23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 15 EYLÜL 1991 MANAJANS/THOMPSON YÖNETtMKURULU BAŞKAN1ELİ ACİMAN: Mflletin oyu sloganla alınmazYaklaşan genel seçimlerin ışığında, siyasi partilerin reklam kampanyalarında reklamın rolü ve Fransız reklamcı Seguela'ya ANAP'ın seçim propaganda kampanyasının verilmesi konusunda Haber Merkezi Müdür Yardımcımız Leyla Tavşanoğlu "Türkiye'de reklamcılığın babası" olarak tanımlanan Manajans/Thompson Yönetim Kurulu Başkanı Eli Acıman'la konuştu. SOYLEŞ1 LEYLA TAVŞANOĞLU 1983 genel seçimleri Oncetimde ANAP'ın seçim kampanyastm Mamjmm'm hazırUuhğını biliyoruz. Ktmpamy* neden bu kadar başanlı olmuştu? Bizim adeta din haline gelmiş tek kurahmız, gayemiz, "verimli reklam" yaratmaktır. ANAP'ın seçim kampanyası için de aynı pren- sipler doğrultusunda çalıştık. Çok çalıştık. Si- yasi rekJamlar konusunda öteden beri içimde bir kuşku, bir isteksizlik vardı. Yani menfi bir yaklaşımım vardı. Turgut Bey resmi pozisyonundan istifa edip Side'ye çekildikten sonra, bir pani kurma ha- zırhkJan içinde olduğu, seçimlere kaülacağı ha- beri duyuluyordu. Turgut Bey'in aile dostu olan Selim Egeli bu partinin seçim kampan- yasını üstlenip üstlenmeyeceğimizi sorduğun- da son derece kesin bir dille, "Bu bizim işimiz degil" cevabını verdim ve bu çağndan sonra biraz nefes almak, biraz da belki bu arada baş- ka bir ajans seçilir, düşüncesiyle bir süre yurt- dışında kaldım. Sözünü ettiğim dönem mayıs, haziran 1983. Özal, Türkiye'de pek tanınmıyordu. Akade- mik dünya olsun, sanayi dünyası, iş âlemi ol- sun, sokaktaki adam olsun, Özal'ı bilmiyor- du. Oysa Turgut özal aynı dönemde yurtdı- şındaki bazı etkin çevrelerde bılinen, üstelik müspet bir şekilde bilinen bir isimdi. O sırada Paris'te de bazı temaslarda bulundum. Ayn- ca International Herald Tribune gazetesinin editörlerinden, yöneticilerinden çok müspet sözler duydum. Memlekete döndüm. Hâlâ dü- Bir siyasi reklam kampanyasının herhangi bir ürünün kampanyasına uzaktan yakından benzer yanı yoktur. Ürün somut bir şeydir. Kalitesi, üstünlüğü bilinen, benimsenmiş bir şeydir. Nitelikleri bellidir. Bir siyasi reklam kampanyasında ise iletilecek mesajlar seyyaldir, abstredir. İnsanlar üzerinde sizin istediğiniz doğrultuda mesajlar yaratabilirsiniz, ama parti yöneticileri sizin gibi düşünmeyebilirler. şünüyordum. önde gelen mesai arkadaşlanmı toplayarak bu konuda görüşlerini aldım. Her- hangi bir konuda patron, 'şu müşterinıiz için çalışacağız' der. Ama siyasi rekiamcılık farklı. En kuvvetli beyin takımımı bir partinin rek- lam çalışmalan için kullanacağım. O beyin ta- kımı arasında o siyasi partiye muhalif kafalar varsa, o işten hayır gelmez. lnanmak lazım. Bu bir... Ikincisi, müessesemizin, müşteriye saygısmdan doğan bir felsefesi var: Orta kali- tede bir malın reklamını asla yapmamak. Bu- rada ürün, bir parti... Arkadaşlanma, 'önce partinin programını görecegiz, ondan sonra karar verecegiz' dedim. Parti programını al- dık. 9-10 kişilik bir ekip... Herkese birer tane dağıttık. Bir tane de ben aldım. Hepimiz kö- şemize çekildik. Programı okuduktan sonra ra- hatlamıştık. Bunun uzerine, bir kere de Sayın özal'ı dinleyip nihai kararı verelim dedik. Bir kampanyanın muvaffak olmasında kaçınılma- yacak adımlardır bunlar. Biraz açayım: Ger- çekten inandığımız, adeta âşık olduğumuz bir ürün olunca, bu ürün için yapılan yaratıcı ça- lışmalann kaütesi bambaşka oluyor. Bu bir kural... Turgut Bey'le cumartesi, pazar iki gün ar- ka arkaya görüştük. Tarihini de çok iyi hatır- üyorum, 16-17 temmuzdu. Çok tesir altmda kaldık. tstanbul'da mı oldu? Evet, Istanbul'da. \Yeniköy'deki evinde mi, burada mı? Yeniköy'deki evinde de bürolanmızda da. O zaman Zincirlikuyu'daydık. Bu görüşmeden sonra resmen çalışacağnnı- zı bildirdik ve kendilerinden 8 ya da 10 hafta süre istedik. Insanlarla konuşmamız, kamuo- yunun nabzını yoklamamız gerekiyordu. Bü- tün bu çalışmalardan sonra oluşturacağımız platformla mutabık olduğumuzda kendilerine bir prezantasyon yapacağımızı söyledik. Bu sü- re içinde bize herhangi bir telkinde bulunma- maları konusunda da bilhassa ısrar ettik. Bu arada müşterilerimizin nasıl bir tepki göstereceklerini bilemiyorduk. Bu da bir prob- lemdi. Fakat ok yaydan çıkmıştı. Sonunda, o esnada hiçbir müşterimizle konuşmamayı ter- cih ettim. Neyse, şansımız oldu; müşterileri- miz müspet karşıladılar, hatta tebrikler aldık. Siyasal reklam konusunda şunu söyleyebi- lirim: Sloganlara o zaman da inanmıyordum, şimdi de inanmıyorum. Bir milletin oylannı solganlarla cezbetmek mürrıkün değildir. Şu- nu unutmayahm: 1983'tekı genel seçim, 12 Ey- lül sonrası ilk genel seçimdi. Son derece sıkı bir disiplin vardı. Her türlü çalışma Yüksek Se- çim Kurulu'nun kararları çerçevesinde yapdı- yordu. Yarı sıkıyönetim ortamındaydık. Par- tinin, inandığımız olumlu yanlannı iletmenin önemi bir yana, kitlelere bunu iletebilecek meş- ru mecralar arasında bir tek basın vardı. O za- man televizyonda reklam imkânı yoktu. Bu kampanyada basın, ANAP'a mutlak iktidar olma yolunu açmıştır. Biz de basını iyi kullan- dık. Belki biraz da şansımız oldu, diyebilirim. Eylüle gelmiştik. Seçim 6 kasımda. 1 kasım- dan önce reklam izni yok. Biz reklam ajansı olarak ne yapıyoruz, bunun bir yolunu bula- maz mıyız, diye düşünüyomz. Peki, bir ger- çeği, basılmış, isteyen herkesin okuyabileceği bir gerçeği, hiçbir reklam sözü etmeksizin, ay- nen, parti programından alıntı olarak gazete- lerde 2-3 satırla yayımlasak, acaba bu, yasak- lara aykırı mıdır? Biz bu düşünceyle üç örnek hazırladık. tlan- lara ANAP amblemini de koyduk. Program- dan birkaç cümle ve en altta da bu sözlerin ANAP programından almdığım içeren bir dip- not... O kadar... Arkadaşlar gidip Yüksek Se- çim Kurulu'na sundular. Onaylandı. Inanıl- maz bir şey. Bugün hâlâ inanamıyoruz. Diğer partiler bunu durdurabilirlerdi, ya da aynı şe- kilde bir kampanya başlatabüirlerdi. Kimse bir şey yapmadı. Herkes seyirci kaldı. Böylece ANAP kampanya öncesi 15 gün boyunca memleket sahnesinde rakipsiz bir prima don- na olarak istediği gibi en güzel aryalan söyledi. miydi? yapan yalnız Selim Egeli Aracıhk kelimesi yerinde değil. Selim Egeli 1980'den beri Manajans ailesinde müşteri tem- silcisi olarak görev yapıyordu. Ajansına çok güvenir ve inanırdı. Aym şekilde çok inandığı Turgut özal'ın partisinin seçim kampanyası- nı Manajans'ın üstlenmesini içtenlikle arzu et- mişti. Malum sonuç alındıktan sonra Turgut Bey ona bir görev verdi ve ailemizden aynldı. WKK^^Özal'm televizyona sürekli elinde ka- lemle çıktığını hepimiz biliyoruz. Bu kalem un- suru da sizin yarattığımz bir şey miydi? O kalem meselesi şöyle oldu: Televizyon ko- nuşması için çekimler başladığında Turgut Bey'in elinde kalemi vardı. Yanlış hatırlamı- yorsam ben "Bu kalem elinizde gayet giizd du- rnyor, sanki daha rahat konuşuyorsnmız" de- dim. Ondan sonra da kalemsiz olmadı. Prezantasyon günü de gene Turgut Bey'le birlikte dört kişinin geleceği söylenmişti. 23 kişi geldi. Çok heyecanlandık. Bu kadar kişinin karşısında ilk defa bir parti propagandasıyla PAZAR KONUĞU A C I19l9'da lstanbul'da doğan, Saint Joseph Lisesi'ni bitirdikten sonra Paris'te gazetecilik okuyan Aciman reklamcüığa biraz da rastlantı sonucu ağabeyinin önerisıyle ve Şen Şapka reklamlarıyla başlamış. Faal Ajans deneyiminden sonra ABD'ye gidip J.W. Thompson reklam ajansmda birkaç yıl çahşarak rekiamcılık bilgisinı geliştiren Aciman, bugün bu ajansın ortağı. Manajans, 1985'te J.W. Thompson'la ortaklık kurarak Manajans/Thompson'a dönüştü. Eli Aciman Uluslararası Reklam Birliği (IAA) kurucusu (1972) ve 15 yıl süreyle başkanı, Reklamcılar Derneği kurucusu ve ilk başkanı (1985-88), Avrupa Reklam Ajansları Birliği (EAAA) altın madalya sahibi, TÜSİAD Yüksek tstişare Konseyi üyesi. 1979da dönemin Başbakam Bülent Ecevit hükümetinin gidişatına karşı TÜSÎAD'ın sesini duyurma fıkrini benimseyip hazırladığı kampanyayla, 1983'teki ANAP seçim kampanyası, rekiamcılık tarihimizde yer alacak önemli okrylardan. Eli Aciman, halen 1965'te kurduğu Manajans'ın bugünkû adıyla Manajans/Thompson'un Yönetim Kurulu Başkanı olarak ajansın genel politikasını belirliyor, ama Haziran 1990'dan beri günlük çalışmalara katılmıyor. partinin kampanyasıru üstlenmek sakıncahdır. W^BMANAP'm Fransız reklamcı Jacques Se'gue'la'yla anlaşarak tanıtım kampanyasım bu reklamcıya vermesi hakkında neler düşü- nüyorsunuz? Sizce neden Se'gue'la seçilmiş ola- bilir? Genellikle seçim kampanyalarında, bir reklam ajansının hazırladığı propagandalardan faydalanmak konusundaki görüşünüz nedir? Seguela'yı şahsen tanınm. Fransız reklam sektöründeki kreatif beyinler arasında ün sal- mış bir profesyonel... Seguela'nuı özelliği, hü- kümetlerle çalışmaktan çekinmek şöyle dur- sun, bilakis bunu bir uzmanlık haline getirmeyi başarmış bir teknisyen olmasıdır. Seguela ya- ratıcı, istidath, yaman bir adam. Bir partimi- zin Seguela'yı seçmesini ben şahsen yadırga- madım. Bununla beraber, bugün bir siyasi par- timiz için etkdli mesajlar hazırlayabilecek dü- zeyde çok ajans var Türkiye'de. Bu kesin. İ ^ M M f i u ajanslara Manajans da dahil mi? Kuşkusuz evet. Ama bize bakmayın. 1983'te ANAP'ı iktidara götüren kampanyayı demin de anlattığım gibi A'dan Z'ye kadar hazırla- yan Manajans'tır. Ancak, zaferden sonra bir daha siyasi propaganda çalışması yapmama- ya prensip olarak karar verdik. Esasen iki yıl sonra J. Walter Thompson'la onak olduğu- muzda, onlann da öteden beri aym prensibe inandıklannı öğrenince daha da rahatladık ve siyasi reklamı ihtisas sahamızın dışında bı- raktık. M^^KMtDiğer güncel bir konu basınımızdaki kriz. Kaygı verici bir düzeye erişen bu krizle ilgili olarak reklamcılıkla basınm yakmlığı açı- sından göriişlerinizi alabilir miyim? Diktatörlükle yönetilen ülkeler dışında tüm gelişmiş ülkelerde halen basın ve diğer reklam mecralannda büyük bir kriz sürmekte. Demek istediğim, bu olay yalnız bize has değil. Bir ba- sın organında hüküm süren kriz, genellikle iki evrensel nedene dayanır: Zor, çok zor artan ti- rajlar ve azalan reklam potansiyeli. Zor artan tirajlarla ilgili gerçek şu ki, ister çağdaş yaşam gereği, isterse televizyonun insanlann zamanın- dan çalmak için verdiği amansız savaş sonucu olsun, dünyada genellikle okumaya aynlan za- man ne yazık ki sürekli azalıyor. Reklama gelince... Krizli devrelerde ilk kı- sıtlamamn reklam bütçelerinde yapılması ge- ne evrensel bir kural. Ekonomik krizin son bul- masıyla işler yine açılacaktır. Bu vesileyle çok önemli bir diğer bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. Bildiğiniz gibi kamuya yönelik bütün iletişim olanaklan Batı'da özgUrdür. Buna te- levizyon dahil. Bizde televizyon, reklam kabul ettiği halde hâlâ iktidann kontrolündedir ve basımmız kadar özgür değildir. Bu nedenle ekonomik açıdan güçlü ve tamamen özgür ga- zeteler, dergiler, demokrasinin en iyi bekçile- Eli Aciman, bir reklam ajansının ancak inançlanna uygun bir partinin reklamını yapabileceğini söylüyor. (Fotoğraf: SLATKOZLLKLU) ilgili çalışmalarımızı sunacaktık. iki saate ya- kın süren prezantasyonumuz sonunda bazı so- rular sordular, tartışmalar oldu. Sonunda Tur- gut Bey kalktı "kampanyanızı aynen kabul ediyoroz, tüm mesajlaruuzı kollanacagu" de- di. Bir tek sözcüğe, bir tek virgüle dahi dokun- Bizde televizyon, reklam kabul ettiği halde hâlâ iktidann kontrolündedir ye basımmız kadar özgür değildir. Bu nedenle ekonomik açıdan güçlü ve tamamen özgür gazeteler, dergiler, demokrasinin en iyi bekçileridir. Bu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmayalım. özgür basın, demokrasinin sigortasıdır. Toplumaaçık tartışma, konuşma ve seçme özgürlüğünün teminatıdır. madan... Bu olay, profesyonel hayatımın en unutuhnaz sayfası olarak kalacaktır. Bir siyasi reklam kampanyasının herhangi bir ürünün kampanyasına uzaktan yakından benzer yam yoktur. Ürün somut bir şeydir. Ka- litesi, üstünlüğü bilinen, benimsenmiş bir şey- dir. Nitelikleri bellidir. Bir siyasi reklam kampanyasında ise iletile- cek mesajlar seyyaldir, abstredir. İnsanlar üze- rinde sizin istediğiniz doğrultuda mesajlar ya- ratabilirsiniz, ama parti yöneticileri sizin gibi düşünmeyebilirler. Bu açıdan zor bir şeydir. Adeta bir ıstırap kaynağıdır. Savaş günü gelir ya kazanılır ya kaybedilir. Seçimi kaybetmiş bir partinin reklam ajansının durumu, belir- gin bir ürünün satışından beklenen artışın sağ- lanamamasından sonraki durumuna hiç ben- zemez. Bunun moral faturası çok ağır çıkar. (Gülüyor) Bir kere bütün memlekette vitrin olur. Kim- dir reklam ajansı? Yüzde 24 beklerken yüzde 9 ahyor... Demek ki iyi bir ajans değil. Sonra, bir reklam ajansının esas sermayesi, müşterileridir. Onlann da 'ajansı bir şey sanı- yordum, aldığı sonoca bak' diye düşünmele- rinden konıyamazsınız kendinizi. Eğer seçimi kazanırsanız Ersin Salman'ın söylediği gibi rejimin ya da iktidann ajansı ola- rak nitelenirsiniz. Bu daha da kötü. Yarı res- mi olursunuz. Bunun da ajansın başına aça- cağı dertler namütenahidir. Sonuç olarak partiler reklam ajanslarından yararlanabiür, ama bu, ajanslar açısından zor bir iştir. Kaldı ki bir reklam ajansı, nasıl, an- cak ve ancak namusunda tereddüt etmediği bir ürünün reklamını yapıyorsa, parti reklamın- da da kendi öz ideolojisine, inançlanna uygun olan bir partinin reklamını yapması bence şart- tır. Bu inanç mevcut olmadan, yapay duygu- larla, bir ticari anlaşma çerçevesi içinde bir ridir. Bu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmayahm. özgür basın, demokrasinin sigortasıdır. Top- luma açık tartışma, konuşma ve seçme özgür- lüğünün teminatıdır. Siryıla yakın bir zamandır, bazı çev- Kendi paramızla hazırlatıp yayınlattığımız ilanlarda ve reklam filmlerinde "Turkey" yerine "Türkiye" sözcüşünü kullanmak kanımca Pasıfik Okyanusu'nda parmağımızla bir çukur açmaya benzer. Seda alamazsımz. Uzun yıllar geçmesi gerekir. Bu arada iletişim aksayacak. Kendi paranızla yarattığınız konfüzyonla tanıtımımzın gücünü zayıflatmış olacaksınız. relerce ortaya atılan, Ingiliz dilinde Türkiye'- nin karşılığı olan "Turkey" sözcuğü yerine, bundan böyle sadece "Türkiye" sözcüğünün kullanılması kararım, ömrünü iletişim dünya- sına adamış bir kimse olarak nasıl değerlendi- riyorsunuz? Kanımca, kâfi derecede derine inmeden ve- rilmiş bir karar. Bir kere icraatı ya da karar alma gücu elinizde olmayan bir konuda neti- ceden nasıl emin olabilirsirüz? Beş asırdır, In- giliz dilinde "Turkey", "Tiirkiye"nin karşı- hğı olarak bilinir, söylenir ve yazüır. Bugün yüzlerce ülkede, milyarlarca insamn kullandı- ğı, günden güne daha da yayılan bu dilde beş asırdan bu yana basılmış milyarlarca yayında ve Türkiye'yle ilgili sayısız dokümanda "Tur- key", "Türidye"nin karşıhğı olarak geçmiş- ken bizler kalkıp "Hayır, adımızı 'Turkey' ola- rak görmek istemiyoruz. 'Turkey' sözcüğünü kullanmayın. Bundan böyle dilinizde ülkemi- zin adı Türkiye'dir" nasıl deriz? İcraat gücü bizde değil ki... •BHH7urfr>e sözcüğü zaman içinde tutuna- maz mı? Kendi paramızla hazırlatıp yayınlattığımız ilanlarda ve reklam filmlerinde "Turkey" ye- rine "Tüıidye" sözcüğünü kullanmak kanımca Pasifik Okyanusu'nda parmağımızla bir çukur açmaya benzer. Seda alamazsımz. Uzun yıllar geçmesi gerekir. Bu arada iletişim aksayacak. Kendi paranızla yarattığımz konfüzyonla ta- nıtımınızın gücünü za>ıflatmış olacaksınız. Biz "Türkiye"yiz. "Bize Türkiye diyeceksiniz ve böyle yazacaksınu" diyoruz. Hem de temel ve gerçekçi bir neden olmadan. Bu durumda, bi- ze yabancı olan bir sözcük değişikliğini nasıl empoze edebiliriz? Kaldı ki bu karann doğu- racağı problemlerin tür ve miktannı keşfetme imkânsızlığıyla da karşı karşıyayız. Işte size bir örnek: Ağırbaşhlığı, dengeliliği ve olgunluğuyla dünyaca ünlü Ingiliz Econo- mist dergisinin 20 Temmuz 1991 sayısuıda "Turkey-Türkiye" konusunda yayımlanan bir yazı şöyle bitiyor: "Not of a nation confident of its past but of a tin-pot country trying to swagger..." Yani "Mazisine güvenen bir öl- keden ziyade hava atmaya çahsan parastz bir ülke..." Işte buyrun. Bütün dünyada her haf- Seguela yaratıcı, istidath, yaman bir adam. Bir partimizin Seguela'yı seçmesini ben şahsen yadırgamadım. Bununla beraber, bugün bir siyasi partimiz için etkili mesajlar hazırlayabilecek düzeyde çok ajans var Türkiye'de. Bu kesin. ta Economist okuyan bir milyondan fazla üst düzeyde kişi, bu yazıyla "Turkey-Türkiye" meselesini öğrenmiş oldu. ^m^mPeki öneriniz? Girmiş olduğumuz çıkmaz yoldan tek sağ- hkh ve kestirme çıkış, bence, bir an önce, hatta hemen, bu girişimin uzerine bir "sessizlik knmu" serpmektir. Bu önemli karar, nasıl mil- letin haberi olmaksızm alındıysa aym şekilde unutturulmalı. Çok hayırh olur. ••^^5/z/n çevre korumasıyla yakından il- gilendiğinizi biliyoruz. özellikle Marmara ve Boğazlar'ı kurtarmak için bir çağrı yaptığım- zı da biliyoruz. Bu, sizde sabitfıkir halini al- mış. Bu konuda ne gibi bir örgütlenme vefa- aliyet planlıyorsunuz? Çalışmalara ne zaman başlayacaksımz? Üzülerek söylüyorum, henüz aynntıh bilgi verecek durumda değilim. Ama bu konuyla nasıl ilgilenmeye başladım, onu anlatayım. Sevgili Ali Koçman kendimi emekliye ayırma karanm münasebetiyle haziran ayında bir ak- şam yemeği vermişti. Bu yemekte bir konuş- ma yapmam kaçırulmazdı. Neler söyleyeceği- mi düşündüğüm günlerde, bütün gazetelerde çıkan, Marmara'nın, Boğaz'ın sulanmn kirli- liğiyle ilgili yazıları okurken birden aşağı yu- kan otuz yü gerilere gittim. Yıl 1963... Istanbul Hilton Oteli'nin roof- restoranında Amerika'daki patronu ve eşine -Mr. ve Mrs. Sam Meck- öğle yemeğinde ev sa- hipliği yapıyorum. Biraz gecikmiştim. Daha masaya yaklaşmadan Bayan Meek, oturduğu yerden adeta haykırarak heyecanla bir şeyler söylemeye başladı. Üç yıldır birbirimizi gör- memiştik... Daha selamlaşmadan bu kadar he- yecanh konuşmasına neden olan olay şuydu: O sabah Amerikan Sefareti'nin bir motoruy- la Karadeniz'e kadar Boğaz'ı şöyle bir dolaş- mışlardı. Denizlerimizin durumuydu onu bu kadar heyecanlandıran. Bayan Meek, tesadüfe bakın ki o yıllarda Connecticutt eyaletinin Stanford kenti akar- sulannın kirliliğinin kontrolünden sorumlu ko- misyonun başkanıydı. Heyecanı bir türlü din- miyordu. "Eli hemen bugün harekete gececek- sin. Ortahğı ayağa kaldıracaksın. Yümayacak- sın. Tek başına kalsan da sebatla uzerine gi- deceksin. Göreceksin, zamanla kamnoyu ve halk senin tarafını tutacak ve hep beraber Bo- ğaz'ı kurtaracaksımz. Yoksa bu sular ölecek. Söz ver Eli. Bunu yapacaksın." Hâlâ kulaklanmda olan bu sözler zaman za- man içimde canlanır. Ve hep, bir şeyler yapa- bilir miydim, diye düşünürüm. Işte, Ali Koçman'ın davetinde bu konuyu dostlanmıza açtım ve onlann huzurunda bu konuda halkımızı bilinçlendirmek amacıyla elimden gelen her şeyi yapacağıma söz verdim. Orada bulunan yüz küsur kişi, fert olarak bir grup olarak holding olarak maddi manevi her türlü katkıda bulunacaklarını, beni heyecan- landıran bir dille temin ettiler. Bundan çıkan moral ders şu: Gözümüzün önünde yavaş ya- vaş ölmeye bıraktığımız bu suların hazin du- rumu, bütün tstanbullular için kanayan bir yaradır. Tam hazır olmadan ortaya çıkmayacağız. Tahmin ediyorum 1992 yıhnın ilkbahannda ts- tanbullulara hitap edebileceğiz. Bakahm insan- lar nasıl bir yankı verecek?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle