29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS1992CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER Uselerimizde Edebîyat Dersleri Her fırsatı değerlendirerek köşe dönmeyi beceren açıkgözler, sağcılık hikayesiyle, gelecek kuşaklann her şeyi yanlış bellemelerinden, yanlış bilinçlenmenin yaratacağı toplumsal yıkımdan habersizler. VECtffl TİMUROĞLU Bir süre önce, Cumhuriyet'te, "Çağdışı Müfredat" adh bir yazım çıkmıştı. O yazımı anımsayanlar, liselerimizde okutulan yazın (edebiyat) derslerinin nasıl bir amaçla okutul- duğunu anlamışlardır. Bu yazımızda, o müf- redlata göre düzenlenen yazın kitabından söz edeceğim. Ancak, okunan yazın kitabını ince- lenıneden önce, bir çağdaş müfrecîatta göz önünde bulundurulması gereken yöntemi be- lirtmek isterim. Bir yazın müfredatını düzen- leyenler, hangi sınıflarda, hangi konulan öğretmek istediklerini, bu öğretimden neler beklediklerini saptamahdırlar. Örneğin, "XVI. yüzyıl Türk şiiri" gibi bir anabaşlık, asıl amaa belirlemeye yeter. Diyelim kî, bu konu, liselerin ikinci sınıflannda okutulacak- tır. Amaç da, lise birinci sınıflarda okutulmuş olan divan ve halk koşuk biçimlerinin şiirde nasıl kullanıldıklannı, bunlann ustalannı öğ- retmek olsun. Müfredatı düzenleyenler, bu amaca uygun olarak "XVI. yüzyılda, Türkçe- nin yaygın biçimde kullanıldığı ülkelerdeki divan ve halk şairlerinden örnekler seçilecek- tir" diye, yol da gösterebilirler. Ama, "şu adamdan, şu parçayı seçin" diye buyuramaz- lar. O zaman, "Çok kitap sistemine gerek kal- maz. Bakanlık, kendi seçtiği metinJerden oluşmuş bir kitabı, rahatça düzenleyebilir. Bu kısa değiniden sonra, geçerli müfredata uygun olarak düzenlenmiş kitaba değinece- ğim. Daha ilk cümlemde, bu kitabın bir öğre- tim cinayeti olduğunu söylemeliyim. Ortaöğ- retim Genel Müdürlüğü'nün 10.2.1992 günlü, 18:57 sayıh yazılanyla illere gönderilen Talim ve Terbiye Kurulu'nun "denenip geliştirilmek üzere" düzenlediği müfredata göre yaaldıjjp bildirilen "Lise Türk Dili ve Edebiyaü, 2. Dö- nem adlı kitap, "Edebiyat, dilbilgisi ve kom- pozisyon öğretim ve eğitimin temel amacını, şöyle saptamış: "Anayasamız ve Milli Eğitim Temel Kanunu'ndaki hükümlerdoğrultusun- da, milli ve manevi değerlere*sahip, hoşgörü- lü, yurt ve dünya meseleleri karşısında düşün- ce üretebilen, eleştiri yapabilen vatandaşlar yetiştirmektir (1). "Bu amaca varmak için de, şu ilkeler göz önünde tutulmuş: a) Metin seçiminde, öğrencilerin seviyeleri- ne uygun, ortak milli kültür değerleri taşıyan eserler ile Türk edebiyatının dünü, bugünü ve dünya edebiyatı içindeki yerini ve önemini be- lirtecek özellikte olmasma dikkata edilmiş, aynca dönemi ve türünü en iyi temsil eden ürünlerin seçilmesine özen gösterilmiştir. "Bu cümledeki düşünce yanlışlığını sonraya bıra- karak, Türçeyi böylesine bilmeyen kimselerin "güzel metin seçme" olasılığının bulunmadı- ğmı belirtmek isterim. Özne ile tümleç ve yük- lem arasında bağıntı kuramayan kimseler, nasıl yazın kitabı düzenleyebilirler? Talim ve Terbiye Kurulu, bu cümleleri okumaz mı? Öğrencinin önüne, bu cümlelerle çıkan yazar- lar, Türkçeyi nasıl öğretecekler? Özellikle, Saym Bakan'a soruyorum: "Metin seçiminde ürünlerin seçilmesine özen gösteril- miştir" biçiminde bir cümle olur mu? Sözünü ettiğimiz kitabı düzenleyen Yaşar Sönmezoğ- lu, Atam Yavuz ve Neslihan Durmaz, öyle anlaşıhyor ki, "ilke" kavrammı da tanımıyor- lar. "îlke" terimi üzerinde hiç düşünmemişler. Kitabın düzenlenişinde göz önünde tutulan "ilkeler" arasında şöyle bir ilke (!) de bulunu- yor: b) Programda yer alan dünya edebiyatının seçkin örnekleri incelenmiştir. (2) Şimdi, öğ- rencilerimiz, bu cümlede saptanan ilkeyi nasıl anlayacaklar? Türkçe böyle mi öğretilecek? Öğrencilerimize, yeni yetişen kuşaklanmıza "anadilini iyi öğretmek" amacını taşıyan bu kitapta, Türkçe cümlenin yapısma uygun tek doğru cümleye rastalamak olanaksızdır der- sem, kuşkusuz abartmış olurum. Ancak o denli de atmış olmam. Yazarlar, şöyle bir cümleyi kullanabiliyorlar ve Talim Terbiye Kurulu'muz da, bu kitabı kabul ediyor. Doğ- rusu, kitabın Talim ve Terbiye Kurulu tara- fından kabul edildiğini gösterir bir kayıt da yok. Ama, böyle bir karar olmadan, hiçbir okul, hiçbir kitabı okutamaz. Sayın Bakan'- dan, bu durumu da inceletmesini diliyoruz. Yazarlann Türkçe cümleyi tanımadıklannı kanıtlamak için birkaç örnek vermek istiyo- ruz. Yazarlar, yetişmekte olan kuşaklanmızın anadillerini öğrenmeden, yaşamda başanlı olamayacaklannı şöyle bir cümleyle anlatı- yorlar: "Anadilini iyi bilmeyen öğrencilerin yabancı dil ile diğer derslerde hatta hayatta başanlı olmalan beklenemez" (3). Bilgiçlik taslayıp bu cümleyi düzeltmeyeceğim, ama "ve" bağlacı ile "ile" bağlaanın kullanım yer- lerini bilmeyen kimseler, çocuklanmıza ana- dili öğreü'mi yapabilirler mi? Türkçe cümle üzerine biraz düşünmüş biri, bu cümlede, öğe- lerarası hiçbir bağıntının doğru kurulmadığı- nı görür. Cümle yanbşlan, ilginç düşün eğleni- leriyle (komiklikleriyle) de süslenmiş. "Orta Asya, tam bir bozkır özelliği taşıdığı için göçe- be hayatına, kültür ve sanata çok elverişlidir" deniyor (4). Bu nasıl bir kavrayışür? Islamlık- tan önceki Türk yazını hakkında bilgi vermek için böyle bir çarpık düşünceye, bilimde ve düşün tarihinde yeri olmayan bir kurama ne gerek var? Böylesi safsatalarla, gençlerimizin ulusal duygulannın güçlendirilmesinin isten- dtği apaçık. Ne ki, boylesi köksüz savla, ulu- sal duygular güçlenmez, tam karşıtı, hafıfe alınır. Bozkır, neden, kültüre ve sanata elve- rişli olsun? Çocuk sormaz mı, "İyi de öğret- menim, niçin Orta Asya bozkırlanndan, tek bir evrensel sanatçı çıkmamış? Böyle bir.soru karşısında, öğretmenlerimiz, nasıl davrana- caklardır? Sonra, şu "kültüre elverişli" öbe- ğinden, kim ne anlayacak? İnsanın olduğu her yerde, kültür yaratıldığına göre, bozkırla kül- tür arasındaki ilişkiyi açıklamakta zorluk çe- kilmez mi? Çok açık ki, yazarlar, ekin (kültür) kavramı üzerine de düşünmemişler. Bu kav- rama çok yabanalar. Yazarlar, gerçekten, hiçbir bilimsel kavra- mı tanımıyorlar. Yazın öğretmenleri oldukla- n anlaşılan yazarlar, özellikle de, toplumbilim terimlerine yabanalar. İslamhktan önceki Türk yazınının niteliklerini belirtirken, o dö- nem yazınımızın "yerli ve milli" olduğunu ile- ri sürüyorlar (5). Tarihin derinliklerinde kalmış ekinsel bir olgunun ya da ürünün "yerli"liğinden söz edilebiler mi? Nedir sanat- ta yerlilik? Belli ki, yazarlar, Horasan'da halı dokunulduğunu işitmişler, ama enine mi, uzununa mı dokunduğunu öğrenmemişler. Hele hele, İslamhktan önceki Türk topluluk- lannda "millilikten" söz edilebilir mi? Ulus (millet) aşamasına gelmemiş bir toplumda, ulusallık (millilik) olamaz. O dönem için, Fu- at Köprülü bile, "kavmi" terimini kullanıyor. Bilgi yanhşlan, salt toplumbilim alanına özgü değil. Kendi uzmanlık alanlannda da, çocuk- lanmıza yanlış bilgiler veriyorlar. Orneğin, uyak (kafıye) sistemi ile uyak yapısı arasında- ki farkı kavramamışlar. îslamhktan önceki Türk yazınının özellıklerinden söz ederken, "Eski Türk şiiri, zengin bir kafıye sistemine dayarur. Daha çok yanm ve redifli kafiyeler kullanılmıştır" diye yazıyorlar (6). Her şeyden önce, yöntem yanlışkğı var. O şiirden örnekler vermeden, o şiirin özelliklerini, yapısal nitelik- lerini ezberletiyorlar. Ancak, yöntem yanlışlı- ğından daha önemlisi, bilgi yanhşlığıdır. Sözünü ettikleri, yanm uyak ve redif, birer uyak sistemi değildir. Her iki terim de, uyağın yapısına ilişkindir. Kaldı ki, redif, uyak değil, uyaklardan sonra yinelenen özdeş ekler ve sözcüklerdir. Aydınlar Ocağı bilgiçliği Her fırsatı değerlendirerek köşe dönmeyi beceren açıkgözler, sağcıhk hikayesiyle, gele- cek kuşaklann her şeyi yanlış bellemelerin- den, yanlış bilinçlenmenin yaratacağı toplum- sal yıkımdan habersizler. Sözünü ettiğimiz yazın kitabında, ne yeri varsa, "Türklerde, İs- lamiyetten önce de tek Tann inancı hakimdi (7) gibi bir sav ileri sürülmüş. Bu sav, 12 Ey- lül den sonra, özellikle yinelenip durulur. fs- lamlık adına yapılıyorsa, çok küçümseyici. Türklük adına yapıhyorsa, tümüyle yanlış. Uygurlar, bir süre 'mani' dinini benimsemiş- ler. Mani dininde, tek tann inana var, ama bu bütün Türk halklannı kapsamaz. Kaldı ki tek tann inancında olmak, bir halk için erdem de değildir. Eski Yunanlılann dinsel inançlan çok tannh sisteme dayanır. O eşsiz Yunan mi- tolojisi, o tann sisteminden çıkmıştır. Bu işin aslı da şu: 12 Eylülcüler, Türk Dil Kurumu'nda, Aydınlar OcağYnın üyeleriyle bir toplantı yapıyorlar. Toplantının amaa, Türfciye'nin eğitim ve ekir, politikalannı sap- tamaktır. Atatürkçülükle. toplumun daha fazla oyalanamayacağı ileri sürülerek yeni po- litikalar üretilmesi isteniyor. Aydınlar OcağT- nın bilim adamlan, Türklerin ekin alanında bir şeylerin olmadığını, bu konuya çok deği- nilmemesini bildiriyorlar. İslama yaslanmak- ta yarar görüyorlar. Bu tartışmalardan sonra ünlü 'milh" rapor' hazırlanıyor. Her konuda, eski Türklerin tek tann inana öne çıkanhyor. Ne ki köksüz bir savdır bu. Ekin ve uygarlık tarihi, ekinsel gelişmenin tek tannlı dinlerle değil çok tannlı dinlerle zenginleştiğini belge- liyor. Hıristiyanlığın İslamhktan daha zengin bir sanat ve düşün dünyasına yol açması da Hıristiyanlığın tek tannh değil, çok tannh bir din olmasından kaynaklanıyor. Yazarlar, öy- le şeyler söylüyorlar ki toplumbilimciler ve insanbilimciler, şaşıp kahrlar. Yazarlar, 'tarih boyunca, ancak medeniyet kültürü, edebiyatı olan milletlerin yazı dilleri ohnuştur' diyorlar. Ben ne demek istediklerini anlıyorum. Kuş- kusuz, kendimi zorlayarak, ne ki, öğrenciler nasıl anlayacaklar? yazarlar, demek istiyorlar ki uluslann uygarhk ve ekin düzeylerini belir- leyen kahtlan onlann yazınlan, özellikle de, yazılı yazınlan olmuştur. İyi de, bunu belirte- bilmek için Türkçe cümleyi tanımak gereki- yor. "Dini törenlerde, şiirler okuyan şairler o dönemde gizli kuvvetleri olan sihirli bir yara- tık sayılırdı" diyen (8) şairleri insan saymayan kimseler, an duru, açık ve seçik yazmayı nasıl becersinler? Şairler, nasıl 'bir yaratık' olsun- lar? Yazarlar, elmalarla armuüan toplamak- ta ustadırlar. "Tarikat demek olan 'tasavvuf nice fılozof, şair ve derviş yetiştirmiştir" (9) di- ye yazan kimselere, yazın kitabı yazdınlamaz. Hiç, tarikat, tasavvuf demek olur mu? Belki, tarikatlarda tasavvuf eğitimi yapıhrdı, tari- kat, hiçbir zaman tasavvuf demek değildir. Arapça tarikten (tı ile yazılan) gelen bu söz- cük, 'tannya ulaşmak istemiyle tutulan yol' anlamındadır. Tasavvuf ise 'sofileşme, gönlü- nü tann sevgisine bağlama' anlamlanna gelir. Kökü ise tartışmalıdır. Yunanca olduğunu söyleyenler de vardır. Bir de, hiçbir tarikattan, tek bir fılozof cıkmamıştır. Bu kitap, gerçekten, çocuklanmıza çok za- rar verir. Daha nice yanhşlar... Sayın bakanın ilgısine çok gereksinim var. (1) Y Sönmezoğlu, Atam Yavuz. Neshhan Durmaz. Lise Tûrk Dılı ve Edebıyau. (2) Dönem. Ankara. Mart 1992, s. 7. (2) Adlan anılan yazarlar. agk, s. 7. (3) Adlan anılan yazarlar. agk, s. 7. (4) Adlan anılan yazarlar. agk. s. 10. (5) Adlan anılan yazarlar. agk, s. 10. (6) Adlan anılan yazarlar. agk, s. 10. (7) Adlan anılan yazarlar. agk. s. 23 (8) Adlan anılan yazarlar. agk. s 11 (9) Adlan anılan yazarlar, agk, s. 37 ARADABffi Prof.Dr. TOKTAMIŞ ATEŞ Devletleri Askerter Kurar Son günlerde, anlaşılması mümkün olmayan bir biçim- de yaygınlaşan ve alevlenen "2. cumhuriyet" tartışmaları- nda, yeni bir cumhuriyet oluşturmaktan yana tavır koyan- ların savundukları ilginç bir husus var. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti'ni askerler kurmuş oldukları için bu cumhuri- yet bir türlü sivilleşemiyor, Jacoben niteliğinden uzakla- şamıyormuş. Eğer yeniden bir örgütlenme gerçekleştirilir . ve bu örgütlenme siviller tarafından yapılırsa, o zaman si- vil topluma ulaşılabilinirmiş. Toplumumuzda benim "deformasyon dönemi" olarak adlandırdığım, kimi dostlarımın belki de daha gerçekçi olarak "kokuşma dönemi" olarak adlandırdıkları 1980- 1991 arasındaki dönemde "askerlerin yaptığı anayasa", "asker kökenli cumhurbaşkanı", "askerleri sivil otoritenin otoritesi altına almak", "Genelkurmay'ın planlarını boz- mak" vb. gibi çoğu ipe-sapa gelmez tartışmaların sonun- da varılan bir noktadır bu nokta. Oyle bir hava yaratılmıştır ki, sanki Türk Silahlı Kuvvet- leri bu toplumun dışında bir güçtür ve sivil yönetimlerin düşmanıdır. Bu görüş, tümüyle yanlış ve laik cumhuriyeti- miz açısından son derece tehlikeli bir görüştür. Aslında öncelikle şunu ortaya koymak gerekir: Tanzi- mat'tan bu yana ordu ve birtakım aydın-bürokratlar, "Batilılaşma" ve "toplumu ileri götürmek" adına halkı zor- lamışlar mıdır? Bu sorunun yanıtı, net bir biçimde evet'tir. Şimdi de şu soruyu sormak gerekir. Bu zorlamalar yapı- Imasaydı Türk toplumu daha iyi bir durumda mı olurdu ve insan haklarının tam anlamıyla saygı gördüğü özgürlükçü bir demokrasiye geçilmiş olunabilir miydi? Bu sorunun yanıtı da, net bir biçimde hayır'dır. ilk soruya evet deme- mek nasıl mümkün değilse, ikinci soruya hayır dememek de aynı biçimde mümkün değildir. Her türlü yeniliğe ve modemleşmeye karşı (kendilerince anlaşılabilir neden- lerden ötürü) sonuna kadar direnmek isteyen ve kendile- rinden başkasma yaşam hakkı tanımayan tutucu güçlere karşı nasıl bir savaşım (mücadele) verilebilirdi ki? Zorla- madan başka çare var mıydı? "Türkiye Cumhuriyeti'ni paşalar kurmuş." Elbette paşa- lar kurdu. Ya kim kuracaktı? Rıza Nur mu, Çerkez Ethem mi, yoksa 1. Meclis içindeki (saygıda kusur etmediğimiz ve yiğitliklerine lafımız olmayan) hocalar-hacılar mı? Zaten gözlerimizi yakın ve uzak tarine çevirdiğimiz zaman, tarih sahnesindeki tüm devletlerin askerler tarafından kuruldu- ğunu görürüz. Fransa'yı da askerler kurmuştur, Ingiltere'- yi de. ABD'yi de askerler kurmuştur, Japonya'yı da. Dünya üzerinde entel köşe yazarlarının kurdugu ve bar söyleşile- rinde oluşan hiçbir devlet yoktur. Fazıl Hüsnü bir şiirinde "Ordular uluslann usudur" diye yazmışt. Ne kadar doğru. Ancak kimi zaman maalesef uluslann aklı karışınca orduların aklı da kanşıyor. örneğin Türkiye'de görüldüğü üzere, 1961'de demokrasinin önünü tıkayan engelleri kaldıran bir anayasa hazırlanmasına önayak olan bir ordu, aradan yirmi yıl geçtiği zaman her türlü demokratik kurumları hedef alan bir anayasanın hazırlanmasına önayak olabiliyor. Sorunu tabulardan sıyrılarak ortaya koymak gerekir. Si- villerin yaptığı her şey iyi olmadığı gibi, askerlerin yaptığı her şey de kötü değildir. Bir değerlendirme yapılırken; ya- panlara değil, yapılanlara bakmak gerekir. İLAN YENİCE ASLİYE HUKUK MAHKEMESt 1991/229 — 1992/99 Zonguldak ili, Yenice ilçesi, lsmetpaşa Mahallesi nüfusuna kayıtlı Kamil kıa Hanife'den olma 7.12.1972 dMu Durkadın Karakaş'ın Dur- kadın olan adının iptali He Bengü olarak düzeltilmesine karar veril- miştir. Kararın gazetenizde ilan edilmesi rica olunur. 20.7.1992 Basın: 49668 TAR1ÎŞMA Tombala Bu oyunlar toplumumuza ne verir! Aslında hiçbir şey... Ama ne gö- türür?.. Halkımızı uyutmak için bundan daha uygun bir oyun bulu- namazdı. Bu oyunu biliyorsunuz. Genelde rama- zan ayında, yılbaşı geceleri evlerde oy- nanır. Şimdi televizyon tutturmuş, tomba- la da tombala diyor, başka bir şey söylemi- yor!.. Günde belki 10-15 kez, üç sunucu bir ağızdan bunun reklamını yapıyor. 900 900 bilmem kaça telefon ediliıseymiş bu oyuna kaühnabilirmiş. Eğer 900 900 bilmem kaç- tan şu numaraya kadar telefon eder, -ek- randa sıra ile birbirini izleyen on sayı görü- lüyor- tombalayı tutturursahız 1992 model bir otomobil ya da çinkodan 15 milyona varan para kazanırmışsınız. Televizyonu saran bu tombala oyunun- dan utanıyorum ve üzülüyorum. Bu çağ- daş iletişim aracı bu kadar düştü mü? Yalnız bu mu? Daha neter neler var TV de, saymakla bitmez. Sanırsınız her işimiz bit- miş de piyangoya kalmış. Kazanırsanız beş yıldızh otelde bir hafta ağırlanacaksınız. Para dediniz mi, milyonlar savruluyor. Dış gezilerden tutun da arsa, çamaşır makine- lerine dek çeşit çeşit ikramiyeli oyunlar... Vermedikleri bir düdüklü tencere eksik!.. Beğen beğendiğini al. Bulaşıci bir hastahk gibi sarmış TV'yi. Bu oyunlar toplumumuza ne verir! As- lında hiçbir şey... Ama ne götürür?.. Halkı- mızı uyutmak için bundan daha uygun bir oyun bulunamazdı. Elinizi yüreğinizin üstüne koyun ve dü- şünün. Siz hiçbir sanat ya da kültür olayı- nın, bir kez olsun önceden du>Tjrulduğuna tanık oldunuz mu hiç?.. Son aylarda kül- tür-sanat programı değil sözcüğü bile geç- miyor TV'de. Şu söylenebilir: "Yazın her- kes tatilde olduğu için böyle programlar yapılmıyor." Ülkemiz insanının yüzde kaçı Alanya'nın Onemli iki Sorunu Alanyalılar kentlerine biraz sahip çıkmahdırlar. Uygulanan her pro- jeyi yanlış da olsa kabul etmek ne ölçüde doğrudur tartışılmalıdır. Alanya, turizmi somut olarak yansıtan yörelerimizden biri. Sokakta, kıyıda, kahvede hemen hemen her yerde turistleri yanıbaşınızda görebilirsiniz. Tıpkı Mar- maris, tıpkı Bodrum gibi. Çeşitli ülke in- sanlannı herhangi bir aynm yapmaksızın aynı potanın içinde renkli ve sıcak olarak görmek oldukça güzel. Turistik yönünü doğrudan sunarak can- lı bir görünüm yaratan Alanya, kimi ciddi sorunlannı da aynı doğrultuda yansıtabili- yo^ Ulaşım, bu sorunlann en can alıa yön- lerinden biri. Antalya-Alanya karayo- lunun zaman kaybedilmeksizin çift şerit ol- ması gerekir. Ancak bu şerit kentin sınır- lanna gırildiğınde yeni bir boyuta kavuştu- rulmabdır. Kentin içindeki trafığin dağ ke- nanndan götüriilmesi ivedi bir zorunluluk noktasma ulaşmıştır. Konaklama işlet- melerinin yol boyunca dizilmiş olması gü- rültü faktöründen olumsuz olarak etkilen- melerine yol açmaktadır. Antalya-Mersin karayolunun ağır trafiğine bir de giderek büyüyen kentin yoğunluğu eklenmektedir. Bunlann arasına motorlann gürültüsünü de eklemek gerekir. Bu yoğunluk, gürültü ötesinde ciddi kazalara da yol açabilmekte- dir. Bu nedenlerle mevcut yol kıyıdan ahnıp dağ dibine verilmeli, k^ı ise yaya- lann kullanımına terk edilmelıdir. Kuşİcu- suz bu yeni bir fıkir değildir. Yıllardan beri bilinir ve konuşulur. Ama yıllardan beri somut bir yaklaşım getirildiği de göriilmez. Turistlerin bu tür bir olumsuzluktan etki- lenmelerinin doruk noktası mı bekleniyor acaba? Son birkaç yıldır değişen turist pro- fıli durağan olmanın ötesine yönelik bir tablo göstermektedir. Durum böyle olunca bu yolun dar bir kuşağının bisiklet, geriye kalanının gezi yolu olarak kullanımı için ivedi bir yaklaşım gösterilmelidir. Diğer bir konu ise ünlü Alanya kalesinin betonlaşünlma hızındaki artıştır. Kale ta- rafındaki tek katlı şirin evler -ki bunlann bir kısmı tarihsel değerlerdir- yıkılmakta, yerine çok katlı binalar yapılmaktadır. Alanya'nın güzelliğini, önemini oluşturan öğeler ortadan kakünlırsa kentin değeri gi- derek azalabilir. Binilen dal kesilmiş olur. Yerel yönetimin bu yaklaşıma göz yum- taûl yapabiliyor? Tatil yapamayanlar in- san değil mi? 5 ağustos pazar günü TRT olsun, özel TV'ler olsun programlannı ta- radım, kültür-sanat sözcüğünü bile göre- medim. Bu televizyonlan yönetenler tele- vizyon seyretmezler mi? Nelerin geçtiğini izlemiyor olmahlar. Biraz olsun göz atmış olsalardı göreceklerdl. Benim gibi onlar da utanacak. üzüleceklerdi belki de. Başkala- nnın bir olimpiyat açılış-kaparuş törenin- den yararlanarak nasıl bir sanat şöleni ya- rattıklannı göreceklerdi. Saatlerce süren bu sanat gösterisiyle sporun yanında sa- nattan oluşan bir mozaik parçasını da ver- mek fırsatını kullandılar. Bizım bu kısır düşüncemizle bir yere va- nlamayacağıru daha öğrenmedik mi? Ya- şamın temelinde sanat ve kültür yoksa hiç- bir yere vanlamaz. Çevremize bakıp bunu coktan anlamış olmamız gerekirdi. Geçen zamanı geriye getiremeyiz. Ama yaşamın neresinden olursa tutup bu çarpık gidişi ters yüz edersek o kadar yararh çıkanz. SALtM ŞENGÎL ması çok ciddi ve önlenmesi güç bir yanlış- hk olabilir. Doğu yönünden bakıldığında kalenin eteklerindeki betonlaşmarun gök- delen boyutuna ulaşıp tepeye doğru uzan- ması eğer Alanya için güzel bir tablo ise söyleyecek söz yok. Ama yapüan iş yanlış- ür. Kente en çok Alanyalılann sahip çık- ması gerekir. Birçok konuda ilgiyi, yardımı ve yaklaşımı sağlayacak kurum ve kuruluş- lar vardır kuşkusuz, ancak onlan yönlendi- rip harekete geçirecek unsur toplumun bi- zatihi kendisidir. Bu nedenle Alanyalılar kentlerine biraz sahip çıkmahdırlar. Uygulanan her projeyi yanlış da olsa kabul etmek ne ölçüde doğ- rudur tartışılmalıdır. Nitekim bir tepe üs- tüne kurulan ve kente egemen bir noktada bulunan devlet hastanesinin pencerelerinin denizi görmeyecek biçimde yapüması veri- lecek örneklerden bir diğeri olmalıdır. Gü- zelim manzaradan yoksun bırakılmış has- talar, binanın konumu farklı olarak ele alınmış olsaydı yaşama sevincini biraz da- ha kolay yakalayıp daha çabuk iyileşebilir- di. Yurttaş olmanın bilincini duymamız ve yansıtmamız gerekir. Ümmetle milletin, kul olmayla demokratik ve laik yurttaş ol- ma bilincinin farkı burada sergilenmelidir. ABDULLAH TEKİN İLAN ANTAKYA ASLİYE 1. HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas: 1991/144 — Karar: 1991/634 — Karar Ta.: 19.12.1991 DSt Gen. Müd. vekili tarafından Mehmet Izzi aleyhine mahkeme- mize açılan 17. maddeye göre tescil davası sonunda; Antakya Bohşin köyünde kain 236 parsel sayılı taşınmazda kamu- laştırma planı uyannca davacı idare tarafından kamulaşünlan 15.630 m : 'lik kısmın tapusunun iptali ile 2942 sayüı yasanın 17. maddesi uya- nnca davacı DSİ Genel Müdürlüğü adına tesciline, Davacı idare kendini vekille temsil ettirdiğinden 100.000. TL ücre- ti vekâlet ile davacı idarenin yapmış olduğu 32.400. TL muhakeme masrafının davalıdan almıp davacı idareye verilmesine karar verilmiş olup, davalının adresi tespit edilemediğinden karar tebliği yerine ka- im olmak ve ilan edildiği tarihten 15 gün sonra tebliğ edilmiş sayıla- cağı ilan olunur. Basın: 35307 T.C. SAKARYA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Sayı: 1991/98 Davacı Neyre Battal tarafından davalılar Yakup Dolan, Şevket Do- lan, Rüstem Dolan, Saliha Dolan, Erol Dolan, Saime Dolan ve Mali- ye Hazinesi aleyhine açılan tapu iptali, tescil davasının yapılan du- ruşmasında verilen ara kararı gereğince; Adapazan Mithatpasa Mah. pafta: 78, parsel no: 18, sayılı Bahçeli ev 35-40 seneden bu yana da- vacının zilliyetliğinde bulunduğu bu taşınmazın 2510 sayüı yasaya göre davalılar adına tahsis edildiği ancak adı gecenlerin bu taşınmazda otur- madıkları gibi çevrede ve mahallede tanınmadığı iddia edilerek taşın- mazın davacı, Neyre Battal adına tapuya tesciline karar verilmesi is- tenilmiş olup; yukanda pafta ve parsel numarası yazılı taşınmazla her- hangi bir hak ve ilişkisi olanlar varsa belgeleri ile birlikte yargılama- nın yapıldığı Sakarya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'ndeki dava dos- yasına ibraz ve müracaat etmek üzere ilan olunur. 13.7.1992 Basın: 49653 PENCERE Şırnak, Bir Gezegendedir... Baskın basanındır. PKK, Şırnak'ta, ilk gözlemlere bakılırsa başanlı bir baskı- nı gerçekleştirdi. Sonu nasıl bitecek? Bekleyip görmek zorundayız. Şimdilik baskının anlamı, dünkü "Oaylann Ardındaki Gerçek" köşesinde vurgulanmış- tı: Terör, kırsal bölgeden kentlere doğru sarkmaya ve bir sa- vaş görüntüsüne dönüşmeye başladı. Ancak bu dönüşümün yazgısı, Şırnak'taki çatışmaların ikinci perdesinde saydam- laşacak. Uğur Mumcu kardeşimiz, köşesinde, Güneydoğu'- daki çatışmalarda 1984'ten bu yana ölenlerin dökümünü dün yaptı: PKK'dan 1923 kişi yaşamını yitirmiş; sivil halktan 1235; görevlilerle birlikte toplam 1306. Bu döküm içinde ilgi çeken 1235 rakamıdır. Terör, halkın canını alıyor. • Ortadoğu kanşıyor.. Petrol ve su!.. Kavganın temelinde öteden beri petrol vardı, GAP'tan son- ra su paylaşımı da Ortadoğu coğrafyasında gündeme girdi. Bölgede etnik, dinsel, mezhepsel ayrılıklardan yarartanan emperyalizm, her olayın içindedir. Vaşington ile Londra'nın yanına, iki Almanya'nın birleşmesinden sonra daha ağıriıklı olarak Bonn da katıldı; ortaya ilginç bir sonuç çıktı; Güney- doğu sorununun çözümü, bir ölçüde Anadolu'nun dışına kaydı. Körfez savaşında "1 koyup 20 alacağız" diyenlerin kulak- ları çınlasın!.. Saddam düşmanımızdı, değil mi?.. Irak'taki Kürt kardeşlerimizi Irak'ın zalim diktatörüne kar- şı korumak istiyoruz; ABD'ye bu yüzden "evet" dedik; ya- bancı askerin "Çekiç Güç"ü de bu nedenle Adana'da kc- nuşlandı; ama, bu şemsiye artında yuvalanan PKK, Kuzey Irak'taki üslerinde gelişiyor; Şırnak'taki baskını düzenliyor. Çekiç Güç, bölgede TC'ye yönelik saldmların korumasını mı oluşturuyor? Emperyalizmin eli Türkiye'nin Güneydoğusu'nu yoğuru- yor; her çeşit oyunu oynuyor; her güçten yararlanmak için ilişkilerini kuruyor; etnik, dinsel, mezhepsel çelişkilerden sı- rası geldiğinde yararlanmak için ağını örüyor. • 21 'inci yüzyıla doğru çağdaş insanda "gezegensel bilinç" ışımaktadır. Gezegensel bilinç, tarihsel bilinçle yoğrularak zamana ve mekâna yayılır; bir olaya yerel değil, evrensel; güncel değil, zamansal açıdan bakmasını kişiye aşılar. Ömer Seyfettin'i okullarda belleyerek büyüdük; dilimizin bu büyük ustası, kimi öyküsünde Bulgariarın Türkleri nasıl kesip biçtiğini anlatır. Doğrudur, Balkan komitacılığı acıma- sızdı; Yunan, Bulgar, Sırp, Türk, birbirine kıymıştır. Hangisi kıyıcıdır?.. Soru, bizi hangi halkın daha barbar ve daha kıyıcı olduğu tartışmasına sürükler. Ermeni mi daha uygar, Türk mü? Yok- sa Alman mı? Fransız mı? İngiliz mi? Kürt mü?.. Şoven duy- guların köleliğinde akıl geri itilir, çağdışına düşülür, geze- gensel ufuk yitirilir, yerelliğin sığlığında dönenen atardamar- larda kan güdüsünün göstergeleri akmaya başlar. Metropollere gökdelenlerini diken "7'ler", uydulardan ge- len bilgisayarlı göstergelerinde yoksul halklann vurdu kırdı- sını izlerler; gereğinde müdahale ederek kendi çıkarlanna göre olayların akışına yön verirler. • Anadolu'da emperyalizme karşı kurtuluş savaşıyla TC ku- ruldu; İslam ortaçağını yırtan Aydınlanma Devrim/'yle sürdü; eğer 21'inci yüzyıla doğru tam anlamında demokrasi devri- mini gerçekleştirerek etnik sorunlarımızı kansız çözebilirsek insanlığımızı duyumsayabiliriz; Batı'nın ileri sayılan ülkele- rine de en etkileyici dersi vererek tarihimize onurlu bir say- fa ekleyebiliriz. İLAN KADIKÖY 4. SULH HUKUK HAKİMLİĞİ'NDEN 1992 338 Davacı Mehmet Ağbey tarafından davah Hüseyin Soysever aleyhine açı- lan tahliye davasının yapılan yargılamasında: Kadıköy. Göztepe, Hıarbe'y Caddesi, Küme Sokak. No: 15 Daire: 13'- de ikamet ettıği bıldınlen davah Hüseyin Soysever'in tüm aramalara rağ- men adresi tesbıt edilemediğinden adı gecenin yargılama günü olan 28.09. 1992 günü saat 12.00'de bızzat yargılamaya gelmeniz veya kendinizi bir vekille temsil ettırmeniz aksı halde yargılamanın gıyabınızda ceryan ede- ceğı günlü davetiye ve dava arzuhah tebliği yerine kaım olmak üzere ilan olunur Basın: 9429 KAŞTA ŞİRİN BİR EVİNİZ VAR ANIMOTEL *Tüm"odalar BaTkonlu, Duşlu, WC.li * 24 saat sıcak su * Panoramik manzaralı cici bir teras 2 KİŞİtODA + AÇIK BÜFE KAHVALTI : 150.000 TL. Rezervasyon: 9 (3226) 1791 Not: En az 6 kişilik grubnnuz varsa neden MAVİ YOLCULUĞU denemıyorsunuz? Teknede tam pansiyon kişi başı günlük 300.000 TL Adres: Recep Bilgin CcL No: 12 KA$ Tam pansiyon + yol + geziler -(eksi) harcayacağınız fılmler DQĞU KARADENİZ'e YEŞIL YOLCULUK Inebolu'dan Hopa'ya Karadeniz. Sarp kapısından Kaçkarlar'a. Uzungöl'den Çamlıhemşin'e, Ayder'den Kümbet'e dağların doruklannda yeşil ötesi yolculuk. .\masyada tek Türk mumyası, Hattuşaş'ta Hitit Uygarlığı, Anadolu Uygarlıklan Müzesi, Ankara Kalesi'nde veda yemeği ve buraya sığdıramadıklanmız. PAMUKBANK'LA 12 AYA KADAR VADE BAYBASÛS TURİZMİSTANBUL ANKARA 338 86 61-338 16 51 425 90 82 - 417 54 67 Seyahat Aceması tşletme Belge no 2149
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle