23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27MART1992 CUMA 14 GORUŞLER BELKI MURAT BELGEL YasaMar ve SonuçbPi Ç arşamba günkü yazımda. Nevruz'da, güvenlik güçlerinin belirli yerlerdeki tepkileriyle ve 'devle- tin gücünü gösteame' gayretiyle, aslmda PKK'- nın isteklerini yerine getirdiğini ileri sürmüştüm. Böyle bir iddia karşısınıda "Peki ne yapsalardı" sorusunun sorulacağı da belliydi. Hükümetin demokratik reformlan yapması, bunun hem kısa hem de uzun vadeli çöznimü yolunda en önemli adımdı Reform paketinin açılrnası nın boylesine gecikmesi, insana bazı şeyler düşündürüyopdu. Acaba hükümet, reformu PKK'ya hatın sayılır bîr daırbe vurduktan sonraya mı erte- liyordu? Bu olabilirdi, nedeni de silahlı gerilla gücüne taviz vermiş görünme kaygısı olabilirdi. Bence kısa görüşlü, ge- reksiz, üstelik de tehlikeli olacak bir politikaydı bu; ama bir manuğı vardı. Şimdi, Nevruz geride kaldı, ancak 'sendro- mu' devam ediyor. Ayrıca PKK'ya darbe vurulmadı. Darbe gene büyük ölçüde halka vuruldu. Böyle olacağı da zaten belliydi. Bu- nun en önemli sonucu şura«da: Kürt halkının ço- ğunluğu aslında de- mokratik, banşçı çözümü tercih ediyor. Ama çatışma ortamı, durmadan patlayan silahlar, bu yöntemin her türlü inandıncılığım aşındınyor. Böyle dü- şünen, 'demokratik çözümü destekleye- lim' diyen biri bu or- , tamda kime ne anlata- cak, nasıl inandıncı olacak? Kürt halkınm çoğunluğu aslında demokratik-barışcı çözümü tercih ediyor ama çatışma ortamı, durmadan patlayan silahlar, bu yöntemin her türlü inandırıcıhğmı aşındınyor. Çatışma ortamında kimsemin sağduyulu, serinkanlı ol- masını bekleyemeyiz. Nevru_z akşamı, Içişleri Bakanı Sez- gin, olay çıkarmadıklan için Nusaybin halkına teşekkür etti, ertesi sabah Nusaybin'de büyük olay patlak verdi. Bu- nun nedeni açıktı: Bu ortamda bakandan teşekkür aJmak, 'vatan haini" olmak gibi bir şeydi. Şimdi bu psikolojiyi çok yanlış, çok vahim bulabilirsiniz. Bulmakta haklısınızdır da. Ama zaten facia budur, olaylann urmanma, tırmandınlma biçimi, en azından bir kesirh insanı bu psikolojiye sokmuş- tur. Ve belli ki yetkililer, nasıl birdurumla karşı karşıya ol- duklannınhâlâfarkındadeğiller,üçüncüderecedenzatürree- ye karşı nezle ilacı reçetesi ya^ar gibi davranıyorlar. Taktik avantaj kazanma gibi kaygılar (eğer neden o idiy- se) bir yana bırakılıp bir an önce baa somut adımlar atılmış olsaydı, bu noktaya gelmezdik. O durumda demokrasiden ve banştan yana olan Kürt halkının etkinleşmesi mümkün- dü. "özgürlük istiyorum" diyen her Kürdü aynm gütme- yen bir baskı altında tutarsanız, demokratik platform nasıl oluşur? Banşçı ve legal yoldan aynmcılık yapan bir Kürt partisinin kurulmasını yasak ettiğinizde, PKK hareketini ortadan kaldırmış mı oluyorsunuz? 12 Eylül'ün başlannda "Türkiye'de Kürt yoktur" öner- mesi resmi devlet politikası yapıbrken kamuoyunun bu ko- nuda bilgilenmesi ve tartışmaya girmesi yasaklar ve ağır baskılarla engellenirken ortada birkaç yüz PKK militanı vardı; şimdi 10.000 gerilladan söz ediliyor. Bu yükseliş, o politikalann, o anlayışın sonucu değilse neyin sonucudur? PKK yasak, ama var. Demokratik, özgürlükçü, sivil bir Kürt hareketi de büyük ölçüde yasak ve yok. öyleyse, hepimize Allah selamet versin! 60-30 YEL ÖNCE CUMHURİYET 1932: İstikbaün anahtan Sovyet devletinin sabık Harbiye Komiseri M. Troçki Büyükada ile köprü arasında işliyen Seyrisefain vapurlanndan birinde kendisine tesadüf eden United Press ajansının İstanbul muhabirine Aksayı Şark'taki ihtilaf hakkında beyanatta bulunmuştur. Muhabir, doktordan gelmekte olan M. Troçki'nin ûzerinde bir hasta intibaı bırakmadığını yazarak beyanaunı şu şekilde nakletmektedin - Çin'i müstemleke haline getirmek istiyen Japonya'nın giriştiği iş muazzam bir iştir. Bu işin Japonya'nın kuvvet ve kudretinin fevkinde bir şey olduğunu söylemek kabildir. ingiltere Hindistan'm ziyaı endişesine kapıldığı bir sırada Japonya Çin'i yeni bir Hindistan şekline koyamaz. Tokyo'daki zimamdaranın başka bir hedef. yani Sovyet devletine bir darbe indirmek maksadıru da takip ettikleri dûşünülemez mi? Böyle bir tasavvurun imkân hariande olduğunu iddia etmek nebamevsimdir. Fakat bugün bu mes'ele âcil bir şey addolunamaz. Japonya ancak Mancuri'yi iyice işgal edip buradaki vaziyete hâkim olduktan sonra şimali garbî, istikametinde bir darbe indirmeği düşünebilir. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN Hıyatım zehrolurdu ÜTM ^»fciııılt *E<M im » **..* SERVBT-İ FÜNUN DERGISJ 1831'P£ BuGÜM, f # AÇMIŞ ÜMLÜ PEGĞİ *S-£/eV£r-/ FÜMJN YAYrMLANMAYA BAŞLAM/ŞT7. BİR GESfMLİ HAgEG £>£GG'St I'ZAPE Gİ6l . Bu DOAJEMDE, AO/A/ P££6İ£i *££>£&#* r-/ CS&/DE" y*y(N OZGAMf OLMUŞrU.. şayının boçhğt g6rü(üyorr Yeni Bip Fantezi: Devlette By-Pass DOÇ.DR.MUSTAFAERDOĞAN Hacettepe Üniversitesi İİBFÖğretim Üyesi K oalisyon hükümetini oluşturan iki siyasal partinin 20 Ekim se- çimJeri arifesinde halka verdik- leri sözler arasında, cumhur- başkanını "azfctmek" önemli bir yer tu- tuyordu. Ortak hükümetin kurulması- ndan sonra, seçmenlere vermiş olduk- lan bu sözû tutamayacağının farkına varan DYP-SHP bloku, bu durumda söz konusu hedefi askıya almak zorun- da kaldı; ama bunun yerine sembolik değer taşıyan bazı başka girişimlerde bulunmaya da kendisini mecbur hisset- ti. Bu girişimlerin en çok dikkat çekeni, cumhurbaşkanlığına "by-pass" yapma önerisidir. Tıp terminolojisinden ödünç alman bu teknik terimle neyin kastedildiği ma- lum: Yeni hükümet, yürütme işlevini cumhurbaşkanını "aşarak", onu devre dışı bırakarak, tamamen kendi inisiyati- fi ile yerine geürmek istiyor. Başka bir anlatımla, cumhurbaşkanına "by-pass" yapılmasmın anlamı, onun bircok ko- nuda hukuken "yok" sayılmasıdır. Bu- nun için önerilen yol da, bir yasal düzen- leme yapılarak, baa Bakanlar Kurulu kararnameleri ile ortak (üçlü) kararna- melerden cumhurbaşkanının imzası şar- tını kaldırmaktır. Böyle yaparak, cum- hurbaşkanının anayasal "rütbe"sinin yasayla "tenzü" edilebileceği sanılmak- tadır. Bazı hukukçulann da destekler gö- ründüğü böyle bir yöntemi gündeme ge- tirmeye ihtiyaç var mıdır? Bu düşünce, Cumhurbaşkanı Özal'ın "aşın" siyasal aktivizmini frenlemek kaygısından kay- naklanmıştır. Bu kanıyı yaygınlaş- tırmak, "kamusallajtırmak" için çalı- şanlara göre; Sayın Ozal, hali hazırdaki cumhurbaşkanlığı uygulaması ile yetki- lerini aşmakta ve anayasal konumunun dışına çıkmaktadır. Cumhurbaşkanının bazı kararnameleri geri göndermesi ve- ya imzalamayı reddetmesinin anlamı budur. Çünkü, parlamenter bir hükü- met sisteminde sorumsuz olan devlet başkanı aynı zamanda "yetkisiz"dir. Bu şematik akıl-yüriitme, parlamen- ter hükümet sistemi ve bu sistem içinde devlet başkanının konumuna ilişkın yaygın (popüler) anlayışa uygun düş- mekle beraber; özgülleştirilmediği için ve o- ölçüde yanıltıcıdır. Bu iddianın doğrulugunu sınayabilmek için; onu ge- nel-geçer, soyut bir kalıp-yargı olmai- tan çıkanp, Türk anayasal ve siyasal sis- temi örneğınde özgülleştirmeye ihtiyaç vardır. Konuya bu açıdan baktığımızda, şu noktalan tespit etmek gerekiyor: Her şeyden önce, parlamentarizmin evrensel bir kalıbı yok, fakat yalruzca bazı ilkele- ri vardır. Bundan dolayı, birbirinin ayru olan hiçbir parlamenter sistem örneği yoktur; aksine, çeşitli bakımlardan bir- birinden farklılaşan parlamenter rejim- ler vardır Cumhurbaşkanına şu veya bu biçimde "by-pass" yapmak veya onun imzasını "otomatiğe bağlamak" düşüncesi, yüriirlükteki anayasamn doğnı bir yo- rumuna dayanmamaktadır. Anayasamn 104. maddesi gereğince, cumhurbaşkanı devletin başı olarak devleti ve ulusal birliği temsıl etmektedir ve buna ilişkin yetkileri vardır; ama aynı zamanda yürütme yetkisinin kullanı- Imasında da bakanlar kurulunun -ihmal edilemeyecek- bir ortağı durumundadır. Cumhurbaşkanı, devletin başı sıfatıyla, "Anayasamn uygulanmasını, devlet or- ganlanmn düzenli ve uyumlu çalı- şmasım gözetir." Cumhurbaşkanı ana- yasada behrtilen bazı yetkilerini "bu amaçlarla" kullanacaktır. Yeni anayasa bu bakımdan 1961 Anayasası'ndan aynlmaktadır. Çünkü, o anayasa, cum- hurbaşkanının konumuyla ilgili olarak, onun devleti ve milletin birliğini temsil edeceğini belirtmekle yetinmiştir (m. 97). Aynca 1982 Anayasası, eskisinden farklı olan bu genel konuma uygun ola- rak, cumhurbaşkanına tek başına işlem yapma yetkisi tanımıştır (m. 105, m. 125/2; aynca m.107). Aynca cumhurbaşkanı milli güvenlik siyasetinin tespitinde -başkanı bulundu- ğu Milli Güvenlik Kurulu'nu toplantıya cağırmak ve onun gündtarüni tespit et- mek suretiyle (Any., m. lO4/b-9, 10 ve m. II8/1,4)- inisiyatifı elinde bulundu- rur. Cumhurbaşkanı yine bazı hallerde Türk Silahü Kuvvetleri'nin kullanılma- sına karar verebilir (Any., m.92/2). Ni- hayet, anayasamn 108. maddesine göre, cumhurbaşkaru -Devlet Denetleme Ku- rulu aracılığıyla- idarenin "hukuka uy- gun", "düzenli ve verimli" işlemesini de- netier. Cumhurbaşkanı yürütme yetkisinin kullamlmasına genel olarak da "karar- nameleri imzalamak" (Any., m. 104/1)- 12) suretiyle katılır. Bu anayasal yetki- nin ne bir yasayla kaldınlması müm- kündür, ne de bu "imza"lann otomati- ğe bağlanması beklenebilir. Görülüyor ki, yüriirlükteki anayasa- ya göre, cumhurbaşkanı hükümet siste- mimizin kurucu unsurlanndan biri olup, onu -anayasa değişürilmediği sü- rece- yürütme işlevinın yerine getirilme- sinde saf dışı bırakmaya imkan yoktur. Elbette, yine anayasa gereğince, hükü- met politikasının belirlenmesinde asıl yetki ve sorumluluk Bakanlar Kurulu'n dadır. Ama bu, yürütme faaüyetlerinde cumhurbaşkanının iradesine hiç yer ol- madığı anlamına gelmez. Bu bakımdan, devlet başkanının "ta- rafsızlığı" da, onun hiçbir şeye kanşma- ması, ciddi yanlışlar karşısında bile ha- reketsiz kalması demek değildir; aksine gerektiğinde "tavır koyma"lıdır. Bu "ge- reğin" ölçüsü, anayasamn 104. mad- desinin birinci fıkrasında, bu makamın statüsüne ilişkin olarak yer verilen genel tanımdır. Sözün özü şu ki; cumhurbaşkanına şu veya bu biçimde "by-pass" yapmak ve- ya onun imzasını "otomatiğe bağla- mak" düşüncesi, yüriirlükteki anayasa- mn doğnı bir yorumuna dayanmamak- tadır. Anayasa, devlet başkamna yasa- larla yeni yetkiler verilebileceğini öngör- müşken (m. 104/son fıkra), onun anaya- sada mevcut yetkilerini bile yasayla or- tadan kaldırma düşüncesi, olsa olsa bir fantezi olarak yorumlanabilir. SEMtHBALCIOĞLU Halk Sağlığı ve Sağlık Sigortası Doç. Dr. CAP^ER FİDANER A nkara Tabip Odası Bül- teni'nin 1976 yılımn ocak ayı- nda yayımlanan dördüncü sayısını bu şatırlan okuyan kaç kişi anımsar bilemiyorum. O dergi- nin kapağında "Genel Sağlık Sigortası- na Hayır!" sloganı vardı ve içindeki yazılarda Türkiye'deki sağlık sorun- lannın çözümlenmesi için sosyalleşti- rilmenin uygulanması gerektiği, sağlık sigortasınm bir işe yaramayacağı an- latılıyor, devletin herkese ücretsiz sağlık hizmeti vermesi isteniyordu. Aradan geçen on altı yıl içinde Türki- ye'de (ve dünyada) pek çok degişiklik oldu. Artık tabip odalan, belli bir sağlık sistemini savunan kaleler olma görevini bırakıyorlar. Böylece "Türkiye'nin sağlık sorunlannı çözme yükümlülüğü- nün" gerçek sahibi olan Sağlık Ba- kanlığı'na da konu ûzerinde düşünce (belki de uygulama) üretme fırsatı veri- yorlar. Tabip odalan sağlık sigortasını "kategorik olarak" reddetmekten ne- den vazgeciyorlar? Bu sorunun yamtı, son yirmi yıl içinde yaşananlarda gizli. Ancak tarihi yorumlarken aynı köşede durmayı, aynı gözlükleri taşımayı sür- dürürsek yeni açıklamalara ulaşamayız. Şimdi son yirmi yıi içinde Türkiye'de ve sağlık alanında olan biteni (yeni bir gözlükle bakarak) kalın çizgiler halinde sıralayalım: 1. Genel sağlık düzeyinin yükselmesi: Bebek ölüm hıa 1972-77 dönemi için binde 134 olarak hesaplanırken 1992'de binde 54 olarak tahmin ediliyor. Doğuş- ta beklenen yaşam süresi ise 1970"te 54.5 ken 1992'de 67.2 oldu. Toplam doğur- ganhk hızı da son yirmi yılda 5.7'den 3. 5'e düştü. 2. Sağlık insan gücünün çoğalması: 1970'te 2572 kişiye bir hekim düşmek- teydi; 1991 rakamlanna göre ise 1164 ki- şiye bir hekim düşüyor. Hemşire başına düşen nüfus sayısı 1970'te 4048 iken 1991'de 1311 oldu. 3. Sağlık sigortasımn yaygunlaşması: 1971'de yaklaşık 7-7.5 milyon kişi, yani ülkedeki 36.2 milyon nüfusun beşte biri sağlık sigortası kapsamına giriyordu. 1992'de ise sağlık alamnda sigortab olan nüfus 30.8 milyon (%52) olarak hesap- lanıyor. Yani nüfusun yandan çoğu sağlık hizmeti alma umudu ile prim öde- meye başlamış. Yüksek teknolojiyi ilk basamak sağlık hizmetlerinde dekullanabilen bir ünitenin sahibi kim olacak ya da kim olmalı?... Kuşkusuz tabloyu tamamlamak için ülkemizdeki bebek ölüm hızının benzer ülkelere göre oldukça yüksek olduğunu, tıp eğitiminde niteliğin istenen düzeyde olmadığını, gayri safı milli hasıladan sağlığa aynlan payın gerekenden az ol- duğu... eklenebilir. Ama bu eklemeler ülkenin zaman içinde nereye doğnı gitti- ğini açıklamaz; belli bir anda öteki ülke- lere göre yerini tanımlar. Zaman içindeki değişiklikleri ifade eden bulgulardan çıkanlabilecek kimi sonuclar var. Birincisi toplum sigorta- laşmama önerisini pek benimsememiş. İkincısi. buna karşın her şey de kötüye gitmemiş. O halde bız de düşünce dün- yasından yaşayan toplumun arasına inebilir ve "Acaba temel sağlık k nimlerini karşılamakta sağlık sigortası işe yarayabilir mi" diye sorabiliriz. Bu tartışmayı başlatabilmek için önce beklentimizi tammlamamız gerek. Bu işi bir deneyelim: 1. Bugün Türkiye'de en büyük hizmet açığı ilk basamak hizmetlerinde ve özel- likJe büyük şehirlerin gecekondu böl- gelerinde gözleniyor. Sosyalleştirmenin önerdiği "şehir tipi sağlık ocaklan", pratisyen hekim deposu halinde ve ge- reksinimi karşılamaktan uzak. 2. İlk basamak da içinde, bütün sağlık sisteminden halkın yüksek teknoloji beklentisi yıldan yıla artıyor. Buna ko- şut olarak uzman hekime olan istem de yükseliyor. 3. Ulaşım-ileüşim kolaylaştığı için küçük ve yakın hizmet birimleri yerine biraz daha uzak, ama nitelikli hizmet sunan sağlık kuruluşlan yeğleniyor. 4. Daha iyi hizmet için insanlar para verebilme olanaklannı zorluyorlar, ama kurum ya da hekim seçme haklanndan vazgeçmek istemjyorlar. O halde insanlara uzmanlaşmış bir sağlık hizmeti verebilen, yüksek tekno- lojiyi ilk basamakta da kullanabilen, yaptığı hizmete göre para kazanabilen ve bu parayı verimli bir işletme oluştur- mak için kullanabilen, kişiler tarafından seçilebilen ve vazgeçilebilen bir ilk basa- mak sağlık hizmeti ünitesinin yaşama şansı olabilir. Peki bu ünitenin "sahibi" kim olacak ya da kim olmalı? Devlet mi, Sosyal Si- gortalar Kurumu mu, bir hekim ya da bir hekim grubu mu, yoksa herhangi bir sermayedar mı? Bu sayılanlardan han- gisinin "en doğru" ya da "en iyi" se- çenek olduğunu tartışmak ise bu yazmın sınıriannı aşıyor. ANKARA ANKA... MÜŞERREF HEKİMOĞLU Gerilim G ece yatarken kalbim duracak gibi, nerdeyse mil- yonlarca yüreğin çarpınüsım duyuyorum. Sesler çınlıyor kulağımda, silah sesleri, bomba sesleri, ölenler, yaralananlar, geride kalanlann gözyaş- lan, Başbakan Demirel'in sözleri, SHP lideri tnönü'nün sözleri, muhalefet lideri Mesut Yılmaz'ın sözleri, Meclis kürsüsündeki konuşmalar... Banş ve özgürlük içinde bir arada yaşamak umuduyla şöylenen şarblar, sonra çocuk- lanna sanlarak can güvenüği isteyen analarm sesi... Gece karanyor giderek. Güneşi biraz utanarak bekliyorum. Ne- lere tanık olacağını kestirerniyorum. Telefon çalıyor der- ken, okyanusun ötesinden bir dost sesi. - Geçmiş olsun, diyor. Sağlığımı soruyor. Yatakta dikili- yorum. Tansiyonumun düşmediğini söylüyorum, bir göz ameliyatına hazırlandığımı. Kolestrolün sımrda durduğu- nu. Sağlığım modayı izliyor, diye gülümsüyorum sonra. Her şeyin gerilimden kaynaklandığı söyleniyor çünkü. Tıp- taki deyimiyle stres! Ben de teller kopmasm diye direniyo- rum! Sesler uydudan geliyor, odanın içinde konuşur gibiyiz sevgili dostumJa. - Bizim tellerimiz kopmaz, diyor. Çok içten ve sıcak geli- yor sesi. Bizgerili meahşık bir toplumuz. Kopukluğu gerili- mi bilmeyen toplumlar yaşar ancak. örneklerini yaşıyor dünyamız. Darmadağın oluyorlar birden. Ama biz kopma- yız, gergin tellerde de bir müzik üretir mızrabunız, yeniden şarkılar söyleriz! Tansiyonum düşmedi ama bu sözlerin gerçeğini düşün- düm. Tarihimizi, coğrafyamızı, Kurtuluş Savaşı'mızı, Lo- zan'ı, insanJanmızı, umudumuzu, özlemlerimizi... Banş umudunu solduranlann da Lozan'ı Sevr'e dönüştürmek özlemi var belki de! Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akde- niz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketin bütünlüğü- nü bozmak istiyorlar! Ama bu memleket bizim! Büyük ozanımızın dediği gibi, bir ağaç gibi tek ve özgür ve bir or- man gibi kardeşçesine yaşamak özlemi de bizim! Ruhi Su'- nun gürül gürüJ sesi çınlıyor kulağımda: Bizim dostlar bizim! Geçen akşam birkaç dost konuşuyoruz. Doğu Anadolu'- yu iyi bilenler var, hiç bilmeyenler, Kürt kökenliler. Tartış- malar, eleştirilerle söyleşi boyutlanıyor, sımrlan da aşıyor biraralık. Derken yabancılar geliyor gündeme. Yıllarca ön- ce banş gönüllüleri, Nuh'un gemisini arayanlar, uluslarara- sı dağalar, sonra avalar. Ava diplomatlar nedense hep Doğu bölgesini seçer, dağlarda avlanırlar. Bir de kilim ve halı koleksiyonculan var. Yalnız ülkemizde değil, komşu ülkelerde de. Kısa ve uzun tatillerini Doğu Anadolu'da ge- çiriyorlar. İlleri, ilçeleri, köyleri, mezralan adım adım dola- şıyor, kilim satın alıyorlar! Belki onlar da başka kilimler dokuyorlar! Bu dokumalann ilmiklerini izlerken kimi söz- leşmelerin, antlaşmalann kağıttan yaşama gecmeyişini açık seçik anlıyor insan. Şimdi böyle bir dönemdeyiz işte. Ger- çeklerle karşı karşıya, kan ve gözyaşı içinde, yanyana, can cana! Yüksek tansiyon, gerilim ama teller kopmayacak. Tele- fondaki dostun sesi çınlıyor kulağımda. Biz geriume alışık bir toplumuz. Nelerden geçtik, nelere direndik şimdiye dek. Umutla tırmanırken nasıl tepeden aşağıya yuvarlandık kaç k«z! Solan umudu nasıl yeşerttik sonra. Karanlığı delen ne çok ışık parladı gecelerimizde. Bu dönemi de aşacağız elbet. Aşacak yöntemlerde şaşırmayarak, yaralan sevgiyle, hoş- gönlyle sararak, banş içinde yan yana yaşamanın koşulla- nnda anlaşarak, tarihimizi, coğrafyamızı unutanlan uyara- rak. Gergin tellerde güzel şarkılar çalmaya çahşarak. Elbet mızrabı çalan ellerin de belli becerisi gerekiyor. Sakar eller telleri koparmasa da şarkıyı bozabilır! Çok sesli şarkılar söylemek özlemi de dinemez o zaman. • • • Bu yazımı sona erdirirken Sabah gazetesi muhabiri, genç arkadaşımız tzzet Kezer toprağa veriliyor Karşıyaka'da. Kuşkusuz o da mesleğine doymadan. özlemini dindirme- den aynldı dünyamızdan. Eşinin karnında bir buçuk aylık bir bebek bırakarak. Mesleğirnizde bir şehit daha. Okurlan- na gerçekleri yansıtmak için gittiği görevde bir kurşunla can verdi. Tüm ölenler öyle değil mi? Hepsinin gözü açık mezarla- nnda. Yaşama sevinci yeşermeden ölenler, bir rürküyü so- na erdirmeden, bir görevi yanda bırakarak soluğunu yiti- renler güzel bir mızrapla rahata kavuşur ancak. Dökülen kanlann kuruduğunu, toprağın sevgi ve banşla yeşerdiğjni hissederek. OKURLARDAN Bahşiş İlk bakışta bahşiş sıradan, basit, ûzerinde durulmaması gereken bir konu gibi görûnüyor. Sürekli büyük sorunlar (!) peşinde koşan, onlan açımlamaya, yorumlamaya çaJışan insanlar. yazarlar için sıradan bir konu bu. Bence öyle değil. İnsan, yaşamındaki en küçük ya da küçük gibi görünen konulan bile incelemeye, yorumlamaya, değerlendirmeye almah. Yaşamımızın en küçük gizlerine, karanlıklanna bile ulaşmaya çahşmahyız. Yaşamı anlamanın ana koşuludur bu. Bahşiş konusunda yazmak düşüncesi. geçenlerde bir magazin derğisinde okuduğum biryazıdanötürü doğdu. Neler vardı o yazıda? Bazı ülkelerde (Japonya, Çin, Sovyetler Birliği) bahşiş vermek yasak ya da bahşiş vermeye iyi gözle bakılmıyormuş. Bircok ülkede ise iyice kanıksanmış, insanlann alışkanlıklanndan birisi oluvermiş. O yazıda aynca kadının erkeğe göre bahşiş verirken zorlandığı, duygusal olduğu için de daha çok bahşiş verdiği anlatılmış. Bundan ayn, bahşişi veren ile alan arasındaki sessiz diyalog, sessiz gerilim, sessiz çatışma konuedilmiş. Şunu çok merak ediyorum; bu yazıyı okuyupda "Ben hiç bahşiş vermedim" diyebilen biri var mı? Sanmıyorum. Hepimizın. biryerlerde, bir şeylerden ötürü bahşiş verdiği kesindir. Bahşiş vermek. gizli bir toplumsal alışkanlığımızo zaman. Gizli dememin nedeni farkında olmadığımız ya da ahşkaniık diyemeycccğimiz bir alışkanlık oluşu. Sur işliyormuşum duygusuna kapılıyorum ama, ben de bahşiş verdim. Öyle lüks mekânlarda bulunmuş bir insan değjlim, çok bahşiş de vermedim, sonuçta ben de veriyorum, bu alışkanlık bendedeoluşmuş. Üniversitede okurken bir arkadaşımla. temizliğiyle ünlü bir hamama gitmiştik. Gercekten deçok temiz bir hamamdı. Neyse, yıkandık, giyindikçıkıyoruz... Bahşiş maratonu başladı. Peştemal verene, terlikleri çıkarana, kolonya dökene, sııtımızı kurulayana bahşiş veraıeye başladık. Ne kadar zor bir şeydir bu! Ne zaman kaybıdır! Hamamda çahşanlara tek tek bahşiş vereceksiniz, yarunızda bozuk r>ara bulundurmanız gerekiyor, eğer yoksa, üstü kalacakür, üstünü isteyemezsiniz, bu küçük bir soygundur. Gercekten o hamamda bir kargaşa yaşadım. Şimdi düşünüyorum da gerçek bir komediymiş bu. Bahşiş konusunda yazılacak çok şey var aslında. Yaşamak için para kazanmak zorunda kalan, bunu da amaç haline getiren, getirmek zorunda kalan insanımız kapitalist düzenin zorunlu kıldığı bu minik sonuclar. olgularla gırtlağına kadar dolmuş ve bunlan (yine söyleyelım) kamksamış durumda. İşin kötü yani günümüz insanımn bu olgular paralelinde mutsuzluğu da artıyor. En sonunda gideceğimiz bir yer dc yok. geleccğirniz muğlak gibi görûnüyor. İnsanoğlu bu adi sorunlarla daha çok uğraşacakgibi. ESATTEZ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle