15 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 HA2İRAN1992 ÇARŞAMBA 12 DIZI1AZI Bahriye davasında Nâzım'la yargüananlann hüküm giyeceği, dava önoesinden belliydi POLJTİKA VE ÖTESİ Mademki fetva devlete ait HUSEYIN AVNI DURUGUN BAHRİYE D A V A S I N I N _ _ _ _ _ _ _ _ _ SON SANIĞI A Y D I N A Y D E M İ R Bir arkadaşımız vardı. Adı Hıfa öz- varü. Okulda bizden iki sınıf yukanday- dı. Hiç ilişkısı yokken bizim davada yargılandı. Askerlikten aynldı, ya da ayırdılar. Bu arkadaş bir süre Mareşal Çakmak'ın alım-satım komisyonunda tercûmanlık yapmıştı. Zeki ve becerik- liydi. Yabancı diJ bilirdi. Sonra da huku- ku bitirdi, avukat oldu. Genelkurmay'da dönen dolaplan iyi bildiğıni söylüyordu. Bu konuda bize şu bilgileri aktarmıştı: "Mareşal Fevzi Çak- rnak'ın beyanatını biliyor musunuz? Ne diyor Mareşal?" -Baa mebuslar bana, "Bu davada bir şey yok. Bağışla gitsin bu çocuklan..." dediler. Ben de onlara: "Bu cezalan ibret olsun diye verdik" dedi. Sizin anlayacağınız, davalar önceden kotanlmış, cezaJar öiçülmüş, bıçılmış, giydirilmiş. Diğer zevata da gözdağı ön- görûJmüş. Mareşalin akıl hocası Bu konuda Mareşalin akıl hocası kim, bilir misiniz? Bilmezsiniz, söyleye- yim: Münir Çıtak. Perde arkasındaki ki- lit adam. Yardımcılan da Hâkim Fahri Çoker, Halûk Şehsüvaroğlu. Şehsüva- roğlu için pek bir şey söylenemez ama Çıtak'la, Çoker yurtseverlerin canına okudu. Ellerindeki maşa Şerif Budak... Bu ıkı ülküdaş, ırkçı ve kafatasçılarla fikır. gönül ve ışbirliği halindeler. İkinci Dünya Savaşı'nın eli kulağında. Hitler. savaşı başlatu başlatacak. tçimiz- dekı Naziler tetikte. Yandaş anyorlar. Bahnyelilenn raılli duygulan kabartılı- yor. "Bahriye öğrencileri seçme Türk- |ür, Türk ırkı ise ûstün ırktır. Diğerleri ikinci sınıf. Kulak asmayın, olsa da olur, olmasa da..." Kim olduklan belirsiz kişiler sokakta kimlik denetimi yapıyor. Rastladıklan- na: -Türk müsûn, milliyetçi misin, söyle bakalım? Hık mık eden hapı yutuyor. Dövülü- yor, sövülüyor. Bu işin plancılan suyun başındalar, kimi kime şekva edeceksin... Hıfzı Özvarlı'nın bize aktardığı bu bil- gileri doğrulayan iki örnek vereceğım, işit, gör: Sinop'a cezamızı çekmek üzere sür- gün gittik. Halk toplanmış bizi görmek istiyor. Yavuz gemisirü kaçınrken yaka- lanan bu komünist vatan hainlerinin ne menem kişiler olduğunu görmek istiyor. "Gemi kacırma numarasını' ilk kez ora- da duyuyoruz Biz Sinop'a ulaşmadan, bizimle ilgili bir sürü yalan dolan An- kara'dan buraya yetiştirilmiş. NedeccaJ- lığımız kalmış. ne şeytanlığımız. Kalabahğı üstümüze saldırtacaklar, "Halk komünıstleri linç ediyordu, gü- venlik güçleri engel oldu" diyecekler... Ama istedikleri gibı olmadı. Topluluk bir süre bıa izledı, hemencecik de dağılı- verdi. Nedenini sonradan öğrendik: "Allah Allah, diyesilermiş, yahu bunlar bizim gibi adam. Ne deccala benziyor, ne şey- tana. Kandırmışlar bizi. Rivayet olunan nerede, bunJar nerede?" Sinop Cezaevi Sinop Cumhuriyet Savcısı bizi tesüm aldı. Kısa bir nutuk çekti... -Başıbozukluk istemem, dedi. unut- mayın bu cezaeviran arkası deniz. Tekin durun, deniz insanı hem tutar, hem yu- tar, dedi. Lakabı, "Deli Kenan"mış savcının. Bir süre sonra sava bize, biz savcıya ısınmaya başladık. Aramızda bir sıcak- bk, görünmese de hissedilen bir sevgi bağı oluştu. Bizimie ve davamızla yakın- dan ilgilenir oldu. Dosyalan irdeledi. Afjr cezareisiylegörüştü. Reisin bu da- va ile ilgili düşünce ve görüşlerini aldı: -Bizde görulseydi bu dava, demiş ağır ceza reisi, bu çocuklar bir gün ceza ye- mez, esasen dava düşerdi, demiş. Sava Hüseyin Kenan Bey bize: -Ben bu davayı tûmüyle temyiz edece- ğim, dedi. Etti de... Bizlerdeki sevinci, umudu görün... Bırak elbiseye, hapishaneye sığmıyo- ruz. Çıktık, çıkacağız bu sürgün kalasın- dan. Yazıya yanıt gelmiş. Savcının yanında ağır ceza reisi, girdı- ler bizim koğuşa. Çıtyok. Elindeki resmi kâğıdı yukan kaldırdı Kenan Bey. -Çocukİar, dedi. Sesi üzgün, kınk ve kısık. Yüz hatlan gergindi. -Çocuklar, dedi ikinci kez, temyiz layi- hamıza cevap geldi. üzgünüm. Okudu. Özet olarak şöyte deniyordu: "Siz bu mahkûm kişilerin davalanna müdahale edemezsiniz. Siz ancak onlann muhafa- zasıyla mükellefsiniz." Savcıya hafıf tertip bir gözdağı verili- yordu: "Otur oturduğun yerde, etliye sütlüye kanşma, çizmeden yukan çık- ma..." Buyaa, Donanma Askeri Mah- kemesi Hukuk Müşaviri Yardımcısı Hâkim Üsteğmen Fahri Çoker imzasıy- la geliyordu. Yugoslav göcmeni, başdaruşman Mü- nir Çıtak'm adı yoktu. İkinci örnek Hıfzı Özvarlı'yı doğrulayan ikinci ör- nek de şöyle: Salih Kılıç, fstanbul Emniyet Müdü- rii. Şu meşhur Aü Kılıc'ın yeğeni. Astığı astık, kestiği kestik... Davamızın kimi sanıklannı Siyasi Şube'ye götürüyorlar. Dava henüz ha- arlık safhasında iken... Bazı sivüfcrie, askerteri yüzleştiriyor- lar. Sıvillere yapılan korkunç işkenceleri ibret-i âlem için gösteriyorlar. Kan, irin, gözyaşı, çığlık... "Istediğimiz ifadeleri vermezseniz, fa- lakanın alüna yatma sırası sizde" diyor- lar. fnsanız, etten, sinirden, kandan yapıl- mışız. Korkmayanı da olur, korkanı da. Dayağa, işkenceye dayananı da olur, da- yanamayanı da. Nitekim, bizim Seyfı Tekdilek, bu durumlan görüp yaşayın- ca, ufacık tefecik, narin bir yapısı vardı, bayağı kafayı bozmuş. Durmadan gü- lerdi... Neyse geçelim burayı. Bu Salih KJIIÇ, koskoca Istanbul'un emniyet müdürü. Bizim davanın başmdan sonuna ka- dar takipcisi oldu. Duyduk ki, Salih Kılıç, Sinop Valisi. "Bizim peşimizden mi gehyor bu adam, neyin nesi?" derken konuyu öğ- rendik. Atatürk'e cenaze töreni yapılıyor Is- tanbul'da. Genciyle yaşlısıyla, kadın, kız kızanıy- la oiabildiğince kalabaükmış cenaze. Tam bir ana-baba günü... Asayişi sağlamak Salih Kilıç'ın göre- vi. Bu mahşeri kalabahğı disipline ede- rnemiş Salih Kılıç. Bu sıkışıklıkta on bir kişi ölmüş. Basın da olayın üstüne üstü- ne gitmiş. Görevi savsakladığı gerekçe- siyle Sahh Kıhç, Sinop ValiliğTne atan- mış. Onunki de bir çeşit sürgün. Bizirn dava için ne dese beğenirsin sa- ym vali. Hem de ağır ceza reisiyle, cum- huriyet savcısına: -Böyle bir dava yoktur. demiş. Dava- ya istinat (dayanak) olay yok ki. Masa başında hazırlanınış bir mızansen (oyun). Sahneye kondu. Emirçok yuka- ndandı. Ben de dahil kimse karşı koya- mazdı. Analannı kadı götürmüş, kime şekva (şikâyet) edecekler. Arşivler açılırsa bır gün... Tabii vakı- hp yıkılmamışsa belgeler... Neler çıka- cak ortaya, neler... Benim anlattıklanm solda sıfır olacak. Gün ola, harman ola... Hiçbir ah yerde kalmaz! Nâzım'la aynı hapishanede -Nerede kalmıştık Aydemir? -Davanın bitiminde, cezalann dökü- münde. -Haa, evet. Bizleri, asker kişileri, Sultanahrnet Ce- zaevine, Nâzımlann, yani sivil kişilerin re okuyacağım. Göriişlerinizi öğrenece- ğim. Anlaştık mı? Alkışladık Nâzım'ı... Nâzım, sürdürdü konuşmasını: İnsaıüık onuru -Şu uydunık davanın seyrini de unu- tun aıtık. Gorki'nin dediği gibi, "hep hayaletlerle yaşanmaz.' Bu dava nede- niyle arkadaşlannıza danlıp kınlmayın. Dostluğunuz asıl bundan sonra geüşip perçinleşecek. Derler ya, "Tezekten tera- zinin boktan olur dirhemi." Bu davanın sonucu da böyle olurdu, oldu. Tasalan- mayın. tnsanlık bu noktaya gelinceye kadar ne kurbanlar vermiş, ne acılar, sanalar, işkenceler çekmiş. lnsan olma- nın, yurtsever olmanın, inançlı olmanın ceremesi, bedeli ağırdır dostlar. Ama onuru da o denli yücedir. Abartmjyorum. Ben bunun kadar net ve güzel konuşan insana rastlamadım. Anlattıklanm rahatlıkla bir ilkokul öğ- rencisi anlayabilirdi. örnekleri bizirn yaşanümızdan, yakın çevremizden veri- yordu. Aşağı yukan hepimiz yoksul aile ço- cuklanydık. Anlattıklan bizim yaşantımızdı. Cumartesileri toplu, diğer günlerde özel görüşüyorduk. Cumartesileri bir çe- şit ders yapıyorduk. Diyaiektik materyaiizmi, artık değeri anlaurken, işci sırufının ve emeğin zaferi mavi gözlerinde sergileniyor, ışıldıyor- du. Para babalannın artık degerleri cep- Hüseyin Avni Dunıgün bugün 82 yaşında. Bahriye davasmın ûzerinden 53 yd geçmesine karşm, Nâzım'la ilgili antlaruu anlatırken gözü paıiıyor, kendile- rine yapılan haksulığa ise esefleniyor. (Fotoğraf: TAMAŞA F. DURAL) yanına yolladılar. Nâzım'ın kitaplannı okumuşsun, okutmuşsun; onunla ilişki kurmuşsun. davasını izlemişsin, baba demişsin diye suçladıklan Nâzım'a... Nâzını'ı bize, bizi Nâzım'a emanet edercesine bir araya ge- tiriverdiler. Sağolsunlar... Bir gün dedi ki Nâzım: -Siz isteseniz de, istemeseniz de adınız komünistliğe çıkmıştır. Sanmam ki bir daha devlet dairesinde çalışabilesiniz. Aynca yaşadığınız sürece izleneceksinız. Dilimin döndüğü, aklımın yettiğince ko- münizmi, kapitahzmi, emperyalizmi, fa- şizmi anlatayım size. Suçlandığınız şeyin ve karşıtlannın neler olduğunu bilin. El- bet benim de sizlerden öğreneceklerim olacak. Sizler tabana benden çok daha yakınsınız. Çekinmeden sorular soru- nuz. Bu damın icinde kimin kimseye üs- tünlüğü olamaz. Ama eksiklerimizi tamamlamak için bundan âlâ fırsat, za- man ve yer de olamaz. Tabii isüyorsa- nız... -Tamam, dedik, bizler de sizden bunu bekliyorduk, çekindiğjmiz için söyleye- memişük. -İçinizde öykü, şiir, yazı yazan varsa onlar da yazdıklannı saklamasın. ortaya çıkarsm. Görelim... Kimse anasından yazardoğmaz. Ben deyazdıkknmı sizle- lerine doldururken nasıl acımasız dav- randıklannı, bu sayede nasıl kanlandık- lannı ömeklerle tane tane anlatıyordu. "Bunlar. diyordu, bu haramzadeler, te- nimize yapışmış sûlükterdir. Bunlan te- nimizden kopanp tarihin çöplüğüne atmadan insanlık için kurtuluş yok- tur..." Kaldığımız koğuşun "malta" tabir edilen kondoru oldukça uzundu. Bu ko- ridorda mahkûmlar volta atardı. Usul- dür, volta atanın yolu kesilmez. Nâzım bu kurahn dışındaydı. O volta atmaz, ileri-geri yürür, yürürken de mınldanır- dı. Böyle zamanlarda kimseyle ilgilen- mez, yanındakilerin bile farkına varmaz bir görünüm alırdı. Bazen duralar, elin- de bir parça kâğıt ve kalem varsa bir şey- ler yazar, aynı minval ûzere tutumunu sürdürürdü. Kâğıt yoksa elinde, duvara not dûşerdi. Kıvıkımh'nın tutumu Dr. Hikmet Kıvılamlı, Nâzım'a so- ğuk dururdu. Kıvılcımlı'nın elinde çoğu zaman bir Almanca sözlük bulunurdu. Sözlükten Almanca öğrendiği söylenir- di. Bizkre yaklaşımı da pek sıcak degildi Kıvılcımlı'nın. Mesafeliydi. Bizlere belki de Nâzım'ın hayranlan gözüyle bakı- yordu. Nâzım'dan şiir okumasını ısterdik sık sık. Isteğimizi geri çevirmezdi. Unutamadıklanmdan biri "Üç Adam". Sesi hâlâ kulaklanmda. Müzikal bir söyleyiş... Adedidevir sıûr. Şehir sustu. Kenetlendi nokta nokta şehrinin asfalt-beton-çenesi: Bin dokuz yüz nokta senesi nokta nokta ayında... Cadde boş. Bir uçtan bir uca koş. Cadde boş! bomboş, cebim gibi... Kesildi akmıyor su... Ne bir motor uğultusu ne dönen bir tekerlek var. Rüzgâr: sürüklüyor asfaltta Mister Ford'un adı- nı: duvardan kopan renkli bir ilan kâadıru kaJdınmda savuruyor... Üçadam, üç adam duruyor Birincinin kolunda kınk bir keman var, ikincisinin başında silindir sırtında fırak, üçüncü kjllı bir mayrnun gibi çıplak... Sokak sokakta ısük çalarak enseni kaşıya kaşıya, geç karşıdan karşıya, yok ezilmek korkusu! Ne bir motor uğultusu ne dönen bir tekerlek var... Rüzgâr: catıyor gitgıde kara kaşlannı kesmiş dûdûk sesleri köse baslannı. Beraberük bitiyor fkincisi, "ilk kez bır topluluğa okuyo- nım bu uzun şiiri" dediği "Talihsiz Yu- suf un Hikâyesi"ydi. Talihsiz Yusufbizierdik. Bana öyle geliyordu. Yineleye yineleye ezberledim bu uzun öykü şiiri. Ve tüm yaşam boyu unuta- rnadını. Avukatlar davayı temyiz etmişlerdi. İki ay sonra sonucu geldi. Cezamız onaylanmış. "ölüm Allah'ın emri, aynhk olmasay- dı..." Hani bir türkü var ya: "Ham meyvayı kopardılar dalından Beni ayırdılar nazlı yârimden..." diye, hüzünle başlar, hüzûnle biter. /ki ay süren birükteliğimiz burada noktalandı. Nâzım'ı, Kemal Tahir'i, Kıvjlcımh'yı Çankın, bizleri de Sinop Hapishanesi'ne yolladılar. Sinop Hapishanesi'nde Nâzım'dan esinlenerek şiirler yazdım. Baktım, ol- muyor. Vazgeçtim. -Bir örnek versek, sakıncası var mı? -Yoo. sen bilirsin. AYRILIK Aramızda aa bir sınırdı aynlık. yaramız kavuşmadı, biz kavuşmadık. Bekleyenlerimizin gözü, bir kızıl bahar sabahı, gözlerimizle kucaklaşacaktı, dudaklanmızda, kavuşmanın tadı olacaktı. Aramızda acı bir sınırdı aynlık, yaramız kavuşmadı biz kavuşmadık. 1941, Sinop Hapishanesi. Sabahattin Aü diyor ya: "Kurşun ata ata biter Hapis yata yata biter..." SCRECEK Kıbns bunalımında Türkiye'ye verilen mektup, Ankara'yı, Batı ve Moskova'yla ilişkileri yeniden gözden geçirmeye itti Johnson'm mektubu: Tiiıkiye >i Batırüyasındanuyandırankâbus TURKIYE'NIN - ^ ^ ^ _ AZERBAYCAN POLİTİKASI E M İ N G Ü R S E S Üç büyükler Malta'da Şubat 1945'- te savaş sonrası Avrupa haritasıru çiz- mekle meşgullerdi. Truman'ın Roose- velt'in yerini alması ve Stalin'in Batı ile Rusya arasında, muhtemel bir saldın- yı önlemek için güvenlik kuşağı yarat- mak istemesi Yalta'daki durumu de- ğiştirmiştir. Truman'ın Stalin'i 'ödül- lendirme'ye niyeti yoktu. Moskova'- nın Türkiye topraklan üzerindeki emelleri Potsdam'da (17 Temmuz-2 Ağustos 1945) görüşüldü. Atlee ve Truman, Montreux'nün gözden geci- rilmesini kabul ettiler fakat Tûrk top- raklan üzerindeki Stalin'in istekleri reddedildi. ABD Başkanı Truman'ın 12 Mart 1947 tarihli doktrini, Sovyet yayılmacılığı tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkelerde ve özellikle Türkiye'de bir rahatlık yarattı. Aynca Türkiye, Avrupa'mn yeniden yapılanmasını amaçlayan Marshall yardımından da yararlandınldı. Türkiye'nin 1 Ağustos 1950'deki NATO'ya üyelik başvurusu, ancak Kore savaşına katılmasırun ardından 1952'de İngiltere'rün karşı çıkmaktan vazgecmesiyle kabul edildi. Stalin 1953'te öldü. Yerine geçen Kruşcev NATO'nun iyi ilişkilere engel olmadı- ğını belirterek Ankara'ya ekonomik yardım önerdi. 1950'lerin sonlanna doğru Ankara-Moskova arasında bir yakınlaşma gözlendi. Fakat 1960 as- keri darbesi yüzünden Menderes ve Kruşçev'in, karşıhklı ziyaret etme planlan gerçekleşemedi. 1961 Anaya- sası ile birlikte sağdaki aydınlar 'm/jli- yetçi dış politika' ve soldaki aydınlar 'bağımsız dış politika" üzerine düşün- celerini belirtirken, İnönü, Ocak. 1962'de, Türkiye'nin, Moskova'nın is- tediği doğrultuda tarafsız bir ülke ola- mayacağını açıkladı. Dış politikarun yemden gözden geçirilmesi düşüncele- ri 1%3 Kıbns bunalımıyla birlikte gündeme geldi. Sovyetyardımına devam Türk Dışişleri Bakanı Feridun Ce- mal Erkin, Andrey Gromiko ve Aleksi Kosigin ile 30 Ekim-6 Kasım 1964'te görüşerek Kıbns konusundaki Türk tezlerinin desteklenrnesini istedi. Ma; karios'un, bağımsızlarhareketi içinde- ki önemli yeri nedeniyle Moskova'nın desteğini aldiğıru biliyoruz. Fakat Moskova, bütün kapılann Ankara'ya kapah tutulmasını da kendi güney ka- nadının güvenliği için uygun görmü- yordu ve bu nedenle ekonomik yardı- ma devam etti. ABD Başkanı Johnsonın 1964'te açıklanan Ajıkara'yı Kıbns konusun- da uyaran mektubu dışişlerini dış poli- tikada yeniden bir yapılanmanın gere- kip gerekmediğı konusunda düşün- meye itti. Zamanın başbakaru Süley- man Demirel, Eylül 1967'de Moskova'yı ziyaret etti. İskenderun Demir ve Çelik Fabrikası bu hükümet tarafından Sovyet yardımıyla yapıldı. Türkiye gelişmekte olan ülkeler ara- sında Sovyeüer'den yardım gören ül- keler arasında en ön sırada yer almış- ty\ İkinci Kıbns bunalımı 1974 ikinci Kıbns bunalımı döne- minde Moskova açıkça askeri müda- halenin gerekli olduğunu, çünkü soru- nun banşçı bir yolla çözülmesi yollan- nın tükendiğıni ve aynca sorumlulu- ğun Atina'daki cuntaya ait olduğunu belirtmiştir. Moskova NATO'nun gû- ney kanadındaki bunalımdan mem- nundu. ABD ise bu sayede bağımsızlık hareketi icinde önemli bir yeri olan Makarios'tan kurtulabilecekti. Bütün bunlar Ankara'ya Kıbns Türklerinin güvenliği konusuna köklü bir çözüm bulmak için bir fırsat yarattı. 1975'te gelen ABD ambargosu ile birlikte Ankara, Türkiye'deki 26 Amerikan askeri üssünü kapatma ka- ran alınca, Dr. Henry KJssinger, Kongre'yi ABDnin dış politika önce- liklerini bilmemekle suçlamıştj. Bu arada Başbakan Ecevit'in 21-25 Hazi- ran 1978'de Moskova'yı ziyaret ettiği- ni görüyoruz. Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter yönetimi 1 Ağustos 1978'de Türkiye'ye uyguladığı ambar- goyu kaldırdı. Ecevit'in ziyareti sıra- sında Türkiye ve Sovyetler arasında "iyi komşuluk ilişkileri veişbirh'ği" ko- nusunda bir protokol imzalandı. Bu anlaşma çok önemlidir. ABD uslerinin durumu Anlaşmaya göre, iki ülke kendi top- raklannı birbirlerine karşı saldırgan ve yıkıa hareketler için kullanılmasını reddedeceklerdi. Bu, ABD üslerinin Sovyetler'e karşı kullanılamayacağj anlamına geliyordu. Türkiye sadece Moskova ıîe değil, Balkan ülkeleriyle de iyi ilişkiler arama yoluna gitmiştir. Bu durum karşısında, Ocak 1979'da ABD, B.AImanya, İngiltere ve Fransa liderleri toplanıp Ankara'ya mali yar- dım yapmaya karar vermişierdir. Iran devriminin bu karardaki payı yüksek- tir. 1980 askeri darbesiyle. Türk gene- ralleri, Yunanistan'ın 1974 Kjbns müdahalesiyle terk ettiği NATO'nun askeri kanadına dönmesine yeşil ışık yaktılar. 1980'li yıllarda, Moskova'- nın Doğu Avrupa'daki uydulannda ekonomik-politik rahatsızlık belirtile- ri su yüzüne çıkmaya başladı. Sovyet- ler'de ise aynı nedenlerle artan rahat- sızlıklar, bağh cumhuriyetlerde milli- yetçi-aynlıkcı hareketleri körükledi. Batı'yla ilişkiler Türkiye'nin Batı ile yakın ekono- mik ilişkileri 1940'lardan sonra hızla artmıştır. Yaklaşık yanm yüzyıl bo- yunca. ilişkilerdeki olumsuzluklara rağmen. "komünizm" karşıtlığı onlan bir "kulüp"te birleştirmiştir. John- son'ın 1964'te açıklanan mektubun- dan sonra Türkiye Sovyetler'den önemli ekonomik yardımlar almış fa- kat bu durum siyasi alanda (Ecevit'in 1978 Moskova ziyareti dışında) bir ya- kınlaşmayı gündeme getirmemiştir. Batı kulübü ile Sovyetler arasındaki iküsadi ve siyasi yanş. Batı'nın başan- sıyla sonuçlanmış, Moskova. temelde ekonomik zorluklar nedeniyle, Doğu Avrupa'daki müttefiklerinin kendisini terketmesine boyun eğmek zorunda kalmışur. Bu yeni gelişmeler Türkiye'- nin Sovyetler'e karşı yeni bir tutum içi- ne girmesini kolaylaştırmıştır. Bu yeni tavır sadece Ankara'run kendi karan sonucu değil, NATO'nun bir karany- dı. Batı, Sovyetler Birliği'nin hızla ço- zülmesine yardıma olmakta bir yarar görmemiştir. Çünkü bu, bölgede ban- şı tehlikeye düşürebilirdi. Baltık cum- huriyetlerinin bağımsızlık ilanı Batı'- nın arabulucuğuyla bir süre ertelen- mişti. Amaç, Gorbaçov'a ve reform- culara Sovyetler'de pazarekonomisini hâkim kılmak için yarduna olmakü. Türk hükümeti NATO'nun kararlan- nın dışında hareket etmemeye özen gösterdi. Moskova ile ekonomik ilişki- lerini geliştirmeye devam etti. Yani temelde Batı'nın istekleriyle tam bir uyum göstermiştir. Azerbaycan'ın geleceği Gorbaçov'un reformlan eski bastı- nlmış duygulan su yüzüne çıkarmıştır. Ocak 1990'da Kafkasya'daki olaylar yıllar süren bir sömürü ve ihmalin so- nucudur. Moskova uzun yıllar, Türk- Müslüman topluluklan diğer etnik guruplarla kanştımıaya (topluluklan bir yerden diğer bir bölgeye aktarmak- la vs.) çabşmıştır. Amaç, milli kimlik- lerin Moskova için bir tehdit olmak- tan çıkanlacak şekilde değiştirilmesiy- di. Sovyet kimliği yaratma düşüncesi 1930'larda başlamıştır. Azerbaycan halkı Arap alfabesi kullanmış. 1928- 1938/9 arasında Latin alfabesine dö- nülmüş, 1939'dan sonra, baskı kulla- nılarak, Kiril alfabesine geçilmiştir. Moskova, Türk etnik gruplannın Moskova'ya karşı düşmanhğını başka tarafa yöneltmek için bu gruplar ara- sındaki etnik çatışmalan kullanmıştır. Fakat Moskova'run asimilasyon poli- tikalan aksine tepkiye yol açmış ve milliyetçi duygulan köriiklemiştir. StUECEK MEHMED KEMAL Bir Kurtuluş Saı Adam Yayınları Nâzım Hikmet'in bütün kitaplannı bast. Bu arada konuşma ve söyleşilerini de bir kitapta topiadı. Nâzım'ın, Ahmet Emin Yalman'la Bursa Hapishanesi'nde yapılmış bir konuşması var ki çok ilginçtir. Ahmet Emin Yalman, Nâzım'ın bir 'adli hata' olarak pisi pisine hapiste yattığına inanıyor, gidip konuşmaya karar veriyor. Beri yandan gazetenin avukatı Mehmet Ali Se- bük'ü de Bursa'ya göndererek sorunu inceletiyor. Ahmet Emin, bu işe 1949larda el atıyor. O günlerde gazetelerden izlemiştim, şimdi daha canlı olarak karşımıza çıkıyor. Emin Bey, Nâzım'dan böyle siyasal bir girişime nasıl geç- tiğini soruyor. Nâzım'ın yanıtı şöyledir: "Galiba 1920 idi, 18 yaşlarında bir genç sıfatıyla ve Vâlâ Nurettin'le beraber Ankara'ya gittik. Inebolu'ya vardığımız zaman biz ikimizin memlekete girmesine izin verildi. Bize yüzer lira yol harçlığı yollandı. Ecevit Hanı'nda gecelediği- miz sırada büyük bir iştiha ile yemeğe oturduk. Birtakım yolcuların bizim gibi yemek yemedikleri, kuru ekmek ke- mirdikleri gözüme çarptı. Kim olduklarını sordum. Vazife görmek üzere Anadolu'ya gittiklerini ve kendilerine on beş lira yolluk gönderildiğini, bunun da araba ve yeme pa- rasına yetmediğini duyunca, yüzle on beş arasındaki farkı aşırı buldum, bana verilen paranın büyük kısmını onlara dağıttım. Kastamonu'ya vardığımız zaman Istiklal Mahke- mesi'nin orada faaliyet halinde bulunduğunu duyduk, gi- dip mahkemeyi dinledik. O sırada Anadolu'da içki yasağı vardı. Bir adam, içki içti diye mahkeme tarafından gözü- müzün önünde yedi yıl hapse mahkûm edildi. Bundan sonra Ankara'ya vardık. Makam sahiplerinden biri tarafın- dan bir akşam yemeğe çağrıldık. Bir de mükemmel bir rakı sofrasının kurulduğunu görmeyeyim mi? "Yanlışlık olacak, bu memlekette içki yasak. Bir vatandaşın bu yasa- ğa saygı göstermediği için yedi yıl hapse mahkûm edildi- ğini daha dün gördüm. Bu yasağı, Milli Mücadele dolayı- sıyla lüzumlu görüp koyanlar, bizzat bunun dışına nasıl çıkarlar?" dedim. ŞÖyle yanıt verdiler: "Adam sen de, böyle şeye aldırma, olağandır." Hazır bulunanlar bunu olağan saymakta ve keyiflerini yerine getirmekte birleşiyorlardı. Ben olağan sayamadım. Yemek yemeden ayrıldım. Jşte benimle toplum arasındaki başlıca aynlık, benim haksızlığı ve yolsuzluğu olağan say- mamamdan ve çevremi bu yüzden rahatsız etmemden geliyor. Anadolu'yu daha önce Vali Nâzım Paşa'nın torunu olarak tanımıştım. On sekiz yaşında bir genç şairin gözüy- le gördüğüm Anadolu bambaşka bir âlemdi. Cefa çeken halka gönül bağladım, onlann derdini kendime dert edin- dim. Pekçokları bunu yalnız söylemekle kalıyorlar. Ben derinden derine derdi duyuyorum. Diğer bir fark da bu- dur. Vâlâ Nurettin'le Nâzım, Ankara'da kalmak istemiyorlar, savaş cephesine gitmek istiyorlar. Ancak makam sahiple- ri onlan cephe yerine Bolu'da öğretmenlik yapmaya gön- deriyorlar. Rakıya gelince, o yıllarda Meclis ten çıkmış bir 'rakı ya- sağı yasası' var. Yasa var, ama evlerde gizliden gizliye içiliyor. Denir ki bu gizli rakıyı çeken ve ticaretini yapan Ankara polis müdürüdür. Rakı içenleri kovuşturan da, ra- kıyı satan da aynı kişidir. Nâzım'la Vâlâ, bir süre Bolu'da öğretmenlik ettikten sonra yanıbaşımızda bir devrim olmuştur, orayı merak e'öerler. öyle ya, halk devrimi olmuş ülkelerde ne var, ne yapıyorlar? Orayı görenlerden de bilgiler geliyor. Bir pun- dunu bulup Batum ûzerinden Sovyetler Birliği'ne geçer- ler. Dönüşte Nâzım'ın gittiği yer hapishanedir. 1938'den 1950yedeğin hapisteyatar. Çıktıgındageneyurtdışınaçı- kar. Nâzım halkı ancak hapishanelerde tanır. Dünyası, elli yaşına kadar hapishanelerdirdenilebilir. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 1/ Yeniçeri örgütün- de görevi alaylarda selam törenlerini dü- zenlemek ve yönet- mek olan subay. 2/ Teori... Domates, baharat gibi şeylerle hazırlanarak yemek- lerin üzerine dökü- len terbiye. 3/ Baha- rath sirkeye yatırıl- mış koyun etinden yapılan şiş... Bir cet- vel türü. 4/ Akılsız, budala. 5/ Eylemle- ri olumsuz yapmak- ta kuilanılan ek... Ziftle kapü yuvar- lak sepetten yapılan ve Fırat ırmağın- da kuilanılan bir çeşit sandal. 6/ Bir parnuk cinsi... Bir nota. 7/ Aritme- tikte, bir kuvvetin derecesini veren sayı... Meyveleri şekerle kaynatarak hazırlanan tath. 8/ Yeni bir mal ya da hizmetin yaratılmasını sağlayan etkinliklerin tümü... Radyumun sim- gesi. 9/ Bir ay adı... Denize uzanan dar ve alçak kara parçası. YÜKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Denizli yöresinde kına gecesinde gelin için okunan mâniye verilen ad... Ses. 2/ Tann'ya yalvarma... Aynı ahır adına koşan yanş atlanna verilen ad. 3/ Keman yayı... Osmanlılarda gece bekçisi. 4/ Eski Türklerde ölen kahramanın mezannın kenarı- na dikilen taş... Uzaklık işareti. 5/ Etmen... Doğu Anadolu'da bir göl. 6/ Tath bir çörek... İlaç, deva. 7/ Sahip... Büyük meşin heybe. 8/ Argoda esrar... Büyüye, olağanüstü gıiçlere, perilere dayanan tiyatro piyesi. 9/ Mantık... Samit de denilen ve sözsüz oynanan köy seyirlik oyunlarımn genel adı. İLAN T.C BURSA ALTINCI İCRA MÜDÜRLÜĞÜ Para borcunun ödenmesine dair İCRA EMRİ 1992/1539 Alacakh: Yapı ve Kredı Bankası A.Ş. Vekili: A\. Hasan Varlık, Selim Imamoğlu, Ataturk Cad. Halk Si- gorta Işhanı Kat: 3 BURSA Borçlu: DURSUN TANRIVERDİ (Adresi meçhul) Alacak miktarı: 12.599.632 liranın icra masrafı, vekil iıcreti ve ^056 faizi ile tahsili talebi. Mahkeme karan: Eskışehır 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 989/906-590 sayılı karan. Vukanda adı geçen borçlu hakkında ilama dayalı icra takibinde bu- lunulmuş ancak mahkeme kararında borçlunun adresinm meçhul ol- duğu belirtilmiş olduğundan 53 örnek icra emrinin Tıirkiye'de mun- teşir bir gazete ile ilanen tebliğine karar verilmiştir. Bu nedenle, Yukarıda yazılı borcu iş bu icra emrinin tebliği tarihinden uibaren yedi gun içersinde odemeniz, bu süre icinde borcu ödemezseniz teı- kık merciinden veya Yargııay'dan veya mahkemenin iadesi yolu ıle ait olduğu mahkemeden icranın geri bırakılmasına dair bır karar getir- mediğiniz lakdirde cebri icra yapılacağı, yine bu müddet icinde 74. madde gereğınce mal beyanında bulunmanız, beyanda bulunmaz ve- ya hakikaıe aykırı beyanda bulunursanız 337. madde gereğmce ha- pisle cezalandırılacağınız, İş bu ilanın Turkişe'de münıesir bir gazeıedc \ayımlanmasından ilıbaren 15 gun sonra teblıg.ı.'iı vanılnıış sayılacağı. İlan olunur. 22.4.1992 HaMiı 29053
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle