Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 7 HAZİRAN 1991
Sormadan Edemeyiz
MELİH CEVDET ANDAY
Sayın Prof. Server Tanilli'nin beklenen yapı-
tı yayımlandı: "tslâra Çağımıza Yanıt Verebilir
mi?" Bu kitabın çok okunacağıru ve tartışılaca-
ğını umuyorum. Kolayca anlaşılacağı üzere bu
tahminim hiç de boşuna değil; neden derseniz
çoğunluğu Müslüman olan halkımızın konuya
ilgi göstermesi beklenir elbet; sonra da laiklik so-
runu, özellikle günümüzde, toplumumuzun gün-
cel sorunlardan biri durumunda olma özelliğini
sürduriiyor. Çünkü laiklik kunımu, kimi Islâmcı
çevrelerde gâvurlukla karşılanmaktadır. Bilindiği
gibi "gâvur" sözcüğü, "kâfır" sözcüğünden gel-
medir ve "kâfır" de Tanrı tanımayan demek-
tir, ama bizde daha çok Hıristiyanlar için kul-
lanılır. Oysa tek Tann inancına bağlı bir din olan
Hıristiyanlık, Islâm dinini büytik ölçüde etkile-
miştir.
Yazarımız, kitabmın "tslâm Bir Arap
Ideolojisidir" başlıkiı bölümünde şöyle diyor:
"Islâm öğretisi, pek özgün değildir aslında; bir
bireşim (sentez) savında da olsa, 'seçmecilik'ten
öteye gidememiştir. Içerdiği kimi öğeleri, orta-
ya çıktığı toplumdaki en ilkel inançlardan, ki-
mi öğeleri de kendinden önceki en ileri dinler-
den almıştır. Cinlere ve meleklere inanma, eski
ilkel inançlardan geliyor; 'tek Tann' düşünce-
si, 'son hüküm', 'cennet' ve 'cehennem' gibi
inançlan da Musevilikle Hıristiyanlıktan."
Dini yayma, kâfirleri hak dinine döndürme
amacını güderek fetihlere girişen lslâm ordula-
rı, bu yeni dini benimsemek istemeyenleri ver-
giye bağlayarak kendi dininde bırakıyordu.
"Dinde zorlama yoktur" ilkesi o zaman ortaya
çıkmıştır. Öyleyse bu ilkenin içtenlikle uygulan-
ması, Islâm-laisizm çatışmasındaki yersizliği or-
tadan kaldıracaktır. Fakat buna engel olan, bu
dinin bir "devlet dini" olarak ortaya çıkması-
dır. Sayın Tanilli şöyle diyor: "Öyle olduğu için-
dir ki laik anlayışı dışlaması, bu dinin mayasın-
da vardır."
Gerçi, sayın yazanmızın da söylediği gibi tsa'-
nın, "Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tann'nm hak-
kını Tann'ya" sözü, dini devletten ayırması ba-
kırrundan, laikliğin temeli sayılabilirse de kilise
bu anlayışı geç ve guç kabul etmiştir. "özetle
lslâm, yalnız insan ve Tann ilişkilerini içeren bir
'öte dünya dini' değil, bu dünya dinidir de, Tan-
rı'nın mutlak iradesi, yalnız 'ölümden sonraki
yaşama' değil, bu dünyadaki yaşama, hem de
bütün görünüşleriyle egemendir."
Muhammed'in Musevilik'ten ve Hıristiyan-
lık 'tan esinlendiği kesin olmakla birlikte, bu yeni
dinde çok önemli aynmlar vardır. Isa, kurulu
düzene, Museviliğe başkaldırmıştı. Gerçi Mu-
hammed de eski Arap kabile inançlanna, örne-
ğin Kâbe'deki putlara karşı gelmişti, fakat "ls-
lâm'ın tektanrıcı niteliği, cinlerin ya da ruhla-
nn sistemin içine sokulmasını engelleyememiş-
tir. Ne var ki Muhammed, Yahudileri örnek edi-
nerek, iyi ve kötü ruhlar, melekler ve cinler di-
ye ayırıma tabi tutmuştur bunlan; öyle de olsa,
cinlerin tslâmı kabul edebüeceklerine inanıyor-
du. Peygamber, cinlerin başı olarak gösterilen,
Ibranice Şe>tan (Satan) ile Hıristiyanhğın Iblis'-
ini (Diabolos) de kabul etmiştir. Bunlar tslâm-
da da varlığını sürdüren düpedüz pagan kalın-
tılardı."
Gene bunun gibi Muhammed, Hıristiyanlık-
taki "baba-oğul ve üçübirlik (Trinite) gibi me-
tafiziklere kendi dininde yer vermemiştir. Ama
"Kutsal Ruh"u, bu yeni din, Cebrail ile karşı-
lamaktan da geri kalmaz. Vahiyleri peygambe-
re getiren Cebrail'dir; böyle de olsa Tanrı-
Muhammed-Cebrail üçlüsü bu yeni dinde söz
konusu değildir. (Çok sonra Alevilik'te trinite'-
nin benzerini, Allah-Muhammed-Ali biçiminde
yeniden görüyoruz). Tanrı'nın Isa'da belirmesi
(incarnation), bir yandan paganizme yaklaşarak
antropomorfik anlatımla insanın somuta yatkın
mantığına seslenirken, öte yandan yazarımızın
da dediği gibi tektanncüığa aykın düşüyordu.
Muhammed'e Tann'nın sözleri geliyor ya da ge-
tiriliyordu; Isa ise babasının ag7indan değil, ken-
di konuşuyordu. Hıristiyanlığı inceleyenlerden
bir bölümünün ona "insan" niteliği ve kimliği
vermeleri, kendi olarak konuşup eylemesinden
ise de onun Tann oğlu olduğuna inananlar bu-
na şiddetle karşı çıkmışlardır: Isa, insanoğlu de-
ğildir, Tannsaldır. Tann'nın insan olarak (oğul
kimliğinde) görünmesi şaşırtıcıdır elbet, fakat
Muhammed'in Tann ile konuşması (Miraç) tJa-
ha kolay kabul edilir nitelikte değildir elbet. Bu-
nun için tslâm bilginleri Miraç'a "âlem-i
mânâda" yorumunu eklerler; diyesim bu yolcu-
luk bedenle olmamıştır, ruhsal bir göçtür. Öte
yandan pagancı kafa (ki tsa'nın çevresi, Yahu-
diler dışında paganlarla doluydu, örneğin Ro-
ma Valisi Püatus pagandı, çoktanncı idi, bu yüz-
den de Isa'nın ogul olmasına hiç şaşmamıştı,
çünkü Herakles de Tann Zeus'un oğlu idi, de-
mek böyle şeyler oluyordu.) Az önce söylendiği
gibi Islâm'da cinlere, meleklere inanılması da
Arap paganizmi kaynaklı değil midir?
Ne var ki bu iki değişik tavır, diyesim (yâni)
Muhammed'in insan, Isa'nın ogul olması, Cfi-
mi ile Kilise arasındaki temel ayrımı da yarat-
mıştır. Yazanmızı dinleyelim: "Islâmda din ne
denli müdahaleci olursa olsun, Tann'yla insan
arasında bir üçüncü kişinin ya da zümrenin yeri
yok; kısacası, tslâm ruhbansız, kilisesiz bir din.
Cami, Müslümanların ibadetinin yalnızca düze-
nini sağlıyor, yoksa kutsal hiçbir niteliği yok."
Öyledir, nitekim papazlar kendilerine "Tann1
-
mn adamı" nitemini yakıştırırlar. Ama bizde de
cami, "Allah'ın evi" değil midir?
Sırası gelmişken ekleyivereyim; cami, namaz
kılınan yer anlamına değildir, o anlama gelen
mescit'tir, "secde edilen yer" demektir. Cami
ise "toplanılan yer"dir. (Hindistan'da "Cami-
i Mescit" var.)
tslâm'dan önceki dinlerle tslâmiyet arasındaki
benzerlikler saymakla bitmez. Bir hadiste 313
peygamberden söz ediliyormuş; ama Kuran'ın
saydığı, 25 peygamber. Yazanrruz ekliyor: "Bir
hesaba göre, sayıları hayli çok olmak gerekir
peygamberlerin; nitekim çeşitli kaynaklara gö-
re bu sayı, 124.000 ile 224.000 arasında değiş-
mektedir."
Ben Hindistan'da iken katıldığım şiir toplan-
tısının düzenleyicilerinden olan Bay Aşok'a,
"Kaç Tanrınız var?" diye sormuştum; dediydi
ki "Yüz kadar var, ama en önemlileri dokuz-
dur." Anlaşılan çoktannlı dönemde Tannlann,
tektannü dönemde ise peygamberlerin sayısı ka-
bank. •
Kime denir peygamber diye?
"Kuran, peygamber (nebi), aracı ya da elçi (re-
sul) arasında bir ayınm yapıyor: Tann'dan esin-
lenmiş, ancak ondan kutsal bir metin almamış
kişidir; resul ise böyle bir metin, giderek bir gö-
rev almıştır. Böylece, her resul bir peygamber-
dir; ama her peygamber mutlaka bir resul de-
ğildir. Aslında bu ayrım bir yerde önemini kay-
bediyor; çünkü nebi olsun, resul olsun, inaruşa
göre hepsi de Tann'mn, daha önce işaret ettiği
yola yeniden dönmelerini söylemek, insanlan bu
konuda tekrar uyarmak için atadığı kişiler. öy-
le olunca da hepsi peygamber ve aralannda ayı-
nm gözetmeden hepsine iman etmek gerekiyor."
Kısaca değiniverdiğimiz şu konular bile, ge-
nel olarak din kurumu, özel olarak Islâmiyet üs-
tüne birçok soru doğuruyor kafamızda. Bu so-
rulan sormak ve yanıtlannı aramak, aklın ka-
çmılamaz işidir. Ama inananlar için bu tür so-
rular tümden yersizdir. Madem kutsal kitap öyte
söylüyor, öyledir.
Bir akılcı ve aydınlanmacı olan Prof. Server
Tanilli işte bu sorulan ortaya atarak, onlara akıl-
cı yanıtlar anyor kitabında. Adından da belli bu:
"tslâm çağımıza yanıt verebilir mi?" Sormadan
edemeyiz.
Bu kitaptan ileride de söz açacağımı sanıyo-
rum.
ARADABIR
Dr. SABtHA ÇAYCI Hukukçu
Güvence Getirmeli
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de güncelliğini kaybetme-
yen önemli politik alanlardan binsi de 'kadın' konusudur. Ka-
dın hakları konusunda ciddi düşünsel gelışmeler görülmek-
tedir. Ülkemizde bu düşüncelerin somuta dönüştüğü, yasa-
lara, siyasi ve sosyal yaşama yansıdığı söylenemez.
Kadın sorunlarının çözümünde büyük ölçüde sosyal dev-
let ve sosyal adalet temelinde biçimlenecek yapılaşmanın
sağlanması büyük önem taşımaktadır. Siyasi, sosyal ve eko-
nomik yapılaşmanın temelini oluşturan ve insan haidanna gü-
vence getiren anayasamızın kadın hakları kazanımında rolü
ne olmalıdır?
Yeni bir anayasanın hazırlığı içinde olan ülkemizde ana-
yasanın insan haklarının bir altbaşlığı olan kadın hakları ko-
nusunda önemli olan görüş, kuşkusuz anayasa hukukçula-
rının görüşlerıdir. Bu konuda bir anayasa hükmü gerekli mi
ve anayasa tekniği açısından uygun dur mu?
"Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Ulus-
lararası Sözleşmesi"nin 26.8.1985 tarihinde hükümetimizce
imzalanmasına karşın yasalanmızda hâlâ kadın aleyhine
kadın-erkek eşitsiztiği içeren yüzlerce hükmün var olması,
kadm aleyhine çağdışı uygulamalann boyutlannın her gün
artması karşısında anayasamızın kadın haklannın sağlanma-
sına ve güvenceye kavuşturulmasına katkıda bulunmasını
beklemek doğaldır. Anayasamızın 10. maddesinin yasaların
içeriğinde değil, yasaların uygulanmasında eşitliği sağlamak
amacını taşımasının kadın haklan bakımından bir etkinliği
yoktur.
Anayasamız dahi 'Türk vatandaşlığı' başlığını taşıyan 66.
maddesinde "Türk babanın ve ananın çocuğu Türktür. Ya-
bancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı
kanunla düzenlenır" hükmü ile kadın-erkek arasında ayınm
yapmaktadır.
Başta Medeni Kanun'umuz ve Ceza Kanunu'muz olmak
üzere tüm yasalanmızda eşitsizlik içeren önemli pek çok hü-
küm hâlâ vardır.
Bu eşitsizliklerin yasal düzenlemelerte gtderilmesi, toplum-
sal yaşamda ve ailede kadının ikincil statüsünü değiştirme-
ye kuşkusuz yeterli olmayacaktır. Ancak yasalarımızdaki ka-
dın aleyhine olan hükümlerin çıkarılması ya da değiştirilme-
si kadın hakları savunusunun önkoşuludur ve sosyal politi-
ka uygulamalarının başında gelir.
Bugün ülkemizde yeni anayasa (her şeyden önce) insan
haklanna dayalı demokratik hukuk devleti kurallarına işler-
lik kazandıracak bir anayasa olmalıdır görüşü ve isteği yay-
gındır. Anayasa özgür, eşit ve mutlu insanlar topluluğu ya-
ratrna amacını taşımalıdır. İnsanlar dokunulmaz, devredilmez
ve vazgeçilmez hak ve özgürlüklere doğuştan sahiptirler. Ka-
dın, öncelikle bir insandır, ama kadın olmasından kaynakla-
nan haklara ve olanaklara sahip olması açısından 'insan hak-
lanna verilen güvenceler'in yeterli olmadığı açıktır.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan kadın haklan
idari ve adli yargı gibi anayasa yargısının da koruyuculuğu
altında olmalıdır. Anayasamız 50. maddesiyle dolaylı olarak
sadece çalışan kadın ve çocuklann haklarını korumak göre-
vini üstlenmiştir. Anayasanın 40. maddesi cinsiyet eşitliğiyle
hiç ilgisi olmayan, aksine, ailenin huzurunun sağlanmasın-
da büyük ölçüde kadının sorumtuluğunu kabul eden bir dü-
şüncenin ürünüdür Oysa anayasa, çağdışı politikaların uy-
gulanmasını önleyecek ve hatta çağdaş kadın politikalarının
uygulanmasını öngören temel ilkeler içeren hükümler getir-
melidir.
Kadını, kamu ve toplum yaşamının her alanında erkeğe eşit
kılacak ve bunun devamlılığını sağlayacak bir anayasa hük-
müne gereksinim olduğu görüşü bugün pekçok yerde ifade
edilmekte ve tartışılmaktadır.
Demokrasi İzleme Kurulu'nun 30 Mart 1990'da toplanan
Anayasa Kurultayı'na sunulan "Anayasanın dayanması ge-
reken temel ilkeler" başhklı metninde şu maddeye yer veril-
mişti: "Kadın-erkek eşitliği genel esaslardaki eşitlik madde-
sinde belirmeli, yasal ve yönetsel hiçbir düzenlemenin bu-
ri=ı aykın olamayacağı hükmü getirilmeli, her türlü cinsel ayı-
rım~ılık önlenmelidir."
Adalet Bakanlığı'nın talebi üzerine Siyasal Bilgiler Fakül-
tesi'nin Nisan 1991'de hazırladığı anayasa taslağında "Ka-
dınlarlaerkeklerin eşitliğini yaşamın her alanında gerçekleş-
tirecek ödünsüz yasal düzenlemeler anayasada
öngörülmelıoir" ilkesi önerilmiştir.
Prof. Cem Eroğul, anayasada "Yasalar kadın-erkek eşitli-
ğine aykın hüküm taşıyamazlar. Devlet, kamu ve toplum ya-
şamının her alanında kadın-erkek hak eşitliğini sağlamak için
gerekli bütün önlemleri alır" hükmünün yer alabileceği gö-
rüşündedir.
Programında Kadın Bakanlığı'na yer vermiş olan SHP'nin,
anayasa taslağında da kadın haklanna güvence getirecek bir
hükmün bulunması uygun olur görüşündeyiz.
SEVGİLİ AMCAMIZ
HÜSEYİN PALA'yı
üzücü bir trafik kazası sonucu yitirdik.
Ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
MESUT-ESAT-SERPİl^EMEL
BOLU SULH HUKUK HÂKİMLtĞl'NDEN
Esas: 1987/659
Karar: 1991/247
Davacı Ayten özsoy vs. vekili tarafından davalılar Mürvet Özko-
paran vs. aleyhine mahkememize açılan tzale-i Şuyu davasımn sonun-
da; dava konusu Bolu ıli Merkez Asağısoku Karaaptal mevkiinde bu-
lunan 870 kütük ve 875 parselde kayıtlı taşınmazın hissedarlar ara-
sında aynen taksiminin mumkun olmadığı anlaşıldığından umum ara-
sında satılarak ortakhğın giderilmesine karar verilmiştir.
Davalılardan Mürvet Özkoparan tum aramalara rağmen buluna-
madığından karann ilanen tebliğine karar verilmiştir.
Işbu ilandan 8 gun sonra karann davalı Mürvet Özkoparan'a teb-
liğ edilmiş sayılacağı hususu ilanen tebliğ olunur.
PENCERE
Futbolda Liboşizm
Sonunda bomba patladı:
'Tanju Fenerbahçe'de!.."
Övgü, sövgü, sevgi, tepki dalgalarının köpükleri arasında
transfer bedeli ne?
"Lüks villa: 1.350 milyar...
900 bin mark: 2.150 milyar...
Borservis: 3.500 milyar...
Toplam:
7 milyar.."
Helal olsun!..
•
Kimi "romantikler" bu ise çok bozuklular. Galatasaray yan-
daşlarından Şevket Tosyalı demiş ki:
"— Tanju, oğlu Anıl'ı bir yaşındayken Galatasaray kulübüne
onur üyesi yapb. Anıl büyüyünce babasından hesap soracak.
Tanju, bu olaydan sonra çocuğunun yüzüne nasıl bakacak?"
Galatasaraylı Metin Egeli:
"— Tanju Galatasaray'ı sattı; Fenerbahçe'yi satmayaca-
ğını kim garanti eder?"
Cengiz Karakuş:
"— Tanju'nun yaptığı tam anlamıyla şerefsizlik!.. Ekmek
yediği kulübe ihanet ettil.."
Çağı geçmiş laflar değil mi bunlar? Geçmişin romantik ilis-
kilerine "nostaljik takılanlar" Tanju'nun Fenerbahçe forma-
sıyla gazetelerde çıkan ilk fotoğrafına iyice baksınlar: For-
manın göğsünde bir banka reklamı var, değil mi? Eskiden
böyle bir şeyi kim içine sindirebilirdi? Fenerbahçeli Zefi Bey
ya da Galatasaraylı Aslan Nihat zamanında kimin haddine
düşmüş!... Para için kırmızj-san, san-iacivert, siyah-beyaz for-
manın üstüne şirketin ya da bankanın yaftasını yapıştıracak-
sın da seyirci susup oturacak!... Alimallah taraftarlar, kulü-
bü basıp yöneticileri eşek sudan gelinceye kadar döverler-
di.
Neden?
Çünkü "Amafo>ru/7"egemendi. Futbolcu amatör, seyirci
amatör, yönetici amatör. Bizim Oktay Akbal'ı o yıllarda Ga-
latasaray Lisesi'ne göndermek istemişler; daha bacak ka-
darken evin büyüklerine aslanlar gibi karşı koymuş:
— Gitmem de gitmem!..
— Niçin oğlum?
— Ben Fenerbahçeliyim...
•k
Tanju kötü mü yaptı?
Hayır!..
(Arkost 19 Sayfada)
i bir kimlik
Oünya büyük bir hızta değışiyor. Teknolojik
buluşlar-iajröirtni kovatiyor. Ekonomik hayat son
derece dınamik. Ticaret ve sanayide dev kuruluş-
lar acımasız bir yartş içinde Rekabet çetın!
Böyle bir ortamda ayakta kafâbılmek, gele-
ceğe güvenle bakabılmeK en kaiitelı ürünü, en iyı
hizmeti sunabilmek... Kurumlafw bunu başarabıl-
mek ıçın, oncelıkle dünyanın hızlı değişimine ayak
uydurabılmelerı gerek Ve bunun için de sağlam il-
keleri ve bu ılkelerı yansıtan tutarlı bir kurum kım-
likleri olmalı. Çünkü çağımız bir tanınma ve ayırt
edılmeçağı.
Borusan da 2000lı yıllara hazırlanırken
önemii bir adım attı: Uzman bir kuruluş, Borusan
ılkeierini yansıtan bir kurum kimliği oluşturdu.
Tüm şirket adlarının özel olarak yazılışı,
özgi-^okler ve Borusan amblemi... İşte Borusan
kururW kimliğinin temel görsel unsurları. Bunlar,
kurumun tüm binalarından fabrıkalardakı pano ve
tabelalara. taşıtların üzerınden tüm kırtasiye mal-
zemelerine, çalışanların giysilerınden reklamlara
kadar kurumla ılgılı her yerde uygulanacak. Ve
tüm Borusan şirketlerinin aynı bütünün parçaları
olduğunun hemen anlaşılmasını sağlayacak.
Borusan kurum kimliğinin temel görsel
unsuru olan Borusan amblemi ise. Borusan'ın üç
temel ılkesıni simgelemekte: Yenılikçılik, verimlilik
ve çevreye saygı. Borusan'ın yolunu, gelecekte de
bu ilkeler aydınlatacaktır.
BORUSAN
BORUSAN HOLOİNG ^ J BORUSAN BORU ^ BORÇELİK ^ KERİM ÇELİK ^ BİRLİK GALVANİZ ^ MAKİNA İMALAT ^ | BORUSAN YATIRIM
SUPSAN ^ J BORUSAN AMORTİSÖR ^ | BORUSAN OTO j^J ASKON ^ TEMENYE ^ | BORMER ^ BORUSAN İHRACAT İTHALAT
İSTİKBAL TİCARET ^ J BİRÜK ÇELİK ^ BORU NAKLİYAT ^ J BORTRANS >N3 BORU VE PROFİL ^ BOZOKLAR ^ ULKO ^ 1 İMPA
TEMPA ^ J SAMSUN ÇELİK ^ | GAZİANTEP BORU VE PROFİL ^ FERMET ^ TUBECO ^ COMMENT ^ BORUSAN KIBRIS