Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2\ MART1992 CUMARTESİ
14 GÖRÜŞLER
KARŞILAŞMALAR
ADALET AĞAOĞLU
Tesei
T
oplum bilincinin tipik ûyesi, kazara yere düşse ne
yapar? Onun ilk tepkisi çevresine bakmak olmaz
nu? Acaba bir gören var mı? Halime gülen var mı?
Acaba yanımda-yöremde, ardımda düşen başka
biri daha var nu?
Kaygılanndan ilk ikisi doğru çıkarsa, çok kötü; üçüncûsü
olmuşsa çok iyi: Madem başkası da düşmüştür eh demek
önüne bakmayıp salaklık eden, dalgınhğıyla gülünç duru-
ma düşen yalmzca kendisi değil! Dizi parçalanan, ayak bile-
ği indnen, canı yanan sadece kendisi değil.
Başkalannın d a tıpkı kendisi gibi carunın yandığını bil-
mek, düşmüş bulunmanın bütün maddi ve manevi kaygüa-
nnı, sarsıntılannı -sanki nasıl ortadan kaldınyorsa- kaldın-
yor. öyle ya: Elle gelen düğün bayram!
Felaket, başkalannın da başına gelince felaket olmaktan
çıbyor mu? Yoo... Ama bu, nasıl 'dayanışmaruhu' ise"baş-
ka ülkelerde de sel felaketi oluyor, komşulann da evi yandı,
çığ fsviçre'de de bir köyü altına aldı, grizu Almanyalarda
biîe patladı, ötekilerin de ailesi enkaz altında kaldı"larda
örtülü açık bütün acılan hafifletecek bir teselli aranabiliyor.
Belki de bu, toplum bilincinin, şimdisi, şu anı gibi kendi ge-
Ieceğini de başkalanmn, ötekinin, ola ki 'yukanda biri'nin
göbeğine bağlı görmekten doğan bir şey. Aynı kötülük baş-
kasına da oluyorsa, aynı felaketle 'ötekiler' de karşılaşıyor-
sa demek ortada tek başına işlenmiş bir kusur yok! Böyle
bir yıkımı tek başına haketmek, haketmiş bulunmak söz
konusu bile değil.!
. Demek, deprem yönetmeliğine bakmadan, ûç katlık yere
altı kat bina diken sadece ben değilmişım; baksanıza çöken
çökene, yıkılan yıkılana, düşen düşene...
Kendi kendinden sorumluluk, kendi varlığına sahip ol-
ma, bütünüyle kendi dışında bir yerlere devredilince, yüz-
lerce insanın ölümü karşısında bile "tek kusurlu olan ben
değilim"lerde bir teselli bulunabiüyor demek?..
Mafyacı dayanışma ruhu, 'kaderini' başkalanna terk et-
rnişlerin bıraktıklan boş alanda, vicdanlannı kendi dışında
birilerine devretmiş olmak değil de nedir?
Erzincan depremi, yıllardır tedirginliklerde boğularak,
içimiz kanayarâk, öfke duyarak izlediğimiz, sık sık dile geti-
rilen kapkaççı uyduruk yapılanma sonucu, bir doğa felake-
tinin insanlara verebileceği kaybı, sayıyla oranlanamaya-
cak boyutlara katlamıştır. Ama sanki olan biteni Meclisdışı
kılmak, aalar, yıJomlar karşısında ayaklanacak yeni isyan
damarlannı yatıştırmak ıçin hepsinin önüne şöyle mınltılar
konabiliyor: Doğa felaketidir. AJlahın takdiridir. Hem yal-
nız bizde değil ki, başka yerlerde de oluyor.
Depremden sonra TVde bir belgesel vardı. San Francis-
co yakınlanndaki büyük yer sarsıntısı gösterildi "Dünya-
daki Önemli Depremler" başlığı altında. Altbaşhk ise şöyle
bir şey: "An'ında görüntülenebilmiş ilk deprem..." O gün-
den bugüne kaç yıl geçmiş! Ama bakın biz şimdi "ABD'de
bile olabilen bu şeyi", Erzincan depremi ardından bir teselli
gibi izleyebiliyoruz: Görûyorsunuz işte, günün önemli olay-
lanna yan çizmeyen nasıl uyanık bir yayınahk var karşı-
mızda!
Fakat tam o anda, altına katı birinci katına inmiş yapıla-
nn altında yüzlerce insan ölmekte, yıkıntılardan iniltiler,
haykınşlar yükselmekte, çoğu da sesini yukan ulaştırama-
maktadır.
Deprem, sel, çığ gibi felaket belgeselleri, bunlar başımıza
geldigi zaman değil, keşke çok öncelerden ve sık sık gösteril-
se! Aşın kâr peşindeki ABD'li 'inşaatçı'lann San Frandsco
depreminde can kaybını kaçta kaç oranmda yükselttikleri
sırayla, sayıyla ortaya konsa,Erzincan 'yapıcılan'na da,
Trabzon, Kayseri 'yapıcılan'na da; ülkenin her yanında
boy veren şu yeni tip inşaatçılanna, yani hayatlann kendi
takdirlerine bırakılmayacağı hatırlatılsaydı. Ama artık, anın-
da görüntülenmiş bir deprem belgeseli yayımlayarak "San
Francisco'da da olmuştu..." demeye getirmek, herhalde an-
cak günümüzün bu en çirkin 'mimarlan'nı teselli edebilir.
Deprem belgeseli TV programına önceden işlendiyse bü-
yük rastlantı: Ama o haliyle, öyle bir gecede ne uyancıydı
ne avutucu.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
1932:YerüIikörler
Müskirat İnhisan fabrikalan
faaliyetlerine devam
etmektedir. Likörfabrikasının
mevsim meyvalanndan yapuğı
yeni likörleryakında piyasaya
çıkanlacaktır.
Müdiri umumi Asım Bey,dün
bir muharririmize şu
beyanatta bulunmuştun
- Likörlerimiz hariçte gün
* b
J J t HP 1T t TVT »* ğ
V» I j , J\_ ı JÎ\ kazanmaktadır. Mamulatımız
*. için yeni mahreçler tedarikini
TÜCCAR TERZt calışıyoruz.BilhassaSuriyeve
Mısır'da likör ve rakıianmız çok revaç bulmuştur. O kadar ki
buralara ait siparişleri yetiştiımek için çok müşkülât
çekiyoruz. Çünkü mevcut stok mallann hepsini gönderirsek
dahil için bir şey kalmıyacakür. Fabrikamız durmadan
çaiışmaktadır. Şimdıki halde portakal. mandelina, muz
işleniyor. Bundan sonra mevsim meyvalan olan çilek, vişne ve
sair meyvalardan likör imaline başlıyacağız.
TARİHTE BVGÜN
UÇAKTA İLK YOLCUf.
19O&DE BUGÜN, FRAN£I2 PtLOT HEMRl FARAtAN,
UÇAĞINA g\R YOLCO ALARAK HAVALAUDI. O ZAUA-
NA OE6İN rSK 8AŞMA UÇULABtLBN BU İLKEL
ARAÇLAKA k-K AUUAN YOLCUYOU. PİLOT HENRl
FAAMAAI VE YİHE&& PİLCT OLAN YOLCueu
LEON DELA6RAUGE,HAMau6lN ÖUCÜLE&İ
ARAStN&A SAYIUYORDU. FA&MAN, 1BO8 'İN
OCAK AYN£>A VOtSlN%ARKA UÇA&IYIA TA&İHİ
BİR UÇUŞ YAPMlÇ,KAUCrŞTAN SONEA,&İR /dU>~
METJİELİK BİR TURjj TXMAMUyAKAJ< AYNİ Y£BE
fA/MtÇ VE ÖDÜL KAZANMlŞTt. UÇAfOAR AKICAK
BÖYLE AT/SA MESAFELİ UÇJJfLAR YAPAB/ÛYOe-
Da. BU AÇIDAN BAKIUZSA, UAVAbA tCALMAk:
BİLE £O/ÇUHK£N,HENBI fABMAN'tN, YANINA
BİR DE YOLCU ALMASl ÇOK /
Tüpban ve Moda Babında..
CAHİTTANYOL
G
eçenlerde TBMM Insan Hak-
lan Komisyonu, yükseköğ-
retim kurumlannda türban
yasağının kaldınlması konu-
sunda bir karar almış... Bu karara karşı
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın
Yekta Güngör Özden, bir yıl önce tür-
banla ilgili Anayasa Mahkemesi ka-
rannın açık secik olduğunu ve Meclis'te
alman kararla çeliştiğini ve bunun ya-
sama organına gölge düşürdüğünü ileri
sürüyor. Yani kanun yapıa TBMM,
kanunlan uygulamakla yükümlü olan
yargı organlanyla karşı karşıya getirili-
yor. Sayın Yekta Güngör özden, "Ana-
yasa Mahkemesi'nin kararlannın bağ-
layıa olduğunu, bu mahkemenin ver-
miş olduğu karara karşı yaptlacak dü-
zenlemelerin anayasaya aykınlığını"
vurgulayarak "Kimse yetki ve sorumlu-
luğunun sınınnı aşamaz, hukuk dışma
çıkamaz" diyor.
Kuşkusuz Sayın Anayasa Mahkeme-
si Başkanı'nın yerden göğe kadar hakkı
var. Fakat herhangi bir konuda haklı
olmak başka, haklı olmanın gerçeklere
uyup uymaması yine başkadır. Bütün
hukuk kurallannın biçimsel (formel)
olarak tutarlı olması ve birbiriyle çeliş-
memesi gerekir. Aksini düşünmek, bizi
bir hukuk anarşisine götürür ki Türki-
ye'nin dramı budur. Bunun en kötü gö-
rünümü de politik otoritenin hukuksal
otoriteye baskı yapmasıdır. Türkiye Bü-
yük Millet Meclisi, hem hukuksal hem
de siyasal otoritenin kaynağıdır. Fakat
hiçbir zaman siyasal otorite hukuksal
otoriteyi buyrugu altına alamaz. Çok
partili parlamenter sistemde en büyük
tehlike, siyasal otoritenin hukuksal oto-
riteye egemen olmasıdır. Bu durumda
Meclis'ten çıkacak kanunlann sağlıldı
olması olanak dışıdır.
Fakat bütün bu söylediklerimiz hu-
kukun kendi iç sorunudur.
Cumhuriyet kurulduğu tarihten bu
yana anayasa ile diğer kanunlann bir
uyum içinde olması gerektiği savunul-
muş, buna rağmen bugüne kadar gerek
tek parti döneminde ve gerekse çok par-
ti döneminde başarı sağlanamamıştır.
Fakat biz burada bunun nedenleri üze-
rinde duracak değiliz. Sadece kanun-
lann tutarlı olmasının, uygulamada ye-
terli bir ölçü olacagını söylemek istiyo-
ruz. Çünkü dışsal olarak iki kanun tu-
tarlı olduğu halde içerik bakımından çe-
lişik yorumlara neden olabilir. Şu ko-
mik türban olayı buna en güzel örnekür.
Gerçekte bu olay sadece hukuksal peri-
şanlığımızın değil biümsel kavramlara
ve devletin doğal otoritesine sırt c^virişi-
mizin de bir göstergesidir.
Bu konuda Anayasa Mahkemesi Baş-
kanı'nın sözleri haklı. Daha önce yükse-
köğretim kurumlannda derslere, la-
boratuvarlara türbanla girilmesini ya-
saklayan Anayasa Mahkemesi karan
var. Bu karan ne Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ndeki bir komisyon ve ne de hü-
kümet kesimindeki bir kuruluş bozabi-
lir. HukuksaJ olarak bu doğru. Ama ka-
nunlann bir de jçeriği ve amacı var. Ge-
rek Meclis'teki İnsan Haklan Komisyo-
nu ve gerekse insan haklannı savunan
bir demek, bu türban yasagını insanın
doğal haklanna bir saldın olarak düşü-
nüyor. İlk bakışta buna hak vermemek
elde değil. Çünkü anayasalann varlık
nedeni "insanın doğal haklan"m koru-
maktır.
Neden her yerde geçerti olan
bir kural ûniversitelerde, kız
öğrencilerin uymak zorunda
olduğu bir kıyafet açısmdan
soz konusu olunca kıyametler
kopuyor?
Kıhk kıyafet, giyim kuşam, doğrudan
doğruya kişiyi ilgilendiren ve kişinin en
dokunulmaz özgürlüğünü içeren bir
alandır. Sanınm gerek Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ndeki "İnsan Haklan
Komisyonu" ve gerekse "İnsan Haklan
DerneğTnin akhevvelleri, bu gerekçeye
dayanarak Anayasa Mahkemesi'nin
karanna karşı bir tutum izlemişlerdir.
Buna bir de dinci kesimin ileri sürdüğü
Kuran ayetlerinin buyruğu eklenince
Anayasa Mahkemesi Başkanı, öteki
dünyada kurulacak olan "Mahkeme-i
Kübra"yı da karşısına almış oluyor.
Nitekim soyadı gereği mezarlıkta do-
laşması gerekirken ne hikmetse Türkiye
Büyük Millet Meclisi'ne seçilen bir zat,
Anayasa Mahkemesi Başkanı hakkında
türban yasağı nedeniyle yapmış olduğu
beyanattan dolayı suç duyurusunda bu-
lunuyor. Bu sayın suç duyurucusunu bir
yana atacak olursak yukanda ileri sürü-
len düşüncelerin hepsinin de kendilerine
özgü bir mantık dayanağı var. Fakat so-
runa bir de toplumsal açıdan bakaçak
olursak karşımıza apayıa bir görünüm
çıkar.
Insan haklanna düzen veren birtakım
denetim güçleri vardır. Bu dindir, bu ah-
laktır, bu hukuktur, bu töre ve adetler-
dir ve nihayet bu "moda"dır. Bunlar ey-
lemlerimize yön veren bir tür sosyal
frenlerdir. Her sosyal frenin gerisinde
"yap-yapma" diyen bir otorite vardır.
İnsanın eylemleri, bu otoritelerin buyru-
ğuna bağhdır. Her otorite kendi sınırlan
içinde birtakım emir ve yasaklar koyar.
Kanunlann arkasında kanun koyucu ve
yargıç; dinsel otoritenin arkasında Al-
lah; ahlakın arkasında toplumsal baskı;
modanın arkasında da toplumun beğe-
nisi bulunur. Kanunlar için suç ve ceza,
din için günah-sevap, ahlak için iyi-kötü
yargılan hareketlerimize ölçü olur.
Giyim kuşam bir taraftan bireysel ter-
cihlere bağlıdır ki bunu "moda" düzen-
ler. Fakat kişi eğer belli bir toplumsal iş-
levin üyesi ise o işlevin gerektirdiği kılık
kıyafeti giymek zorundadır. (Jrneğin
din adamlannın gerek İslamlıkta ve ge-
rekse Hıristiyanhkta özel giysileri
vardır. Elbette herkes görevleri dışında
istediği kıyafetle gezer, bu kimseyi ilgi-
lendiraıez. Bu kılık kıyafet kurallanna
uyup uymama ne anayasayı ne Büyük
Millet Meclisi'ni ne hükümeti ve ne de
mahkemeyi ilgilendirir. Bunlan bir-
takım yönetmelikler belirler. Okullarda
da bu böyledir. Ûniversitelerde de. Ne-
den her yerde gecerli olan bir kural ûni-
versitelerde, kız öğrencilerin uymak zo-
runda olduğu bir kıyafet açısından söz
konusu olunca kıyametler kopuyor? Ve
gerekçe olarak da Kuran'ın bu konuda-
ki emirleri ileri sürülüyor. Bir okul yö-
netmeliğinin yetki sınırlan içinde ve sa-
dece okulda geçerli olan bir konu, sanki
bir devlet sorunuymuş gjbi ikide bir
gündeme gelirse ve bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde bir türban savaşına
neden olursa yönetmeliğe karşı, kanuna
karşı Anayasa Mahkemesi seferber edi-
lirse ve hele bunun arkasında gerici bir
eylemin ayak izleri varsa bize "Sırat
Köprüsü"nde kuyruk olmuş ölülerle ce-
naze namazına durmuş Bekri Mustafa'-
nın kulağına eğilip "Türkiye'de türban
kavgası var" demek düşer.
FERRUH DOĞAN
>SİNEMA
CJC
L
BÜYÜKLER
GİR.EMEZ
Imar Yasası'mn Değiştipilme Zorunluluğu
Doç. Dr. ÇETİN GÖKSU ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
B
ugün Türkiye'de uygulanan
planlama pratiğinin, köklü bir
değişime ihtiyacı var. Ülkemiz-
de insan haklanndan hukuk
sistemine ve ekonomik sisteme kadar
birçok alanda düzenleme gereksinmesi
duyulmakta, bu konularda yeni geliş-
meler beklenmektedir. Ancak bu re-
formlann anlamlı ve pratik sonuçlan
elde edebilmesi için insanı ön plana alan
ve onlann en temel gereksinmeleri olan
"Insanca Yaşama ortamına" kavuştu-
rulmalan gerekir. Ne kadar sosyal ve
ekonomik reform yapılırsa yapılsm, bu
reformlar "mekâna" yani insanlann
gerçekten yaşadığı "cevreye" aktanla-
mıyorsa pradk açıdan başanlı olmuş
sayılmaz.
Bugün yasal çerçevede, Imar Yasası
ve buna bağlı öngörülen imar planı ku-
rallan, istenilen ve özlenen kent yapısını
ortaya çıkartmaktan uzaktır. 21. yüzyı-
la girerken ortaya çıkan yapı, değil gele-
cek nesillerin, bugünün insanına cevap
verememektedir. ınsanlann, olağanüs-
tü çabalarla ve özverilerle elde ettikleri
kentsel çevreler, insanca yaşanabilir
çevreler olmaktan çok uzakür.
Imar Yasası'na bağlı olarak uygula-
nan imar planının çok temel yanlışhklar
içerdiğinin farkındayız. Ama bunu nasıl
ve ne yönde geliştirebileceğimiz konu-
sunda da acıklık getirmeliyiz.
İmar uygulamasının doğurduğu
olumsuz sonuçlar spekülasyon, pahalı
kentleşme, kent çevresindeki arsalann
yağmalanması, gecekondulaşma, eko-
lojik değerlenn gözardı edılmesi, eski
kent parçalannın, plancılar ve sahipleri
tarafından sistemli bicimde yok edılme-
si, kıyılann betonlaşması, bütün doğal
değerlerin tamamen yok edilme aşama-
sma gelmesi, ibret verici yanlışlıklan ve
olumsuzluklan göz önüne sennektedir.
Sadece spekülasyon ve gecekondulaş-
ma olayı bile, imar planlanndaki anlayı-
şın ne kadar yanlış sonuçlar doğurduğu-
nu ispatlamaktadır. Kent çevrelerindeki
geniş topraklan kapatarak olağanüstü
kazançlar elde eden spekülatörler ile dü-
şük gelirli insanlann, kentlerin çevresin-
deki kamu arazilerini yağmalayarak
yaptıklan yasa dışı yapılaşma, imar pla-
nı kavramının planh bir kentleşmeyi
kontrol edemediğinin çok çarpıa delil-
leridir.
Artık çağdaş anlamda,
kentlilerin mutluluğunu ve
ihtiyaçlannı ön plana alan,
onlara insanca yaşanabilir
çevreler yaratmaya yönelik
yeni bir "kent
planlaması"nın yasal
çerçevesüıe ihtiyacımız
vardır.
Toprak mülkiyetini ön plana çıkaran
ve bu nedenle de bugün yaşadığımız
olumsuzluklann kökenlerini yaratan
imar planı uygulamalanndan vazgeç-
mek artık bir zorunluluk haline gelmiş-
tir. Binlerce ve milyonlarca insanın gele-
ceğini, "imar planı" adı altında haritalar
üzerine bir çırpıda çizerek ve boyayarak
duvara asmakla halledebileceğimizi
zannetmek, bilgjsizlik değilse nedir?
Kırsal alandan göç eden milyonlara her
sene belli sayıda konut yaparak çözüm-
ler arayamayız. Düşük gelirli insanlann,
kentlerde nerede^ nasıl bannacaklannı
sosyal tesislerden nasıl yararlanacakla-
nnı bütün bu imkânlan ne zaman ve
nasıl elde edebileceklerini hesaplama-
yan, bunlar için gerekli düzenlemeleri
öngörmeyen bir yaklaşımın esasen ba-
şanb olması mümkün değildir.
Denilebilir ki "imar planı" kavramı,
kentlilerin sorunlannı çözmekten daha
çok onlan, yasal düzenlemelerle yarattı-
ğımız olumsuzluklann ve imkânsızlıkla-
nn içinde kaderlerine terk etmek anla-
mma gelmektedir. Bu insanlar aç spekü-
latörlerin aşın pahalı "yapsatçf'lann ve
gecekondu ağalannın elınde oyuncak
olmak durumundadır ve imar planı uy-
gulamalan sürdükçe de sömürü düzeni
devam edecektir.
Şunu açıklıkla söylemek gerekir ki,
Türk plancılan ve mimarlan. kentlerin
bu olumsuz gelişmeleri içinde gerçek an-
lamda mesleki bilgilerini kullanama-
makta, spekülatif ve vurguncu zihniye-
tin kısıtlamalan içinde çalışabilmekte-
dir.
Artık çağdaş anlamda, kentlilerin
mutluluğunu ve ihtiyaçlannı ön plana
alan, onlara iı\sanca yaşanabilir çevreler
yaratmaya yönelik yeni bir "kent plan-
laması"nın yasal çerçevesine ihtiyacı-
mız vardır. Önerimiz, siyasal karar or-
ganlannın, Türk toplumunun bu ihti-
yacına yönelik çahşmalan bir an önce
başlatmalandır.
glÇEVREMİZ
OKTAYEKİNCİ
Erzincan'daki Dûzeyimiz...
G
eri kalmışlığımızın en son ve en dramatik göster-
gesi sadece Erzincan'daki yıkılan kamu binalan de-
8"-
Bu binalann yıkılma nedenleri üzerindekitartış-
ma dûzeyimiz de ne yazık ki, bir başka geri kalmışlık gös-
tergemiz.
Yaralar en hızlı nasıl sanlacak? Erzincanlılann sosyal ya-
şama yeniden kazanılmalan için neler yapüacak? Böylesi fe-
laketlere karşı ciddi ve kahcı önlemler naal alınacak? Bun-
lardan pek söz açan yok.
Söz açan olsa bile, âdeta bir "şok" havası içinde eski ihale
dosyalanndan "suçlu arayan" yetkililerin kopardıklan gü-
rültü arasında seslerini duyuramıyorlar.
Basınımız da -her nedense- bu kuru gürültüye özel bir
önem veriyor. Bilim adamlannın ve meslek odalannın imar
ve inşaat kurallanna yönelik kaygılan, "Bu binalan yapan-
lar kim" gibi daha çekıci sorular arasında kaybolup gidıyor.
Hele "sanıklar" arasında Demirel gibi bir "baba isim" de
ortaya atıldıktan sonra, kim dinler bilimin ve uzmanlığm o
uygar seslenişini; kim düşünür imar düzenindeki yaptsal
boşluklan...
•••
Zaten oldum olası hep böyle davranmıyor muyuz?
Bir toplumsal sorun tartışılırken onu yaratan koşullan
düzeltmek yerine, aynı koşuüann ürettiği insanlan yargıla-
makla yetinmiyor muyuz?
Ömeğın, artık kronik felaket düzeyine ulaşan trafik kaza-
lannda "suçlu" kim? Tüm ülkenin taşımaalıgını yüz binler-
ce kamyonun sırtına yükleyen; buna karşın uygar dünyanın
güvenilir seçeneği demiryollannı ısrarla paslandıran politi-
kalar aklanarak, sadece "hatalı sollama şampiyonu" sürü-
cülerimizi suçlamakla bu ulusal dertten kurtulabilmek olasj
mıdır?
Ya da başka bir örnek çarpık mimari. Binalann yüzde 80'-
inin mimarlık eğitimi hiç almamış kişilerce tasarlanıp, üste-
lik kacak yapılmalannı affeden bir imar anlayışı hoşgörüle-
rek bu çağdışı kent görüntülerinden kurtulmak için ifide bir
mimarlanmızı suçlamak, sorunu çözmeye yarayabiür mi?
İşte aynı geri kalmış
İhale Kanunu'nda
1950'lerden bu yana
izlenen yol, tam bir
karamizah örneğidir.
Devletönce kendi
saptadığı resmi fi-
yatlarla bir maliyet
hesaplar. Sonra da
bundan daha ucuza
yapacak birilerini arar.
aynı gen
tartışma düzeyimizi,
şimdi de Erzincan'da ser-
giliyoruz.
Onca binanın çürük
yapılmasına olanak sağ-
layan ihale ve imar düze-
ninin gerekçelerini yarş-
lamak yerine ve bu dü-
zenin "soyguna davetiye
çıkartan" kurallannı açı-
ğa çıkartmak yerine,
böylesi kurallann ya-
rattığı insan tiplerinin
yakalanna yapışıyoruz.
Ne kadar çok ahlak ve
vicdan yoksunu müteahhit bulabilirsek, o kadar "halkçı"
bir kamu görevini de yerine getireceğimizi sanıyoruz...
Oysa insanlarda ahlak ve vicdan bırakmayan iş alma ve iş
bitirme koşullan yasalarda bile "meşrulaşmışken", depreme
dayanaklı bina aramak. "Japonya hayalleri" ile avunmak
bifaz garip olmuyor mu? Asıl suçlular, bu imar ve ihale siste-
mini ülkeye yerleştirenler değil mi?
•••
Uygar ülkeler, yapılann teknığine uygun ve malzemeden
çalınmadan inşa edilmelerini nasıl sağlıyor? Tek güvenceleri,
müteahhitlerinin namuslu adamlar olması mıdır?
Elbette hayır.
Eğer öyle olsaydı, ömeğin Avrupa Konseyi, "Kentsel ge-
lişmede özel sektörün artan rolü, demokraük denetimi ge-
rekli kılar" gibi bir karar almazdı; "bırakmız yapsınlar, de-
netlemek solculuktur" derdi. (Strasbourg-3 Kasım 1988)
Uygar ülkeler başlrca üç çağdaş kuraldan ödün vermeye-
rek yapılannı sağlama alıyor, toplumu koruyor.
Birincisi, bilime saygıdır. Yani bilimin öngördüğü kural-
lan eksiksiz uygulamanın topluma karşı bir insanhk görevi
olduğunu kabul eden bir uygarlık düzeyi gerekiyor.
Ikincisi, uzmanlığa saygıdır. Yani her işi uzmanına yap-
tırmanın, aynı anda bir kamu sorumluluğu olduğunu kabul
eden bir kültür düzeyi gerekiyor.
Üçüncûsü ise toplumsal denetimdir. Yani toplumun esen-
liğini ilgilendiren her türlü özel girişimin, toplumsal çıkarlan
koruyan ve bu işlevleri güvencealüna alınan uzman kurum-
lar tarafından denetlenmesini solculuk saymayan bir politik
düzey gerekiyor.
Bizdeki düzey ise acaba ne durumdadır?
Hele ki şu kırk yıldır yürürlükte olan ihale sistemimizde,
hangi bilimsellik, hangi uzmanlık, hangi teknik denetim ku-
ralı var ki bu sisteme göre yaptınlan inşaatlarda da projesine
ve şartnamelere uygunluk sağlanabilsin?
Erzincan'da "kâğıttan kaplana" dönen o gösterişli kamu
binalannda inşaatlan kimin yaptığı elbette önemli, ama iha-
lelerin nasıl yapıldığı daha önemlidir.
İhale Kanunu'nda 1950'lerden bu yana izlenen yol, tam
bir karamizah örneğidir. Devlet, önce kendi saptadığı resmi
fiyatlarla bir maliyet hesaplar. Sonra da bundan daha ucuza
yapacak birilerini arar. Ve bulur da. Bulamazsa, bunca inşa-
at nasıl yapılır?
Açıkça müteahhitlere "Siz bu işin nasıl ucuza çıkacağmı
bilirsiniz" mesajı veren böyle bir yasal sistem yürürlûktey-
ken, üstelik hemen her yıl ilan edilen resmi fıyatlann piyasa
fiyatlanndan çok aşağıda olduğu da açık bir gerçekken Er-
zincan'da ayakta kalan tüm resmi binalann müteahhitlerine,
"kahramanlık madalyası" takmak gerekir.
Elbette, o işlerinde iflas edip ortadan kaybolmamışlarsa...
•••
Daha büyük felaketler "geliyorum" diyor.
Bu ses, bilimi ve toplumsal yaran dışlayan imar düzeni ve
yolsuzluklan meşrulaştıran ihale sistemiyle yıllardır haykı-
yor. Ama hâlâ duyulamiyor.
Erzincan'daki düzey böylesine büyük bir felaketin bile
sağırbğı gidermeye yetmediğini gösteriyor.
Yoksa kulaklanmızda "serbest yağma ekonomisinin"
dağıttığı tıkaçlar nu var dersiniz!..
OKURLARDAN
Ya^ılık
Gençlik ve sorunlan yine
gündemde. UNESCO'nun
bir zamanlar haarladığı
gençlik programlannda,
12-25 yaşgrubunagirçnler
f:nç olarak tanımlanıyordu.
irleşmiş Milletler'in aynı
konudaki incelemelerindede
a>Tiı grup alınmış ve bu
dönem, çocukluğun ilk
yıllanndan delikanlılıktan
geçilerek olgun çağın ilk
yıllannı kapsar denılmişür.
Yaşgrubunu 12-25 olarak
sınırlandırmak çekince
doğurabilirse de zorluk
yaşlılar bakımından da
geçerlidır.
CahitSıtkı ile 1940
başiannda tanışıpdostluk
kurduğumda "35 Yıl" şıirinı
daha yazmamışü. 1945'te
ödüllenen bu şurinde," Yaş
otuzbeş yolun yansı eder"
dediğinde "yaş yetmiş iş
bitmiş" sözünü
anımsatıyordu herhalde.
Yaşlılann kbltukta oturup iç
geçirmekten başka zevkkri
devardır.
Yaşlılar, hayatta kalabilmck
için akıllannı kullanma ve
kendılerinin saptayacağı
kurallara uyma zorundalar.
Bunun ödülü. kuşku
duymadan uyanmak, günün
getireceğine hazır olmak ve
başkalannın kurallanna
bağlanmaksızın bu güzel
dünyada yaşamı
sürdürebilmekür.
İLHAN LLTEM
İstanbul