20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EYLÜL1993 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUSLER acılığa seyirci sosyaldemokrasi Tarih gösteriyor ki uluslar, toprak kazanmalanna öncülük edenleri unutmuyor ve saygıyla anıyor. Vatan topraklannın satışına izin veren ya da göz yumanlan ise geleceğin kuşaklan bağışlamıyor. Prof. Dr. RUŞEN KELEŞ D YP-SHP hükümet iz- lencesi Türkiye Büyük Millet Meclisi"nden gü- venoyu aldı. Güvenoy- latnası elbette önemlı bir olaydır. Ama öze inildiğinde asıl önemü olan. ızlence- nin, yurtlaşlanmıza. yannın kuşakla- nna neler getireceğidir. Bu açıdan bakıldığında. hem koalisyon protoko- lünde hem de hükümet izlencesinde (programında) toplum yaran ile bağ- daşmayan vaatlerin. özlemlenn yer aldığı dikkat çekiyor. Bunlar arasında. kamu topraklannın özelleştırilmesine ilişkin görüşler. kanımca yaşamsal önemdedir. Toprakta özelleştirme: Bu konuya ilişkin olarak. koalisyon protokolün- de şu tümce yer almıştı: "Belediye sı- lurian içindeki kamuya ait arazi ve arsalar.. halka satılacaktır." Hükümet izlencesinde ise bu tümcenin kapsamı oldukça genişletilmiştir: "Hazine'ye. KİTlere, bakanlıklara ve befediyetere ait arsa ve arazilerin halka devir ve satı- şına imkan verecek düzenkmeler kısa sürede yapılacaktır" (s. 67). Hükümet. "Özel girişimcilerin eği- tim ve sağlık yatırımlarındaki arsa ihti- yacının kamu arazilerinden karşılan- ması konusunda düzenlemeler vapıla- cagı" vaadini de izleneeye koymayı unutmamıştır (s. 72). Izlencede. "ta- şınmaz malların sennaye piyasası ara- cıltğı ile değeriendirilerek ekonomiye kazandınlması, kunılacak taşınmaz mal yatınm fonları ve ortaklıkJarı eliyle halkm daha rahat konut edinmesinin sağlanması" gibi pek açık olmayan gö- rüşlere de rastlaruyor (s. 79). Siyasal erk, aynca, anayasada deği- ...._,.„ ._. ., ... ... şikliİc yaparak "özel ve tüzelkişilerin nun tam tersi yapılmak istenıyor. Bi- onnan sahibi küınmasını ve 20001i yıl- reylerin. kamu topraklanndan en larda özel orman oranının yûkseltilme- sini" göze almıştır (s. 88). Siyasal isten- cin bu özlemlerine. "vakıf niteüğindeki taşuunaz malların yatırımcılar için çe- kici dunıma getirilmesini" de eklemelı- mış ve bızden eleşün aimıştı (L'umhu- riyet, 20.8.1992). Iki ay kadar önce de Turizm Bakanı. turizm gehrlerimizi arttıracağı gerekçesiyle, yabancıya toprak satışına olanak veren düzenle- meler yaptırdığını açıklamıştır (Cum- huriyet. 13.5.1993). Kamu taşınmazlanmn dogmaük bir yaklaşımla, yerli olsun. yabancı ol- sun bireylere aktanlması, ne konut ve kentleşme sorunlannı çözer ne de uzun dönemde bireyciliğe yarar. Akıl- cılık ve Baü ülkelerindeki çağdaş uy- gulamalar. kamu elindeki topraklara titizlikle sahip çıkmayı. var olanlara. her çareye başvuraraİc yenilerini ekle- meyi gerektinrken. ne yazıktır ki bu- yız (s. 109). Son olarak. "Halkın tnağdur edilmesiıu önlemek için kültür kalıtımızı oluşturan SİT alanlarında özel mülklerin Hazine arazisi ile takas edilmesi volunu açmaktan" da izlence- de söz edilmektedır (s. 115). ÖzeUeştirme tutkusunun sonuçları Eğer bilinçli bir halk dalkavukluğu- nun anlatımı değilse bütün bu sözler. kamuyu yalnız küçültmenin değil. yoksullaştırmanın gûndemde olduğu- nu gösterir. Geçen yıl. henüz devlet bakaru olduğu sırada verdıği demeç- lerde Başbakan. Hazine topraklanna karşı olan "antipatisni" yine dile getir- yüksek oranda yararlanmalannın, an- cak böylelikle sağlanabileceği nedense gözden kaçmlıyor. Hükümet bununla da yeünmeyip, geniş kapsamh bir özelleştirme politi- kası çercevesinde kamunun tüm mal varhklanru yabancılara satma volunu açmaktadır. Devlet üretme çiftlikle- riyle ilgili olarak bir süre önce başlatı- lan uygulamalann yaygınlaştınlması, korkanm ki ülkemizi sonuçlan önce- den kestirilemeyecek tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır. Bundan. ulusal egemenliğimızin bile zarar görmesin- den kaygı duyanm. Ülke toprağında yabancı eü: Bılindi- ği gibi. 1990 mayısında çıkanlan 3646 sayıh yasa ile Hazine mah olan devlet üretme çiftlikleri. kamu tüzemızin ku- rallan zorlanarak Tanrn İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne (TİGEM) dev- redilmiştir. Özelleştirme konusunda bir yabancı ortakhğa hazırlattınlan bir yazanakta(raporda) TİGEM özel- leştiribnesi öncelikli kuruluşlar arasın- da yer aldığından, söz konusu yasa ile 4 milyon dekar toprak, yerli ve yaban- cı aynmı gözetilmeksizin özelleştirile- bilecek duruma getirilmiştır. Şimdi açıkça görülüyor ki hükümet. özelleş- tirilecek bu topraklara venilerinı ekle- yecektir. Yerli gerçek ve tüzelkişıler gibi yabancılarda bu yoldan toprakla- nmıza el uzatabileceklerdir. Böylece. Anayasa Mahkemesi'nin 1985 \e 1986 yıllannda. iki avn karar- la (Resmi Gazete. 24.8.1985, No: 18852 ve 31.1.1987. No: 19358) kapat- mış olduğu yabancılara toprak satma yolu. özelleştirme tutkusu uğruna, ye- niden, dolaylı olarak açılmış oluyor. Tüze dilimizde. bunun adı "yasaya karşı hile"dir. Bu değişiklik. yalnız devîetin verimlı kılmak için milvarlar harcadığı, Hazine've. kamu kuruluş- Ianna ve beledivelere ait topraklann kamu iyeliğinden çıkmasına yol aç- makla kalmayacak, aynı zamanda stratejik konumu olan bölgelerimizde vabancılann toprak edinmelerine de olanak verecektir. Dr. Theodor Herzl'in 1897de Ba- sel'de topladığı Birinci Sionist Kong- resi'ne bir bildıri sunan Heidelberg Üniversitesi matematık profesörü Zvi Hermann Schapiro, İsrail de\letini ku- rabılmek için oluşturulmasını önerdiği Yahudi Ulusal Fonu'nun üçte ikısmin Araplardan ve Türklerden toprak sa- tın almaya aynlmasını istemışti. Böy- lece elde edilecek topraklann bireylere kesinlikle satılmamasını da şart koş- muştu. Bu kurala gereğı gibi uyulduğu içindir kı. aradan 50 >ıl gecmeden. 942 bin dönüm toprak kazanılmış ve bu topraklar üzerinde bir yeni devlet ku- rulabilmiştir(MosheLevin,TheStory of the Jevvish Natıonal Fund, Tel Aviv, 1954). Bunun tersı davranışlar. her ne ge- rekçe ile olursa olsun. toplumun değıl. açıkgözlerin ve varlıklı kesimlerin zen- ginleşmesıne yardımcı olur. Sağlıklı ve dengeli bir kentleşmenın sağlanmasını güçleştinr. olanaksız kılar; ülkenin toprak bütünlüğünü ve geleceğını teh- likeye sokar. Kanımca. özelleştirme salgınının en zararlı sonucu da petro- kımya tesıslerine, dokuma ve çimentp fabrikalanna ve devlet çiftliklerine ait yapılarla araç ve gereçlerin değil. üze- rinde bulunduklan arsa ve arazilerin elden çıkanlması olacaktır. Çünkü böylece, çoğaltılamayan bir ulusal ser- vetin yağmalanmasına devlet aracılık etmiş olur. Ama tarih gösteriyor ki uluslar. toprak kazanmalanna öncü- lük edenleri unutmuyor ve saygıyla anıyor. Vatan topraklannın satışına izin veren \ a da göz yumanlan ise gele- ceğin kuşaklan bağışlamıyor. Ya sosyal demokrasi? Sosyal (toplumsal) demokrası. eğer hala yaşıyorsa. bireylerden çok toplu- mu. varsıldan çok yoksulu. bugünden çok yannlan düşünmek zorunda olanlann destekledikleri bir siyasal akımdır. Bu yönden bakıldığında. özelleştirmeyı tek ve en önemlı amaç olarak benimseyen bir hükümet izlen- cesine. sosyal demokrat bir partiyi temsil edenlenn nasıl ımza koydukla- nnı kavramak gerçekten güçtür. ARADABIR TAHİR ÖZÇELİK Bu Oyun BitirilmelL. Hitler manyağı İkınci Dünya Savaşı'nı başlattığında ben 10 yaşında idim, savaş sona erdiğinde ise 15'ime basmıştım. Yokluk, sıkıntı yılları. Her an savaşla yüz yü- ze gelme korkusunun yüreklerde yuvalandığı zamanlar. Ülkemiz. Büyük Taarruz'un' amacına ulaşarak sona erdiği 9 Eylül 1922 gününden bu yana, tam 71 yıldır sava- şın uzağında kaldı. Kore'ye ya da Kıbrıs'a gidenlerin dışında büyük çoğunluğumuz savaşı ya kitaplarda oku- du ya da fılmlerde gördü. Gelgelelim 1945ten beri, neredeyse50yıldır, "savaş" olayı dünyanın gündemindeki yerini hep korudu. Savaş için ordular beslendı. kurmaylara planlar hazırlatıldı, hiç durmadan yeni silahlar üretildı ve denendi, insanlar üs- tünde denendi. Ama savaşlar askerlere değil, devleti yönetenlere, politika cambazlarına, zavallı teknokratla- ra, şovenistlere, çokuluslu şirketlerin maşası birtakım örgütlere. ıdeoloji ya da din tüccarlarına çıkarttırıldı. . Askere, çoğu kez. Birleşmiş Milletler adına yatıştırıcı, güvenliği (?) sağlayıcı, halkı koruyucu (!) roller verildi (Körfez krizi nedeniyle Iraka da bu yüzden bombalar yağdırıldı!). Askerler deneyim kazansınlar, görevlerini iyi yapstnlar diye bazen iki komşu devlet birbirine karşı kışkırtıldı, bazen de aynı ülkenin topraklarında etnik ya da dinsel amaçlı karışıklıklar, çatışmalar tezgâhlandı. Azerbaycan'da. eski Yugoslavya topraklarında olduğu gibi Türkiye'de de yüzlerce yıldan beri aynı kaynağın suyunu içen, aynı güneşin nimetlerinden yararlanan halklar arasına nifak sokuldu. insanları birbirine kırdırtıp uzaktan seyrettiler. Seyretmekle de kalmayıp akıl verdi- ler, silah, cephane verdiler, bir gün birine, bir gün öbü- rüne gözdağı verdiler... Türkçemizde ne güzel deyimler vardır. "TavşanakaÇ, tazıya tut" deyimi bunlardan biri. Bugün yer küresi üs- tünde olup bitenleri bundan daha iyi hangi söz yansıta- biliracaba? Başımızı ne yana döndürsek, "Tavşanakaç, tazıya tut!" diye birileri çıkıyor karşımıza. örnek mi isti- yorsunuz? Işte Bosna-Hersek Savaşı! Birleşmiş Millet- ler'in gönderdiği "Barış Gücu'sayesinde (!) şimdi artık kendinden söz ettirmeyen Lübnan'dan ne farkı var? Avuç içi kadar Lübnan'da da bir zamanlar "Tavşana kaç, tazıya tut" diyenler vardı. 12 temmuzda Makedonya'nın başkenti Üsküp'e de "mavi bereli barış elçileri" geldi. Ne yapmaya geldiler acaba? Ya Türkiye? 71 yıldır savaş yüzü görmemiş, gelişme ve güçlenme yolunda kararlı adımlarla ilerleyen bir Tür- kiye öyle bırakılır mı hiç? Daha geçenlerde. Almanya'nın önde gelen gazetele- rindenBerlinerMorgenpost'taTürkiye'yekocabirsayfa ayrılmıştı ve özetle, Türkiye Avrupa'yı savaş tehlikesin- den koruyan bir kalkan olarak niteleniyor, dengelerin korunmasında büyük önem taşıdığı ileri sürülüyordu. Nitekim, yabancı devlet adamlarınm basındayeralan resmi demeçlerine bakılırsa, "Türkiye, Avrupa'nın gü- venilir bir kalesi!.. Türkiye'siz bir Avrupa düşünüle- mez!.. Türkiye, dünya banşının garantisi!.." Daha ne övgüler!. Böyle pohpohlanmaya aldanmamak gerek. Onlar bir yandan böyle der, bir yandan da ekonomik, politik, aske- ri gücümüzü yıpratmak, kalkınmamızı engellemek, böl- gedeki "saygın" durumumuzu sarsmak için sinsi he- saplar yapar, teröre çanak tutar, kimi zaman sağ-sol kavgası, kimi zaman Alevi-Sünni çatışması, kimi zaman laik-şeriatçı yadaTürk-Kürtdüşmanlığı yaratarak toplu- mun huzurunu bozmaya ve kendi çıkarlarına en uygun ortamı yaratmaya çalışırlar. Sisiphos efsanesinde olduğu gibi, Türkler aşağıdaki iri kayayı tepeye doğru çıkarırken kaya yeniden aşağıya doğruyuvarlanmalıdır. "Tarihinöcü"ancakböylealına- bilir. "Tarihin öcü", yani Malazgirt'ten bu yana, yani Anadolu topraklannın adım adım fethinden bu yana, ya- ni Mustafa Kemal'in can çekişen bir devleti ayağa kaldı- rıp, çağdaş uygarlığaaçılan yola soktuğundan bu yana, yani Türkün uluslar coğrafyasında daha kişilikli, daha dinamik bir konuma ulaşmasından bu yana, hâlâ "Kut- sal Hıristiyan Birliği" düşleri yeşertenlerin umutla bağ- landığı "Tarihin öcü!" Burada da "Tavşana kaç, tazıya tut!" taktiği mükem- mel tezgâhlanıyor. En azyüz-yüzyirmi yıldan beri seyrediyoruzbu oyunu. Artık perdeyi kapatmanın-kapattırmanın yollarını ara- malıyız. ÖYKÜLER TürkKütüphanecilerDerneği EdirneŞubesi'nın "Kitap, Kütüphane ve Okuma" ıleılgıliöyküyarışmasında, yayınlanmasınakararverilenöykülerı.dernek adına Edıme Şubesı Başkanı Ender Bılar derleyip' Öyküler" adıylayayınladı. İsteme için Edirne Tel: 518 24 49 TARTIŞMA Yanıt bekleyen soru D eğcrli Av. Engjn Cinmen, "Anayasa Mahkemesi neyi koruyor?" sorusunu, zevkle okuduğum vaalanna başlık yapmış. İlk bakışta çarpıcı. bir o kadar da düşündürücü bir soru. Öyle \ a, Anayasa Mahkemesi neyi koruyor? Ya da "nasıl bir anayasayı koruyor?" Sayın Cinmen'in kısa sayılacak yazıya sığdırabıldiğı onca hukuksal çelişkiyi algıladıkça bu sorulan insan bir değil bin kez soruyor kendi kendine. Sadece soru sormakla kalmıyor, başka çağnşımlar da zorluyor kendini. Öncelikle yüksek yargı organının başkan ve üyelerinin bu çelişkileri bilmemeleri düşünülemez. Elbette bilirler. Ama y ine de diğeryasa ve işlemlerin hukuksuz bir yasaya uygunluğunu izlerler. Sanınz olayımızın gızi de bu noktada toplanıyor. Demek oluyor ki denetçı ya da gözlemci bıri yüksek yargı organı da olsa yasayla'venlen görev ve yetkinindışınaçıkamıyor. Bu bir şartlanma mı, yoksa zorunluluk mu? Aynnüyı seçemiyoruz. Anlaşılıyor ki bir kurumu kurmak ya da onu çalışır duruma getirmek yeterli olmuyor. önemli olan, kuruma yasal sağlamlık ve aynı doğrultuda işlerlik kazandırmak. Gördüğümüz kadanyla anayasal düzenı koruma. kollama ve diğer yasa ve işlemlerin ona uygunluğunu izleme işlevini yüklediğimiz kunımun yasal yönden sağlamlığı olmadığı gibi işlerliği deyoktur. 12 Eylül buy rukçulan bunu işin başında düşünmüş. hukukun üstünlüğünü değil. kendi üstünlüklerini sürdürecek ve egemen kılacak bir 'yasa' düzenletmişlerdir. Bugün anayasal kurumlanyla, Meclisiyle ve ulusla böyle bir yasanın egemenliğindeyiz. Buyrukçulann 'suçlu' olduğunu biliyoruz. Bilmemize gerek yok. Kendileri söylüyor bunu. Ama nedense dokunamıyoruz kendilerine. Anayasa Mahkemesi bu dokunulmazlığı koruyor. Bu olgu işin başında hazırlanmış. Anayasanın gınşine konmuş. Bir ulusa, üç-beş kişiye dokunamavacaklan yazılmış. Ama o günİerin koşullan ıçinde buna kımse ses çıkaramamış. "Olmaz böyle şey " dememiş. Diyememiş. Bugün de anayasacılann görevi bunu korumaktır. Onlar, "Hangi anayasayf değil, ellerine verilen anayasayı korumayı düşünürler. Gelenek böyle. gelişme böyle. Böyle olmasa bugüne kadar içlerinden bıri "Bu yasanın girişinde (yalan) yazılı, hukukla, demokratik kurallarla. insan haklarıyla çelişen yerleri >ar. Böyle bir yasay ı ben savunamam. Diğer yasa ve işlemlerin buna uygunluğunu izleyemeflT der. Demedi ya da diyemedi. Dıyemez, çünkü ondan istenen elıne venlen anayasayı savunmaktır. Tann buyruğu gıbidir bu istek. Ötesini düşünemezsın. "Bu anayasa buyrukla yapddı" dıyemezsin Çelişkileri göremezsin. Görsen söyleyemezsin. İşte böyle bir açmazdadır hukukumuz. Hukuk literatüründe yerleşik ve yaygın kanı. "yürüriükteki yasalara her yurttaş uymak zorundadır." Dikkat edilince "yürüriükteki yasa" deniyor. Yasalann nitelıkleri değil. nicelikleri yetiyorişe. Teokratik düzenlerde böyledir. Usu hep dışlar. Düşünmeyi, neden ve niçinler üzerinde durmay ı ıstemez. Tann buyruğuna kul sadece 'aıtıin' der. Yerleşik anayasal kanılarda da bunun karşılığı'uvma'dır. Herikisınde de çoğu kez kişi çelişkileri görür. anlar. yakalar. ama söyleyemez. Göıme, anlama. yakaİama 'bügi' işidir. Gördüğünü. yakaladığını. anladığmı söy leme ise 'kişilik" işidir. Buyruklarla anayasa yapılmasına katlanan toplumlarda kişilik edinme çokzordur. Uymave katlanma. kişilik edinmeden daha kolaydır. Bizikinciyi seçtık sanınm. Niyazi Ünsal Geçiş önceliklibasın plakası E ğer Bursa'da bir büyük lakımımızın maçı varsa siz siz olunfutbola karşı olan sevginızi birhaftalığına iptal edip dinlencenizı başka alanlardan keyf almaya yöneltin. Çünkü böyle anlarda İzmit Körfezi'ni vapurla geçmek de zor geriye dönmek de. Sabah saatlennde Eskihisar İskelesi'nde başlayan otomobil kuyruklan, akşam maç dönüşlerinde tam bir karmaşa ve izdıhama dönüşüyor. Her büyük maçgünü basın mensuplanyla halkımız arasında tartışmalar çıkıyor. Bazen bu tarüşmalann boyutlan büv üyor. Basın mensuplannın otomobillerinde, İçişleri Bakanlığı'ncavenlmiş geçiş önceliği olan plakalar var Ama, halkımız bunu gecerli saymıyor Kendilcrindcn önce vapura alınanbirkaçbasın olomobılını haksızlık sayıyor. Geçmeye kalktığınız zaman kendilerını oiomobılın önünc atarak ses tonunu yükselterek, "Sizin insan haklanna saygınız yok" şekhnde ağır, suçlayıcı İconuşabihyorlar. Acaba bu şekilde konuşmanın gücünü nereden alıyorlar? Halkımızın basın mensuplanna olan inançlan sarsılmaya mı başlamış? Bu suçlamalarda, son günlerde yaşanan olaylann etkisi var mı? Sabah, Eskihisar'da bütün uğraşlanmıza karşın vapura ahnmıyoruz. Vapura otomobılleri alan görevliler "Pdis kulübesi şurada" diyerek, onlann yardımıyla vapura btnebileceğimizi söylüyor. Polis nolctasına gittiğımizde içeride bir görevlınin olduğunu görüyoruz. Bızi "hoşgeldiniz"le karşılıyor, elimizi sıkıyor ama. yardımcı olamayacağını söylüyor. "Bakın" divor görevli polis ve devam edıyor: "B«n burada tek başımayım. Ama, dışarıda yüzlerce insan var. Tek başıma onlann baskısına karşı gelemem. Şurada jandarma birliği var. Oradan yardım gelmeden bir şey y apamam. Ben sizin öncelik hakkınız olduğunu biliyorum. Üstelik sizi vapura bindirdiğünde rüşvet almakla suçluyorlar bizi." Görevli polis memuru, elindeki eenelgeyi açıp basın mensuplannın öncelik hakkını belgeleyen kanun maddesini de bıze gösteriyor. Ama. sonuç değişmiyor ve biz zorunlu olarak sıramızı bekleyerek ucu ucuna Bursa'daki maça yetişiyoruz. Bursa'dan Topçular İskelesi'ne insan ve otomobil seb akıyor. 60 km.'lik Bursa-Yalova yolu birkaç saatte alınabibv or. Deniz İşletmeciliği beîkı sefer sayısını arttırmış ama yeterli değil. Magn bitiminde binlerce insan ve otomobil Topçular İskelesi'ne hücum etmış durumda Görev lı polis sayısı ise sabahkınden farklı değıl. bir veya iki. Yeniden polısten>ardım istiyoruz. Ancak yaşanan ortam içerisinde polisın daha çok yardıma gereksinimi olduğunu görüyoruz. Memur. "Bizi tehdit cdiyorlar. sürgüne göndereceklerini söylüyorlar. Keşke öv le bir şey y apsalar. Ama y apmıvorlar. Böyle görev yapmaktansa buradan gitmek bize iyilik olur" diyor. Bıryanda basın mensuplanna engel olmanın hak olduğunu zanneden büyük bir grup, öbür yanda karayollıyla Körfez'i dolaşarak gazeteye haber ve fotoğrafyetiştirememenin endişesi Bu. her büyük maç öncesi ve sonrası tzmit Körfezfnin iki yakasında yineleniyor. Kimseninaklına da önlem almak gelmiyor. Aslında halkımız basın mensuplanna engel olarak bir gün sonra spor sayfalannda genış ve gerçekçi haber ve yorumlar okuma haklanna sekte v uruyorlar. Bu şekilde davrandıktan bırgün sonra spor servislenne telefonlar yağdırarak, v andaşı olduklan takımlar hakkında az şey yazıldığı için acımasızca eleştirebiliyorlar. Acaba bu ola> lar halkımızın basın mensuplanna olan güvensizliklerinin bir yansıması mı? Metin Tükenmez PENCERE Kayıplar ve Tutuklular Ostüne... Gözaltına alınan kişinin ortadan kaybolması, çağdaş dünyanın ayıplı sorunlarından biridir. Sorun öylesine büyüdü ki Hollywood işe el attı; Coste Gavras'ın yönettiği, Jack Lemmon'ın başrolü oynadığı "Kayıp" (Missing) filmi büyük yankılar yarattı, ülkemiz- de gösterildi; Latin Amerika askeri diktatörlüklerinde, güvenlik güçlerinin gözaltına aldığı kişiler arasındaki kayıplar öylesine çoğalmıştı ki, devlet cinayet örgütüne dönüşmüştü. 12 Eylül'de resmi açıklamalara göre Türkiye'de 650 bin kişi gözaltına alındı. Bizde de gözaltında kayıplara ilişkin başvurular çoğaldı; ama, hiçbirinden sonuç alına- mıyordu. Yaşama hakkmın güvencesi sayılan devlet, gözaltına aldığı yurttaşın nerede olduğunu açıklayamı- yor, "Kayıp" filmi Türkiye'de de oynanıyordu. Türkiye, "faili meçhul cinayetler ve kayıplar ülkesi"ne dönüşmüştür. Ne yazık ki bu konu "medya'yı ilgilendirmiyor, ka- muoyunun ilgisini çekmiyor Tek parti döneminde poli- sin gözetimınde bulunan bir tek kişinin yok olması ortalı- ğı velveleye verırdi; çok partili rejımde bu işi kanıksa- dık... • Birkaç gun önce Aysel Malkaç'ın kız kardeşi beni gör- meye geldi. Biliyorum, şimdi yukarıdaki tümceyi okuyan çoğu kişi kendi kendine soracaktır: - Aysel Malkaç da kim? Aysel Malkaç, özgür Gündem gazetesinin muhabiri- dir, bir ayı aşkın bir zamandan beri Aysel'den haber alı- namıyor. özgür Gündem bu konuda şunları yazdı: "7 eylül günü bir haber için dışarıya çıkan istanbul muhabirlerimizden Aysel Malkaç'tan haber alınamıyor. Gorgü tanıkları, Aysel'in gazete yakınlarında sivilpolis- ler tarafından gözaltına alındığını belirtirken, emniyet yetkilileri. muhabirimizin gözaltında olmadığını söyledi- ler." Özgür Gündem gazetesinin muhabirleri doğuda öldü- rülüyor; bu konuda çok yayın yapıldı; Aysel Malkaç'ın gözaltına alındıktan sonra kaybolduğu iddiası da bunla- ra ekleniyor; olayları bir sis perdesi örtüyor. Dağıtmak gerek bu sisi... Aysel'in kızkardeşine: - Ben bu konuyu yazarım, görevimdir, deyip ekledim: İnşallah kız kardeşiniz bulunur... Durgun ve suskun yanıtladı: -İnşallah!.. • Aradan bir iki gün geçti geçmedi; bu kez de özgür Gündem'in sahibi ve DEP'ın Genel Başkanı Yaşar Kaya, DGM tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ku- zey Irak'ta yapılan KDP (Kürt Demokrat Partisi) Kong- resi'nde geçenlerde konuşan Yaşar Kaya'nın "bölücü- lükpropagandası"yaptığı ileri sürüldü. Bu köşede çok yazdım; ama, bir kez daha yineleye- yim: Ne söylerse söylesin, ne yazarsa yazsın, bir insanı düşüncelerinden ötürü tutuklamak çağdışıdır, demokra- siye aykırıdır, hem kendimize ayıp ediyoruz, hem uygar dünyanın bizi ayıplaması için durup dururken gerekçe yaratıyoruz. Yaşar Kaya ne söyleyebilir? - TC'nin işi bitiktir, Kürdistan a bağımsızlık sağlanma- //, Anadolu parçalanmalı, sınırlar yeniden çizilmeli, Lo- zan çöp tenekesine atılmalı... Dikkat: Yaşar Kaya bunlan söyledi, demıyorum; Türkiye'de bunları söyleyen ve yazanlar var. Istediklerini söylesin- ler ve yazsınlar, bize aykırı gelen bu düşüncelerinden ötürü, kimse tutuklanmasın, yargılanmasın, cezaya çarptırılmasın. Her türlü aykırı fikreözgürlüktanımaktaveterörün her çeşidine elbirliğiyle karşı çıkmakta "toplumsal ittifak" kurulursa sorunlar aşılır. Şeriatçı bugün Türkiye'de öz- gürdür, Kürtçü de özgür olsun!.. Hepsini özgürlük reji- minde göğüsleyip laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlü- ğünde ve demokrasi potasında eritebiliyor muyuz? O zaman biz de özgür oluruz. ANMA Demokrasi düşmanı 12 Eylül 1980 Askeri darbecileri tarafından yurdışında sürgünde yaşamak zorunda bırakılan Sendikamız Yüriitme Kurulu Üyesi ENVER TÜRKOĞLU'nu Ölümünün 8. yılında Topkapı'daki mezan başında 19 Eylül 1993 Pazar günü saat 10.00'da anacağız. Dostlanna duyunır, anısı önünde saygıyla eğiliriz DİSK / BANK-SEN CAoOAS VAYINLARı Nadir Nadi DOSTUM MOZART 8 hası 30 000 lıra (KDV ıçinde) Çuğdaş îtıunları Turkocağı Cad 39-41 Cağaloglu-fsıanbul Ödemeli gonderilmez.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle