25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23OCAK1994PAZAR CUMHURİYET2 SAYFA KULTUR GUNDEMDEKIKONU ONATKLTLAR Politikacılar, gazeteciler vs. 7 aşam ve sanat usta- lanmın en büyüklerin- den biri olan ve düşsel anlamda yakın dostum saydığun Luis Bunuel, sık sık yeniden okudu- " ğum "Son NefesinT ki- tabında günluk basından, reklamdan ve politikacılardan nefret ettiğini ya- zar. Onunla aynı duygulan pay- laştığımı söyleyemem. Her şeyden önce babam, amcam ve başka yakı- nlanm yaşamlannm belli dönemle- rinde politikayla uğraşüklan için, ama daha da fazla ben. öğrencilik yı- Uanmda politik hareketlere ka- tıldığım için politika pek öyle nefret edilecek bir şeymiş gibi gelmez bana. Reklamdan, en az on beş yıl bu mes- lekte çahşarak yaşamımı sürdürdü- ğüm için nefret etmem mümkün de- ğil. Günlük basfn ise, görüyorsunuz, şu satırlan yazdığım sırada bile gün- lük yaşamımın bir parçası. Her gün en az yedi gazeteyi gözden geçirme- den güne başlayamayan hasta bir ga- zete okuru, nasıl nefret edebilir gün- lük basından? Ama şu günlerde tıpkı Don Luis gi- bi, nefret ediyorum üçünden de. Nedenini açıklayabilmek için, izin verirseniz birkaç ay geriye ve biraz uzaklara gitmek istiyorum. I 'İspanya'yı ortaçağa tesJim etmeyelim' 1993 yılı haziranının başıydı. Mad- rid yolculuğum sırasında bir pazar günü öğleden sonra, başkentin elli kilometre kuzeyinde. "Derin İspan- ya'nuı Yüreği" denilen El Escoriel'de yüzyılhk bir kahvenin taraçasında Fi- liz ve Göl Isık'la oturuyorduk. Tam karşımızda, çılgın ve dindar hüküm- dar 2. Felipe'nin fetih hayalleriyle süs- lü büyük granit saray bloklan arasın- dan Franco'nun ve iç savaş şehitleri-- nin anısına dikilmış kocaman haçın ucu görünüyordu. Ispanya'yı bu aşağılık despot döne- minde birkaç kez ziyaret etmiş biri olarak kocaman haçın ucunu göriin- ce ürperdim, Franco'nun hayaletini görmüş gibi. Tam o sırada Filiz, "Aaa!" dedi. "Fernando Rey değil mi şu adam?" Baküm, çok benziyordu. önümüz- den sakin, uluslararası bir stardan beklenmeyecek kadar gösterişsiz ge- çip gitti. Ozellikle Bunuel filmlerin- den tanıdığım bu büyük aktör hak- kmda ünlû yöneünenin yargısını hatı- rladım: "Sevgili dostumdur ama, bir- çok oyuncu gibi ününün yaygınlı- ğından hoşlanır, sokakta tamnmaktan, başların ona çcvrilmesinden hazze- der..." Herhalde o değildir dedim içimden. Çünkü kimseye bakmadan, düşünce- li yürüyordu. Ertesi gün. sabahm erken saatlerin- de, Madrid'in ünlü "Bellas Artes" bi- nasının alt katındaki kahvede oturur- ken gene karşılaştım Fernando Rey'- le. Bu kez, binanın giriş holünde, ken- disi gibi sanatcı tavırlı bir kalabalığın icindeydi. Bu kez, arkadaşım Vecdi Sayar'a sordum: "Bu Femando Rey mi allahaşkına? Sanki gjzli bir güç iki gündür beni onunla karşılaştmyor!" Güldü Vecdi, "Gizli güç falan değil, seçiınler" dedi. "Biraz sonra Felipe Gonzales gelecek ve üst kattaki top- lantı salonunda sanatçdara son beş ydm hesabını verecek. Gördüğün Fer- nando Rey. Bûtün ünlü komedyenler, yazarlar, ressamlar, yönetmenler, dü- sünürler orada..." Genel seçimlere birkaç gün vardı. Gonzales'le toplantıyı sanatçılar iste- mişti. Bellas Artes'teki o buluşmayı, İspanyolca bilen arkadaşlanmla so- nuna kadar izledim. Sanatçılar, düsü- nürler, o havab, yuppie kılıklı başba- kanı tepe sersemine çevirdiler. Güttü- ğü eğitim ve kültür politikasını pa- ramparça ettiler. Başbakan hepsin- den özürdiledi. Tüm hatalannı kabul etti. Yeni bir politika izleyeceğine söz verdi ve konuşmasını, yalvaran bir uradan nereye varacağız. Ortaçağ öncesinin karanlığma mı, biriçsavaşınkanlı bataklığına mı, yoksa tam birkaosamı? yoruz. Onlann da böyle bir meraklan yok!.. Korkanm ki elbirliğiyle ülkeyi "or- tacağ"a. hatta daha da geri çağlara teslim edeceğiz. Şimdi biraz daha geriye gitmek isti- yorum. Üç yıl önceye, Tahran'a. Aşağı yukan bu günlerdi. Yani Büyük yönetmen Joris Ivens'in dul eşi, "tesettür" amacıyla başına koy- duğu siyah tüllü hotozuyla son derece komikti. Şah zamanından kalma bü- yük ve murassa salona girdik. Görün- tü şaşırtıcıydı. Salonun bir bölümün- de kara bÖcekler gibi siyah çarşaflı kadınlar oturuyordu. öbür sıralarda çok sayıda siyah ve beyaz sanklı mol- la görülüyordu. Öbür erkek davetlile- rin de büyük bölümü sakallı ve kra- vatsızdı. Oturduk. "Uluslararası Fes- tival ÖdüJ Töreni" başladı. Önce karanlık sahnenin gerisinde büyük bir pano aydınlandı. Uzerinde sadece Kuran ayetleri görülüyordu. Sonra sahne önünde yerde bir secca- de ve üstüne diz çökmüş hafız aydın- landı. Tecvitli bir sesle Kuran okuma- ya başladı. Sureler bitince, bu kez sesle, bir tek nca ile bitirdı: "Haklısınız. Ama bugün bir tek şey istiyorum sizden: Çağdaş İspanya'yı yeniden ortaçağa teslim etmeyin... Bu konuda tutarlı olalım..." IBiz politikacılardan hesap soramıyotıe -"-• İspanyol aydınlan ve'hfetiu tutarlı davrandı. Ülkelerini yeniden Fran- co'culann eline teslim etmedi. Türkiye'de sanatçılann ne yazık ki böylesine bir etkinlıği yok yönetim uzerinde. 37 sanatcı Sıvas'ta göz göre göre yakılmayı beklerken, 7 saat sü- reyle bir başbakanı, bir başbakan yardımcısını, bir içişleri bakanını ha- rekete geçiremediler. Şimdi seçim ön- cesinde ise, bazı partilerin "dekoratif" unsuru, popülarite meraklılannın iki- yüzlü aleti olmaktan kurtulamıyor- lar. Kimi "sanatçılann" kendilerini Atatürk'ten sonrakı en büyük Türk gibi tanıtan acıklı demeçleri bu gerçe- ği değiştiremiyor. Biz pob'tikacılardan hesap soramı- T-iürl ürkiye bir bunahm dönemi yaşıyor. Irk, din, inanç, bireysel kimlik konulangda derin bif bunahm. Heryaştan, her kesimden her ırk ve inanç grubundan insan içinde bu bunalımın. ocak ayının son günleri. Uluslararası, Tahran "Fecr" Film Festivali'nin ka- panış ve ödül töreni akşamı. Tören salonuna Fransız heyetiyle birlikte gntik. Fransız sanatçılar biraz kızgın ve şaşkındı. Kendi elçiliklerinde veri- len kokteylde. Büyükelçi, mollalan kızdırmamak için alkollü içki yerine limonata ve "bebek birasr' denilen al- kolsüz bira ikram etmişti. "Elçilik bi- zim toprağonız saydır" diyordu Fran- sızlar. "Oraya moUaJar ne kanşır?" sahnenin sağında. bir kürsü önünde duran sunucuyu gördük. Coşkun bir Farsça ile, nutuk söyler gibi bir şeyler söyledi. Arada "Humeyni" ismi geçtikçe bütün salon ayağa fırlayıp slogan attı. Ön sırada oturan bizler, Türkler, Isviçreliler, Fransızlar, İtalyanlar, Türkmenler hayretle bakıyorduk. Sonra sahneye bir molla çıktı. Sunu- çu onu, "Vezir-i Ferhengi ve frsaad-ı İslami" olarak tanıttı. Yani Kültür ve İslami Aydınlatma Bakanı. Molla. ödülleri vermeye başlaymca hayretle farkettim: Salondaki çarşaflı kadı- nlan İran'm Türkan Şoray'lan. Hülya Koçyiğifleri. Fatma Girik'leri idi. Sahneye çıkan sanatcı önce sahne ze- minini öpüyor, sonra erkekse mol- lanın sakalım öpüyor ve ödülünü alı- yordu. Tören böylece devam etti. Dışan çıktığımızda parlak bir gece- de derin nefesler aldım. Ortalıkta oto- matik silahlı "pasdarannar yani "dev- rim muhafızlan" dolaşıyordu. Uzun süre yürüdüm ve düşündüm. Bir "bilim-kurgu" fılmi gibiydi. Şimdi gene düşünüyorum: Politi- kaalanmızın, gazetecilerimizin bir- kaç istisna dışında, bu konulardaki bakış açısı nedir? Neyin ne kadar farkındalar? Günlerdir Fransız basınında. "Fal- loux Yasası" denilen ve dini okullara da laik okullar gibi devlet desteği ve- ren uygulama konusundaki tartışma- lan izliyorum. Le Monde'un bu konu- daki özel ekinin B. Frappad tarafın- dan yazılan başyazısı son derece uyancı. "Bozgundaki her topium eski efsa- neierin canlanmasuıa vol açar" diyor Frappard, "Şkndiki durumdan (îuyuian ûzüntü ve gelecek konusundaki belir- sizlik, bir denge arayışına yol açar. Bir tür sigorta. Yeniden geçmişe ve geçmi- şin ilkelerine dönülür. Hiçbir insan topluhığu -aile, şirket, ulus- kaçamaz bu genel geçer yasadan. Ama bu kriz anmuı getirdiği olanakları nasıl kullan- dıklan öoemlidir. Olumlu bir hareket- tiliğe de vaniabilir buradan, kısır kim- lik arayışlarına da..." IHer kesimden insanm yaşadıği derin bunahm Türkiye bir bunahm dönemi yaşı- yor. Irk, din, inanç, ekonomi. bireysel kimlik konulannda derin bir buna- hm. Her yaştan, her kesimden, her ırk ve inanç grubundan insan içinde bu bunalımın. Buradan nereye varacağız? Ortaçağ öncesinin karanlığma mı, bir iç savaşın kanlı bataklığına mı yoksa tam bir kaosa mı? Ve bunu ciddiyetle kim düşünüyor? Basmakahp laflann ötesinde, kariyer, para, şöhret, iktidar heveslerini aşa- rak, kim? Politikacılar mı? Bence onlar kendi aralannda bir kuşdiliyle başka bir şe- yi konuşuyorlar, anlaşıyorlar. Ama biz onlan anlamıyoruz. Basın, TV mensuplan, kamuoyu oluşturucular mı? Sanmıyorum. Pro- mosyon savaşlanndan, karşılıkh çir- kin polemiklerden çıkarabildiğim ka- danyla onlann da meselesi başka. Peki kim? Ne politikacılan seviyorum. ne ga- zeiedleri ne de şaşkın kitleyi. Sanki sevgili dostum Bunuel gibi. ölümün sonsuz sükunetini düşlüyorum. Onun o güzel kitabını bitirdiği şu cümleler- le: "Bir Ozüntüm var Neler olup bittiği- ni artık bilememek! Sürekli değişen bir düayadan koparılıp alınmak! Sanki bir dizinin orta yerinden koparılıp alınır gibi. öyle sanıyorum ki, hiç değışim göstermeyen bir düny ada daha az rast- lanıvordu. Bir itirafım olacak: Kitle iletişim araçlaruıa duyduğum nefrete rağmen her on ydda bir, ölüler dünya- sından uyanabilmeyi, bir gazete bayii- ne kadar > üriiyebilme>i ve bir-iki gaze- te almay ı isterdim. Başka bir şey dile- mezdim. Kolumun altında gazetelerim, soluk benziınle usulca. duvarlann di- binden geçer, mezarlığa dönerdim. Ye- niden uykuya dalmadan önce, dünya- daki felaket haoerlerini okur, sonra da mutlu bir şekilde, güven verici sığınağı- mda veniden uvkuva dalardım." Kültür Bakanlığı tarafından onanlan salon, yann Bakan Fikri Sağlar tarafından açılıyor Küçük Sahne'de yeniden tiyatro... Inanc ve ölüm Kültür Servisi-Tarih 1 Nisan 1951. Türk tiyatrosu yeni bir salon kazanıyor: Küçüİc Sahne. Muhsüı Ertugrul, sahnenin açı- bşım, Nuri Altmok'un başrol oynadığı, Steinbeck'in "Farekr ve tnsanlar"ıyla yapıyor. Ar- dından kimler gelip gecmiyor ki busahneden... Mücap Ofluoğlu, Münir öz- kul, Erol Günaydın, Suzan Ls- tan, Zcki Alasya, Metin Akpı- nar, Cahit Irgat. Kamran Yüce, Şükran Güngör bir anda akla gelenler. Donnen Topluluğu. Gülriz Sururi-Engin Cezzar Ti- yatrosu, Llvi Uraz Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyra- zoğlu Tiyatrosu perde açıyor yülar boyu. Ve sonunda 1980 yılında Ferhan Şensoy Ortao- yuncular konuk oluyor Küçük Sahne'ye 1991 ydına kadar. Bızım Tiyatro 'Şeytanistan', Salih Kalyon Tiyatrosu ise 'Umudunu Yitirme' adh oyunlarla perde açacak. 1987 yıbnda Kültür Ba- kanbğı sahneyi satın alıyor, bir süre sonra Ortaoyuncular*ı çı- karmak için dava açıyor ve 1991'de TIYAP'ın da olaya el koymasıyla Küçük Sahne bo- şaltılıyor. O gün bugündür boş duran tiyatroda bugün yeniden yaşam belirtileri var. Kültür Bakanbğı'nın onararak yeni- den izleyiciye sunduğu Küçük T, Sahne'nin yeni konuklan. "Bi- zim Tiyatro"ve Salih Kalyon Ti- yatrosu. Yann Küçük Sahne, Kültür Bakanı Fikri Sağlar tarafından, bugüne kadar orada oynamış tüm sanatçılann kaülacağı bir törenle açılıyor. O gün Beyoğ- lu'nda orkestra kurulacak. tam bir şölen yaşanacak. 28 ocak günü de Bizim Tiyatro. Nazım Hikmet'in yapıtlanndan Zafer Diper tarafından oyunlaştınlıp sahneye taşınan "Şeytanistan" la. Salih Kalyon Tiyatrosu ise Kosta Astmakopulos'un "Umu- dunu Yitinne" adh oyunuyla perde açıyor. ürk tiyatrosunun dev isimlerinin gelip geçtiği KüçükSahne'nin açılışına, bugüne dek orada oynamış tüm sanatçılar katılacak. Zafer Diper (solda), bakanlığın salonu bir özel tiyatroya vermesini 'müthiş bir girişim' olarak nitelendiriyor. Bir prova öncesinde görüştü- ğümüz Zafer Diper, yaklaşık iki yıldır Küçük Sahne'nin pe- şinde. Ama bir garantisi ol- madığı için. Bizim Tiyatro, se- zonu arahk ayında Maçka Ma- den Fakültesinde açmış. Ba- kanlığın oluşturduğu danışma kurulunun başvuran beş özel ti- yatro arasından bu ikisini seç- mesiyle de Küçük Sahne'yle buluşmanın ilk adımı atılmış. Beyoğlu'nda tiyatro sahnesi parmakla gösterilirken. bu bu- luşmayı "çok sevindirici" diye niteliyor Zafer Diper: " Kültür Bakanlığı ilk defa bir salonu onanp bir özel tiyatroya veriyor. Bu Türk kültür ve sanat hayatı adına müthiş bir girişim". Saîonun eksikleri yok mu, mut- laka var. Ama bunlar zamanla yola girecek türden. Kültür Bakanlığı, onanm sı- rasında salonun orijinal halini bozmamaya özen göstermiş. Koltuklar, aynı koltuklar; sah- ne, Türk tiyatrosunun dev isim- lerinin gelip geçtiği aynı sahne. Zafer Diper, kapalı kaldığı süre içinde izleyicinin Küçük Sah- ne'yi unuttuğunu söylüyor: "Sürekli teiefonlar geliyor, Küçük Sahne neresi diye. Eski- den"Atlas Sineması Küçük Sah- ne'nin yanında" dcrken. şimdi 'Küçük Sahne, Atlas pasajında, sinemanın yanında 1 demek ge- rekiyor". Bizim Tiyatro. cuma ve cu- martesi günleri saat 18.30'da sahnelenecek Şeytanistan'ın yani sıra pazar günleri 15.00'te de sekizinci senesini dolduran "Yargı" adlı oyunla seyirci kar- şısına çıkacak. Yeni sahneye yeni bir oyun da düşünülüyor elbette. Zafer Diper, yıllardır kafasında olan Kafka'nın "Milena'ya Mektup- lar"mı çok farkh bir yorumla seyirciyle buluşturmayı tasarlı- yor. En kısa zamanda Kafka da Küçük Sahne'ye konuk olacak gibi. MEMET BAYDL R Ingmar Bergman, kendi filmlerinin ahlaksal yönlerinden söz ederken kendi ülkesinin, fsveç'in geleneklerine takjhr gö- zü. "Tüm varlığımız yapabileceğimiz, yapmamıza izin verilen eylemlerie; yapamayacağımız, yapmamıza izin verilmeyen ey- lemlerin var olduğumı sürekli anımsamak üzerine kurulmuş- tur. Bu gerçeklerin önemi ve sürekli birbirleriyle çelişjp çatış- ması, başmuzı ağntıp dertler yaratması üstüne kurulmuştur hayatımız." Bergman'a göre Tann, bir şekilde bütün komp- lekslerimizden, gereksiz gururlanıp böbürlenmemizden, gü- nahlanmızdan, arzulanmızdan sorumludur ve ademoğlunu sürekli aptal durumuna indirgeyen de O'dur. Bergman, 1975 yılında yapılmış bir söyleşide şunlan söylemiştir: Din yalnı- zca iki şeyden söz eder. Sevgi ve kanun. Sorun, herkesin sev- giyi unutup, bilinçaltında yalnızca kanunu anımsamasından kaynaklanır. İnançtan kaynaklanan bütün dertler bu unut- kanhktan ya da anımsanan olgunun eksikliğinden kaynak- lamyor Bergman'a göre. Büyük yönetmen, bana göre geride bıraktığımız yüzyıbn en iyi yazarlanndan biri olan bu insan, yaşlanıp ünlendikçe, dünvaya, evrene ya da inanca bakışında olumlu anlamda yıımuşamıştır. Ünlenmeye bakışı hep soğuktur Bergman'ın, Işineyse büyük bir tutkuyla bağlıdır. Sadık kahnması gere- ken tek şeyin, insanm işi olduğunu söyler. Insanlan, çocuklan, kadınlan. evleri, eşyayı, her şeyi seve- bibrsiniz. Bağlanabilirsiniz de onlara. Yaşamınızda sevdiği- niz insanlar ve nesneler olmalıdır. Öte yandan bir gün sevdi- ğiniz şeylerin tümünü terk etmeniz gerekebilir. Onlann tut- sağı olduğunu anladığı gün, her şeyi bırakabilmelidir insan. Bergman, söylediklerini yapabileceğini sanatı ve hayatıyla hep kanıtlamıştır. "Biraz daha gençken, hayatın nasıl olması gerektiği üstüne hayallerim, düşüncelerim vardı. Oysa şimdi her şeyi, olduğu gibi göriiyorum. Artık "Neden Tannm' ya da "Neden Anneciğim" diye sormayı bıraktun. İnsan ya intihar etmelidir, ya da kabul etmelidir. Ya kendini yok etmeüdir (ro- mantik olan budur) ya da hayatı kabul etmelidir. Ben artık kabullenmeyi seçiyorum." • Hayatı olduğu gibi kabul et, edemiyorsan öldür kendini mi demek istiyor Ingmar Bergman? Sanmıyorum. 1946 ile 1982 arasında kendi yazıp yönettiği fıhnlerin sayısı kırk üç. Bunun dışında birçok oyun yazmış ve Macbeth, Galigula, Arzu Tranvayı, Üç Kuruşluk Opera, Altı KişJ Yazarmı An- yor, Şato, Don Juan, Peer Gynt, Martı. Kim Korkar Virginia VVooirtan?, Hedda Gabler, Kadınlar Okulu, Weyzeck, Oni- kinci Gece, Üç Kızkardes, Tartuffe, Bir Bebek Evi, Matmazel Julie, Bir Evlilikten Manzaralar başta olmak üzere yüzden çok oyun yönetmiş, durmadan yazmış, yaratmış bir sanat adamı, ne hayatı olduğu gibi kabul edebilir, ne de intihar edebilir. Kabullenmek ya da intihar gibi kavramlarla oy- nayarak yeni yaratım alanlan, yeni bih'nç alanlan acabilir ancak. Daha derin, daha tehlikeli sorular icat edebih'r. So- runlar çıkanr, içine kapanır. dış dünvaya açılır, yadsır, alay eder. susar, çığlık atar. ne yaparsa yapar. Ama ne yaparsa yapsın. hayatı dönüştürmeye (sanata dönüştürmeye) başla- mıştır yaptığı işle. İntihar ile hayatı olduğu gibi kabul etme- nin birbirinden fazla uzak durumlar olmadığını düşünüyo- rum ben. Asıl intihar, hayatı olduğu gibi kabul etmektirgibi- me geliyor çünkü. • Bergman'ın bütün yapıtına kuşbakışı bir dikkatle eğilir- sek, ölüm düşüncesinin her filmde baş köşeye oturtulduğu- nu görürüz. Peterz Gowie, I982'de yayımlanan Bergman bi- yografısinde, Bergman fılmlennde ölüm 'tema'sının öne- minden çok bahseder. Ölüm ve onunla ilgili bütün simgeler, Bergman'ın filmlerinde, yaşayanlann hayatı daha istekli ku- caklamalan ve paylanna düşenden mutlu olmalanm sağla- mak için kullanıbr. Bu noktada ister istemez bu yazının ba- şında sözünü ettigımizdinsel soruna dönüyoruz. Bergman'-^- ın babası Eric Bergman bU köy vaiziydi, ama evin içirfflö,1 '1 kansına ve çocuklanna kaı^ı bir başpiskopos ya da büyük bir ruhani lider gibi davranıyordu. Günlük hayat, kutsal ola- nın, dinsel olanın baskısı ve korkusu altında yaşanıyordu. Çocuklann en küçük yaramazüklan bile törensel bir ciddi- yetle cezalandınlıyordu. Acı çekerek doğruyu bulmak gün- demin birinci maddesiydi hep. Bergman, bir sanat insaru olarak elbette kendi çocukluğuna ve yetiştirilme şekline tep- ki gösterdı. Onu, yüzyıhmızın en önde gelen sanatçılanndan biri yapan, gecmişiyle giriştiği bu amansız hesaplaşmadır bir bakıma. Bergman. çocukluğunda kendisine zorla içırilen ze- hıre, sanatıyla yanıt vermiştir. Ama bu yanıt, o zehirden küçük ya da büyük dozlar içerir doğallıkla. Din ya da tutucu inanç, Bergman'ın içine işlemiştir bir kere. Yazdığı senaryo- lann çoğunu S.D.G. hanİeriyle imzalar örneğin. Buysa La- tince Solo Deo Gktria'nın baş harfleridir. Zafer Yalnızca Tann'nındır. Bergman'ın çok sevdiği birmüzisyen olan Jo- hann Sebastian Bach da her bestesini böyle imzalarmış. Bergman'ın büyük sanatçı kimüğiyle. inana ve ölümü na- sıl. nereye kadar çözümlediğini düşünmek gerekiyor. Ölümü ve dini bu denli önemseyen, yapıtlannın yüreğine yerleştiren Bergman. sonralan bütün bunlann nedenini de bulduğunu söyleyecektir. Bu, korkudur. Korku. Boşluk korkusu. Boş- luğun büyüyüp bütün ha\ata cgemen olmasından korkmak. Sonralan "Btnim kişisel görüşüm şöyle" diyecektir. "Öldü- ğümüz zaman ölürüz, başka birşey olmaz. Bir şey olma duru- mundan, tümüyle hiçbir şey olmamak durumuna intisab ede- riz. Bunun altında, üstünde ya da dışında, başka bir durum ol- duğunu bir an olsun düşünmüyorum artık. Bundan ötürü de kendimi son derece emniyette hissediyorum artık." Bergman, çocukluğuyla ve gecmişiyle hesaplaşmasının sonuna gelmiş- tir. Kendiyle mutlak bir banş kurmuştur inanç ve ölüm ba- zında. Bunlan söyledikten on yıl sonra film yönetmeyi bırakır. Torunlanyla oynayıp yazı yazacaktır bundan böyle. Öyle yapar. Daha güleryüzlü bir insandır artık. Çünkü sevgili okur, hepimizin bildiği gjbi, inanç ile ölüm arasında sıkışma- yı yadsıyıp hayatı seçen insanlar asık yüzlü olamazlar. ArifMardin, Atlantic Records'ta Birinci Başkan Yardımcısı Kültür Senisi-Arif Mardin. Atlantic Recdors'taki 30. yılını. yeni göreviyle kutladı. Uzun dönemli bir anlaşma imzalayarak Atlantic Records'da Birinci Başkan Yardımcılığı görevinegetirilen Mardin: Bette Midler ve Aretha Franklin albümü uzerindeçalışıyor. Ritimve Blues'un babası kabul edilen Mardin. bu güne detin Bee Gees. Phil Collins. Chaka Khan, Hall & Qates. Mıchael Crawford, Carly Simon gibi yüzlerce müzik yıldızı ile çalıştı. Müzik prodüktörü ArifMardin; yıllardır oynayan ünlü müzikal Gipsy'den esinlenerek gerçekleştirilen televizyon dizisinin de müziğini yaptı._ 1932 yılında İstanbul'da doğan Mardin, Istanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Londra'da ekonomi eğitimi gördü. Bu yıllarda müzikle ilgilenmeye başlayan Mardin; 1958 yıhnda Quincy Jones bursu alarak Berkley College'da müzik eğitimine başladı. 1963 yılında Atlantic Records'a katılan Mardin. birçok başanb plağa imzasmj attı. Fehim Paşa Konağı ikincikez sahnede ANKARA(ANKA)-TurgutÖzakman'ın 1981 yılında yazdığı ve 1992 yılında Bursa Ahmet Vefık Paşa Tiyatrosu'nda sahnelenen "Fehim Paşa Konağı" adb müzikli güldürü, 1 şubattan itibaren Devlet Tiyatrolan Altındağ Sahnesi'nde ikinci kez sergilenmeye başlanacak. İki bölümlük müzikli güldürüde Abdülhamit'in baş hafıyesi Fehim Paşa'nın konağmda veçevresindegelişen olaylarla birlikte, 1905 Osmanh döneminin sosyo-kültürel ve siyasi yapısı anlatıhyor. Semih Sergen'in yönetmenliğini yapüğı oyunun müzik düzenlemesini Haluk Derinöz, dans düzenini Deniz Kıhçoğlu, sahne tasanmını Suar Seylan ve ışık tasanmını Ersen Tunçcekiç yapıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle