Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 27MART1992 CUMA
14 GORUŞLER
BELKI
MURAT BELGEL
YasaMar ve SonuçbPi
Ç
arşamba günkü yazımda. Nevruz'da, güvenlik
güçlerinin belirli yerlerdeki tepkileriyle ve 'devle-
tin gücünü gösteame' gayretiyle, aslmda PKK'-
nın isteklerini yerine getirdiğini ileri sürmüştüm.
Böyle bir iddia karşısınıda "Peki ne yapsalardı" sorusunun
sorulacağı da belliydi.
Hükümetin demokratik reformlan yapması, bunun hem
kısa hem de uzun vadeli çöznimü yolunda en önemli adımdı
Reform paketinin açılrnası nın boylesine gecikmesi, insana
bazı şeyler düşündürüyopdu. Acaba hükümet, reformu
PKK'ya hatın sayılır bîr daırbe vurduktan sonraya mı erte-
liyordu? Bu olabilirdi, nedeni de silahlı gerilla gücüne taviz
vermiş görünme kaygısı olabilirdi. Bence kısa görüşlü, ge-
reksiz, üstelik de tehlikeli olacak bir politikaydı bu; ama bir
manuğı vardı. Şimdi, Nevruz geride kaldı, ancak 'sendro-
mu' devam ediyor.
Ayrıca PKK'ya darbe vurulmadı. Darbe gene büyük
ölçüde halka vuruldu. Böyle olacağı da zaten belliydi. Bu-
nun en önemli sonucu şura«da:
Kürt halkının ço-
ğunluğu aslında de-
mokratik, banşçı
çözümü tercih ediyor.
Ama çatışma ortamı,
durmadan patlayan
silahlar, bu yöntemin
her türlü
inandıncılığım
aşındınyor. Böyle dü-
şünen, 'demokratik
çözümü destekleye-
lim' diyen biri bu or-
, tamda kime ne anlata-
cak, nasıl inandıncı
olacak?
Kürt halkınm çoğunluğu
aslında
demokratik-barışcı
çözümü tercih
ediyor ama çatışma
ortamı, durmadan
patlayan silahlar, bu
yöntemin her türlü
inandırıcıhğmı
aşındınyor.
Çatışma ortamında kimsemin sağduyulu, serinkanlı ol-
masını bekleyemeyiz. Nevru_z akşamı, Içişleri Bakanı Sez-
gin, olay çıkarmadıklan için Nusaybin halkına teşekkür
etti, ertesi sabah Nusaybin'de büyük olay patlak verdi. Bu-
nun nedeni açıktı: Bu ortamda bakandan teşekkür aJmak,
'vatan haini" olmak gibi bir şeydi. Şimdi bu psikolojiyi çok
yanlış, çok vahim bulabilirsiniz. Bulmakta haklısınızdır da.
Ama zaten facia budur, olaylann urmanma, tırmandınlma
biçimi, en azından bir kesirh insanı bu psikolojiye sokmuş-
tur. Ve belli ki yetkililer, nasıl birdurumla karşı karşıya ol-
duklannınhâlâfarkındadeğiller,üçüncüderecedenzatürree-
ye karşı nezle ilacı reçetesi ya^ar gibi davranıyorlar.
Taktik avantaj kazanma gibi kaygılar (eğer neden o idiy-
se) bir yana bırakılıp bir an önce baa somut adımlar atılmış
olsaydı, bu noktaya gelmezdik. O durumda demokrasiden
ve banştan yana olan Kürt halkının etkinleşmesi mümkün-
dü. "özgürlük istiyorum" diyen her Kürdü aynm gütme-
yen bir baskı altında tutarsanız, demokratik platform nasıl
oluşur? Banşçı ve legal yoldan aynmcılık yapan bir Kürt
partisinin kurulmasını yasak ettiğinizde, PKK hareketini
ortadan kaldırmış mı oluyorsunuz?
12 Eylül'ün başlannda "Türkiye'de Kürt yoktur" öner-
mesi resmi devlet politikası yapıbrken kamuoyunun bu ko-
nuda bilgilenmesi ve tartışmaya girmesi yasaklar ve ağır
baskılarla engellenirken ortada birkaç yüz PKK militanı
vardı; şimdi 10.000 gerilladan söz ediliyor. Bu yükseliş, o
politikalann, o anlayışın sonucu değilse neyin sonucudur?
PKK yasak, ama var. Demokratik, özgürlükçü, sivil bir
Kürt hareketi de büyük ölçüde yasak ve yok.
öyleyse, hepimize Allah selamet versin!
60-30 YEL ÖNCE CUMHURİYET
1932: İstikbaün anahtan
Sovyet devletinin sabık
Harbiye Komiseri M. Troçki
Büyükada ile köprü arasında
işliyen Seyrisefain
vapurlanndan birinde
kendisine tesadüf eden United
Press ajansının İstanbul
muhabirine Aksayı Şark'taki
ihtilaf hakkında beyanatta
bulunmuştur.
Muhabir, doktordan gelmekte
olan M. Troçki'nin ûzerinde
bir hasta intibaı bırakmadığını
yazarak beyanaunı şu şekilde
nakletmektedin
- Çin'i müstemleke haline getirmek istiyen Japonya'nın
giriştiği iş muazzam bir iştir. Bu işin Japonya'nın kuvvet ve
kudretinin fevkinde bir şey olduğunu söylemek kabildir.
ingiltere Hindistan'm ziyaı endişesine kapıldığı bir sırada
Japonya Çin'i yeni bir Hindistan şekline koyamaz.
Tokyo'daki zimamdaranın başka bir hedef. yani Sovyet
devletine bir darbe indirmek maksadıru da takip ettikleri
dûşünülemez mi? Böyle bir tasavvurun imkân hariande
olduğunu iddia etmek nebamevsimdir. Fakat bugün bu
mes'ele âcil bir şey addolunamaz. Japonya ancak Mancuri'yi
iyice işgal edip buradaki vaziyete hâkim olduktan sonra şimali
garbî, istikametinde bir darbe indirmeği düşünebilir.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
Hıyatım zehrolurdu
ÜTM ^»fciııılt *E<M im »
**..*
SERVBT-İ FÜNUN DERGISJ
1831'P£ BuGÜM, f #
AÇMIŞ ÜMLÜ PEGĞİ *S-£/eV£r-/ FÜMJN
YAYrMLANMAYA BAŞLAM/ŞT7. BİR GESfMLİ
HAgEG £>£GG'St
I'ZAPE
Gİ6l
. Bu DOAJEMDE,
AO/A/ P££6İ£i *££>£&#* r-/ CS&/DE"
y*y(N OZGAMf OLMUŞrU..
şayının boçhğt g6rü(üyorr
Yeni Bip Fantezi: Devlette By-Pass
DOÇ.DR.MUSTAFAERDOĞAN Hacettepe Üniversitesi İİBFÖğretim Üyesi
K
oalisyon hükümetini oluşturan
iki siyasal partinin 20 Ekim se-
çimJeri arifesinde halka verdik-
leri sözler arasında, cumhur-
başkanını "azfctmek" önemli bir yer tu-
tuyordu. Ortak hükümetin kurulması-
ndan sonra, seçmenlere vermiş olduk-
lan bu sözû tutamayacağının farkına
varan DYP-SHP bloku, bu durumda
söz konusu hedefi askıya almak zorun-
da kaldı; ama bunun yerine sembolik
değer taşıyan bazı başka girişimlerde
bulunmaya da kendisini mecbur hisset-
ti. Bu girişimlerin en çok dikkat çekeni,
cumhurbaşkanlığına "by-pass" yapma
önerisidir.
Tıp terminolojisinden ödünç alman
bu teknik terimle neyin kastedildiği ma-
lum: Yeni hükümet, yürütme işlevini
cumhurbaşkanını "aşarak", onu devre
dışı bırakarak, tamamen kendi inisiyati-
fi ile yerine geürmek istiyor. Başka bir
anlatımla, cumhurbaşkanına "by-pass"
yapılmasmın anlamı, onun bircok ko-
nuda hukuken "yok" sayılmasıdır. Bu-
nun için önerilen yol da, bir yasal düzen-
leme yapılarak, baa Bakanlar Kurulu
kararnameleri ile ortak (üçlü) kararna-
melerden cumhurbaşkanının imzası şar-
tını kaldırmaktır. Böyle yaparak, cum-
hurbaşkanının anayasal "rütbe"sinin
yasayla "tenzü" edilebileceği sanılmak-
tadır.
Bazı hukukçulann da destekler gö-
ründüğü böyle bir yöntemi gündeme ge-
tirmeye ihtiyaç var mıdır? Bu düşünce,
Cumhurbaşkanı Özal'ın "aşın" siyasal
aktivizmini frenlemek kaygısından kay-
naklanmıştır. Bu kanıyı yaygınlaş-
tırmak, "kamusallajtırmak" için çalı-
şanlara göre; Sayın Ozal, hali hazırdaki
cumhurbaşkanlığı uygulaması ile yetki-
lerini aşmakta ve anayasal konumunun
dışına çıkmaktadır. Cumhurbaşkanının
bazı kararnameleri geri göndermesi ve-
ya imzalamayı reddetmesinin anlamı
budur. Çünkü, parlamenter bir hükü-
met sisteminde sorumsuz olan devlet
başkanı aynı zamanda "yetkisiz"dir.
Bu şematik akıl-yüriitme, parlamen-
ter hükümet sistemi ve bu sistem içinde
devlet başkanının konumuna ilişkın
yaygın (popüler) anlayışa uygun düş-
mekle beraber; özgülleştirilmediği için
ve o- ölçüde yanıltıcıdır. Bu iddianın
doğrulugunu sınayabilmek için; onu ge-
nel-geçer, soyut bir kalıp-yargı olmai-
tan çıkanp, Türk anayasal ve siyasal sis-
temi örneğınde özgülleştirmeye ihtiyaç
vardır.
Konuya bu açıdan baktığımızda, şu
noktalan tespit etmek gerekiyor: Her
şeyden önce, parlamentarizmin evrensel
bir kalıbı yok, fakat yalruzca bazı ilkele-
ri vardır. Bundan dolayı, birbirinin ayru
olan hiçbir parlamenter sistem örneği
yoktur; aksine, çeşitli bakımlardan bir-
birinden farklılaşan parlamenter rejim-
ler vardır
Cumhurbaşkanına şu veya bu
biçimde "by-pass" yapmak
veya onun imzasını
"otomatiğe bağlamak"
düşüncesi, yüriirlükteki
anayasamn doğnı bir yo-
rumuna dayanmamaktadır.
Anayasamn 104. maddesi gereğince,
cumhurbaşkanı devletin başı olarak
devleti ve ulusal birliği temsıl etmektedir
ve buna ilişkin yetkileri vardır; ama aynı
zamanda yürütme yetkisinin kullanı-
Imasında da bakanlar kurulunun -ihmal
edilemeyecek- bir ortağı durumundadır.
Cumhurbaşkanı, devletin başı sıfatıyla,
"Anayasamn uygulanmasını, devlet or-
ganlanmn düzenli ve uyumlu çalı-
şmasım gözetir." Cumhurbaşkanı ana-
yasada behrtilen bazı yetkilerini "bu
amaçlarla" kullanacaktır. Yeni anayasa
bu bakımdan 1961 Anayasası'ndan
aynlmaktadır. Çünkü, o anayasa, cum-
hurbaşkanının konumuyla ilgili olarak,
onun devleti ve milletin birliğini temsil
edeceğini belirtmekle yetinmiştir (m.
97).
Aynca 1982 Anayasası, eskisinden
farklı olan bu genel konuma uygun ola-
rak, cumhurbaşkanına tek başına işlem
yapma yetkisi tanımıştır (m. 105, m.
125/2; aynca m.107).
Aynca cumhurbaşkanı milli güvenlik
siyasetinin tespitinde -başkanı bulundu-
ğu Milli Güvenlik Kurulu'nu toplantıya
cağırmak ve onun gündtarüni tespit et-
mek suretiyle (Any., m. lO4/b-9, 10 ve
m. II8/1,4)- inisiyatifı elinde bulundu-
rur.
Cumhurbaşkanı yine bazı hallerde
Türk Silahü Kuvvetleri'nin kullanılma-
sına karar verebilir (Any., m.92/2). Ni-
hayet, anayasamn 108. maddesine göre,
cumhurbaşkaru -Devlet Denetleme Ku-
rulu aracılığıyla- idarenin "hukuka uy-
gun", "düzenli ve verimli" işlemesini de-
netier.
Cumhurbaşkanı yürütme yetkisinin
kullamlmasına genel olarak da "karar-
nameleri imzalamak" (Any., m. 104/1)-
12) suretiyle katılır. Bu anayasal yetki-
nin ne bir yasayla kaldınlması müm-
kündür, ne de bu "imza"lann otomati-
ğe bağlanması beklenebilir.
Görülüyor ki, yüriirlükteki anayasa-
ya göre, cumhurbaşkanı hükümet siste-
mimizin kurucu unsurlanndan biri
olup, onu -anayasa değişürilmediği sü-
rece- yürütme işlevinın yerine getirilme-
sinde saf dışı bırakmaya imkan yoktur.
Elbette, yine anayasa gereğince, hükü-
met politikasının belirlenmesinde asıl
yetki ve sorumluluk Bakanlar Kurulu'n
dadır. Ama bu, yürütme faaüyetlerinde
cumhurbaşkanının iradesine hiç yer ol-
madığı anlamına gelmez.
Bu bakımdan, devlet başkanının "ta-
rafsızlığı" da, onun hiçbir şeye kanşma-
ması, ciddi yanlışlar karşısında bile ha-
reketsiz kalması demek değildir; aksine
gerektiğinde "tavır koyma"lıdır. Bu "ge-
reğin" ölçüsü, anayasamn 104. mad-
desinin birinci fıkrasında, bu makamın
statüsüne ilişkin olarak yer verilen genel
tanımdır.
Sözün özü şu ki; cumhurbaşkanına şu
veya bu biçimde "by-pass" yapmak ve-
ya onun imzasını "otomatiğe bağla-
mak" düşüncesi, yüriirlükteki anayasa-
mn doğnı bir yorumuna dayanmamak-
tadır. Anayasa, devlet başkamna yasa-
larla yeni yetkiler verilebileceğini öngör-
müşken (m. 104/son fıkra), onun anaya-
sada mevcut yetkilerini bile yasayla or-
tadan kaldırma düşüncesi, olsa olsa bir
fantezi olarak yorumlanabilir.
SEMtHBALCIOĞLU
Halk Sağlığı ve Sağlık Sigortası
Doç. Dr. CAP^ER FİDANER
A
nkara Tabip Odası Bül-
teni'nin 1976 yılımn ocak ayı-
nda yayımlanan dördüncü
sayısını bu şatırlan okuyan
kaç kişi anımsar bilemiyorum. O dergi-
nin kapağında "Genel Sağlık Sigortası-
na Hayır!" sloganı vardı ve içindeki
yazılarda Türkiye'deki sağlık sorun-
lannın çözümlenmesi için sosyalleşti-
rilmenin uygulanması gerektiği, sağlık
sigortasınm bir işe yaramayacağı an-
latılıyor, devletin herkese ücretsiz sağlık
hizmeti vermesi isteniyordu.
Aradan geçen on altı yıl içinde Türki-
ye'de (ve dünyada) pek çok degişiklik
oldu. Artık tabip odalan, belli bir sağlık
sistemini savunan kaleler olma görevini
bırakıyorlar. Böylece "Türkiye'nin
sağlık sorunlannı çözme yükümlülüğü-
nün" gerçek sahibi olan Sağlık Ba-
kanlığı'na da konu ûzerinde düşünce
(belki de uygulama) üretme fırsatı veri-
yorlar. Tabip odalan sağlık sigortasını
"kategorik olarak" reddetmekten ne-
den vazgeciyorlar? Bu sorunun yamtı,
son yirmi yıl içinde yaşananlarda gizli.
Ancak tarihi yorumlarken aynı köşede
durmayı, aynı gözlükleri taşımayı sür-
dürürsek yeni açıklamalara ulaşamayız.
Şimdi son yirmi yıi içinde Türkiye'de
ve sağlık alanında olan biteni (yeni bir
gözlükle bakarak) kalın çizgiler halinde
sıralayalım:
1. Genel sağlık düzeyinin yükselmesi:
Bebek ölüm hıa 1972-77 dönemi için
binde 134 olarak hesaplanırken 1992'de
binde 54 olarak tahmin ediliyor. Doğuş-
ta beklenen yaşam süresi ise 1970"te 54.5
ken 1992'de 67.2 oldu. Toplam doğur-
ganhk hızı da son yirmi yılda 5.7'den 3.
5'e düştü.
2. Sağlık insan gücünün çoğalması:
1970'te 2572 kişiye bir hekim düşmek-
teydi; 1991 rakamlanna göre ise 1164 ki-
şiye bir hekim düşüyor. Hemşire başına
düşen nüfus sayısı 1970'te 4048 iken
1991'de 1311 oldu.
3. Sağlık sigortasımn yaygunlaşması:
1971'de yaklaşık 7-7.5 milyon kişi, yani
ülkedeki 36.2 milyon nüfusun beşte biri
sağlık sigortası kapsamına giriyordu.
1992'de ise sağlık alamnda sigortab olan
nüfus 30.8 milyon (%52) olarak hesap-
lanıyor. Yani nüfusun yandan çoğu
sağlık hizmeti alma umudu ile prim öde-
meye başlamış.
Yüksek teknolojiyi ilk
basamak sağlık hizmetlerinde
dekullanabilen bir ünitenin
sahibi kim olacak ya da kim
olmalı?...
Kuşkusuz tabloyu tamamlamak için
ülkemizdeki bebek ölüm hızının benzer
ülkelere göre oldukça yüksek olduğunu,
tıp eğitiminde niteliğin istenen düzeyde
olmadığını, gayri safı milli hasıladan
sağlığa aynlan payın gerekenden az ol-
duğu... eklenebilir. Ama bu eklemeler
ülkenin zaman içinde nereye doğnı gitti-
ğini açıklamaz; belli bir anda öteki ülke-
lere göre yerini tanımlar.
Zaman içindeki değişiklikleri ifade
eden bulgulardan çıkanlabilecek kimi
sonuclar var. Birincisi toplum sigorta-
laşmama önerisini pek benimsememiş.
İkincısi. buna karşın her şey de kötüye
gitmemiş. O halde bız de düşünce dün-
yasından yaşayan toplumun arasına
inebilir ve "Acaba temel sağlık k
nimlerini karşılamakta sağlık sigortası
işe yarayabilir mi" diye sorabiliriz.
Bu tartışmayı başlatabilmek için önce
beklentimizi tammlamamız gerek. Bu işi
bir deneyelim:
1. Bugün Türkiye'de en büyük hizmet
açığı ilk basamak hizmetlerinde ve özel-
likJe büyük şehirlerin gecekondu böl-
gelerinde gözleniyor. Sosyalleştirmenin
önerdiği "şehir tipi sağlık ocaklan",
pratisyen hekim deposu halinde ve ge-
reksinimi karşılamaktan uzak.
2. İlk basamak da içinde, bütün sağlık
sisteminden halkın yüksek teknoloji
beklentisi yıldan yıla artıyor. Buna ko-
şut olarak uzman hekime olan istem de
yükseliyor.
3. Ulaşım-ileüşim kolaylaştığı için
küçük ve yakın hizmet birimleri yerine
biraz daha uzak, ama nitelikli hizmet
sunan sağlık kuruluşlan yeğleniyor.
4. Daha iyi hizmet için insanlar para
verebilme olanaklannı zorluyorlar, ama
kurum ya da hekim seçme haklanndan
vazgeçmek istemjyorlar.
O halde insanlara uzmanlaşmış bir
sağlık hizmeti verebilen, yüksek tekno-
lojiyi ilk basamakta da kullanabilen,
yaptığı hizmete göre para kazanabilen
ve bu parayı verimli bir işletme oluştur-
mak için kullanabilen, kişiler tarafından
seçilebilen ve vazgeçilebilen bir ilk basa-
mak sağlık hizmeti ünitesinin yaşama
şansı olabilir.
Peki bu ünitenin "sahibi" kim olacak
ya da kim olmalı? Devlet mi, Sosyal Si-
gortalar Kurumu mu, bir hekim ya da
bir hekim grubu mu, yoksa herhangi bir
sermayedar mı? Bu sayılanlardan han-
gisinin "en doğru" ya da "en iyi" se-
çenek olduğunu tartışmak ise bu yazmın
sınıriannı aşıyor.
ANKARA
ANKA...
MÜŞERREF HEKİMOĞLU
Gerilim
G
ece yatarken kalbim duracak gibi, nerdeyse mil-
yonlarca yüreğin çarpınüsım duyuyorum. Sesler
çınlıyor kulağımda, silah sesleri, bomba sesleri,
ölenler, yaralananlar, geride kalanlann gözyaş-
lan, Başbakan Demirel'in sözleri, SHP lideri tnönü'nün
sözleri, muhalefet lideri Mesut Yılmaz'ın sözleri, Meclis
kürsüsündeki konuşmalar... Banş ve özgürlük içinde bir
arada yaşamak umuduyla şöylenen şarblar, sonra çocuk-
lanna sanlarak can güvenüği isteyen analarm sesi... Gece
karanyor giderek. Güneşi biraz utanarak bekliyorum. Ne-
lere tanık olacağını kestirerniyorum. Telefon çalıyor der-
ken, okyanusun ötesinden bir dost sesi.
- Geçmiş olsun, diyor. Sağlığımı soruyor. Yatakta dikili-
yorum. Tansiyonumun düşmediğini söylüyorum, bir göz
ameliyatına hazırlandığımı. Kolestrolün sımrda durduğu-
nu. Sağlığım modayı izliyor, diye gülümsüyorum sonra.
Her şeyin gerilimden kaynaklandığı söyleniyor çünkü. Tıp-
taki deyimiyle stres! Ben de teller kopmasm diye direniyo-
rum!
Sesler uydudan geliyor, odanın içinde konuşur gibiyiz
sevgili dostumJa.
- Bizim tellerimiz kopmaz, diyor. Çok içten ve sıcak geli-
yor sesi. Bizgerili meahşık bir toplumuz. Kopukluğu gerili-
mi bilmeyen toplumlar yaşar ancak. örneklerini yaşıyor
dünyamız. Darmadağın oluyorlar birden. Ama biz kopma-
yız, gergin tellerde de bir müzik üretir mızrabunız, yeniden
şarkılar söyleriz!
Tansiyonum düşmedi ama bu sözlerin gerçeğini düşün-
düm. Tarihimizi, coğrafyamızı, Kurtuluş Savaşı'mızı, Lo-
zan'ı, insanJanmızı, umudumuzu, özlemlerimizi... Banş
umudunu solduranlann da Lozan'ı Sevr'e dönüştürmek
özlemi var belki de! Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akde-
niz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleketin bütünlüğü-
nü bozmak istiyorlar! Ama bu memleket bizim! Büyük
ozanımızın dediği gibi, bir ağaç gibi tek ve özgür ve bir or-
man gibi kardeşçesine yaşamak özlemi de bizim! Ruhi Su'-
nun gürül gürüJ sesi çınlıyor kulağımda:
Bizim dostlar bizim!
Geçen akşam birkaç dost konuşuyoruz. Doğu Anadolu'-
yu iyi bilenler var, hiç bilmeyenler, Kürt kökenliler. Tartış-
malar, eleştirilerle söyleşi boyutlanıyor, sımrlan da aşıyor
biraralık. Derken yabancılar geliyor gündeme. Yıllarca ön-
ce banş gönüllüleri, Nuh'un gemisini arayanlar, uluslarara-
sı dağalar, sonra avalar. Ava diplomatlar nedense hep
Doğu bölgesini seçer, dağlarda avlanırlar. Bir de kilim ve
halı koleksiyonculan var. Yalnız ülkemizde değil, komşu
ülkelerde de. Kısa ve uzun tatillerini Doğu Anadolu'da ge-
çiriyorlar. İlleri, ilçeleri, köyleri, mezralan adım adım dola-
şıyor, kilim satın alıyorlar! Belki onlar da başka kilimler
dokuyorlar! Bu dokumalann ilmiklerini izlerken kimi söz-
leşmelerin, antlaşmalann kağıttan yaşama gecmeyişini açık
seçik anlıyor insan. Şimdi böyle bir dönemdeyiz işte. Ger-
çeklerle karşı karşıya, kan ve gözyaşı içinde, yanyana, can
cana!
Yüksek tansiyon, gerilim ama teller kopmayacak. Tele-
fondaki dostun sesi çınlıyor kulağımda. Biz geriume alışık
bir toplumuz. Nelerden geçtik, nelere direndik şimdiye dek.
Umutla tırmanırken nasıl tepeden aşağıya yuvarlandık kaç
k«z! Solan umudu nasıl yeşerttik sonra. Karanlığı delen ne
çok ışık parladı gecelerimizde. Bu dönemi de aşacağız elbet.
Aşacak yöntemlerde şaşırmayarak, yaralan sevgiyle, hoş-
gönlyle sararak, banş içinde yan yana yaşamanın koşulla-
nnda anlaşarak, tarihimizi, coğrafyamızı unutanlan uyara-
rak. Gergin tellerde güzel şarkılar çalmaya çahşarak. Elbet
mızrabı çalan ellerin de belli becerisi gerekiyor. Sakar eller
telleri koparmasa da şarkıyı bozabilır! Çok sesli şarkılar
söylemek özlemi de dinemez o zaman.
• • •
Bu yazımı sona erdirirken Sabah gazetesi muhabiri, genç
arkadaşımız tzzet Kezer toprağa veriliyor Karşıyaka'da.
Kuşkusuz o da mesleğine doymadan. özlemini dindirme-
den aynldı dünyamızdan. Eşinin karnında bir buçuk aylık
bir bebek bırakarak. Mesleğirnizde bir şehit daha. Okurlan-
na gerçekleri yansıtmak için gittiği görevde bir kurşunla can
verdi.
Tüm ölenler öyle değil mi? Hepsinin gözü açık mezarla-
nnda. Yaşama sevinci yeşermeden ölenler, bir rürküyü so-
na erdirmeden, bir görevi yanda bırakarak soluğunu yiti-
renler güzel bir mızrapla rahata kavuşur ancak. Dökülen
kanlann kuruduğunu, toprağın sevgi ve banşla yeşerdiğjni
hissederek.
OKURLARDAN
Bahşiş
İlk bakışta bahşiş sıradan,
basit, ûzerinde durulmaması
gereken bir konu gibi
görûnüyor. Sürekli büyük
sorunlar (!) peşinde koşan,
onlan açımlamaya,
yorumlamaya çaJışan
insanlar. yazarlar için
sıradan bir konu bu. Bence
öyle değil. İnsan,
yaşamındaki en küçük ya da
küçük gibi görünen konulan
bile incelemeye,
yorumlamaya,
değerlendirmeye almah.
Yaşamımızın en küçük
gizlerine, karanlıklanna bile
ulaşmaya çahşmahyız.
Yaşamı anlamanın ana
koşuludur bu.
Bahşiş konusunda yazmak
düşüncesi. geçenlerde bir
magazin derğisinde
okuduğum biryazıdanötürü
doğdu. Neler vardı o yazıda?
Bazı ülkelerde (Japonya,
Çin, Sovyetler Birliği) bahşiş
vermek yasak ya da bahşiş
vermeye iyi gözle
bakılmıyormuş. Bircok
ülkede ise iyice kanıksanmış,
insanlann alışkanlıklanndan
birisi oluvermiş. O yazıda
aynca kadının erkeğe göre
bahşiş verirken zorlandığı,
duygusal olduğu için de daha
çok bahşiş verdiği anlatılmış.
Bundan ayn, bahşişi veren ile
alan arasındaki sessiz
diyalog, sessiz gerilim, sessiz
çatışma konuedilmiş.
Şunu çok merak ediyorum;
bu yazıyı okuyupda "Ben hiç
bahşiş vermedim" diyebilen
biri var mı? Sanmıyorum.
Hepimizın. biryerlerde, bir
şeylerden ötürü bahşiş
verdiği kesindir. Bahşiş
vermek. gizli bir toplumsal
alışkanlığımızo zaman. Gizli
dememin nedeni farkında
olmadığımız ya da ahşkaniık
diyemeycccğimiz bir
alışkanlık oluşu. Sur
işliyormuşum duygusuna
kapılıyorum ama, ben de
bahşiş verdim. Öyle lüks
mekânlarda bulunmuş bir
insan değjlim, çok bahşiş de
vermedim, sonuçta ben de
veriyorum, bu alışkanlık
bendedeoluşmuş.
Üniversitede okurken bir
arkadaşımla. temizliğiyle
ünlü bir hamama gitmiştik.
Gercekten deçok temiz bir
hamamdı. Neyse, yıkandık,
giyindikçıkıyoruz... Bahşiş
maratonu başladı. Peştemal
verene, terlikleri çıkarana,
kolonya dökene, sııtımızı
kurulayana bahşiş veraıeye
başladık. Ne kadar zor bir
şeydir bu! Ne zaman
kaybıdır! Hamamda
çahşanlara tek tek bahşiş
vereceksiniz, yarunızda
bozuk r>ara bulundurmanız
gerekiyor, eğer yoksa, üstü
kalacakür, üstünü
isteyemezsiniz, bu küçük bir
soygundur. Gercekten o
hamamda bir kargaşa
yaşadım. Şimdi
düşünüyorum da gerçek bir
komediymiş bu.
Bahşiş konusunda yazılacak
çok şey var aslında.
Yaşamak için para
kazanmak zorunda kalan,
bunu da amaç haline getiren,
getirmek zorunda kalan
insanımız kapitalist düzenin
zorunlu kıldığı bu minik
sonuclar. olgularla gırtlağına
kadar dolmuş ve bunlan
(yine söyleyelım) kamksamış
durumda. İşin kötü yani
günümüz insanımn bu
olgular paralelinde
mutsuzluğu da artıyor. En
sonunda gideceğimiz bir yer
dc yok. geleccğirniz muğlak
gibi görûnüyor. İnsanoğlu
bu adi sorunlarla daha çok
uğraşacakgibi.
ESATTEZ