Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2 HAZÎRAN 1991
II- 27 Mayıs 1960 Sabahı
Ankara'da...
HIFZIVELDET VELİDEDEOĞLU
27 Mayıs 1960 sabahı saat beş sularında
telefon çaldı; uyandım. Bir süre bekledim, te-
lefon sesi devam ediyordu; sonunda kalkıp
alıcıyı (ahizeyi) elime aldım. Bizim fakültenin
profesörlerinden dostum Haydar Arseven:
"Hocam, radyonuzu açın" deyip telefonu ka-
pattı. Merakla açtım. Gür bir ses: "NATO1
-
ya bağlıyız, CENTO'ya bağhyız" diyordu. Bir
süre sonra, herhalde konuşmanın başına dö-
nerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bütün yurtta
yönetime el koyduğunu, vatandaşların sükû-
net içinde olmalarını kısa tümcelerle belirti-
yordu. Heyecanlandım, ama doğrusunu söy-
lemek gerekirse, pek şaşırmadım. Çünkü 28
Nisan 1991 tarihli yazımda anlattığım gibi öğ-
renci olayları Istanbul'da ve Ankara'da baş-
lamış, gençler kamyonlara doldurularak kış-
lalara götürülmüş, onlarla birlikte Demokrat
Parti iktidanna muhalif olan ne kadar yazar
çizer varsa, kışlalara kapatılrruştı. Ünlü kari-
katürist Ratip Tahir'i kışla koğuşundaki ran-
zada görmek üzüntümü arttırmıştı. O günden
27 raayıs gününe kadar siyasal havadaki ger-
ginlik sürüyordu. Demokrat Parti iktidan
'tenkil' politikasından bir türlü vazgeçmiyor-
du. Baskılı hava elbette bir gün şu ya da bu
yönde patlayacaktı. Radyodaki sesi bir süre
daha dinleyip düğmeyi kapatarak yatağıma
döndümse de uyku tutmadı. Ortahk ağarma-
ya başlayınca kaJktım, giyindim, yine radyo-
yu açtım; sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.
Saat sekiz sıralarında bir subayın kapıya ge-
lip beni sorduğunu haber verdiler. Ev halkı-
nı korku sarmıştı; kapıya gittim. Genç bir
yüzbaşı güleryüz ve dostça bir davranışla:
"Hocam sizi Ankara'dan istiyorlar, almaya
geldim" dedi. Bu davetin nedenini bilmiyor-
du, üstelemedim. Küçük bir bavula birkaç
gün için gerekli çamasır ve eşyayı doldurup
dışan çıktım. Subay, bavulumu nazikçe elim-
den aldı, cipe atladık; Kabataş'ta araba va-
purundan indikten sonra doğru Havaalanı'-
na vardık. Alan baştan başa askeri koruma
altındaydı; birkaç yoklama noktasında dur-
durulduk, sonra yolumuza devam edip iki sı-
ra dizili askerin arasından geçerek terminal-
de indik. Beni orada adımn 'Şefik Soyuyüce'
olduğunu söyleyen bir binbaşı dostça karşı-
ladı: "Hocam, sizi bazı arkadaşlarınızla bir-
likte Ankara'ya göndereceğiz, öyle isteniyor"
dedi. Binarun içine girdiğimizde Rektör
Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, Dekan Prof.
Naci Şensoy, Prof. Ragıp Sarıca, Prof. Mu-
ammer Raşit Seviğ ve Doçent Ismet Giritli'yi
gördüm. Daha sonra birer birer Prof. Hüse-
yin Nail Kubah, Prof. Tank Zafer Tunaya
geldiler, böylece sekiz kişi olmuştuk. Selam-
laşıp el sıkıştık. Kafıle tamamlanmış olacak
ki bize: "Lütfen uçağa buyrun" dediler. Bir
subayın eşliğinde uçağa kadar yürüdük. Bu,
yaklaşık otuz kişilik bir askeri nakliye uçağıy-
dı. Oturma yerleri koltuklar halinde arka ar-
kaya olmayıp uçağın boydan boya iki yanını
kaplayan, karşı karşıya, uzun kanepeler bi-
çimindeydi.
Bize eşlik eden subaylardan şu anda yalnız
Albay Orhan Kabibay'ı arumsıyorum; çünkü
yanıma geldi, hatır sordu, önemli bir görevle
Ankara'ya çağrıldığımızı söyledi. Kabibay
kalkınca, rahmetli Sıddık Sami Onar yanıma
oturdu, yavaş sesle: "Hıfzı Veldet Bey" de-
di. "bir meçhule doğnı gidiyoruz, bakahm en-
câm ne gösterecek; bu askeri müdahalenin so-
nu inşaJlah yurdumuz için hayırlı olur." Ben
de kısa tümcelerle aynı dileğe katıldım.
Ankara'da, Etimesgut Havaalanı'nda, tıpkı
lstanbul'da olduğu gibi çok sıkı askeri güven-
lik önlemleri alınmıştı. Arabalara bindirilip
Genel Kurmay Baskanlığı binasına getirildik.
önceden tanımadığınuz türlü rütbeden birçok
subay ellerimizi sıkıyor, bizleri dostça selam-
hyordu. Vakit öğleyi bulmuştu. Bir ara "Gür-
sel Paşa geldi!" sözleri dolaştı subaylar ara-
sında. Ihtilalin lideri, Kara Kuvvetleri Komu-
tanı Orgeneral Cemal Giirsel Izmir'de imiş,
hemen hemen bizimle aynı saatte, uçakla gel-
miş. Salona girdi, herkes ayağa kalktı, U"bi-
çiminde bir masamn başına geçti. Sağ tarafı-
na Sıddık Sami Onar'ı ve ondan sonra bizle-
ri aldı, sol tarafında da başta Korgeneral Ce-
mal Madanoglu olmak üzere türlü rutbede su-
baylar yeraldı. Oturduk. 50-60 kadar subay
da ayakta duruyordu.
Rahmetli Gürsel bizleri: "Hoşgeldiniz ho-
calar!" sözleriyle yeniden selamladıktan son-
ra, "Sizleri miihim hukuki işler için buraya
kadar zabmete soktuk. Yeni bir anayasa ha-
zırlayacaksınız, bir de seçim kanunu. Bunla-
nn en kısa zamanda hazır olması lazım ki biz-
ler de iktidan millete, yani seçilecek yeni Mec-
lis'e devredip asli vazifelerimizin başına dö-
nelim. Hedefuniz, sarsılan demokrasiyi yeni-
den kunnak, memleketimizdeki huzursuzlu-
ğu ortadan kaldırmakür. Memleketin bugün-
kü halinde siz hukukçulann yardımlannıza
ihtiyacımız var" dedi.
Ardından Cemal Madanoğlu ayağa kalkıp
kısa tümcelerle bu askeri müdahalenin 'zanıri'
olduğunu anlattıktan sonra: "Hedefimiz bir
an önce istikran temin edip seçimlere giderek
emaneti millete tevdi etmektir" diyerek yeri-
ne oturdu. Daha sonra Sıddık Sami Onar söz
aldı: "Memleketin siyasi hayatının bir an önce
normal vaziyete gelmesi için hukuki bakım-
dan biziere düşen vazifeyi elimizden geldiğince
yapmaya çalışırız Paşam!" dedi. Gürsel Pa-
şa, biziere doğru bakınca Hüseyin Nail Ku-
balı ve ben birkaç sözle Sıddık Sami Onar'ın
söyledikleri doğrultusunda elden gelen çaba-
yı göstereceğimizi bildirdik. Daha sonra Prof.
Ragıp Sarıca: "Kısa zamanda buyurdunuz.
Hem anayasayı hem de seçim yasasını bu se-
kiz kişilik heyet kısa zamanda nasıl yetiştire-
bilir, takviye gerekmez mi Paşam?" sorusu-
nu yöneltti. Bunun üzerine Cemal Gürsel,
Rektör Sıddık Sami Onar'ı parmağı ile işaret
edip: "Anayasa Komisyonn'nun takviyesi için
başka profesörieri seçmeye selahiyetlidir" de-
di.
Kısa bir sohbet araya girdi, bir subay Gür-
sel'in yanına gelip selam vererek: "Yemek ha-
zır Paşam!" deyince herkes kalktı; yandaki
odada hazırlanrruş sofraya geçtik, etli pilav-
dan oluşan öğle yemeğini yedik.
Sonra, bizleri otelimize götürdüler. Bu,
Ulus Meydanı'ndan istasyona giden cadde
üzerinde, İkinci Meclis binasının karşısında
bulunan Ankara Palas'tı. O zaman burası An-
kara'nın en lüks oteliydi. Daha önce içine hiç
girmemiştim. Istanbul'dan gelen sekiz öğre-
tim üyesine ayrı ayrı odalar özgülenmişti.
Ertesi günü, 28 mayısta, akşam yemeğini
yedikten sonra haber aldık ki askeri müdaha-
lenin ardından gozaltına alınan Demokrat
Partili milletvekillerinden bir kısmı sahveril-
miş. Sıddık Sami Onar: "Bunlar tecrttbesiz
askeıier, sonra adama "niçin yakaladınız, ni-
çin salıverdiniz" diye sonnazlar mı? O zaman
hüsnüniyetli bu askerler okkanın aiüna gider-
ler. Bunu nasıl anlatsak?" dedi. Cemal Gür-
sel ile telefon bağlantısı kurmak için uğraşıl-
dı, olanak bulunamadı. Korgeneral Madanoğ-
lu'nu aradık, General llhami Barut'un evin-
deymiş. Bir subay görüşme isteğimizi kendi-
sine telefonla iletti. Kabul etmiş. Biz aramız-
da: "Hepimiz gitmeyelim, birkaç kişi gitsin"
diye karar verdik. Başta Rektör Sıddık Sami
Onar olmak üzere Prof. Hüseyin Nail Kuba-
lı, Prof. Ragıp Sarıca ve benden oluşan bir
kurulun gitmesi uygun görüldü. Gittik.
Cemal Madanoğlu ile yapılan görüşmeyi ve
buna bağlı yorumları gelecek pazar anlataca-
ğım.
EVET/HAYIR
OKTAYAKBAL
Futbolcuların Verdiği Ders!
Galatasaray kaptanı Cüneyi, nice yaşiı başlı kışiye güzel
bir ders verdi. Bakalım bu dersten yararlanacaklar çıkacak
mı?
TV'de görüyoruz, Bay Özal ve eşi uçaktan iniyorlar ya da
bir toplantıya geliyorlar, karşılayıcılar dizilmiş. Bay Özal elini
havadan uzatıyor. Bu, "Sen benim elımi öpmek zorundasın.
Çünkü ben senin velinimetinim" anlamındadır. Zaten karşı-
sındakı çoktan iki büklüm olup el öpmeye hazır! Bakanlar,
milletvekilleri, politikada saçını sakalını ağartmış insanlar, hat-
ta Özal'dan yaşça da buyük insanlar eğilip eğilip el öpüyor-
lar. Neredeyse etek öpecekler!
El öpmek Türk geleneğiymiş! Galatasaray'ın teknik direk-
törü (neden direktör de yönetici değil); Cumhurbaşkanlığı Ku-
pası'nı alırken el öpmeyen kaptanı ve oyuncuları ağır sözler-
le kınıyor: "El öpmek Türk âdetidir. Her Türk çocuğunun cum-
hurbaşkanının elini öpmesi lazım. Cüneyt öpseydi ötekiler
de öperdi." Mustafa Denizli yanılmaktadır. El öpmek aile için-
de geçerli bir gelenektir. Bayramlarda yaşlıların eli öpülür,
bir de ailenizin büyüklerinin elini öpersinız. Cumhurbaşka-
nııun, başbakanın elini öpmek, uygulanması gereken bir ko-
şul değildır. İsteyen öper isteyen öpmez. Çünkü el öpmek iç»
ten gelen bir duyguyu. bir sevgiyi, saygıyı gösterir. Galata-
saraylı, Beşiktaşlı oyuncular Bay Ozal'a özel bir sevgileri, say-
gıları varsa elini öperler. Böyle bir zorunluluk yoksa neye öp-
sünler?
O gün maçı baştan sona kadar izledim. En çok son per-
deyi merak ediyordum! Bakalım Galatasaraylı, Beşiktaşlı
oyuncular Bay'ın elini öpecekler miydi? Bir iki gün önce "Mil-
liyet'te yılların Galatasaraylısı gazetecı Orhan Karaveli şöyle
bir uyarıda bulunmuştu: "Sizi dikkatle ızleyen kamuoyu önün-
de el etek öpmeye kalkarsanız, son zamanlarda midemiz bu-
lanarak izlediğimiz ucuz politikacılardan. köşedönmeci işa-
damlarından, sözde yüksek bürokratlardan ve vıcık vıcık yağ-
danlıklardan farkınız kalmaz."
Önce Galatasaray kaptanı Cüneyt kupayı aldı, Özal'la
öpüştü, ama el etek öpmeye kalkmadı. Onu izleyen Galata-
saraylı, Beşiktaşlı tüm futbolcular da yalnızca el sıkmakla ye-
tindıler.
Her iki takımın genç sporcuları bu davranışlanyia köşedön-
mecilerden, yağdanlıklardan çok daha üstün nitelikte olduk-
larını milyonlarca izleyicı önünde kanıtladılar. Kendilerini kut-
lamak isterim. Bu güzel davranışı yaptıkları için futbolculara
yersiz biçimde çıkışan Mustafa Bey'i vıcık vıcık 'yağdanlıklar'
arasında görmek istemediğimi de belirtmek isterim. Bay De-
nizli'nin sözleri gereksiz ve yakışıksızdır.
Ben bu 'el etek öpme' konusunu bir iki kez yazmıştım. Çir-
kin bir şey, koskoca adamların Özal'ın ve karısının elini öpüp
başlarına koymaları! Kadınlann eli öpülür, ama başa konul-
maz. Bayan Semra o kadar ihtiyar mı ki yaşlı başlı kişiler onu
bir anne ya da büyükanne sayıyorlar? Pürolar içen, her gün
ortalıkta görunen, il başkanlığına soyunup türlü yardımlarla
o yere ulaşan bir bayan elini öptürür, ama başa koydurtmaz.
Demek Semra bayan kendini gerçekten 'Devlet Ana' sayı-
yor! Biryazgı sonucu, daha doğrusu 12 Eylül askerierinin gü-
cüyle ülke ybnetımıne getirilmiş bir mühendisin karısı olmak
'Devlet Ana'lık niteliğini kazandırır mı?
Bay Turgut Özal padişah mıdır, halife midir? Nedir? Yüz-
de 15'lik bir oy gücüne sahip, halkın önüne çıktığında belki
bu oy oranını bile bulamayacak bir partinin Meclis'teki tem-
silcilerhin destegiyle Çankaya'ya tırmanmış sıradan bir ki-
şi... Atatürk'ün, İnönü'nün ardında nice zaferler, başarılar var-
dı. Ama onların bile eli şak şak öpülmezdi. insan Atatürk'ün
elini öper, İnönü'nün elini öper, ama içten bir sevgi, gerçek
bir saygı duyarak öper. İçtenlikten yoksun, yalnız çıkar he-
sapları umuduyla bir devlet büyüğünün elini eteğini öpenler
en azırdan 'yağdanlık' tanımına hak kazanıriar.
AltanÖymen'in bu konuda şu sözlerine katılıyorum: "Cum-
hurbaşcanı, anayasamıza göre cumhuriyetin temsilcisidir; Os-
manlı ranedanının değil."
0
EMPCRYALI7ME VE OLI&A«^IVf
MÜCADEL
HAKLIYIZ KAZANACAGIZ
şçi sınıfı devrimcilerin açtığı yoldan ıleıiiyor "işçiyız,
Haklıyız, Kazanacağız1
sloganı dalga dalga yayılıyor. Iş-
;iler hak alma mücadelesinde dayanışma içinde olmalı-
Jıriar Dayanışma gerçekleşmezse, direnişlenn zayıf
iuşmesı kaçınılmazdır.
VBD ve diğer emperyalist devletler ve yandaşları Irak
<ürdistam ndaki ışgali sürduruyor Emperyalizm Irak top-
aklanndan çekilmelidir. Emperyalistler halklann dostu
ieğil düşmanıdıriar. Halklann tek dostu halklardır.
21.SAYIMIZCIKTI
Selimpaşa Demirören Sitesi'nde
dayalı-döşeli kiralık yazhk.
Tel: 580 09 46 (Öğleden sonra)
İLAN
ÇARŞAMBA SULH CEZA
HÂKİMLİCt'NDEN
Çarşamba ilçesi Kestanepmar K-'den Temındar oğlu 1955 D.'lu,
Ismail Genç hakkında;
Gıda maddekri nizamnamesinin 304 ve 307. maddelerine uyma-
maktan dolayı gıda maddeleri nizamnamesinin 331/F-D maddeleri
aracılığıyla TCK'ııın 398, 3506, Ek-1.19, 647,4, 72,402/1 maddele-
ri gereğince;
470.000.- TL'sı ağır para cezası ile cezalandınlmasına. üç ay süre
ile cürme vasıta kıldığı meslek ve sanatının ve tıcaretinin tatilıne. ye-
di gün süre ile iş yerinin kapatılmasına dair karar verildi.
Basm: 27650
KİRALIK İŞYERİ
BEYLERBEYİ - KANLICA ARASINDA
TEMSİLCİLİK BÜROSU İÇİN
KİRALIK DAİRE ARANMAKTAD1R
MÜRACAAT
TEL; 322 49 33 -130 49 33
PENCERE
Niksahn Fidanları...
Kostantinopolis düştü düşecek. Surların ardına sığınmış
Bizans'ta tartışma:
—Meleklerin kanatları var mı?
Yok mu?
İstanbul... Beşyıldızlı otel. Kral dairesi. Gündeliği 3 mil-
yon mu? Semra Özal, kral dairesinde. ANAP istanbul İl Baş-
kanı. Karı-koca Özal'lar yeni başbakanı saptayacaklar:
—Yıldırım mı? Mesut mu? Cengiz mi? Ya şundadır ya bun-
da, helvacının kızında...
Babıâli basını, kendinden geçmiş, papatya faiını soluk so-
luğa izliyor.
Türkiye'nin bir yüzü bu!..
Ya öteki yüzü?
•
Öteki yüzü ne televizyonda görünüyor, ne de gazetelerin
birinci sayfalarında...
Öteki yüzü kan ağlıyor...
Hayır, grevci işçilerden, işsiz yığınlardan, asgari ücretle in-
leyenlerden, yoksul memurlardan, terörden ve anarşiden, ay-
da yüzde 8 oranına ulaşan enflasyondan söz açmıyorum; 30
milyonluk çiftçi nüfusu ayaklanmak üzeredir.
"Sayıları otuz milyonu aşkın fedakâr Türk çiftçisi haykırıyor,
kan ağlıyor, malından canından bezmış feryat ediyor. Çünkü
faiz, cezalı faiz, yüksek faiz, ana paranın faizi, binesik faiz,
faizin de faızi, fon kesintisi derken zirai kredi faizleri yüzde
150'ye ulaşmakta, fukara çiftçimizi boğup öldürmektedir. Öy-
le ki küçük çiftçinin kullandığı 1 milyonluk kredi, vadesi ge-
çince 2.5 milyona, 5 milyonluk kredi ise bir iki yıl içinde 20-25
milyona ulaşmaktadır. Artık çiftçilerin, hayvanlannın, tarlala-
rının patronu bankalardır. Türk çiftçisi dize gelmiş, âdeta pes
etmiştir. Kara kara düşünmekte, gözlerinden oluk oluk yaşlar
dökülmektedir. Anadolu çiftçisi borç batağına saplanmış, bo-
ğazına kadar borca boğulmuşturf'
Hayır, bunları ben söylemiyorum; 'Türk çiftçileri adına Nik-
sar Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Şentürk-
ün mühürlü mektubunu okurken altını çizdiğim tümcelerı ko-
şeme aktardım.
*
Okumayı birlikte sürdürelim:
"Ülkenin bugün en büyük en önemli olayı, sayıları 30 mil-
yonu aşkın çiftçilerımizin borç altında ölüm kalım mücadelesi
vermeleri ve çırpınışlarıdır. Bilinsin ki tanm durmakta, çiftçi si-
linmektedir. Borç korkusundan, icra korkusundan, haciz kor-
kusundan çiftçilerimiz köylerini, evlerini, tarlalarını terk edip
gece karanlığında şehirlere kaçıyorlar. Yükselmiş borçlannı
ödemeye çalısan çiftçilerimiz, tarlalarını, hayvanlarını ölü fi-
yatına satmakta, yine de borçlardan yakalarını sıyıramayınca
düşünceden, kanserden, kalp krizinden ölüp gjtmektedirler.
Her gün ayrı ayrı çiftçi dertlerini dinlemekteyız. Oyle ki yorgan
döseklerindeki yünü boşaltıp satanlar, yorgan ve döşeklerine
saman doldurup yatıyorlar, hastalarını ancak ölümcül duru-
ma düşünce doktora götürüyorlar, ayrıca dişlerini ucuz
(Arkası 19. Sayfada)
Yenilikçilik£illJU.ftl "11
II
Değişim bir varoluş ilkesi. Bu ilkeye uymayan her şey
sonunda yok olmaya mahkûmdur. Yaşayan hep 'yeni'
olacaktır.fj
Borusan 21 yüzyıla hazırlanırken
önemli bir adım attı: Yeni bir kurum kımlığı
oluşturdu. Borusan kimlığı, tüm şırket adları-
nın özel olarak yazılışından, özel Borusan
renklerınden ve Borusan amblemınden olu-
şuyor Tum pano ve tabelalardan taşıtlara,
kırtasıye malzemelerınden çalışanların giysi-
lerine dek her yerde uygulanıyor. Ve tüm
Borusan şırketlerinı görsel bir bütünlük için-
de sunuyor Ancak, kurum kımliğı sadece
görsel unsurlardan ıbaret değil; aynı zamanda
Borusan ılkelerini de yansıtıyor Yenilikçilik.
verimlılık ve çevreye saygı.
Yenilikçilik
1
Çunkü Borusan daha
kalitelı urün ve hızmet sunmanın yolunun
sürekli olarak yenılık yapmaktan geçtığının
bilincindedır Bu yüzden de çelik borudan
galvanızlı saca yassı çelık ürünlerden
supap ve amortısöre kadar üretım yaptığı
tüm alanlarda, hep en yeni teknolojiyi, en
yeni üretım yöntemlerinı uygulamıştır.
Borusan ıçın tek bir amaç vardır:
Insanlara daha lyi ürunler ve hızmetler sun-
mak! Borusan bu amaçla, gelecekte de yeni-
lıklerin peşınde olacaktır.
BORUSAN