziyaret etmiş biri
olarak kocaman haçın ucunu göriin-
ce ürperdim, Franco'nun hayaletini
görmüş gibi.
Tam o sırada Filiz, "Aaa!" dedi.
"Fernando Rey değil mi şu adam?"
Baküm, çok benziyordu. önümüz-
den sakin, uluslararası bir stardan
beklenmeyecek kadar gösterişsiz ge-
çip gitti. Ozellikle Bunuel filmlerin-
den tanıdığım bu büyük aktör hak-
kmda ünlû yöneünenin yargısını hatı-
rladım: "Sevgili dostumdur ama, bir-
çok oyuncu gibi ününün yaygınlı-
ğından hoşlanır, sokakta tamnmaktan,
başların ona çcvrilmesinden hazze-
der..."
Herhalde o değildir dedim içimden.
Çünkü kimseye bakmadan, düşünce-
li yürüyordu.
Ertesi gün. sabahm erken saatlerin-
de, Madrid'in ünlü "Bellas Artes" bi-
nasının alt katındaki kahvede oturur-
ken gene karşılaştım Fernando Rey'-
le. Bu kez, binanın giriş holünde, ken-
disi gibi sanatcı tavırlı bir kalabalığın
icindeydi. Bu kez, arkadaşım Vecdi
Sayar'a sordum: "Bu Femando Rey
mi allahaşkına? Sanki gjzli bir güç iki
gündür beni onunla karşılaştmyor!"
Güldü Vecdi, "Gizli güç falan değil,
seçiınler" dedi. "Biraz sonra Felipe
Gonzales gelecek ve üst kattaki top-
lantı salonunda sanatçdara son beş
ydm hesabını verecek. Gördüğün Fer-
nando Rey. Bûtün ünlü komedyenler,
yazarlar, ressamlar, yönetmenler, dü-
sünürler orada..."
Genel seçimlere birkaç gün vardı.
Gonzales'le toplantıyı sanatçılar iste-
mişti. Bellas Artes'teki o buluşmayı,
İspanyolca bilen arkadaşlanmla so-
nuna kadar izledim. Sanatçılar, düsü-
nürler, o havab, yuppie kılıklı başba-
kanı tepe sersemine çevirdiler. Güttü-
ğü eğitim ve kültür politikasını pa-
ramparça ettiler. Başbakan hepsin-
den özürdiledi. Tüm hatalannı kabul
etti. Yeni bir politika izleyeceğine söz
verdi ve konuşmasını, yalvaran bir
uradan nereye
varacağız. Ortaçağ
öncesinin karanlığma mı,
biriçsavaşınkanlı
bataklığına mı, yoksa tam
birkaosamı?
yoruz. Onlann da böyle bir meraklan
yok!..
Korkanm ki elbirliğiyle ülkeyi "or-
tacağ"a. hatta daha da geri çağlara
teslim edeceğiz.
Şimdi biraz daha geriye gitmek isti-
yorum. Üç yıl önceye, Tahran'a.
Aşağı yukan bu günlerdi. Yani
Büyük yönetmen Joris Ivens'in dul
eşi, "tesettür" amacıyla başına koy-
duğu siyah tüllü hotozuyla son derece
komikti. Şah zamanından kalma bü-
yük ve murassa salona girdik. Görün-
tü şaşırtıcıydı. Salonun bir bölümün-
de kara bÖcekler gibi siyah çarşaflı
kadınlar oturuyordu. öbür sıralarda
çok sayıda siyah ve beyaz sanklı mol-
la görülüyordu. Öbür erkek davetlile-
rin de büyük bölümü sakallı ve kra-
vatsızdı. Oturduk. "Uluslararası Fes-
tival ÖdüJ Töreni" başladı.
Önce karanlık sahnenin gerisinde
büyük bir pano aydınlandı. Uzerinde
sadece Kuran ayetleri görülüyordu.
Sonra sahne önünde yerde bir secca-
de ve üstüne diz çökmüş hafız aydın-
landı. Tecvitli bir sesle Kuran okuma-
ya başladı. Sureler bitince, bu kez
sesle, bir tek nca ile bitirdı:
"Haklısınız. Ama bugün bir tek şey
istiyorum sizden: Çağdaş İspanya'yı
yeniden ortaçağa teslim etmeyin... Bu
konuda tutarlı olalım..."
IBiz politikacılardan
hesap soramıyotıe -"-•
İspanyol aydınlan ve'hfetiu tutarlı
davrandı. Ülkelerini yeniden Fran-
co'culann eline teslim etmedi.
Türkiye'de sanatçılann ne yazık ki
böylesine bir etkinlıği yok yönetim
uzerinde. 37 sanatcı Sıvas'ta göz göre
göre yakılmayı beklerken, 7 saat sü-
reyle bir başbakanı, bir başbakan
yardımcısını, bir içişleri bakanını ha-
rekete geçiremediler. Şimdi seçim ön-
cesinde ise, bazı partilerin "dekoratif"
unsuru, popülarite meraklılannın iki-
yüzlü aleti olmaktan kurtulamıyor-
lar. Kimi "sanatçılann" kendilerini
Atatürk'ten sonrakı en büyük Türk
gibi tanıtan acıklı demeçleri bu gerçe-
ği değiştiremiyor.
Biz pob'tikacılardan hesap soramı-
T-iürl
ürkiye bir
bunahm dönemi yaşıyor.
Irk, din, inanç, bireysel
kimlik konulangda derin
bif bunahm. Heryaştan,
her kesimden her ırk ve
inanç grubundan insan
içinde bu bunalımın.
ocak ayının son günleri. Uluslararası,
Tahran "Fecr" Film Festivali'nin ka-
panış ve ödül töreni akşamı. Tören
salonuna Fransız heyetiyle birlikte
gntik. Fransız sanatçılar biraz kızgın
ve şaşkındı. Kendi elçiliklerinde veri-
len kokteylde. Büyükelçi, mollalan
kızdırmamak için alkollü içki yerine
limonata ve "bebek birasr' denilen al-
kolsüz bira ikram etmişti. "Elçilik bi-
zim toprağonız saydır" diyordu Fran-
sızlar. "Oraya moUaJar ne kanşır?"
sahnenin sağında. bir kürsü önünde
duran sunucuyu gördük. Coşkun bir
Farsça ile, nutuk söyler gibi bir şeyler
söyledi.
Arada "Humeyni" ismi geçtikçe
bütün salon ayağa fırlayıp slogan attı.
Ön sırada oturan bizler, Türkler,
Isviçreliler, Fransızlar, İtalyanlar,
Türkmenler hayretle bakıyorduk.
Sonra sahneye bir molla çıktı. Sunu-
çu onu, "Vezir-i Ferhengi ve frsaad-ı
İslami" olarak tanıttı. Yani Kültür ve
İslami Aydınlatma Bakanı. Molla.
ödülleri vermeye başlaymca hayretle
farkettim: Salondaki çarşaflı kadı-
nlan İran'm Türkan Şoray'lan. Hülya
Koçyiğifleri. Fatma Girik'leri idi.
Sahneye çıkan sanatcı önce sahne ze-
minini öpüyor, sonra erkekse mol-
lanın sakalım öpüyor ve ödülünü alı-
yordu.
Tören böylece devam etti.
Dışan çıktığımızda parlak bir gece-
de derin nefesler aldım. Ortalıkta oto-
matik silahlı "pasdarannar yani "dev-
rim muhafızlan" dolaşıyordu. Uzun
süre yürüdüm ve düşündüm.
Bir "bilim-kurgu" fılmi gibiydi.
Şimdi gene düşünüyorum: Politi-
kaalanmızın, gazetecilerimizin bir-
kaç istisna dışında, bu konulardaki
bakış açısı nedir?
Neyin ne kadar farkındalar?
Günlerdir Fransız basınında. "Fal-
loux Yasası" denilen ve dini okullara
da laik okullar gibi devlet desteği ve-
ren uygulama konusundaki tartışma-
lan izliyorum. Le Monde'un bu konu-
daki özel ekinin B. Frappad tarafın-
dan yazılan başyazısı son derece
uyancı.
"Bozgundaki her topium eski efsa-
neierin canlanmasuıa vol açar" diyor
Frappard, "Şkndiki durumdan (îuyuian
ûzüntü ve gelecek konusundaki belir-
sizlik, bir denge arayışına yol açar. Bir
tür sigorta. Yeniden geçmişe ve geçmi-
şin ilkelerine dönülür. Hiçbir insan
topluhığu -aile, şirket, ulus- kaçamaz
bu genel geçer yasadan. Ama bu kriz
anmuı getirdiği olanakları nasıl kullan-
dıklan öoemlidir. Olumlu bir hareket-
tiliğe de vaniabilir buradan, kısır kim-
lik arayışlarına da..."
IHer kesimden insanm
yaşadıği derin bunahm
Türkiye bir bunahm dönemi yaşı-
yor. Irk, din, inanç, ekonomi. bireysel
kimlik konulannda derin bir buna-
hm. Her yaştan, her kesimden, her ırk
ve inanç grubundan insan içinde bu
bunalımın.
Buradan nereye varacağız?
Ortaçağ öncesinin karanlığma mı,
bir iç savaşın kanlı bataklığına mı
yoksa tam bir kaosa mı?
Ve bunu ciddiyetle kim düşünüyor?
Basmakahp laflann ötesinde, kariyer,
para, şöhret, iktidar heveslerini aşa-
rak, kim?
Politikacılar mı? Bence onlar kendi
aralannda bir kuşdiliyle başka bir şe-
yi konuşuyorlar, anlaşıyorlar. Ama
biz onlan anlamıyoruz.
Basın, TV mensuplan, kamuoyu
oluşturucular mı? Sanmıyorum. Pro-
mosyon savaşlanndan, karşılıkh çir-
kin polemiklerden çıkarabildiğim ka-
danyla onlann da meselesi başka.
Peki kim?
Ne politikacılan seviyorum. ne ga-
zeiedleri ne de şaşkın kitleyi. Sanki
sevgili dostum Bunuel gibi. ölümün
sonsuz sükunetini düşlüyorum. Onun
o güzel kitabını bitirdiği şu cümleler-
le:
"Bir Ozüntüm var Neler olup bittiği-
ni artık bilememek! Sürekli değişen bir
düayadan koparılıp alınmak! Sanki bir
dizinin orta yerinden koparılıp alınır
gibi. öyle sanıyorum ki, hiç değışim
göstermeyen bir düny ada daha az rast-
lanıvordu. Bir itirafım olacak: Kitle
iletişim araçlaruıa duyduğum nefrete
rağmen her on ydda bir, ölüler dünya-
sından uyanabilmeyi, bir gazete bayii-
ne kadar > üriiyebilme>i ve bir-iki gaze-
te almay ı isterdim. Başka bir şey dile-
mezdim. Kolumun altında gazetelerim,
soluk benziınle usulca. duvarlann di-
binden geçer, mezarlığa dönerdim. Ye-
niden uykuya dalmadan önce, dünya-
daki felaket haoerlerini okur, sonra da
mutlu bir şekilde, güven verici sığınağı-
mda veniden uvkuva dalardım."
Kültür Bakanlığı tarafından onanlan salon, yann Bakan Fikri Sağlar tarafından açılıyor
Küçük Sahne'de yeniden tiyatro...
Inanc ve ölüm
Kültür Servisi-Tarih 1 Nisan
1951. Türk tiyatrosu yeni bir
salon kazanıyor: Küçüİc Sahne.
Muhsüı Ertugrul, sahnenin açı-
bşım, Nuri Altmok'un başrol
oynadığı, Steinbeck'in "Farekr
ve tnsanlar"ıyla yapıyor. Ar-
dından kimler gelip gecmiyor ki
busahneden...
Mücap Ofluoğlu, Münir öz-
kul, Erol Günaydın, Suzan Ls-
tan, Zcki Alasya, Metin Akpı-
nar, Cahit Irgat. Kamran Yüce,
Şükran Güngör bir anda akla
gelenler. Donnen Topluluğu.
Gülriz Sururi-Engin Cezzar Ti-
yatrosu, Llvi Uraz Tiyatrosu,
Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyra-
zoğlu Tiyatrosu perde açıyor
yülar boyu. Ve sonunda 1980
yılında Ferhan Şensoy Ortao-
yuncular konuk oluyor Küçük
Sahne'ye 1991 ydına kadar.
Bızım
Tiyatro
'Şeytanistan', Salih
Kalyon Tiyatrosu ise
'Umudunu Yitirme'
adh oyunlarla
perde açacak.
1987 yıbnda Kültür Ba-
kanbğı sahneyi satın alıyor, bir
süre sonra Ortaoyuncular*ı çı-
karmak için dava açıyor ve
1991'de TIYAP'ın da olaya el
koymasıyla Küçük Sahne bo-
şaltılıyor. O gün bugündür boş
duran tiyatroda bugün yeniden
yaşam belirtileri var. Kültür
Bakanbğı'nın onararak yeni-
den izleyiciye sunduğu Küçük
T,
Sahne'nin yeni konuklan. "Bi-
zim Tiyatro"ve Salih Kalyon Ti-
yatrosu.
Yann Küçük Sahne, Kültür
Bakanı Fikri Sağlar tarafından,
bugüne kadar orada oynamış
tüm sanatçılann kaülacağı bir
törenle açılıyor. O gün Beyoğ-
lu'nda orkestra kurulacak. tam
bir şölen yaşanacak. 28 ocak
günü de Bizim Tiyatro. Nazım
Hikmet'in yapıtlanndan Zafer
Diper tarafından oyunlaştınlıp
sahneye taşınan "Şeytanistan"
la. Salih Kalyon Tiyatrosu ise
Kosta Astmakopulos'un "Umu-
dunu Yitinne" adh oyunuyla
perde açıyor.
ürk
tiyatrosunun
dev isimlerinin gelip
geçtiği
KüçükSahne'nin
açılışına, bugüne dek
orada oynamış tüm
sanatçılar katılacak.
Zafer Diper (solda),
bakanlığın salonu bir
özel tiyatroya
vermesini 'müthiş bir
girişim' olarak
nitelendiriyor.
Bir prova öncesinde görüştü-
ğümüz Zafer Diper, yaklaşık
iki yıldır Küçük Sahne'nin pe-
şinde. Ama bir garantisi ol-
madığı için. Bizim Tiyatro, se-
zonu arahk ayında Maçka Ma-
den Fakültesinde açmış. Ba-
kanlığın oluşturduğu danışma
kurulunun başvuran beş özel ti-
yatro arasından bu ikisini seç-
mesiyle de Küçük Sahne'yle
buluşmanın ilk adımı atılmış.
Beyoğlu'nda tiyatro sahnesi
parmakla gösterilirken. bu bu-
luşmayı "çok sevindirici" diye
niteliyor Zafer Diper:
" Kültür Bakanlığı ilk defa bir
salonu onanp bir özel tiyatroya
veriyor. Bu Türk kültür ve sanat
hayatı adına müthiş bir girişim".
Saîonun eksikleri yok mu, mut-
laka var. Ama bunlar zamanla
yola girecek türden.
Kültür Bakanlığı, onanm sı-
rasında salonun orijinal halini
bozmamaya özen göstermiş.
Koltuklar, aynı koltuklar; sah-
ne, Türk tiyatrosunun dev isim-
lerinin gelip geçtiği aynı sahne.
Zafer Diper, kapalı kaldığı süre
içinde izleyicinin Küçük Sah-
ne'yi unuttuğunu söylüyor:
"Sürekli teiefonlar geliyor,
Küçük Sahne neresi diye. Eski-
den"Atlas Sineması Küçük Sah-
ne'nin yanında" dcrken. şimdi
'Küçük Sahne, Atlas pasajında,
sinemanın yanında
1
demek ge-
rekiyor".
Bizim Tiyatro. cuma ve cu-
martesi günleri saat 18.30'da
sahnelenecek Şeytanistan'ın
yani sıra pazar günleri 15.00'te
de sekizinci senesini dolduran
"Yargı" adlı oyunla seyirci kar-
şısına çıkacak.
Yeni sahneye yeni bir oyun
da düşünülüyor elbette. Zafer
Diper, yıllardır kafasında olan
Kafka'nın "Milena'ya Mektup-
lar"mı çok farkh bir yorumla
seyirciyle buluşturmayı tasarlı-
yor.
En kısa zamanda Kafka da
Küçük Sahne'ye konuk olacak
gibi.
MEMET BAYDL R
Ingmar Bergman, kendi filmlerinin ahlaksal yönlerinden
söz ederken kendi ülkesinin, fsveç'in geleneklerine takjhr gö-
zü. "Tüm varlığımız yapabileceğimiz, yapmamıza izin verilen
eylemlerie; yapamayacağımız, yapmamıza izin verilmeyen ey-
lemlerin var olduğumı sürekli anımsamak üzerine kurulmuş-
tur. Bu gerçeklerin önemi ve sürekli birbirleriyle çelişjp çatış-
ması, başmuzı ağntıp dertler yaratması üstüne kurulmuştur
hayatımız." Bergman'a göre Tann, bir şekilde bütün komp-
lekslerimizden, gereksiz gururlanıp böbürlenmemizden, gü-
nahlanmızdan, arzulanmızdan sorumludur ve ademoğlunu
sürekli aptal durumuna indirgeyen de O'dur. Bergman, 1975
yılında yapılmış bir söyleşide şunlan söylemiştir: Din yalnı-
zca iki şeyden söz eder. Sevgi ve kanun. Sorun, herkesin sev-
giyi unutup, bilinçaltında yalnızca kanunu anımsamasından
kaynaklanır. İnançtan kaynaklanan bütün dertler bu unut-
kanhktan ya da anımsanan olgunun eksikliğinden kaynak-
lamyor Bergman'a göre.
Büyük yönetmen, bana göre geride bıraktığımız yüzyıbn
en iyi yazarlanndan biri olan bu insan, yaşlanıp ünlendikçe,
dünvaya, evrene ya da inanca bakışında olumlu anlamda
yıımuşamıştır. Ünlenmeye bakışı hep soğuktur Bergman'ın,
Işineyse büyük bir tutkuyla bağlıdır. Sadık kahnması gere-
ken tek şeyin, insanm işi olduğunu söyler.
Insanlan, çocuklan, kadınlan. evleri, eşyayı, her şeyi seve-
bibrsiniz. Bağlanabilirsiniz de onlara. Yaşamınızda sevdiği-
niz insanlar ve nesneler olmalıdır. Öte yandan bir gün sevdi-
ğiniz şeylerin tümünü terk etmeniz gerekebilir. Onlann tut-
sağı olduğunu anladığı gün, her şeyi bırakabilmelidir insan.
Bergman, söylediklerini yapabileceğini sanatı ve hayatıyla
hep kanıtlamıştır. "Biraz daha gençken, hayatın nasıl olması
gerektiği üstüne hayallerim, düşüncelerim vardı. Oysa şimdi
her şeyi, olduğu gibi göriiyorum. Artık "Neden Tannm' ya da
"Neden Anneciğim" diye sormayı bıraktun. İnsan ya intihar
etmelidir, ya da kabul etmelidir. Ya kendini yok etmeüdir (ro-
mantik olan budur) ya da hayatı kabul etmelidir. Ben artık
kabullenmeyi seçiyorum."
•
Hayatı olduğu gibi kabul et, edemiyorsan öldür kendini
mi demek istiyor Ingmar Bergman? Sanmıyorum. 1946 ile
1982 arasında kendi yazıp yönettiği fıhnlerin sayısı kırk üç.
Bunun dışında birçok oyun yazmış ve Macbeth, Galigula,
Arzu Tranvayı, Üç Kuruşluk Opera, Altı KişJ Yazarmı An-
yor, Şato, Don Juan, Peer Gynt, Martı. Kim Korkar Virginia
VVooirtan?, Hedda Gabler, Kadınlar Okulu, Weyzeck, Oni-
kinci Gece, Üç Kızkardes, Tartuffe, Bir Bebek Evi, Matmazel
Julie, Bir Evlilikten Manzaralar başta olmak üzere yüzden
çok oyun yönetmiş, durmadan yazmış, yaratmış bir sanat
adamı, ne hayatı olduğu gibi kabul edebilir, ne de intihar
edebilir. Kabullenmek ya da intihar gibi kavramlarla oy-
nayarak yeni yaratım alanlan, yeni bih'nç alanlan acabilir
ancak. Daha derin, daha tehlikeli sorular icat edebih'r. So-
runlar çıkanr, içine kapanır. dış dünvaya açılır, yadsır, alay
eder. susar, çığlık atar. ne yaparsa yapar. Ama ne yaparsa
yapsın. hayatı dönüştürmeye (sanata dönüştürmeye) başla-
mıştır yaptığı işle. İntihar ile hayatı olduğu gibi kabul etme-
nin birbirinden fazla uzak durumlar olmadığını düşünüyo-
rum ben. Asıl intihar, hayatı olduğu gibi kabul etmektirgibi-
me geliyor çünkü.
•
Bergman'ın bütün yapıtına kuşbakışı bir dikkatle eğilir-
sek, ölüm düşüncesinin her filmde baş köşeye oturtulduğu-
nu görürüz. Peterz Gowie, I982'de yayımlanan Bergman bi-
yografısinde, Bergman fılmlennde ölüm 'tema'sının öne-
minden çok bahseder. Ölüm ve onunla ilgili bütün simgeler,
Bergman'ın filmlerinde, yaşayanlann hayatı daha istekli ku-
caklamalan ve paylanna düşenden mutlu olmalanm sağla-
mak için kullanıbr. Bu noktada ister istemez bu yazının ba-
şında sözünü ettigımizdinsel soruna dönüyoruz. Bergman'-^-
ın babası Eric Bergman bU köy vaiziydi, ama evin içirfflö,1
'1
kansına ve çocuklanna kaı^ı bir başpiskopos ya da büyük
bir ruhani lider gibi davranıyordu. Günlük hayat, kutsal ola-
nın, dinsel olanın baskısı ve korkusu altında yaşanıyordu.
Çocuklann en küçük yaramazüklan bile törensel bir ciddi-
yetle cezalandınlıyordu. Acı çekerek doğruyu bulmak gün-
demin birinci maddesiydi hep. Bergman, bir sanat insaru
olarak elbette kendi çocukluğuna ve yetiştirilme şekline tep-
ki gösterdı. Onu, yüzyıhmızın en önde gelen sanatçılanndan
biri yapan, gecmişiyle giriştiği bu amansız hesaplaşmadır bir
bakıma. Bergman. çocukluğunda kendisine zorla içırilen ze-
hıre, sanatıyla yanıt vermiştir. Ama bu yanıt, o zehirden
küçük ya da büyük dozlar içerir doğallıkla. Din ya da tutucu
inanç, Bergman'ın içine işlemiştir bir kere. Yazdığı senaryo-
lann çoğunu S.D.G. hanİeriyle imzalar örneğin. Buysa La-
tince Solo Deo Gktria'nın baş harfleridir. Zafer Yalnızca
Tann'nındır. Bergman'ın çok sevdiği birmüzisyen olan Jo-
hann Sebastian Bach da her bestesini böyle imzalarmış.
Bergman'ın büyük sanatçı kimüğiyle. inana ve ölümü na-
sıl. nereye kadar çözümlediğini düşünmek gerekiyor. Ölümü
ve dini bu denli önemseyen, yapıtlannın yüreğine yerleştiren
Bergman. sonralan bütün bunlann nedenini de bulduğunu
söyleyecektir. Bu, korkudur. Korku. Boşluk korkusu. Boş-
luğun büyüyüp bütün ha\ata cgemen olmasından korkmak.
Sonralan "Btnim kişisel görüşüm şöyle" diyecektir. "Öldü-
ğümüz zaman ölürüz, başka birşey olmaz. Bir şey olma duru-
mundan, tümüyle hiçbir şey olmamak durumuna intisab ede-
riz. Bunun altında, üstünde ya da dışında, başka bir durum ol-
duğunu bir an olsun düşünmüyorum artık. Bundan ötürü de
kendimi son derece emniyette hissediyorum artık." Bergman,
çocukluğuyla ve gecmişiyle hesaplaşmasının sonuna gelmiş-
tir. Kendiyle mutlak bir banş kurmuştur inanç ve ölüm ba-
zında.
Bunlan söyledikten on yıl sonra film yönetmeyi bırakır.
Torunlanyla oynayıp yazı yazacaktır bundan böyle. Öyle
yapar. Daha güleryüzlü bir insandır artık. Çünkü sevgili
okur, hepimizin bildiği gjbi, inanç ile ölüm arasında sıkışma-
yı yadsıyıp hayatı seçen insanlar asık yüzlü olamazlar.
ArifMardin, Atlantic Records'ta
Birinci Başkan Yardımcısı
Kültür Senisi-Arif Mardin. Atlantic Recdors'taki 30.
yılını. yeni göreviyle kutladı. Uzun dönemli bir anlaşma
imzalayarak Atlantic Records'da Birinci Başkan
Yardımcılığı görevinegetirilen Mardin: Bette Midler ve
Aretha Franklin albümü uzerindeçalışıyor. Ritimve
Blues'un babası kabul edilen Mardin. bu güne detin Bee
Gees. Phil Collins. Chaka Khan, Hall & Qates. Mıchael
Crawford, Carly Simon gibi yüzlerce müzik yıldızı ile
çalıştı. Müzik prodüktörü ArifMardin; yıllardır oynayan
ünlü müzikal Gipsy'den esinlenerek gerçekleştirilen
televizyon dizisinin de müziğini yaptı._ 1932 yılında
İstanbul'da doğan Mardin, Istanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Londra'da
ekonomi eğitimi gördü. Bu yıllarda müzikle ilgilenmeye
başlayan Mardin; 1958 yıhnda Quincy Jones bursu alarak
Berkley College'da müzik eğitimine başladı. 1963 yılında
Atlantic Records'a katılan Mardin. birçok başanb plağa
imzasmj attı.
Fehim Paşa Konağı ikincikez
sahnede
ANKARA(ANKA)-TurgutÖzakman'ın 1981 yılında
yazdığı ve 1992 yılında Bursa Ahmet Vefık Paşa
Tiyatrosu'nda sahnelenen "Fehim Paşa Konağı" adb
müzikli güldürü, 1 şubattan itibaren Devlet Tiyatrolan
Altındağ Sahnesi'nde ikinci kez sergilenmeye başlanacak.
İki bölümlük müzikli güldürüde Abdülhamit'in baş
hafıyesi Fehim Paşa'nın konağmda veçevresindegelişen
olaylarla birlikte, 1905 Osmanh döneminin sosyo-kültürel
ve siyasi yapısı anlatıhyor. Semih Sergen'in yönetmenliğini
yapüğı oyunun müzik düzenlemesini Haluk Derinöz, dans
düzenini Deniz Kıhçoğlu, sahne tasanmını Suar Seylan ve
ışık tasanmını Ersen Tunçcekiç yapıyor.