25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 MART 1991 "Burda Oturuyor" MELİH CEVDET ANDAY Arabasına bindiğiıniz taksi sürücüsü yolda trafık kazalannm nedenlerinden açtı, bir de örnek vermek istedi, dedi ki: "Şimdi ben ve- fat etsem ne olur?" Anlaşılmayacak bir şey yok, öndeki arabaya bindirir, derken o öte- kine... Al sana zincirleme bir kaza! Ama sü- rücümüz neden "vefat" sözcüğünü kullandı, neden "Şimdi ben ölsem..." demedi? Vefat yalnızca insan için kullandır (Arapça), adam- cağız belki insan olduğunun altını çizdi böy- lece, belki de ölüm sözcüğünden korktuğu için. ölümün kendisi değil de sözü korkutucu- dur, Arapçasını söylerseniz biraz uysallaşır anlarru. Ama bizim halkımız, özellikle köy- lümüz ölüme uzak durmaz, hatta onunla iç içe yaşar, mezarlıkla köy kahvesi yan yana- dır Anadolu'da, iskemleden düştünüz mü, mezarda bulursunuz kendinizi. Demek ölüm, yaşamın süregitmesidir. Ha burda olmuşuz, ha ötede, korkacak ne var? Geçende gazetemizde okudum; İstanbul'- un kaçak inşaatçılan, gecekonducuları, mezar- lıklardan yer çalıyorlarmış. Başka bir deyiş- le, kent büyüdükçe mezarlıklar daralıyor. Bu millette hiç korku yok, mezann üstüne kuru- veriyor evini. Baksanıza Ankara'nın Cebeci'- deki mezarlığına "asri mezarhk" adını ver- mişiz. Demek ölülerimizi de çağcıllaştırdık. Biz apartmanlarda oturuyoruz, ölülerimiz asri mezarlıkta. Biz şimdi ölümden korkuyoruz ya, ilkel toplum insanı ölüden korkardı. İlkel toplum- larda, ölüye dokunmak gibi, ölenin adını ağı- za almak da tabu idi, yasaktı ve cezası ölüm- dü. Bundan korunmak için kimi önlemler alı- nırdı. örneğin Afrika'daki Massailer bu ko- nuda çareyi, ölenin adını hemen ölür ölmez değiştirmekte bulmuşlardır. Böyle yapılınca ölenin ruhunun, yeni adını bilmediği ve ken- disinden söz edildiğini anlayamayacağı kabul edilir. Avustralya yerlileri ise daha da ileri git- mişler, birisi ölünce, adları öleninkine benze- yen bütün kişiler, başka adlar alırlarmış ora- da. Hatta ölenin adı bir hayvan, bir nesne... için kullanılan bir ad ise, konuşma sırasında ölenin anısının canlanmasını önlemek için, o hayvana ya da nesneye de yeni bir ad verme- yi gerekli görüyorlar. Demin söylediğim gibi, ölümden değil de ölüden korkunun düşündü- rücü bir göstergesi. ölü çünkü, yaşamda ka- lanları kıskanıyor, onlara düşman oluyor, elinden gelen her kötülüğü yapmak istiyor. Bunlar ilkel toplumda kalmış kör inançlar- dır demeyin, hortlak bugün de bizde ve bir- çok ülkede korkutucu etkisini sürdürmekte- dir. Mezardan çıkarak insanları korkuttuğu- na inanılan ölüye hortlak denir, bir adı da ha- yalet. Beni düşündüren bir konudur, Hamlet onca sevdiği babasının hayaleti ile karşılaşınca korkuyor, dahası kovuyor onu, ona sanlma- ğa kalkmıyor hiç de. Ama hortlağa duyulan korkunun yanında saygı da vardır. Hortlağa inanmayan kimse kültürsüz sayılır kimi ülke- de. Yoksul bir tngiliz soylusu, yeni zengin bir Amerikalıya şatosunu satmış, ama şu açıkla- mada bulunmak zorununu da duymuş, "Yal- nız söylemeliyim ki şatonun bir hortlağı var- dır, burada kalanlara son nefeslerinde görünür" demiş. Kültürsüz yeni zengin hort- lağı ne bilsin "Aile doktorunuz olmasın?" di- ye sormuş. Hortlama, artık sona erdi sanılan bir durum ve sorunun yeniden ortaya çıkma- sı için de kullamlır: "Irtica hortladı" gibi. "Batının ölüm Karşısında Tavırları" adlı ki- tabının önsözünde Philippe Aıies (Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay) şoyle diyor: "Tarih hiç kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar şim- di ile iç içedir. Biz bu am yaşarken, aslında çoğu zaman geçmişi girncelleştiriyoruz... Ta- rihin içinde ve üstelik kendi yapmadığımız ta- rihin içinde yaşamaya mahkûmuz." Gulya- bani'nin de bu tarih içinde yeri var. O da bir tür hortlak, karanlık ve tenha yerlerde insa- nın karşısına çıkıyor; Farsça, gûl-i beyabani'- den gelir, çöl devi demek. Philippe Aries, kitabının "Evcilleştirilmiş Ölüm" adını verdiği ilk bölümünde, Chan- sons de geste veya en eski romanslardaki şö- valyelerin, öleceklerini önceden sezdiklerini söylüyor. Orada okudum, Don Quixote, "Ye- ğenim ölümün yakın olduğunu duyumsuyo- rum*' demiş, unutmuştum. Yeniden acıdım deli şövalyeye. Tolstoy ise tenha bir tren is- tasyonundaki ölüm döşeğinde, "Ya mujikler? Mujikler nasıl ölüyorlar?" diyor. On ikinci yüzyıhn başından bu yana orta- ya çıkanlan mezar yonutlannda ölü, ellerini göğsünün tam ortasında kavuşturmuş ve uzanmış dunımdadır, çünkü ölüm meleğini ya da şeytanı bekliyor saygıyla. Böylece yatar du- rumda gömülen ölü geleneği bugün de sür- mektedir. Gelecek soruyu biliyorum: "Eski- den öyle değil miydi?" diye soracaksınız. De- ğildi. Arkeolog James Mellaart, bundan aşağı yu- karı otuz yıl önce Çatal Höyük'te dokuz bin yılhk bir yeraltı kentini ortaya çıkarmıştı. Sonra bu olayı ve yeraltı kentini anlatan tn- gilizce bir kitap yayımladı. îşte o kitapta oku- duğuma göre, orada ölüler yatmış olarak de- ğil, oturur durumda gömülmüşler, çünkü se- petin içindeler, tabutun değil. Ya... Eski çağ- lar şimdiki gibi değildi. Philippe Aries, bütün ortaçağ boyunca dikilen mezar taşlarında "Burada yatıyor" yazıh olduğunu önemle be- lirtiyor. Çatal Höyük'te mezar taşı dikme âde- ti olsaydı, "Burada oturuyor" diye yazacak- lardı sanırım. Daha da yakışırdı doğrusunu isterseniz. Mezar, ölünün evi değil midir? Hep yatacak değil ya, oturduğu yerden kalkıp ge- lebilir. Philippe Aries şu ilginç bilgiyi veriyor, di- yor ki: "Şimdi de eski tavrın ölümle samimiyeti- nin başka bir veçhesine bakalım: Hayatın ve ölümün bir aradalığı. Bu, antikçağın putatapar döneminde ve Hı- ristiyardığm ilk anlarında bilinmeyen ve şa- şırtıcı bir olgudur. Ve bize 18. yüzyıldan beri tamamen yabancıdır. Hıristiyanük öncesi uygarhğa ilişkin bilgi- mizin büyük kesimi mezar arkeolojisinden, mezarlarda bulunmuş olan eşyalardan kay- naklanmaktadır. Eski mezar tapımlarınm amaçlarından biri ölünün geri dönmesini, ya- şayanları rahatsız etmesini önlemektir. Görüyor musunuz, ölülere yuvalar hazırlı- yoruz, saygı gösteriyoruz, ama Ödümüz de ko- puyor. Sürdürelim okumayı. "Filoloji de eski inanış ve hissedişlere dair yeni bir veçhe getirmektedir. Funus kelimesi hem ölü beden, hem cenazt töreni (funerail- les), hem de cinayet olarak çevrilebilir. Funes- tas, bir ceset tarafından harekete geçirilen bir ihlal anlamına gelmektedir, bu kelime Fran- sızcada funeste haline gelmiştir, yani ölüm ve- ya bela getiren. Ancak eskiler ölümle samimiyetlerine rağ- men, ölümün yakınında olmaktan dehşet duy- muşlar ve mezarları kutsal yerler haline geti- rerek onu kendilerinden belü bir uzaklıkta tut- muşlardır. Roma'da Oniki Levha Kanunu si- tenin içinde, in urbe ölü gömülmesini yasak- lamaktaydı." Aziz Ioannes Chrysostom, bir dersinde, "Kentin içinde asla mezar yapmamaya dik- kat edin, eğer yemek yediğiniz ve uyuduğu- nuz yere bir ceset konulacak olursa itiraz et- melisiniz. Ve ölüleri, yediğiniz ve uyuduğu- nuz yerin yakınına değil de Isa'nın bedeninin yamna koymahsınız" diye bağırmış. Demek kiliselere. Anlaşılan bu yüzden olacak, Avru- pa'daki kiliselerde ceset evleri yapılıyor, bun- lar zamanla doldukca dolmuş ve kentlerde ciddi korkulara yol açmış. Çok uzak değil, ge- çen yüzyıl Fransası'nda, insanlar, mezarlık- lardan hastalıklar geleceği korkusuna kapılı- yorlar, mezarlıkları söküp atıyorlar. Ölü konusu, yaşam konusundan uzundur. Biz başa dönelim gene. MezarlıkJara türlü in- şaat için el atma girişimlerini saygısızlık mı sa- yalım, yoksa ölü korkusu mu? Mezarhk dini diye adlandırabüeceğimiz ye- ni bir din olduğunu sanıyorum. Bu yazıda asıl sözünü etmek istediğim o konuydu, fırsat bu- lamadım. SHP İSTANBUL İL KÜLTÜR VE KÜLTÜR KURULTAYI • EĞİTİM KOMISYONU 1991'E DOĞRU DİL-YAZIN-YAYIN TARTIŞIUYOR • 30 Mart 1991 Dil-Yazın-Yayır Açış 10.30-11.00 Ercan KARAKAŞ Prof. Or. Tolga YARMAN 1. Oturum 11.00-13 00 ŞHP İstanbul İl Bşk. istanbul il Kultur ve Eğitim Komisyonu Bşk. Konu: Dil sorunlan. çözüm önerileri. Başkan Sami KARAÖREN Prof. Dr. Tahsin YÜCEL Prof. Dr. özcan BAŞKAN Nadiye SARITOSUN Osman ŞAHİN Ara 13.00-13.30 2. Oturum 13 30-15 30 Konu Yazın sorunları, çözüm öne Başkan Faik AKÇAY Demirtaş CEYHUN Konur ERTOP Asım BEZİRCİ İ. Kemal KARADAYI Ara 15.30-15.45 3. Oturum 15 45-17.45 Gazeteci, Yazar, Eleştirmen İstanbul Üniversıtesi Marmara Universitesı İTÜ Türk Dıli Okutmanı Yazar rileri. Araştırmacı, Eğitımci, . TYS ikinci Baskanı, Yazar : Araştırmacı, Yazar Araştırmacı, Eleştirmen, . Hukukçu, Yazar Konu: Yayın sorunlan. çözüm önerileri Başkan Aygören DIRIM Erdal Öz Nihat EMEKSİZ Çetin TUZÜNER Fırat DİNÇ Ver The Marmara Oteli Tepe Salonı Yayıncılar Birliği Başkan Yazar, Yayıncı Yayıncı. Sendikacı Dağıtımcı Kitapçılar Birliği Yön. Kur. üyesı ı - Taksim EVFT/HAYIR OKTİff AKBAL ABD Çıkarlarına Hizmet!.. ABD Kongre üyelerinden, Türkiye'nin dostu geçinen Step- hen Solarz'ın şu sözlerini birlikte okuyalım: "Bundan yaklaşık otuz yıl önce John F. Kennedy, 'Cesa- ret Profilleri' adlı bir kitap yazmıştı. Kitap, ABD çıkarlarına hizmet edebilmek için aldıkları bazı kararlaria siyasi kariyer- lerini riske eden insanları anlatıyordu. Şimdi bu kitabın bir uluslararası baskısında yabancılara ayrılmış bölümler olsa Turgut Özal için büyük bir bölüm ayrılırdı." ABD çıkarlarına hizmet edebilmek için siyasi kariyerlerini riske eden devlet adamlarından biri olarak ansiklopedilere geçmek Bay Turgut Özal için bilmem ne denli gurur verici- dir! Bunu Türk halkı düşünecektir yeri geldiğinde... Gerçek şu ki, Bay Özal, kendi ulusunun çıkarlarından çok kendi yararını, ailesinin, yakınlarının yararını öne almış bir- kişi izlenimi vermektedir. O kadar ki kendi partisini, kendisi- ne oy veren seçmenlerini bile düşünmüyor. Varsa yoksa ABD yöneticilerinin gözüne girmek! Kendisiyle bir küçük çocuğu eğfendirir gibi ilgllenen Başkan Bush ve öteki yöneticilerin övgülerinden son derece memnun ve övünçlü! Bir küçük çocuk sevinciyle anlatıyor. Yok, birlikte film sey- retmişler, ikisinin de uykusu gelmiş, yatmaya gitmişler. Kar- şılaşınca birbirlerine sarılmışlar. Kahvaltı yapmışlar, sırtlarında kazakla. Bush ona 'Turgut' diyormuş. Turgut daona 'George' diye sesleniyormuş. ABD başkan yardımcısı, Vietnam sava- şına katılmamak için askerlik yapmaktan kaçınan Dan Qu- ayle 'Siz bizim Cruise füzelerimiz gibisiniz. Cesaret ve uzak görüşlülüğünüze hayranız' demiş. Camp David'de türlü tür- lü yerler varmış. Bizim başkan hayran kalmış. Böylece Bay Turgut Özal, ABD'ye hizmet edenler' kitabında rahatça yer alabileceğini ispatlamış ABDTılere... Sonuç nedir peki? Sonuç şimdilik sıfır. O övgüler, o poh- pohlamalar, o Turgutçuğum' seslenişleri; ağırlamalar, jsta- kozlar, film seyretmeler, sarılmalar?.. Sonuç ne? Bay Özal ABD'de geçirdiği bu coşkulu günlerin sonunda hangi sorun- lan çözümledi? Türkiye'ye ne kazandırdı? Bunun hesabını yurda dönünce verecektir. Acele etmeyelim, bekleyelim. ABD'nin, Bush'un yakın dostu geçinmenin kazançları nedir, öğrenelim. Şimdiden görünen, ABD Başkanı'nın bizim so- runlanmıza herhangi bir dostça yaklaşım göstermediğidir. Kıbns sorununda olsun, Körfez bunalımı yüzünden uğradı- ğımız büyük zararlarda olsun, Türk halkını daha iyi, daha gü- zel bir düzeye eriştirecek çözümlerde olsun, hiç mi hiç yarar sağlanamamıştır. Ortadaki gerçek, Bay Turgut Ozal'la Bayan Özal'ın ABD içinde küçük birer çocuk gibi ellerinden tutula- rak gezdirildiği, eğlendirildiği, boş sözierle pohpohlandığı- dır. Bizimkilerin de bu ağırlamadan adamakıllı hoşlandıkla- rıdır. 1960 öncesinde Celal Bayar'ı, 1970'lerde Cevdet Sunay'ı da Amerikalılar ülke içinde gezdirmişler, Walt Disney'in oyun- caklar diyarına götürmüşler, Holivut stüdyolarında dolaştır- mışlar, ziyafetlerde övgülü sözierle başlarını döndürmüşler- di. Ama Kıbrıs'ta Türkler öldürülürken Türkiye adaya çıkmak istediğinde ABD Başkanı en sert bir dille 'bunu yapamazsı- nız, karşınıza biz çıkarız' diye Kıbns'taki Rumları korumuş- tu. Gerçek bir devlet adamı, yabancı devlet adamlannın boş övgülerine kanmaz. Bilir ki, ABD her şeyden önce kendi öz çıkarını düşünür. Devletlerin dostluğu yoktur, yeri geldiğin- de dostluk, yeri geldiğinde de düşmanlıkla karşılaşmak ka- çınılmazdır. Özal, sorumsuz bir kişi. Sorumsuzluğu, anaya- sa karşısındaki durumundan geliyor. Bir başbakanın yapması gereken görüşmeleri cumhurbaşkanı yapıyor. Kendi kendi- ne birtakım sözler veriyor, birtakım kararlar alıyor. Yabancı- lara, Türkiye'de tek egemen kişinin kendisi olduğunu anlat- maya çalışıyor. Oysa gerçek öyle mi? Bugün Özal'ı Çankaya'ya gönderen ANAP adlı parti, yüzde yirmilik bir oy gücündedir. Türkiye 1 deki bütün muhalefet partileri Özal'ın tutumuna, güdümüne karşıdır. Halkın yüzde sekseni Özal'ın partisine oy vermemiş- tir. Özal'ın yanında yer alanlar bir avuç yakınıdır, basındaki birkaç çıkarcı kalem sahibidir. Bitmiş, tükenmiş, başarısız bir politika adamı olarak Bay Özal, en kısa sürede tarihin sarar- mış yaprakiarında yitip gidecektir. Olsa olsa Mr. Solarz'ın de- diği gibi, "ABD çıkarlarına hizmet edebilmek için aldıkları bazı kararlaria siyasi kariyerlerini riske eden" yabancılar arasın- da yer alabılir. Bilmem, bu da bir Türk devlet adamına övünç verecek bir durum mudur? BAŞSAGUGI Baromuzun 7515 sicil sayısında kayıtlı Avukat MEHMETHİDAYETELGAR vefat etmiştir. Cenazesi 28.3.1991 günü kaldırılan azız meslektaşımıza rahmet, ailesine, yakınlanna ve baromuz mensuplarına başsağhğı dileriz. İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI Ord.Prof.Dr. E.Hirsclı'in Değerli hocamız Hirsch, Türkiye'de kaldığı yirmi yıl içerisinde sadece hocalık yapmakla kalmamış, aynı zamanda, halen yürürlükte olan "Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu" ile "Türk Ticaret Kanunu" tasarılarını da —hiçbir ücret almadan— tek başına hazırlamıştır. İSMAİL DOĞANAY Yargıtayll. HD Eski Başkanı kanının oğluna, "ticaret hukuku" dersin- den kınk not vermiş ve fakttlte dekanının —Başbakanın bilgisi dışmda— bu "kınk" notun düzeltilmesi yolundaki ısrarlı ricala- nnı yerine getirmediğini o zamanlar pek çok öğrenci duyduğu gibi, aziz hocamız da Almanya'da yayımladığı "am" kitabında bunu açıklamış bulunmaktadır (1). Bizim kuşaktakilerin bildiği üzere, eşsiz Atatürk'ün emri ile 1933 yüında, o zamanki Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey'- in zamanında, tsviçreli Profesör Malche'- nin hazırladığı bir rapora dayanarak ve özel bir yasa ile "İstanbul Darülfünunu" lağ- vedüerek onun yerine bugünkü "İstanbul Üniversitesi" kunılmuş idi. Tam bu sıra- da da Almanya'da Adolf Hitler iktidara geçmiş ve "iistttn ırk"çıhk iddia ve hışmı ile yurdundaki Musevi asıllı bütün bilim adamlannın görevlerine son vermeye baş- lamıştı. Bu durumu fırsat bilen büyük Ata- türk'ün, son derece isabetli direktifleri üze- rine, yurtlanndan kovulan Musevi asıllı, fa- kat dünyaca ünlü 40-45 kadar bilim ada- mı, "sözleşmeli profesör" olarak, yeni ku- rulan İstanbul Üniversitesi'nin çeşitli fakül- telerinde ise başlatılmışlardı. 29 Mart 1985 tarihinde Almanya'mn "Königsfeld-Sovarzvalt" kasabasındaki evinde geçirdiği bir ameliyatın ardından 83 yaşmda yitirdiguniz Ord.Prof.Dr. Jur.Dr. H.C. Ernst E.Hirsch de İstanbul Hukuk Fakültesi'nde "Ticaret Hukuku Kürsüsü"- ne getirilen çok değerli bir hoca idi. Hirsch'in hizmetleri Hirsch, ekim 1933-1953 yıllan arasında, önce İstanbul ve daha sonra da Ankara Hu- kuk fakültelerinde ticaret hukuku, fıkri haklar, hukuk felsefesi ve hukuk sosyolo- jisi, pratik hukukta yöntem dersleri okut- muş ve anayurdu Almanya'ya döndükten çok kısa bir süre sonra da Hür Berlin Üni- versitesi Rektörlüğü'ne seçilmiş, bu üniver- sitede iki dönem rektörlük yaptığı gibi ay- nca da aynı yer hukuk fakühesinde "tica- ret hukuku" ve "hukuk sosyolojisi" hoca- lığı yapmış, 1967 yılında da kendi isteği ile emekliye aynlmıştı. Bu büyük hocamız, Türkiye'de bulundu- ğu yirmi yıl içerisinde yetisen bütün hukuk- çuların ya doğrudan doğruya ya da yapıt- lanyla dolaylı olarak hocası oldı : ğu gibi, ye- tiştirdiği "bilim adamları" nedeniyle de bu- günkü kuşak hukukçulanmn da "hocala- rın hocası" durumunda idi. Kendisiyle bir- likte Türkiye'ye gelen ve Frankfurt'ta ge- çen hafta ölen profesör ünlü maliyeci Neumark'ın da "Boğaziçi'ne Sığınanlar" adlı "anı" kitabında belirttiği üzere, aziz hocamız, son derece "usta" bir hoca idi. O, öğrencilerin "hukuki düşünce" yetenek- lerini arttıran pedagojik bir yöntemle ders verirdi. O, öğrencinin "kuru ezberciliği" terk ederek kendi düşünme yeteneğini ge- liştinnek suretiyle yasa hükümlerini mad- di olaylara en doğnı bir biçimde uygulaya- bilme becerisini elde etmesini isterdi. İstanbul Üniversitesi'nin muhtelif fakül- telerine Almanya'dan gelen o ünlü hocalar- la yapılan sözleşmelerde, kendüerinin, ilk yılİarda, tercüman asistan, doçent ya da Al- mancayı iyi bilen dışandan herhangi biri- nin yardımıyla, fakat üç yıl sonra ise öğ- rencilere bizzat ve "Türkçe" olarak ders vermeye başlamaları "ön koşulu" yer alı- yordu. İstanbul Üniversitesi'ne gelen bu bi- lim adamları içerisinde en erken Türkceyi öğrenen ve öğrencilere ilk kez "Türkçe" olarak ders vermeye başlayan bilim adamı, aziz hocamız Hirsch'ti. Değerli hocamız Hirsch, Türkiye'de kal- dığı yirmi yıl içerisinde sadece hocalık yap- makla kalmamış, aynı zamanda, halen yîl- rürlükte olan "Fikir ve Sanat Eserleri Ka- nunu" ile "Türk Ticaret Kanunu" tasan- larını da —hiçbir ücret almadan— tek ba- şına hazırlamıştır. O, Türkiye'den ayrıldıktan sonra sade- ce bedeni ile Türkiye'den uzak yasadı, ger- çekte o, Türkiye'de oturan herhangi bir "sosyal bilim" mensubu, bir profesör ka- dar Türkiye'nin sosyal sorunlanyla belki bizden de daha çok ilgilenmişti. özellikle 12 Eylül 1980 askeri harekâtından sonra cı- kan yasaların yayımlandığı "Resmi Gazete" nüshalannı mektupla benden is- terdi. "Yükseköğrenim Kanunu"nun uygu- lanma şeklinden hiç hoşnut değildi. Bu ka- nunla ilgili —Almanya'da yayımlanan— bir makale yazdı ve bu makalesini "Her ge- neral, bir Atatürk değildir!" tümcesi ile noktalamıştı. Yurdumuza çağırdığımız o Alman bilim adamlannın hepsini o günlerde el üstünde tutup "baştacı" yaptık; onlara geleneksel Türk konukseverliğini gösterdik. Onlar da bunun kadrini bildiler. Bütün bilim dağar- cıklanm ve yetkin çalışma yöntemlerini cö- mertçe genç Türk kuşaklanna aktardılar. Hukuk, iktisat, up, edebiyat, dişçilik ve ta- nm fakültelerimizi bir Batı üniversitesi dü- zeyine çıkardılar. Hiçbir kıskançhğa kapıl- madan çok değerli asistan ve doçentler ye- tiştirdiler ve onlann yetiştirdikleri o asistan ve doçentler bugün üniversitelerimizde pro- fesörlük yapmakta ve o bilim yuvalannı on- lar ve onlann daha sonra yetiştirdikleri da- ha genç bilim adamlarımız ancak ayakta tutmaktadırlar. Şurası hiç kuşkusuz bir ger- çektir ki onlann zamanında üniversiteleri- miz "altın yıllannı" yaşadı! Onlann zama- nında hiçbir öğrencinin dersi bilmeden bir üst sımfa geçmesi olanağı yoktu ve "hatır- gönülle" sınıf geçme diye bir şey kimsenin aklından geçmezdi. Aziz hocamız E. Hirsch, Ankara Hukuk Fakültesi'nde ho- calık yaptığı dönemde, o zamaniH başba- Aziz hocamız E.Hirsch, Türkiye'den ay- nldıktan sonra da Türklerle olan ilişkisini kesmemiş, gerek Hür Berlin Üniversitesi'- nde rektör olarak görev yaparken ve gerek- se emekli olup Batı Almanya'mn "Kara- ormanlar" bölgesindeki sakin ve büyük bir bahçe içindeki evinde bilimsel çahşmalan- na devam ederken de onun evi, öğrencisi olsun ya da olmasın her Türkün sanki bir "ziyaretgâhı" olmuştur. O, her Türke karşı güleryüz gösterip ona yardım etmekten ade- ta büyük bir zevk alırdı. Îşte bu yüzdendir ki kendisi "Hür Berlin Üniversitesi" rek- töru bulunduğu yıllarda, Alman meslektaş- lan ona —yan şaka yan ciddi bir ifade ile— "Türkten daha çok Tilrk yanlısı!" demek- ten bir türlü kendilerini alamıyorlardı. Aziz hocamız E.Hirsch, sadece Türk dostu ola- rak kalmamış, aynı zamanda gerek kendi- si ve gerekse "Enver" adını verdiği oğlu da "Türk vatandaşlığı" sıfatım muhafaza et- mişlerdir. Günümüz Türkiyesi'nde, her şeyin "ki- şisel çıkar" ilişkisine dayanmasına ve ha- tırşinashk diye manevi değerlerin sadece ile- riye dönük ince hesaplara göre ayarlanma- sına ve "vefa" hissi diye bir şeyin arük or- tadan kalkıp sadece tstanbul ilinin "bo- za"sı ile meşhur "Vefa" adlı semtinin bir adı olarak anıldığı memleketimizde o, Al- man bilim adamlanmn hepsi de anayurt- lan Almanya'ya döndükten sonra da he- men hepsi de biz Türklere karşı vefaü çık- nlar ve bu vefalannı konuşmalannda ve ya- yımladıklan anılannda minnetle belirttiler. Hatta o kadar ki "Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı"m Türkiye'ye kazandıran ve yıllarca Zooloji Enstitüsü'nde hocalık ya- pan ve daha sonra Almanya'ya dönen Ord.Prof.E>r. Curt Kosswig ve eşi Leona- re Kosswig —ayn ayn zamanlarda— Al- manya'da vefat etmiş olmalarına karşın, vasiyetleri üzerine, öldükten sonra, naaş- lan Türkiye'ye getirilerek (Istanbul-Rumeli- hisan-Aşiyan) mezarlığına defnedilmişler- dir. Bu davranıştan daha belirgin "Türk" ve Türkiye sevgisi olur mu?.. Bundan beş yıl önce sonsuzluğa göçmüş bulunan aziz hocamız E. Hirsch'in öğren- cisi iken takdir ve teveccühüne ermiş ve son- ra da ölümüne dek mektuplaştığı eski bir "dostu" olarak, onun hakkındaki kişisel kanı ve duygulanmı olduğu gibi buraya yansıtmayı, yerine getirilmesi gerekli bir gö- rev saydım. Aziz anısı önünde saygı ile eği- liyorum. (1) Ord.Prof.Dr. Jur. Ernst E. Hirsch, Hatıralanm, Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatûrk Ülkesi (tercüme), Ank. 1985, sayfa: 384 ACIKAYBIMIZ Merhum Bahtiyar ve Mihriban Aydınoğlu'nun sevgili kızlan, merhum Muzaffer Aydınoglu'nun sevgili kardeşi, Rüksan Aydınoglu ve Oktay özcan'ın biricik ablalan, lnci Sezen ve Nursel Gabtin çok sevgili biricik anneleri, Engin ve Charles'ın değerli kayınvalideleri, Müge ve Can'ın çok sevgili biricik anneanneleri, Umur, Banu Melek, Semiramis, Begüm, Yonca, Levent ve Betül'ün sevgili halalan; Aydınoglu, Yunus, Dağlı ve llter ailelerinin kuzeni, Agah Balkır'ın çok kıymetli biricik eşi, Sıvas ve Vefa liselerinin çok değerli Felsefe Öğretmeni Emekli BELKISBALKIRHammefendi 27.3.1991 günü hakkın rahınetine kavuşmuştur. Cenazesi 29.3.1991 Cuma günü öğle namaana müteakip Teşvikiye Camisi'nden kaldırılarak Zincirlikuyu Kabristanı'nda ebedi istiraatgâhına defnedilecektir. Ailah'tan rahmet dileriz. AİLESt Practice your English by joining our Conversation Group. Call Phillip. 152 13 34 AIJŞTIRMAU TÜRKÇE DİLBİLGİSİ DİL YETENEĞİ TESTLERİ Tahsin Yavaş 5000 Ura (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-tstanbul Ödemeli gönderlı TÜRKİYE YÖNETİMİNDE KARMAŞA Prof. Dr. Iütfü Duran 5.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli göoderilmez. RONESANS İNGİLTERE'SİNDE TÜRKLER Nazan Aksoy 5.000 Ura (KDV içinde) Çağdaş Yaymlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli göDderilmez. VEFAT Sevgili eşim, babam ve dedem SAIİMBAVİKER 27.3.1991 günü vefat etmiştir. Cenazesi, 29 Mart 1991 Cuma günü (Bugün) Heybeliada Camii'nde öğle vakti kıhnacak namazdan sonra, Heybeliada Aile Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Allah rahmet eylesin BERTER BAVİKER MURAT-AYŞEGÜL BAVİKER Y. ZERRİN-ŞAH TANYERt BARIŞ TANYERİ Çocuk Sağlığı ve Hastalıklan Uzmanı Dr. OSMAN ARGUN MANDI 1 Nisan 1991 tarihinden itibaren Fevzi Paşa Caddesi Defne Ap. No: 307/2 (Vefa Stadı Karşısı) Edirnekapı/Fatih adrcsinde hastalannı kabul etmeye başlayacaktır Muaycne = 16.00-20.30 Tel.: 521 22 15 Diş Protez Uzmanı DT TONGUÇ GÖRKER Ağız Protezleri, Ağız Cerrahisi 2. Levent, Emlak Kredi Bloklan, A 2 Blok, D:18 Ist. Tel: 180 31 48 T.C. ÇORUM 2. İCRA DAİRESİ MENKULÜN AÇIK ARTTIRMA İLANI Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri ya- zıh maJlar satısa çıkanlmıstır. Birinci arttırma 8/5/1991 günü saat 14.00/14.30'da Organize Sa- nayii Bolgesi'nde yapılacak ve o günü kıymetlerinin %75'ine istekli bulunmadığı takdirde 9/5/1991 günü aynı yer ve saatte 2. arttırma yapılarak fıyat verene satılacağı ve satış şartnamenin icra dosyasın- dan görülebileceği masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örne- ginin isteyene gönderilebilecegi, fazla bilgi almak isteyenlerin yukanda yazılı dosya numarasıyla icra memurluğuna başvurmalan ilan olu- nur. Muhammen kıymeti: Lira Krş. Adedi Cinsi (Mahiyeti ve önemli nitelikleri) 30.000.000 1 1400 devir dakika saniyeli prosas maı- ka motoru olan plastik boya mikseri 50.000.000 1 Prosas mz marka 25 beygir gücünde 28 seri numaralı motoru olan büyük kanştırcı Basın: 46329 İLAN T.C. ESKİŞEHİR ASLtYE 3. HUKUK MAHKEMESİ 1990/236 1991/48 Davacı Mustafa Tarzan tarafından, davalı Abdullah Ana aleyhi- ne açılan mülkiyetin tespiti ve tescil davası sonunda: Mahkememizin 7.2.1991 gün ve 1990/236 esas 1981/48 karar sa- yüı ilamı ile: 1. Davacı Mustafa Tarzan'ın davasının reddine. 2. Müdahil Cdal Günergin'in davasının kabulü ile 26-AR-972 plaka sayılı alıcının malikinin asli müdahil CELAL GÜNERGİN OLDU- ĞUNA ve davacı Mustafa Tarzan ile aralanndaki MUARAZAN1N BU ŞEKİLDE MEN'ine, Karar verilmiş olup, işbu hüküm özeti davah Abdullah Ana'ya, karar tebligatı yerine kaim olmak üzere ilan tarihinden itibaren 7 gün- lUk bekleme süresi sonunda başlayacak 15 günlük temyiz müddeti içerisinde temyiz etmediği takdirde kesinleşeceği (ilan) olunur. Basın: 46332 İLAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ NDEN SASON Esas: 1990/86 Davacı Sason ilçesi Aşağı mahalleden Seyiıhan Akın tarafından, davahlar Hazine \e belediye aleyhlerine açmış olduğu tescil davası- nın yapılan açık duruimasında: Dava konusu yer 1- Sason ilçesi Aşağı mahalle Verdeknin mevki- inde, doğusu Yücebağa giden yol. batısı Alaettin Kapraman tarlası, güneyi: kendisine ait ayn bir tarla, kuzeyi Sason çayı ile çevrili bir adet tarlanın, 2- Aynı mahalle Tinegeblo mevkiinde kain, doğusu davacıya ait tarla, batısı Abdulkudus Güngördü tarlası, kuzeyi Sason çayı, Ku- rudere, güneyi Kendele tepesi ile çevrili ve işletme tepesi ile çevrili bir adet tarlanın, 3- Aynı mahalle Tinegeblo mevkiinde kain doğusu Ebedin Barış tarlası, batısı Dere ve ötesi davacıya ait tarla, kuzeyi davacıya ait tarla, güneyi davacıya ait tarla ile çevrili bir adet tarlanın, Medeni Kanun'un 639. maddesi uyarınca davacı Seyithan Akın adına tapuya tesciline karar verileceğinden. bu yerlerle ilgisi bulunan ka- nuni üç aylık süre içerisinde mahkememize itirazları ilan olunur. 1.2.1991 BODRUM YAT LİMANINDA KİRALIK DÜKKÂNLAR TEL: 346 92 98 / 346 79 41
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle