05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS1992 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Halkın kaygısı lıayır'a döndüDanimarkalılar, Avrupa Topluluğu'nun yavaş yavaş fe- deral bir Avrupa devletine dö- nüşmesinin basamaklanndan biri olan Maastricht Anlaş- ması'na hayır diyerek, Avru- pacılann tekerine çomak sok- tular. Gerçi şimdilik Danimar- ka'nm 'hayır'ı, birlik sürecini durdurmuş gibi görünmese de, uzun dönemde sorun yarata- cağı açık. Çünkü her ne kadar Brüksel'deki sırça köşkte otu- ran AT komiserleri kendi en- tegrasyonlannı tüm Avrupa'- ya yaymaya çalışsalar da, so- kaktaki adam buna hazır de- ğil. Millı kaygılar halen daha baskın çıkiyor. Bilinmeyenden korku, sokaktaki adamı en gü- venli olana, yani bilinene yö- neltiyor. Danimarka'da 'hayır'la so- nuçlanan halk oylamasıyla il- gili geniş bir araştırmanın so- nuçlan nihayet yayımlandı. Araştırma sonuçlan, Dani- markalılann gelişmelerden duyduklan kaygıyı *hayır'a çe- virdikJerini gösteriyor. Maast- richt'e hayır diyenlerin büyûk bir kısmı, politikacılann so- nınlan çözebileceklerine inan- mıyor, yani 'hayıralar' arasın- da politikaalara güven yok. Hayırcılar arasında gidişattan kaygı duyanlann oranı da, evetçilere göre çok yüksek. Maastricht Anlaşması'nın ka- nşık bır sürû hükümle dolu ol- ması, politikaalara güven- meyenleri, "en iyisı bildik yol- da devam etmek" diye düşün- meye itmiş. Araştırmadan çıkan çok da- ha ilgınç bir sonuç da, hayırcı- lann evetçilere göre daha az gazete okuduklan, televizyon- daki haber programlanru daha az seyrettikleri ve eğıtim dü- zeylerinin evetçilere göre daha düşük olduğu. Bu nedenle eve- ti savunan politikaalann, ha- yırcılara ulaşmakta güçlük KOPENHAG FERRUH YILMAZ çektikleri anlaşılıyor. Bu ko- nuda en sorumîu olan parti de Sosyal Demokrat Parti; çünkü parti yönetimi evet denmesini isterken, Sosyal Demokrat ta- banın yansından fazlası hayır demiş. Danimarka'nın önde gelen fıkir makinelerinden profesörUffeOstergaard,"Bir- lik fîkri elit kesimi cezbediyor" demişti. Galiba o haklı çıktı. Aslında, Avrupa'nm birleş- mesi yenı birfikırdeğil, yüzyıî- lardır tartışıbyor. Bu yoldaki ilk öneriler, Avrupa devletleri- nin birleşmesi yoluyla savaşla- nn ortadan kaldınlması ve ebedi bir banş sağlanması he- defıne yöneüktı. İlk birlik pro- jesinin tarihı 1713"e kadar gidi- yor. Fransız Abbe de Saint- Pierre, Avrupa'daki devletle- nn bugünkü AGİK'e benzer yapıda birlik oluşturmalannı öneriyordu. Ünlü feylozof Kant da, 1795te bir "Avrupa Federasyonu" kürulmasını önermişti. Daha sonra I8l4'te ortaya atılan öneri, daha bağ- layıa bir yapıyı öngörüyordu. Yani ulusal parlamentolann oluşturulacak ortak bir parla- mentoya tabı kıhnmalannı. Birliğin ulusal özelliklerini yok edeceğinden ya da zenginlikle- rini fakirlerle bölüşmek zorun- da kalacağından çekinen Da- nımarka halkı, bu somut geliş- meye de çomak soktu. Şimdilik tökezlemesine rağ- men süreç ışlemeye devam edı- yor. Eylül ayında Fransızlar da hayır demezse, belki bu se- fer Avrupalı elitin 300 yıldır hayal ettiği rüya gerçekleşme yoluna girecek. Bu güz, kültür asıklarmı üzdülş arkadaşımın yazlığının çatısına bir çift turna yuva yapmış. Dört yıldır yaz başın- da gelip, aynı yeri buluyor- larmış. Güze doğru da göç başlıyormuş: Güney Afrika'- ya! Kuzeydeki turnalann göç ettiği ülke Güney Afrika çün- kü. Usta bir pilot gibi buluyor- lar yollannı... Güz, kısalan günleriyle, uza- yan gölgeleriyle geliyor. Ağaç- lann önemli bir bölümü çam türünden olduğu için doğa ör- tüsünde yeşil yerini korurken, sannın ve kavuniçinin birçok tonu gözleri şölene çağınr. Işte o zaman sırası gelmiştir kırlara çıkmanın. Çünkü Isveçlileri, yaban mersini, kırmızı çayüzü- mü, ahududu bekliyordur. Bunlan toplayacaklar, mar- melat yapacaklardır; dondur- malanna şurup olarak kata- caklardır. Ormanlarda, ayaklannda çizmeler, mantar toplarlar: En sevdikleri cinsler ise horoz mantanyla, şapkah mantardır. Mantarlann zehirb olup olma- dığmı öğrenmeleri için, ücret- sizkurslardüzenlenir. Uzman- lann öncülüğünde yürüyüşlere katılınır. Acil yardım telefonu 90 000'ın zehirlenme olaylan- na bakan bölümünde çalışan personelin sayısı arttınlır... Her ne kadar sorarsaruz en çok yaz mevsimini sevdiklerini söylerlerse de bana kalırsa gü- zü, bir başka merakla bekler- ler; bir garip sabırsızbkla... Bu arada, kentlerin doğasın- da ise kültür uyanır. Dergiler abone kampanyalan açarlar. Abone olunsun diye çanta, ki- tapa ve freestyle verirler; kitap kulüpleri, yüz binleri aşan üye sayısına yeni bir yüz bin daha katmak için bir paket sigara parasına üç kitap dağıtırlar. Yazarlar, yazın gezdikleri ül- kelerden edindikİeri izlenimle- ri kaleme alırlar TV'de sulu STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN dizilerin tekrar gösterimi biter ve kültür köşelen başlatılır. Bu güz, kültür âsıklan için bi- raz üzücü bir güz oluyor. Kü- tüphanelerin kapatılmak is- tenmesi, büyük tepkilere yol açmakta. Stockholm'de en az 6 kütüphanenin tümüyle ka- patılacak olması ve bazı kü- tüphanelerin belirli bölümleri- nin de kapısına kilit vurulaca- ğının duyurulması üzerine Isveç Yazarlar Birlığı. yaz ön- cesi başlattığı protesto kam- panyasını hızlandırdı. Bu ana dek 250 bın kişi, protesto liste- sinin altına imza atü. Birhğin başkanı yazar Peter Curman kültüre vunılan darbeyi "kül- tür hooliganizmi" olarak ad- landırdı ve "hooliganlan", "iş- güzar cellatlar" olarak tanım- ladı. Peter Curman halkı, "uy- gar direnişe" çağırdı ve sorum- lu görevlileri telefon yağmuru- na tutmalannı istedi. Gerçekten de bu toplumda kitabın özgün yeri, buraya ye- ni gelenlerin hemen gözüne çarpan bir niteliktedir. Metro vagonunda, banliyö treninde kitap, gazete okumayan birkaç kişi varsa, bunlar ya gençler- den oluşan bir arkadaş grubu- dur, ya da göçmenlerdir. Bir yanda sayılan 60 bini bu- lan mülteciler, öbür yanda gi- derek iflasa giden ekonomi... Gazetelerde, her gün dazlak kafah nazi özentilerinin yap- tıklan saldınlann haberleri... Ne var ki hiçbir şey, hiçbir olay, halkın kültürden kopma- sına neden olamıyor. Kültürün ruhun gıdası oldu- ğunu görebilmek ne güzel! Irkçılıkhortlamadı, zorbalaştıAlman bayrağının neden alt alta siyah, kırmızı ve san şeritlerden oluştuğunu bibyor musunuz? Ikinci Dünya Savaşf ndan sonra an- latılan bir öyküye göre Alman bayrağı şu an- lama geliyor: Matem tutuyoruz (siyah), çünkü çok insanın kanını döktük (kırmızı) bu toprak- larda (san). Almanya, birleştiğinden beri dünyada kuş- kuyla izleniyordu. Hırvatistan'la Yugoslavya"- nın Bonn tarafından resmen tanınması Av- rupa"da "süper güç politikası" olarak çekimser karşılanmıştı. Körfez Savaşı'na asker yollanma- yışı "Almanya yine tek başına hareket ediyor" diye yorumlandı. NATO'nun "out of area" ope- rasyonlanna Alman askerlerinin kaühnası yö- nündeki çabalar tersine "Almanlar askeri alan- da da süper güç olacak" çığlıklanna yol açtı. Yerel seçimlerde aşın sağcı Cumhuriyetçilerin oy toplayışı "Neonazizm hortluyor" manşetleri- ne kaynak oldu. Alman şirketlerinin Doğu Av- rupa yatınmlan "ekonomik yayılmacılık" örne- ği sayıldı. Nihayet Almanya'nın Türkiye'ye yö- neük silah ambargosu da hâlâ hafızalarda. Geçen hafta Rostock'ta halkın alkışlan ara- sında eyleme geçen Dazlaklann günlerce yaban- cilan terörize etmesi yeni Almanya'nın çirkin yüzünü yine ön plana geçirdi. Almanya hakkındakı diğer en- dışeler haksız sayılsa bile, hortlayan millıyetçilik ve ırkçı eğilimlerin garabeti hiçbir makyajla kapatılamaz. Örgütlü Neonazilerin güdü- mündeki Dazlaklann yaş orta- laması 18-20. Neden sağa ^^~""^~~"~~ kaydıklan hakkında sayısız yazı yazıbyor, ana- liz yapıhyor, sosyal bilimciler ve psikologlann görüşü alınıyor. Halkın ırkçı akımlara sempatisi hakkında da yazılıp çizilen şeylerin haddi hesabı yok. Özellikle Doğu Almanya'daki kımlık bu- nalımından maddi sorunlara kadar bır dizı ne- den saymak mümkün ve kuşkusuz gerekli de. Ama yabancı düşmanhğı ve ırkçılık Alman- ya'da bugün hortlamadı. Almanya'da uzun sü- redir yaşayanlar çok iyi biliyor ki ırkçı eğilimler açık ve örtük olarak en mürefleh zamanlarda da, birleşmeden önce de hep varoldu. Yabancı- lara hep anlamayacağı sanısıyla "Yamyamca" yöneltilen konuşmalarda; resmi dairelerde "sen" diye hitap etmelerde, itip kakmalarda; lo- kanta kapılanndaki "Yabana Giremez" levha- lannda; yabancıya ev kiralamayan ev sahipleri- DİLEK ZAPTÇIOĞLU nin tutumunda; yabancıyla evle- nen çocuğunu aforozeden anne babalann tavnnda... İnsan hak- lan bayrağını en yüksekJerde sal- layan Almanya'nın kendi içinde yabancılar aynmalığa, dışlan- maya çok maruz kaldı. Irkçı eğib'mleri işsizlikle, kim- •"•^^^-^•^ lik bunalımlanyla, ailevi sorun- larla, "yabanalann kültürel farklılığıyla" açıl- mak mümkün mü? Böyle bir neden - sonuç ilişkisi kurulduğunda, her işsizin ülkesindeki ya- bancılara düşman kesilerek eline sopayı alması mı lazım? Geçen hafta Rostock'ta Neonazilerin Çingene avına alkış tutanlar buna gerekçe ola- rak "Çingenelerin tahammül edilemeyen alışkan- lıklarını" gösteriyordu. Irkçılara sempati gösterenlerin en büyük gerekçesi "Onlar bize benzemiyor, bize uymuyorlar". Bu görüş, halkın çoğunluğu tarafından paylaşılıyor. Al- manlann yüzede 60'a varan çoğunluğu "ya- bancının uyum sağlaması" gerektiğine inanıyor. Bir toplumda çoğunluğu oluşturan insanlar, kendi aralannda yaşayan, ama kendilerine ben- zemeyen; farklı dile, dine, ten rengine, kıyafet ve yaşayış tarzına sahip azınlıklan ilk önce yadır- gayabilir. Bir yabana karşısında insanlar korku duyabilir, merak edebilir, onun inancıru veya hayat tarzını tanıdıktan sonra kendisi üstlen- mek istemeyebilir. Amma ille "herkes benim gibi yaşasın", "benim ilkelerime sahip olsun", "benim dinimi kabul etsin' ve "benim gibi dü- şünsün" demek cehaletten öte apaçık bir baskı- dır, şiddettir. Almanya'da yaşayan yabanalar, bu baskının bugün işsizlik veya maddi sorunlar yüzünden ortaya çıkmadığını; daima varolduğunu, ama Almanya birleştikten sonra güçlenen milliyetçi- likle eskıye oranla çok daha utanmazca, zorbaca dile getirildiğmı bıliyor. Aradaki fark, eskiden ırkçı saldırgana açıkça alkış tutmaya cesaret edemeyenlerin bugün bunu pervasızca yapması ve yaptığından ötürü toplumun büyük bölümünde aşağılanmaya- cağmı bilmesi. Demek ki Alman toplumunda "tolore edilen yabana düşmanı pratikler" gide- rek arüyor. Bir başka deyişle. ırkçı yaklaşımlar tabu olmaktan çıkiyor. Bunu bilmekte sonsuz yarar var. Alman bayrağının renkleri elbette değişmeye- cek. Bu topraklarda dökülen kanlar için daha çok yas tutulacağına göre... Nesıcak ne borsa dansaengel TOKYO BÜLENT ÖNAY Çocuklar sessiz sessiz şakalaşırlar kanal başlannda. Oaudia da, bu çocuklann biraz daha büyümüş şeklidir. Üç sıııırm kesiştiği yerde, Zeki Müren'le Doğusunda, bağırsanız sesinizi du- yuracağmız yakınlıkta Fransa. Gü- neyınde, hapşırsanız mikrobunuzu bulaştıracağınız İsviçre. Savaşta bombalardan uzak kaldığı için, bir kaç yüzyıllık görkemli yapılar: Al- manya'nın Freiburg'u... Kentte yaşayan hemen herkes, en büyük özelliği sorulduğunda, "Dün- yanın dört bir yanından öğrencileri banndıran üniversitesi" yanıtını ve- riyor. Öyle Marmara Üniversitesi gibi dişçiliği Nişantaşı'nda, halkla ilişkileri Dolapdere'de, akaâemisi Anadoluhisan'nda olan bir garip dağınıklık değil. Tam bir kampus. Öyle olunca da, tıp fakültesinin kü- tüphanesınde ekonomi öğrencisini, güzel sanatlann sergisinde. bitışik binadaki ilgisiz bır okulun öğrenci- sini bulabiliyorsunuz. Demek ki. "ne ilgisi var'" değilmiş bu iş... Yalnız, eğer turistseniz ve öyle de- rinlemesine bakmaya gerek duymu- yorsanız, Freiburg'un en önemli özelliği, kuşkusuz, kentin her tarafı- na yayılmış olan kanallar. Ortaçağ'- da kanalizasyon olarak kullanılan bu kanallardan, şimdi pınl pınl, içi- lecek nitelikte sular akmakta. Hele hava sıcaklığının 30'lan. 35'la ri bul- duğu bu ağustos günlerinde se.ın FREIBURG MUSTAFA SAĞLAMER • Claudia, garsona "Türk" fılan gibi bir $eyler söylüyor. Adam mutfak tarafında kaybolur olmaz Ispanyol müziği sona eriyor, Zeki Müren başlıyor. Buramn müdavimi olduk- lanna kuşku duyulamayacak kadar öğrenci kılıklılann bir bölümü, elleriyle masanın üstünde tempo tutuyorlar. Çok se- verlermiş parçayı. Ama anlamını bilmezlermiş. şulann değen daha bır anlafılıyor. İçki satıcılan da çok seviyor 'kanal- lan. Kafayı bulduktan sonra ayağı takılıp düşen ya da serinlemek için kafayı kanala sokanlar. kaldıklan yerden devam etmek üzere yeniden masaya dönüyorlar. Freiburg kanallan. tarih ve geli- şim itibanyla bizim Göksu Deresi'ni de andınyor. Tek farkla: Biz dereyi (hatta bir çok dereyi) kanalizasyon yaptık; onlar, kanalizasyonu (hatta kanalizasyonlan) dere... Öteki turistlere oranla çok daha şanslı olduğumuza. Claudia'nın yalnızca fotoğrafına bakarak karar vermeyin. Bize kenti kanş kanş gez- diren genç ve gerçekten adaşlan Shiffer ve Cardinale'den de güzel Freiburglu Claudia. aynı zamanda bir gönül insanı. Fakir ülke ınsanına karşı merhamet duygulan iyice ge- lişmiş. Yirmib'k rehbere ayak uydu- ramayıp, yüzümüze çarptığımız ka- nal suyu da kar etmeyince. Claudia "çok özel" dediği bir öğrenci lokali- ne oturtuyor bizi. Freiburg bağ- lannın ünlü üzümünden yapılma soğuk beyaz şarap, "Bır daha ne za- man içeceğim!" endişesindeki tunst- lerin -ve elbette bizim- her oturduk- lan yerde ıstediği tek serinletici. Bu arada Claudia, garsona "Türk" fı- lan gibi bir şeyler söylüyor. Adam mutfak tarafında kaybolur olmaz İspanyol müziği sona eriyor. Zeki Müren başbyor. Buranın müdavimi olduklanna kuşku duyulamayacak kadar öğrenci kılıklılann bir bölü- mü, elleriyle masanın üstünde tem- po tutuyorlar. Çok severlermiş par- çayı. Ama anlamını bilmezlermiş. Daha önce sözlerini bilmemekle bir- likte, iki dinleyişte ezberleyip, umu- mi arzu üzerine bir kağıda yazıyor ve kopya edilmek üzere masadan masaya dolaştınyoruz: Ahımı, hicranımı sakladım, gizli tuttum / gönlümü yıllar yıb hayaün- le avuttum / o gençlik günlerimiz dönmez asla geriye / yaak kı. dönse bile, o sevdayı unuttum... Her okuyan. yüzümüze dönüp. öyle bir bakıyor ki, sanki biz biz de- ğiliz de, Orson VVelles'iz. Bu şarkı, sanki o şarkı değil de, "I Know What It is to be Young..." Freiburg Telefon İdaresi'yle yaptığımız anlaşma gereğince, Cla- udia Hienervvadel'ın numarasını siz- lere veremiyoruz. Ancak daha önce de bebrttiğimiz nedenle, bizim gibi insanlarla ilişkı kurmayı çok seven bu mimarhk öğrencisi mektup- lannızı bekliyor. Adresi; Mühle- matten 22, 7801 Umkırch Almanya. İşte böyle... Almanya bir zengın ülke; Freiburg, buna kültürü de ek- lemiş bir kenttir. Tokyo'da hava sıcak mı sıcak. Yoğun nem de üstüne tuz biber eki- yor sıcağın. Oturduğum pastanenin so- ğutucusu olmasına sükretmeliyim. Pen- cereden, Jiyugaoka Istasyonu'nu ve onu çevreleyen alanı görmek mümkün. Bu- rası. genellikle gençlerin "takıldığı", pa- halı butiklerle ucuz barlann bir arada bu- unduğu, üst-orta tabakanın yaşadığı bir bölgesi Tokyo'nun. Çabştığım yere yakın olması nedeniyle arasıra buraya uğruyo- rum. Bugünse özel bir nedenle geldim. Bugün, Jiyugaoka'nın "bon odori", yani, geleneksel halk danslan günü. Ağustos ayı Japonya'da, inanmak zor da olsa, her şeyin yavaşladığı bır ay. Çab- şanlann büyük çoğunluğu senelik iznini bu ayın ikınci veya üçüncü haftası kulla- nıyor. Bu döneme rastlayan "obon" bay- ramı ise Japonlann aile köklerinın bulun- duğu kasaba ve köylere geri döndükleri bır dönem. Bu bayramda, ölmüş aile bi- nylennin mezarlan temızleniyor, akraba- lar bır araya geliyor, yenilip içiliyor ve so- kaklarda, meydanlarda halk danslan yapıbyor. İşte "bon odori", bu dönemde her yerde yapılan geleneksel halk dansla- nna verilen isim. Hafta süresince Tokyo- nun dışında bir yerlere gitmeye çabşmak ise büyük bir çabayı gerektıriyor. Tren ve uçaklarda yer bulabilmek için dayınızın Japon imparatoru olması bile yeterb de- ğil. Siz de herkes gibi sabahın beşinde tren istasyonuna gidip, öğlen birdeki tren için sıraya gireceksiniz, tabii eğer, bir ay önce- sinde satışa çıkan numarab biletlerden alamamışsanız. Oturduğum pastane ile Jiyugaoka tren istasyonu arasındaki meydana makineli tüfek kulesi tipinde bir yer kurmuşlar. Üzerinde, Japon halk müziğinde kullanı- lan büyük daNiıllardan var. Kulenin çev- resi kırmızı-beyaz Japon fenerleriyle dolu. Alt kattaki balkonda ise sırası gelen grup, davul ve teypten çalan müzik eşli ğinde seçtikleri bir dansı yapıyorlar. Bu gruplar, Jiyugaoka'da bulunan banka, restoran, kırtasiyeci gibi çeşitb işyerleri- nin çabşanlan. Kuleyi çevreleyen cadde ise tam anlamıyla "7'den 70'şe" Jiyugao- ka halkı için trafiğe kapaülmış. Rengârenk, "yukata" denilen yaz giysikri- nı giymiş amcalar, teyzeler ve genç kızlar, ellerinde yelpazeleri, kulede dans eden gruplara eşlik ediyorlar. Bunlara, işten döndükleri üzerlerindeki takım elbisele- rinden belb olan, gömlek yakalan açılmış gençler de katıbyor. Şu anda kule dibinde dans eden grubun ise ne yaptığı belü de- ğil. Hepsinin ayaklan birbirine dolanı- yor. Mavi yukatalı, sevimb genç kızda ol- masa grup tam anlamıyla fıyasko. Japonya, teknolojideki hızb ilerlernesi- ne karşın bu tip gelenksei özelbklerini he- nüz yitimıemiş bir ülke. Ne havanın bu- naltıa sıcaklığı ne de son günlerde gazete- lere yansıyan borsa ve seçim skandallan Japonlan bu mevsimde de sokaklarda dans etmekten alakoyuyor. Dans da olsa politik skandal da olsa "böyle gelmiş böyle gidecek" gibi Japonya'da. Bu ara- da. ısmarladığım kahve geldi. Bir yudum abp tekrar seyretmeye dalıyorum *bon odori'yi. Timsahlarla dans David Castillo, nanvı diğer 'Kachunga', yaşamını vahşi hay>anlaria tehlikeli gös- terikr yaparak kazanıyor. Son gözdesi de timsahlar. Ne var ki ABD'nin Arkansas eyaletinde önceki gün düzenkdiği gösteri öncesinde epey terledi. Gâsteri dünyasıyla yeni yeni tanışan, ancak gelecek vaat eden timsahını izleyicikrin önüne çıkarabilmek için bir hayli dil dökmesi gerekri. Hatta bir ara aşın ısrardan bunalan 'utangaç hay- vancık', Casrİllo'ja sivri, keskin ve iri dişlerini gosterince epey de korktu. Ancak, kimbtlir nice vahşi hayvanı dize getirmiş Cas- tillo yümadı ve timsahı önce izleyicilerin önüne çıkardı, ardından da soluk kesen bir gösteri gerçekleştirdi. Schwabing'de geceler hayli sıcakMünih'te eskidenberi eğlence köşesi olarak bibnip tanınan. publan, bar ve mü- zikü lokalleriyle dikkat çeken ünlü Schvva- bing'de artık sıcak geceler yaşanıyor... Öte- denberi kentin eğlence yaşamının merkezi sayılan bu rengârenk semtte şimdilerde haf- ta sonlan başlıbaşına bir alem? Sıcaklann etkisini sürdürdüğü şu son haftalarda gürültülü paUrtıb diskolann ya- nıbaşında, kaldınmlara taşmış publar, sı- cak yaz akşamüstlerinde bir hayli kalaba- hk... Değişik parfümlerin birbirine kanştı- ğı, şortlu, bronz tenb ınsan selinin yaratüğı "manzara", buranın biraz da kimliğini oluşturmakta. Son aylarda Avrupa'nm en ünlü jazzcı- lannın, blues şarkıcılannın akınına uğra- yan, adeta mekân edindikİeri Schvvabing ve civannda esasen gece trafıği bugünlerde bir hayli hızlandı. Cafeler, ağzına kadar dolu lokaller ve bistrolardan taşan neşeli kahka- halar. çarpıcı bırükteliklerle canlılığını sür- dürmekte. Schvvabing'de, yaz geceleri bir hayb sı- cak... Leopold Caddesi'nin o bildik curcu- MUNIH EROL ÖZKAN nası, cumartesileri ikı katına çıkiyor gibi... Bir bardan ötekine, küçük bir lokalden, es- ki bir birahaneye adım atıldığj zaman kar- şılaşılan bildik yüzlere hemen her gece ye- nileri ekleniyor ve bir cümbüştür gidiyor. "Roxy" bann kibar müşterilen, uzun ta- burelere tüneyip buzlu kokteyllerini yu- dumlaya dursunlar, ıyice yükünü tutmuş kaldınm kahveleri, her ülkeden değişik on- ca insanın bir aradabğını sergilemekte... Daracık korseler içinde İtalyan dılberler.. Tatilden dönmüş yaz bekârlan... Şen dul- lar.. Modaalar ve parasız otostop yolcu- luklanna çıkıp kapağı Münih'e atmış, ma- cera arayanlar, hep bir aradalar. Eski tiyatro oyunculannın ve hafta sonu çapkınlanyla jazz hastalannın bugürüerde en çok "Allotria"yı şenlendirdiklerini be- lirtelim. Schwabing'de eskiden beri jazzse- verlerin toplandığı Allotria'daki konserle- rin en dehşetlisi önümüzdeki günlerde ola- cak. Özelbkle modern jazzın ustalan bura- da buluşup çabnaktan keyif duyuyorlar. Tabii en başta bu eski lokalin emektar baba jazzcılan arasındaki Fats Hagen'den de söz etmeden geçmemek lazım. Esasen bugünlerde Münih'te yaşanan olay, Uluslararası Müzik Festivali'nin he- yecanı. Gidon Kremer, Philip Glass, Ornette Coleman, John Zorn gibi genç ustalann bir arada olacağı programda yenilerden Paul Hillier, John Cale ve Arto Lindsay çıkıp sahnede boy gösterecekler.. Acaba Schwa- bing'i böylesine büyülü kılan ne? Tavan aralannda tozlu resimleri, kınk dökük pi- yanolanyla nostalji tazeleyen yaşam müca- delesi veren bu sanatçılann Schwabing'e tutsak obnalannın albenisi nedir. Ya da bu semtin çekiciliği yeni ilhamlar vermesinden midir çoğu sanatçıya "o" da bilinmez? t
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle