02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 NİSAN1992 SALI 12 DIZI-YAZI BURASITÜRKİYE HALUK ŞAHİN Hafifçe Abapülmış Bir Haber Ey medya çağı, sen nelere kadirsin! Düne kadar prosta- tın adını duymamış olanlar, onu stat soyunma yerlerinden alınan birçeşit mantar hastalığı ya da apandisit gibi kadın erkek herkeste bulunan işe yaramaz bir organ sananlar geçen haftadan beri başımıza prostat allamesi kesildiler! Artık prostat ameliyatı hakkında neler biliyoruz neler: "Prostatektomi'nin başarı şansından (yüzde 65 ile 98 ara- sında), erkeklik işlevine son verme olasılığına (yüzde 50) kadar en ince ayrıntıları su gibi yuttuk. Dünyanın öbür ucunda bir kentte bulunan Cumhurbaşkanı Turgut özal'ın vücudunun en gizli köşelerinden birindeki minik organla ilgili her şeyi günü gününe, hatta saati saatine izliyoruz. Çağımıza özgü Amerikanvari "açıklık" bunu gerektiri- yor. Amerikanvari diyorum, çünkü yalnızca bizim toplu- mumuzun değil, Avrupa'nın bile yeni yeni alışmaya başla- dığı bir şey bu türden sınır tanımaz açıklık. Bizim toplumsal ahşkanlıklarımız kural olarak kapalılık- tan yanadır. Doktor-hasta ilişkisinde de öyledir. ûyle her şey herkese söylenmez. Televizyon dizilerinde de görüyoruz: Amerika'da doktor tüm bulguları inceledikten sonra hastayı karşısına çağırı- yof ve pat diye söylüyor gerçeği: "Size kötü bir haberim var: Kanser karaciğere de yayıl- mış. Normal koşullarda 30 gün ile 90 gün yaşarsınız. Şu aşamadan sonra tıbbın yapabileceği fazla bir şey yok." Bizde bu türden haberler genellikle hastadan saklanır. Yakınlarına söylenir. Onlar da acı haberi gizli tutmak için sürekli rol yapmak zorunda kalırlar. Hastanın yanınday- ken dudaklarına yapmacık bir gülümseme yapıştmp, dışa- rı çıktıklannda iki gözü iki çeşme boşanırlar. Hangisi daha iyidir, bir şey söylemekçok zor. Öleceğini bilen, bunun dehşetini bilincinin derinliklerinde hissedebi- len, ama bazen bunu kabul de edebilen tek yaratık olan insana özgü, çetin bir ikilemdir söz konusu olan... • • • . özal'ın prostat kanseri olduğuna ilişkin haberler geldik- ten sonra bazı köşe yazarları özal'ın siyasal kariyerini toptan değerlendiren yazılar yazdılar. Baktım, özal'ı sevenler sanki ona tarih sayfalarında yer ayırıyorlar. Onun ne kadar önemli bir "devrimci", nekadar yaman bir "yenilikçi" olduğunu söyleyerek Tarih Baba'ya kopya veriyorlar. Buna karşılık özal'ı sevmeyenlerden kimisi timsah göz- .yaşları dökerken, kimisi de şimdiye kadar kullandıkların- dan çok farklı sıfatlar kullanarak Ozal'a ameliyatta ya da ertesinde bir şey olursa daha sonra yazacakları zorunlu övgü yazılarına altlık hazırlıyorlar. Ben, özal hakkında yazarken geçmiş zamanı kullanmak için çok erken olduğunu sanıyorum. Ta Amerikalarda ken- disiyle ilgili yazıları buruk bir keyifle okuduğuna eminim. Bana öyle geliyor ki Özal, Houston'da yalnızca sağlığı açı- sından değil siyası geleceği açısından da yeni bir döneme hazırlanıyor. Kendisi de söylüyor zaten: "Houston'dan ülkeme her dönüşümde siyasal yaşamımda son derece önemli başa- rılarkazandım." Ameliyatın kendisine kazandıracağı "sempati" ile bir türlü iyileşmeyen ekonomihin karşı tarat için yaratacağı "antipati" yeni dönemdeki silahları arasında olacaktır. • • • özal'la ilgili "siyasal vefat" yazılarını okurken Mark Tvvain'in ünlü sözü geliyor aklıma. Hani, öldüğüyle ilgili söylentilere şöyle bir ilanla yanıt vermiş. "ölümümle ilgilj haberler hafifçe abartıfıdır." • • Hafifçe abartılı: Yani yaşamla ölüm arasındaki çizgi ka- dar hafifçe, önemsizce... Bir soluk kadar... Bir kalp atışı kadar.. Her şey kadar. 60 YIL ÖNCE CumhurİYet Hitlerciler kabineve giriyorlarî 28 NİSAN 1932 Mcrkc7 fırkasının konırol ve i^tirakılc bir Hitlcr hiikümctınin iccriibe cdılmcsı lchındc. deınokrat muhiivcmchafildc temavülün tcrcssüm cımcktc olduğu kaydaçok şayandır. Mutedildcmokruılardan bavılan. solccnah fırkalannın muhalefet hususunda hıçolmazsa Prıısva'da hiraz tauzat yapılması \e husıiMİc müfrit fırkanın ıc\cssüünü tcvkif için kcndisindc mevcut aördüâü muhalcfet vc hücum HanımefendUer, I P E K J Ş B 1 Hayıste Ankara'da açılacaL jerli mallar serguini müteakip: IPEKlŞ Aakan lerguinc büyük mikyatt» iftkak ediyor kudrelini rcfctmck lazım gcldıği kanaatini izhar cimektcdirler. Bunlar. Hitler fırkasının demagoji propagandasıvaparak de\ Icıe-hakim olabilmcsinc fırsat vcrmcktcnsc kendisini şimdidcnbütiinserbcstiharekctıncsahipolamışacağı bir temcrküze ithal cinıcnin daha şayanı tercilı olduğu mıii:ılı";)sın(ii(1ırl;ır Galeri • Atölye 232 64 26 B 230 21 87 ALKENT ACTUEL ART 1 8 •*• ' « 4 / ' 1992 HAYAT TEPtCIK YOLU F 3-18 ETILER ISTANBUL TEL 2374684 ' KADIR REİSLİ Resim Sergisi 24 Nisan-13 Mayıs GALERİ flfe •PBALDEM Va«(kona§t Cad A**avak Sok No 22 3 80200 N şaniaşı ISTANBUL Te! 1 ı 232 40 61 galeri atölye 232 64 26 230 21 87 KARMA RESİM SERGİSİ AYLACAN BlRSEN ILTER BÜLENT ÇETÎNOR FİKRET 0TYAM Gİ'NEŞ ERTİNAN İMRE ÇALIBAR KEMALÇİZER NAZLI ECE\İT RliZLN GEKÇİN STNATANRIYERDİ Aynca en giizel kabve çeşitleri, ingiliz çaylart, şifalı bitki çayları, kırınızı-beyazşaraplar, çeşitli konyak ve likörlcr, dost sobbetlerinde, miizik eşliğinde... Ptoidnmjo hogun 1000 20.00 orası Bahariye Kadife Sok. 29 (Reks S,neması Sokoğ,} Kodrköy T.,'. 347 85 96 ŞİŞLİ TOPRAKSANATGALERİSİ ERDİNÇ BAKLA SERAMİK SliRGİSİ 18 NİSAN - 17 MAYIS 1IAIAS!ÜKG\ZI Ol) 301/IŞlSlJ »3ü8«)7 i F.\X.2r<X>(K. Almanya Büyükelçisi Nadoln/nin kaleminden başkentin diğer yüzü GazTııiıı Ankara geceleri Gazi kanmla hiçbir zaman fazla samı- mivet kurmadı. tam lcrsine ona karşı. hcp saygılıydı. Bcni sarhoş eımeyi de hiç dcne- mcdi. Bcnimle bir bardak şampanya içtiği. bana püro ikram ettiği oldu. ama hiçbir zaman abaumadan. Poker o>nama>ı da seviyordu, hem dc çok zekice. Çok kazan- dığı zaman parasını hcmcn dağıtıyordu. Çiftliğine Tarabya'dan ağaç ve bilkilerge- lirtlim, çok memnun oldu. İsmct Paşa bir kere beni Yalova termal- lerine davet eiıi. Öğleyin Gazi'nin Ya- lova'daki çiftliğine gittik. Onu orada çok iyi gördüm. savaştan söz ettik. Süt içtik. Ankara'da başka türlü yaşıyordu: Günde 50 fıncan kahve, aşağı yukan 150 sigara içiyordu. bütün gece dc rakı. 63 (3) yaşın- da ciğerlerinden hastalanarak ölmesine şaşmamak gerek. Tamahkâr, inatçı değildi. gerçeklen al- çakgönüllüydü. bonkördü. Anılannda von Falkenhayn'ın ona Suriye'de bir lor- ba altın rüşvet vermek istediğini ve kendi- sinin de reddettiğini yazmıştı. Alman Subaylar Birüği benden bu bölümün anı- lanndan çıkanlmasını istemişti. Ben yavc- rine gidip. 'Böyle bir şey ga/etede çıkarsa ertesi gün unutulur, ama bir de> let başkanı- nın anılarından hiç çıkma/. Ga/i, gcneral Falkenhavn'ın ilelebet rüşvetçi olarak kal- masını istemez herhalde', dedim. Yaver bir hafıa sonra bana telefon edip, Gazi'ye sözlerimi üettiğini. Gazi'nin de bir an dii- şündükten sonra "Alman büyükelçisi hak- lı, bu bölümün çıkanlmasını sağla\ın" de- diğini bildirdi. ' Elçiliğin kentten çok uzakta olmasını is- temiyordum. Sonunda Çankaya ile kent arasında 30 bin metrekarelik bir alan bul- dum. 16 bin marka satın aldık. Bcrlin'den mimar Ustemann geldi ve idare binası. memur evi, ticari alaşelik ve elçi evinden oluşacak olan rezidansı çizdi. Ferdi anlaşma Meslektaşlanmı da ziyaret ettim. Bun- lar Ankara"dakı Rus ve Afgan elçilenydi. Zaten başka elçi yoktu. Onlar henüz çok kötü durumdaki Türk e\ lerinde oluru> or- lardı. Özellikle Rus meslektaşım Jacob Suritz hoş bir insandı. Almanya'da sanat R B 19 0 U i r 24- 8 P D D 0 i P 1933 1 L 1 e F o m 11ar n : N a t ı a S A 1 ra E n sı Z D n E 0 A n da R L ı 1 Tü D N Y a rı rkiye U R U binasını verdı, ama hukuki durumun Pa- ris ve Berlin hükümetlerı arasında halledi- leceğini söyledi. Başka bir binada okuyan çocuklar, yeniden düzenlencn okullanna döndükleri için çok sevindiler. Her yıl ya- zın Tarabya'daki yazlık elçiliğin bahçcsin- de okul bayramı yapıhrdı. Bülün öğrcnci- ler ve aileleri bir gemiyle gelirlerdi. O gün tepedeki Moltke korusuna gıdilirdi. Ge- neral Moltke'nin bir hcykeli. savaşta ölen- lerin mezarlan buradaydı. Alman hastanesi Hastanenin yeniden düzenlenmesi dc güç oldu. Burayı önce İngilizler, sonra Amerikalılar almıştı ve onlar Ermcnilere bırakmıştı. Hastaneyi yeniden elde etmcyi başardım. Bu iş için Berlin'e gittim. Dışiş- leri Bakanlığı hastanenin kcndi geliriylc ayakta kalamayacağına karar verip para yardımı yapmaktan vazgeçti. Alman sa- nayicilere başvurdum. Para bulup inşaatı bitirtüm. Dışişleri Bakanlığı uzun bürok- ratik işlemdcn sonra "Hastane tşine son verin" diye bana telgraf çektiğinde. onla- ra. "İnsaat bitti. Öbür gün açılış >ar" diye cevap verdim. Hastane olağanüsıü oldu. Türk ve Alman doktorlar hastalan kabule başladılar. Bir yatağa 'Nadolny' adı veril : di. beklemc odasına resmim asıldı. Alman kolonisiyle güçlüklenm oldu. Daha yeni işe başlamıştım ki. koloniden biri gelip bir Fransız gazetesini satın ala- bilmek için 9 bin lira istedi. Reddetüm. Ya bir Alman gazetesi kurmalıydık ya da hiç- bir gazete. Birkaç gün sonra bir heyet gelip aynı isteği yincledi. Konuşmalannda be- nim Stockholm'deykcn kendini beğenmiş biri gibi davrandığımı ima ettilcr. burada böyle davranamazmışım, büyükelçiler ge- bıranlaşmazlık da çıklı. Dışişleri Bakanlı- ğı benden bu konuda rapor istedi. çünkü Londra onlardan da rapor istemişti. Du- rumu Londra'ya ancak buradaki elçi mes- lektaşım bildirmiş olabilirdi. Ona gidip sordum: "Evet" dedı, "Bir raporumda bu konuya değindim, bu konu hakkında özel bir rapor hazırlamadım". "Peki, ben ne ce- vap vereceğim şimdi?" diye -.ordum. "En iyisi hiç cevap \ermeyin, sonın kapanır" dc- di. "Peki, öyle >aparım. Ama böj le durum- larda, rapor > azmadan önce benimle konuş- sanu daha iyi olmaı mı?". "Btından sonra öyle yaparun, hakİLsmız" dedi. İngilız mes- lektaşım Lindsey'ieılişkilerim böyleydi. Alman bahriye heyeti bir işe çok yaradı. "Goeben" diğer ad'ıyla "Yavuz Seliın" zırhlısının. savaşta yara aldığı için tamir edilmesi, bunun için de tersane gerekiyor- du. Hamburgdaki Blolm Voss firması dok yaptı. ama memnun olmadılar. Bu- nun üzerine "Goeben"ın Lamiri ihaleve çıktı. Fransız St. Nazaıretersanesi talipol- du. Alman tarafından Blolm Voss teklif getirmişti. ama tamiri üstlenmeyi pek iste- miyordu. St. Nazaire'ın ihaleyi almasına sevindiler. Bu firma Fransa'dan İzmit'e 150 aile getirdi. Almanlann, Bahriye Ne- zareti'ne rüşvet verdikleri dedikodusu yayıldı birden. Meclis'te araştırma komis- vonu kuruldu. Almanlann değil. Fransız- lann bakanlığa rüşvet verdikleri ortaya çıkıı. Bakan görevden alındı. hapse girdı. St. Nazaire"in anlaşması iptal edildi. Al- man bahrive başkanı Ahnhudt araya gir- di. St. Nazaire ile yeni bir anlaşma >aptı, her türlü özel gereksinim bu firmadan alı- nacakıı. Bu iş Fransızlara pahalıyit patla- dı. Almanlar ise büyük kazanç sağladılar. "Yavuz Selim" çok mağrur bir gemi oldu. 29 Ekim 1933. Cumhurivet'in 10'uncu >ıl kutlamaları. Soldan sağa. Sovvetler Birliği Büyükelçisi Jacob Suritz, Mman Bjhükelçi Rudolf Nadolm. İngiltere Binükeleisi Sir Clerk, ABD BmükelçİM Mr. Grevv. Fransız. Japon >c Belçika bmükelçileri. tarihi okumuştu, doktora .dâ yapmışü, çok iyi Almanca konuşuyordu. Eşi dc çok hoştu. Çar zamanında danıştay başkanı olan bir beyin kızıydı. Sonradan kanmla iyi arkadaş oldular. Ruslarla hemen anla- şıp bir centilmenlik anlaşması yaptık. Ruslann Türkiye'de siyası çıkarlan vardı valnızca. o beni ekonomik açıdan. ben de onu siyasal açıdan desıekleyecektim. İki- miz de anlaşmaya sadık kaldık ve başan- lar elde ettik. Birkaç gün sonra (stanbufa .şeri dön- düm. Oradaki elçilikleri ziyaret ettim. Fransız ve Belçika elçileri dışında hepsi beni iyi karşıladı. Bu ikisi ise beni kabul edemeyeceklerini bildirdi. Bir süre sonra İsveçelçisi gelip bana, artık Fransız elçisi- ne gidebileceğimi söyledi. Karşı çıktım. daha önce gitmek istediğimi. ama kabul edilmediğimi söyledim. Ben ziyaretimi vapmış sayılırdım. Sonunda İngiliz büyü- kelçrliğinde verilecek bir davette tanıştml- mamız kararlaştınldı. Herkes konuyu bili- vordu ve tanıştınlmamızı dikkatle izledi- İer. Sonra bana ilk ziyareti yaptı. ben de hemen iade ettim. Geriye Bclçikalı kalmış- tı. O sırada Reich Cumhurbaşkanı Ebert öldü. Elçi bu vesileyle tiıziyczi\areti yapa- rak bana geldi. İlişİcilerdüzeldi. Birkaç kczdaha Ankara'ya giltim. Elçir lik binamızyapılıyordu. Bahçeyi de parka dönüştürdüm. Türkler hayranlıkla seyrc- diyor, elçilik binasını geziyorlardı. Hofste- in sürekli orada kalıyordu. Bina hcnüı bitiyordu ki, bir yangın tehlikesi atlatıldı. İşçiler petrol lambasını iple tavana bağla- mışlardı. ipler de aleş alıp >anmış. lamba yeredüşmüştü. Neyseki kondoru ıcmizlc- mckıe olan i§çi hemen suyla >cıişnıiş. Bu arada Ismet Paşa Lozan'a gitti. Ora- da banş savaşı verdi. Sevrcs'ın \erini Lo- zan Barış Anlaşması aldı. Kapitülasyon- lar kaldınlmıştı. Türkiye bağımsı/ bir ülke olmuştu. Büyük güçlerin ha\ır vakıflan- nın yeniden çalışması için hcnüz izin çık- ınamışlı. Ankara'da Dışişleri Bakanı Te>- fik Rüştü'yc gittim. "Size de öteki bihük güçlere \erilen izin verilecek. Çünkü siz bi- zim mürtefikimizsimz. avrıca bİ7 Al- man va"\ a her /aman olduğu gibi bü\ ük güç gözüyle bakarız" dedı. Sonra Alman hayır kurumlannın yeni- den düzenlenmesi işine giriştim. Kilisc. hastane. okul; ki en /oru o oldu. çünkü okula Fransızlar el kınmuşiu. işgal sıra- sıııda kışld olarak kullanılmıştı. O sirada Sarraut adıncla aklı başında bir Fransız el- çi geldi Türki^e've. Ona kapitülasyonların sona erdiğini. bu konuda Türk hükümeti- nin yardımını istcycccğimi söyledim. Okul lirler ve gıderlermiş. ama koloni kalırmış. Ben de kolonidekilerin gelip gittiğini. dev- letin kalacağını. benim de devleıin temsil- cisi olduğumu söyledim. Bir Fransız gaze- tesini almayı kabul edemezdim. Bunun üzerine bir basın konseyi kurup "La \'a- lonte" adlı gazetevi desteklemeyi kararlaş- tırdılar. Bir süre sonra bu konseyden biri- leri gizlice bana gelip, gazetenin de^teklen- mesi için 300 lıra vermem için valvardı. Gazetenin %a>ınına son vermesı koşuluy la bu parayı verdim. Öyle de oldu. Bir süre sonra Alman gazetesi Törkisc- he Post'u (Türk Postası) kurduk. Bu amaçla bir matbaa satın aldık ve gazeteyi kendimiz bastırdık. İşler beklediğimiz gibi Rus meslektaşım Jacob Suritz hoş bir insandı. Hemen anlaşıp bir centilmenlik anlaşması yaptık. Rııslann • Türkiye'de sadece siyasi çıkan vardı. O beni ekonomik açıdan, ben de onu siyasal açıdan destekleyecektim. olmadı. Kurdurduğum heyet gazeteyi ayakta tutmanın olanaksız olduğunu sö\- ledi. Berlin'den von Ritgen'i getırttim. Kendisi daha önce İstanbul"daki Conli- nental Tclegraf bürosunun lemsilcisivdi. Ondan incelcmc yapmasını istedim. Nİal- baanın çalışmasının çok pahalıya patladı- ğı anlaşıldi Maıbaanın başında bir \ u- nan %ardı, ondan matbaayı kira\a vcnııc- s\n\ istedim. yoksa satacağımı ->ÖNİedim. Alman Onenı Bankası'nda Posth'a gidip kışısel kredimden para çekıim. Ga/ctenin borçlannı ödedim, gazete İkinci Dünva Savaşı'na kadar çıklı. Almanya'nın sılahlardan arındınlması sonucu birçok suba> başka dc\letlerin hizmetine gimıişli Sa\aşlan önce Liman von Sanders'in subavlık misyonu'vüzün- den çaiışma çıkaıken. şimdi Türkı>e'de jalni7 Yıldı/dakı askeri okulda dersler veren Alman askcn misyonu dcğıl. aynı zamanda bir Alman bahri>e misyonu da oluşmuşlu. Bu yüzden doğal olarak lıafıf Bir gün Dışişleri Bakanı bana gelip. Al- man Genelkurmay"ından birinin. tercihen de Albay NicolaTnin Ankara'ya gelip. on- lann haberalma örgütünü kurup kurama- jacağını sordu. Albay Nicolai'ye yazdım. Gelip Türk Haberalma Teşkilatfnı kur- du. 1941 "de özel olarak Türkiye'ye gitmiş- tim. Dışişleö Bakanlığı Müsteşan Numan Rıfat Menemencioğlu bana. bizim habe- ralma teşkilatımızın Türkiye'de casusluk >aptığı Mieminde bulundu. Ben de "Siz bi- zim teşkilatı tanıyorsunuz. Sizüiki de aynı- j sı" dedim. Benim zamanımda. Türkiye'ye daha çok Alman gelmeye başladı. 1918'de bü- tün Almanlar sınırdışı edilmişti. 1924'te ise yeniden gelme iznini elde ettiler. Her yerde Alman danışmanlar vardı. Alman- ya ile tamamen durmuş olan ticaret üç yıl içinde yeniden gelişip ilk sırayı aldı. An- kara'da kurulan ziraat fakültesinin başına Oldenburg getirildi. Hıfzıssıhha'da da Al- man doktorlara iş verildi. Bataklıklar ku- ruıuldu ve sıtma ülkenin büyük derdi olmaktan çıktı. Demir yolları Türkiye'nin en büyük gereksinmesi de- mir yollarıydı. Bunu bili> ordum veonlara demir yollannın yapımında yardımcı ol- maya kararlıydım. Ismet Paşa da konuyu bana açmıştı. 325 kilometrelik Kayseri- Ulukışla hattının yapılmasını önerdi. De- utsche Bank daha önce söz verilen Bağdat hattı üzerinden Mardin'e 50 kilometre de- mir yolu yerine bunu yapmaya yanaşmı- vordu. Bunun üzerine Danaı Bank'tan Jacob GoldschmidtV başvurdum. Alman bankalarının. Alman Onentbank vöneti- minde bir konsorsiyum kurmalan koşu- luyla teklifımi kabul etti. Bir hat daha söz konusu oldu: Kütahuı-Balıkesir hattı. krom madeninin nakli için bu hat gcrek- livdi. 60milyon liralık. ki 120miKon mark ediyordu. borç venldi. Bankalar konsorsı- yomu Alman hükümciındcn recskont ga- rantısı istedi. Bunu lıükünıcte kabul etıir- dim. Her iki haııın ıhalesını Berger Tıef- bau AG aldı. Türk Demir Yolları Bakanı Behiç Bey Berlin'c geldi. Paralar İslan- bul'daki Deuısche Orienıbank'a vaıtı. Küçük Mardin haııı \apılmadı. ama Dc- utsche Bank da konsorsivııma kaiıldı. (3) \ anlış bili>or. 57 >aşıııda öldü. (ÇN) StRECER ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Bayan Kahkahâ'nın SerüvenlerL.Nebahat Hanım, yıllardır Almanya'da yaşar, Bielefeld ken- tinde. Alman Rudolf Pohlreich'la evli. On bir yaşında oğulla- rı var, adı Erol. Türkiye'den pek çok kişiyi Almanya'ya çağır- dı, onlara orada konuşmalar yaptırdı, imza günleri düzenle- di. Nebahat, Fakir Baykurt'un romanında "Sabahat" diye ge- çer. Öyle şen şakrak biri ki Tarık Zafer Tunaya ona, 'Bayan Kahkaha" adını takmıştı. Güler ha güler! Nebahat Pohlreich, eşi Rudi, oğulları Erol. yanlarında Al- man Tekstil Sendikası'ndan Bayan VValtraud Hessednz ile 20 yaşındaki oğlu Andreas birlikte bu ay Ankara'ya gelmişlerdi. "Mülkiyeliler Oteli"nde kaldılar. Rudi, Erol, Bayan VValtraud'la Andreas, Göreme'ye gidip dönmüşlerdi. Nebahat, Göreme'yi daha önce gördüğünden. Ankara'daki dostlarını ziyaret et- meyi yeğledi. Burada Akın Bırdal'la tanıştı. Halit Çelenk'i gör- dü, Ali Yüce'yi, Muzaffer ilhan Erdost'u, Sevgi özel'i, Demet Işık'ı aradı. Turizm Bakanlığı'na, Kültür Bakanlığı'na gitti. Al- manya'ya götürüp Türkiye'yi tanıtacak video kasetleri, kitap- lar aradı. Rudiler, bir gün önce Anadolu Uygarlıkları Müze- si'ne gitmişlerdi. Nebahat, Cumhuriyet'ten "Müzeler" bölü- mûnü okuyordu onlara, Almancaya çevirerek söylüyordu; — Oku, neresi var? Hangi müzeler açık? diye soruyordu Rudi. Nebahat: — Roma Hamamı! dedi. Erol, Almanya'da okulda Latince okuyordu. Roma ekinine (kültürüne) çok meraklıydı. Almanca: — Aaaa! Baba, oraya gidelim! dedi. Rudi, hamamları biliyordu; kaç kez gitmişti. Alman sendi- kacı Bayan Waltraud da vardı ya, o da girecekti hamama. Rudi: — Roma Hamamı'na kadınlar, erkekler ayrı mı giriyor, yok- sa birlikte mi? diye sordu Nebahat'a. — Sen ne diyorsun yav? Orası yıkanmak için değil, bak- sana "Müzeler" bölümünde "Roma Hamamı!" Rudi, "hamam" sözüne takılmıştı: — Nereden öğreniriz acaba, hamam mı müze mi? "Roma Hamamı"nın gerçekte hamam olmayışına Erol çok sevinmişti. "Ben yeni yıkandım!" diyordu. — Oh ya, hamam değil, müzeymiş! Tamam baba, ne gü- zel, oraya gidelim! Rudi ise Ankara'da bir hamama giremeyeceği için üzül- müş müydü? Yeni evlendikleri yıllarda, Türkiye'ye ilk gelişlerinde Neba- hat Hanım, Rudi'yi Istanbul'da hamama götürmüştü. Kadın- ların yerleri ayrı, erkeklerin ayrıydı. İkisi de girdiler, biri bir yana, öbürü öbür yana. Almanya'da öyle değildi, kadın er- kek karışık girerlerdi hamama. — Şu saatte çıkalım! diye sözleştiler. Mebahat önden çık- tı, Rudi'yi beklemeye başladı. Sonrasını Nebahat Hanım an- latıyor: '— Benimki çıkmak bilmedi. Bir mutlu çıktı dışarıya, artık pembe pembe yanaklar filan. "Ne kadar ödedin?" dedim. Benim ödediğimin aşağı yukan iki katını ödemiş! — Niye çok para ödedin? diye sordum. — Sen karışma! dedi. Bunu yatırmışlar göbek taşına; ke- selemişler, masaj yapmışlar ayrıca, havlulara sarmışlar; ka- binde de yatırmışlar, gelsin gazozlar, çaylar, kahveler. Diye- ceğim benimki çok mutlu çıktı dışarıya. Birkaç gün sonra yi- ne gittik. Bu kez çağırdım adamları: — Bu hamam ücreti, bu senin bahşişin; bu şunun parası, bu bunun parası... dedim. Rudi'nin eiine de para vermedim teç! Çıktı dışarıya... — Ne yaptın onlara? dedi, hiç kimse ilgilenmedi benimle! Bana para ver, ben ödeyeceğim hamam parasını bundan sonra!.. Rudi, giderken Samanpazan'nda, antika eşya satanlardan bir eski tüfek aldı. Nebahat Hanım, çantalarını kitaplarla dol- durdu. Kendisi Türk-Alman Dostluk Derneği Başkanı'ydı. Al- manla evli olmasına karşın, Türk yurttaşlığını koruyordu. Bu kitapları orada, Türklere okutacaktı. Bunlara ek olarak, is- tanbul'da Cumhuriyet Kitap Kulübü'nden 5 milyon lirayı aşan tutarda yeni kitaplar aldı mı? "Posta parası vereceğime ken- dim götürürüm!" dedi. Havaalanında başma gelecekleri da- ha bilmiyordu. Nebahat Hanım, Almanya'dan arayıp başına gelenleri anlattı: '— Hani, havaalanında bir yerden geçiliyor ya, kocam Ru- di'ye dedim ki, "Tüfeğinle sen geç, beni hiç işin içine sok- ma! Kendi işini kendin hallet!" dedim, onu önce soktum. Ab- lam da köşede bekliyor, Rudi'ye "tüfeği geçiremezsin" der- lerse, eve geri götürsün diye istanbul'a. Tüfek de kaçıncı yüz- yıldan kalma, kırık, dökük bir şey. Bizim öteberiler ikkiç araba mı ne tuttu. Ben de karşıya geçtim. El çantası da geçince, kendini muayene ettiriyorsun orada. El çantamı, gittim alma- ya. Ben gidene dek, kapıdaki görevliler, tüm çantaları açıp kitapları dökmüşler ortalığa. Ellerinde telsizleri de var. Aziz Nesin'in kitapları, dizi halinde. Çok güldüm. "İyi ki Aziz Ne- sin'leri sermişler!" dedim, bir de "Kürtler"i, "Aleviler"i ser- selerdi ne yapardım? Görevli, Aziz Nesin'in kitaplarını gösterdi: — Bu ne? diye sordu. Hiç usuma gelmiyor, kitapların böy- le didik edileceği. — Aaa, onlar benim! dedim. Benim kitaplanm onlar. — Bu ne? — Kitaaap! Alman kadınlar dikiliyor, taşıyıcılar yanımda. — Şu paketi de aç! Açtım, Muzaffer İzgü! — Bunları nereye götürüyorsun? — Almanya'ya! Bir dakika, dedim, bunların içinde Küftür Bakanlığı'nın yasaktan kalkmış kitapları da var. Onu da gös- tereyım isterseniz..." Paketler tek tek açıldı. Tam bir tiyatroydu olup bitenler. "Ba- yan Kahkaha" Nebahat Hanım'ın, ne kahkahası, yüzündeki gülümseme bile dondu kaldı!" Olay, Atatürk Havaaiam'nda, dışhatlara girerken 24 nisan günü saat 15.05 sıralarında oldu. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Japonya'nın ay- nı zamanda önem- li bir hac merkezi de olan en yuksek dağı. 2/ Faiz... Ku- marda, kâr ve za- rar olmadığını be- lirtmek için kulla- nılan sözcük. 3/ Sığırın öd kesesin- den çıkan ve sarılı- ğı iyi ettiğine inanı- lan taş... Küçük bitkilere verilen or- tak ad. 4/ Bir bağ- laç... Osmanlı dev- letinin Kuzey Afrika'daki son top- raklarını da yitirdiği antlaşmanın adı. 5/ Borç odeme... Alman faşis- ti. 6/ Kökü hekimlikte sürgün ke- sici olarak kullanılan bir bitki. 7/ Kriptonelementinin simgesi... De- ğerli bir sıis taşı. 8/ Bağıt... Türk- çe e>lem v'ekinıinde 'görulen geçmiş zaman' eki. 9/ Bir nota... Yunan nıiıolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavu>ıuran tanrı içkisi. MJKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Hitler ı;ı unvanı... Bağışlama. 2, Sınır nişanı... Baneladeş'in başkentı. 3/ İhtiyarlamanın ge- ciknıesini sağlanıak için başvurulan onL'mlerin tumu. 4/ Ya- pım... Tunus'un plaka işareti. 5/ Ortaoyununda kadın rolune çıkan erkek oyuncu. 6. Soyundan gelinen kimse... Boj gezen, avare. 7/ Su... Bir ııesneniıı uzayda kapsadığı >er. 8 ' Ağzı çem- ber biçıminde, torba>a benzer buşuk gozlu balık ağı... Çevre- si vollarla belirleıımı^ olan arsa. 9/ Uluslararası Tivatro Ens- litıısu'nun simgesi... Evkilere goıe dûnva atnıo»t'erinin otesin- deki boşluklan dolduran çck ııçucu akı^kan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle