Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 10 HA2İRAN1992 ÇARŞAMBA
12 DIZI1AZI
Bahriye davasında Nâzım'la yargüananlann hüküm giyeceği, dava önoesinden belliydi POLJTİKA VE ÖTESİ
Mademki fetva devlete ait
HUSEYIN AVNI DURUGUN
BAHRİYE D A V A S I N I N _ _ _
_ _ _ _ _ _ SON SANIĞI
A Y D I N A Y D E M İ R
Bir arkadaşımız vardı. Adı Hıfa öz-
varü. Okulda bizden iki sınıf yukanday-
dı. Hiç ilişkısı yokken bizim davada
yargılandı. Askerlikten aynldı, ya da
ayırdılar. Bu arkadaş bir süre Mareşal
Çakmak'ın alım-satım komisyonunda
tercûmanlık yapmıştı. Zeki ve becerik-
liydi. Yabancı diJ bilirdi. Sonra da huku-
ku bitirdi, avukat oldu.
Genelkurmay'da dönen dolaplan iyi
bildiğıni söylüyordu. Bu konuda bize şu
bilgileri aktarmıştı: "Mareşal Fevzi Çak-
rnak'ın beyanatını biliyor musunuz? Ne
diyor Mareşal?"
-Baa mebuslar bana, "Bu davada bir
şey yok. Bağışla gitsin bu çocuklan..."
dediler. Ben de onlara: "Bu cezalan ibret
olsun diye verdik" dedi.
Sizin anlayacağınız, davalar önceden
kotanlmış, cezaJar öiçülmüş, bıçılmış,
giydirilmiş. Diğer zevata da gözdağı ön-
görûJmüş.
Mareşalin akıl hocası
Bu konuda Mareşalin akıl hocası
kim, bilir misiniz? Bilmezsiniz, söyleye-
yim: Münir Çıtak. Perde arkasındaki ki-
lit adam. Yardımcılan da Hâkim Fahri
Çoker, Halûk Şehsüvaroğlu. Şehsüva-
roğlu için pek bir şey söylenemez ama
Çıtak'la, Çoker yurtseverlerin canına
okudu. Ellerindeki maşa Şerif Budak...
Bu ıkı ülküdaş, ırkçı ve kafatasçılarla
fikır. gönül ve ışbirliği halindeler.
İkinci Dünya Savaşı'nın eli kulağında.
Hitler. savaşı başlatu başlatacak. tçimiz-
dekı Naziler tetikte. Yandaş anyorlar.
Bahnyelilenn raılli duygulan kabartılı-
yor. "Bahriye öğrencileri seçme Türk-
|ür, Türk ırkı ise ûstün ırktır. Diğerleri
ikinci sınıf. Kulak asmayın, olsa da olur,
olmasa da..."
Kim olduklan belirsiz kişiler sokakta
kimlik denetimi yapıyor. Rastladıklan-
na:
-Türk müsûn, milliyetçi misin, söyle
bakalım?
Hık mık eden hapı yutuyor. Dövülü-
yor, sövülüyor.
Bu işin plancılan suyun başındalar,
kimi kime şekva edeceksin...
Hıfzı Özvarlı'nın bize aktardığı bu bil-
gileri doğrulayan iki örnek vereceğım,
işit, gör:
Sinop'a cezamızı çekmek üzere sür-
gün gittik. Halk toplanmış bizi görmek
istiyor. Yavuz gemisirü kaçınrken yaka-
lanan bu komünist vatan hainlerinin ne
menem kişiler olduğunu görmek istiyor.
"Gemi kacırma numarasını' ilk kez ora-
da duyuyoruz Biz Sinop'a ulaşmadan,
bizimle ilgili bir sürü yalan dolan An-
kara'dan buraya yetiştirilmiş. NedeccaJ-
lığımız kalmış. ne şeytanlığımız.
Kalabahğı üstümüze saldırtacaklar,
"Halk komünıstleri linç ediyordu, gü-
venlik güçleri engel oldu" diyecekler...
Ama istedikleri gibı olmadı. Topluluk
bir süre bıa izledı, hemencecik de dağılı-
verdi.
Nedenini sonradan öğrendik: "Allah
Allah, diyesilermiş, yahu bunlar bizim
gibi adam. Ne deccala benziyor, ne şey-
tana. Kandırmışlar bizi. Rivayet olunan
nerede, bunJar nerede?"
Sinop Cezaevi
Sinop Cumhuriyet Savcısı bizi tesüm
aldı.
Kısa bir nutuk çekti...
-Başıbozukluk istemem, dedi. unut-
mayın bu cezaeviran arkası deniz. Tekin
durun, deniz insanı hem tutar, hem yu-
tar, dedi.
Lakabı, "Deli Kenan"mış savcının.
Bir süre sonra sava bize, biz savcıya
ısınmaya başladık. Aramızda bir sıcak-
bk, görünmese de hissedilen bir sevgi
bağı oluştu. Bizimie ve davamızla yakın-
dan ilgilenir oldu. Dosyalan irdeledi.
Afjr cezareisiylegörüştü. Reisin bu da-
va ile ilgili düşünce ve görüşlerini aldı:
-Bizde görulseydi bu dava, demiş ağır
ceza reisi, bu çocuklar bir gün ceza ye-
mez, esasen dava düşerdi, demiş.
Sava Hüseyin Kenan Bey bize:
-Ben bu davayı tûmüyle temyiz edece-
ğim, dedi.
Etti de...
Bizlerdeki sevinci, umudu görün...
Bırak elbiseye, hapishaneye sığmıyo-
ruz.
Çıktık, çıkacağız bu sürgün kalasın-
dan.
Yazıya yanıt gelmiş.
Savcının yanında ağır ceza reisi, girdı-
ler bizim koğuşa.
Çıtyok.
Elindeki resmi kâğıdı yukan kaldırdı
Kenan Bey.
-Çocukİar, dedi.
Sesi üzgün, kınk ve kısık. Yüz hatlan
gergindi.
-Çocuklar, dedi ikinci kez, temyiz layi-
hamıza cevap geldi. üzgünüm.
Okudu.
Özet olarak şöyte deniyordu: "Siz bu
mahkûm kişilerin davalanna müdahale
edemezsiniz. Siz ancak onlann muhafa-
zasıyla mükellefsiniz."
Savcıya hafıf tertip bir gözdağı verili-
yordu: "Otur oturduğun yerde, etliye
sütlüye kanşma, çizmeden yukan çık-
ma..."
Buyaa, Donanma Askeri Mah-
kemesi Hukuk Müşaviri Yardımcısı
Hâkim Üsteğmen Fahri Çoker imzasıy-
la geliyordu.
Yugoslav göcmeni, başdaruşman Mü-
nir Çıtak'm adı yoktu.
İkinci örnek
Hıfzı Özvarlı'yı doğrulayan ikinci ör-
nek de şöyle:
Salih Kılıç, fstanbul Emniyet Müdü-
rii.
Şu meşhur Aü Kılıc'ın yeğeni.
Astığı astık, kestiği kestik...
Davamızın kimi sanıklannı Siyasi
Şube'ye götürüyorlar. Dava henüz ha-
arlık safhasında iken...
Bazı sivüfcrie, askerteri yüzleştiriyor-
lar. Sıvillere yapılan korkunç işkenceleri
ibret-i âlem için gösteriyorlar.
Kan, irin, gözyaşı, çığlık...
"Istediğimiz ifadeleri vermezseniz, fa-
lakanın alüna yatma sırası sizde" diyor-
lar.
fnsanız, etten, sinirden, kandan yapıl-
mışız. Korkmayanı da olur, korkanı da.
Dayağa, işkenceye dayananı da olur, da-
yanamayanı da. Nitekim, bizim Seyfı
Tekdilek, bu durumlan görüp yaşayın-
ca, ufacık tefecik, narin bir yapısı vardı,
bayağı kafayı bozmuş. Durmadan gü-
lerdi... Neyse geçelim burayı.
Bu Salih KJIIÇ, koskoca Istanbul'un
emniyet müdürü.
Bizim davanın başmdan sonuna ka-
dar takipcisi oldu.
Duyduk ki, Salih Kılıç, Sinop Valisi.
"Bizim peşimizden mi gehyor bu
adam, neyin nesi?" derken konuyu öğ-
rendik.
Atatürk'e cenaze töreni yapılıyor Is-
tanbul'da.
Genciyle yaşlısıyla, kadın, kız kızanıy-
la oiabildiğince kalabaükmış cenaze.
Tam bir ana-baba günü...
Asayişi sağlamak Salih Kilıç'ın göre-
vi.
Bu mahşeri kalabahğı disipline ede-
rnemiş Salih Kılıç. Bu sıkışıklıkta on bir
kişi ölmüş. Basın da olayın üstüne üstü-
ne gitmiş. Görevi savsakladığı gerekçe-
siyle Sahh Kıhç, Sinop ValiliğTne atan-
mış. Onunki de bir çeşit sürgün.
Bizirn dava için ne dese beğenirsin sa-
ym vali. Hem de ağır ceza reisiyle, cum-
huriyet savcısına:
-Böyle bir dava yoktur. demiş. Dava-
ya istinat (dayanak) olay yok ki. Masa
başında hazırlanınış bir mızansen
(oyun). Sahneye kondu. Emirçok yuka-
ndandı. Ben de dahil kimse karşı koya-
mazdı. Analannı kadı götürmüş, kime
şekva (şikâyet) edecekler.
Arşivler açılırsa bır gün... Tabii vakı-
hp yıkılmamışsa belgeler... Neler çıka-
cak ortaya, neler... Benim anlattıklanm
solda sıfır olacak.
Gün ola, harman ola...
Hiçbir ah yerde kalmaz!
Nâzım'la aynı hapishanede
-Nerede kalmıştık Aydemir?
-Davanın bitiminde, cezalann dökü-
münde.
-Haa, evet.
Bizleri, asker kişileri, Sultanahrnet Ce-
zaevine, Nâzımlann, yani sivil kişilerin
re okuyacağım. Göriişlerinizi öğrenece-
ğim. Anlaştık mı?
Alkışladık Nâzım'ı...
Nâzım, sürdürdü konuşmasını:
İnsaıüık onuru
-Şu uydunık davanın seyrini de unu-
tun aıtık. Gorki'nin dediği gibi, "hep
hayaletlerle yaşanmaz.' Bu dava nede-
niyle arkadaşlannıza danlıp kınlmayın.
Dostluğunuz asıl bundan sonra geüşip
perçinleşecek. Derler ya, "Tezekten tera-
zinin boktan olur dirhemi." Bu davanın
sonucu da böyle olurdu, oldu. Tasalan-
mayın. tnsanlık bu noktaya gelinceye
kadar ne kurbanlar vermiş, ne acılar,
sanalar, işkenceler çekmiş. lnsan olma-
nın, yurtsever olmanın, inançlı olmanın
ceremesi, bedeli ağırdır dostlar. Ama
onuru da o denli yücedir.
Abartmjyorum. Ben bunun kadar net
ve güzel konuşan insana rastlamadım.
Anlattıklanm rahatlıkla bir ilkokul öğ-
rencisi anlayabilirdi. örnekleri bizirn
yaşanümızdan, yakın çevremizden veri-
yordu.
Aşağı yukan hepimiz yoksul aile ço-
cuklanydık.
Anlattıklan bizim yaşantımızdı.
Cumartesileri toplu, diğer günlerde
özel görüşüyorduk. Cumartesileri bir çe-
şit ders yapıyorduk.
Diyaiektik materyaiizmi, artık değeri
anlaurken, işci sırufının ve emeğin zaferi
mavi gözlerinde sergileniyor, ışıldıyor-
du. Para babalannın artık degerleri cep-
Hüseyin Avni Dunıgün bugün 82 yaşında. Bahriye davasmın ûzerinden 53 yd
geçmesine karşm, Nâzım'la ilgili antlaruu anlatırken gözü paıiıyor, kendile-
rine yapılan haksulığa ise esefleniyor. (Fotoğraf: TAMAŞA F. DURAL)
yanına yolladılar.
Nâzım'ın kitaplannı okumuşsun,
okutmuşsun; onunla ilişki kurmuşsun.
davasını izlemişsin, baba demişsin diye
suçladıklan Nâzım'a... Nâzını'ı bize, bizi
Nâzım'a emanet edercesine bir araya ge-
tiriverdiler. Sağolsunlar...
Bir gün dedi ki Nâzım:
-Siz isteseniz de, istemeseniz de adınız
komünistliğe çıkmıştır. Sanmam ki bir
daha devlet dairesinde çalışabilesiniz.
Aynca yaşadığınız sürece izleneceksinız.
Dilimin döndüğü, aklımın yettiğince ko-
münizmi, kapitahzmi, emperyalizmi, fa-
şizmi anlatayım size. Suçlandığınız şeyin
ve karşıtlannın neler olduğunu bilin. El-
bet benim de sizlerden öğreneceklerim
olacak. Sizler tabana benden çok daha
yakınsınız. Çekinmeden sorular soru-
nuz. Bu damın icinde kimin kimseye üs-
tünlüğü olamaz. Ama eksiklerimizi
tamamlamak için bundan âlâ fırsat, za-
man ve yer de olamaz. Tabii isüyorsa-
nız...
-Tamam, dedik, bizler de sizden bunu
bekliyorduk, çekindiğjmiz için söyleye-
memişük.
-İçinizde öykü, şiir, yazı yazan varsa
onlar da yazdıklannı saklamasın. ortaya
çıkarsm. Görelim... Kimse anasından
yazardoğmaz. Ben deyazdıkknmı sizle-
lerine doldururken nasıl acımasız dav-
randıklannı, bu sayede nasıl kanlandık-
lannı ömeklerle tane tane anlatıyordu.
"Bunlar. diyordu, bu haramzadeler, te-
nimize yapışmış sûlükterdir. Bunlan te-
nimizden kopanp tarihin çöplüğüne
atmadan insanlık için kurtuluş yok-
tur..."
Kaldığımız koğuşun "malta" tabir
edilen kondoru oldukça uzundu. Bu ko-
ridorda mahkûmlar volta atardı. Usul-
dür, volta atanın yolu kesilmez. Nâzım
bu kurahn dışındaydı. O volta atmaz,
ileri-geri yürür, yürürken de mınldanır-
dı. Böyle zamanlarda kimseyle ilgilen-
mez, yanındakilerin bile farkına varmaz
bir görünüm alırdı. Bazen duralar, elin-
de bir parça kâğıt ve kalem varsa bir şey-
ler yazar, aynı minval ûzere tutumunu
sürdürürdü. Kâğıt yoksa elinde, duvara
not dûşerdi.
Kıvıkımh'nın tutumu
Dr. Hikmet Kıvılamlı, Nâzım'a so-
ğuk dururdu. Kıvılcımlı'nın elinde çoğu
zaman bir Almanca sözlük bulunurdu.
Sözlükten Almanca öğrendiği söylenir-
di. Bizkre yaklaşımı da pek sıcak degildi
Kıvılcımlı'nın. Mesafeliydi. Bizlere belki
de Nâzım'ın hayranlan gözüyle bakı-
yordu.
Nâzım'dan şiir okumasını ısterdik sık
sık.
Isteğimizi geri çevirmezdi.
Unutamadıklanmdan biri "Üç
Adam".
Sesi hâlâ kulaklanmda. Müzikal bir
söyleyiş...
Adedidevir
sıûr.
Şehir
sustu.
Kenetlendi nokta nokta şehrinin
asfalt-beton-çenesi:
Bin dokuz yüz nokta senesi
nokta nokta
ayında...
Cadde boş.
Bir uçtan bir uca koş.
Cadde boş!
bomboş,
cebim gibi...
Kesildi akmıyor su...
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var.
Rüzgâr:
sürüklüyor asfaltta Mister Ford'un adı-
nı:
duvardan kopan renkli bir ilan
kâadıru
kaJdınmda savuruyor...
Üçadam,
üç adam duruyor
Birincinin kolunda kınk bir
keman var,
ikincisinin başında silindir
sırtında fırak,
üçüncü kjllı bir mayrnun gibi çıplak...
Sokak
sokakta ısük çalarak
enseni kaşıya kaşıya,
geç karşıdan karşıya,
yok ezilmek korkusu!
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var...
Rüzgâr:
catıyor gitgıde kara kaşlannı
kesmiş dûdûk sesleri köse baslannı.
Beraberük bitiyor
fkincisi, "ilk kez bır topluluğa okuyo-
nım bu uzun şiiri" dediği "Talihsiz Yu-
suf un Hikâyesi"ydi.
Talihsiz Yusufbizierdik.
Bana öyle geliyordu.
Yineleye yineleye ezberledim bu uzun
öykü şiiri. Ve tüm yaşam boyu unuta-
rnadını.
Avukatlar davayı temyiz etmişlerdi.
İki ay sonra sonucu geldi.
Cezamız onaylanmış.
"ölüm Allah'ın emri, aynhk olmasay-
dı..."
Hani bir türkü var ya:
"Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yârimden..."
diye, hüzünle başlar, hüzûnle biter.
/ki ay süren birükteliğimiz burada
noktalandı.
Nâzım'ı, Kemal Tahir'i, Kıvjlcımh'yı
Çankın, bizleri de Sinop Hapishanesi'ne
yolladılar.
Sinop Hapishanesi'nde Nâzım'dan
esinlenerek şiirler yazdım. Baktım, ol-
muyor. Vazgeçtim.
-Bir örnek versek, sakıncası var mı?
-Yoo. sen bilirsin.
AYRILIK
Aramızda aa bir sınırdı aynlık.
yaramız kavuşmadı,
biz kavuşmadık.
Bekleyenlerimizin gözü,
bir kızıl bahar sabahı,
gözlerimizle kucaklaşacaktı,
dudaklanmızda,
kavuşmanın tadı
olacaktı.
Aramızda acı bir sınırdı aynlık,
yaramız kavuşmadı
biz kavuşmadık.
1941, Sinop Hapishanesi.
Sabahattin Aü diyor ya:
"Kurşun ata ata biter
Hapis yata yata biter..."
SCRECEK
Kıbns bunalımında Türkiye'ye verilen mektup, Ankara'yı, Batı ve Moskova'yla ilişkileri yeniden gözden geçirmeye itti
Johnson'm mektubu: Tiiıkiye >i
Batırüyasındanuyandırankâbus
TURKIYE'NIN - ^ ^ ^ _
AZERBAYCAN POLİTİKASI
E M İ N G Ü R S E S
Üç büyükler Malta'da Şubat 1945'-
te savaş sonrası Avrupa haritasıru çiz-
mekle meşgullerdi. Truman'ın Roose-
velt'in yerini alması ve Stalin'in Batı ile
Rusya arasında, muhtemel bir saldın-
yı önlemek için güvenlik kuşağı yarat-
mak istemesi Yalta'daki durumu de-
ğiştirmiştir. Truman'ın Stalin'i 'ödül-
lendirme'ye niyeti yoktu. Moskova'-
nın Türkiye topraklan üzerindeki
emelleri Potsdam'da (17 Temmuz-2
Ağustos 1945) görüşüldü. Atlee ve
Truman, Montreux'nün gözden geci-
rilmesini kabul ettiler fakat Tûrk top-
raklan üzerindeki Stalin'in istekleri
reddedildi. ABD Başkanı Truman'ın
12 Mart 1947 tarihli doktrini, Sovyet
yayılmacılığı tehlikesiyle karşı karşıya
olan ülkelerde ve özellikle Türkiye'de
bir rahatlık yarattı. Aynca Türkiye,
Avrupa'mn yeniden yapılanmasını
amaçlayan Marshall yardımından da
yararlandınldı.
Türkiye'nin 1 Ağustos 1950'deki
NATO'ya üyelik başvurusu, ancak
Kore savaşına katılmasırun ardından
1952'de İngiltere'rün karşı çıkmaktan
vazgecmesiyle kabul edildi. Stalin
1953'te öldü. Yerine geçen Kruşcev
NATO'nun iyi ilişkilere engel olmadı-
ğını belirterek Ankara'ya ekonomik
yardım önerdi. 1950'lerin sonlanna
doğru Ankara-Moskova arasında bir
yakınlaşma gözlendi. Fakat 1960 as-
keri darbesi yüzünden Menderes ve
Kruşçev'in, karşıhklı ziyaret etme
planlan gerçekleşemedi. 1961 Anaya-
sası ile birlikte sağdaki aydınlar 'm/jli-
yetçi dış politika' ve soldaki aydınlar
'bağımsız dış politika" üzerine düşün-
celerini belirtirken, İnönü, Ocak.
1962'de, Türkiye'nin, Moskova'nın is-
tediği doğrultuda tarafsız bir ülke ola-
mayacağını açıkladı. Dış politikarun
yemden gözden geçirilmesi düşüncele-
ri 1%3 Kıbns bunalımıyla birlikte
gündeme geldi.
Sovyetyardımına devam
Türk Dışişleri Bakanı Feridun Ce-
mal Erkin, Andrey Gromiko ve Aleksi
Kosigin ile 30 Ekim-6 Kasım 1964'te
görüşerek Kıbns konusundaki Türk
tezlerinin desteklenrnesini istedi. Ma;
karios'un, bağımsızlarhareketi içinde-
ki önemli yeri nedeniyle Moskova'nın
desteğini aldiğıru biliyoruz. Fakat
Moskova, bütün kapılann Ankara'ya
kapah tutulmasını da kendi güney ka-
nadının güvenliği için uygun görmü-
yordu ve bu nedenle ekonomik yardı-
ma devam etti.
ABD Başkanı Johnsonın 1964'te
açıklanan Ajıkara'yı Kıbns konusun-
da uyaran mektubu dışişlerini dış poli-
tikada yeniden bir yapılanmanın gere-
kip gerekmediğı konusunda düşün-
meye itti. Zamanın başbakaru Süley-
man Demirel, Eylül 1967'de
Moskova'yı ziyaret etti. İskenderun
Demir ve Çelik Fabrikası bu hükümet
tarafından Sovyet yardımıyla yapıldı.
Türkiye gelişmekte olan ülkeler ara-
sında Sovyeüer'den yardım gören ül-
keler arasında en ön sırada yer almış-
ty\
İkinci Kıbns bunalımı
1974 ikinci Kıbns bunalımı döne-
minde Moskova açıkça askeri müda-
halenin gerekli olduğunu, çünkü soru-
nun banşçı bir yolla çözülmesi yollan-
nın tükendiğıni ve aynca sorumlulu-
ğun Atina'daki cuntaya ait olduğunu
belirtmiştir. Moskova NATO'nun gû-
ney kanadındaki bunalımdan mem-
nundu. ABD ise bu sayede bağımsızlık
hareketi icinde önemli bir yeri olan
Makarios'tan kurtulabilecekti. Bütün
bunlar Ankara'ya Kıbns Türklerinin
güvenliği konusuna köklü bir çözüm
bulmak için bir fırsat yarattı.
1975'te gelen ABD ambargosu ile
birlikte Ankara, Türkiye'deki 26
Amerikan askeri üssünü kapatma ka-
ran alınca, Dr. Henry KJssinger,
Kongre'yi ABDnin dış politika önce-
liklerini bilmemekle suçlamıştj. Bu
arada Başbakan Ecevit'in 21-25 Hazi-
ran 1978'de Moskova'yı ziyaret ettiği-
ni görüyoruz. Dönemin ABD Başkanı
Jimmy Carter yönetimi 1 Ağustos
1978'de Türkiye'ye uyguladığı ambar-
goyu kaldırdı. Ecevit'in ziyareti sıra-
sında Türkiye ve Sovyetler arasında
"iyi komşuluk ilişkileri veişbirh'ği" ko-
nusunda bir protokol imzalandı. Bu
anlaşma çok önemlidir.
ABD uslerinin durumu
Anlaşmaya göre, iki ülke kendi top-
raklannı birbirlerine karşı saldırgan ve
yıkıa hareketler için kullanılmasını
reddedeceklerdi. Bu, ABD üslerinin
Sovyetler'e karşı kullanılamayacağj
anlamına geliyordu. Türkiye sadece
Moskova ıîe değil, Balkan ülkeleriyle
de iyi ilişkiler arama yoluna gitmiştir.
Bu durum karşısında, Ocak 1979'da
ABD, B.AImanya, İngiltere ve Fransa
liderleri toplanıp Ankara'ya mali yar-
dım yapmaya karar vermişierdir. Iran
devriminin bu karardaki payı yüksek-
tir. 1980 askeri darbesiyle. Türk gene-
ralleri, Yunanistan'ın 1974 Kjbns
müdahalesiyle terk ettiği NATO'nun
askeri kanadına dönmesine yeşil ışık
yaktılar. 1980'li yıllarda, Moskova'-
nın Doğu Avrupa'daki uydulannda
ekonomik-politik rahatsızlık belirtile-
ri su yüzüne çıkmaya başladı. Sovyet-
ler'de ise aynı nedenlerle artan rahat-
sızlıklar, bağh cumhuriyetlerde milli-
yetçi-aynlıkcı hareketleri körükledi.
Batı'yla ilişkiler
Türkiye'nin Batı ile yakın ekono-
mik ilişkileri 1940'lardan sonra hızla
artmıştır. Yaklaşık yanm yüzyıl bo-
yunca. ilişkilerdeki olumsuzluklara
rağmen. "komünizm" karşıtlığı onlan
bir "kulüp"te birleştirmiştir. John-
son'ın 1964'te açıklanan mektubun-
dan sonra Türkiye Sovyetler'den
önemli ekonomik yardımlar almış fa-
kat bu durum siyasi alanda (Ecevit'in
1978 Moskova ziyareti dışında) bir ya-
kınlaşmayı gündeme getirmemiştir.
Batı kulübü ile Sovyetler arasındaki
iküsadi ve siyasi yanş. Batı'nın başan-
sıyla sonuçlanmış, Moskova. temelde
ekonomik zorluklar nedeniyle, Doğu
Avrupa'daki müttefiklerinin kendisini
terketmesine boyun eğmek zorunda
kalmışur. Bu yeni gelişmeler Türkiye'-
nin Sovyetler'e karşı yeni bir tutum içi-
ne girmesini kolaylaştırmıştır. Bu yeni
tavır sadece Ankara'run kendi karan
sonucu değil, NATO'nun bir karany-
dı.
Batı, Sovyetler Birliği'nin hızla ço-
zülmesine yardıma olmakta bir yarar
görmemiştir. Çünkü bu, bölgede ban-
şı tehlikeye düşürebilirdi. Baltık cum-
huriyetlerinin bağımsızlık ilanı Batı'-
nın arabulucuğuyla bir süre ertelen-
mişti. Amaç, Gorbaçov'a ve reform-
culara Sovyetler'de pazarekonomisini
hâkim kılmak için yarduna olmakü.
Türk hükümeti NATO'nun kararlan-
nın dışında hareket etmemeye özen
gösterdi. Moskova ile ekonomik ilişki-
lerini geliştirmeye devam etti. Yani
temelde Batı'nın istekleriyle tam bir
uyum göstermiştir.
Azerbaycan'ın geleceği
Gorbaçov'un reformlan eski bastı-
nlmış duygulan su yüzüne çıkarmıştır.
Ocak 1990'da Kafkasya'daki olaylar
yıllar süren bir sömürü ve ihmalin so-
nucudur. Moskova uzun yıllar, Türk-
Müslüman topluluklan diğer etnik
guruplarla kanştımıaya (topluluklan
bir yerden diğer bir bölgeye aktarmak-
la vs.) çabşmıştır. Amaç, milli kimlik-
lerin Moskova için bir tehdit olmak-
tan çıkanlacak şekilde değiştirilmesiy-
di.
Sovyet kimliği yaratma düşüncesi
1930'larda başlamıştır. Azerbaycan
halkı Arap alfabesi kullanmış. 1928-
1938/9 arasında Latin alfabesine dö-
nülmüş, 1939'dan sonra, baskı kulla-
nılarak, Kiril alfabesine geçilmiştir.
Moskova, Türk etnik gruplannın
Moskova'ya karşı düşmanhğını başka
tarafa yöneltmek için bu gruplar ara-
sındaki etnik çatışmalan kullanmıştır.
Fakat Moskova'run asimilasyon poli-
tikalan aksine tepkiye yol açmış ve
milliyetçi duygulan köriiklemiştir.
StUECEK
MEHMED KEMAL
Bir Kurtuluş Saı
Adam Yayınları Nâzım Hikmet'in bütün kitaplannı bast.
Bu arada konuşma ve söyleşilerini de bir kitapta topiadı.
Nâzım'ın, Ahmet Emin Yalman'la Bursa Hapishanesi'nde
yapılmış bir konuşması var ki çok ilginçtir.
Ahmet Emin Yalman, Nâzım'ın bir 'adli hata' olarak pisi
pisine hapiste yattığına inanıyor, gidip konuşmaya karar
veriyor. Beri yandan gazetenin avukatı Mehmet Ali Se-
bük'ü de Bursa'ya göndererek sorunu inceletiyor. Ahmet
Emin, bu işe 1949larda el atıyor. O günlerde gazetelerden
izlemiştim, şimdi daha canlı olarak karşımıza çıkıyor.
Emin Bey, Nâzım'dan böyle siyasal bir girişime nasıl geç-
tiğini soruyor. Nâzım'ın yanıtı şöyledir:
"Galiba 1920 idi, 18 yaşlarında bir genç sıfatıyla ve Vâlâ
Nurettin'le beraber Ankara'ya gittik. Inebolu'ya vardığımız
zaman biz ikimizin memlekete girmesine izin verildi. Bize
yüzer lira yol harçlığı yollandı. Ecevit Hanı'nda gecelediği-
miz sırada büyük bir iştiha ile yemeğe oturduk. Birtakım
yolcuların bizim gibi yemek yemedikleri, kuru ekmek ke-
mirdikleri gözüme çarptı. Kim olduklarını sordum. Vazife
görmek üzere Anadolu'ya gittiklerini ve kendilerine on
beş lira yolluk gönderildiğini, bunun da araba ve yeme pa-
rasına yetmediğini duyunca, yüzle on beş arasındaki farkı
aşırı buldum, bana verilen paranın büyük kısmını onlara
dağıttım. Kastamonu'ya vardığımız zaman Istiklal Mahke-
mesi'nin orada faaliyet halinde bulunduğunu duyduk, gi-
dip mahkemeyi dinledik. O sırada Anadolu'da içki yasağı
vardı. Bir adam, içki içti diye mahkeme tarafından gözü-
müzün önünde yedi yıl hapse mahkûm edildi. Bundan
sonra Ankara'ya vardık. Makam sahiplerinden biri tarafın-
dan bir akşam yemeğe çağrıldık. Bir de mükemmel bir
rakı sofrasının kurulduğunu görmeyeyim mi? "Yanlışlık
olacak, bu memlekette içki yasak. Bir vatandaşın bu yasa-
ğa saygı göstermediği için yedi yıl hapse mahkûm edildi-
ğini daha dün gördüm. Bu yasağı, Milli Mücadele dolayı-
sıyla lüzumlu görüp koyanlar, bizzat bunun dışına nasıl
çıkarlar?" dedim. ŞÖyle yanıt verdiler:
"Adam sen de, böyle şeye aldırma, olağandır."
Hazır bulunanlar bunu olağan saymakta ve keyiflerini
yerine getirmekte birleşiyorlardı. Ben olağan sayamadım.
Yemek yemeden ayrıldım. Jşte benimle toplum arasındaki
başlıca aynlık, benim haksızlığı ve yolsuzluğu olağan say-
mamamdan ve çevremi bu yüzden rahatsız etmemden
geliyor. Anadolu'yu daha önce Vali Nâzım Paşa'nın torunu
olarak tanımıştım. On sekiz yaşında bir genç şairin gözüy-
le gördüğüm Anadolu bambaşka bir âlemdi. Cefa çeken
halka gönül bağladım, onlann derdini kendime dert edin-
dim. Pekçokları bunu yalnız söylemekle kalıyorlar. Ben
derinden derine derdi duyuyorum. Diğer bir fark da bu-
dur.
Vâlâ Nurettin'le Nâzım, Ankara'da kalmak istemiyorlar,
savaş cephesine gitmek istiyorlar. Ancak makam sahiple-
ri onlan cephe yerine Bolu'da öğretmenlik yapmaya gön-
deriyorlar.
Rakıya gelince, o yıllarda Meclis ten çıkmış bir 'rakı ya-
sağı yasası' var. Yasa var, ama evlerde gizliden gizliye
içiliyor. Denir ki bu gizli rakıyı çeken ve ticaretini yapan
Ankara polis müdürüdür. Rakı içenleri kovuşturan da, ra-
kıyı satan da aynı kişidir.
Nâzım'la Vâlâ, bir süre Bolu'da öğretmenlik ettikten
sonra yanıbaşımızda bir devrim olmuştur, orayı merak
e'öerler. öyle ya, halk devrimi olmuş ülkelerde ne var, ne
yapıyorlar? Orayı görenlerden de bilgiler geliyor. Bir pun-
dunu bulup Batum ûzerinden Sovyetler Birliği'ne geçer-
ler.
Dönüşte Nâzım'ın gittiği yer hapishanedir. 1938'den
1950yedeğin hapisteyatar. Çıktıgındageneyurtdışınaçı-
kar. Nâzım halkı ancak hapishanelerde tanır.
Dünyası, elli yaşına kadar hapishanelerdirdenilebilir.
BULMACA
SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4
1/ Yeniçeri örgütün-
de görevi alaylarda
selam törenlerini dü-
zenlemek ve yönet-
mek olan subay. 2/
Teori... Domates,
baharat gibi şeylerle
hazırlanarak yemek-
lerin üzerine dökü-
len terbiye. 3/ Baha-
rath sirkeye yatırıl-
mış koyun etinden
yapılan şiş... Bir cet-
vel türü. 4/ Akılsız,
budala. 5/ Eylemle-
ri olumsuz yapmak-
ta kuilanılan ek... Ziftle kapü yuvar-
lak sepetten yapılan ve Fırat ırmağın-
da kuilanılan bir çeşit sandal. 6/ Bir
parnuk cinsi... Bir nota. 7/ Aritme-
tikte, bir kuvvetin derecesini veren
sayı... Meyveleri şekerle kaynatarak
hazırlanan tath. 8/ Yeni bir mal ya
da hizmetin yaratılmasını sağlayan
etkinliklerin tümü... Radyumun sim-
gesi. 9/ Bir ay adı... Denize uzanan
dar ve alçak kara parçası.
YÜKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Denizli yöresinde kına gecesinde gelin için okunan mâniye
verilen ad... Ses. 2/ Tann'ya yalvarma... Aynı ahır adına koşan
yanş atlanna verilen ad. 3/ Keman yayı... Osmanlılarda gece
bekçisi. 4/ Eski Türklerde ölen kahramanın mezannın kenarı-
na dikilen taş... Uzaklık işareti. 5/ Etmen... Doğu Anadolu'da
bir göl. 6/ Tath bir çörek... İlaç, deva. 7/ Sahip... Büyük meşin
heybe. 8/ Argoda esrar... Büyüye, olağanüstü gıiçlere, perilere
dayanan tiyatro piyesi. 9/ Mantık... Samit de denilen ve sözsüz
oynanan köy seyirlik oyunlarımn genel adı.
İLAN
T.C
BURSA ALTINCI İCRA MÜDÜRLÜĞÜ
Para borcunun ödenmesine dair
İCRA EMRİ
1992/1539
Alacakh: Yapı ve Kredı Bankası A.Ş.
Vekili: A\. Hasan Varlık, Selim Imamoğlu, Ataturk Cad. Halk Si-
gorta Işhanı Kat: 3 BURSA
Borçlu: DURSUN TANRIVERDİ (Adresi meçhul)
Alacak miktarı: 12.599.632 liranın icra masrafı, vekil iıcreti ve ^056
faizi ile tahsili talebi.
Mahkeme karan: Eskışehır 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
989/906-590 sayılı karan.
Vukanda adı geçen borçlu hakkında ilama dayalı icra takibinde bu-
lunulmuş ancak mahkeme kararında borçlunun adresinm meçhul ol-
duğu belirtilmiş olduğundan 53 örnek icra emrinin Tıirkiye'de mun-
teşir bir gazete ile ilanen tebliğine karar verilmiştir.
Bu nedenle,
Yukarıda yazılı borcu iş bu icra emrinin tebliği tarihinden uibaren
yedi gun içersinde odemeniz, bu süre icinde borcu ödemezseniz teı-
kık merciinden veya Yargııay'dan veya mahkemenin iadesi yolu ıle ait
olduğu mahkemeden icranın geri bırakılmasına dair bır karar getir-
mediğiniz lakdirde cebri icra yapılacağı, yine bu müddet icinde 74.
madde gereğınce mal beyanında bulunmanız, beyanda bulunmaz ve-
ya hakikaıe aykırı beyanda bulunursanız 337. madde gereğmce ha-
pisle cezalandırılacağınız,
İş bu ilanın Turkişe'de münıesir bir gazeıedc \ayımlanmasından
ilıbaren 15 gun sonra teblıg.ı.'iı vanılnıış sayılacağı.
İlan olunur. 22.4.1992
HaMiı 29053