Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS1992 PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
Halkın kaygısı
lıayır'a döndüDanimarkalılar, Avrupa
Topluluğu'nun yavaş yavaş fe-
deral bir Avrupa devletine dö-
nüşmesinin basamaklanndan
biri olan Maastricht Anlaş-
ması'na hayır diyerek, Avru-
pacılann tekerine çomak sok-
tular. Gerçi şimdilik Danimar-
ka'nm 'hayır'ı, birlik sürecini
durdurmuş gibi görünmese de,
uzun dönemde sorun yarata-
cağı açık. Çünkü her ne kadar
Brüksel'deki sırça köşkte otu-
ran AT komiserleri kendi en-
tegrasyonlannı tüm Avrupa'-
ya yaymaya çalışsalar da, so-
kaktaki adam buna hazır de-
ğil. Millı kaygılar halen daha
baskın çıkiyor. Bilinmeyenden
korku, sokaktaki adamı en gü-
venli olana, yani bilinene yö-
neltiyor.
Danimarka'da 'hayır'la so-
nuçlanan halk oylamasıyla il-
gili geniş bir araştırmanın so-
nuçlan nihayet yayımlandı.
Araştırma sonuçlan, Dani-
markalılann gelişmelerden
duyduklan kaygıyı *hayır'a çe-
virdikJerini gösteriyor. Maast-
richt'e hayır diyenlerin büyûk
bir kısmı, politikacılann so-
nınlan çözebileceklerine inan-
mıyor, yani 'hayıralar' arasın-
da politikaalara güven yok.
Hayırcılar arasında gidişattan
kaygı duyanlann oranı da,
evetçilere göre çok yüksek.
Maastricht Anlaşması'nın ka-
nşık bır sürû hükümle dolu ol-
ması, politikaalara güven-
meyenleri, "en iyisı bildik yol-
da devam etmek" diye düşün-
meye itmiş.
Araştırmadan çıkan çok da-
ha ilgınç bir sonuç da, hayırcı-
lann evetçilere göre daha az
gazete okuduklan, televizyon-
daki haber programlanru daha
az seyrettikleri ve eğıtim dü-
zeylerinin evetçilere göre daha
düşük olduğu. Bu nedenle eve-
ti savunan politikaalann, ha-
yırcılara ulaşmakta güçlük
KOPENHAG
FERRUH
YILMAZ
çektikleri anlaşılıyor. Bu ko-
nuda en sorumîu olan parti de
Sosyal Demokrat Parti; çünkü
parti yönetimi evet denmesini
isterken, Sosyal Demokrat ta-
banın yansından fazlası hayır
demiş. Danimarka'nın önde
gelen fıkir makinelerinden
profesörUffeOstergaard,"Bir-
lik fîkri elit kesimi cezbediyor"
demişti. Galiba o haklı çıktı.
Aslında, Avrupa'nm birleş-
mesi yenı birfikırdeğil, yüzyıî-
lardır tartışıbyor. Bu yoldaki
ilk öneriler, Avrupa devletleri-
nin birleşmesi yoluyla savaşla-
nn ortadan kaldınlması ve
ebedi bir banş sağlanması he-
defıne yöneüktı. İlk birlik pro-
jesinin tarihı 1713"e kadar gidi-
yor. Fransız Abbe de Saint-
Pierre, Avrupa'daki devletle-
nn bugünkü AGİK'e benzer
yapıda birlik oluşturmalannı
öneriyordu. Ünlü feylozof
Kant da, 1795te bir "Avrupa
Federasyonu" kürulmasını
önermişti. Daha sonra I8l4'te
ortaya atılan öneri, daha bağ-
layıa bir yapıyı öngörüyordu.
Yani ulusal parlamentolann
oluşturulacak ortak bir parla-
mentoya tabı kıhnmalannı.
Birliğin ulusal özelliklerini yok
edeceğinden ya da zenginlikle-
rini fakirlerle bölüşmek zorun-
da kalacağından çekinen Da-
nımarka halkı, bu somut geliş-
meye de çomak soktu.
Şimdilik tökezlemesine rağ-
men süreç ışlemeye devam edı-
yor. Eylül ayında Fransızlar
da hayır demezse, belki bu se-
fer Avrupalı elitin 300 yıldır
hayal ettiği rüya gerçekleşme
yoluna girecek.
Bu güz, kültür
asıklarmı üzdülş arkadaşımın yazlığının
çatısına bir çift turna yuva
yapmış. Dört yıldır yaz başın-
da gelip, aynı yeri buluyor-
larmış. Güze doğru da göç
başlıyormuş: Güney Afrika'-
ya! Kuzeydeki turnalann göç
ettiği ülke Güney Afrika çün-
kü. Usta bir pilot gibi buluyor-
lar yollannı...
Güz, kısalan günleriyle, uza-
yan gölgeleriyle geliyor. Ağaç-
lann önemli bir bölümü çam
türünden olduğu için doğa ör-
tüsünde yeşil yerini korurken,
sannın ve kavuniçinin birçok
tonu gözleri şölene çağınr. Işte
o zaman sırası gelmiştir kırlara
çıkmanın. Çünkü Isveçlileri,
yaban mersini, kırmızı çayüzü-
mü, ahududu bekliyordur.
Bunlan toplayacaklar, mar-
melat yapacaklardır; dondur-
malanna şurup olarak kata-
caklardır.
Ormanlarda, ayaklannda
çizmeler, mantar toplarlar: En
sevdikleri cinsler ise horoz
mantanyla, şapkah mantardır.
Mantarlann zehirb olup olma-
dığmı öğrenmeleri için, ücret-
sizkurslardüzenlenir. Uzman-
lann öncülüğünde yürüyüşlere
katılınır. Acil yardım telefonu
90 000'ın zehirlenme olaylan-
na bakan bölümünde çalışan
personelin sayısı arttınlır...
Her ne kadar sorarsaruz en
çok yaz mevsimini sevdiklerini
söylerlerse de bana kalırsa gü-
zü, bir başka merakla bekler-
ler; bir garip sabırsızbkla...
Bu arada, kentlerin doğasın-
da ise kültür uyanır. Dergiler
abone kampanyalan açarlar.
Abone olunsun diye çanta, ki-
tapa ve freestyle verirler; kitap
kulüpleri, yüz binleri aşan üye
sayısına yeni bir yüz bin daha
katmak için bir paket sigara
parasına üç kitap dağıtırlar.
Yazarlar, yazın gezdikleri ül-
kelerden edindikİeri izlenimle-
ri kaleme alırlar TV'de sulu
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
dizilerin tekrar gösterimi biter
ve kültür köşelen başlatılır.
Bu güz, kültür âsıklan için bi-
raz üzücü bir güz oluyor. Kü-
tüphanelerin kapatılmak is-
tenmesi, büyük tepkilere yol
açmakta. Stockholm'de en az
6 kütüphanenin tümüyle ka-
patılacak olması ve bazı kü-
tüphanelerin belirli bölümleri-
nin de kapısına kilit vurulaca-
ğının duyurulması üzerine
Isveç Yazarlar Birlığı. yaz ön-
cesi başlattığı protesto kam-
panyasını hızlandırdı. Bu ana
dek 250 bın kişi, protesto liste-
sinin altına imza atü. Birhğin
başkanı yazar Peter Curman
kültüre vunılan darbeyi "kül-
tür hooliganizmi" olarak ad-
landırdı ve "hooliganlan", "iş-
güzar cellatlar" olarak tanım-
ladı. Peter Curman halkı, "uy-
gar direnişe" çağırdı ve sorum-
lu görevlileri telefon yağmuru-
na tutmalannı istedi.
Gerçekten de bu toplumda
kitabın özgün yeri, buraya ye-
ni gelenlerin hemen gözüne
çarpan bir niteliktedir. Metro
vagonunda, banliyö treninde
kitap, gazete okumayan birkaç
kişi varsa, bunlar ya gençler-
den oluşan bir arkadaş grubu-
dur, ya da göçmenlerdir.
Bir yanda sayılan 60 bini bu-
lan mülteciler, öbür yanda gi-
derek iflasa giden ekonomi...
Gazetelerde, her gün dazlak
kafah nazi özentilerinin yap-
tıklan saldınlann haberleri...
Ne var ki hiçbir şey, hiçbir
olay, halkın kültürden kopma-
sına neden olamıyor.
Kültürün ruhun gıdası oldu-
ğunu görebilmek ne güzel!
Irkçılıkhortlamadı, zorbalaştıAlman bayrağının neden alt alta siyah,
kırmızı ve san şeritlerden oluştuğunu bibyor
musunuz? Ikinci Dünya Savaşf ndan sonra an-
latılan bir öyküye göre Alman bayrağı şu an-
lama geliyor: Matem tutuyoruz (siyah), çünkü
çok insanın kanını döktük (kırmızı) bu toprak-
larda (san).
Almanya, birleştiğinden beri dünyada kuş-
kuyla izleniyordu. Hırvatistan'la Yugoslavya"-
nın Bonn tarafından resmen tanınması Av-
rupa"da "süper güç politikası" olarak çekimser
karşılanmıştı. Körfez Savaşı'na asker yollanma-
yışı "Almanya yine tek başına hareket ediyor"
diye yorumlandı. NATO'nun "out of area" ope-
rasyonlanna Alman askerlerinin kaühnası yö-
nündeki çabalar tersine "Almanlar askeri alan-
da da süper güç olacak" çığlıklanna yol açtı.
Yerel seçimlerde aşın sağcı Cumhuriyetçilerin
oy toplayışı "Neonazizm hortluyor" manşetleri-
ne kaynak oldu. Alman şirketlerinin Doğu Av-
rupa yatınmlan "ekonomik yayılmacılık" örne-
ği sayıldı. Nihayet Almanya'nın Türkiye'ye yö-
neük silah ambargosu da hâlâ hafızalarda.
Geçen hafta Rostock'ta halkın alkışlan ara-
sında eyleme geçen Dazlaklann günlerce yaban-
cilan terörize etmesi yeni Almanya'nın çirkin
yüzünü yine ön plana geçirdi.
Almanya hakkındakı diğer en-
dışeler haksız sayılsa bile,
hortlayan millıyetçilik ve ırkçı
eğilimlerin garabeti hiçbir
makyajla kapatılamaz.
Örgütlü Neonazilerin güdü-
mündeki Dazlaklann yaş orta-
laması 18-20. Neden sağa ^^~""^~~"~~
kaydıklan hakkında sayısız yazı yazıbyor, ana-
liz yapıhyor, sosyal bilimciler ve psikologlann
görüşü alınıyor. Halkın ırkçı akımlara sempatisi
hakkında da yazılıp çizilen şeylerin haddi hesabı
yok. Özellikle Doğu Almanya'daki kımlık bu-
nalımından maddi sorunlara kadar bır dizı ne-
den saymak mümkün ve kuşkusuz gerekli de.
Ama yabancı düşmanhğı ve ırkçılık Alman-
ya'da bugün hortlamadı. Almanya'da uzun sü-
redir yaşayanlar çok iyi biliyor ki ırkçı eğilimler
açık ve örtük olarak en mürefleh zamanlarda
da, birleşmeden önce de hep varoldu. Yabancı-
lara hep anlamayacağı sanısıyla "Yamyamca"
yöneltilen konuşmalarda; resmi dairelerde
"sen" diye hitap etmelerde, itip kakmalarda; lo-
kanta kapılanndaki "Yabana Giremez" levha-
lannda; yabancıya ev kiralamayan ev sahipleri-
DİLEK
ZAPTÇIOĞLU
nin tutumunda; yabancıyla evle-
nen çocuğunu aforozeden anne
babalann tavnnda... İnsan hak-
lan bayrağını en yüksekJerde sal-
layan Almanya'nın kendi içinde
yabancılar aynmalığa, dışlan-
maya çok maruz kaldı.
Irkçı eğib'mleri işsizlikle, kim-
•"•^^^-^•^ lik bunalımlanyla, ailevi sorun-
larla, "yabanalann kültürel farklılığıyla" açıl-
mak mümkün mü? Böyle bir neden - sonuç
ilişkisi kurulduğunda, her işsizin ülkesindeki ya-
bancılara düşman kesilerek eline sopayı alması
mı lazım? Geçen hafta Rostock'ta Neonazilerin
Çingene avına alkış tutanlar buna gerekçe ola-
rak "Çingenelerin tahammül edilemeyen alışkan-
lıklarını" gösteriyordu. Irkçılara sempati
gösterenlerin en büyük gerekçesi "Onlar bize
benzemiyor, bize uymuyorlar". Bu görüş,
halkın çoğunluğu tarafından paylaşılıyor. Al-
manlann yüzede 60'a varan çoğunluğu "ya-
bancının uyum sağlaması" gerektiğine inanıyor.
Bir toplumda çoğunluğu oluşturan insanlar,
kendi aralannda yaşayan, ama kendilerine ben-
zemeyen; farklı dile, dine, ten rengine, kıyafet ve
yaşayış tarzına sahip azınlıklan ilk önce yadır-
gayabilir. Bir yabana karşısında insanlar korku
duyabilir, merak edebilir, onun inancıru veya
hayat tarzını tanıdıktan sonra kendisi üstlen-
mek istemeyebilir. Amma ille "herkes benim
gibi yaşasın", "benim ilkelerime sahip olsun",
"benim dinimi kabul etsin' ve "benim gibi dü-
şünsün" demek cehaletten öte apaçık bir baskı-
dır, şiddettir.
Almanya'da yaşayan yabanalar, bu baskının
bugün işsizlik veya maddi sorunlar yüzünden
ortaya çıkmadığını; daima varolduğunu, ama
Almanya birleştikten sonra güçlenen milliyetçi-
likle eskıye oranla çok daha utanmazca, zorbaca
dile getirildiğmı bıliyor.
Aradaki fark, eskiden ırkçı saldırgana açıkça
alkış tutmaya cesaret edemeyenlerin bugün
bunu pervasızca yapması ve yaptığından ötürü
toplumun büyük bölümünde aşağılanmaya-
cağmı bilmesi. Demek ki Alman toplumunda
"tolore edilen yabana düşmanı pratikler" gide-
rek arüyor. Bir başka deyişle. ırkçı yaklaşımlar
tabu olmaktan çıkiyor. Bunu bilmekte sonsuz
yarar var.
Alman bayrağının renkleri elbette değişmeye-
cek. Bu topraklarda dökülen kanlar için daha
çok yas tutulacağına göre...
Nesıcak
ne borsa
dansaengel
TOKYO
BÜLENT
ÖNAY
Çocuklar sessiz sessiz şakalaşırlar kanal başlannda. Oaudia da, bu çocuklann biraz daha büyümüş şeklidir.
Üç sıııırm kesiştiği yerde, Zeki Müren'le
Doğusunda, bağırsanız sesinizi du-
yuracağmız yakınlıkta Fransa. Gü-
neyınde, hapşırsanız mikrobunuzu
bulaştıracağınız İsviçre. Savaşta
bombalardan uzak kaldığı için, bir
kaç yüzyıllık görkemli yapılar: Al-
manya'nın Freiburg'u...
Kentte yaşayan hemen herkes, en
büyük özelliği sorulduğunda, "Dün-
yanın dört bir yanından öğrencileri
banndıran üniversitesi" yanıtını ve-
riyor. Öyle Marmara Üniversitesi
gibi dişçiliği Nişantaşı'nda, halkla
ilişkileri Dolapdere'de, akaâemisi
Anadoluhisan'nda olan bir garip
dağınıklık değil. Tam bir kampus.
Öyle olunca da, tıp fakültesinin kü-
tüphanesınde ekonomi öğrencisini,
güzel sanatlann sergisinde. bitışik
binadaki ilgisiz bır okulun öğrenci-
sini bulabiliyorsunuz. Demek ki.
"ne ilgisi var'" değilmiş bu iş...
Yalnız, eğer turistseniz ve öyle de-
rinlemesine bakmaya gerek duymu-
yorsanız, Freiburg'un en önemli
özelliği, kuşkusuz, kentin her tarafı-
na yayılmış olan kanallar. Ortaçağ'-
da kanalizasyon olarak kullanılan
bu kanallardan, şimdi pınl pınl, içi-
lecek nitelikte sular akmakta. Hele
hava sıcaklığının 30'lan. 35'la
ri bul-
duğu bu ağustos günlerinde se.ın
FREIBURG
MUSTAFA
SAĞLAMER
• Claudia, garsona "Türk" fılan gibi bir $eyler söylüyor.
Adam mutfak tarafında kaybolur olmaz Ispanyol müziği
sona eriyor, Zeki Müren başlıyor. Buramn müdavimi olduk-
lanna kuşku duyulamayacak kadar öğrenci kılıklılann bir
bölümü, elleriyle masanın üstünde tempo tutuyorlar. Çok se-
verlermiş parçayı. Ama anlamını bilmezlermiş.
şulann değen daha bır anlafılıyor.
İçki satıcılan da çok seviyor 'kanal-
lan. Kafayı bulduktan sonra ayağı
takılıp düşen ya da serinlemek için
kafayı kanala sokanlar. kaldıklan
yerden devam etmek üzere yeniden
masaya dönüyorlar.
Freiburg kanallan. tarih ve geli-
şim itibanyla bizim Göksu Deresi'ni
de andınyor. Tek farkla: Biz dereyi
(hatta bir çok dereyi) kanalizasyon
yaptık; onlar, kanalizasyonu (hatta
kanalizasyonlan) dere...
Öteki turistlere oranla çok daha
şanslı olduğumuza. Claudia'nın
yalnızca fotoğrafına bakarak karar
vermeyin. Bize kenti kanş kanş gez-
diren genç ve gerçekten adaşlan
Shiffer ve Cardinale'den de güzel
Freiburglu Claudia. aynı zamanda
bir gönül insanı. Fakir ülke ınsanına
karşı merhamet duygulan iyice ge-
lişmiş. Yirmib'k rehbere ayak uydu-
ramayıp, yüzümüze çarptığımız ka-
nal suyu da kar etmeyince. Claudia
"çok özel" dediği bir öğrenci lokali-
ne oturtuyor bizi. Freiburg bağ-
lannın ünlü üzümünden yapılma
soğuk beyaz şarap, "Bır daha ne za-
man içeceğim!" endişesindeki tunst-
lerin -ve elbette bizim- her oturduk-
lan yerde ıstediği tek serinletici. Bu
arada Claudia, garsona "Türk" fı-
lan gibi bir şeyler söylüyor. Adam
mutfak tarafında kaybolur olmaz
İspanyol müziği sona eriyor. Zeki
Müren başbyor. Buranın müdavimi
olduklanna kuşku duyulamayacak
kadar öğrenci kılıklılann bir bölü-
mü, elleriyle masanın üstünde tem-
po tutuyorlar. Çok severlermiş par-
çayı. Ama anlamını bilmezlermiş.
Daha önce sözlerini bilmemekle bir-
likte, iki dinleyişte ezberleyip, umu-
mi arzu üzerine bir kağıda yazıyor
ve kopya edilmek üzere masadan
masaya dolaştınyoruz:
Ahımı, hicranımı sakladım, gizli
tuttum / gönlümü yıllar yıb hayaün-
le avuttum / o gençlik günlerimiz
dönmez asla geriye / yaak kı. dönse
bile, o sevdayı unuttum...
Her okuyan. yüzümüze dönüp.
öyle bir bakıyor ki, sanki biz biz de-
ğiliz de, Orson VVelles'iz. Bu şarkı,
sanki o şarkı değil de, "I Know
What It is to be Young..."
Freiburg Telefon İdaresi'yle
yaptığımız anlaşma gereğince, Cla-
udia Hienervvadel'ın numarasını siz-
lere veremiyoruz. Ancak daha önce
de bebrttiğimiz nedenle, bizim gibi
insanlarla ilişkı kurmayı çok seven
bu mimarhk öğrencisi mektup-
lannızı bekliyor. Adresi; Mühle-
matten 22, 7801 Umkırch Almanya.
İşte böyle... Almanya bir zengın
ülke; Freiburg, buna kültürü de ek-
lemiş bir kenttir.
Tokyo'da
hava sıcak mı
sıcak. Yoğun
nem de üstüne
tuz biber eki-
yor sıcağın.
Oturduğum
pastanenin so-
ğutucusu olmasına sükretmeliyim. Pen-
cereden, Jiyugaoka Istasyonu'nu ve onu
çevreleyen alanı görmek mümkün. Bu-
rası. genellikle gençlerin "takıldığı", pa-
halı butiklerle ucuz barlann bir arada bu-
unduğu, üst-orta tabakanın yaşadığı bir
bölgesi Tokyo'nun. Çabştığım yere yakın
olması nedeniyle arasıra buraya uğruyo-
rum. Bugünse özel bir nedenle geldim.
Bugün, Jiyugaoka'nın "bon odori", yani,
geleneksel halk danslan günü.
Ağustos ayı Japonya'da, inanmak zor
da olsa, her şeyin yavaşladığı bır ay. Çab-
şanlann büyük çoğunluğu senelik iznini
bu ayın ikınci veya üçüncü haftası kulla-
nıyor. Bu döneme rastlayan "obon" bay-
ramı ise Japonlann aile köklerinın bulun-
duğu kasaba ve köylere geri döndükleri
bır dönem. Bu bayramda, ölmüş aile bi-
nylennin mezarlan temızleniyor, akraba-
lar bır araya geliyor, yenilip içiliyor ve so-
kaklarda, meydanlarda halk danslan
yapıbyor. İşte "bon odori", bu dönemde
her yerde yapılan geleneksel halk dansla-
nna verilen isim. Hafta süresince Tokyo-
nun dışında bir yerlere gitmeye çabşmak
ise büyük bir çabayı gerektıriyor. Tren ve
uçaklarda yer bulabilmek için dayınızın
Japon imparatoru olması bile yeterb de-
ğil. Siz de herkes gibi sabahın beşinde tren
istasyonuna gidip, öğlen birdeki tren için
sıraya gireceksiniz, tabii eğer, bir ay önce-
sinde satışa çıkan numarab biletlerden
alamamışsanız.
Oturduğum pastane ile Jiyugaoka tren
istasyonu arasındaki meydana makineli
tüfek kulesi tipinde bir yer kurmuşlar.
Üzerinde, Japon halk müziğinde kullanı-
lan büyük daNiıllardan var. Kulenin çev-
resi kırmızı-beyaz Japon fenerleriyle
dolu. Alt kattaki balkonda ise sırası gelen
grup, davul ve teypten çalan müzik eşli
ğinde seçtikleri bir dansı yapıyorlar. Bu
gruplar, Jiyugaoka'da bulunan banka,
restoran, kırtasiyeci gibi çeşitb işyerleri-
nin çabşanlan. Kuleyi çevreleyen cadde
ise tam anlamıyla "7'den 70'şe" Jiyugao-
ka halkı için trafiğe kapaülmış.
Rengârenk, "yukata" denilen yaz giysikri-
nı giymiş amcalar, teyzeler ve genç kızlar,
ellerinde yelpazeleri, kulede dans eden
gruplara eşlik ediyorlar. Bunlara, işten
döndükleri üzerlerindeki takım elbisele-
rinden belb olan, gömlek yakalan açılmış
gençler de katıbyor. Şu anda kule dibinde
dans eden grubun ise ne yaptığı belü de-
ğil. Hepsinin ayaklan birbirine dolanı-
yor. Mavi yukatalı, sevimb genç kızda ol-
masa grup tam anlamıyla fıyasko.
Japonya, teknolojideki hızb ilerlernesi-
ne karşın bu tip gelenksei özelbklerini he-
nüz yitimıemiş bir ülke. Ne havanın bu-
naltıa sıcaklığı ne de son günlerde gazete-
lere yansıyan borsa ve seçim skandallan
Japonlan bu mevsimde de sokaklarda
dans etmekten alakoyuyor. Dans da olsa
politik skandal da olsa "böyle gelmiş
böyle gidecek" gibi Japonya'da. Bu ara-
da. ısmarladığım kahve geldi. Bir yudum
abp tekrar seyretmeye dalıyorum *bon
odori'yi.
Timsahlarla dans David Castillo, nanvı diğer 'Kachunga', yaşamını vahşi hay>anlaria tehlikeli gös-
terikr yaparak kazanıyor. Son gözdesi de timsahlar. Ne var ki ABD'nin Arkansas
eyaletinde önceki gün düzenkdiği gösteri öncesinde epey terledi. Gâsteri dünyasıyla yeni yeni tanışan, ancak gelecek vaat eden
timsahını izleyicikrin önüne çıkarabilmek için bir hayli dil dökmesi gerekri. Hatta bir ara aşın ısrardan bunalan 'utangaç hay-
vancık', Casrİllo'ja sivri, keskin ve iri dişlerini gosterince epey de korktu. Ancak, kimbtlir nice vahşi hayvanı dize getirmiş Cas-
tillo yümadı ve timsahı önce izleyicilerin önüne çıkardı, ardından da soluk kesen bir gösteri gerçekleştirdi.
Schwabing'de geceler hayli sıcakMünih'te eskidenberi eğlence köşesi
olarak bibnip tanınan. publan, bar ve mü-
zikü lokalleriyle dikkat çeken ünlü Schvva-
bing'de artık sıcak geceler yaşanıyor... Öte-
denberi kentin eğlence yaşamının merkezi
sayılan bu rengârenk semtte şimdilerde haf-
ta sonlan başlıbaşına bir alem?
Sıcaklann etkisini sürdürdüğü şu son
haftalarda gürültülü paUrtıb diskolann ya-
nıbaşında, kaldınmlara taşmış publar, sı-
cak yaz akşamüstlerinde bir hayli kalaba-
hk... Değişik parfümlerin birbirine kanştı-
ğı, şortlu, bronz tenb ınsan selinin yaratüğı
"manzara", buranın biraz da kimliğini
oluşturmakta.
Son aylarda Avrupa'nm en ünlü jazzcı-
lannın, blues şarkıcılannın akınına uğra-
yan, adeta mekân edindikİeri Schvvabing ve
civannda esasen gece trafıği bugünlerde bir
hayli hızlandı. Cafeler, ağzına kadar dolu
lokaller ve bistrolardan taşan neşeli kahka-
halar. çarpıcı bırükteliklerle canlılığını sür-
dürmekte.
Schvvabing'de, yaz geceleri bir hayb sı-
cak... Leopold Caddesi'nin o bildik curcu-
MUNIH
EROL
ÖZKAN
nası, cumartesileri ikı katına çıkiyor gibi...
Bir bardan ötekine, küçük bir lokalden, es-
ki bir birahaneye adım atıldığj zaman kar-
şılaşılan bildik yüzlere hemen her gece ye-
nileri ekleniyor ve bir cümbüştür gidiyor.
"Roxy" bann kibar müşterilen, uzun ta-
burelere tüneyip buzlu kokteyllerini yu-
dumlaya dursunlar, ıyice yükünü tutmuş
kaldınm kahveleri, her ülkeden değişik on-
ca insanın bir aradabğını sergilemekte...
Daracık korseler içinde İtalyan dılberler..
Tatilden dönmüş yaz bekârlan... Şen dul-
lar.. Modaalar ve parasız otostop yolcu-
luklanna çıkıp kapağı Münih'e atmış, ma-
cera arayanlar, hep bir aradalar.
Eski tiyatro oyunculannın ve hafta sonu
çapkınlanyla jazz hastalannın bugürüerde
en çok "Allotria"yı şenlendirdiklerini be-
lirtelim. Schwabing'de eskiden beri jazzse-
verlerin toplandığı Allotria'daki konserle-
rin en dehşetlisi önümüzdeki günlerde ola-
cak. Özelbkle modern jazzın ustalan bura-
da buluşup çabnaktan keyif duyuyorlar.
Tabii en başta bu eski lokalin emektar
baba jazzcılan arasındaki Fats Hagen'den
de söz etmeden geçmemek lazım.
Esasen bugünlerde Münih'te yaşanan
olay, Uluslararası Müzik Festivali'nin he-
yecanı.
Gidon Kremer, Philip Glass, Ornette
Coleman, John Zorn gibi genç ustalann bir
arada olacağı programda yenilerden Paul
Hillier, John Cale ve Arto Lindsay çıkıp
sahnede boy gösterecekler.. Acaba Schwa-
bing'i böylesine büyülü kılan ne? Tavan
aralannda tozlu resimleri, kınk dökük pi-
yanolanyla nostalji tazeleyen yaşam müca-
delesi veren bu sanatçılann Schwabing'e
tutsak obnalannın albenisi nedir. Ya da bu
semtin çekiciliği yeni ilhamlar vermesinden
midir çoğu sanatçıya "o" da bilinmez? t