Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
:UMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 30 HAZİRAN 1991
4, ENTERNASYONAL YONETICILERINDENMARKSISTIKTISATÇIERNEST MANDEL:
Çoğulcu ve çok partili sosyalizmMülkiyeliler Birliği Genel Merkezi'nin davetlisi olarak
geçenlerde ülkemize gelen ünlü ekonomist Ernest Mandel,
özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki ekonomik-
siyasi gelişmelerle ilgili bir dizi konferans verdi.
'Sosyalizmin her zamankinden daha vazgeçilmez hale
geldiğini' söyleyen Ernest MandePle Dış Haberler Servisi
muhabirlerimizden Necdet Saraç konuştu.
SÖYLEŞİ NECDET SARAÇ
\ovyetler Birliği, Doğu Avrupa ülke-
leri ve Çin yıllardır süren suskunluğun ardın-
dan toplumsal patlamalara sahne oldu. Bu ül-
kelerin yaşadıkları krizin altında yaîan nedir?
Her şeyden önce şunu belirtmek gerek ki
Sovyetler Birliği'nde yaşanan krizi sadece bir-
takım "hain ve zalim" kişilerin (örneğin Sta-
lin'in) uygulamalarına bağlamak yanlış olur.
Kişilerin de sorumlulukları vardır elbet ama ya-
şanan kriz, Stalin'den bu yana bürokrasinin ik-
tidanru sağlayan tüm mekanizmalarm genel bir
krizidir; toplumsal, ekonomik, siyasi, ideolo-
jik ve ahlaki yönleri vardır.
70'li yıllara kadar bürokrasi, iktidarının meş-
ruiyetini kabul ettirmeye çalışmak için çeşitli
araçlara başvurdu. İdeolojik düzeyde kendini
1917 Ekim Devrimi'nin devarnı gibi gösterdi,
emperyalist kuşatma altındaki "sosyalist ana-
vatan"dan dem vurdu ve ardından da faşizme
karşı Sovyet yurtseverliğinin mücadelesini kut-
sayarak meşmiyet kazanmaya çahştı. Son ola-
rak da Kruşçev'in 80'li yıllarda komünizme va-
nlacağı yönündeki vaatleriyle ayakta durma-
ya çahştı.
Sosyo-ekonornik alanda ise bürokratik plan-
Iamanın bazı sonuçlarına dayanıldı. Örneğin
SSCB ve özellikle de Doğu
Avrupa ülkelerinde yaygın bir
yanılsama var. Kapitalizme
geçilirse İsveç'in yaşam
düzeyine varılacağı sanılıyor.
Oysa varılacak yer daha çok
Türkiye benzeri bir toplum
olacaktır!
planın öncelikli sektörlerinde yaşam düzeyinin
vasat, ama belirgin bir oranda artması, ki bu
alanda Kruşçev döneminde tüketim mallarına
yapılan yatınmlar ve karaborsarun da katkılan
söz konusudur; bunun yanı sıra iş güvencesi ve
planın öncelikli sektörlerindeki işletmelerde
plan mekanizmalarının eşitlikçi sonuçlan,
Brejnev'in övdüğü "ileri sosyaüzm"in kazanım-
ları olarak düşünülmüştü.
Ancak yapısal duraklama eğilimleri tüm bu
etkenleri söndürdu. Bu duraklamanın çeşitli
nedenleri var. Askeri ve siyasi etkenler, ikincil
planda olmakla beraber önemlidir. Kapitalist
bir dünyada yaşandığı sürece, emperyalist bir
askeri saldırı tehdidi karşısında silahlanmak
zorundasımz. Ancak bu, henüz zayıf bir eko-
nomiye çok ağır mali ve ekonomik bir yük ge-
tirmektedir. Jlusal geliri ABD'ninkinin ancak
yansı olan bir ülkede, ABD'yle eşit oranda as-
keri harcamalar, Sovyet ekonomisine iki misli
fazla bir yük bindirmektedir. Aroa daha önem-
lisi işin salt ekonomik yönüdür.
Kapitalist dünya pazarı Sovyetler üzerine çif-
te bir baskı uygulamaktadır. Birincisi tekno-
lojiktir. Kapitalizmin özelliklerinden biri sürek-
li bir teknolojik devrime dayanmasıdır. özel-
likle de son elli yılda bu, görkemü boyutlar al-
mıştır. Dolayısıyla daha az kaynaklara sahip
ülkelerin bu alanda başa güreşmeleri giderek
imkânsız hale gelmektedir. Kaldı ki bu, bir di-
zi kapitalist ülke için de geçerlidir. İngiltere bile
bu alanda havlu attı. Bürokrasi SSCB'deki tek-
nolojik gerilikten bizzat sorumludur, ancak
nesnel olarak da ABD, Japonya veya Alman-
ya ile yanşmak gittikçe zorlaşmaktaydı.
Ikinci baskı ise iletişim devrimi olarak nite-
lendirebileceğimiz olgudur. Radyo ve televiz-
yonlu günümüz dünyasında artık en ileri tü-
ketim modellerini kitlelerden gizlemek ve on-
ların da benzer tüketim araçlarına sahip olma
isteklerini engellemek olanaksızdır. En temel
ihtiyaçları beslenme, giyim, sağlık, eğitim vb.
karşüandıktan sonra, Sovyet tüketicileri de 50'li
yıllardan itibaren en gelişmiş ülkelerdeki tüke-
tim araçlarına sahip olmak istediler.
Diğer bir faktör de elbette çözülmemiş ulu-
sal sorunlann yarattığı bunalımdır. Tüm bun-
larla birlikte, bürokrasinin siyasi iktidarı gide-
rek meşruiyetini yitirmiş, sistemin yapısı, de-
mokrasi eksikliği, Stalin döneminin cinayetle-
ri ortaya çıktıkça, tabandan gelen başkaldırı
hareketleri ve eğilimleri de artmışür. Bürokrasi,
her an bir sosyal patlamayla karşı karşıya kal-
ma tehlikesini iyice hissetmeye başlamıştır.
Sonuç olarak sistemin tümü krize gırdi ve ye-
rel mafyaların ve bürokratik kliklerin de etki-
siyle, nomenklatura giderek kendi sisteminin
kademelerine hâkim olamaz oldu. Dolayısıy-
la her şeyi tepeden denetlemeye çalışan bir "ktı-
manda sistemini" hele hele coğrafi ve ulusal
olarak çok çeşitli ve yaygın bir ülkede sürdür-
mek anık olanaksız olmuştu.
••MHSSCfitf? yaşanan Gorbaçov reform-
larının başan şansı var mı? "Pazar ekonomisi"
bu ülkelerin bunalımlarına bir çözüm olabili-
cek mi?
SSCB'de 70'li yıllann sonundan itibaren ge-
rilimler had safhaya vardı. Bu dönemde top-
lum içinde ağırlığı artan bürokrasinin en kali-
fiye kesimleri ve genel anlamıyla aydın kesim-
lerden kaynaklanan, reformlar yönünde bas-
kılar da arttı. tşte Gorbaçov ve reformları bu
temel zeminde gelişti ve bürokrasinin en
"aydın" kesimini kendini ve sistemi kurtarma
çabası olarak ortaya çıktı.
Reformlann iki öğesini, glasnost ve perest-
roykayı birbirinden ayırmak gerek. Glasnost
başlangıçta aydınların desteğini almak ve da-
ha genel anlamıyla sınırlı demokratik özgür-
lükler tanınması ve tarihi gerçeklerin ortaya
konmasıyla ekonomik reformlar için kitlelerin
desteğini sağlamak ve bu desteği, reformlara
karşı direnen bürokrasinin en tutucu kesimle-
rine karşı yöneltmek için ortaya atıldı.
Biz glasnost deyince demokratik özgürlük-
leri anlıyoruz. Bunların gelişmesi de elbette
emekçiler için son derecede olumludur. Bu öz-
gürlüklerin genişlemesi on yıllar süren bir ses-
sizlikten sonra kitle hareketlerinin ve işçi ha-
reketinin bağımsız bir sendikal hareketin can-
lanması için bir gedik açmıştır. Bunun böyle
kavranması ve özgürlüklere sahip çıkılması ge-
rekir.
Geçen aylarda Moskova'da bulunduğum bir
sırada, Gorbaçov'a karşı yapılan 200 bin kişi-
lik bir yürüyüşü izleme fırsatını buldum. Slo-
ganlann tümü Gorbaçov ve rejime karşı yönel-
tilmişti. Yürüyüşe katılan genç bir kadın; "Her
şey çok kötü, Stalin döneminden farkı yok,
hatta daba beter" diyordu. Ona şunu söylemek
isterdim: Stalin döneminde acaba böyle bir yü-
rüyüş yapılıp "Kahrolsun Stalin" diye bağırı-
labilir miydi ve bağırılsa ne olurdu?
Ancak verilen demokratik özgürlüklerin sı-
mrlı ve yetersiz olduğunu da belirtmek gerekir,
daha genişletilmeleri için mücadele etmek ge-
rekir. Ayrıca özellikle de son altı ayda bu yol-
dan geri adım atılmakta olduğuna dair bir di-
zi gösterge var. Ulusal azınhklara karşı artan
baskılar, şiddete başvuruhnası, grevlerin yasak-
lanması buna örnektir.
Çoğu kimsenin sandığının aksine ekonomik
liberalizm illa da siyasi liberalizmi getirmez.
Bugün SSCB'de en aşırı "reformcu ve liberal"
kanadın bazı temsilcileri ekonomik reformla-
rın yürürlüğe konulabilmesi için "demir bir
yumruk" gerektiğini söylüyorlar. Ne türden li-
beral oldukları anlaşıhyor!
Ancak işin olumlu bir yönü de kâğıt üzerin-
de alınan tüm baskıcı önlemlere rağmen kitle
PAZAR
KONUĞU
E R N E S T
M A N D E LErnest Mandel, 1923'te Belçika'da doğdu.
Brüksel Üniversitesi'ndeki öğretim uyeliği
görevini uzun yıllardır sürdurüyor. 2. Dünya
Savaşı sırasında Nazilere karşı direniş
hareketine katılan Mandel, 2 kez tutuklandı.
Daha sonra Belçika Sosyalist Partisi'nin yaym
organı 'La Gauche'un editörlûğünu yapan
Mandel, bir dönem Belçika Sendikalar
Konfederasyonu Iktisat Komisyonu üyeliğinde
de bulundu. Ernest Mandel, yaklaştk 40 yıldır,
1938'de Troçki tarafından kurulan 4.
Enternasyonal'in yöneücileri arasında yer
almaktadır. Bugüne kadar yazdığı makale ve
kitapları 30'u aşkm ülkede yayımlandı.
hareketinde bir düşüş olmaması. Grevler ya-
saklanıyor ama sürüyor. İşçilerin bağımsız ör-
gütlenmesi konusunda olumlu gelişmeler var.
Geçenlerde toplanan ve 5-6 milyon işçinin tem-
sil edildiği konferansta, Gorbaçov'un önce ta-
nıdığı sonra geri aldığı işletme müdürlerinin iş-
çiler tarafından azledilmesi yetkisine sahip çı-
kılması kararlaştırıldı. Bu elbette oransal ola-
rak azınlık bir hareket ama sayısal olarak kü-
çümsenemeyecek bir örgütlenme. Önemli bir
ileri adım.
Perestroykaya gelince, iş bambaşka. Belirgin
ve tutarlı bir politika saptanabilmiş değil. Özel-
leştirmeler henüz çok sınırlı. SSCB ve özellik-
le de Doğu Avrupa ülkelerinde yaygın bir ya-
nılsama var. Kapitalizme geçilirse İsveç'in ya-
şam düzeyine varılacağı sanılıyor. Oysa varı-
lacak yer daha çok Türkiye benzeri bir toplum
olacaktır!
Meselenin özü "pazar mı,
planlama mı" ikileminde
değildir. Mesele bir
fabrikanın nasıl en verimli
biçimde çalışabileceğini tespit
etmek değildir.
Tüketicilerin taleplerinin karşılanması için
çözüm olarak pazar düşünülüyor. Ancak bu
çözüm bir sosyalist olarak benim hiç hoşuma
gitmiyor, sanırım Sovyet halkının da çoğunun
hoşuna gitmeyecektir. Çünkü bunun anlamı,
yeterince parası olanların iyi bir televizyona sa-
hip olmaları, diğerlerinin ise adi Sovyet mal-
larıyla yetinmelgridir. Parası olanlar en ileri
ilaçları satın alabilecektir, ama herkese yetecek
ilaç olmadığı için de iki kademeli bir sağhk sis-
temi kurulacaktır. Fakirler için ayrı, zenginler
için ayrı. Daha şimdiden Sovyetler Birliği'nde
milyonlarca insan fakirlik eşiğinin altında ya-
şıyor.
Gorbaçov reformlarının bir olumlu yanı da
karşı-devrimci Dir ütopya olan "tek ülkede sos-
yaliznTin terk edilmesi, sorunlann ancak dün-
ya ölçeğinde çözülebileceğinin belirtilmesidir.
Gerçekten de tek bir ülkede kapitalizmden sos-
yalizme geçiş başlatılabilir, ancak sosyalizmin
inşası tamamlanamaz.
Ne var ki bu gerici ütopyanın yerine Gorba-
çov en az o kadar, hatta daha gerici başka bir
ütopya ikame etmiştir: Sorunlann emperya-
lizmle işbirliğine giderek. çözülebileceği ütop-
yası. Büyük barış anlaşmalarından hemen son-
ra yaşanan Körfez savaşı, emperyalizmin çıkar-
larını silahla savunmaktan vazgeçmeye hiç ni-
yetli olmadığımn kesin bir kanıtıdır. Emperya-
İizm yenilgiye uğratümadıkça, kendi iç toplum-
sal dinamikleri tarafından, kendi işçi sınıfı ta-
rafından yıkılmadıkça kalıcı bir banş sağlan-
ması mümkün değildir.
^ ^ ^ • H Yapılan özelleştirmelerle kapitalizme
yeniden dönüş mümkün mü?
Kısa ve hatta orta vadede hayır. Temel ola-
rak iki nedenden ötürü. Birincisi ekonomik
olarak bu mümkün değil. Kapitalizmin yeni-
den inşa edildiği tek ülke Doğu Almanya. O
da çok özel koşullardan dolayı, var olan güç-
lü bir kapitalist devlet, Batı Almanya, tarafın-
dan ulusal birlik çerçevesinde yutulmasıyla.
Ancak bu operasyonun bile maliyeti 500 mil-
yar dolardır. Bugün benzer bir operasyonu tek-
rarlamak için yeterli kaynak ne bu ülkelerde-
ki yerli burjuvalarda ne de uluslararası burju-
vazide vardır. SSCB içinse bu daha da astro-
nomik bir miktar ister! Emperyalist ülkelerin
de yoğun bir ekonomik krizden geçtiğini unut-
mayalım.
Bir de bu işin siyasi yönü var. Emekçilerin
direnişlerinin bu tür planlann somut sonuçla-
rının ortaya çıkmasıyla artacağı kesindir. Do-
ğu Almanya'da bile halkın önemli bir kesimi
bugün aldatıldıklarını düşünmektedir.
Aslında bu ülkelerde üç toplumsal güç ara-
sında üç köşeli bir mücadele sürüyor. Üç anah-
tar toplumsal güç var: Nomenklatura, yani bü-
rokrasinin elit kesimi, toplumsal ve maddi ola-
rak en ayncalıklı kesimleri; uluslararası bur-
juvaziye dayanan küçük ve orta burjuvazi; iş-
çi sınıfı. Bu ülkelerde olup bitenleri ideoloji-
ye, büdirilere, sözlü niyet bildirimlerine indir-
geyen, işçi sınıfı potansiyelini ve gerçek müda-
halesini hesaba katmayan tüm düşünceler ta-
mamıyla yanlıştır ve hızla bütünsel tahlil ya-
nılgılarına götürür.
Başkalarının aksine, bürokrasinin bunalımı-
nın önceki deneyimlerine dayanarak, nomenk-
laturamn kaü çekirdeğinin iktidara ve imtiyaz-
larına asıldığım düşünüyorum. MaiıeVra yapa-
bilir, bölünebilir, bu mümkün. Nomenklatu-
ranın bir kanadı kararlı bir biçimde orta bur-
juvaziyle kaynaşmaya, kendini işletmeci olarak
dönüştürmeye ve uluslararası sermayeye entegre
olmaya çabalıyor, ancak gerisi için bu söz ko-
nusu değil. Çoğunun kaderi, kapitalist rejim-
de şimdikinden daha iyi olmayacaktır.
•^••B Peki sizin çözümünüz nedir?
Çözüm elbette bürokratik değil, demokra-
tik merkezî * planlamadır. "Komuta
ekonomisinin" ve bürokratik planlamanın ya-
ratmış olduklan sorunlan aşmak için belirli bir
oranda pazar mekanizmasına başvurulması da
kaçınılmaz. Özellikle de dağıtım, hizmet sek-
törlerinde, hatta küçük sanayide. Ancak bu
mekanizmalarm ekonominin tümüne hâkim
olmaması gerekir.
Ama meselenin özü "pazar mı, planlama
mı" ikileminde değildir. Mesele bir fabrikanın
nasıl en verimli biçimde çalışabileceğini tespit
etmek değildir. Mesele, kaynaklann nasıl da-
ğıtılacağıdır. Çeşitli tüketim maddeleri, hizmet-
ler, makine, hammadde ve enerji gibi uretim
araçları bir yandan lüks tüketim ve süahlan-
ma öte yandan. Buna kim karar verecektir? Pa-
zar mı, yani "fiili talep", başka bir tabirle ma-
li gelirin ve birikmiş zenginliğin eşitsiz dağıl-
mışhğı mı son tahlilde bu dağıtımı belirleyecek-
tir? Ne tür mekanizmalarla? Hangi sınıf veya
sosyal tabakalar lehine?
Stalinizmi, "kumanda ekonomisini" zorba-
hk olarak görüyoruz. Çünkü kısıtlı kaynakla-
nn dağıtımına halkın çoğunluğu değil, az sa-
yıda insan (nomenklatura ve onlara yardımcı
sınırh sayıda üst düzey teknokrat) karar ver-
mektedir. Siyasi iktidarı tekelinde bulundur-
dukları için bu az sayıda insan böyle bir yetki-
yi ellerinde tutmaktadır. Üstelik üretim araç-
İarının mülkiyetinin devlete ait olduğu bir top-
lumda bu, insanlar toplumsal üretim fazlasım
da denetleyebilmekte ve kendilerine önemli ay-
rıcalıklar tanıyabilmektedirler.
Ancak yaygın pazar ekonomisi de zorbahk-
tır. Her kapitalist toplum, özellikle de tekelci
kapitalist toplum için bu geçerlidir. Böyle bir
ekonomik sistemde, kaynaklarm dağrtımını bir
yandan büyük işletmelerin sahiplerinin yatırım
kararları, öte yandan mali gelirin ve birikmiş
zenginliğin eşitsiz dağılmışlığmın baskısı belir-
lemektedir. Pazarda bir işçinin oyu birse, orta
burjuvamnki 1000, büyük bankacının veya fab-
rikatörünki (her ülkede ancak bir avuç insan-
dır bu) 100.000'dir.
Bir cinayete kurban giden ve sosyal demok-
rat yöneticilerin en "sempatiği" olarak tanım-
layabileceğimiz Olof Palme bile son seçim
kampanyasında, İsveç ekonomisinin denetimi-
nin on beş ailenin elinde olduğunu söylüyor-
du. 60 yıllık sosyal demokrat iktidardan son-
ra durum hâlâ böyle ise sosyal demokrasinin
de Stalinizm gibi, daha adil ve eşit bir toplum
kurmada ne denli iflas ettiğinin bir itirafı ola-
rak da sayabiliriz bunu, ama konumuza dönelim.
Sosyalist alternatif, "üçüncü yol", "yeni yol"
ise hem pazar despotizminden hem de bürok-
ratik despotizmden ayrılır. Özyönetime dayah
sosyalist demokratik planlamada sınırlı kay-
naklann dağıtımına, ilgili üretici-tüketici va-
tandaşlann tümü demokratik bir biçimde ka-
rar verir. Gerçekten çoğulcu ve çok partili, her
tur demokratik özgürlüğun sonuna kadar kul-
lanıldığı bir sistem içinde, çeşitli tutarlı alter-
natifler arasında seçim yaparlar.
^t^^mÖngördüğunüz sosyalizm nasıl bir
sosyalizm olacaktır?
Stalinizm deneyinden sonra
sosyalizm evrensel geleneğine
yeniden dönmeli, demokrasi
ve insan haklarının en kararlı
savunucusu olmalıdır.
Sosyalizm çoğulcu ve çok
partili olacaktır.
Her şeyden önce, davranışlanmız ilkelerimi-
ze uygun olmalıdır. Hele yaşanan Stalinizm de-
neyinden sonra, sosyalizm, evrensel geleneği-
ne yeniden dönmeli, demokrasi ve insan hak-
larının en kararlı savunucusu olmalıdır. Sos-
yalizm çoğulcu ve çok partili olacaktır. Hiç
kimse siyasi görüşleri ve inançları nedeniyle
baskı altına alınmayacaktır. İşçi sınıfı nesnel
bir kategoridir. Sağcı veya dinci bir işçiyi gö-
rüşlerinden dolayı hapse atarsanız, bir sağcıyı
değil bir işçiyi hapse atmış olurşunuz. Ben bir
işçi devletinde göruşlerinden dolayı burjuva-
ların dahi baskı görmesine karşıyım. İşçi dev-
letine karşı işlenmiş ve kanıtlanmış silahlı ey-
lemler, terörist eylemler başka. Sosyaüzmin dü-
şünsel planda, ekonomik güçleri ellerinden
alınmış burjuvalardan korkması için bir neden
yok!
Genel oya dayah parlamenter organlann da
bir işlevi olduğuna inanıyorum. Ama temsili
demokrasinin sırurlan vardır. Esas olan her dü-
zeydeki öz örgütlenme ve doğrudan demokra-
si kunımlan ve işleyişleridir. SosyaUzm demok-
ratik olmalıdır, ekolojist olmahdır, feminist ol-
malıdır, her türlü azmlığın hakkını savunma-
lıdır, ulusların kendi kaderini tayin etme hak-
kını lafta değil, fiiliyatta hayata geçirmelidir.
Her şeyden öncede de işçilerin özyönetimine
dayanmalıdır.
Unutmayalım ki bugün sosyalizm her za-
mankinden daha vazgeçilmez hale gelmiştir.
Başımızdaki tüm felaketler, nükleer felaketler,
ekolojik felaketler, savaş felaketleri, Üçüncü
Dünya'daki açlık ve bulaşıcı hastalıklar, kâra
dayah bir sistemde çözüm bulamaz.
Bu açıdan bakarsak, Marksistlerin yüzyılın
başında belırledikleri ikilem, "ya sosyalizm ya
barbarlık" artık nitelik değiştirmiştir. Önümüz-
deki ikilem: "Ya sosyalzim ya insanhgm flziki yok
oluşudur."
HABERLERIN DEVAMI
Maaş... Ekonomi... Seçim...
(Baştara/ı 1. Sayfada)
Kitapta yer alan rakamsal çalışmalara ba-
kılarak şu sonuca vanlabilir: Son 15 yılın enf-
lasyonu, memur maaşını neredeyse yan ya-
nya kemirmiş.
Peki, şimdi ne yapacak Sayın Pakdemirli?
Kendisi artık hükümette; ekonominin diz-
ginlerini de eline aldığı varsayılıyor. Öyley-
se, memurların hakçalıktan uzak bu perişan
durumunu iyileştirme yoluna gidecek mi?
Bu soru kendisine şöyie de yöneltilebilir:
İyileştirme yoluna gitmek istese bile, ne-
reye kadar ve nasıl gidebilir?
Soruyu böyle formüle edişimizin nedeni
basit: Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesine
şöyle bir göz atınca, memur maaşları konu-
sunda yeni hükümetin manevra alanının son
derece dar olduğu ortaya çıkıyor.
Hükümet çevrelerinden edindiğimiz bilgi-
lere göre şu noktaların altı çizılebilir:
• Bu yılın bütçesine memur maaşları için
yedeğiyle gizlisiyie konmuş olan toplam öde-
nek 39.3 trilyon lira.
• Bundan sonra memur maaşına hiç zam
yapılmasa dahi, ödenecek olan miktar yine
38 trilyon lira.
• Maaşlara her bir puanlık zam, 150-200
milyar lira tutuyor. Maaşlara temmuz ayın-
da yüzde 20 zam yapılırsa 3.9 trilyon, yüz-
de 40 yapılırsa 7.8 trilyon ek ödenek sağla-
ması gerekecek hükümetin.
Ama nasıl?
Bu ödeneği sağlam kaynaklara, örneğin
ek vergi gelirlerine dayandırması olanaksız
gözüküyor. Banknot matbaasını çalıştırma-
nın faturasını da bilmeyen yok artık: Enflas-
yonda tırmanış. Bir başka deyişle, kaşıkla ve-
rilenin kepçeyle geri alınması...
Gerçekte memur maaşlarıyla ilgili bu çık-
maz, Yılmaz hükümetinin ekonomide karşı
karşıya bulunduğu genel çıkmazın bir par-
çasından başka bir şey değildir.
ANAP iktidarının izlediği politikalar ekono-
miyi bugün bir tıkanma noktasına getirmiş
bulunuyor. Bir ekonomide kamu açığı
GSMH'nin yüzde 11-12'sine yükselmişse,
devietin bûtçesi yalnız maaş ve borç ödeme-
lerinden oluşur hale gelmişse, o ekonomi
ağır hasta demektir; asprinle tedavi aşama-
sını çoktan geçmiş demektir.
Yani artık ameliyat gerekiyor.
Yılmaz hükümeti bunu göze alabilecek
mi? En geç 1 yıl 4 ay içinde seçirne gidecek
bir hükümet ne kadar kemer sıktırabilir? Bu
yola gitmezse, enflasyon ve hayat pahalılı-
ğı ne olur? Giderse, nasıl oy alır?
Şorular çıkmazın derinliğini sergiliyor.
Üstelik bu yıl ekonomiye toplam 9-10 tril-
yon liralık Körfez hibesi girmiş olacak (Anka-
ra'da hâlâ beklenen 900 milyon dolarlık Ku-
veyt hibesi de bu miktara dahil). Gelecek yıl
böyle bir hibe de yok artık.
Bir yandan kemer sıkıp, öte yandan seçi-
me gitmek...
Olabilir mi?
Nereden bakılırsa bakılsın yeni hüküme-
tin ekonomideki manevra alanı çok dar.
O yüzden kasım ayında erken seçim hiç
de yabana atılacak bir olasılık değil. Eğer se-
çim araştırmaları, Mesut Yılmaz'ın genel
başkanlığıyia birlikte ANAP'ta olumlu bir kı-
pırdanmaya işaret ederse, bu yıl sandık ba-
şı yapılabilir. Böyle bir karar için ANAP ikti-
darının eylüle dek zamanı var.
Bekleyip görelinr
Iş yaşamında Japon modeli
(Boştarafl 1. Sayfada)
Brisa Genel Müdüru Hazım
Kantarcı, kendi kuruluşlarında
biri 1988'de 25 gun, diğeri ise
1990'da tam 109 gün yaşanan
grevin ardından "özelesliri
yaptıklarını" ve ışveren olarak
"hatamız nerede" diye uzun
uzadıya kafa yorduktan sonra1
hatanın" işçiyle işveren arasın-
daki diyaiog eksikliğinden kay-
naklandığını fark ettiklerini ve
bunu onarmak için de grup top-
lusözleşmeleri için masaya otu-
ran işveren sendikası KİPLAS'ın
çizdiği çerçe\enin dışına çıkarak
işçi sendikası Laspetkim-İş Baş-
kanı Vahdet Karabay ve
Laspetkim-İş'in diğer üst düzey
yöneticileri>Ie doğrudan diyalo-
ğa başladıklannı anlatıyor.
Kantarcı özellikle Japonlarla
ortak olduktan sonra firma
bünyesinde yaşanan grevlerin
kendilerini daha fazla rahatsız
ettiğini ve çözüm yolu ararken
1947 yılında yaşanan 45 günlük
grevden bu yana hiçbir grevin
yaşanmadığı Bridgestone'u ken-
dilerine ornek aldıklarını dile
getirdikten sonra sozlerini şöy-
le sürdurüyor:
"AmerikaŞı yeniden keşfet-
meye gerek vok. Baktık ki Brid-
geslone'da işçiyie işveren her dü-
zeyde sürekli diyaiog içinde.
Sendika işyeri temsilcisiyle en-
düstriyel ilişkiler direktörü ve
uretim bakım müdurleri her ay
toplanıyurlar. Sendika şube yö-
neticileriyle tırmanın enausirı-
yel ilişkiler direktörü, icra korai-
tesi üyeleri her 3 ayda bir bir
araya geliyorlar. Genel Müdür
ile sendika başkanı ise yılda 2
kez bir araya gelerek firmanın
durumu, işçinin sorunlan hak-
kında birbirlerini bilgilendiri-
yorlar. Bu durumda sürekli di-
yaiog olduğu için işçi firmanın
sorunlarını, firma da işçinin so-
runlannı yakından biliyor. Ta-
raflar 2 yılda bir bir araya gel-
mediği için de toplusözleşmeier
100 gün stresli bir ortamda sür-
mek yerine 2 giinde bitiveriyor.
Ancak burada esas olan iş-
verenin de açık olması. Firma-
nın durumunu, hesaplarını. ure-
tirn hedeflerini. uretim maliyet-
lerini sendika yönetimivle pay-
laşması. Verdiği bilgilerde sen-
dika yönetiminin giivenini sar-
sacak noktaların bulunraaması.
Firma yönetimi, sendikaya kar-
şı şeffaf olmanın firmaya yarar
getireceğine inanıyorsa mesele
yok. O takdirde sendikacı da fir-
.nanın bazı taleplerini anlayışla
karşılayabiliyor."
Kantarcı'dap öğrendiğimize
göre Brisa'da bu diyaiog
Laspetkim-İş Başkanı Vahdet
Karabay ve çalışma arkadaşla-
rıyla bir süreden beri başarıyla
yürütülüyor. Örneğin bu anlayı-
şın bir uzantısı oiarak Brisa'da
depo hizmetlerinin şirket bünye-
sinde sürdurülmeyip bir mute-
ahhide verilmesinin, tasarruf
sağlayıcı bir önlem olduğuna
sendika ve işveren birlikte karar
vermişler ve bu yılbaşından iti-
baren depo hizmetleri muteah-
hide verilmiş. Ama burada ça-
lışan işçiler, firmanın önemli bir
sorunu olmadığı için içten çıka-
nlmamış, başka birimlerde istih-
dam edilmiş.
Brisa Genel Müdürü Hazım
Kantarcı; Laspetkim-İş Sendi-
kası Başkanı Vahdet Karabay,
Başkan Yardımcısı, sendika avoı-
katı, şube temsücisi ve Brisa iş-
yeri temsilcisinden oluşan 5 ki-
şilik sendikacı grubunu önceki
ay, olayı yerinde görmeleri ve iş-
çi işveren ilişkilerini bir de Ja-
ponların ağzından dinlemeleri
için mayısta Japonya'ya götür-
müş. Karabay başkanhğındaki
Türk sendikacı grubuna önce
Bridgestone'un çeşitli birimle-
rinde işçi-işveren ilişkileri konu-
sunda brifingler verilmiş, ardın-
dan da tum Bridgestone tesisle-
rinde çalıjan 37 bin kişi adına
toplusözleşme görüşmelerini yü-
rüten sendikamn başkanıyla bir
araya gelmişler.
Kantarcı bu görüşmelerin ışı-
ğmda Japonya'daki sendikacıhk
sistemini şöyle anlatıyor:
"Japonya'da konfederasyon-
lar var, ama sendikaların pek
çoğu bağımsız çalışabiliyor, ya-
ni bu konfederasy onlara üye de-
ğil. Çapna bir diğer gözlemimiz
ise Japonya'da müdür st-viyesi-
ne kadar herkes sendikalı. Biz-
de böyle değildir, ama Japonya'-
daki daha doğru. Çünkü müdür
seviyesine kadar herkesi sendi-
kaladığınız takdirde işçi-iş\eren
diyaloğunda da karşınıza üni-
versite mezunu. kaliteli adam
geliyor. Aksi halde ilkokul me-
zunu meydancıy la karşı karşıya
kalıyor ve derdinizi ona anlal-
maya çahşıyorsnnuz.
Bir diğer ilginç nygulama da
şu: Diyelim ki firmanın mali iş-
ler şefi sendika temsilciliği seçü-
di. 4 yıl kendi işini yapmıyor,
maaş aldığı halde sadece sendi-
kacıhk yapıyor. Daha sonra ye-
niden kendi işinin başına dönü-
yor. Örneğin bugün 37 bin kişi-
yi istihdam eden Bridgestone
firmasının Yönetim kurulu Baş-
kanı Akira Yeiri, personel sefiy-
ken 4 yıl boyunca sendikacı ola-
rak çalışmış. Dolayısıyla işçi psi-
kolojisinden de anlayabiliyor,
onların gözlukleriyle olayları
görebiliyor. Öte yanda şirketin
1 numaralı adamlığına yüksele-
bilen bir kişi, 4 yıl süreyle aynı
firmada işyeri temsücisi olarak
görev yapmışsa bu durum sen-
dikacılann seviyeli ve kaliteli
personel tarafından yurütüldu-
ğünü de gosteriyor.
Mesaisi greve gitmek, tansi-
yon yükseltmek olmayan sendi-
ka ise zamanını piknikler düzen-
lemek, vefatlarda haslahklarda
üyelerine maddi manevi destek
olmak, çeşitli eğitimler vermek
ve işyerinde verimliliği yükselt-
mek gibi faaliyeüenk bulunu-
yor."
Brisa Genel Müdürü Hazım
Kantarcı kendi fabrikalannda
da bu çerçevede verimliliği art-
tırmak üzere kalite çemberleri
kurulduğunu kaydettikten son-
ra bu konuda bir örnek veriyor:
Mesela lastik çıktığmda sakal
tabir ettiğimiz trimler olur. Bun-
lann tıraşlanması lazım. Bitirme
bölgesinde çalışanlar bakıyorlar
ki tıraşlama yetersiz. Hemen bir
kalite çemberi kuruyorlar. Bu
sakallann neden olduğunu, na-
sıl giderilebileceğini tartışıyorlar
ve "4 ay sonra ürettiğimiz lastik-
ler hiç sakalsız çıkacak" diye de
bir hedef koyuyorlar. Bu çerçe-
vede kesme bıcak adedini 4'ten
8'e çıkartıyorlar. Ayrıca ikinci
bir bıçak daha koyuyorlar...
Olay başarıyla sonuçlanmışsa o
bölümün duvanna koca harfler-
le yazıüyor. Söz gelişi "verimli-
liği arttırdılar ve 250 milyon do-
lar tasarruf sağladılar diye..."
Kantarcı'ya göre "başannın
fark edilmesi" çalışanları moti-
ve eden, firmaya bağlayan en
önemli unsurlardan biri. Kalite
çemberleri verimliliği arttırır-
İcen, bunu da sağlıyor.
Nufus hüviyet cüzdanımı
yitirdim. Geçersizdir.
CEM KAHRAMAS