25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14Cumhuriyet görüşler 28Ocakl992 BURAŞI TÜRKİYE HALUKŞAHIN Köşeli Bîr Yan Ui stat Çetin Altan, Babıali'de bir gazeteden öteki- ne geçmenin, büyük bir konağın bir odasından bir başkasına geçmeye benzediğini söylemişti üç beş yıl önce. Bu hesapla, bir köşe yazısının bir sayfadan bir başkasına geçmesinin de konağın bir odasında koltuğun birinden kalkıp ötekisine geçmeye benzediği söylenebilir. "Burası Türkiye" köşesi üç aydan kısa bir süre içinde üçüncü kez yer değiştiriyor. Uçüncü sayfadan ikinci sayfaya derken, şimdi de Görüşler sayfasındayız. Cum- huriyet'in sadık okurlan belki hatırlarlar: Bu köşenin yazan 1979-1982 yıllan arasında Amerika Mektubu başlığı altında son sayfada yazmıştı. O dönemde haber ve dizi yazılan da birinci ve diğer sayfalarda yayım- lanmıştı. Sayfalar arasındaki bu gezinti sırasında sa- bit kalan, Cumhuriyet okurlannın değişmeyen dikkati oldu. Babıâli konağının odalarında da bıraz dolaşmış bir yazar olarak biliyorum ki Cumhuriyet gibi köklü bir geleneği olan ve okurlanyla sıkı duygusal bağlantılan bulunan bir gazetede her koltuk tam ortadadır. Başka yerlerde gözden kaçan, Cumhuriyet'te kaçmaz. Dün kaçmazdı, bugün de kaçmıyor. Ancak yazının yayımlandığı sayfa, onun içeriğini, üs- lubunu ve tonunu etkileyebilir. Bu açıdan, Batı'nın saygın gazetelerinde artık "standart" hale gelen "görüş- ler" sayfasmın özellikleri üzerinde biraz durmak yararlı olur. Anglo-Amerikan gazetelerinde bu sayfalara "qp-ed" safyalan adı veriliyor. Yani "opinion-editorial" (görüş- ler-başyazılar) sayfalan. Formül her yerde aynı: Gaze- tenin belirli konulardaki tutumunu belirten imzasız başyazılar, köşe yazarlannın kişisel görüşlerini yansı- tan köşe yazılan, güncel siyasi karikatür ve okuyucu mektupları bu sayfada yer alıyor. Haberlerden ayrı, bir "yorum" sayfası burası. O gazetecilik geleneği içinde haberlerin tam anlamıy- la tarafsız ve olabildiğince "objektif" olması isteniyor. Buna karşıhk, gazetenin tarafsız olması asla söz konusu değil. Başyazılarda açıkça taraf tutuluyor, hatta belirli aday ve partilerin gazete tarafından desteklendiği ilan ediliyor. Köşe yazılan ise yalnızca yazannın görüşünü belirten ve gazeteyi bağlamayan "kişisel kürsü"ler... Gazete yönetimi daha çok farklı görüşlerde köşe yazar- lannın birbirlerini dengelemesine çaba gösteriyor. Yazılann içeriği ve tonunu etkileyen bir başka öğe de yayımlanma sıklığıdır. 17 yıllık Babıâli seruvenim için- de bu konuda epey deneyim kazandım. Haftada imzah dokuz (evet, rakamla 9!) yazı yazdığım da oldu, haftada bir tek yazı yazdığım da. (Hiç yazmadığım kısa dönem- leri hatırlamak bile istemiyorum; susmak zorunda kalmış bir köşe yazan, bir arsa köşesinde tekerlekleri sökülmüş ve hurdacının gelmesini bekleyen bir otomo- bil kadar hüzün vericidir.) Yazı yazma sıklığını değiştirmek, biraz vites degiş- tirmeye benzer. Araba başlangıçta biraz zorlanır. Her vitesi denemiş biri olarak söyleyebilirim ki yazılann sayısı azaldıkça konu bulmak zorlaşır. Her gün yaza- caksanız, eliniz mahkûmdur. Konunuz o günün önemli konusu olmak zorundadır. Haftada dört beş yazıda da günceli izlemeye çaba gösterebilirsiniz. Ama bu sütu- nun yazan gibi gazetedeki yazar zenginliğı ve yer sıkışıklığı nedeniyle haftada iki gün (salı, perşembe) yazıyorsanız ve yazılannızı yayın tarihinden iki buçuk gün önce teslim etmeniz isteniyorsa, günle ölçülen gün- cele takılmak, kepçe ile istavrit yakalamaya çalışmaya benzer. Tavsiye edılmez. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET rlalı aMkkaftlın r- 1932:Kaçakeşya Gümrüklerde kontenjan tatbikat: dolayısile memlekete girmesine müsaade edilmiyen birçok mallann gayrimeşru şekilde ithalineçalışıldığı öğrenilmiş, Gümrük Başmüdürü Seyfı Bey tarafından bu hususta tedbir alınmıştı. Bu tedbirler faydalı semereler vermiş, bazı eşyalar tutulmuştur. 1962:Ulay'ınistifası Dün gece istifasını geri alan Tabii Senatörlerden Sıtkı Ulay bu sabah dilekçesıni tekrar Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü'ye vermiştir. öğrendiğimize göre Ulay Memleketçi Serbest Partiye girmiştir. Sıtkı Ulay istifasında "26.1.1962'de siyasi bir partiye intisapettığimden Anayasanın 70'inci maddesinin uygulanmasını rica ederim" demektedir. Bugün kendisi ile görüşen basın mensuplanna Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü, "Ulay'ın istifasında bir yanlışlık vardı. İstidasında siyasi hayata atıldığını belirtmekteidi." dedi. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN PLANLl KIY/M! 1973'T£8U6ÛN, TÜRKİYE'NİH,ABO LOS ANGOES BAÇKONSOLOSU UE YAHOfKlCfSt, BİR ERMBNİ 7*RAFtND*N ÖLOÜBÜUHJ!'MlS/ROfÇ WWIKYAN4D U YAŞLI8İK E8MENİ, TVKtC KONSOLOCIMĞUNA ' TELEFOH EDİP,OSMANULAR'A AİT K/yMETLİ Bİ* TA8LOYU TİMIKİYE'YE BAĞIŞLAMAK İSTEDİ&Nİ £ÖYL£Mİ$7İ. BA$KOUCOUXUMUZ VE YARPfMC/- Sl ÇAĞRtYA UYAMK, APAMfN KALMA/O* OU>U- ĞU SAN/» BAB8A& 'OAKİ OTBIE GİTT/LEK. OÛ4- yA GİRDİKLERİNPE, EKMENİ.SİLAHINI ÇBCEBEK OHLARA ATEÇ ETMEYE BAŞLADi! BAŞHONSOtÛS MEHMETBAYDAG VE yABDtAACJS/ SAHAOtR OE- MİR,OLAY YERİHPE ŞEHİrOLOULAR. ÇOK6EÇ- 'MEDEN TUrUKlANAN 7? YAŞlNDAtCI KATİÜM TÜRKÎYE OO6UMLU OLOOGU AAUA?ltACA*T#. Sosyal Demokrat Zemin Tammlanmalı Prof. Dr. TOLGA YARMAN U * • lkemize dönük bazı tahliller, yurtdışında, içeride yapıldığm- dan daha iyi yapılıyor. Kendimizi, toplumumuzu hâlâ tanımıyoruz, anlamıyoruz sanki... Top- lumsal ağnlanmıza, sızılanmıza "tam" teşhis koyamıyoruz. O zaman da çare bulamıyoruz. Ulusal siyasi yelpazemizin nasıl oluş- tuğu, kaba hatlanyla belli sayılabilir. Bununla beraber "parti profillerinin" nasıl olduğu pek çabşılmamış görünü- yor. En fazla da galiba sosyal demokrat, genelde sol kesımin, "siyasi yapısı" kar- maşıklık sergilıyor, tam bilinemiyor. Orneğin kim SHP'li, kim DSP'li? SHP ve DSP aynşması, yalnızca bu iki parti- nin üst yönetimlerin arasındaki uyuş- mazlıktan mı kaynaklanıyor? Pek bilin- miyor. Bana öyle geliyor ki "göç patlaması", buna da bağlı "özlem patlaması" uzan- tısında, özellikle kentlerdeki "sosyal de- mokrat yapılanma" beklentilere tam ce- vap veremiyor. Partilerarası örtüşmeler ve geçişler ya- nı sıra özellikle SHP ve DSP'nin taban- lannda farklı nüvelerin bulunduğu da dikkate gelebiliyor. Nedir ki söz konu- sunda sosyal dinamikleri hiç incelemi- yoruz. Ülkemizde siyasete ilginin arttığı bir gerçek. Bu olumlu bir gelişmedir. Ama siyasette partilerin kendi kendilerini tam tahlil edemedikleri ve sistemleştireme- dikleri izleniyor. Ülkemizde kitle partilerinde üye kay- dı, üye adayının özelliklerine göre değil de neredeyse "doğrudan", hatta birisi aracılığıyla başvuruya göre yapıldığı için üyeler açısından, örneğin Avrupa'- daki partilerde olduğu gibi, belli bir "üye dağıhmı mozaiğini" gerçekleştir- mek mümkün olmuyor. Oysa "oturmuş bir sol partinin" söz gelişi belli bir üye yapısının, buna yöne- lik belli bir hedef kitlesinin olması gere- kir. "Parti profili", dolayısıyla partideki çeşitli kesimlerin ağırlıkları açısından böylesi bir yaklaşım önem taşır. Yoksa parti kuruluş ve var oluş ilkelerini, ko- laydan hayata geçiremez ve izleyemez. Bir siyasi partinin "yapısı" haliyle "di- namik" de olabilir. Sol ve sosyal demok- rat partiler günümüzde değışimin ve dö- nüşümün öncülüğünü yapacaklarsa böyle olmak zorundadırlar. Bunun için yalruz "parti dinamikleri" iyi anla- şılmalı, hatta bir ölçüde yönlendirilebil- melidir. Ülkemiz temel dinamiklerinin sol, o arada sosyal demokrat kesimde iyi kav- ranabildığıne ılışkın belirtiler yok! T U I M H I I Htrid ittifaUar Tarih boyunca toplumlarda ya da toplumlararası yürürlük kazanmış çeşit- li ittifaklar olmuştur. Burada öne çekmek istedigim ittifak, "aristokrasiye" karşı, kısaca "halkın", biraz daha aynntılı söylersek "kent ay- dınlanyla vasat ilerici kentlilerin" yani "burjuvanın" ve "kent varoşlannda ya- şayan ilerici yoksullann" ittifakıdır. Sözünü ettiğim tarihı ittifak dünyanın birçok yerinde, tarihin birçok kesiminde geçerli olmuştur. Bu ittifak, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) mayasında var- dır. 1973 ve 1977 CHP ivmelenmesinin kökeninde 'ilerici yoksul- aydın kentli' ittifakı, yine tarihi işlevini sürdürüyor görünmekte... Bu ittifakta şimdi "sendi- kal hareketler", sol çerçevede yer alan Sosyal demokratlar, yani çağdaş, toplumcu, ilerici, dönüşumcü demokratlar acaba toplumun tam olarak hangi kesimleriyle güçlü ve zorlamasız bir ittifak gerçekleştirebilirler? öteki çağdaş unsurlar, bir kısım ilerici kırsal unsurlar, özellikle de kırsal kesım- den kentlere göçerek buralarda tutun- maya çalışan "ilerici göçerler" yerlerini almaktalar. Kanımca işte buralardan başlayarak günümüze gelirken dikkate getırdiğim "tarihi ittifakın" fena halde zorlandığını ve çatırdadığını izliyoruz. Söz gelişi ilerici bir emekli öğretmenle özlem dolu ilerici bir göçer, SHP'de bir araya geliyorlar. Düşünün, büyük kente geleli üç beş yıl olmuş ve burada tutun- maya uğraşan, hayatını diyelim ki "ko- koreç" satarak sürdürmeye sıkışmış de- likanlı bir göçerin, sorunlanyla, özlem- lerini yaşayamamış, toplumun çağdaş- laşmasına omuz veren, sorumluluk bi- linci üst düzeydeki emekli bir öğretme- nin sorunlan birbirinden o kadar farklı oluyor ki... Bunlar omuzdaşlık yapamı- yorlar, gönüldaşlık kuramıyorlar... Ko- korec satan delikanlı, yerleşik kentli emekli öğretmene; kendi çizgisinden ol- mayan biri gibi bakıyor. Emekli öğret- menin çünkü kirada da olsa bir evi olu- yor. Devlet güvencesinde bir "emekli maaşı" bulunuyor. Buna karşıhk emekli öğretmen, deli- kanlı göçeri yeterince saygılı, yeterince nazik bulmuyor. Bazen saldırgan bulu- yor. Kendisini "kuşatılmış" hissediyor. Sorunlan tam değerlendıremese de içten içten rahatsizlık duyuyor. Biraz karikatürsel olarak anlatmaya çalıştığım, iki yüzyıl öncelerinden beri egemen güçlere karşı çahşagelen "tarihi ittifak" ülkemizdeki göç ve özlem patla- masıyla artık büyük kentlerimizde çalış- maz oluyor, çatırdıyor.. Otuzuna yeni basmış bir göçer kokoreççi ilerici deli- kanlı ile ilerici aydın emekli öğretmen aynı bir ideal doğrultusunda artık bulu- şamaz oluyorlar. Anlattıklanm, daha nice aynntısıyla özellikle sosyal demokrat kesimde, SHP'de, belki DSP'de yaşanıyor. Benim görebildiğim kadanyla, hatta SHP'deki hiziplerin oluşumunda derinden derin- den fevkalade belirleyici olabiliyor. Bu, hızlıca söyleyecek olursak genelde "sol"da böyle. Onun için de "soi" bölü- nüyor. Yer yer çok yapaylaşan ve maale- sef özü boşaltılmış, ama gösterişli, coş- kulu bir söylemin dışında bir anlam ifa- de etmiyor; daha kötüsü, üretici ola- mıyor. Masri Wf taptamal sol itttfafcT Kanımca temel bir soru şudur... Top- lumumuzun güncel koşullannda çatır- dayan, dikkate getirdiğimiz "tarihi sol ilerici ittifak" acaba sürdürülebilecek midir? Bu ittifakı sürdürmenın koşullan ülkemizde var mıdır? Sosyal demokratlar ülkemizde, hem dünya koşullannı, hem ülkemızin özel- liklerini ve özlemlerini iyi değerlendirip yoğurabilmelidirler. "Sosyal demokrasi evrenseldir: Biz de uygulanz olur biter", demek yetmi- yor. Hangi sosyal demokrasi, şu ülke- mizde yaşanan, ülkemizin ötelerine ta- şan "göç patlamasını", "özlem patla- masını", buna bağlı sorunlar yumağını yaşamış ki!.. Yeni kavramlara ihü'yacımız var!.. Basınımızın da o arada derin devini- min genelde dışına düştüğü iileniminde olduğumu, kaydetmek istiyorum. Göç izdihamı, keza "sol"da kendimizi siyasi olarak sistemleştiremiyor bulun- mamızın sonucu, ne oluyor biliyor mu- sunuz... "Sol"da siyaset, maalesef çok sayıda örneği itibanyla, "bireysel" bir sınıf atlama aracına dönüşüyor!.. FERRLHDOĞAN KİMLİtCLERİMİZ 4 LÜTFEN... 5M.P Medya: Frekans Yrd. Doç. Dr. NURDOĞAN RİGELl.Ünv. Basın Yayın Yüksek Okulu G ünlük konuşmalanmızda son zamanlarda fazlaca kul- landığımız "medya", istenilen mesajı gondermeşe ve dağıl- maya yarayan alanlara verilen addır. Medyanın, tanımı itibanyla, mesajlann topluma dağıtılmasında, yayılmasında kullanılan araç olduğunu düşünürsek, elektromagnetik spectrumu (frekans yelpazesi) oluşturan, frekans dağıhmlan da doğal bir medyadır. Temel olarak bir saniye içinde sesin yaptığı titreşime frekans denir. Gerek radyoda, gerekse TV'de yayın yapılabil- mesi için uygun frekans ve genliklerde sinyal (titreşım) üretilmesi gerekir. TV'de sesin yani sıra görüntü de oldu- ğundan sinyallerin nakli için çok yüksek frekans gerekmektedir. Frekanslar sani- yedeki titreşım sayısı ile birbirinden ay- nlır. Titreşim sayılan da birbirine yakın olunca enterferans (etkileşim) başla- maktadır. Uzayın yansıtıcı görevi yaptığı fre- kans yelpazesinin en yoğun müşterileri artık TV şirketleri oluyor. Bir yayın da- ğıtım ortamı olan elektromagnetik uzay, hiçbir kişi, kuruluş veya ulusun malı ol- mayıp, bütün insanlığa aittir. Bu neden- le kullanımının tam bir kontrol altında tutulması gerekir. Merkezi Cenevre'de olan ve frekans kullanımını koordine eden Internatio- nal Telecommunication Union (ITU) frekans kargaşasını uluslararası düzey- de çözümleyebilmek için oluşturulmuş- tur. Uluslararası iletişimin en eski ve ge- leneksel örneklerinden biri olan ITU, Birleşmiş Milletler'in ihtisas kuruluşla- nndan biridir. Üyelerine, telefon, telg- raf, radyo, televizyon, fax haberleşmesi konulannda yardımcı olur ve uluslara- rası haberleşmenin genel çizgilerini be- hrler. ITU, radyo frekansı ile haberleşmenin serbestçe gerçekleştirilmesini ve gereksiz kanşmalan önleyerek ülkelerin haber- leşme sistemlerinin en verimli şekilde çalışmasım sağlar. Aynca ITU, periyo- dik olarak üye ülkelerle yaptığı toplantı- larda, üyelerinin iletişim teknolojisinde- ki gelişmişliğıne göre frekans aynmını ve kullanım alanlannı oluşturur. Her ülkede ITU'nun belirlediği fr8- kanslann dağılımını yapan yetkili or- ganlar, gerek yayın yapmak isteyen mü- teşebbisler, gerekse . istasyonlar ara- sındaki frekans faktörünü dikkate al- mak zorundadır. İşte bu faktör, yaym- Uzayın yansıtıcı görevi yaptığı frekans yelpazesinin en yoğun müşterileri artık TV şirketleri oluyor. daki istasyon sayısını önemli ölçüde sınırlar. Bu konudaki en büyük zorluk "ortak kanal enterferansı"dır. Aynı ka- naldan yayın yapan değişik istasyonlar- dan kaynaklanır. Bir diğer enterferans çeşidi de "bitişik kanal enterferansı"dır. Bu probleme, mevcut radyo ve TV istas- yonlannın birbirlerine çok yakın kanal- lardan yayın yapması neden olur. Ülkemizde bugünlerde yaşanan yayın karmaşasını 1980'li yıllarda tecrübe eden İtalya ise artık orman kanunlann- dan yavaş yavaş çıkarak bu alanda dü- zenli bir sisteme doğru geçmeye başla- mıstır. ftalya'da 1991 yılının son Bakanlar Kunılu toplantısında gelecekteki İtal- yan audiovisuel görünümüne şekil vere- cek frekans dağıtım planı benimsendi. Bu çerçevede ltalyan hükümeti, ülke ge- nelinde yayın yapacak 12 kanala, bölge- sel yaymı hedefleyen 500'den fazla kana- la frekans vermeyi kararlaştırdı. Aynca Italya'da bu konudaki yasa 'bir grup da- ğıtılan toplam frekanslann yüzde 25'- inden fazlasına sahip olamaz' diyor. Örneklere baktığımızda frekans dagılımındaki düzenlemenin nasıl bir ciddiyet içinde olduğunu rahatlıkla gö- rebiliyoruz. Ülkemizde ise bu dunım 'frekans verilmez, alınır' esasına da- yandınhyor. Tüm bunlar ışığmda, son olarak Ma- gic Box'ın, ikinci TV kanalı olma yolun- daki Tele-On'un ve müteşebbis Erol Ak- soy'un antene çıkarmaya çabaladığı Show TV'nin yaymlan frekans sorunu- nu, dolayısıyla kanallann birbirinden etkileşimiyle meydana gelen görüntü bozukluklannı halkımıza yaşatacak. Bu nedenle hukuksal düzenlemelerde artık çağın gelişimine oranla hızlı davranıl- ması gereğıni bir kez daha gündeme ge- tirdi. 'Kanunsuz uygulamayı yapanm, ka- nun daha sonra gelir ve yasalaşınm' dü- şüncesini bırakmalıytz. Televizyonda genel vayıncılık yapma- yı hedefleyen kuruluşlarla, bölgesel ya da uzman yayıncılığa yönelen kuruluş- lar hedef kitle aynmlannı yaptıktan son- ra yayını havadan mı, yoksa kablo tek- nolojisi ile yerden mi vereceklerini belir- lemelidirler. Şu anda tstanbul'a yönelik yayın yapmak her kuruluşun hayali ol- duğundan şehir üzenndeki frekanslann kullanım sınınna gelinmiştır. Bu neden- le tstanbul'da başlanılan kablolu-TV teknolojisiyle ilgili çalışmalar hızlandı- rılmalıdır. Kablolu yayının başlamasıy- la birlikte İstanbul'un frekans problemı de sona erdirilebilir. DEĞİSEN DÜN\A HÜSEYİN BAŞ AyakSesteri F ransa'nın başkenti Paris'te geçen hafta sonunda yüz bini aşan göçmen işçiyle Fransız demokratik örgütlerinin katıldıklan "ırkçıhk karşıtı" göste- ri, son yıllarda salt Fransa'da değil, tüm Avrupa ülkelerinde giderek ivme kazanan faşist etiketli "ya- bancı düşmanlığı" tehlikesine karşı ciddi bir uyan nite- liği taşımaktadır. Gösteri sırasında göçmen işçiler sosyalist iktidann yabancı işçi göçünü sınırlamaya yönelik, özellikle de sayılan yüz bini aşan "yasadışı" göçmenin sınır dışı edilmesıyle ilgili önlemlerine haklı olarak karşı çıkmış- lardır. Ama sanıyoruz asıl korkulması gereken tehlike tüm Avrupa'da faşist partilerin yoğun kışkırtmalanyla gide- rek artan ve gerçekten tehlikeli boyutlara ulaşan "ya- bancı düşmanlığıdır." Tüm Avrupa'yı bir uçtan öbürüne saran "yabancı düşmanlığı" aslında salt göçmen işçileri tehdit etmiyor. Bu ülkelerdeki demokratik yönetimler de giderek pa- lazlanan yeni faşizmin tehdidi altındadır. Son dönemde Avrupa Topluluğu'nu oluşturan ülke- lerde faşist partilerin hızla güç kazanmasının ardında "yabancı düşmanlığının" yaygınlaşmasınm payı büyük olmuştur. Buna karşıhk bu ülke yönetimleri tıpkı çok sayıda siyasal gözlemci gibi ABD ve Avrupa'da yeni fa- şist hareketlerin "henüz" demokrasiler için ciddi tehli- keler yaratabilecek "boyutlara ulaşamadığı" görüşünü taşımaktadır. Faşist partilerin boylanna poslanna ve seçimlerde aldıklan "oylara" bakıldıgında yukanda sö- zü edilen görüşlere ^ ^ _ ^ ^ ^ _ ^ . ^ ^ _ _ _ _ ^ AT ûlkelerindeki işsizlik ve ekonomik güvensizlik yabancı düşmanlığının artmasına, faşist partilerin giderek güçlenmesine yol açıyor. hak vermek mümkün- dür. Ancak asıl önem- li olan, faşist partile- rin bugünkü durum- lan değil, hemen yann ulaşabilecekleri güç düzeyidir. Faşist par- tileri besleyen en bü- yük iki kaynak "işsiz- lik ve yabancı düş- manlığı", Avrupa'da önlenemez bir biçim- de artmaktadır. Bü- yük bölümüyle işsizlik ve yanna olan güvensizlikten kaynhaklanan yabancı düşmanlığı "henüz" bütünüyle "oya" dönüşmüş değildir. Belli bir noktadan sonra "oya" dönüştüğünde ise gideceği yerin faşist partiler olacağından kimsenin kuşkusu yoktur. Avrupa ve ABD'deki faşist parti ve kuruluşlann güç- lerinin "henüz" tehlikeli boyutlara ulaşmadığı ile ilgili görüşlerin bütünüyle doğru olduklan söylenemez. Bel- çika'da "kara kasım" diye anılan kasım 1991 seçimle- rinde beş Flaman secmenden biri faşist partiye oy ver- miştir. Avusturya'da gençler arasında yapılan bir araştırma çok sayıda genç insamn "ülkede düzeni sağ- layabilecek kuvetli bir lider" özlemi içinde olduklannı *ortaya koymuştur. Fransa'da olası bir yasama seçimin- de 18-34 yaş grubunun hangi partileri tercih edecekle- riyle ilgili bir araştırma, Le Pen'in "Milliyetçi Cephesi"- nin tüm partileri geride bıraktığı sonucunu vermiştir. Yabancı düşmanlığı cephesine gelenlerin tümü kuşku- suz faşist örgütlerin üyeleri değil. Bielfeld Üniversitesi profesörlerinden VVilhelm Heitmeyer bunlan "otantik faşistler" olarak görmüyor. "Demokrat yabancı düş- manlan" olarak tanımlıyor. Ama bunlar büyük çoğun- luğu ile faşistlerle aynı görüşü paylaşıyorlar. tşsizlik ve güvensizlik ortamının itimiyle "demokrat yabancı düş- manlan" arasında "başka olanın reddi" ilkesinin doğal uzantısında yer alan "yabana düşmanhğı"nda gittikçe artan oranlarda birleşiyorlar. AT ülkelerinde art- ma eğiliminde olan işsizlik ve güvensizlik yabancı düş- manlığının artmasına, buna bağlı olarak da faşist parti- lerin giderek güçlenmesine yol açıyor. Türkiye bu olumsuz gelişmelerin dışında değildir. Yüz binlerce yurttaşı AT ülkelerinde çalışmaktadır. Geliyorum diyen tehlike karşısında kapsamlı ve çok yönlü önlemlere sahip olduğu ise kuşkuludur. OKURLARDAN Maliye ve Gümrük Bakanlığı'na Bizler küçük dereceli memuremeklisi çocuklanyız. Mali gücümüz yeterli olmadığı için özel okullara, dershanelere gidemedik. Beş öğretmeni bulunan bir liseden mezuniyet sonrası girebildiğimiz iki yıl öğrenim süreli bir meslek yüksek okulundan mezun olduktan sonra girdiğimiz Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi'nde öğrenime devam etmekteyiz. TC Emekli Sandığı'nca verilip yıllardır (gerektiğinde) kullanmakta olduğumuz Sağlık Karnelerimiz, 5434 sayilı kanunun 74. maddesi 6. bendine göre (sağlık yardımından yararlanamayacağımızdan bahisle) sandıkça geri alınıp iptaledildi. Dayanak gösterilen 5434 sayilı kanunu ve ilgili tuzüğu bulup incelediğimizde: Kanunun yirminci kısmın Dul ve Yetim Ayhklan bölümündeki 68. maddesinden 76. maddesine kadarki hükümlerinin dul ve Farkımız yok! Sayın Bakammız, size Kültür Bakanlığı'na bağlı müzelerdeki var olan bir dengesizliği açıklamak istiyoruz. Olay şudur: Müzelerde araştırmacı statüsünde çalışan arkeologlar teknik eleman olarak kabul edilirken sanat tarihçiler ve etnograflar bu kapsamın dışında bırakılmış ve bizler, genel idari hizmetler kadrosunda gösterilerek maddi ve manevi haklanmız verilmemiştir. yetimlere bağlanacak-ödenecek-öde- nen-aylıklarla ilgili olduğu, kanunun 74. maddesi 6. bendi "Bir yüksek öğrenimin bitiriunesinden sonra ikinci bir yüksek öğrenimde geçen süreler ile doktora veya ikinci defa yapılan master veyahut lisans üstü uzmanlık öğreniminde geçen sürelerde Ayhk Odenmez hükmü, emeklınin ölümü halinde yetimlere (öğrencilik durumlanna göre) bağlanacak, bağlanmış-ödenen yetim aylığını kapsamakta olduğunu gördük. Yapılan müracaatlanmız cevapsız bırakıldı. Kanunda, ikinci bir yüksek öğrepim kuruluşunda okuyan (dunımumuzdaki öğrenciler için) 25 yaşına kadar sağlık yardımlanndan yararlanamayacağımıza dair bir hüküm ve ibare bulunmadığı, yanlış tefsir edilerek tatbik olunan bu hatalı uygulamanın kaldırılmasını, bekliyoruz. AYŞEGÜLÜNAL Ankara Aynca arkeologlara giyim yardımı yapılırken bizler bu haklardan yararlanamıyoruz. Parasal durumu birömek vermek gerekirse arkeologlar ortalama 2.500.000 TL alırken sanat tarihçiler 1.000.000 lira almaktadır. Sayın Bakammız, bu olaya ivedi olarak el koyup haksız ve adaletsiz duruma son vereceğinize tüm yüreğimizle inanıyoruz. AHMETDENİZ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle