Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9HAZİRAN1992SAU
12 D1HYAZ1
Âdalet, ceza denizînde boğuldu
Hüseyin Avnihiçbirsuçu olmamaısına karşvn BahriyeDavası'ndaSyılhapsemahkûm edüir
Dava düştü, düşecek. Eli kulağmda. Çünkü mahkeme düştü. Ama kazın
ayağı öyle değilmiş. Emirin demiri kestiğine bir kez daha tanık olduk. Akla göre
ceza kestiler... En akıllımıza 20 yıl. 15 yıl da Harp Okulu davasından, etti 35 yıl.
Nuri Tahir'e 18 yıl. Ağabeyi Kemal Tahir'e 15 yıl. Bana 5 yıl. Aklımdan biraz
şüphelendim doğrusu. En akılsızımız İsmail Eskin adında bir başçavuş.
Mahkemeye, "Ben faşistim" dedi. Ceza almaktan kurtuldu.
HUSEYIN AVNI DURUGUN
BAHRİYE D A V A S I N I N _ _ *
e r w
SANIĞI
A Y D I N A Y D E M İ R
Aradan birkaç gün geçti geçmedi,
komşumun hela kapısı açıldı. Halûk
Şehsüvaroğlu'nun sesi, tanıdım.
Soruyor Nâzım'a:
-Sizinle sanat, edebiyat iizerine bi-
raz görüşebilir miyiz?
Nâzım âdeta tersliyor
-Ne istiyorsun be kardeşim benden?
-Ben adaletin önündekı Nâzım'la
değil, edebiyaümızın Nâzım Hikmet'-
iyle, "Yücel" dergisi için görüşmek is-
tiyorum. Tavsiyelerinizi alacağım.
-Bunun için de olsa özel görüşme is-
temiyorum. Yann karşıma ne kıhkJa
çıkacağınızdan endişeliyim.
-Ben hâkimim Nâzım Bey, tanık de-
ğilim.
-Bana Harbiye davasında hiçbir su-
çum yokken 15 yıl ceza veren de hâ-
kimdi. Hem de delilsiz, ispatsız. Neyse
uzatmayakm. Gençlerin yazılanna yer
verin derim.
-Başka?
-Başka bir şey demem...
Çıktı gitti Şehsüvaroğlu.
Nâzım'ın sesini duyunca heyecanım
yûkseliyor. Moralim yükseliyor.
Başın yere eğilmesin
Arada
kendi ken-
dimle söyle-
şiyorum...
"Yanım-
da Nâzım
olduğuna
göre hem
suçsuzsun,
hem gûçlü-
sün Hüse-
yin Avni.
Kov kafan-
dan kurun-
tulan. Boş
ver, ûzûlme; aldırma. Ne yapün be?
Zorla ırza mı geçtin? Erin nafakasına
el mi atün? Battaniye, nevresim çarşafı
mı satün? Yoo. Gammazhk yapıp ar-
kadaşlannın ekmeğiyle mi oynadın?
Yoo. Vatanını, anaru, babanı sevîyor-
sun? Seviyorum. Emeği, emekle kaza-
nılmış her şeyi, yoksulun alınterini
seyiyorsun? Seviyorum. Ya Nâzım
Hikmet'i? Seviyorum, çeok seviyo-
rum. Baban demez miydi, 'Gülü seven
dikenine katlanır' diye. Demez miydi
bahçıvan babam: 'Bir gül için bin di-
kene kaüanınz.' Şu anda yanımda ol-
saydın neler söyleyeceğini büiyordum
baba. Diyecektin ki: 'Yüreğini ferah
tut benim aslan oğlum. Başa gelen çe-
kilir. Dayan oğlum, diren oğlum Hü-
seyin Avni. Başın yere eğilmesin. Bun-
lar bize kürsü vermezler. Verseler
verseler, dert verirler; dermanı olma-
yan. İlkten söyledim bunu ben sana.
Hep verdiği için yoksul; yoksuldur.
Hep aldığı için zengin; zengindir. Böy-
le feleğın çarkmı...' Ama babaağım,
24 lira başçavuş maaşımın 12 lirasını
her ay size yolluyordum. Sen ihtiyar,
anam ihtiyar. Ele bakımlısınız. Ben-
den başka dayanağınız yok. Bundan
böyle para gönderemezsem... Sen an-
lat anama... Otesi vu gelip üns gidecek
ya..."
Çıt...
Kilitle birlikte helamın kapısı açıldı.
-Yürü bizimle, ifaden alınacak, de-
diler.
Aldılar.
-Yürü bizimle, yüzleştirileceksiıı,
dediler.
Yüzleştirildim.
-Yürü bizimle, mahkemeye cıka-
caksın, dediler.
Çıküm.
Sıram geldi, sordular
-Gedikli Üstçavuş Ali Kantan'ı, bir
kutu pasta ve Nâzım Hikmet'in üç ki-
tabıyla ziyaret etmişsin, ne diyorsun?
-Ali Kantan'ı tanımıyorum. Evini
de bilmiyorum.
-Pekâlâ, Seyfı Üstçavuş (Seyfı Tek-
büek. Sonradan lakabı Seyfı Baba.
Nâzım Nâzım... Sf. 70-86) seni suçlu-
yor. 'Hüseyin Avni, diyor, bana Sta-
Ün'in Hayatı adh kitabı, Nâzım Hik-
met'in eserlerini verdi, diyor. Hanri
Barbüs'ün Hayatı adındaki kitabı da
ondan aJdım, diyor. Kütahya'da bir
ağabeyin varmış, sana komünist ki-
taplar yollarmış, sen de bunlan gemi-
dekilere dağıürmışsın, öyle söyîüyor
Seyfi; sen ne diyorsun?
-Biz Afyonluyuz. Kütahya'da ağa-
beyim fılan yok. Afyon'da bir ağabe-
yim var, elifı görse mertek sanır. Nere-
de kaldı komünizm? Kitabı severim,
okurum. Bana kitap veren olursa alı-
nm. Benden kitap isteyen olursa veri-
rim.
-Nuri Tahir'le hep komünistlik üs-
tüne konuşurmuşsunuz?
-Nuri Tahir okul arkadaşım. Birbi-
rimizi çok severiz. Ama aynı gemide
görevli değiliz. İşimiz de başımızdan
aşkın.
-Otur yerine!.. Hazırlık ifadelerinde
hep "Hayır... Hayır" demiş durmuş-
sun. Bu yüzden doğru dürüst ifaden
alınamamış. Lakabın da "Hayır Hü-
seyin" olmuş. Biz senin ne menem kişi
olduğunu sanki bHmiyoruz.
Duruşma salonuna bir harum çağır-
dılar.
Hanım, Kemal Tahir'in metresiy-
miş. Ona sordular:
-Bunu (yani beni) tanır mısın, top-
lanülara katılır miydi?
Kadın bana baktı. ben kadına...
-Tanımıyorum, dedi kadın. hiç gör-
medim.
Davanın düşmesını. saruklann salıve-
rilmesini istediler. Alınan ifadelerin
de, yargılamanın da anlamsız olduğu-
nu savundular.
SorgucuŞerifBudak
Sorgucu, rneşhur Şerif Budak söz al-
dı. Önce Şerif Budak'ın ünü nereden
geliyor, birkaç sözcükle irdeleyelim: Kurttarsofrasi
Hukuk bilgisinden, değil. Eser üstüne
eser vermesinden, değil. Hukukun üs-
tünlüğünü savunmasmdan? Hiç mi
hiç değil. Meşhurlugu şundan: Harp
Okulu davasında, hiçbir kanıta da-
yanmadan Nâzım Hikmet'e 15 yıl
hapis cezası verenlerin başmiman.
mışçasına rnağrurdu. Mahkemenin
tüm yetkilerini kendinde görüyordu.
Başkandan izin alma gereğı bile duy-
madan, "Sayın hâkim, dedi, bu adam
ve sanıklar mahkemeye hakaret edi-
yor; lütfen susturun şunlan!"
Salonda süngülü erler vardı.
Gereği yapıldı. Savcı rahatladı.
Bir-iki sivil daha çağjrdılar içeri. Be-
ni göstererek:
-Bunu tanıyor musunuz, dediler.
Siviller de tanımadıklannı belirtti-
ler...
Gariban Harp Okulu öğrencilerinin,
Abdülkadir Meriçboyu gibi en yete-
neklilerinin ocağına incir ağaa dikme-
sinden. Kısaca "Zemzem Kuyusu"na
işeyen insan gibi meşhurdu.
-Peki, ammeşahidi Hasip'in ifadesi-
ne ne dersin?
-Hasip, hem Afyon'dan, hem gedik-
li okulundan arkadaşım. O karacı, ben
denizciyim. Birbirimizi görmeyeli yıl-
lar oldu. İfadesinde sözü geçen Kerim
Sadi'yi, Fuat Sabit'i hiç tanımadım.
Adlannı bile duymadım. Nâzım Hik-
met'e gelince, evet; şiirlerini, elime ge-
çen kitaplanm okudum. Hem deseve-
rek... Boş zamanlanmda kitap oku-
rum. Kâğıt oyunu bilmem, içki
içmem, dedikodudan hoşlanmam.
Elime ne geçerse okurum. Ve okudu-
ğum kitaplann hiçbiri yasak değil sa-
nıyorum. Çünkü hepsi kitapçılarda
serbestçe satılıyor. İsterseniz araşünn.
Siyasetle uğraşüğım doğru değil. Biz
askeriz. Bize siyaset yasak. Yasak şey-
leri yapmam. Kitap okumak yasak
değil.
Okuduğum kitaplann yasak ohna-
dığını söylemem avukatlan uyarmış
olacak ki söz istediler. Gerçi avukatlar
da MİTin güdümündeydi, alanlan sı-
rurlıydı. Ama ne de olsa görevleri bizi
savunmaktı. Sözü edilen kitaplann
yasak olup olmadığının ilgili devlet
dairelerine sorulma-~ını talep etüler ve
zapta geçirttiler.
Bir süre sonra ilgili devlet kurumla-
nndan yarutlar geldi. Listede adı olan
kitaplann yasak olmadığı gibi zararlı
da kabul edilmeyeceği açıkça bildirili-
yordu. "Her Türk vatandaşının oku-
ması için yazılmış ve satışına müsaade
edilmiş kitaplardır" deniliyordu.
Mahkeme bizi cezalandırmak için
tüm ağırbğıyla kitaplara abanmışü.
Ellerinde başkaca somut bir delil de
yoktu. Bu kanıt da ortadan kalkınca
avukatlar mahkemeye yüklendiler.
AJon yumurtasını yumurtladı Şerif
Budak:
-Biz bu davada delil arayacak kadar
saf değiliz. Bunlar bugün bir şey yap-
mamışlarsa yann mutlaka yapacak-
lardır, dedi.
Savcı Şerif Budak'a cevap vermek
için avukat Ruhi Balkan ayağa kalktı
ve dedi ki:
-Sayın mahkeme heyeti, derhal, bu-
günden tezi yok, otomobil sürücüsü
şoför, uçaktaki pilot, vapurdaki kap-
tan tutuklanmabdır. Bunlar bugün
yapmamışlarsa bile yann kaza yapabi-
lirler...
Sava Şerif Budak, avukatın sözle-
rinden ziyade gülüşmelere bozuldu.
Sava gülünecek duruma düşse bile gü-
lünmemeliydi. Onun nezdinde bura-
daki saruklann tırnak ucu kadar de-
ğerleri yoktu. Kocaman dağlan yarat-
Çevresi kurtlarla sanlmış kuzulara
benziyorduk. Yemesine yiyeceklerdi
bizi de, şöyle ufak tefek de olsa özür
anyorlardı. Hiçbir şey bulamadıkla-
nnda "denize işemişsiniz'" diyecekler-
di.
Nâzım'a bakıyordum göz ucuyla.
Sessiz, dingin oturuyordu Nâzım.
Mahkemeyle hiç ilgjlenmiyor gibiydi.
önündeki kâğıda arada bir şeyler ka-
rabyordu. Sonradan öğrendik, birirun
portresini yapıyormuş.
Sorulan soruyu kısa bir yanıtla kes-
tirip atmıştı:
-Ben bu gedikli askerlerin niçbirini
tanımam. Beni bahane edip bu insan-
lan, bu suçsuz insanlan cezalandırma-
ya çalışıyorsunuz. Elinizi vicdanınıza
koyunuz!..
"Varsa tabii" demedi.
Vicdanbsı da vardı be, vardı.
örnek vereceğim: Bak, Aydemir,
aradan 53 yıl geçti. Yanm asır. Unu-
tulmayan, unutulmuyor. Dün gibi
gözümün önünde.
Adı, Hüsün Gökdenizer.
Rütbesi tuğbay. (Tugay kojnutanlı-
ğı yapan albay.)
Gökdenizer, aynı zamanda bizim
mahkemenin başkanj. Hukukçu değil.
(Askeri mahkemelerde başkan üst de-
receden bir subaydır.)
Mahkeme heyetine şöyle dedi Gök-
denizer
-Bu çocuklara yazık ediyorsunuz.
Ortarfa bir şey yok. Ifadeler dedikodu-
dan ibaret. Bu yaptığııuz donanmaya
da suıkastür.
Mahkeme başkanlığından istifa et-
tiğini açıklarken elinin tersiyle gözyaş-
lannı süiyordu.
Unutamadığım ikinci kişi de Hâkim
Binbaşı Eyüp Bey. Mareşaldan torpilli
olduğu söylenen Şerif Budak'ın baskı
yoluyla sanıklardan aldığı ifadelerin
incir çekirdeğini doldurmayacagını
söyleyerek yargılamanın sona ermesi-
niistedi.
Hâkimesürgûn
Bu vicdanb ve yürekb hâkim derhal
gemiden uzaklaşünldı. Nereye gittiği-
ni bile öğrenemedik.
Eyüp Bey'in yerine Salih Konıman
getinldi.
İşte sana iki baba adam. 53 yıl sonra
sevgiyle. saygıyla andığım iki can.
Topraklan bol olsun!
Avukatlardaki iyimserlik bizleri de
umutlandırdı.
Dava düştü, düşecek. Eli kulağında.
Çünkü mahkeme düştü.
Ama kazın ayağı öyle değümiş.
Emirin demiri kestiğine bir kezdaha
tanık olduk.
Emir yukandan... Çook yukan-
dan...
"Gökten ne yağdı da yer kabul et-
medi."
AJcla göre ceza kestiler...
En akılbmıza 20 yıl. 15 yıl da Harp
Okulu davasından, etti 35 yıl.
Nuri Tahir'e 18 yıl. Ağabeyi Kemal
Tabir'el5yıl.
Nuri, ağabeyine karşı övünmekte
hakh.
Bana 5 yıl.
Aklımdan biraz şüphelendim doğ-
rusu.
En akılsızımız İsmail Eskin adında
bir başçavuş. Mahkemeye, "'Ben faşis-
tim" dedi. Ceza almaktan kurtuldu.
SCRECEK
D o ğ u - B a t ı î l i ş k i l e r i I ş ı ğ ı n d a
TÜRKİYE'NİN
AZERBAYCAN POLITIKASI
E M İ N G Ü R S E S
Türkiye 2. Dünya Savaşı'nda
Doğu île Batı arasında kalıyor
— 3 —
Hitler, Mussolini, Chamberlain ve
Daladier'nin 29 Eylül 1938'de Mü-
nih'te bir araya gelmesi, Stalin'i kuş-
kulandırdı ve Almanya'yla 22 Ağus-
tos 1939'da, zaman kazanmak ama-
cıyla, bir birlik anlasması imzaladı. Bu
durum Türk hükümetini çok korkut-
muş ve Fransa ve Ingiltere'ye yaklaş-
tırmıştır. Bu üç devlet aralarında bir
karşılıklı yardım anlasması imzaladı.
Stalin ise boğazların Fransa ve tngil-
tere'ye kapıb tutulmasuıı, Türkiye'nin
Ingiltereye karşı 13 mayıs 1939'daki
anlaşmasıyla, Fransa'ya ise 23 Hazi-
ran 1939'daki anlaşmayla doğan so-
nımluluklannı terk etmesini istedi.
(Bu anlaşmayla Fransa Hatay'ın
Türkiye'ye ilhakını kabul etmişti.)
Moskova'ya göre Türkiye'nin
Fransa ve lngiltere'yle anlasması ken-
di güvenbğine karşı bir tehdit unsuru
taşıyordu. İngiltere ve Fransa'nın Al-
manya'ya savaş ilan etmeleri ve Tür-
kiye'den de aynı şekilde davranmala-
nnı istemeleri Ankara'yı çıkmaza
sürükledi. Almanya, Türkiye'nin ta-
rafsız kalması için baskı yapıyordu.
Stalin, bu sırada Almanya'ya boğazla-
nn savunmasına Moskova'nın katıl-
ması yolundaki isteğini iletti. Dişişleri
Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Sovyet teklı-
fıni reddetti.
Sovyetler saldırganlaşıyor
Bu koşullar altında Türkiye, Fransa
ve İngiltere'yle 19 Kasım 1939'da Kar-
şılıkb Yardımlaşma Anlasması imza-
ladı. 22 Ağustos 1939 Stalin-Hitler
antlaşmasından sonra Moskova, An-
kara'ya karşı gittikçe arian saldırgan
bir tutum izlemeye başladı. Türkiye'-
nin 18 Hazıran 1941'de Almanya ile
bir dostluk antlaşması imzalamasının
ardından Abnanya Sov7etler'e saldır-
dı. Şimdi Moskova, Ankara'nın taraf-
sızbğını tercih ediyordu. İngiltere ise
yeni bir cephe açıbnası ve Rusya'nın
rahatlatıbnası amacıyla Türkiye'nin
Balkanlar'da Almanya'ya karşı bir
cephe açması için baskı yapmaya baş-
lamıştı. Almanya, Türkiye'den savaş
sanayii için gerekli olan krom ithalini
garantiye almak ve Türkiye'yi savaş
dışında tutmak istiyordu. Ankara bu
ticari ilişkiden yararlanmıştır. (Türki-
ye krom satışını İngiltere'nin baskısıy-
la 1 Mayıs 1944'tedurdurdu.)
Pantürkistlerin tutumu
Türkiye'de pan-türkçüler Alman
gücünü, ileride bir Türk birliğinin ku-
rulabilmesi için fırsaı olarak görüyor-
lardı. Abnanya Sovyetler'e saldınnca
Türk basınında Sovyet karşıtı biı
kampanya başladı. Naziler, pantürk-
çü hareketi Rusya'daki Türkleri Mos-
kova'ya karşı kullanabilecekleri dü-
şüncesiyle desteklemişlerdir. Bu
amaçla Almanya'nın Ankara Büyü-
kelçisi Von Papen, Enver Paşa'nın
üvey kardeşi Nuri Paşa'yla (Kıllıgil)
görüştü. Bu arada Genelkurmay Baş-
kanı Mareşal Fevzi Çakmak'm ona-
yıyla General Hüseyin Erkilet ve Ali
Fuat Erden Almanya'da Hitler'le gö-
rüştüler. (Bu iki general 1944'te pan-
türkist olduklan gerekçesiyle tutuk-
landı. Eralp Alışık'a göre bu iddia
doğru değildir. Alışık'a göre pantür-
kistlerin Almanya'yla ilişkisi yoktu.)
1941-1944 yıllan arasında pantürk-
çü hareketler önemli oranda artmıştır.
Onemli bir isim olan Nihal Atsız'm
"Orkun' isimli dergisini yayınlaması
bu döneme rastbyor. Bu arada Zeki
Velidî Togan'ın 1941'de bütün Türk-
lerin birliğini amaçlayan bir gızli top-
luluk oluşturduğunu, Reha Oğuz
Türkkan'ın 1939'da "Bozkurt" adlı bir
dergı yayınladığını ve Atsız'ın aynca
Tanndağı' adlı dergiyi yeniden çıkar-
maya (1931-1933 ve 1942-1943 arası)
başladığını belirtmeliyiz.
Savaş sonrası, Stabn Ankara ile
olan 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Ant-
laşması'nı yenilemeyeceğini açıkladı.
Başbakan Saraçoğlu artık Hitler'i "in-
sanlann kalplerine ve vicdanlanna
nasıl hitap edileceğini bilen insan" ola-
rak övmüyor, aksine onu bir "savaş
suçlusu" olarak yeriyordu.
1945-1955 dönemi Türkiye için ta-
rafsızbğını korumak yönünden çok
zor bir dönemdi. Moskova'yı mem-
nun etmek için pantürkçülere karşı
başlatılan kampanya Ankara-Mosko-
va ilişkilerinde olumlu bir gelişme sağ-
lamadı. Stalin'in 19 Mart 1945 ve 17
Ağustos 1946'da Türkiye'den top-
rak istemesi üzerine sol hareket, hedef
durumuna geldi.
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKd
SaühH'ye Övgüter
Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner'le, "Salihli
Şiir Ikindileri" üstüne konuşuyoruz. Fazıl Hüsnü Dağ-
larca, "Salihli Şiir lkindiieri"ne geld/ğinde, Zafer Kes-
kiner'e şöyle demiş:
-Yahu kardeşim, haritada Salihli'yi niye bu denli
küçük göstermişler?
Fazıl Husnü Dağlarca, şunlan da söylemiş:
-Kaymakamından, belediye başkanından, en küçük
görevlisine, sokaktaki adama dek, tüm Salihli halkı bi-
rer sanat önderi. Keşke her ilçemiz, hatta ilimiz Sa-
lihli'yi örnek alabilse, Salihli gibi olabilse...
Fazıl Hüsnü, Salinli'de herkese sigarayı bıraktırma-
ya uğraşmış, ayrılırken demiş ki:
-Başta Belediye Başkanı Keskiner olmak üzere, en
az beş kişiye sigarayı bıraktırdıktan sonra, Salihli saat-
lerinin sonuna geldik; ilglniz ve sigara oyunu için te-
şekkür ederim. Beni de Salihlili sayın; ozanlar ölmez
ama, ölsem, bir kez gördüğüm Salihli de gömülmek is-
terdim!
Fazıl Hüsnü'nün bir başka sözü:
-llkin Salihli'de günyüzüne çakın "sevgi" dörtlüğü-
nü. Dörtlük şöyle:
"Sıcaklığındır/Çıkmak ister dışarı/lşte sıcaklığındır/
Benim tutmak istediğim içerde..."
Fazıl Hüsnü'nün, Salihli üzerine söyledikleri, "Salih-
li Şiir İkindileri'ne katılan ozanlar için çıkanlan "Iz"
dergilerinden Nisan 1989 "Melih Cevdet Anday" sayı-
sında yayımlanmış.
Ataol Behramoglu da Zafer Keskiner'e şunlan söy-
lemiş:
-Salihli Şiir Ikindileri'ne çağrılmak, Nobel almaya
eşdeğerdir!
Cemal Süreya da:
-Salihli, şiirin başkenti! demiş.
"Şiir Ikindileri" Salihli'de 1985'te başlamış. 21 Aralık
1985'te 21 ozan kablmış. 15 Mart 1986'da Ali Yuce ile 15
ozan katılmışlar. Refik Durbaş Salihlili, 21 Haziran
1986'da katılmış. Refik Durbaş'ın babası, 1960 örtce-
sinde DP'liymiş, ancak Demokratlar, onun işine son
vermişler; ardından 27 Mayıs olmuş, biri Refik'in baba-
sı için, "Ben onu tanıyorum, DP'lidir!" deyince, bu kez
27 Mayısçılar, içeri atmışlar adamı! Meğer, eski de-
mokratlardan biri, dağın eteğine "Menderes ölmez"
mi ne yazmış, bunu da Refik Durbaş'ın babası yazdı di-
ye ihbar etmiş; atmışlar içeri, dayak filan atmışlar! Dal-
kavuklar, her dönemde eksik olmuyor işte. Işık ûzgen-
türk'ün halası da Salihli'denmiş...
Daha sonra, "Salihli Şiir ikindileri"ne kablan ozan-
lar şöyle:
Attila llhan, Hidayet Karakuş, Hüseyin Yurttaş, Çınar
Çığ, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cemal Süre-
ya, Melih Cevdet. Anday, llhan Berk, Salah Birsel, Gur-
betçi Ozanlar (Ozkan Mert, Yüksel Pazarkaya, Habip
Bektaş), 15 Mayıs 1981'de Ataol Behramoglu, Henrik
Nortdbrand, Christos Katsiyiannis, 23 Kasım 1991 Ne-
cati Cumalı, 30 Mayıs 1992 Can Yücel, Stelyos Yeranis.
3 Haziran 1992'de Nazım Hikmet için "Nazım 90 Ya-
şında" \z özel sayısı basıldı. Salihli Belediyesi'nin
Sanat Danışmanı, Şadan Gökovalı; onun on parmağın-
da on beceri; her şeyin altından kalkıyor, Zafer Keski-
ner gibi Şadan Gökovalfyı kutlamak gerek.
* SHP'li Salihli Belediye Başkanı Zafer Keskiner, Kır-
şehir'den gelme bir toprak ağasının oğlu. Kendisi Sa-
lihli'de 1964 yılında TİP'i kurunca, babası Fahri Bey'le
arası açılmış. Babası evlatlıktan ret mi etmiş ne? Eşi
Ülker Keskiner de öğretmenliği bırakmışmış evlenin-
ce, neredeyse aç kalmışlar; Zafer Keskiner terketmiş
Salihli'yi, Amerikan firmalarında çalışmış, Istanbullar-
da ekmeğini kazanmış. Vâ-Nû ile(Vâlâ Nûreddin) o
zaman tanışmış. Vâ-Nû çok ilginç bulmuş onu:
-Demek toprak ağasının oğlu, TlP'li genç sensin? de-
miş.
Zafer Keskiner'in dışarıda geçen serüveni beş yıl
sürer, beş yıl sonunda Salihli'ye döner, babasıyla barı-
şırlar; şimdi çiftlikler Zafer Keskiner'in iyi mi? Sanata,
şiire düşkün, toprak ağası bir SHP 'li Belediye Başkanı!
Salihli'ye varır varmaz kendimi "Kurşunlu Kaplıca-
ları"nın kükürtlü ılık sularına attım! Nasıl da dinlendiri-
yor insanı.
Salihli'ye vardığımda, "Şiir ikindileri" bitmiş, "Na-
zım Akşamı"nın hazırlıkları başlamıştı. Grek ozanlar-
dan denemeci, tiyatro oyun yazarı Christos Katsiyian-
nis ile denemeci eşi Maziekaty, ozan Stelyos Yeranis,
yabancı konuklar olarak oradaydılar. Onlarla birlikte
Can Yücel de "Nazım Gecesi "ne kalmıştı. Stelyos Ye-
ranis, Pire Yazarlar Birliği Başkanıydı da. Nâzım'ın
kızkardeşi Nazım Hikmet Vakfı Başkanı Samiye Yaltı-
rım, vakfın genel yazmanı Kıymet Coşkun, Samiye Yal-
trım'ın kızı Ayşe Yaltırım, Müzehher Vânû, Balaban,
Can Yücel, Güler Yücel, Kemal Anadol, Seren Anadol,
Şükran Kurdakul, Şadan Gökovalı, Zafer-Ülker-Leyla
Keskiner, Salihli Belediye Başkan Yardımcısı Zekiye
Gökçepınar, çevreden gelen ilçe belediye başkanları:
Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver, Dikili: Osman
özgüven, Kavaklıdere: Yaman Erdal, Durasallı: Engin
Kartal; Izmir radyosu spikerlerinden Fikret Alan, Esat-
Aysel Bayramoğtu, daha çok; büyük bir kalabalık ora-
daydtlar. "Nazım Gecesi"nin sonunda, Salihlili genç-
ler, "Bu Hasret Bizim" oyununu oynadılar, Nazım
Hikmet'in dizelerinden esinlenerek yazılmış. Oyunu
yazan Deniz Turhan, sahneye koyan Hakan Yavaş'ü.
Hakan Yavaş, 9 Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümünde
okuyordu; Özdemir Nutku'nun öğrencisiydi.
Gelecek yazıda, Nazım Gecesi'ni anlatacağım, bay-
rama Nazım'la gireceğiz!
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/ Sıkıntı, üzüntü,
keder. 2/ Karakter...
Trafıği yoğun yol. 3/
Bir makyaj malze-
mesi... Karışık renk-
li. 4/ Hatay yöresin-
de kadın erkek bir-
likte oynanan halay
türii bir halk oyu-
nu... Gümüşün sim-
gesi. 5/ Sosyolojide
bir kabile ya da bo-
yun bölündüğü iki
ve daha çök parça-
dan her biri... Beste-
lenmiş her tür şiire
Batı'da verilen ad. 6/ Sakızla tatlan-
dırılmış rakı. 7/ îlenme, beddua...
Eski Mısır'da guneş tanrısı... Giysi
fcolu. %/ iki derenin ya da iki yolun
birleştiği yer... Cennet. 9/ Bilim ku-
rumlarının çalışmalarıyla ilgili yazı
ve haberlerin yayımlandığı dergi.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Kabuğu alacalı sarı renkte olan
bir tür kavun. 2/ Ekvator bölgesin-
de yedi yıldızdan oluşan bir takım-
yıldız... Eski dilde uyku. 3/ İnsan eti yiyen kimse... Bir cetvel
türü. 4/ "Sâkiyâ câmında nedir bu - /Kıldı bir katresi mestâne
beni" (Dertli). 5/ Inilti... Dilenci. 6/ Türkiye'nin plaka işareti...
Motorlu taşıtlarda direksiyon ile tekerlek arasındaki bağlantıyı
sağlayan mil... Bir nota. 7/ Japon halk türkülerine verilen ad...
Perhiz. 8/ Bir göz rengi... Büyük sıçan. 9/ Tanıtma filmi.