22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
:UMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 30 HAZİRAN 1991 4, ENTERNASYONAL YONETICILERINDENMARKSISTIKTISATÇIERNEST MANDEL: Çoğulcu ve çok partili sosyalizmMülkiyeliler Birliği Genel Merkezi'nin davetlisi olarak geçenlerde ülkemize gelen ünlü ekonomist Ernest Mandel, özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki ekonomik- siyasi gelişmelerle ilgili bir dizi konferans verdi. 'Sosyalizmin her zamankinden daha vazgeçilmez hale geldiğini' söyleyen Ernest MandePle Dış Haberler Servisi muhabirlerimizden Necdet Saraç konuştu. SÖYLEŞİ NECDET SARAÇ \ovyetler Birliği, Doğu Avrupa ülke- leri ve Çin yıllardır süren suskunluğun ardın- dan toplumsal patlamalara sahne oldu. Bu ül- kelerin yaşadıkları krizin altında yaîan nedir? Her şeyden önce şunu belirtmek gerek ki Sovyetler Birliği'nde yaşanan krizi sadece bir- takım "hain ve zalim" kişilerin (örneğin Sta- lin'in) uygulamalarına bağlamak yanlış olur. Kişilerin de sorumlulukları vardır elbet ama ya- şanan kriz, Stalin'den bu yana bürokrasinin ik- tidanru sağlayan tüm mekanizmalarm genel bir krizidir; toplumsal, ekonomik, siyasi, ideolo- jik ve ahlaki yönleri vardır. 70'li yıllara kadar bürokrasi, iktidarının meş- ruiyetini kabul ettirmeye çalışmak için çeşitli araçlara başvurdu. İdeolojik düzeyde kendini 1917 Ekim Devrimi'nin devarnı gibi gösterdi, emperyalist kuşatma altındaki "sosyalist ana- vatan"dan dem vurdu ve ardından da faşizme karşı Sovyet yurtseverliğinin mücadelesini kut- sayarak meşmiyet kazanmaya çahştı. Son ola- rak da Kruşçev'in 80'li yıllarda komünizme va- nlacağı yönündeki vaatleriyle ayakta durma- ya çahştı. Sosyo-ekonornik alanda ise bürokratik plan- Iamanın bazı sonuçlarına dayanıldı. Örneğin SSCB ve özellikle de Doğu Avrupa ülkelerinde yaygın bir yanılsama var. Kapitalizme geçilirse İsveç'in yaşam düzeyine varılacağı sanılıyor. Oysa varılacak yer daha çok Türkiye benzeri bir toplum olacaktır! planın öncelikli sektörlerinde yaşam düzeyinin vasat, ama belirgin bir oranda artması, ki bu alanda Kruşçev döneminde tüketim mallarına yapılan yatınmlar ve karaborsarun da katkılan söz konusudur; bunun yanı sıra iş güvencesi ve planın öncelikli sektörlerindeki işletmelerde plan mekanizmalarının eşitlikçi sonuçlan, Brejnev'in övdüğü "ileri sosyaüzm"in kazanım- ları olarak düşünülmüştü. Ancak yapısal duraklama eğilimleri tüm bu etkenleri söndürdu. Bu duraklamanın çeşitli nedenleri var. Askeri ve siyasi etkenler, ikincil planda olmakla beraber önemlidir. Kapitalist bir dünyada yaşandığı sürece, emperyalist bir askeri saldırı tehdidi karşısında silahlanmak zorundasımz. Ancak bu, henüz zayıf bir eko- nomiye çok ağır mali ve ekonomik bir yük ge- tirmektedir. Jlusal geliri ABD'ninkinin ancak yansı olan bir ülkede, ABD'yle eşit oranda as- keri harcamalar, Sovyet ekonomisine iki misli fazla bir yük bindirmektedir. Aroa daha önem- lisi işin salt ekonomik yönüdür. Kapitalist dünya pazarı Sovyetler üzerine çif- te bir baskı uygulamaktadır. Birincisi tekno- lojiktir. Kapitalizmin özelliklerinden biri sürek- li bir teknolojik devrime dayanmasıdır. özel- likle de son elli yılda bu, görkemü boyutlar al- mıştır. Dolayısıyla daha az kaynaklara sahip ülkelerin bu alanda başa güreşmeleri giderek imkânsız hale gelmektedir. Kaldı ki bu, bir di- zi kapitalist ülke için de geçerlidir. İngiltere bile bu alanda havlu attı. Bürokrasi SSCB'deki tek- nolojik gerilikten bizzat sorumludur, ancak nesnel olarak da ABD, Japonya veya Alman- ya ile yanşmak gittikçe zorlaşmaktaydı. Ikinci baskı ise iletişim devrimi olarak nite- lendirebileceğimiz olgudur. Radyo ve televiz- yonlu günümüz dünyasında artık en ileri tü- ketim modellerini kitlelerden gizlemek ve on- ların da benzer tüketim araçlarına sahip olma isteklerini engellemek olanaksızdır. En temel ihtiyaçları beslenme, giyim, sağlık, eğitim vb. karşüandıktan sonra, Sovyet tüketicileri de 50'li yıllardan itibaren en gelişmiş ülkelerdeki tüke- tim araçlarına sahip olmak istediler. Diğer bir faktör de elbette çözülmemiş ulu- sal sorunlann yarattığı bunalımdır. Tüm bun- larla birlikte, bürokrasinin siyasi iktidarı gide- rek meşruiyetini yitirmiş, sistemin yapısı, de- mokrasi eksikliği, Stalin döneminin cinayetle- ri ortaya çıktıkça, tabandan gelen başkaldırı hareketleri ve eğilimleri de artmışür. Bürokrasi, her an bir sosyal patlamayla karşı karşıya kal- ma tehlikesini iyice hissetmeye başlamıştır. Sonuç olarak sistemin tümü krize gırdi ve ye- rel mafyaların ve bürokratik kliklerin de etki- siyle, nomenklatura giderek kendi sisteminin kademelerine hâkim olamaz oldu. Dolayısıy- la her şeyi tepeden denetlemeye çalışan bir "ktı- manda sistemini" hele hele coğrafi ve ulusal olarak çok çeşitli ve yaygın bir ülkede sürdür- mek anık olanaksız olmuştu. ••MHSSCfitf? yaşanan Gorbaçov reform- larının başan şansı var mı? "Pazar ekonomisi" bu ülkelerin bunalımlarına bir çözüm olabili- cek mi? SSCB'de 70'li yıllann sonundan itibaren ge- rilimler had safhaya vardı. Bu dönemde top- lum içinde ağırlığı artan bürokrasinin en kali- fiye kesimleri ve genel anlamıyla aydın kesim- lerden kaynaklanan, reformlar yönünde bas- kılar da arttı. tşte Gorbaçov ve reformları bu temel zeminde gelişti ve bürokrasinin en "aydın" kesimini kendini ve sistemi kurtarma çabası olarak ortaya çıktı. Reformlann iki öğesini, glasnost ve perest- roykayı birbirinden ayırmak gerek. Glasnost başlangıçta aydınların desteğini almak ve da- ha genel anlamıyla sınırlı demokratik özgür- lükler tanınması ve tarihi gerçeklerin ortaya konmasıyla ekonomik reformlar için kitlelerin desteğini sağlamak ve bu desteği, reformlara karşı direnen bürokrasinin en tutucu kesimle- rine karşı yöneltmek için ortaya atıldı. Biz glasnost deyince demokratik özgürlük- leri anlıyoruz. Bunların gelişmesi de elbette emekçiler için son derecede olumludur. Bu öz- gürlüklerin genişlemesi on yıllar süren bir ses- sizlikten sonra kitle hareketlerinin ve işçi ha- reketinin bağımsız bir sendikal hareketin can- lanması için bir gedik açmıştır. Bunun böyle kavranması ve özgürlüklere sahip çıkılması ge- rekir. Geçen aylarda Moskova'da bulunduğum bir sırada, Gorbaçov'a karşı yapılan 200 bin kişi- lik bir yürüyüşü izleme fırsatını buldum. Slo- ganlann tümü Gorbaçov ve rejime karşı yönel- tilmişti. Yürüyüşe katılan genç bir kadın; "Her şey çok kötü, Stalin döneminden farkı yok, hatta daba beter" diyordu. Ona şunu söylemek isterdim: Stalin döneminde acaba böyle bir yü- rüyüş yapılıp "Kahrolsun Stalin" diye bağırı- labilir miydi ve bağırılsa ne olurdu? Ancak verilen demokratik özgürlüklerin sı- mrlı ve yetersiz olduğunu da belirtmek gerekir, daha genişletilmeleri için mücadele etmek ge- rekir. Ayrıca özellikle de son altı ayda bu yol- dan geri adım atılmakta olduğuna dair bir di- zi gösterge var. Ulusal azınhklara karşı artan baskılar, şiddete başvuruhnası, grevlerin yasak- lanması buna örnektir. Çoğu kimsenin sandığının aksine ekonomik liberalizm illa da siyasi liberalizmi getirmez. Bugün SSCB'de en aşırı "reformcu ve liberal" kanadın bazı temsilcileri ekonomik reformla- rın yürürlüğe konulabilmesi için "demir bir yumruk" gerektiğini söylüyorlar. Ne türden li- beral oldukları anlaşıhyor! Ancak işin olumlu bir yönü de kâğıt üzerin- de alınan tüm baskıcı önlemlere rağmen kitle PAZAR KONUĞU E R N E S T M A N D E LErnest Mandel, 1923'te Belçika'da doğdu. Brüksel Üniversitesi'ndeki öğretim uyeliği görevini uzun yıllardır sürdurüyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı direniş hareketine katılan Mandel, 2 kez tutuklandı. Daha sonra Belçika Sosyalist Partisi'nin yaym organı 'La Gauche'un editörlûğünu yapan Mandel, bir dönem Belçika Sendikalar Konfederasyonu Iktisat Komisyonu üyeliğinde de bulundu. Ernest Mandel, yaklaştk 40 yıldır, 1938'de Troçki tarafından kurulan 4. Enternasyonal'in yöneücileri arasında yer almaktadır. Bugüne kadar yazdığı makale ve kitapları 30'u aşkm ülkede yayımlandı. hareketinde bir düşüş olmaması. Grevler ya- saklanıyor ama sürüyor. İşçilerin bağımsız ör- gütlenmesi konusunda olumlu gelişmeler var. Geçenlerde toplanan ve 5-6 milyon işçinin tem- sil edildiği konferansta, Gorbaçov'un önce ta- nıdığı sonra geri aldığı işletme müdürlerinin iş- çiler tarafından azledilmesi yetkisine sahip çı- kılması kararlaştırıldı. Bu elbette oransal ola- rak azınlık bir hareket ama sayısal olarak kü- çümsenemeyecek bir örgütlenme. Önemli bir ileri adım. Perestroykaya gelince, iş bambaşka. Belirgin ve tutarlı bir politika saptanabilmiş değil. Özel- leştirmeler henüz çok sınırlı. SSCB ve özellik- le de Doğu Avrupa ülkelerinde yaygın bir ya- nılsama var. Kapitalizme geçilirse İsveç'in ya- şam düzeyine varılacağı sanılıyor. Oysa varı- lacak yer daha çok Türkiye benzeri bir toplum olacaktır! Meselenin özü "pazar mı, planlama mı" ikileminde değildir. Mesele bir fabrikanın nasıl en verimli biçimde çalışabileceğini tespit etmek değildir. Tüketicilerin taleplerinin karşılanması için çözüm olarak pazar düşünülüyor. Ancak bu çözüm bir sosyalist olarak benim hiç hoşuma gitmiyor, sanırım Sovyet halkının da çoğunun hoşuna gitmeyecektir. Çünkü bunun anlamı, yeterince parası olanların iyi bir televizyona sa- hip olmaları, diğerlerinin ise adi Sovyet mal- larıyla yetinmelgridir. Parası olanlar en ileri ilaçları satın alabilecektir, ama herkese yetecek ilaç olmadığı için de iki kademeli bir sağhk sis- temi kurulacaktır. Fakirler için ayrı, zenginler için ayrı. Daha şimdiden Sovyetler Birliği'nde milyonlarca insan fakirlik eşiğinin altında ya- şıyor. Gorbaçov reformlarının bir olumlu yanı da karşı-devrimci Dir ütopya olan "tek ülkede sos- yaliznTin terk edilmesi, sorunlann ancak dün- ya ölçeğinde çözülebileceğinin belirtilmesidir. Gerçekten de tek bir ülkede kapitalizmden sos- yalizme geçiş başlatılabilir, ancak sosyalizmin inşası tamamlanamaz. Ne var ki bu gerici ütopyanın yerine Gorba- çov en az o kadar, hatta daha gerici başka bir ütopya ikame etmiştir: Sorunlann emperya- lizmle işbirliğine giderek. çözülebileceği ütop- yası. Büyük barış anlaşmalarından hemen son- ra yaşanan Körfez savaşı, emperyalizmin çıkar- larını silahla savunmaktan vazgeçmeye hiç ni- yetli olmadığımn kesin bir kanıtıdır. Emperya- İizm yenilgiye uğratümadıkça, kendi iç toplum- sal dinamikleri tarafından, kendi işçi sınıfı ta- rafından yıkılmadıkça kalıcı bir banş sağlan- ması mümkün değildir. ^ ^ ^ • H Yapılan özelleştirmelerle kapitalizme yeniden dönüş mümkün mü? Kısa ve hatta orta vadede hayır. Temel ola- rak iki nedenden ötürü. Birincisi ekonomik olarak bu mümkün değil. Kapitalizmin yeni- den inşa edildiği tek ülke Doğu Almanya. O da çok özel koşullardan dolayı, var olan güç- lü bir kapitalist devlet, Batı Almanya, tarafın- dan ulusal birlik çerçevesinde yutulmasıyla. Ancak bu operasyonun bile maliyeti 500 mil- yar dolardır. Bugün benzer bir operasyonu tek- rarlamak için yeterli kaynak ne bu ülkelerde- ki yerli burjuvalarda ne de uluslararası burju- vazide vardır. SSCB içinse bu daha da astro- nomik bir miktar ister! Emperyalist ülkelerin de yoğun bir ekonomik krizden geçtiğini unut- mayalım. Bir de bu işin siyasi yönü var. Emekçilerin direnişlerinin bu tür planlann somut sonuçla- rının ortaya çıkmasıyla artacağı kesindir. Do- ğu Almanya'da bile halkın önemli bir kesimi bugün aldatıldıklarını düşünmektedir. Aslında bu ülkelerde üç toplumsal güç ara- sında üç köşeli bir mücadele sürüyor. Üç anah- tar toplumsal güç var: Nomenklatura, yani bü- rokrasinin elit kesimi, toplumsal ve maddi ola- rak en ayncalıklı kesimleri; uluslararası bur- juvaziye dayanan küçük ve orta burjuvazi; iş- çi sınıfı. Bu ülkelerde olup bitenleri ideoloji- ye, büdirilere, sözlü niyet bildirimlerine indir- geyen, işçi sınıfı potansiyelini ve gerçek müda- halesini hesaba katmayan tüm düşünceler ta- mamıyla yanlıştır ve hızla bütünsel tahlil ya- nılgılarına götürür. Başkalarının aksine, bürokrasinin bunalımı- nın önceki deneyimlerine dayanarak, nomenk- laturamn kaü çekirdeğinin iktidara ve imtiyaz- larına asıldığım düşünüyorum. MaiıeVra yapa- bilir, bölünebilir, bu mümkün. Nomenklatu- ranın bir kanadı kararlı bir biçimde orta bur- juvaziyle kaynaşmaya, kendini işletmeci olarak dönüştürmeye ve uluslararası sermayeye entegre olmaya çabalıyor, ancak gerisi için bu söz ko- nusu değil. Çoğunun kaderi, kapitalist rejim- de şimdikinden daha iyi olmayacaktır. •^••B Peki sizin çözümünüz nedir? Çözüm elbette bürokratik değil, demokra- tik merkezî * planlamadır. "Komuta ekonomisinin" ve bürokratik planlamanın ya- ratmış olduklan sorunlan aşmak için belirli bir oranda pazar mekanizmasına başvurulması da kaçınılmaz. Özellikle de dağıtım, hizmet sek- törlerinde, hatta küçük sanayide. Ancak bu mekanizmalarm ekonominin tümüne hâkim olmaması gerekir. Ama meselenin özü "pazar mı, planlama mı" ikileminde değildir. Mesele bir fabrikanın nasıl en verimli biçimde çalışabileceğini tespit etmek değildir. Mesele, kaynaklann nasıl da- ğıtılacağıdır. Çeşitli tüketim maddeleri, hizmet- ler, makine, hammadde ve enerji gibi uretim araçları bir yandan lüks tüketim ve süahlan- ma öte yandan. Buna kim karar verecektir? Pa- zar mı, yani "fiili talep", başka bir tabirle ma- li gelirin ve birikmiş zenginliğin eşitsiz dağıl- mışhğı mı son tahlilde bu dağıtımı belirleyecek- tir? Ne tür mekanizmalarla? Hangi sınıf veya sosyal tabakalar lehine? Stalinizmi, "kumanda ekonomisini" zorba- hk olarak görüyoruz. Çünkü kısıtlı kaynakla- nn dağıtımına halkın çoğunluğu değil, az sa- yıda insan (nomenklatura ve onlara yardımcı sınırh sayıda üst düzey teknokrat) karar ver- mektedir. Siyasi iktidarı tekelinde bulundur- dukları için bu az sayıda insan böyle bir yetki- yi ellerinde tutmaktadır. Üstelik üretim araç- İarının mülkiyetinin devlete ait olduğu bir top- lumda bu, insanlar toplumsal üretim fazlasım da denetleyebilmekte ve kendilerine önemli ay- rıcalıklar tanıyabilmektedirler. Ancak yaygın pazar ekonomisi de zorbahk- tır. Her kapitalist toplum, özellikle de tekelci kapitalist toplum için bu geçerlidir. Böyle bir ekonomik sistemde, kaynaklarm dağrtımını bir yandan büyük işletmelerin sahiplerinin yatırım kararları, öte yandan mali gelirin ve birikmiş zenginliğin eşitsiz dağılmışlığmın baskısı belir- lemektedir. Pazarda bir işçinin oyu birse, orta burjuvamnki 1000, büyük bankacının veya fab- rikatörünki (her ülkede ancak bir avuç insan- dır bu) 100.000'dir. Bir cinayete kurban giden ve sosyal demok- rat yöneticilerin en "sempatiği" olarak tanım- layabileceğimiz Olof Palme bile son seçim kampanyasında, İsveç ekonomisinin denetimi- nin on beş ailenin elinde olduğunu söylüyor- du. 60 yıllık sosyal demokrat iktidardan son- ra durum hâlâ böyle ise sosyal demokrasinin de Stalinizm gibi, daha adil ve eşit bir toplum kurmada ne denli iflas ettiğinin bir itirafı ola- rak da sayabiliriz bunu, ama konumuza dönelim. Sosyalist alternatif, "üçüncü yol", "yeni yol" ise hem pazar despotizminden hem de bürok- ratik despotizmden ayrılır. Özyönetime dayah sosyalist demokratik planlamada sınırlı kay- naklann dağıtımına, ilgili üretici-tüketici va- tandaşlann tümü demokratik bir biçimde ka- rar verir. Gerçekten çoğulcu ve çok partili, her tur demokratik özgürlüğun sonuna kadar kul- lanıldığı bir sistem içinde, çeşitli tutarlı alter- natifler arasında seçim yaparlar. ^t^^mÖngördüğunüz sosyalizm nasıl bir sosyalizm olacaktır? Stalinizm deneyinden sonra sosyalizm evrensel geleneğine yeniden dönmeli, demokrasi ve insan haklarının en kararlı savunucusu olmalıdır. Sosyalizm çoğulcu ve çok partili olacaktır. Her şeyden önce, davranışlanmız ilkelerimi- ze uygun olmalıdır. Hele yaşanan Stalinizm de- neyinden sonra, sosyalizm, evrensel geleneği- ne yeniden dönmeli, demokrasi ve insan hak- larının en kararlı savunucusu olmalıdır. Sos- yalizm çoğulcu ve çok partili olacaktır. Hiç kimse siyasi görüşleri ve inançları nedeniyle baskı altına alınmayacaktır. İşçi sınıfı nesnel bir kategoridir. Sağcı veya dinci bir işçiyi gö- rüşlerinden dolayı hapse atarsanız, bir sağcıyı değil bir işçiyi hapse atmış olurşunuz. Ben bir işçi devletinde göruşlerinden dolayı burjuva- ların dahi baskı görmesine karşıyım. İşçi dev- letine karşı işlenmiş ve kanıtlanmış silahlı ey- lemler, terörist eylemler başka. Sosyaüzmin dü- şünsel planda, ekonomik güçleri ellerinden alınmış burjuvalardan korkması için bir neden yok! Genel oya dayah parlamenter organlann da bir işlevi olduğuna inanıyorum. Ama temsili demokrasinin sırurlan vardır. Esas olan her dü- zeydeki öz örgütlenme ve doğrudan demokra- si kunımlan ve işleyişleridir. SosyaUzm demok- ratik olmalıdır, ekolojist olmahdır, feminist ol- malıdır, her türlü azmlığın hakkını savunma- lıdır, ulusların kendi kaderini tayin etme hak- kını lafta değil, fiiliyatta hayata geçirmelidir. Her şeyden öncede de işçilerin özyönetimine dayanmalıdır. Unutmayalım ki bugün sosyalizm her za- mankinden daha vazgeçilmez hale gelmiştir. Başımızdaki tüm felaketler, nükleer felaketler, ekolojik felaketler, savaş felaketleri, Üçüncü Dünya'daki açlık ve bulaşıcı hastalıklar, kâra dayah bir sistemde çözüm bulamaz. Bu açıdan bakarsak, Marksistlerin yüzyılın başında belırledikleri ikilem, "ya sosyalizm ya barbarlık" artık nitelik değiştirmiştir. Önümüz- deki ikilem: "Ya sosyalzim ya insanhgm flziki yok oluşudur." HABERLERIN DEVAMI Maaş... Ekonomi... Seçim... (Baştara/ı 1. Sayfada) Kitapta yer alan rakamsal çalışmalara ba- kılarak şu sonuca vanlabilir: Son 15 yılın enf- lasyonu, memur maaşını neredeyse yan ya- nya kemirmiş. Peki, şimdi ne yapacak Sayın Pakdemirli? Kendisi artık hükümette; ekonominin diz- ginlerini de eline aldığı varsayılıyor. Öyley- se, memurların hakçalıktan uzak bu perişan durumunu iyileştirme yoluna gidecek mi? Bu soru kendisine şöyie de yöneltilebilir: İyileştirme yoluna gitmek istese bile, ne- reye kadar ve nasıl gidebilir? Soruyu böyle formüle edişimizin nedeni basit: Türkiye Cumhuriyeti'nin bütçesine şöyle bir göz atınca, memur maaşları konu- sunda yeni hükümetin manevra alanının son derece dar olduğu ortaya çıkıyor. Hükümet çevrelerinden edindiğimiz bilgi- lere göre şu noktaların altı çizılebilir: • Bu yılın bütçesine memur maaşları için yedeğiyle gizlisiyie konmuş olan toplam öde- nek 39.3 trilyon lira. • Bundan sonra memur maaşına hiç zam yapılmasa dahi, ödenecek olan miktar yine 38 trilyon lira. • Maaşlara her bir puanlık zam, 150-200 milyar lira tutuyor. Maaşlara temmuz ayın- da yüzde 20 zam yapılırsa 3.9 trilyon, yüz- de 40 yapılırsa 7.8 trilyon ek ödenek sağla- ması gerekecek hükümetin. Ama nasıl? Bu ödeneği sağlam kaynaklara, örneğin ek vergi gelirlerine dayandırması olanaksız gözüküyor. Banknot matbaasını çalıştırma- nın faturasını da bilmeyen yok artık: Enflas- yonda tırmanış. Bir başka deyişle, kaşıkla ve- rilenin kepçeyle geri alınması... Gerçekte memur maaşlarıyla ilgili bu çık- maz, Yılmaz hükümetinin ekonomide karşı karşıya bulunduğu genel çıkmazın bir par- çasından başka bir şey değildir. ANAP iktidarının izlediği politikalar ekono- miyi bugün bir tıkanma noktasına getirmiş bulunuyor. Bir ekonomide kamu açığı GSMH'nin yüzde 11-12'sine yükselmişse, devietin bûtçesi yalnız maaş ve borç ödeme- lerinden oluşur hale gelmişse, o ekonomi ağır hasta demektir; asprinle tedavi aşama- sını çoktan geçmiş demektir. Yani artık ameliyat gerekiyor. Yılmaz hükümeti bunu göze alabilecek mi? En geç 1 yıl 4 ay içinde seçirne gidecek bir hükümet ne kadar kemer sıktırabilir? Bu yola gitmezse, enflasyon ve hayat pahalılı- ğı ne olur? Giderse, nasıl oy alır? Şorular çıkmazın derinliğini sergiliyor. Üstelik bu yıl ekonomiye toplam 9-10 tril- yon liralık Körfez hibesi girmiş olacak (Anka- ra'da hâlâ beklenen 900 milyon dolarlık Ku- veyt hibesi de bu miktara dahil). Gelecek yıl böyle bir hibe de yok artık. Bir yandan kemer sıkıp, öte yandan seçi- me gitmek... Olabilir mi? Nereden bakılırsa bakılsın yeni hüküme- tin ekonomideki manevra alanı çok dar. O yüzden kasım ayında erken seçim hiç de yabana atılacak bir olasılık değil. Eğer se- çim araştırmaları, Mesut Yılmaz'ın genel başkanlığıyia birlikte ANAP'ta olumlu bir kı- pırdanmaya işaret ederse, bu yıl sandık ba- şı yapılabilir. Böyle bir karar için ANAP ikti- darının eylüle dek zamanı var. Bekleyip görelinr Iş yaşamında Japon modeli (Boştarafl 1. Sayfada) Brisa Genel Müdüru Hazım Kantarcı, kendi kuruluşlarında biri 1988'de 25 gun, diğeri ise 1990'da tam 109 gün yaşanan grevin ardından "özelesliri yaptıklarını" ve ışveren olarak "hatamız nerede" diye uzun uzadıya kafa yorduktan sonra1 hatanın" işçiyle işveren arasın- daki diyaiog eksikliğinden kay- naklandığını fark ettiklerini ve bunu onarmak için de grup top- lusözleşmeleri için masaya otu- ran işveren sendikası KİPLAS'ın çizdiği çerçe\enin dışına çıkarak işçi sendikası Laspetkim-İş Baş- kanı Vahdet Karabay ve Laspetkim-İş'in diğer üst düzey yöneticileri>Ie doğrudan diyalo- ğa başladıklannı anlatıyor. Kantarcı özellikle Japonlarla ortak olduktan sonra firma bünyesinde yaşanan grevlerin kendilerini daha fazla rahatsız ettiğini ve çözüm yolu ararken 1947 yılında yaşanan 45 günlük grevden bu yana hiçbir grevin yaşanmadığı Bridgestone'u ken- dilerine ornek aldıklarını dile getirdikten sonra sozlerini şöy- le sürdurüyor: "AmerikaŞı yeniden keşfet- meye gerek vok. Baktık ki Brid- geslone'da işçiyie işveren her dü- zeyde sürekli diyaiog içinde. Sendika işyeri temsilcisiyle en- düstriyel ilişkiler direktörü ve uretim bakım müdurleri her ay toplanıyurlar. Sendika şube yö- neticileriyle tırmanın enausirı- yel ilişkiler direktörü, icra korai- tesi üyeleri her 3 ayda bir bir araya geliyorlar. Genel Müdür ile sendika başkanı ise yılda 2 kez bir araya gelerek firmanın durumu, işçinin sorunlan hak- kında birbirlerini bilgilendiri- yorlar. Bu durumda sürekli di- yaiog olduğu için işçi firmanın sorunlarını, firma da işçinin so- runlannı yakından biliyor. Ta- raflar 2 yılda bir bir araya gel- mediği için de toplusözleşmeier 100 gün stresli bir ortamda sür- mek yerine 2 giinde bitiveriyor. Ancak burada esas olan iş- verenin de açık olması. Firma- nın durumunu, hesaplarını. ure- tirn hedeflerini. uretim maliyet- lerini sendika yönetimivle pay- laşması. Verdiği bilgilerde sen- dika yönetiminin giivenini sar- sacak noktaların bulunraaması. Firma yönetimi, sendikaya kar- şı şeffaf olmanın firmaya yarar getireceğine inanıyorsa mesele yok. O takdirde sendikacı da fir- .nanın bazı taleplerini anlayışla karşılayabiliyor." Kantarcı'dap öğrendiğimize göre Brisa'da bu diyaiog Laspetkim-İş Başkanı Vahdet Karabay ve çalışma arkadaşla- rıyla bir süreden beri başarıyla yürütülüyor. Örneğin bu anlayı- şın bir uzantısı oiarak Brisa'da depo hizmetlerinin şirket bünye- sinde sürdurülmeyip bir mute- ahhide verilmesinin, tasarruf sağlayıcı bir önlem olduğuna sendika ve işveren birlikte karar vermişler ve bu yılbaşından iti- baren depo hizmetleri muteah- hide verilmiş. Ama burada ça- lışan işçiler, firmanın önemli bir sorunu olmadığı için içten çıka- nlmamış, başka birimlerde istih- dam edilmiş. Brisa Genel Müdürü Hazım Kantarcı; Laspetkim-İş Sendi- kası Başkanı Vahdet Karabay, Başkan Yardımcısı, sendika avoı- katı, şube temsücisi ve Brisa iş- yeri temsilcisinden oluşan 5 ki- şilik sendikacı grubunu önceki ay, olayı yerinde görmeleri ve iş- çi işveren ilişkilerini bir de Ja- ponların ağzından dinlemeleri için mayısta Japonya'ya götür- müş. Karabay başkanhğındaki Türk sendikacı grubuna önce Bridgestone'un çeşitli birimle- rinde işçi-işveren ilişkileri konu- sunda brifingler verilmiş, ardın- dan da tum Bridgestone tesisle- rinde çalıjan 37 bin kişi adına toplusözleşme görüşmelerini yü- rüten sendikamn başkanıyla bir araya gelmişler. Kantarcı bu görüşmelerin ışı- ğmda Japonya'daki sendikacıhk sistemini şöyle anlatıyor: "Japonya'da konfederasyon- lar var, ama sendikaların pek çoğu bağımsız çalışabiliyor, ya- ni bu konfederasy onlara üye de- ğil. Çapna bir diğer gözlemimiz ise Japonya'da müdür st-viyesi- ne kadar herkes sendikalı. Biz- de böyle değildir, ama Japonya'- daki daha doğru. Çünkü müdür seviyesine kadar herkesi sendi- kaladığınız takdirde işçi-iş\eren diyaloğunda da karşınıza üni- versite mezunu. kaliteli adam geliyor. Aksi halde ilkokul me- zunu meydancıy la karşı karşıya kalıyor ve derdinizi ona anlal- maya çahşıyorsnnuz. Bir diğer ilginç nygulama da şu: Diyelim ki firmanın mali iş- ler şefi sendika temsilciliği seçü- di. 4 yıl kendi işini yapmıyor, maaş aldığı halde sadece sendi- kacıhk yapıyor. Daha sonra ye- niden kendi işinin başına dönü- yor. Örneğin bugün 37 bin kişi- yi istihdam eden Bridgestone firmasının Yönetim kurulu Baş- kanı Akira Yeiri, personel sefiy- ken 4 yıl boyunca sendikacı ola- rak çalışmış. Dolayısıyla işçi psi- kolojisinden de anlayabiliyor, onların gözlukleriyle olayları görebiliyor. Öte yanda şirketin 1 numaralı adamlığına yüksele- bilen bir kişi, 4 yıl süreyle aynı firmada işyeri temsücisi olarak görev yapmışsa bu durum sen- dikacılann seviyeli ve kaliteli personel tarafından yurütüldu- ğünü de gosteriyor. Mesaisi greve gitmek, tansi- yon yükseltmek olmayan sendi- ka ise zamanını piknikler düzen- lemek, vefatlarda haslahklarda üyelerine maddi manevi destek olmak, çeşitli eğitimler vermek ve işyerinde verimliliği yükselt- mek gibi faaliyeüenk bulunu- yor." Brisa Genel Müdürü Hazım Kantarcı kendi fabrikalannda da bu çerçevede verimliliği art- tırmak üzere kalite çemberleri kurulduğunu kaydettikten son- ra bu konuda bir örnek veriyor: Mesela lastik çıktığmda sakal tabir ettiğimiz trimler olur. Bun- lann tıraşlanması lazım. Bitirme bölgesinde çalışanlar bakıyorlar ki tıraşlama yetersiz. Hemen bir kalite çemberi kuruyorlar. Bu sakallann neden olduğunu, na- sıl giderilebileceğini tartışıyorlar ve "4 ay sonra ürettiğimiz lastik- ler hiç sakalsız çıkacak" diye de bir hedef koyuyorlar. Bu çerçe- vede kesme bıcak adedini 4'ten 8'e çıkartıyorlar. Ayrıca ikinci bir bıçak daha koyuyorlar... Olay başarıyla sonuçlanmışsa o bölümün duvanna koca harfler- le yazıüyor. Söz gelişi "verimli- liği arttırdılar ve 250 milyon do- lar tasarruf sağladılar diye..." Kantarcı'ya göre "başannın fark edilmesi" çalışanları moti- ve eden, firmaya bağlayan en önemli unsurlardan biri. Kalite çemberleri verimliliği arttırır- İcen, bunu da sağlıyor. Nufus hüviyet cüzdanımı yitirdim. Geçersizdir. CEM KAHRAMAS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle