Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14Cumhuriyet görüşler 28Ocakl992
BURAŞI
TÜRKİYE
HALUKŞAHIN
Köşeli Bîr Yan
Ui
stat Çetin Altan, Babıali'de bir gazeteden öteki-
ne geçmenin, büyük bir konağın bir odasından
bir başkasına geçmeye benzediğini söylemişti
üç beş yıl önce. Bu hesapla, bir köşe yazısının
bir sayfadan bir başkasına geçmesinin de konağın bir
odasında koltuğun birinden kalkıp ötekisine geçmeye
benzediği söylenebilir.
"Burası Türkiye" köşesi üç aydan kısa bir süre içinde
üçüncü kez yer değiştiriyor. Uçüncü sayfadan ikinci
sayfaya derken, şimdi de Görüşler sayfasındayız. Cum-
huriyet'in sadık okurlan belki hatırlarlar: Bu köşenin
yazan 1979-1982 yıllan arasında Amerika Mektubu
başlığı altında son sayfada yazmıştı. O dönemde haber
ve dizi yazılan da birinci ve diğer sayfalarda yayım-
lanmıştı. Sayfalar arasındaki bu gezinti sırasında sa-
bit kalan, Cumhuriyet okurlannın değişmeyen dikkati
oldu. Babıâli konağının odalarında da bıraz dolaşmış
bir yazar olarak biliyorum ki Cumhuriyet gibi köklü bir
geleneği olan ve okurlanyla sıkı duygusal bağlantılan
bulunan bir gazetede her koltuk tam ortadadır. Başka
yerlerde gözden kaçan, Cumhuriyet'te kaçmaz. Dün
kaçmazdı, bugün de kaçmıyor.
Ancak yazının yayımlandığı sayfa, onun içeriğini, üs-
lubunu ve tonunu etkileyebilir. Bu açıdan, Batı'nın
saygın gazetelerinde artık "standart" hale gelen "görüş-
ler" sayfasmın özellikleri üzerinde biraz durmak yararlı
olur.
Anglo-Amerikan gazetelerinde bu sayfalara "qp-ed"
safyalan adı veriliyor. Yani "opinion-editorial" (görüş-
ler-başyazılar) sayfalan. Formül her yerde aynı: Gaze-
tenin belirli konulardaki tutumunu belirten imzasız
başyazılar, köşe yazarlannın kişisel görüşlerini yansı-
tan köşe yazılan, güncel siyasi karikatür ve okuyucu
mektupları bu sayfada yer alıyor. Haberlerden ayrı, bir
"yorum" sayfası burası.
O gazetecilik geleneği içinde haberlerin tam anlamıy-
la tarafsız ve olabildiğince "objektif" olması isteniyor.
Buna karşıhk, gazetenin tarafsız olması asla söz konusu
değil. Başyazılarda açıkça taraf tutuluyor, hatta belirli
aday ve partilerin gazete tarafından desteklendiği ilan
ediliyor. Köşe yazılan ise yalnızca yazannın görüşünü
belirten ve gazeteyi bağlamayan "kişisel kürsü"ler...
Gazete yönetimi daha çok farklı görüşlerde köşe yazar-
lannın birbirlerini dengelemesine çaba gösteriyor.
Yazılann içeriği ve tonunu etkileyen bir başka öğe de
yayımlanma sıklığıdır. 17 yıllık Babıâli seruvenim için-
de bu konuda epey deneyim kazandım. Haftada imzah
dokuz (evet, rakamla 9!) yazı yazdığım da oldu, haftada
bir tek yazı yazdığım da. (Hiç yazmadığım kısa dönem-
leri hatırlamak bile istemiyorum; susmak zorunda
kalmış bir köşe yazan, bir arsa köşesinde tekerlekleri
sökülmüş ve hurdacının gelmesini bekleyen bir otomo-
bil kadar hüzün vericidir.)
Yazı yazma sıklığını değiştirmek, biraz vites degiş-
tirmeye benzer. Araba başlangıçta biraz zorlanır. Her
vitesi denemiş biri olarak söyleyebilirim ki yazılann
sayısı azaldıkça konu bulmak zorlaşır. Her gün yaza-
caksanız, eliniz mahkûmdur. Konunuz o günün önemli
konusu olmak zorundadır. Haftada dört beş yazıda da
günceli izlemeye çaba gösterebilirsiniz. Ama bu sütu-
nun yazan gibi gazetedeki yazar zenginliğı ve yer
sıkışıklığı nedeniyle haftada iki gün (salı, perşembe)
yazıyorsanız ve yazılannızı yayın tarihinden iki buçuk
gün önce teslim etmeniz isteniyorsa, günle ölçülen gün-
cele takılmak, kepçe ile istavrit yakalamaya çalışmaya
benzer. Tavsiye edılmez.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET
rlalı aMkkaftlın r-
1932:Kaçakeşya
Gümrüklerde kontenjan tatbikat:
dolayısile memlekete girmesine
müsaade edilmiyen birçok
mallann gayrimeşru şekilde
ithalineçalışıldığı öğrenilmiş,
Gümrük Başmüdürü Seyfı Bey
tarafından bu hususta tedbir
alınmıştı. Bu tedbirler faydalı
semereler vermiş, bazı eşyalar
tutulmuştur.
1962:Ulay'ınistifası
Dün gece istifasını geri alan Tabii Senatörlerden Sıtkı Ulay
bu sabah dilekçesıni tekrar Senato Başkanı Suat Hayri
Ürgüplü'ye vermiştir. öğrendiğimize göre Ulay
Memleketçi Serbest Partiye girmiştir.
Sıtkı Ulay istifasında "26.1.1962'de siyasi bir partiye
intisapettığimden Anayasanın 70'inci maddesinin
uygulanmasını rica ederim" demektedir.
Bugün kendisi ile görüşen basın mensuplanna Senato
Başkanı Suat Hayri Ürgüplü, "Ulay'ın istifasında bir
yanlışlık vardı. İstidasında siyasi hayata atıldığını
belirtmekteidi." dedi.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN
PLANLl KIY/M!
1973'T£8U6ÛN, TÜRKİYE'NİH,ABO LOS ANGOES
BAÇKONSOLOSU UE YAHOfKlCfSt, BİR ERMBNİ
7*RAFtND*N ÖLOÜBÜUHJ!'MlS/ROfÇ WWIKYAN4D
U YAŞLI8İK E8MENİ, TVKtC KONSOLOCIMĞUNA '
TELEFOH EDİP,OSMANULAR'A AİT K/yMETLİ Bİ*
TA8LOYU TİMIKİYE'YE BAĞIŞLAMAK İSTEDİ&Nİ
£ÖYL£Mİ$7İ. BA$KOUCOUXUMUZ VE YARPfMC/-
Sl ÇAĞRtYA UYAMK, APAMfN KALMA/O* OU>U-
ĞU SAN/» BAB8A& 'OAKİ OTBIE GİTT/LEK. OÛ4-
yA GİRDİKLERİNPE, EKMENİ.SİLAHINI ÇBCEBEK
OHLARA ATEÇ ETMEYE BAŞLADi! BAŞHONSOtÛS
MEHMETBAYDAG VE yABDtAACJS/ SAHAOtR OE-
MİR,OLAY YERİHPE ŞEHİrOLOULAR. ÇOK6EÇ-
'MEDEN TUrUKlANAN 7? YAŞlNDAtCI KATİÜM
TÜRKÎYE OO6UMLU OLOOGU AAUA?ltACA*T#.
Sosyal Demokrat Zemin Tammlanmalı
Prof. Dr. TOLGA YARMAN
U
* • lkemize dönük bazı tahliller,
yurtdışında, içeride yapıldığm-
dan daha iyi yapılıyor.
Kendimizi, toplumumuzu hâlâ
tanımıyoruz, anlamıyoruz sanki... Top-
lumsal ağnlanmıza, sızılanmıza "tam"
teşhis koyamıyoruz. O zaman da çare
bulamıyoruz.
Ulusal siyasi yelpazemizin nasıl oluş-
tuğu, kaba hatlanyla belli sayılabilir.
Bununla beraber "parti profillerinin"
nasıl olduğu pek çabşılmamış görünü-
yor. En fazla da galiba sosyal demokrat,
genelde sol kesımin, "siyasi yapısı" kar-
maşıklık sergilıyor, tam bilinemiyor.
Orneğin kim SHP'li, kim DSP'li? SHP
ve DSP aynşması, yalnızca bu iki parti-
nin üst yönetimlerin arasındaki uyuş-
mazlıktan mı kaynaklanıyor? Pek bilin-
miyor.
Bana öyle geliyor ki "göç patlaması",
buna da bağlı "özlem patlaması" uzan-
tısında, özellikle kentlerdeki "sosyal de-
mokrat yapılanma" beklentilere tam ce-
vap veremiyor.
Partilerarası örtüşmeler ve geçişler ya-
nı sıra özellikle SHP ve DSP'nin taban-
lannda farklı nüvelerin bulunduğu da
dikkate gelebiliyor. Nedir ki söz konu-
sunda sosyal dinamikleri hiç incelemi-
yoruz.
Ülkemizde siyasete ilginin arttığı bir
gerçek. Bu olumlu bir gelişmedir. Ama
siyasette partilerin kendi kendilerini tam
tahlil edemedikleri ve sistemleştireme-
dikleri izleniyor.
Ülkemizde kitle partilerinde üye kay-
dı, üye adayının özelliklerine göre değil
de neredeyse "doğrudan", hatta birisi
aracılığıyla başvuruya göre yapıldığı
için üyeler açısından, örneğin Avrupa'-
daki partilerde olduğu gibi, belli bir
"üye dağıhmı mozaiğini" gerçekleştir-
mek mümkün olmuyor.
Oysa "oturmuş bir sol partinin" söz
gelişi belli bir üye yapısının, buna yöne-
lik belli bir hedef kitlesinin olması gere-
kir.
"Parti profili", dolayısıyla partideki
çeşitli kesimlerin ağırlıkları açısından
böylesi bir yaklaşım önem taşır. Yoksa
parti kuruluş ve var oluş ilkelerini, ko-
laydan hayata geçiremez ve izleyemez.
Bir siyasi partinin "yapısı" haliyle "di-
namik" de olabilir. Sol ve sosyal demok-
rat partiler günümüzde değışimin ve dö-
nüşümün öncülüğünü yapacaklarsa
böyle olmak zorundadırlar. Bunun için
yalruz "parti dinamikleri" iyi anla-
şılmalı, hatta bir ölçüde yönlendirilebil-
melidir.
Ülkemiz temel dinamiklerinin sol, o
arada sosyal demokrat kesimde iyi kav-
ranabildığıne ılışkın belirtiler yok!
T U I M H I I Htrid ittifaUar
Tarih boyunca toplumlarda ya da
toplumlararası yürürlük kazanmış çeşit-
li ittifaklar olmuştur.
Burada öne çekmek istedigim ittifak,
"aristokrasiye" karşı, kısaca "halkın",
biraz daha aynntılı söylersek "kent ay-
dınlanyla vasat ilerici kentlilerin" yani
"burjuvanın" ve "kent varoşlannda ya-
şayan ilerici yoksullann" ittifakıdır.
Sözünü ettiğim tarihı ittifak dünyanın
birçok yerinde, tarihin birçok kesiminde
geçerli olmuştur. Bu ittifak, Cumhuriyet
Halk Partisi'nin (CHP) mayasında var-
dır.
1973 ve 1977 CHP ivmelenmesinin
kökeninde 'ilerici yoksul- aydın kentli'
ittifakı, yine tarihi işlevini sürdürüyor
görünmekte... Bu ittifakta şimdi "sendi-
kal hareketler", sol çerçevede yer alan
Sosyal demokratlar, yani
çağdaş, toplumcu, ilerici,
dönüşumcü demokratlar
acaba toplumun tam olarak
hangi kesimleriyle güçlü ve
zorlamasız bir ittifak
gerçekleştirebilirler?
öteki çağdaş unsurlar, bir kısım ilerici
kırsal unsurlar, özellikle de kırsal kesım-
den kentlere göçerek buralarda tutun-
maya çalışan "ilerici göçerler" yerlerini
almaktalar.
Kanımca işte buralardan başlayarak
günümüze gelirken dikkate getırdiğim
"tarihi ittifakın" fena halde zorlandığını
ve çatırdadığını izliyoruz.
Söz gelişi ilerici bir emekli öğretmenle
özlem dolu ilerici bir göçer, SHP'de bir
araya geliyorlar. Düşünün, büyük kente
geleli üç beş yıl olmuş ve burada tutun-
maya uğraşan, hayatını diyelim ki "ko-
koreç" satarak sürdürmeye sıkışmış de-
likanlı bir göçerin, sorunlanyla, özlem-
lerini yaşayamamış, toplumun çağdaş-
laşmasına omuz veren, sorumluluk bi-
linci üst düzeydeki emekli bir öğretme-
nin sorunlan birbirinden o kadar farklı
oluyor ki... Bunlar omuzdaşlık yapamı-
yorlar, gönüldaşlık kuramıyorlar... Ko-
korec satan delikanlı, yerleşik kentli
emekli öğretmene; kendi çizgisinden ol-
mayan biri gibi bakıyor. Emekli öğret-
menin çünkü kirada da olsa bir evi olu-
yor. Devlet güvencesinde bir "emekli
maaşı" bulunuyor.
Buna karşıhk emekli öğretmen, deli-
kanlı göçeri yeterince saygılı, yeterince
nazik bulmuyor. Bazen saldırgan bulu-
yor. Kendisini "kuşatılmış" hissediyor.
Sorunlan tam değerlendıremese de içten
içten rahatsizlık duyuyor.
Biraz karikatürsel olarak anlatmaya
çalıştığım, iki yüzyıl öncelerinden beri
egemen güçlere karşı çahşagelen "tarihi
ittifak" ülkemizdeki göç ve özlem patla-
masıyla artık büyük kentlerimizde çalış-
maz oluyor, çatırdıyor.. Otuzuna yeni
basmış bir göçer kokoreççi ilerici deli-
kanlı ile ilerici aydın emekli öğretmen
aynı bir ideal doğrultusunda artık bulu-
şamaz oluyorlar.
Anlattıklanm, daha nice aynntısıyla
özellikle sosyal demokrat kesimde,
SHP'de, belki DSP'de yaşanıyor. Benim
görebildiğim kadanyla, hatta SHP'deki
hiziplerin oluşumunda derinden derin-
den fevkalade belirleyici olabiliyor.
Bu, hızlıca söyleyecek olursak genelde
"sol"da böyle. Onun için de "soi" bölü-
nüyor. Yer yer çok yapaylaşan ve maale-
sef özü boşaltılmış, ama gösterişli, coş-
kulu bir söylemin dışında bir anlam ifa-
de etmiyor; daha kötüsü, üretici ola-
mıyor.
Masri Wf taptamal sol itttfafcT
Kanımca temel bir soru şudur... Top-
lumumuzun güncel koşullannda çatır-
dayan, dikkate getirdiğimiz "tarihi sol
ilerici ittifak" acaba sürdürülebilecek
midir? Bu ittifakı sürdürmenın koşullan
ülkemizde var mıdır?
Sosyal demokratlar ülkemizde, hem
dünya koşullannı, hem ülkemızin özel-
liklerini ve özlemlerini iyi değerlendirip
yoğurabilmelidirler.
"Sosyal demokrasi evrenseldir: Biz
de uygulanz olur biter", demek yetmi-
yor. Hangi sosyal demokrasi, şu ülke-
mizde yaşanan, ülkemizin ötelerine ta-
şan "göç patlamasını", "özlem patla-
masını", buna bağlı sorunlar yumağını
yaşamış ki!..
Yeni kavramlara ihü'yacımız var!..
Basınımızın da o arada derin devini-
min genelde dışına düştüğü iileniminde
olduğumu, kaydetmek istiyorum.
Göç izdihamı, keza "sol"da kendimizi
siyasi olarak sistemleştiremiyor bulun-
mamızın sonucu, ne oluyor biliyor mu-
sunuz... "Sol"da siyaset, maalesef çok
sayıda örneği itibanyla, "bireysel" bir
sınıf atlama aracına dönüşüyor!..
FERRLHDOĞAN
KİMLİtCLERİMİZ
4 LÜTFEN...
5M.P
Medya: Frekans
Yrd. Doç. Dr. NURDOĞAN RİGELl.Ünv. Basın Yayın Yüksek Okulu
G
ünlük konuşmalanmızda son
zamanlarda fazlaca kul-
landığımız "medya", istenilen
mesajı gondermeşe ve dağıl-
maya yarayan alanlara verilen addır.
Medyanın, tanımı itibanyla, mesajlann
topluma dağıtılmasında, yayılmasında
kullanılan araç olduğunu düşünürsek,
elektromagnetik spectrumu (frekans
yelpazesi) oluşturan, frekans dağıhmlan
da doğal bir medyadır.
Temel olarak bir saniye içinde sesin
yaptığı titreşime frekans denir. Gerek
radyoda, gerekse TV'de yayın yapılabil-
mesi için uygun frekans ve genliklerde
sinyal (titreşım) üretilmesi gerekir.
TV'de sesin yani sıra görüntü de oldu-
ğundan sinyallerin nakli için çok yüksek
frekans gerekmektedir. Frekanslar sani-
yedeki titreşım sayısı ile birbirinden ay-
nlır. Titreşim sayılan da birbirine yakın
olunca enterferans (etkileşim) başla-
maktadır.
Uzayın yansıtıcı görevi yaptığı fre-
kans yelpazesinin en yoğun müşterileri
artık TV şirketleri oluyor. Bir yayın da-
ğıtım ortamı olan elektromagnetik uzay,
hiçbir kişi, kuruluş veya ulusun malı ol-
mayıp, bütün insanlığa aittir. Bu neden-
le kullanımının tam bir kontrol altında
tutulması gerekir.
Merkezi Cenevre'de olan ve frekans
kullanımını koordine eden Internatio-
nal Telecommunication Union (ITU)
frekans kargaşasını uluslararası düzey-
de çözümleyebilmek için oluşturulmuş-
tur. Uluslararası iletişimin en eski ve ge-
leneksel örneklerinden biri olan ITU,
Birleşmiş Milletler'in ihtisas kuruluşla-
nndan biridir. Üyelerine, telefon, telg-
raf, radyo, televizyon, fax haberleşmesi
konulannda yardımcı olur ve uluslara-
rası haberleşmenin genel çizgilerini be-
hrler.
ITU, radyo frekansı ile haberleşmenin
serbestçe gerçekleştirilmesini ve gereksiz
kanşmalan önleyerek ülkelerin haber-
leşme sistemlerinin en verimli şekilde
çalışmasım sağlar. Aynca ITU, periyo-
dik olarak üye ülkelerle yaptığı toplantı-
larda, üyelerinin iletişim teknolojisinde-
ki gelişmişliğıne göre frekans aynmını
ve kullanım alanlannı oluşturur.
Her ülkede ITU'nun belirlediği fr8-
kanslann dağılımını yapan yetkili or-
ganlar, gerek yayın yapmak isteyen mü-
teşebbisler, gerekse . istasyonlar ara-
sındaki frekans faktörünü dikkate al-
mak zorundadır. İşte bu faktör, yaym-
Uzayın yansıtıcı görevi
yaptığı frekans yelpazesinin
en yoğun müşterileri artık
TV şirketleri oluyor.
daki istasyon sayısını önemli ölçüde
sınırlar. Bu konudaki en büyük zorluk
"ortak kanal enterferansı"dır. Aynı ka-
naldan yayın yapan değişik istasyonlar-
dan kaynaklanır. Bir diğer enterferans
çeşidi de "bitişik kanal enterferansı"dır.
Bu probleme, mevcut radyo ve TV istas-
yonlannın birbirlerine çok yakın kanal-
lardan yayın yapması neden olur.
Ülkemizde bugünlerde yaşanan yayın
karmaşasını 1980'li yıllarda tecrübe
eden İtalya ise artık orman kanunlann-
dan yavaş yavaş çıkarak bu alanda dü-
zenli bir sisteme doğru geçmeye başla-
mıstır.
ftalya'da 1991 yılının son Bakanlar
Kunılu toplantısında gelecekteki İtal-
yan audiovisuel görünümüne şekil vere-
cek frekans dağıtım planı benimsendi.
Bu çerçevede ltalyan hükümeti, ülke ge-
nelinde yayın yapacak 12 kanala, bölge-
sel yaymı hedefleyen 500'den fazla kana-
la frekans vermeyi kararlaştırdı. Aynca
Italya'da bu konudaki yasa 'bir grup da-
ğıtılan toplam frekanslann yüzde 25'-
inden fazlasına sahip olamaz' diyor.
Örneklere baktığımızda frekans
dagılımındaki düzenlemenin nasıl bir
ciddiyet içinde olduğunu rahatlıkla gö-
rebiliyoruz. Ülkemizde ise bu dunım
'frekans verilmez, alınır' esasına da-
yandınhyor.
Tüm bunlar ışığmda, son olarak Ma-
gic Box'ın, ikinci TV kanalı olma yolun-
daki Tele-On'un ve müteşebbis Erol Ak-
soy'un antene çıkarmaya çabaladığı
Show TV'nin yaymlan frekans sorunu-
nu, dolayısıyla kanallann birbirinden
etkileşimiyle meydana gelen görüntü
bozukluklannı halkımıza yaşatacak. Bu
nedenle hukuksal düzenlemelerde artık
çağın gelişimine oranla hızlı davranıl-
ması gereğıni bir kez daha gündeme ge-
tirdi.
'Kanunsuz uygulamayı yapanm, ka-
nun daha sonra gelir ve yasalaşınm' dü-
şüncesini bırakmalıytz.
Televizyonda genel vayıncılık yapma-
yı hedefleyen kuruluşlarla, bölgesel ya
da uzman yayıncılığa yönelen kuruluş-
lar hedef kitle aynmlannı yaptıktan son-
ra yayını havadan mı, yoksa kablo tek-
nolojisi ile yerden mi vereceklerini belir-
lemelidirler. Şu anda tstanbul'a yönelik
yayın yapmak her kuruluşun hayali ol-
duğundan şehir üzenndeki frekanslann
kullanım sınınna gelinmiştır. Bu neden-
le tstanbul'da başlanılan kablolu-TV
teknolojisiyle ilgili çalışmalar hızlandı-
rılmalıdır. Kablolu yayının başlamasıy-
la birlikte İstanbul'un frekans problemı
de sona erdirilebilir.
DEĞİSEN DÜN\A
HÜSEYİN BAŞ
AyakSesteri
F
ransa'nın başkenti Paris'te geçen hafta sonunda
yüz bini aşan göçmen işçiyle Fransız demokratik
örgütlerinin katıldıklan "ırkçıhk karşıtı" göste-
ri, son yıllarda salt Fransa'da değil, tüm Avrupa
ülkelerinde giderek ivme kazanan faşist etiketli "ya-
bancı düşmanlığı" tehlikesine karşı ciddi bir uyan nite-
liği taşımaktadır.
Gösteri sırasında göçmen işçiler sosyalist iktidann
yabancı işçi göçünü sınırlamaya yönelik, özellikle de
sayılan yüz bini aşan "yasadışı" göçmenin sınır dışı
edilmesıyle ilgili önlemlerine haklı olarak karşı çıkmış-
lardır.
Ama sanıyoruz asıl korkulması gereken tehlike tüm
Avrupa'da faşist partilerin yoğun kışkırtmalanyla gide-
rek artan ve gerçekten tehlikeli boyutlara ulaşan "ya-
bancı düşmanlığıdır."
Tüm Avrupa'yı bir uçtan öbürüne saran "yabancı
düşmanlığı" aslında salt göçmen işçileri tehdit etmiyor.
Bu ülkelerdeki demokratik yönetimler de giderek pa-
lazlanan yeni faşizmin tehdidi altındadır.
Son dönemde Avrupa Topluluğu'nu oluşturan ülke-
lerde faşist partilerin hızla güç kazanmasının ardında
"yabancı düşmanlığının" yaygınlaşmasınm payı büyük
olmuştur. Buna karşıhk bu ülke yönetimleri tıpkı çok
sayıda siyasal gözlemci gibi ABD ve Avrupa'da yeni fa-
şist hareketlerin "henüz" demokrasiler için ciddi tehli-
keler yaratabilecek "boyutlara ulaşamadığı" görüşünü
taşımaktadır. Faşist partilerin boylanna poslanna ve
seçimlerde aldıklan "oylara" bakıldıgında yukanda sö-
zü edilen görüşlere ^ ^ _ ^ ^ ^ _ ^ . ^ ^ _ _ _ _ ^
AT ûlkelerindeki
işsizlik ve ekonomik
güvensizlik yabancı
düşmanlığının
artmasına, faşist
partilerin giderek
güçlenmesine yol
açıyor.
hak vermek mümkün-
dür. Ancak asıl önem-
li olan, faşist partile-
rin bugünkü durum-
lan değil, hemen yann
ulaşabilecekleri güç
düzeyidir. Faşist par-
tileri besleyen en bü-
yük iki kaynak "işsiz-
lik ve yabancı düş-
manlığı", Avrupa'da
önlenemez bir biçim-
de artmaktadır. Bü-
yük bölümüyle işsizlik ve yanna olan güvensizlikten
kaynhaklanan yabancı düşmanlığı "henüz" bütünüyle
"oya" dönüşmüş değildir. Belli bir noktadan sonra
"oya" dönüştüğünde ise gideceği yerin faşist partiler
olacağından kimsenin kuşkusu yoktur.
Avrupa ve ABD'deki faşist parti ve kuruluşlann güç-
lerinin "henüz" tehlikeli boyutlara ulaşmadığı ile ilgili
görüşlerin bütünüyle doğru olduklan söylenemez. Bel-
çika'da "kara kasım" diye anılan kasım 1991 seçimle-
rinde beş Flaman secmenden biri faşist partiye oy ver-
miştir. Avusturya'da gençler arasında yapılan bir
araştırma çok sayıda genç insamn "ülkede düzeni sağ-
layabilecek kuvetli bir lider" özlemi içinde olduklannı
*ortaya koymuştur. Fransa'da olası bir yasama seçimin-
de 18-34 yaş grubunun hangi partileri tercih edecekle-
riyle ilgili bir araştırma, Le Pen'in "Milliyetçi Cephesi"-
nin tüm partileri geride bıraktığı sonucunu vermiştir.
Yabancı düşmanlığı cephesine gelenlerin tümü kuşku-
suz faşist örgütlerin üyeleri değil. Bielfeld Üniversitesi
profesörlerinden VVilhelm Heitmeyer bunlan "otantik
faşistler" olarak görmüyor. "Demokrat yabancı düş-
manlan" olarak tanımlıyor. Ama bunlar büyük çoğun-
luğu ile faşistlerle aynı görüşü paylaşıyorlar. tşsizlik ve
güvensizlik ortamının itimiyle "demokrat yabancı düş-
manlan" arasında "başka olanın reddi" ilkesinin doğal
uzantısında yer alan "yabana düşmanhğı"nda gittikçe
artan oranlarda birleşiyorlar. AT ülkelerinde art-
ma eğiliminde olan işsizlik ve güvensizlik yabancı düş-
manlığının artmasına, buna bağlı olarak da faşist parti-
lerin giderek güçlenmesine yol açıyor.
Türkiye bu olumsuz gelişmelerin dışında değildir.
Yüz binlerce yurttaşı AT ülkelerinde çalışmaktadır.
Geliyorum diyen tehlike karşısında kapsamlı ve çok
yönlü önlemlere sahip olduğu ise kuşkuludur.
OKURLARDAN
Maliye ve Gümrük Bakanlığı'na
Bizler küçük dereceli
memuremeklisi
çocuklanyız. Mali gücümüz
yeterli olmadığı için özel
okullara, dershanelere
gidemedik. Beş öğretmeni
bulunan bir liseden
mezuniyet sonrası
girebildiğimiz iki yıl
öğrenim süreli bir meslek
yüksek okulundan mezun
olduktan sonra girdiğimiz
Anadolu Üniversitesi Açık
Öğretim Fakültesi'nde
öğrenime devam
etmekteyiz.
TC Emekli Sandığı'nca
verilip yıllardır
(gerektiğinde) kullanmakta
olduğumuz Sağlık
Karnelerimiz, 5434 sayilı
kanunun 74. maddesi 6.
bendine göre (sağlık
yardımından
yararlanamayacağımızdan
bahisle) sandıkça geri alınıp
iptaledildi.
Dayanak gösterilen 5434
sayilı kanunu ve ilgili
tuzüğu bulup
incelediğimizde: Kanunun
yirminci kısmın Dul ve
Yetim Ayhklan
bölümündeki 68.
maddesinden 76.
maddesine kadarki
hükümlerinin dul ve
Farkımız yok!
Sayın Bakammız, size
Kültür Bakanlığı'na bağlı
müzelerdeki var olan bir
dengesizliği açıklamak
istiyoruz.
Olay şudur: Müzelerde
araştırmacı statüsünde
çalışan arkeologlar teknik
eleman olarak kabul
edilirken sanat tarihçiler ve
etnograflar bu kapsamın
dışında bırakılmış ve bizler,
genel idari hizmetler
kadrosunda gösterilerek
maddi ve manevi
haklanmız verilmemiştir.
yetimlere
bağlanacak-ödenecek-öde-
nen-aylıklarla ilgili olduğu,
kanunun 74. maddesi 6.
bendi "Bir yüksek
öğrenimin bitiriunesinden
sonra ikinci bir yüksek
öğrenimde geçen süreler ile
doktora veya ikinci defa
yapılan master veyahut
lisans üstü uzmanlık
öğreniminde geçen
sürelerde Ayhk Odenmez
hükmü, emeklınin ölümü
halinde yetimlere
(öğrencilik durumlanna
göre) bağlanacak,
bağlanmış-ödenen yetim
aylığını kapsamakta
olduğunu gördük. Yapılan
müracaatlanmız cevapsız
bırakıldı.
Kanunda, ikinci bir yüksek
öğrepim kuruluşunda
okuyan (dunımumuzdaki
öğrenciler için) 25 yaşına
kadar sağlık
yardımlanndan
yararlanamayacağımıza
dair bir hüküm ve ibare
bulunmadığı, yanlış tefsir
edilerek tatbik olunan bu
hatalı uygulamanın
kaldırılmasını,
bekliyoruz.
AYŞEGÜLÜNAL
Ankara
Aynca arkeologlara giyim
yardımı yapılırken bizler bu
haklardan
yararlanamıyoruz. Parasal
durumu birömek vermek
gerekirse arkeologlar
ortalama 2.500.000 TL
alırken sanat tarihçiler
1.000.000 lira almaktadır.
Sayın Bakammız, bu olaya
ivedi olarak el koyup haksız
ve adaletsiz duruma son
vereceğinize tüm
yüreğimizle inanıyoruz.
AHMETDENİZ