02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
g i şUBATiagecuMA CUMHURIYET SAYFA _•.• • • KÜLTÜRSANAT 13 İ.Parm'ıjasftyfe^ ( • KültirServisi - 1 .Peron Sanatevi'nin et-ktnlikleriarasında yeralan "Resim S a n a t ı " söyleşisi yann saat 15.0O'te şaLnatevindeizlenebilecek. Marmara Üni versitesi Atatürk Eğitim Fakültesi öğreuim görevlileri arasında yer alan İsrnail Hakkı Demirtaş, Basri Erdem, E r o l özden, Vujal Yıldınm ve Veli Sapaz konuyla ilgili görüşlerini tartışacaklar. 1. Peron Sanatevi'nde pazar gûnü yine- aynı saatte arkeolog ve sanat tarihçisi Sezai Gülpen'in "Politika ve Estetik" başlıklı söyleşisi saat 15.00'teizlenebilecek. Radau'nun sergisi • Kültür Servisi - Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ResLm Bölümü'nde yükseklisans çalışmalannı sürdüren Zümrüt Y. Radaunun İstanbul Büyükşehir Belediyesi TaksLm Sanat Galerisi'ndeki resim sergisi 2 mart tarihine kadar uzatıldı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Hüsameltın Koçan Atölyesi'nden mezun olan Radau. geçen yıl 52. Devlet Resim Yanşması'nda ikincilik ödülü kazanmıştı. Sanatçının katıldığı sergiler arasında 1990Günümûz Sanatçılan İstanbul Sergisi ve 1992 Beyoğlu Töbank Sanat Galerisi'ndeki karma sergi de yer alıyor. Bizans Resim Sanatı • Költâr Servisi - Resim ve Heykel Mûzeleri Derneği'nin 1992 kış etkinlikleri arasında yer alan sanat tarihi konferanslan kapsamında bugün saat 14.00'te Resim ve Heykel Muzesi'nde Doç.Dr. Zeynep İnankur "Biza.ns Resim Sanatı" başlıklı bir konferans verecek. Resim ve Heykel Mûzeleri Derneğd'nin Resim ve Heykel Muzesi'nde düzenlediği sanat tarihi kursları da sürüyor. Yalçın Sadak ypnetiminde gerçekleştirilen "Rönesans", "Barok", "Rokoko" ve "Empresyonizm ve Sonrası" başlıklı kjırslar için 1594739 nolu telefondan bılgi alabilirsiniz. Öğpetmenin dramı • AA (Ankara) • Tutucuların güçlü oiduğu bir Anadolu kasabasmda giyiminden davranışlanna kadar çağdaş bir cumhuriyet kadını, bir Kemaîist olan "Ayla Öğretmen"in serüveni Devlet Tiyatrolan'nda sahnelenmeye başlıyor. Yaklaşık 5 yıldır Devlet Tiyatroları repertuvannda bekleyen Orhan Asena'nın "Ayla Öğretmen" adlı oyunu, eğitim sıstemindeki çağdaş ve çağdışı unsurlann karşıtlığı ve çatışması ekseninde Türk insanının son 30 yıllık çağdaşlaşma serüvenini ele alıyor. £afer K araokay ın rejisi ilc ilk kez sahneye çıkacak oyun, kent aydınmın açmazlan ve yerleşik değerlere karşı güçsüzlüğünü anlatıyor. SİNEMA 42. Uluslararası Berlin Film FestivaJi tüm hızıyla sürüyor Sado-mazo ilişkiler, cinsellik ve yalnızlık ATİLLA DORSAY 42. Uluslararası Berlin Festivali, tüm görkemiyle sürüyor. 4 bini aşkın gazetecinin yanı sıra Al- manya'dan sinema ile ilgili her- kes, dünyadan ise binlerce sine- ma profesyoneli bu festivali izli- yor. Heraçıdan büyük biretkinlik bu: Yüz- lerce film gösteriliyor, bunlarla ilgili ton- larca tanıtım malzemesi dağıtılıyor, ba- sın konferanslan yapılıyor. Yüzlerce film, hemen tüm ülkelerin sinemalannın temsil edildiği (bizimki yok) standlardaki videolardan küçük ekranlara yansıyor. müthiş bir alışveriştir gidiyor. Türk kö- kenli Beki Probst'un yönettiği Film- Market (Film Pazan) bu film ticarelinin bu yıl çok yüksek düzeylere ulaştığı bir olay. Sınemanın canı-kanı burada atıyor: Görsel bir çağ olan günümüzde, dünya- nın tüm ülkelerinin sinema salonlannı, TV kanallannı, eğitim programlannı ve başka şeyleri dolduracak her türden film, Berlin'de el değiştiriyor ve burada insan gerçekten de sinemanın uluslararası yü- reğinin attığını hissedebiliyor. Bu 'mahşer'de Türk sinemasının esa- misi okunmuyor. Sinemamıza yardım is- teyen veya vaat eden sinemacısından bü- rokratına herkesi birkaç gün için de olsa bu festivale getirip göstermeli diye düşü- nüyorum. Sinemanın, bir sanat olarak, bir sanayi olarak, bir ticaret olarak, bir kültür, eğitim-öğretim aracı olarak dün- yamızda nasıl canlı ve önemli bir medya, önemi azalmak şöyle dursun günden güne artan bir ıletişim alanı olduğunu daha iyi anlarlar. Çünkü bu olguyu bu tür etkinliklerde görüp anlamadan, ger- çek anlamda bir ulusal sinemaya yardım etmek, onun belini doğrultmaya çalış- mak kolay değil. Öa pbıu çtkan iki flhı Türlü-çeşitli (ve kimisi her şeye karşın bizim sinemamızı ve İstanbul Festivali'ni tanıtmaya yönelik) etkinliklenmizin ara- sında, odak noktasını kuşkusuz filmlcr oluşturuyor. Olabildiğince film görmeye ve çağdaş sinemayı kavramaya çalışıyo- ruz. Bunun için de bunca film arasından Kenneth Branagh'ın ilk yönetmenlik denemesi "Dead Again"de Andy Garcia ve Emma Thompson filmin başroUerinde. peşinen ıyı bir seçim yapmak gerekiyor. Yanşmah 'resmi bölüm', çoğunu sizlere duyurduğumuz fılmleriylc. şu ana dek çok parlak bir görünüm vermedi. Şenli- ğin tam yarısına geldiğimiz şu günlerde, yanşan filmlerin arasında ön plana çı- kanlar, David Cronenberg'in (Kanada) 'Çıplak öğle Yemeği-Naked Lunch', Fransız Eric Rohmer'in 'Kış Öyküsü- Conte d'hiver' filmleri oldu. Bunlann dı- şında kalan filmleri ödül için düşünmek bile olanaksız. Bakalım. ikinci yarıda ye- ni ve iddialı filmler gelip bunlara katıla- cakmı? Bu durumun başlıca nedeni, kuşkusuz festivaiin yanşma için 'reddedemeyeceği fılmler'le karşı karşıya kalması. Bir İs- panyol-Fransız ortak yapımı Uzun Kış', bir İngiltere-Almanya-İtalya ortak yapımı 'Utz*, bir Şili-İspanya ortak yapı- mı 'Sınır', bir İsviçre-Fransa ortak yapı- mı 'Yalanlar, Hep Yalanlar', ilk filmiyle kıyametler koparmış bir Branagh'dan gelen "Dead Again" vb. filmler, anlaşıla- bilecek çeşitli nedenlerle, yanşmaya alı- nıyor. Sonuç: Düşen bir kalite, umut ver- mekten uzak bir çağdaş sinema perspek- tifi. O zaman da koku alma duygumuza. sinemasal bilgi ve sezgilerimize güvenip asıl ilginç olanı başka bölümlerde anyor ve kimi zaman da buluyoruz. Panoramada ilginç filmler Örneğin panorama bölümü bu yıl il- ginç filmler gösteriyor. Bir Ingiliz-Alman ortak yapımı olan 'Rebecca'nın K»zlan- Rebecca's Daughters'- ünlü İngiliz ozanı Dylan Thomas'ın tam 40 yıl önce 'bızzat' yazdığı bir senaryoya dayalı bir tarihsel fantezi. 1840'lann İngıltere taşrasında soyluiarla, onlar tarafından amansızca. iliklerine dek sömürülen köylülerin öy- küsünü bir güldürü tonuyla anlatıyor bu ilginç film... Karl Francis'ın yönettiği bu kcndine özgü taşlamada, büyük oyuncu Peter OToole'un evlere şenlik bir 'buna- mış ve alkolik soylu' kompozisyonu da var ki görmelere değer!.. Bu bölümde izlediğimiz İsrail-Maca- nstan ortak yapımı (ortak yapımlann nasıl çoğaldığına dikkat ediyor musu- nuz?) "Uzun Gölge-The Londra Sha- dow', büyük Macar kökenli görüntü us- tası Vilrr.os Zşigmond'un ilk yönetmen- lik denemesi. İsrail'de (geçen Körfez sa- vaşı ^ırasmda ve' sonraşmda) çekilmiş olan bu film, yıllar sonra İsrail'e gelip ar- tık yaşamayan arkeolog babasının kimli- ğini öğrenmeye çalışan tanınmış bir oyuncunun, babasının dul eşine, yani Lınton KAVCM Johnson: 'Reggae bir dünya muzıgıdir Kültür Servisi- İstanbul Taxim Night- park'ta bu akşam saat 21.00'de bir konser verecek olan şair ve müzisyen Linton Kwesi Johnson, Fransa'da yayımlanan Best adlı müzik dergisinin sorulannı yanıtladı. Söyleşinin bir bö- lümünü aşağıda sunuyoruz: -Reggae müziğinin bugünkü konumu tredir? Reggae bugün artık bir dünya müzi- ğidir. Soul müzik vaya başka bir popü- ler müzik türü gibi. Polonya'da konser verdiğim sıralar, orada reggae toplu- luklanyla karşılaştım. İskandinavya'- da da ve şimdi Paris'te de... Bugün dün- yanın en popüler müzik topluluklann- dan biri olan UB40'nin sadece reggae çaldığı gerçeği, Bob Marley gibi insan- lannyaptıklannın ne kadar kuvvetli te- melleri olduğunun göstergesidir. O ol- madan UB40 bu kadar başanlı ola- mazdı.Bugüninsanlarınhâlârastafariyi ilgi çekici bulmalannı anlayamıyorum. Rastafari felsefesinin bugün reggae müziğinin üzerindeki etkisi minimal- dir. Reggae müziğinde kalan son ger- çek rastalar Culture ve Burning Şpear gibi topluluklar. Rasta hareketi bir dö- nem reggae müzığine iiham ve sbpiritü- alitesini verdi. Bunu herkes biliyor. Rasta hareketi mesajıyla siyah kültü- rün mirasına cilasını vurmuştur. -Fransa'da reggae müziği bugün hâlâ rastafariye çok bağlı... Tamam anlaşıldı... UB40'de saçlan "dreadlock"lu iki kişi var. Ama toplu- luğun önünde iki tane beyaz var. Ree- gae ırtık bir dünya müziği ve Jamai- kalıkrın monopolünden çıktı. Reg- gae'ıin köklerinin Jamaika'da olduğu- nu biliyoruz, peki ne yapahm? Fransı- zlar Amerika'dan gelen caz müziğinı çalanazlar mı? -Eaggamuffin-rap reggae- hakkında görtşlerin ne? Bizı parçalan beğeniyorum ,ama ge- nellkle çok sıkıcı. Benim için bas ve da- vu| ;ok önde. Yalnız beni sevindiren noka, bugün diskjokeylerin çoğunun cinstl isteklerini dile getiren mesajlar- dan uzaklaşıp, sosyal mesajlara yönel- meleri. -Sen raggamuffinin edebi boyu- tunv seviyorsun. Bunun, rap gibi bir evrin geçireceğine inanıyorsun... Bı da iyi bir dans müziği. Bugüne kadır raggamuffin boş mesajlar dışırda bir şey ulaştırmadı. -Eaha zeki bir konuma gelebilir bel- ki... Dıha önceleri daha zekiydi. Ama dahi da zeki olacaktır. Berlin Film Festivali'nden kısa kısa Yıldızın dili belası "Star" olmanın gereklerinden biri nedir? Herhalde "çenesini tutabilmek". Ünlü Norveçli oyuncu Liv Ullmann, Ingmar Bergman'ın "sabık eşi", bir zamanlar yeni bir Greta Garbo olarak tanıtılan, Garbo olamadıysa da uluslararası saygın bir kariyeri sürdüren Ullmann, geçen yıl bu zamanlarda Körfez Savaşı'nın en hararet- li günlerinde, Saddam'ın füzelerinin tehdit ettiği İsrail'de, canını dişine takmış bir film ekibiyle birlikte "Uzun Gölge" filmini çekmeyi sürdürüyordu. Polonyalı yö- netmen Vilmos Zsigrnond ve İngiliz oyuncu Michael York'la birlikte... Film, ölüm tehlikesi altında bitirildi ve bu yıl Panorama bölümünde Berlin Festivali'ne katıldı. Ne var ki Ullmann, beklendiği ve söz verdiğı halde son dakikada karar de- ğiştirdi ve şenliğe katılmadı. Niye? Çünkü geçen haftalarda bir Norveç dergısine verdiği beyanatta, politik görüşleri oldukça radikal olan yıldız "Almanya ve Ja- ponya, savaşta elde edemediklerini, şimdi banş yoluyla elde ettiker ve ülkelerimizi ekonomik işgale uğrattılar" demişti. Bunun üzerine Almanya hop oturup hop kalktı, Ullmann çeşitli kuruluşlarca eleştirildi ve üstelik ölüm tehditlen aldı. Bun- lardan korkan sanatçı da Berlin'e gelmekten vazgeçti. Iman'ın imanı Bılimkurgu yazar-yönetmeni Nicholas Meyer, ünlü "Uzay Yolu StarTrek" seri- sinin son ve 8. bölümünü yönetti ve film, yanşma dışı olarak Berlin şenliğine katıldı. Bizde de çok sevilen, bir TV dizisi olarak ün yapan ve sonradan 5 filmlik bir seriye dönüşen filmin bu yeni bölümü, yine gelecekte geçen, çeşitli masal ve mitoloji öğele- riyle donanmış gösterişli bir yapım. Her yaştan küçükler için bir yeni şölen... Artık biraz yaşlı ve yorgun yüzleriyle di- zinin bilinen kahramanları, VVilIiam Shatner, Leonard Nimoy, De Forest Kelly de başrollerde. Ancak kadroya yeni adlar katılmış. Bunlardan biri, ünlü manken İman. Kısa, ama etkileyici bir rolde gözüken bu dünyanın en pahalı mankeni, Paramo- unt şirketinin hatınnı kırmayarak Berlin'e geldi. Ve gelmeyen filmin asıl ünlülerinin yerine, basın toplantısına katıldı. Gazeteci ve fotoğrafçılar ise bundan hiçde şikâyetçi-gözükmediler. Çin fîlmi 6 Altın Ayı'ya ağırhğını koydu Tayvan, eski adıyla Milliyetçi Çin oldukça gelişmiş bir sinemaya sahip bir ülke. Sinemaya, sinema eğitimine, yayınlanna büyük bir bütçe ayırmış olan ülkede, son yıllarda Stanley Kvvan, Edvvard Chang gibi gerçekten ilginç yönetmenler yetişiyor. Cumhuriyet Kitap Kulübü T A K S İ T L E KİTAP V E İ Y O 15O YAYINEVİ • 11 .OOO KİTAP BtLGlEDtNMEKtSTlYOmjl*. Adım.Soyadım: Adrosim: Telefonum Adres: Cumhuriyet Kttap Kulübü Çağ Pazaıiama A.Ş. istiklal Cad. Zambak Sokak 4/1 Beyoğlu-İSTANBUL Tel: 252 38 81 - 82 252 38 61 - 62 Ansiklopedileriniz, romanlannız yerinizden alımr. 554 08 04 TURK KALP \ AKF1 KALBINIZ SIZIN İÇİN ÇALIŞIYOR, YA SİZ ?.. Muayene, Teşhıs Tedavi. Laboratuvar, Rontgen Tel: 275 12 44/45 - 248 58 66 Çin Halk Cumhuriyeti'nin Chen Kaige gibi yönetmenlerle yarattığı sinemaya katkıda bulunarak ilgiye değer bir Yeni Çin Sineması gö- rünümü yaratıyor. Geçen yıllarda "Rouge" adlı fil- miyle festivallerde ödüllendirilen Stanley Kvvan'm son filmi "Ruan Ling Yu" büyük ilgi gördü ve he- men Berlin I992'nin favorileri arasında yer aldı. Film, bizlere Çin'de sinemanın popüler bir kitle iletişim aracı oiduğu, yığınlan bü- yük ölçüde et- kilediğı, Hong Kong- da ilk sinema sanayiinin te- mellerinin atıldığı 1930'- lu yıllann çoktan unu- tulmuş ünlü bir oyuncusu- nun, Ruan Ling Yu'nun yaşamöykü- sünü anlatı- yor. Bu genç ve olağanüstü güzel oyuncu, o yıllarda Hollywood ve Alman sineması etkisinde gösterişli melodramlar üreten bir sinemanın Greta Garbo'su oluyor. Ancak özel yaşamında mutluluğu bulamıyor. Ve 1935 yılında, daha 25 yaşınday- ken intihar ediyor. Stanley Kwan, bu oyuncunun ya- şamını 2 buçuk saatlik özgün bir filmle anlatıyor. Film, bir yandan oyuncunun yaşamının en ilginç aşa- malarını canlandırırken, öte yan- dan dönemin arşivlerde korunabil- miş film parçalan aracılığıyla, ger- çek Ruan'ı tanıyoruz. Öte yandan yönetmen Brecht'çi bir tavırla, fil- min çekiminden, film üzerine tartı- şmalardan bölümleri, kendisinin de katıldığı günümüz sinemacılannın Ruan efsanesine bakışlannı da işin içine katıyor. Ortaya çıkan, bilinen "star özyaşamlan"na Hollywood usulü bakışın tümüyie dışında, ken- di özel ritmiyle işleyen, kendi solu- ğunu alan özgün ve etkileyici bir film. Biraz ağır, biraz durgun... Ama sonuç olarak insanda gerçek bir sinemasal heyecan uyandıran Ber- lin 1992'nin sayılı önemli yapıtlanndan biriyle karşı karşıyayız. Baş- roldeki Maggie Cheung ise gü- zelliği ve oyu- nuyla gerçekten de büyüleyici bir kadın. Bir diğer id- dialı film, Is- veçli ünlü yö- netmen Jan Troell'ün "İl Capitano" adlı son fil- mi vdi. 1988 yılında tüm İsveç'i ayağa kaldırmış olan bir gençlik cinayeti- ni, 2 genç ve avare serserinin, sorun- lu bir genç adamla sevgilisi olan kızın, gereksiz yere 3 kişilik bir aile- yi yok etmelerinin öyküsünü anla- tan film, olaya soğukkanlı, belgeci bir tavırla yaklaşan yanıyla dürüst bir fılmdi. Ama bilinen "sorunlu gençlik" filmlerine hiçbir şey ekle- miyor ve belki bir toplumbilimsel irdeleme olayı alarak kazandığı il- ginçliği , hiçbir biçimde sinema alanına aktaramıyordu. üvey annesine âşık olmasını anlatıyor. Ve bu ilişki ilerledikçe, bunun ölen babanın 'son arzusu' oiduğu meydana çıkıyor. Duyarlı, değişik bir film bu. Liv Ullmann ve Michael York'un oyunlarıyla da de- Jerlenen... Berlin 92'de ilgi çeken bir olay, Ameri- kan kadın yönetmenlerininfilmleri.An- cak bu konuda çok başanlı örnekler yok ortada... Bunlardan biri Gas Foot Liht- ning' Allison Anders'in ilk filmi olarak yanşmah bölümde karşımıza geldi. ABD'nin New Mexico eyaletinde erkeği evi bırakıp gitmiş, ama hâlâ genç ve güzel bir kadının, delişmen iki kızıyla birlikte yaşamını sürdürmesini anlatanfilm,esp- rili, hoş senaryosu ve Brooke Adams, Fa- uruza Balk gibi oyunculanyla dikkati çe- ken, ama sonuç olarak sıradan bir film. Panoramada karşımıza çıkan Lizzio Ber- den'in 'Aşk Cinayetleri-Love Crimes' fil- mi ise önemli bir konunun Amerikan usulü sulandınlmasının örneği. Tavladı- ğı kadınlann resimlerini çekeıî ve bu ara- da onlara sadistçe davranışlarda bulu- nan, tecavüz eden yakışıklı bir erkekle olayın peşine düşen bir kadın savcının öyküsü bu... Tahmin edilebileceği gibi, kadın savcı da kendisini 'adamın koy- nunda' bulacak ve onu yasaya teslim ede- yim derken bu sado-mazoşist ilişkiden hoşlanmaya başladığını ve kendi geçmi- şindeki sorunları da fark edecektir. Biraz 'Kuzuların Sessizliği' havasındaki bu il- ginç film, belgesel tadındaki birkaç 'kadın filmi'yle işe başlamış yetenekli bir yönetmenin Hollywood kurallanna tes- lim oluşunu simgeliyor ve sürüklüyor, ama inandırmıyor. Başrollerde Sean Yo- ung ve Patrice Bergin'in varhklan, filmi ayrıca oldukça da ticari kılıyor. CJoseNik ttmsı Cinsellik, bu yıl da Berlin'in ana tema- larından biri. Alman sinemasının deney- sel filmler yönetmeni Lothar Lambert'in filmi 'Kadınlar Üzerine Bilmek Istemedi- ğiniz Her Şey', günümüz Berlini'nden mutsuz, sorunlu kadın, erkek, eşcinsel portreleri çiziyor bizlere... 'Cinsellik dünyanın en iyi paylaşılmış sefaletidir' sözünü anımsatan bir yanı var bu siyah- beyaz, belgesel tadındaki 'yeraltı sinema- sı' örneğinin... Ve başrolde bir Türk kıa- nın, Nilgün Tayfun'un da şaşırücı, cüret- li bir oyunu var... Japonlar da bu cinsellik konusuna ol- dukça takmış gözüküyorlar. Panorama bölümünde yer alan Ryu Murakami'nin 'Tokyo Decadence-Topaz-Tokyo Yoz- laşmışlığı-Topaz' adlı çok ilginç filmi biz- lere^günümüz Tokyosu'nda boş zaman-y lannı 'sado-mazoşist ilişkiler içinde ki-. ralık kız' olarak değerlendiren genç ve güzel bir Japon kızının serüvenlerini an- latıyor. Genç kız, Tokyo'nun büyük otel- lerinin, kimi zaman zengın evlerinin de- korunda. dış görünüşleriyle saygın, zen- gin, çoğu zaman çokuluslu şirketlerin yö- neticisi konumundaki Japonlann en özel, en gizli isteklerini karşılıyor. Film, bir tür sado-mazo ilişkiler raporu gibi... Ama bu kışkırtıcı yanının arkasında, acılı ve karamsar bir hava var. Zaten a- çıkça Japonya kalkınıyor, büyüyor... Ama ne pahasına?" diye soruyor. Ve bu gerçekten bir ekonomik dev olmaya gi- den toplumda birden değişen değerlerle yozlaşan kadın-erkek ilişkilerinin insan- lan sonuç olarak ne denli mutsuz ettiğini gösteriyor. Bir diğer Japon filmi olan 'Kılıfsız Gece-Skinless Night' ise bizlere işi porno filmler çevirmek olan bir genç adamın yaşamını anlatıyor. Yönetmeni Rokuro Hizuki, gerçekten de bu tür film- ler yönetmenliğinden gelmiş. Ve seksi ti- carete döken her mesleğin bireye getirdi- ği umutsuzluğu ve mutsuzluğu kendi de- neyimlerinden gelen bir içtenlikle perde- ye yansıtıyor. Doğrusu bu Japon filmleri, yarışmadaki, yamyamlık üzerine moral tartışmalar yapan asık suratlı Japon yapımı 'Hikaragoke'den çok daha fazla ilgimizi çekti. Eşciıstl kpata iykisi Ve işte son olarak fonım bölümünde karşımıza çıkan birbirinden ilginç 2 film. İngiliz yönetmeni Derek Jarman'ı özel- likle İstanbul Festivali seyircisi, 'Cara- vaggio" adlı fılminden beri herhalde unutmamıştır. Bu yetenekli ve kışkırtıcı İngiliz, son filmi olan 'Edvvard 2'yi, bu eşcinsel kralın öyküsünü anlatan ozan Christopher Marlovve'un aynı adlı oyu- nundan uyarlamış. Metin aynı kalmış, ancak Jarman, dekor, giysi, eşyalar, vs. açısından tam anlamıyla modern ve ger- çeküstücü bir tavn yeğlemiş. Erkek ar- kadaşıyla birlikte tüm geleneklere mey- dan okuyan genç kralın öyküsü, bir kez daha Derek Jarman'ın Pasolini'yi anım- satan eşcinsel düşlerinin ve 'uyumsuz' es- tetiğinin dışavurumunu oluşturuyor. Ve biraz irkiltici ve kışkırtıcı yanlanna karşın, özgün bir yapıt olmayı başanyor. Seyircimizin yine İstanbul Festivali'- nden tanıdığı Kaurismaki kardeşler de son filmleriyle Berlin'de. Özellikle Aki Kaurismaki'nin yeni bitmiş filmi 'Bohem Hayatı-La Vie de Boheme' burada bü- yük ilgi gördü, kapılar-pencereler kınldı. Fin sinemasının bu harika çocuğu, bizle- re Paris'te, biri Fransız öbürü Arnavut (!), bir diğeri de sadece 'yabancf olan 3 aylak, 3 bohem sanatçı arasında geçen bir öykü anlatıyor. Bir kez daha, taptaze bir Kaurismaki mizahının baştan sona kendini duyurduğu bu film, karakterler üzerindeki çalışmasıyla sinemanın klasik durum ve öğelerini ters kullanımıyla yer yer ince, yer yer oldukça kaba güldürü öğeleriyle ve Kaurismaki'nin gözde oyunculannı bir kez daha kullanmasıyla değişik ve ilginç bir mizah örneği. Yaşama tam bır boşvermişlikle bakan, en 'kutsal' yerleşik kavramlarla bile alay etmesini bilen. kişilikli bir gülmece an- layışını tüm filmlerine yayan bir sa- natçının gerçekten ilgiye değer ve yine İstanbul'da görmeyi umduğumuzu son filmi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle