27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS1993 PAZARTESİ OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bölgeselleşmeve küreselleşmeBölgeselleşme, tercihli ticaret koşullan yaratan salt ekonomik bir olay değil. Siyasal. sosyal, kültürel yönleri çok güçlü. Bu öğeler ise, kimi yerde bir bölgede ödüne dayalı birleşme - öbürlerini dışlama süreçleri yaratırken, kimi bölgeleri de parçahyor, ufalıyor, çatışmalar içinde bırakıyor. Prof. Dr. GÜLTEN KAZG AN I kinci Dünya Savaşı sona erdi- ğinde. ABD. dünya çapında bütünleştirilebilecek bir eko- nomik yapılanma amaayla yola çıkmıştı. Gerçekleştiril- mesine önderlik ettiği kurum- lar, küresel obna amacına dönüktü: ana sözleşmelerini imzalayan her ülke bunlara üye olabilecekti. Irk, etnik kö- ken, din. hatta siyasal rejim bu kurum- larda belirleyıcı öğe değıidi. GATT, Dünya Bank'ası, IMF gjbi dünya eko- nomisinde geçerli olmasını hedeflediği piyasa kurallannı koyan kurumlar bu niteliği taşıyordu. ABD, dünya liderliğini elde tuttuğu bu yıllarda. sömürge imparatorlukla- nnın dağılmasına da destek verdı. Çünkü Baü Avrupa'nın metropol ül- keleriyle sömürgeleri kendi içlerinde dışa kapalı ve tercihli-tavizli bir bütün oluşturuyor, dünya ekonomisinı par- çalı hale getiriyor, metropol ülkeler arasında çekişme yarauyordu. İkinci Dünya SavaşTnı (ve daha önce Birinci Dünya Savaşı'nı) yaratan etkenler arasında ırkçılık kadar, metropol ül- keler arasındaki çekişme de vardı. Bu ülkeler sömürgeleri terk eder, serbest rekabet koşullannda dünya pazanna kaUİırsa. sürtüşmeler ve savaşlara da yerolmayacakü. ABD aynı zamanda, Marshall Planı ile savaşta yıkılan Avrupa'nın kalkın- rnasına katkı yaptı; Dünya Bankası (ilk adıyla IBRD) aslında bu amaçla kurulmuştu. Dönemin tümü aynı se- pete "az gelişmiş ülke" tanımıyla ko- nan ülkelerinin kalkındınlması da gündemdeydi. Dünya pazanna ser- best rekabet koşullannda katıkna, bunlar için de nihai hedef olmalıydı; fakat, temel kurumlar oluşturulunca- ya kadar bunlara ayınmcı davranıldı. Paralannın konvertibl olmaması, dış ticaret kontrolleri uygulamalan, dev- letin pazar ekonomisine müdahalesi. temel fiyatlan saptaması olağan kabul edildi. Resmi. devletten devlete yar- dımlarla bunlann kalkınması destek- lendi. Savaş sonrası ilk dönemin tanm ürünü kıthklan ise bir teknoloji devri- minin yaygınlaştınlması çabalanm getirdi: Yeşil devrimin harika tohum- lannın az gelişmiş ülkelere yaygınlaştı- nlması için çalışmalar. açlık. sık sık yaşanan kıthklan ortadan kaldırma- nın temel anahtanydı. Küreselleşme ile dayanışmayı bir- likte getiren bu tablonun tamamlayıcı bir öğesi ABD'nin kendi içinde "mede- m haklar hareketi" (civıl nghts move- ment) ile ırkçılığı aşmaya yönelmesiy- di; zencilere (yeni deyimiyle Afrikalı- Amerikalılar) karşı şiddetli ayınmcılı- ğı protesto hareketleri, savaş ve sonra- sında ne olduğu iyice anlaşılan ırkçılı- ğı, tekrar lanetliyordu. Bir başka öğesi, başta ABD'nin dolaysız yatı- nmlannı dünyanın dört bir yanına yayan çok-uluslu şirketleriydi; Latin Amerika ile Uzakdoğu'daki az geliş- miş ülkeler bu yatınmlardan yararla- nırken, "sanayiin emek-yoğun dalları ya da aşamalannın yer değlştirmesi" konu ediliyor, sanayide uluslararası üreüm başhyordu. Bu tabloda, tek "çatlak" soğuk sa- vaşın dünyayı Doğû Bloku ile Batı Bloku arasında bölünmüş olması ola- rak görülüyordu: SSCB veçevresinde- ki bir dızi ülke, ABD ile Batı Avrupa ve çevresindeki bir dizi ülke ideolojik olarak, işleyiş mekanizmalan ve ku- rumlan ile birbirlennin tam karşıtı idi. Küreselleşmeye tek engel bu karşıtlık diye düşünülüyordu. Onlar da Batı'- nın demokrasisini ve serbest piyasa ekonomisini benimseseler, küreselleş- me tam olacakü. l960'lı yıllardaki adıyla Ortak Pazar'ın altı ülkesinin oluşturduğu ticari blok ise önemsen- miyordu; Sovyet tehdidine karşı. NATO yanında, bir ikinci duvar diye düşünülüyordu. Oysa, bu kamplaş- ma, etno-kültürel ayınmcılığı, ırkçılığı ikinci plana itmiş, çok daha parçalan- mış bir dünya olmasını önlemişti. Savaşın bitişinden 1970'li yıllann başına kadar, dünya, çeyrek yüzyıl sü- ren uzun bir refah yaşadı. Dayanışma içinde küreselleşme adım adım ilerledı: ırkçılık, etnik merkezli milliyetçilik, dinlere dayalı ayınmcılık gündeme gelmedi. Az gelişmiş denen ülkelerin arasından birtakım ülkeler "yeni sana- vUeşen" diye tanımlanan sınıfa yüksel- dı. az çok her ülke artan refahtan pay aldı. 2000'li yıllara doğru giderken, artık bu biçimiyle küreselleşme yok. Ülke- ler arası bloklaşma. ekonomik ilişkile- rin tabanına politik-etnik-kültüre! öğleri sokmuş bulunuyor. Batı Av- rupa'da 12 üyelı AT ile 6 üyeli EFTA- nın tam üyesi olabilmek ve tercihli- tavizli koşullardan yararlanabilmek için hem üst gelişme düzeyinde bulun- mak hem de Avrupalı ve Hıristiyan olmak gerekivor. Bir yandan coğraf- ya, bir yandan renk-ırk ile din-kültür öğelerirîe göre. alınacak üyeler arasın- da ayınm yapılıyor. Gelecekte bu iki topluluk üyeleri. kurduklan Avrupa Serbest Alanı'nı da aşıp belki birleşe- bilecekler, Batı Avrupa'da, Fransa öncülüğünde, dış dünyaya iyice kapalı bir "Avrupa kalesi" oluşturulma olası- lığj ise giderek artıyor: dışlananlara karşı korumacılık eğılimleri güçleni- yor. Bölgeselleşme Bölgeselleşmenin geldığı noktada. ayınmcılık sadece dışarda kalan ve be- lirli nitelikleri taşımayan ülkelere karşı olmakla kalmıyor. yabancı kültür- etnik kökenden olan "misafır işçi"lere de karşı. Irkçılığın şıddeti bunlara yö- nelirken, hükümetlerin ayınmcıiığı da başka bir planda yürüyor. Bölgeselleşmenin ikinci ayağı Ku- zey Amerika"da. A BD ile Kanada ara- sında ilk kez NAFTA anlaşması ser- best ticaret bölgesi yaratmak için imzalandığında hiç tepki görmeden yürürlüğegirdi. Etnik-kültürel özellik- leri ilk iki ülkeye uymadığı gibi gelişme düzeyi de göreli gen olan Meksika ka- ulmak için başvurduğunda, tepkılcr giderek arttı tşcı sendıkalanndan çev- recilere kadar bir dizi sivil toplum cr- gütü Meksika'nın katılımına karşı çıkıyor ve anlaşma bugüne kadar im- zalanamadı. Bölgesel anlaşmalann etnik-kültürel dayanaklan - hem de kendileri bu bakımdan çok kanşık halklann bir sentezi olan - ABD \c Kanada'da da ortaya çıkıyor. NAF- TA kapısındaki Meksika'nın durumu AT kapısındaki Türkiye'den pek fark- h değil. Her ne kadar Uzakdoğu'daki bir üçüncü bloktan da söz ediliyorsa da. gerçekte. Japonya etrafında kümele- nen ülkeler AT-EFTA ve NAFTA'- dan iyice farklı bir ticaret ağı oluşturu- yor. Bir kere. aralannda "blok" oluş- turacak nitelikte resmi bir anlaşma yok; ticaretin. sermaye hareketlerinin yoğunluğu, özellikle Japon kökenli dolaysız yatınmlar, işbirligini arttın- yor. Uzakdoğu - Güneydoğu Asya ülkelerini birleştiren politfk-kültürel- etnik özdeşlikleri konu etmek de pek olanaklı değil. Çinli kökenliler Tai- vvan. Singapur. Hong Kong gibi mer- kezlerde nüfusun ezid çoğunluğunu oluştursa da, başka birçoğunda giri- şimci sınıfta bunlann önemli yeri olsa da. bölge, değişik renklerde ve ırklar- da, farklı dinleri benimsemiş halklar- dan oluşuyor. Aynca, Japonya'dan Filıpinler'e ve Çin'e uzanan çok farklı gelişme düzeylerindeki ülkeleri kapsı- yor. Yani, Batı ülkelerinin kendi için- deki bloklara oranla daha demokratik ve laik bir görünümde. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD liderlerinin kurmayı hedeflediği dünya işbirliği- nin. küçük çapta, bir bölgesel örneği niteliğinde. Bu bölgelerin dışında kalanlar ise dünya nüfusunun yandan çoğunu oluşturan. birkaç üst-orta gelirli ülke (Brezilya, Arjantin gibi) dışında alt- orta gelirli ve düşük gelirli gelişmekte olan ülkeler. Zengin ülkeler bunlan ni- çin dışlıyor? Bir kere, teknolojik dev- rim yoksullann ne vasıfsız kol emeğine ne emek-yoğun mallanna gereksinim bıraktı; tersine, bunlar "istenmezler" kategorisine alındı. tkincisi. yeşil de\- nm ve izlenen korumaa politikalar. zengin ülkelerde tanmı öyle bolluk üretimine kavuşturdu ki, gıda madde- si akımlan (bazı tropikal ürünler bir yana) tersine döndü. zenginlerden yoksullara yöneldi: hammaddeleri ise ikame edebilecek sentetikler var artık. Petrol dışında yeraltı kaynaklan için de aynı durum geçerli. Nihayet. artık siyasal renkli bloklarda yok: Eski Do- ğu Bloku ile Batı. çevrelerine geliş- mekte olan ülkeleri de toplamak için mücadele ederken. bu ülkelerin siya- sal-askeri-stratejik önemleri vardı. Bugün artık böyle bir önemleri yok. Doğu Bloku'nun ve SSCB'nin dağıl- masıyla bu önemleri de tarihe kanştı. İlginçtir ki, gelişmekte olan ülkele- rin birçoğunda 1980'li yıllarda kişi başına gelir azaldı. Finans piyasasının yakın geleceği dahı öngöremeyen göz- leri, 1970'li yıllann "petro-dolarları krediye dönüştürme" furyasını yarat- mış. çoğunluğunu borç batağında bı- rakmıştı. u KüreseUeşme"nin en çok konu edildiği bu dönemdi; dünyanın bu kısmı giderek yoksullaşırken. öbür kısmı - başta sanayileşmiş ülkeler - zenginleşmeyi sürdürdü. Zenginlerle yoksullann arası açılırken, birincilenn ikincilere ihtiyacı azalırken. ırkçıhğın; kültürel öğelerin, gelişme düzeyinin ayınmalığın temeli haline gelmesi, acaba bir tasadüf müydü? tlginç olan bir başka nokta ise şu: Zengin Batı ülkelerinin oluşturduğu Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki bloklann temelindeki etno-küJtürel, siyasal nitelikteki birleştirici öğeler, Doğu Bloku'nun, bu bloka dahil ülke- lerin dağılmasındaki etkenlerden biri oldu; gelişme düzeylerindeki farklılık- lar da buna eklendi. SSCB dağıldıgı gibi, Yugoslavya ile Çekoslovakya da parçalandı; Rusya Federasyonu ise bugün biraz daha ufalanma tehdidi al- tında; Macaristan ve Romanya'daki etnik azınlıklarda sorunlu. Rusya Fe- derasyonu'nun öncülüğünü yapmaya giriştiği Ortodoks-Slav birliği eğer yü- rürse. ırk ve din, bu kez yeni bir bölge- selleşmenin temeline açıkça girmiş olacak. Türkiye ise, ırk ve din öğeleri- nin, etno-kültürel etkenlerin hiç kanş- madığı Karadenız Ekonomik Işbirlıği örgütü gibi bir oluşumda dünyadaki eğilimlere ters yönde hareket etmeye çalışıyor; çok ırklı. çok kültürlü birim- paratorluğun mirascısı olması bunu olağan kılıyor. Ne var ki, kendi içinde- ki ırkçı, etno-kültürel milliyetci hare- ketleri de eş-anlı yaşıyor. Sonuç Kısacası, bölgeselleşme. tercihli ti- caret koşullan yaratan salt ekonomik bir olay değil. Siyasal. sosyal, kültürel yönleri çok güçlü. Bu öğeler ise, kimi yerde bir bölgede ödüne dayalı birleş- me - öbürlerini dışlama süreçleri yara- tırken, kimi bölgeleri de parçahyor, ufalıyor, çatışmalar içinde bırakıyor. Birileri giderek yoksullaşırken, öbür- leri zenginleşiyor; birinciden ikinciye doğru ortaya çıkma eğılimleri hareke- te gecen insan gücü akımlan - ki, ser- best piyasa ekonomisinin temel kuralı- dır - engelleyici vize koymaktan ırkçı şiddete uzanan yollarla engelleniyor. Bu kargaşada "küreselkşiyoruz" ede- biyatı ise sürüp gidiyor. Peki, küreselleşmenın olduğu hiçbir alan yok mu? Tabii var. Bu da" 1980'li yıllarda devlet denetiminden çoğu yer- de anndınlan sermaye hareketlerinde. özellikle portfolio yatınmlar ve sıcak parada. Bilgisayarlaşan bankalar ara- sında, dünyanın neresi olursa olsun kârlılığı en büyük olan yere. ışık sür'- atinde hareket ederek akıyor, kârlılığı düşenden kaçıyor. Bu biçimiyle küre- selleşmenin ise kime ne getirdiği. kim- den ne götürdüğü henüz yeterince degerlendirilmedi. TARTIŞMA Turizm eğitimi gözden g- ^ r ^r-luslararası I I büyük bir otel • I zındrinin gazete I I ilanıyla aradığı ^ ı ^ V turizm ^ ^ ^ ^ elemanlan için ODTÜ ya da Boğaziçi Üniversitesi mezunu olma koşulu koyması turizm eğitimi konusunu yeniden gündeme getırmelidir. Ülkemizde dört yıl süreli ve yabana dil okutulan "Turizm Işletmeciliği ve Otelcilik" yüksek okullan olduğu halde bunlann mezunlannı dikkate almayıp başka üniversitelere yönelmenin anlamı nedir? Çıkan ilk anlam. turizm eğitiminde ivedi bir düzenlemeye gidilmesinin Holdingler ayncalıxlı mı? B ılmivorum. çocukken bize böyle öğretmişlerdi.. Yasalarya vardırya yottur. Hiçbir kurum veya kişi yaulann üstünde olamaz. Yasalann çiğnendıği ve yasa ko/iıcunun buna göz yumduğu yerde barbarlık başlar. Toplu hade yaşamanın tüm zemini bifcr. Bihıem farkında mısmız? Son zananlarda altına bir araç (kanyon, kamyonet hatta rönorklu traktör)çeken. birde horarlör takan herkes solaklarda bangır bangır bir şejersataroldu. Sabah-akşam keıtin dört bir yanında buılardan yüzlercesi doaşmakta. Becerikli (!) beEdiyemiz ise kenti önce işpmacılara ve rant avcılanna tesım etti, şimdi de bunlara. Şindi bu "gürültü kevanlan"na Türkiye'nin iki "gzide" holdingi de katılmış buunuyorlar. Hetaru'n yedi günü. sabahın kcründen başlayarak durdurak dıfcmeden kafamızı şışirmekle mşguller. Bu şırketler ru sağlığı hiçe sayıüyor. Çevre yaa, yönetmelik ve kent gcnekleri karşısında açıkça su teşkil eden bu davranışlar al& edercesine a^-uka çmnlıyor. Bir "gürültü işfcncesi"dir gırla gidiyor. Bıkendini bilmez, yasa taunaz uygulamayi ve onu yaıtan şirketleri protesto eder, ketin sorumlu nr/kilerindekileri "zahmet ohazsa" uygulamayı enellemeye davet ederim. SMAVİYENİ tsanbul gereklılığı olmalıdır. Turizm fşletmeciliği ve Otelcilik yüksek okullan, sektörün parlayan yıldızına ve gelişimine koşut bir düzey göstereceklerine geride kalmayı yeğlemişlerdir. Dört yıllık eğitimin dil zorunluluğu ve ihtisaslaşma yaklaşımlanna ağırlık verilmemiş, tam tersine yabancı dil derslenni izJeme zorunluluğu kaldınlmıştır. Sektörledesıcak birilişki kurulamaması noktasında bu okullarda verilen eğitim genellikle yoğun bir uygulama ve işbirliğinden yoksun kalmıştır. Öte yandan türdeş olmaktan hayli uzak bir kadroyia çalışan ve bürokratik başansı kuşku götüren ilgıli bakanlık da bu okullann mezunlanna fazla sıcak bakmamaktadır. Bütün bu kalın çizgili yaklaşımlar önce öğrendlenn okullanndan soğumalanna neden olmuş, bilahare de sektör. eleman sedmindekı ölçekierini sergileyerek bunlan dışladığını göstermiştir. Eğer bu okullar ivedilikle ele ahnıp köktend birreorganizasyona tabi tutulmazlarsa işlevlerini yitirip "casino'lara eleman yetiştirme boyutundan öteye yansıyamay acaklardır. Bu bağlamda söz konusu yüksek okullann bazılan fakülte bidmine dönüştürülmeli ve hazırlık sınıfında yabancı dil eğitimine ağırlık verilmeli. daha sonra genel bir turizm eğitiminin ardından ihtisaslaşma dallanna göre bölümler oluşturulmalıdır. Öte yandan Turizm Bakanlığı bu fakülte mezunlanna vereceği zorunlu ağırlık sonucunda bir ihtısas bakanlığına dönüşmeye özen göstermelidir. Söz konusu okullann - bünyesıne dahil edilen gece eğitimi ve sertifika programlan öğretim kadrosunun derslere fazla dağılmasına neden olmaktadır. Bu durumda araştırma işlevinden yoksun kalan bu okullar birer lıse görünümüne bürünmeye başlamışlardır. Kantiteye verilen ağırlık kaliteyi etkilediği gibi işlevsel olumsuzluklan da beraberindegetirmiştir. Bir entegrasyon sektörü olduğu her gün birazdaha iyi anlaşılan turizm alanındaki bu yüksek okullann ağırlıkh olarak oteldlik eğitimine yönelmeleri yerine; sektörün diğer dallanna ve dışa yönelik entegrasyon alanlanna ilgi göstermesi gerekmektedir. Nitekim milyonlarca insanm "ekmek teknesi" olmuş bir sektörün ışığı olmak. ona yol göstermek görevidebu eğitim kuruluşlannın olmalıdır. Sektörde gözlenen durgunluklann nedenini ve alınacak önlemleri sergilernek, turist profıllerindeki değişimı saptamak yaklaşımlan; araştırma, yol gösterme ve kaynaşma çabalan bu kuruluşlardan beklenmektedir. Eğitimdeçağdaşlaşma bu tür yeni ve soluklu pencerelerin acılmasıyla sağlanır ancak. Mevcut tablodaki "stabilizasyon" öğrendleri "casino"lara yöneltmeye devam ederse, sektör, eleman gereksinimini başka fakültelerden karşılamayı sürdürebilir. AbdullahTekin Ülke Çapındaki Yüksek Öğretim.. 1950 dönüm noktası. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "yeni bir dünya kuruluyor". ismet Paşa çok partili reji- me geçmeye karar vermiş. 14 Mayıs 1950de siyasal ikti- dar serbest seçimle el değiştiriyor. "Devletçi" CHP'nin yerine "serbestçi" DP geçiyor. Hükümet programına bakılırsa KlT'lerözelleştirilecek. Ancak DP'nin CHP'den daha çok devletçilik yapmak zorunda kaldığı görülüyor. Çünkü yeni Başbakan Adnan Menderes, Anadolu'nun neresine gitse halktan yükselen ses: -Fabrikaisteriz!.. Kapitalizmin oluşum sürecinde, sermaye birikimin- den yoksun bir ülkede, ancak devlet eliyle Anadolu'ya sanayi yatırımları yapılabilirdi. KlT'ler, halkın özlemleri- ne yanıt veriyordu. DP döneminde ülkenin her yanında pıtrakgibi KlTaçıldı. Ne var ki 1990'larm Türkiyesi değişmiştir. Bugün Ana- dolu halkının Ankara'ya dönük isteği: - Üniversite isteriz. Daha güzel bir istek olabilir mi?.. • Çeyrek yüzyıla yakın bir süreden beri Türkiye'deki eğitim düzeni, liseyi bitirmiş öğrencileri üniversite kapı- larınayığar. öğretim sistemi çarpıklaştığından kat kat yükselen adaletsizlik ve eşitsizlık, çocukların ve ailelerin boğazını sıkmaktadır. llkokuldan başlayıportaöğretımdesürege- len fırsat eşitsizliği, üniversite giriş sınavlarında yogun- laşır, yüzbinlerce genç ortaklıkta şaşkın kalır, analar babalar karalar bağlar. Milyonlarca öğrenciye ne okuma olanağı vardır ne de işL Çocuk ya hayta olacak, ya lerörist, hangi baltanın sapına yapışacağını yeni yetme genç ne bilsin? Ne var ki dünya değişiyor, bilimsel teknolojik devrim toplumlara yeni olanaklar sağlıyor, iletişim devrimi ka- pıları kapasan bacadan Türkiye'ye giriyor; artık her ev- de bir televizyon var.. Dünyada açık öğretim yaygınla- şırken Anadolu'yu bu dönüşümden yoksun tutabilir miyiz? Açık öğretim yıllardan beri gündemde... Televizyon, futbol maçının tribünlerini ülke çapında büyütürken, yüksek öğretim dersinin sıralarım neden büyütmesin?.. Türkiye, bilimsel, teknolojik devrimin sağladığı araçlardan neden yararlanmasın? TV, ille de arabeskle pornoyu gıdıklayan yayınlarla mı dolup taşa- cak?.. Solcuların, sosyalistlerin, sosyal demokratlann Anadolu'yu büyük bir okula dönüştürecek açık öğretimi programlamak yolunda, yaratıcı güçleri seferber edebi- lecek bir tasanmları yok mu? Açık öğretim, hocayı eve getirir, insana -kadın ve er- kek, yaşlı ve genç- yaşamın her aşamasında öğretim fır- sab verir; eğitimde adaletsizllğin ve eşitsizliğin yoğun- laştığı bir toplumda yetenekli insanlara ufuklar açar. Sol, teknolojiyi halk yararına kullanmakta duraksama- malı; değil mi? • Eğitim düzenimizin bozukluğu A'dan başlıyor.. Z'de bitiyor. JHalk üniversite istiyor; genç kuşaklar yükse* öğreti- min kapılarını zorluyor, çağın gerekleri üniversiteleş- meyi kaçınılmaz kılıyor... Ama üniversite açmak kolay mı?.. Profesör, doçent, öğretim üyesi, bilim adamı kavun karpuz gibi bir mevsimde yetişmiyor; yeni bir üniversite her şeyden önce insana dayanıyor... Nerdeo insan?.. Açık öğretim, belirli insan gücüyle en geniş olanakları yakalamanın seferberliği demektir. Ancak hiç kimse, üniversite kapılarına yığılan gençle- re yüksek öğretimin kapılarını açmakla üniversite soru- numuzu birbirine karıştırmasın. Bu ikisi birbirinin için- dedir, etkileşimi vardır, yine de üniversite sorunu dağ gibi önümüzde duruyor... Çünkü üniversite, her şeyden önce bilim üretilen ku- rum demektir, ki onun koşullan ayrıdır... TÜRKİYE1VİN KALBİ AJNKARA Mehmed Kemal 30.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymları Tûrkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-Jslanbul Ödemeli göndcrilmcz. Taç JakarTül Perdelik, evlerinize iğneoyası ve dantel geleneğinin çağdaş bir yorumunu getiriyor. Her ilmeğinde, her deseninde Taç'ın üstün teknolojisinin ve kalitesinin damgasını taşıyan Jakar perdelik tığla işlenmişcesine zarif ve alımlı. Unutmayın. Perde alırken Taç isteyin, gerçeği görün.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle