Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 15 EYLÜL 1991
MANAJANS/THOMPSON YÖNETtMKURULU BAŞKAN1ELİ ACİMAN:
Mflletin oyu sloganla alınmazYaklaşan genel seçimlerin ışığında, siyasi partilerin reklam
kampanyalarında reklamın rolü ve Fransız reklamcı Seguela'ya
ANAP'ın seçim propaganda kampanyasının verilmesi
konusunda Haber Merkezi Müdür Yardımcımız Leyla
Tavşanoğlu "Türkiye'de reklamcılığın babası" olarak
tanımlanan Manajans/Thompson Yönetim Kurulu Başkanı
Eli Acıman'la konuştu.
SOYLEŞ1 LEYLA TAVŞANOĞLU
1983 genel seçimleri Oncetimde
ANAP'ın seçim kampanyastm Mamjmm'm
hazırUuhğını biliyoruz. Ktmpamy* neden bu
kadar başanlı olmuştu?
Bizim adeta din haline gelmiş tek kurahmız,
gayemiz, "verimli reklam" yaratmaktır.
ANAP'ın seçim kampanyası için de aynı pren-
sipler doğrultusunda çalıştık. Çok çalıştık. Si-
yasi rekJamlar konusunda öteden beri içimde
bir kuşku, bir isteksizlik vardı. Yani menfi bir
yaklaşımım vardı.
Turgut Bey resmi pozisyonundan istifa edip
Side'ye çekildikten sonra, bir pani kurma ha-
zırhkJan içinde olduğu, seçimlere kaülacağı ha-
beri duyuluyordu. Turgut Bey'in aile dostu
olan Selim Egeli bu partinin seçim kampan-
yasını üstlenip üstlenmeyeceğimizi sorduğun-
da son derece kesin bir dille, "Bu bizim işimiz
degil" cevabını verdim ve bu çağndan sonra
biraz nefes almak, biraz da belki bu arada baş-
ka bir ajans seçilir, düşüncesiyle bir süre yurt-
dışında kaldım.
Sözünü ettiğim dönem mayıs, haziran 1983.
Özal, Türkiye'de pek tanınmıyordu. Akade-
mik dünya olsun, sanayi dünyası, iş âlemi ol-
sun, sokaktaki adam olsun, Özal'ı bilmiyor-
du. Oysa Turgut özal aynı dönemde yurtdı-
şındaki bazı etkin çevrelerde bılinen, üstelik
müspet bir şekilde bilinen bir isimdi. O sırada
Paris'te de bazı temaslarda bulundum. Ayn-
ca International Herald Tribune gazetesinin
editörlerinden, yöneticilerinden çok müspet
sözler duydum. Memlekete döndüm. Hâlâ dü-
Bir siyasi reklam
kampanyasının herhangi bir
ürünün kampanyasına uzaktan
yakından benzer yanı yoktur.
Ürün somut bir şeydir.
Kalitesi, üstünlüğü bilinen,
benimsenmiş bir şeydir.
Nitelikleri bellidir. Bir siyasi
reklam kampanyasında ise
iletilecek mesajlar seyyaldir,
abstredir. İnsanlar üzerinde
sizin istediğiniz doğrultuda
mesajlar yaratabilirsiniz, ama
parti yöneticileri sizin gibi
düşünmeyebilirler.
şünüyordum. önde gelen mesai arkadaşlanmı
toplayarak bu konuda görüşlerini aldım. Her-
hangi bir konuda patron, 'şu müşterinıiz için
çalışacağız' der. Ama siyasi rekiamcılık farklı.
En kuvvetli beyin takımımı bir partinin rek-
lam çalışmalan için kullanacağım. O beyin ta-
kımı arasında o siyasi partiye muhalif kafalar
varsa, o işten hayır gelmez. lnanmak lazım.
Bu bir... Ikincisi, müessesemizin, müşteriye
saygısmdan doğan bir felsefesi var: Orta kali-
tede bir malın reklamını asla yapmamak. Bu-
rada ürün, bir parti... Arkadaşlanma, 'önce
partinin programını görecegiz, ondan sonra
karar verecegiz' dedim. Parti programını al-
dık. 9-10 kişilik bir ekip... Herkese birer tane
dağıttık. Bir tane de ben aldım. Hepimiz kö-
şemize çekildik. Programı okuduktan sonra ra-
hatlamıştık. Bunun uzerine, bir kere de Sayın
özal'ı dinleyip nihai kararı verelim dedik. Bir
kampanyanın muvaffak olmasında kaçınılma-
yacak adımlardır bunlar. Biraz açayım: Ger-
çekten inandığımız, adeta âşık olduğumuz bir
ürün olunca, bu ürün için yapılan yaratıcı ça-
lışmalann kaütesi bambaşka oluyor. Bu bir
kural...
Turgut Bey'le cumartesi, pazar iki gün ar-
ka arkaya görüştük. Tarihini de çok iyi hatır-
üyorum, 16-17 temmuzdu. Çok tesir altmda
kaldık.
tstanbul'da mı oldu?
Evet, Istanbul'da.
\Yeniköy'deki evinde mi, burada mı?
Yeniköy'deki evinde de bürolanmızda da.
O zaman Zincirlikuyu'daydık.
Bu görüşmeden sonra resmen çalışacağnnı-
zı bildirdik ve kendilerinden 8 ya da 10 hafta
süre istedik. Insanlarla konuşmamız, kamuo-
yunun nabzını yoklamamız gerekiyordu. Bü-
tün bu çalışmalardan sonra oluşturacağımız
platformla mutabık olduğumuzda kendilerine
bir prezantasyon yapacağımızı söyledik. Bu sü-
re içinde bize herhangi bir telkinde bulunma-
maları konusunda da bilhassa ısrar ettik.
Bu arada müşterilerimizin nasıl bir tepki
göstereceklerini bilemiyorduk. Bu da bir prob-
lemdi. Fakat ok yaydan çıkmıştı. Sonunda, o
esnada hiçbir müşterimizle konuşmamayı ter-
cih ettim. Neyse, şansımız oldu; müşterileri-
miz müspet karşıladılar, hatta tebrikler aldık.
Siyasal reklam konusunda şunu söyleyebi-
lirim: Sloganlara o zaman da inanmıyordum,
şimdi de inanmıyorum. Bir milletin oylannı
solganlarla cezbetmek mürrıkün değildir. Şu-
nu unutmayahm: 1983'tekı genel seçim, 12 Ey-
lül sonrası ilk genel seçimdi. Son derece sıkı
bir disiplin vardı. Her türlü çalışma Yüksek Se-
çim Kurulu'nun kararları çerçevesinde yapdı-
yordu. Yarı sıkıyönetim ortamındaydık. Par-
tinin, inandığımız olumlu yanlannı iletmenin
önemi bir yana, kitlelere bunu iletebilecek meş-
ru mecralar arasında bir tek basın vardı. O za-
man televizyonda reklam imkânı yoktu. Bu
kampanyada basın, ANAP'a mutlak iktidar
olma yolunu açmıştır. Biz de basını iyi kullan-
dık. Belki biraz da şansımız oldu, diyebilirim.
Eylüle gelmiştik. Seçim 6 kasımda. 1 kasım-
dan önce reklam izni yok. Biz reklam ajansı
olarak ne yapıyoruz, bunun bir yolunu bula-
maz mıyız, diye düşünüyomz. Peki, bir ger-
çeği, basılmış, isteyen herkesin okuyabileceği
bir gerçeği, hiçbir reklam sözü etmeksizin, ay-
nen, parti programından alıntı olarak gazete-
lerde 2-3 satırla yayımlasak, acaba bu, yasak-
lara aykırı mıdır?
Biz bu düşünceyle üç örnek hazırladık. tlan-
lara ANAP amblemini de koyduk. Program-
dan birkaç cümle ve en altta da bu sözlerin
ANAP programından almdığım içeren bir dip-
not... O kadar... Arkadaşlar gidip Yüksek Se-
çim Kurulu'na sundular. Onaylandı. Inanıl-
maz bir şey. Bugün hâlâ inanamıyoruz. Diğer
partiler bunu durdurabilirlerdi, ya da aynı şe-
kilde bir kampanya başlatabüirlerdi. Kimse bir
şey yapmadı. Herkes seyirci kaldı. Böylece
ANAP kampanya öncesi 15 gün boyunca
memleket sahnesinde rakipsiz bir prima don-
na olarak istediği gibi en güzel aryalan söyledi.
miydi?
yapan yalnız Selim Egeli
Aracıhk kelimesi yerinde değil. Selim Egeli
1980'den beri Manajans ailesinde müşteri tem-
silcisi olarak görev yapıyordu. Ajansına çok
güvenir ve inanırdı. Aym şekilde çok inandığı
Turgut özal'ın partisinin seçim kampanyası-
nı Manajans'ın üstlenmesini içtenlikle arzu et-
mişti. Malum sonuç alındıktan sonra Turgut
Bey ona bir görev verdi ve ailemizden aynldı.
WKK^^Özal'm televizyona sürekli elinde ka-
lemle çıktığını hepimiz biliyoruz. Bu kalem un-
suru da sizin yarattığımz bir şey miydi?
O kalem meselesi şöyle oldu: Televizyon ko-
nuşması için çekimler başladığında Turgut
Bey'in elinde kalemi vardı. Yanlış hatırlamı-
yorsam ben "Bu kalem elinizde gayet giizd du-
rnyor, sanki daha rahat konuşuyorsnmız" de-
dim. Ondan sonra da kalemsiz olmadı.
Prezantasyon günü de gene Turgut Bey'le
birlikte dört kişinin geleceği söylenmişti. 23 kişi
geldi. Çok heyecanlandık. Bu kadar kişinin
karşısında ilk defa bir parti propagandasıyla
PAZAR
KONUĞU
A C I19l9'da lstanbul'da doğan, Saint Joseph
Lisesi'ni bitirdikten sonra Paris'te gazetecilik
okuyan Aciman reklamcüığa biraz da rastlantı
sonucu ağabeyinin önerisıyle ve Şen Şapka
reklamlarıyla başlamış. Faal Ajans
deneyiminden sonra ABD'ye gidip J.W.
Thompson reklam ajansmda birkaç yıl
çahşarak rekiamcılık bilgisinı geliştiren
Aciman, bugün bu ajansın ortağı. Manajans,
1985'te J.W. Thompson'la ortaklık kurarak
Manajans/Thompson'a dönüştü. Eli Aciman
Uluslararası Reklam Birliği (IAA) kurucusu
(1972) ve 15 yıl süreyle başkanı, Reklamcılar
Derneği kurucusu ve ilk başkanı (1985-88),
Avrupa Reklam Ajansları Birliği (EAAA)
altın madalya sahibi, TÜSİAD Yüksek tstişare
Konseyi üyesi. 1979da dönemin Başbakam
Bülent Ecevit hükümetinin gidişatına karşı
TÜSÎAD'ın sesini duyurma fıkrini benimseyip
hazırladığı kampanyayla, 1983'teki ANAP
seçim kampanyası, rekiamcılık tarihimizde yer
alacak önemli okrylardan. Eli Aciman, halen
1965'te kurduğu Manajans'ın bugünkû adıyla
Manajans/Thompson'un Yönetim Kurulu
Başkanı olarak ajansın genel politikasını
belirliyor, ama Haziran 1990'dan beri günlük
çalışmalara katılmıyor.
partinin kampanyasıru üstlenmek sakıncahdır.
W^BMANAP'm Fransız reklamcı Jacques
Se'gue'la'yla anlaşarak tanıtım kampanyasım
bu reklamcıya vermesi hakkında neler düşü-
nüyorsunuz? Sizce neden Se'gue'la seçilmiş ola-
bilir? Genellikle seçim kampanyalarında, bir
reklam ajansının hazırladığı propagandalardan
faydalanmak konusundaki görüşünüz nedir?
Seguela'yı şahsen tanınm. Fransız reklam
sektöründeki kreatif beyinler arasında ün sal-
mış bir profesyonel... Seguela'nuı özelliği, hü-
kümetlerle çalışmaktan çekinmek şöyle dur-
sun, bilakis bunu bir uzmanlık haline getirmeyi
başarmış bir teknisyen olmasıdır. Seguela ya-
ratıcı, istidath, yaman bir adam. Bir partimi-
zin Seguela'yı seçmesini ben şahsen yadırga-
madım. Bununla beraber, bugün bir siyasi par-
timiz için etkdli mesajlar hazırlayabilecek dü-
zeyde çok ajans var Türkiye'de. Bu kesin.
İ ^ M M f i u ajanslara Manajans da dahil mi?
Kuşkusuz evet. Ama bize bakmayın. 1983'te
ANAP'ı iktidara götüren kampanyayı demin
de anlattığım gibi A'dan Z'ye kadar hazırla-
yan Manajans'tır. Ancak, zaferden sonra bir
daha siyasi propaganda çalışması yapmama-
ya prensip olarak karar verdik. Esasen iki yıl
sonra J. Walter Thompson'la onak olduğu-
muzda, onlann da öteden beri aym prensibe
inandıklannı öğrenince daha da rahatladık ve
siyasi reklamı ihtisas sahamızın dışında bı-
raktık.
M^^KMtDiğer güncel bir konu basınımızdaki
kriz. Kaygı verici bir düzeye erişen bu krizle
ilgili olarak reklamcılıkla basınm yakmlığı açı-
sından göriişlerinizi alabilir miyim?
Diktatörlükle yönetilen ülkeler dışında tüm
gelişmiş ülkelerde halen basın ve diğer reklam
mecralannda büyük bir kriz sürmekte. Demek
istediğim, bu olay yalnız bize has değil. Bir ba-
sın organında hüküm süren kriz, genellikle iki
evrensel nedene dayanır: Zor, çok zor artan ti-
rajlar ve azalan reklam potansiyeli. Zor artan
tirajlarla ilgili gerçek şu ki, ister çağdaş yaşam
gereği, isterse televizyonun insanlann zamanın-
dan çalmak için verdiği amansız savaş sonucu
olsun, dünyada genellikle okumaya aynlan za-
man ne yazık ki sürekli azalıyor.
Reklama gelince... Krizli devrelerde ilk kı-
sıtlamamn reklam bütçelerinde yapılması ge-
ne evrensel bir kural. Ekonomik krizin son bul-
masıyla işler yine açılacaktır. Bu vesileyle çok
önemli bir diğer bir hususa dikkatinizi çekmek
isterim. Bildiğiniz gibi kamuya yönelik bütün
iletişim olanaklan Batı'da özgUrdür. Buna te-
levizyon dahil. Bizde televizyon, reklam kabul
ettiği halde hâlâ iktidann kontrolündedir ve
basımmız kadar özgür değildir. Bu nedenle
ekonomik açıdan güçlü ve tamamen özgür ga-
zeteler, dergiler, demokrasinin en iyi bekçile-
Eli Aciman, bir reklam ajansının ancak inançlanna uygun bir partinin reklamını yapabileceğini söylüyor. (Fotoğraf: SLATKOZLLKLU)
ilgili çalışmalarımızı sunacaktık. iki saate ya-
kın süren prezantasyonumuz sonunda bazı so-
rular sordular, tartışmalar oldu. Sonunda Tur-
gut Bey kalktı "kampanyanızı aynen kabul
ediyoroz, tüm mesajlaruuzı kollanacagu" de-
di. Bir tek sözcüğe, bir tek virgüle dahi dokun-
Bizde televizyon, reklam kabul
ettiği halde hâlâ iktidann
kontrolündedir ye basımmız
kadar özgür değildir. Bu
nedenle ekonomik açıdan
güçlü ve tamamen özgür
gazeteler, dergiler,
demokrasinin en iyi
bekçileridir. Bu gerçeği hiç
aklımızdan çıkarmayalım.
özgür basın, demokrasinin
sigortasıdır. Toplumaaçık
tartışma, konuşma ve seçme
özgürlüğünün teminatıdır.
madan... Bu olay, profesyonel hayatımın en
unutuhnaz sayfası olarak kalacaktır.
Bir siyasi reklam kampanyasının herhangi
bir ürünün kampanyasına uzaktan yakından
benzer yam yoktur. Ürün somut bir şeydir. Ka-
litesi, üstünlüğü bilinen, benimsenmiş bir şey-
dir. Nitelikleri bellidir.
Bir siyasi reklam kampanyasında ise iletile-
cek mesajlar seyyaldir, abstredir. İnsanlar üze-
rinde sizin istediğiniz doğrultuda mesajlar ya-
ratabilirsiniz, ama parti yöneticileri sizin gibi
düşünmeyebilirler. Bu açıdan zor bir şeydir.
Adeta bir ıstırap kaynağıdır. Savaş günü gelir
ya kazanılır ya kaybedilir. Seçimi kaybetmiş
bir partinin reklam ajansının durumu, belir-
gin bir ürünün satışından beklenen artışın sağ-
lanamamasından sonraki durumuna hiç ben-
zemez. Bunun moral faturası çok ağır çıkar.
(Gülüyor)
Bir kere bütün memlekette vitrin olur. Kim-
dir reklam ajansı? Yüzde 24 beklerken yüzde
9 ahyor... Demek ki iyi bir ajans değil.
Sonra, bir reklam ajansının esas sermayesi,
müşterileridir. Onlann da 'ajansı bir şey sanı-
yordum, aldığı sonoca bak' diye düşünmele-
rinden konıyamazsınız kendinizi.
Eğer seçimi kazanırsanız Ersin Salman'ın
söylediği gibi rejimin ya da iktidann ajansı ola-
rak nitelenirsiniz. Bu daha da kötü. Yarı res-
mi olursunuz. Bunun da ajansın başına aça-
cağı dertler namütenahidir.
Sonuç olarak partiler reklam ajanslarından
yararlanabiür, ama bu, ajanslar açısından zor
bir iştir. Kaldı ki bir reklam ajansı, nasıl, an-
cak ve ancak namusunda tereddüt etmediği bir
ürünün reklamını yapıyorsa, parti reklamın-
da da kendi öz ideolojisine, inançlanna uygun
olan bir partinin reklamını yapması bence şart-
tır. Bu inanç mevcut olmadan, yapay duygu-
larla, bir ticari anlaşma çerçevesi içinde bir
ridir. Bu gerçeği hiç aklımızdan çıkarmayahm.
özgür basın, demokrasinin sigortasıdır. Top-
luma açık tartışma, konuşma ve seçme özgür-
lüğünün teminatıdır.
Siryıla yakın bir zamandır, bazı çev-
Kendi paramızla hazırlatıp
yayınlattığımız ilanlarda ve
reklam filmlerinde "Turkey"
yerine "Türkiye" sözcüşünü
kullanmak kanımca Pasıfik
Okyanusu'nda parmağımızla
bir çukur açmaya benzer. Seda
alamazsımz. Uzun yıllar
geçmesi gerekir. Bu arada
iletişim aksayacak. Kendi
paranızla yarattığınız
konfüzyonla tanıtımımzın
gücünü zayıflatmış
olacaksınız.
relerce ortaya atılan, Ingiliz dilinde Türkiye'-
nin karşılığı olan "Turkey" sözcuğü yerine,
bundan böyle sadece "Türkiye" sözcüğünün
kullanılması kararım, ömrünü iletişim dünya-
sına adamış bir kimse olarak nasıl değerlendi-
riyorsunuz?
Kanımca, kâfi derecede derine inmeden ve-
rilmiş bir karar. Bir kere icraatı ya da karar
alma gücu elinizde olmayan bir konuda neti-
ceden nasıl emin olabilirsirüz? Beş asırdır, In-
giliz dilinde "Turkey", "Tiirkiye"nin karşı-
hğı olarak bilinir, söylenir ve yazüır. Bugün
yüzlerce ülkede, milyarlarca insamn kullandı-
ğı, günden güne daha da yayılan bu dilde beş
asırdan bu yana basılmış milyarlarca yayında
ve Türkiye'yle ilgili sayısız dokümanda "Tur-
key", "Türidye"nin karşıhğı olarak geçmiş-
ken bizler kalkıp "Hayır, adımızı 'Turkey' ola-
rak görmek istemiyoruz. 'Turkey' sözcüğünü
kullanmayın. Bundan böyle dilinizde ülkemi-
zin adı Türkiye'dir" nasıl deriz? İcraat gücü
bizde değil ki...
•BHH7urfr>e sözcüğü zaman içinde tutuna-
maz mı?
Kendi paramızla hazırlatıp yayınlattığımız
ilanlarda ve reklam filmlerinde "Turkey" ye-
rine "Tüıidye" sözcüğünü kullanmak kanımca
Pasifik Okyanusu'nda parmağımızla bir çukur
açmaya benzer. Seda alamazsımz. Uzun yıllar
geçmesi gerekir. Bu arada iletişim aksayacak.
Kendi paranızla yarattığımz konfüzyonla ta-
nıtımınızın gücünü za>ıflatmış olacaksınız. Biz
"Türkiye"yiz. "Bize Türkiye diyeceksiniz ve
böyle yazacaksınu" diyoruz. Hem de temel ve
gerçekçi bir neden olmadan. Bu durumda, bi-
ze yabancı olan bir sözcük değişikliğini nasıl
empoze edebiliriz? Kaldı ki bu karann doğu-
racağı problemlerin tür ve miktannı keşfetme
imkânsızlığıyla da karşı karşıyayız.
Işte size bir örnek: Ağırbaşhlığı, dengeliliği
ve olgunluğuyla dünyaca ünlü Ingiliz Econo-
mist dergisinin 20 Temmuz 1991 sayısuıda
"Turkey-Türkiye" konusunda yayımlanan bir
yazı şöyle bitiyor: "Not of a nation confident
of its past but of a tin-pot country trying to
swagger..." Yani "Mazisine güvenen bir öl-
keden ziyade hava atmaya çahsan parastz bir
ülke..." Işte buyrun. Bütün dünyada her haf-
Seguela yaratıcı, istidath,
yaman bir adam. Bir
partimizin Seguela'yı
seçmesini ben şahsen
yadırgamadım. Bununla
beraber, bugün bir siyasi
partimiz için etkili mesajlar
hazırlayabilecek düzeyde çok
ajans var Türkiye'de. Bu
kesin.
ta Economist okuyan bir milyondan fazla üst
düzeyde kişi, bu yazıyla "Turkey-Türkiye"
meselesini öğrenmiş oldu.
^m^mPeki öneriniz?
Girmiş olduğumuz çıkmaz yoldan tek sağ-
hkh ve kestirme çıkış, bence, bir an önce, hatta
hemen, bu girişimin uzerine bir "sessizlik
knmu" serpmektir. Bu önemli karar, nasıl mil-
letin haberi olmaksızm alındıysa aym şekilde
unutturulmalı. Çok hayırh olur.
••^^5/z/n çevre korumasıyla yakından il-
gilendiğinizi biliyoruz. özellikle Marmara ve
Boğazlar'ı kurtarmak için bir çağrı yaptığım-
zı da biliyoruz. Bu, sizde sabitfıkir halini al-
mış. Bu konuda ne gibi bir örgütlenme vefa-
aliyet planlıyorsunuz? Çalışmalara ne zaman
başlayacaksımz?
Üzülerek söylüyorum, henüz aynntıh bilgi
verecek durumda değilim. Ama bu konuyla
nasıl ilgilenmeye başladım, onu anlatayım.
Sevgili Ali Koçman kendimi emekliye ayırma
karanm münasebetiyle haziran ayında bir ak-
şam yemeği vermişti. Bu yemekte bir konuş-
ma yapmam kaçırulmazdı. Neler söyleyeceği-
mi düşündüğüm günlerde, bütün gazetelerde
çıkan, Marmara'nın, Boğaz'ın sulanmn kirli-
liğiyle ilgili yazıları okurken birden aşağı yu-
kan otuz yü gerilere gittim.
Yıl 1963... Istanbul Hilton Oteli'nin roof-
restoranında Amerika'daki patronu ve eşine
-Mr. ve Mrs. Sam Meck- öğle yemeğinde ev sa-
hipliği yapıyorum. Biraz gecikmiştim. Daha
masaya yaklaşmadan Bayan Meek, oturduğu
yerden adeta haykırarak heyecanla bir şeyler
söylemeye başladı. Üç yıldır birbirimizi gör-
memiştik... Daha selamlaşmadan bu kadar he-
yecanh konuşmasına neden olan olay şuydu:
O sabah Amerikan Sefareti'nin bir motoruy-
la Karadeniz'e kadar Boğaz'ı şöyle bir dolaş-
mışlardı. Denizlerimizin durumuydu onu bu
kadar heyecanlandıran.
Bayan Meek, tesadüfe bakın ki o yıllarda
Connecticutt eyaletinin Stanford kenti akar-
sulannın kirliliğinin kontrolünden sorumlu ko-
misyonun başkanıydı. Heyecanı bir türlü din-
miyordu. "Eli hemen bugün harekete gececek-
sin. Ortahğı ayağa kaldıracaksın. Yümayacak-
sın. Tek başına kalsan da sebatla uzerine gi-
deceksin. Göreceksin, zamanla kamnoyu ve
halk senin tarafını tutacak ve hep beraber Bo-
ğaz'ı kurtaracaksımz. Yoksa bu sular ölecek.
Söz ver Eli. Bunu yapacaksın."
Hâlâ kulaklanmda olan bu sözler zaman za-
man içimde canlanır. Ve hep, bir şeyler yapa-
bilir miydim, diye düşünürüm.
Işte, Ali Koçman'ın davetinde bu konuyu
dostlanmıza açtım ve onlann huzurunda bu
konuda halkımızı bilinçlendirmek amacıyla
elimden gelen her şeyi yapacağıma söz verdim.
Orada bulunan yüz küsur kişi, fert olarak bir
grup olarak holding olarak maddi manevi her
türlü katkıda bulunacaklarını, beni heyecan-
landıran bir dille temin ettiler. Bundan çıkan
moral ders şu: Gözümüzün önünde yavaş ya-
vaş ölmeye bıraktığımız bu suların hazin du-
rumu, bütün tstanbullular için kanayan bir
yaradır.
Tam hazır olmadan ortaya çıkmayacağız.
Tahmin ediyorum 1992 yıhnın ilkbahannda ts-
tanbullulara hitap edebileceğiz. Bakahm insan-
lar nasıl bir yankı verecek?