Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/14 23 MAKT 1991
Ingiltere'nin önde gelen Ortadoğu uzmanı Dr. Philip Robins:
Iraklı Kürtler sorumlu ve gerçekçi davranıyor
Dr. Robins
tran, Suriye ve
ŞAHİN ALPAY
LONDRA — |
Dr. Philip Robins,!
İngiltere'nin öndej
gelen Ortadoğu uz-l
manlanndan biri.ı
Türkiye'nin Orta-'
doğu politikasını
çözümleyen Türki-
ye ve Ortadoğu
başlıklı önemli in-
celemesi mayıs ayı
ortalannda yayım-
lanacak olan Ro-
bins ile Körfez sa-
vaşı sonrasmda Irak,
Türkiye üzerine konuştuk:
— Dr. Robins, Körfez savaşı sonrası
gelişmelere baktıgımız zaman ABD ve
müttefikkrinin Irak'ta demokrasi değil
istikrar istediklerini göriiyoruz. Demok-
rasi sayesinde istenrneyen güçlerin ikti-
dara gelmesinden mi korkuyorlar?
ROBİNS — Demokrasi bütün Körfez
bölgesini ilgilendiren bir konu. Krizden
önce, başta ABD ve lngiltere olmak üze-
re tüm Batılı devletler, bir yanda insan
haklan ve siyasal özgürleşme talebi Ue öte
yanda mevcut rejimlerle iyi geçinme en-
dişesi arasındaki çelişkiyi yaşıyorlardı.
Bu gergüılik şimdi daha da arttı. Kuveyt'-
te rejimi daha liberalleşmeye mi zorlama-
h. yoksa sıkı yönetime ve muhalefet li-
derlerini öldürme girişimlerine göz mü
yummalı? Eğer Kuveyt'te özgürleşme
desteklenecek olursa, bunun anlamı Su-
udi Arabistan'da da demokratikleşmenin
desteklenmesi olmayacak mı? Ve tabii
Batılı devletler bu tercihler bakımından
en büyük güçlüğü Irak'ta yaşıyor.
Demokrasinin mutlaka istikrarsızhğa
yol açacağını düşünmek yanlış olur. Ak-
sine, Kuveyt gibi bir ülkede daha geniş
bir siyasal katılımın, daha güçlü bir is-
tikrar getireceği ileri sürülebilir. Aynı şey
Ürdün, Cezayir, Tunus, hatta Mısır için
de savunulabilir. Fakat Irak'ta durum iki
nedenle biraz farkü. Birinci olarak, ül-
kede istikrar yok. Ikinci olarak, Irak re-
jimini kötülümek ve devirmek için o ka-
dar çok şey yapıldı ki hiçbir Batıh hükü-
met açıkça Saddam Hüseyin'in iktidar-
da kalmasını savunamaz. Batıh kamuoy-
lan Saddam'ın devrilmesini istiyor ve ye-
rine kimin gelebileceği konusuyla ilgi-
lenmiyor.
— Muhatefetin kazanması halinde
Bağdat'ta tran yanlısı bir Şii köktenci re-
jimin korulmasından endise duyan Ba-
tılı devletlerin birinci tercihinin Saddam'-
ın bir "saray darbesiyle" devrilmesi ol-
duğu söyienebilir mi?
ROBİNS — Evet, yalnız Batıh devlet-
lerin değil, Suudi Arabistan ve öteki Kör-
fez devletlerinin de esas tercihinin bu ol-
duğu görülüyor. Tercih edilen Saddam'm
devrilmesi, ama mevcut askeri ve siyasi
yapıların devam etmesi; böylelikle mu-
halefetin iktidara gelmesi halinde doğa-
bilecek kargaşanın önlenmesi... Bu bağ-
lamda Irak'taki Sünni azınlığın tercihle-
ri de ihmal edilemez. Onlar da demok-
rasiyi, özgürleşme ve banş içinde yaşa-
manın bir simgesi olarak değil, Şii çoğun-
luğun diktatörlüğü için bir bahane ola-
rak görüyor. Böyle görmelerinin neden-
leri şunlar: Bir defa, Ayetullah Muham-
med Bekr Hakim'in liderliğindeki Şii
"medis" hareketinin ülkenin güneyinde-
ki isyanı, tran yanlısı bir fslamcı başkal-
dırıya dönüştürmesinden çekiniyorlar.
lkinci olarak, Şiilerle Kürtler arasında or-
taya çıkan ittifakın kendileri aleyhine so-
nuç vereceğini düşünüyorlar. Nihayet, ül-
kenin siyasi ve askeri eliti içindeki güçlü
konumlanru yitinnekten korkuyorlar. Bu
bakımdan ülkede patlak veren ayaklan-
manın Saddam'ın konumunu güçlendir-
diği, Sünnilerin onun arkasında toplan-
masına yol açtığı söylenebilir.
— Irak'ta, Iran yanlısı köktenci bir Şii
rejimin kurulması tehlikesini ne kadar
gerçekçi buluyorsunuz?
ROBİNS — Ben endişelerin abartıldı-
ğı kanısındayım. Irak'ta Şiiler türdeş bir
topluluk değildir. Nüfusun yüzde
55-60'ını oluşturuyorlar, ama aralannda
kabile bağlan, siyasi ve dinsel inanışlar
bakımından birçok bölünme söz konu-
su. tkincisi, Şiilerin birçoğu Iran yanhsı
bir köktenci, dinci rejimin kurulmasına
karşıdır. Üçüncü olarak, Irak Şiileri
Arap'tır... lran'la sekiz yıl süren savaş
boyunca Irak'ın Şii Araplan, Bağdat'taki
Sünni Arap rejime sadık kaldı ve Iran tipi
bir rejimi istemediklerini gösterdi. Dör-
düncü olarak, Şiilerin iyi örgütlenmiş ol-
madıklan gittikçe daha iyi anlaşılmakta.
En iyi örgütlenmiş gruplar kuzeydeki
Kürtler. Nihayet, BAAS Partisi ve Irak
ordusu içinde birçok Şii lider bulundu-
ğu da unutulmamalı. Son araştımıalara
göre askeri komutanlann yaklaşık dört-
te biri Şii kökenli. BAAS rejiminin tü-
müyle Sünnilere dayandığı bir abartma-
dır. Dolayısıyla Irak'ta Şiiler iktidara gel-
seler bile, diğer gruplarla, Sünnilere ve
Kürtlere önemli ödünler vermek duru-
munda kalacaklardır; ayrıca mutlaka
Tahran yanhsı olacaklannı varsaymak
hatalı olur. Irak'ta gelecek yönetimi kim
kurarsa kursun, ülkenin yeniden inşası
için büyük fonlara ihtiyaç duyacak, sa-
vaştan zarar gören ülkeleri tazminat ta-
leplerinden vazgeçirmeye çalışacaktır.
ABD, Japonya ve AT'nin büyük ölçüde
egemen olduğu uluslararası ekonomik
sisteme dahil olmak zorundadır.
— Birçok gözlemciye göre Rafsanca-
ni yönetimindeki İran, devrim ihracından
çok, ekonomik kalkınma sorunlarıyla il-
gili. tran'ın, Irak'taki beklentileri nedir?
ROBİNS — Kriz boyunca İran'ın iki
kaygısı oldu: Irak'ın Kuveyt'ten çıkanl-
ması ve Körfez'in ABD egemenliğine gir-
memesi. Bu amaçlardan ilki gerçekleşti,
ama ABD Körfez'de büyük etkinlik kur-
du. İranlı yöneticiler, Irak'ın parçalan-
ABD etkisini azaltma endişesi belir-
leyecek.
— Irak'ta Kiirtlerin, Şülerden daha ör-
gütlü olduğunu söylediniz. Bu Irak'ın ka-
derini etkilemede Kiirtlerin etkisinin Şii-
lerden daha büyük olacağı anlamına ge-
lebilir mi?
ROBİNS — Kürtlerin, Şiilerden daha
güçlü bir durumda olduğu söylenemez,
ama ciddiye alınmaları gerekir. Özellik-
le Barzanj (Kürdistan Demokrat Partisi)
ve Talabani'ye (Kürdistan Yurtsever Bir-
liği) bağlı kabilelerin iyi örgütlendikleri
bir gerçektir. Çeşitli Kürt grupları, ara-
larında sorunlar olsa da ittifak yapmış-
tır. Batı'da kendilerine destek sağlamak
açısından da daha iyi örgütlüdürler. Bağ-
dat'taki herhangi bir rejime sorun çıkar-
mak açısından gayet başanlıdırlar. Bu-
lunduklan bölge, petrol bölgesi olması ve
Türkiye üzerinden Avrapa ile bağlantı
sağlaması açılanndan önem taşımakta-
dır. Ama başka bazı etkenler, Kürtlerin
Irak'ta Kürtler bağımsız bir devlet ilan edecek olurlarsa,
düşmanlarla çevrileceklerini ve eninde sonunda
ezileceklerini biliyorlar. Bunun için Irak sınırları içinde
daha geniş bir özerklik talebiyle yetiniyorlar.
Bazı ülkeler krizden yarar sağladılar: İran, İsrail, Türkiye,
Suriye ve Mısır. Ama hepsi için de artan tehlikeler ve
riskler söz konusu. Bazı bakımdan kazançlı çıkanlar,
başka bakımlardan kaybettiler.
masının, Bağdat'ta İran yanlısı bir yöne-
timin kurulmasının ya da İran'ın Irak'-
ın güneyine egemen olmasının, ABD'nin
Körfez'de kalmasına yol açacağırun bi-
lincinde olmalılar. Bence tran açısından '
Körfez'de istikrann sağlanması, Irak'taki
rejimin niteliğinden daha önemlidir. Tüm
bu nedenlerle Irak'ta olup bitenlerin ar-
kasında tran'ın olduğunu ileri sürmek
yanhş olur. tranlılar Saddam'ın devril-
mesini istiyorlar, ama Irak'ın parçalan-
masından çekiniyorlar. Her şeyden ön-
ce kendi etnik azınlık sorunlan; Kürtler
ve geniş bir Azeri topluluğu var. Öte yan-
dan Türkiye'nin kuzey Irak'a girmesin-
den ciddi olarak endişe duyuyorlar. Bu
yersiz bir kaygı olabiiir, ama gerçek bir
korku. Saddam'ın yerine ABD ve Suudi
Arabistan yanlısı bir rejimin kurulmasın-
dan da çekiniyorlar. Sanıyorum Tahran'-
ın politikalannı Irak'ta İran yanlısi bir
rejimin cazibesinden çok, Körfez'de
gücünü sınırhyor. Bir defa, nüfusun yal-
nızca yüzde 20'sini oluşturuyorlar. Çev-
redeki bütün devletler Kürtlerden derin
bir kuşku duyuyor. Başka ülkeler her za-
man Bağdat'a baskı yapmak için Kürt-
leri kullandılar. Bulundukları bölge
önemli, fakat ülkenin tümünü denetle-
mekten uzak. Dolayısıyla Kürtlerin etkin-
likleri sınırlı. Irak ytizde 75 Arap nüfu-
suyla her zaman bir Arap ülkesi olarak
kalacak. Irak'ta temel sorun, Kürtlerin
gönüllü olarak katılacakları siyasal söz-
leşmeyi düzenlemek.
— Cevredeki bütün devletler Irak'ın
bütünlügünün sürmesinden yana. Bu du-
ramda sözünii ettiğiniz düzenleme, Kürt-
lere geniş bir özerklik mi olacak?
ROBİNS — Durum sürekli değişiyor,
ama şimdi göründüğü kadarıyla Kürtler
eskisinden daha geniş bir özerklik kaza-
nabilir. Irak öylesine yıkılmış ve siyasi
bakımdan bölünmuş durumda ki muha-
lefet iktidara gelecek olursa, ülkede ba-
nş ve istikran sağlamak için bütün siya-
si güçlerle işlerliği olan bir uzlaşmaya git-
mek zorunda kalacak. Bu durumda
Kürtlere ödünler verilecek. Kürtlerin de
sorumlu ve gerçekçi davrandıklan görü-
lüyor. Eğer bağımsız bir devlet ilan ede-
cek olurlarsa, düşmanlarla çevrilecekle-
rini ve eninde sonunda ezileceklerini bi-
liyorlar. Bunun için Irak sınırlan içinde
daha geniş bir özerklik talebiyle yetini-
yorlar.
— Türk bükümetiyle Iraklı Kürt tem-
silcileri arasındaki temaslan nasıl yonım-
luyorsunuz?
ROBİNS — Türk hükümeti bunun bir
bilgi alışverişinden ibaret olduğunu söy-
ledi. Muhtemelen olan da budur. Anka-
ra, Kürtlerin amaçlarını öğrenmek iste-
di. tki taraf arasında büyük bir güven-
sizlik var ve her iki taraf da çok dikkat-
li. Toplantı, Ankara'nın bağımsız bir
Kürt devleti kurulmayacağı konusunda
güvence istediğini; Kürtlerin de Ankara'-
nın korkularını dikkate aünak gereğini
duyduklannı gösteriyor. Kürt temsilcile-
rin, Irak'ta bağımsız bir devlet kurma-
yacakları gibi, PKK'ya destek vermeye-
cekleri konusunda da güvence verdikle-
rini sanıyorum.
— Sizce PKK bu gelişmeleri nasıl de-
ğerlendiriyor?
ROBİNS — PKK'nın daha çok Suri-
ye ve Lübnan'dan hareket ettiğini biliyo-
ruz. tran-Irak savaşı boyunca Türkiye ile
Irak arasında PKK'ya karşı iyi işleyen bir
ittifak vardı. Ama o savaşın sona erme-
sinden sonra Saddam, Suriye olçüsünde
olmasa da PKK'ya bir miktar destek sağ-
ladı. Şimdi Ankara, PKK'nın bölgedeki
karışıklıktan yararlanmasım ve Kürtler
arasında geniş bir ittifak kurulmasını ön-
lemeye çalışıyor.
— Körfez krizinin gerçek galibinin tec-
ritten kurtulan Suriye olduğunu söyleye-
bilir miyiz?
ROBİNS — Kazananlar ve kaybeden-
ler kavramı beni rahatsız ediyor. Bazı ül-
keler krizden yarar sağladılar: İran, Is-
rail, Türkiye, Suriye ve Mısır. Ama hepsi
için de artan tehlikeler ve riskler söz ko-
nusu. Bazı bakımdan kazançlı çıkanlar,
başka bak!--nlardan kaybettiler. Açıkça
kaybedenler Irak, Ürdün, Suudi Arabis-
tan ve Arafat... Arafat'ın durumunu dü-
zeltip düzeltemeyeceği ayrı bir konu. Fi-
listinliler bazı bakımlardan kayıph çık-
tılar, ama çok daha güçlü bir konuma ge-
lebilirler. Filistin sorunu şimdi uluslara-
rası gündemin 2 Ağustos 1990 öncesine
göre çok daha önlerinde.
Suriye'ye gelince: Lübnan'da hareket
serbestisi kazandılar; tngiltere ile yeniden
diplomatik ilişki kurarak AT ile ilişkile-
ri üzerindeki kısıtlamalardan kurtuldu-
lar; Suudi Arabis'tan'Ia ilişkilerini düzelt-
meleri mali imkânlar getirecek; Mısır ve
ABD ile ilişkilerini düzeltmeleri de ka-
zançlanna... Ama Körfez krizi Suriye
için riskli bir macera oldu. Batı, Suriye'ye
güven duymuyor. Arap-İsrail anlaşmaz-
lığı cephesinde Suriye şimdi daha zayıf
bir konumda. Irak'ın sağladığı stratejik
derinlik kaknadığından, tsrail'le bir sa-
vaş çıkarsa, kötü durumda. ABD ve ts-
rail'in tayin edeceği şartlarda bir banş
antlaşması için yapılacak baskılara şim-
di daha açık. Hafız Esad'ın durumu da
eskisine göre çok zayıfladı. Bir Arap ül-
kesinin ezilmesine yardımcı olması bir-
çoklannı üzdü. Suriye'nin kazançlan çok
kuşkulu...
— Türkiye'nin Körfez krizinden ka-
zanç ve kayıplarının bir değerlendirme-
sini yapar mısınız?
ROBİNS — Turkiye'nin bazı yüzeysel
kazançları oldu. Bush, Özal'ı defalarca
telefonla aradı. Bu özal için çok yararlı
olabiiir, ama Türkiye için siyasi veya
maddi bir kazanç değil. Krizin ekonomik
faturasının ne olacağı henüz belli değil.
Siyasi kazançlar da başta özal, bazı kim-
selerin umduğu gibi olmadı. Ortadoğu'-
da daha aktif bir dış politikanın Türki-
ye'nin lehine olup olmayacağını, Arap-
ların bunu yeni bir tür Osmanlıcılık ola-
rak görüp görmeyeceklerini henüz bilmi-
yoruz. Aslında Türk dış politikasında
gerçekten köklü bir değişiklik olup olma-
dığını da bilmiyoruz. Türk hükümetinin
son kriz sırasında Araplararası sorunla-
ra bulaşmama ilkesini terk etmesi ve Or-
tadoğu ülkeleriyle ilişkilerini Batılı ülke-
lerle ilişkilerine göre ayarlamasırun geçici,
arızi bir olay, Irak'ın Kuveyt'i işgaJ et-
mesinin ya da Turgut Özal'ın stratejik
hayalgücünün bir ürünü mü, yoksa Kör-
fez krizini ve Özal dönemini aşacak bir
temel politika değişikliği mi olduğunu
söyleyebilecek durumda değiliz. Türkiye
için büyük fırsatlar, aynı zamanda büyük
belirsizlikler dönemi. Türkiye gibi muha-
fazakâr ve dikkatli bir devlet bakımın-
dan, bu koşullar hayli tedirginlik yara-
tacak nitelikte.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TARTIŞMASÎ
HABERLERİN DEVAMI
Kimse anayasacılık oynamasın
Prof. Dr. BAHRİ SAVCi
Tam bu günlerde ne yapıyor ANAP ik-
tidan?
Çok önemli ve kapsamlı değişikliklere
uğratarak, anayasayı alıp kaçırmaya uğ-
raşıyor: 80 darbesinin "Güçlü devlet - güç-
lü siyasal otorite - güçlü yönetim" felse-
fesi altındaki pederane veli-vasi cumhur-
başkanı hükümranlığına doğru...
Kenarından köşesinden özgürlükler dü-
zenini de ele ahnış görünmesine bakmayın.
Temel amaç "Monolitik" bir sorumsuz
devlet başkanlığı hükümranlığı "ve ona
bağımlı", "bir çoğunluk tahakkümü"
kurmaktadır.
parlamentarizm anayasasına gereksinme-
si vardır.
Bu anayasa da böyle kaptı kaçtı yöntem-
leriyle meydana getirilemez. Buna, önce
halk dayanağından yoksun ANAP'ın hak-
kı yoktur. Aynca Meclis'teki resmi muha-
lefet de ülkedeki bütün sosyopoh'tik ve kül-
türel dinamikleri bir kenara bırakan bir
anayasa düzeltme sürecine, löntemine ka-
tılmaya haklı değildirler.
Şöyle ki:
a) Önce bu Meclis'in anayasacılığa kal-
kışmaya hakkı yoktur. Kendisi gider ayak-
tır.
Ayrıca, bu meclis, arkasında halk olma-
yan bir ANAP'ın kendisiyle yaptığı o yüz-
ktidar, çok önemli ve kapsamlı değişikliklere uğratarak
J. anayasayı alıp kaçırmaya uğraşıyor. İşin tuhafı, bunun için
Meclis'teki muhalefet partilerini de kandırarak işbirliğine
çağırıyor. İşin en acı yanı, onlar da kesin bir 'hayır' koymuyorlar
ortaya. Oysa iktidarın da, Meclis'teki muhalefetin de böyle bir
anayasacılık oynamaya haklan yoktur.
İşin tuhafı, bunun için, meclisteki mu-
halefet partilerini de kandırarak işbirliği-
ne çağınyor.
Ve işin galiba en acı yanı onlar da kesin
bir "hayır" koymuyorlar ortaya.
Oysa, iktidarın da Meclis'teki muhale-
fetin de böyle sıkışmış bir zamanda böyle
bir anayasacılık oynamaya haklan yoktur.
Evet Türkiye'nin siyasal - rejimsel - ana-
yasal gereksinmesi, kötü 82'nin, şurasın-
dan burasından onarımlarla giderilemez.
(Bu onanmlar da sözde onanmdır). Türk-
iye'nin, 82'nin yaptığı "Parlamentarizm ve
onun siyasaliaşmış açık toplum demokra-
sisi kaydırmalan"ndan arıtlanmış bir kon-
sensüs demokrasisine yönelmis modern
de 34 oyla yüzde 64 sandalye kazanma
haksızlığına dayalı bütünleşme yüzünden,
kendisi de kamuoyunda, ulusal egemenlik
temsilciliği kuramında zayıflamıştır. Ulu-
sal egemenliğin ilk ve en büyük eylemi -
belirmesi olan anayasa yapmaya kalkmak
bu zayıfhklar içinde, yanlış bir olguolur:
Halkı değimlemedeki bu zayıfhklar ve
gider ayaklı olmalar içinde, tüm halkın
"Sosyal pakt"ma ulaşılamaz.
ANAP'ın yukanda işaret ettiğimiz o so-
rumsuz -mopolitik veli ve vasi hükümran-
lığı altında kendi tahakkumünü kurma
kurnazhğını, şimdilik bir kenara koysak da
bu durumlar ve koşullar içinde, bu Mec-
lis'in anayasayı ele alması yanlıştır.
b) Bu ANAP'ın anayasacılık oynama-
ya hiç hakkı yoktur: Kendisi de gider ayak-
tır. 83'ten beri uyguladığı politikalar yü-
zünden halktan yüzde 79.2'lik bir reddi-
ye, bir azilname almıştır. Bundan başka,
Türkiye'yi "savaş içine kılma" düşlerin-
deki tutarsızlıkları ile Türkiye'ye, bir yı-
ğm maddi ve manevi yükler getirmiştir, ge-
tirmektedir. Böylece, halkın gerçek beklen-
tilerinden, umutlarından dışanda politika-
lar sahipliği ile bu reddiye yoğunlaşmak-
tadır. İnsan şasırarak "Böyle bir parti ve
onun gerçek patronu mu, konsensüs de-
mokrasisinin anayasa ıslahlarını yapa-
cak?" diye soruyor. Bu olanaksızdır. Bu-
na hakkı yoktur.
c) En son Meclis'teki iki resmi muhale-
fetin de bu ortamda ve bu koşullarda, ana-
yasacılığa kalkmaya haklan yoktur. Çün-
kü bu girişim, bölük pörçüklüğü ile ana-
yasal sistem bütünlüğünden yoksundur.
Bu bir ayıptır. Ona resmi muhalefet katı-
lamaz.
Aynca bir önemli değişme, ülkedeki bü-
tün öteki sosyo-politik ve kültürel dina-
miklerin katkısı olmadan girişmek, anaya-
sacılığa sığmaz. Çünkü bu, üç partinin te-
keli olur. Meclis içindeki muhalefet, mec-
lis dışındaki bütün dinamikleri görmezden
gelip bu girişimi destekleyemez.
d) İşin doğrusu şudur: Anayasa ile uğ-
raşılacağı >-Tde, önce, 1992'den önce ada-
letli - matematik mantığa da uygun bir se-
çim rejimi kurmak gerekir.
Buna, şimdiki resmi muhalefet ile ülke-
deki öteki siyasal muhalefet de yeni ana-
yasa üzerindeki düşüncelerini içeren bildir-
geleri ile katılırlar. Böylece oluşan yeni ve
kuvvetli Meclis, dışarıdaki sosyo-kültürel
dinamiklerle de konsesüsler arayarak, ye-
ni anayasayı yapar.
Niçin güçlü cumhurbaşkanı değil?
DR. HİKMET ÖZDEMİR
1982 Anayasası "Yürütme yetkisi ve gö-
revi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından, anayasa ve kanunlara uygun
olarak kuilanılır ve yerine getirilir" demek
suretiyle iki başlı bir yürütme doğurmuş-
tur. O kadar ki anayasa, cumhurbaşkanı-
nm görev ve yetkilerini çok ayrıntılı bir şe-
kilde sayarken iki başhlıktan ne anlaşılması
gerektiğini de tereddütsüz açıklamıştır.
melidir:
1982'nin güçlü cumhurbaşkanı modeii,
askeri darbenin üderi Orgeneral Kenan Ev-
ren içindi. Yapılan iş, kişiye göre madde
yazmaktı. Evren'in ardmdan o makama ge-
len kişi khn olursa olsun anayasadaki yet-
kilerini kullanmak isteyince parlamento ve
hükümet ile sürtüşme olacaktı.
Gerçekten 'tarafsız' biri dahi olsa.
8. Cumhurbaşkanı Özal'ın şanssızhğı ise
iktidar partisi genel başkam ve başbakan-
üçlü' cumhurbaşkanımodelinekarşıdurmakgerekli...
Türkiye'de,anlamsız davranışlarlakendisini ve ülkeyi rezil
etmeyen 'sembolik' cumhurbaşkanı, parlamentonun yanında
sessizce oturması için gereklidir. Adı temiz, gülümseyerek el
sıkmayı ve yemekte konuşmayı bilen mütevazı 'bir insan' ise
yeterince güçlüdür.
Türk anayasacılık hareketının tanınmış
otoriteleri, 1982 sistemini yan-başkanlık di-
ye adlandırmaktan kaçınadursunlar; can
çekişen parlamentarizm 12 Eylül 1980 dar-
besiyle rafa kaldırılmıştı.
1982 Anayasası'nda adı konulmayan
yarı-başkanlık, bir yanda çeşitli mekaniz-
malarla parlamentoya karşı güçlendirilmiş
bir cumhurbaşkanı yaratırken, yürütme
alanında da iki ayrı kurumlaşmayı davet
etti.
Şu nokta açık yüreklilikle itiraf edil-
hk koltuğundan Çankaya Köşkü'ne çıkma-
dan başladı. Partisi ülke genelinde oy yiti-
riyordu. 1950 seçiminin galibi Celal Bayar-
dan farklı idi: ANAP lideri 'kayan yıl-
dız'dı..
Parlamentodaki sandalye çoğunluğuna
dayanarak cumhurbaşkanı koltuğunu ele
geçirmesi, kuşkusuz ciddi bir krize yol aç-
tı; iktidar-muhalefet diyaloğu yanında
Çankaya-partililer diyaloğunu da kopart-
tı. Fakat önemli bir faydası oldu: Turgut
Özal, 1982 Anayasası'yla iki başlı yürüt-
meye geçildiğini, guçlu cumhurbaşkanı ile
parlamentonun nasıl bir kenara atılıvere-
ceğini gösterdi.
Anayasa ve siyaset çevreleri, konu üze-
rinde kafa yoranlar, Orgeneral Evren'in as-
keri yönetim liderliğinden sonra cumhur-
başkanı oluş şeklini abartıp 1982'deki yan-
başkanlık adımını anlamamakta direnç
gösteriyorlardı. Bu yanılgı ne zaman orta-
dan kalkacak bilinmez.
Şimdi bu tartışmayı bir yana bırakıp
Türk politikasındaki tehlikeli bir eğilime
işaret etmek gerekiyor: 1982 Anayasası'na
göre Çankaya'da sembolikliği ve tarafsız-
lığına pek kimsenin itiraz etmeyeceği
'munis' Amiral Fahri Korutürk gibi Jbiri
otursa bile yürütme iki başh olurdu.
Bugünkü Cumhurbaşkanı'na karşı çık-
mak ayrı bir konu.
'Güçlü' cumhurbaşkanı modeline de
karşı durmak gerekli.. .
Yüzlerce yıldır kağanlar, hakanlar, sul-
tanlar, padişahların oturdukları koltukta
'güçlü' kişi görmek isteyen herkes, bu te-
zin zaten zorlukla işletilebilen parlamen-
toyu rafa kaldırmak ve 'tek adam' dikta-
törlüğü demek olduğunu unutmamalıdır.
Türkiye'de, anlamsız davramştarla ken-
disini ve ülkeyi rezil etmeyen 'sembolik'
cumhurbaşkanı, parlamentonun yanında
sessizce oturması için gereklidir. Adı temiz,
gülümseyerek el sıkmayı ve yemekte konuş-
mayı bilen mütevazı 'bir insan' ise yeterin-
ce güçlüdür.
ABD'ü genel
(Baftarafı 1. Sayfada)
biri ABD'li kadın şef ile iki Türk
çalışanını silahla etkisiz hale ge-
tiren sanıklar, ellerini ve ayak-
lannı bağlayıp ağızlarını da
bantladılar. Bu arada sanıklar-
dan biri de yaklasık 6 aydır
Türkiye'de bulunan Amerikalı
genel mıidür John H. Gandy'yi
de tehdil etti. Daha sonra saldır-
ganların Gandy'yi de aynı şekil-
de bağladıklan ve masasından
alıp odadaki koltuğa oturttuk-
ları ve kendisiyle bir süre konu-
şup tartıştıkları kaydedildi.
Kimliği belirlenemeyen saldır-
ganlann, duvarlara, yanlarında
getirdikleri sprey boya ile "Baş-
kan Bush'a Özal'la birlikte bir
Coni daha gönderiyoruz /
Devrimci-Sor yazdığı ve ardın-
dan Sandy'ye üç el ateş ettikle-
ri, bunlardan ikisinin başına isa-
bet ettiği ve hemen olay yerinde
can verdiği belirtildi. Saldırgan-
lar olay yerinden yaya olarak
kaçtılar.
Olayın bildirilmesiyle VBR'ye
gelen güvenlik görevlileri, John
H. Gandy'yi kanlar içinde bağlı
halde yerde yatarken buldular.
Saldın sırasında binanın Cemal
adlı kapıcısının da cuma nama-
zında bulunduğundan apartma-
na giriş-çıkışların kontrol edile-
mediği ortaya çıktı.
Olay yerinde incelemede bu-
lunan polis, 7.65 mm çapında 3
adet boş kovan buldu. Büroda
çalışan biri ABD'li üç görevli de
ifadeleri ahnmak üzere siyasi şu-
be müdürlüğüne götürüldüler.
ABD'li John H. Gandy'nin
yaklasık altı aydır VBR adlı şir-
tşyerinde saldırıya uğrayan Gandy, olay yerinde öldü.
ketin genel müdürlüğünü yaptı-
ğı, evli olduğu ve eşinin ABD1
de yaşadığı oğrenildi. Gandy, yi-
ne Yeşilköy'de Ürgüplü Sokak-
taki Kınık Apartmanı'nda otu-
ruyordu.
Saldırıdan sonra olay yerine
gelen Bakırköy Cumhuriyet
Savcısı trfan Yanılmaz, yaptığı
incelemeden sonra şunları söy-
ledi:
"Basil bir terör olayı. Ellerin-
den, ayaklanndan bağlayıp ağ-
zını da bantlamışlar. Yerde üç
adet boş kovan bulduk. Duvar-
lara da yazı yazmıslar, ancak ne
olduğunu söyleyemem. Sanık-
lardan birinin polis elbiseli ol-
duğunu belirtiyor görgii tanık-
lan. Soruşturmayı sürdürüyo-
ruz. Saldırganlann eşkâlleri be-
lirlenmeye çalışılıyor."
Dolar piyasayı sarhoş etti
(Baştarafı 1. Sayfada)
Merkez Bankası, bankalara-
rası para piyasalarının kapan-
masından sonra dolann denge
kurunu 3557 lira olarak belirle-
di. Dolann denge kuru önceki
gün 3992 lira olarak ilan edil-
mişti. Denge kurundaki bir gün-
lük düşüş yüzde 10.9'la 435 li-
raya ulaştı.
ABD Dolan'nın serbest piya-
sada 370, bankalararası döviz
piyasasında 530 liraya varan dü-
şüşü diğer para birimlerinin de
değer kaybına yol açtı. Önceki
gün serbest piyasada 2395 lira-
dan satılan ve sabahki fiyatı
2520 liraya kadar yükselen Al-
man Markı dün akşam saatle-
rinde birkaç saat öncesine göre
260 lira değer kaybederek 2260
liraya geriledi. Isviçre Frangı'nın
yanm günlük değer kaybı da 160
lira olarak gerçekleşti.
Bankalararası döviz ve Türk
Lirası piyasaları düne, önceki
günun benzeri bir havayla baş-
lamıştı. Önceki gün bir gecelik
borçlanmalarda kaydedilen yüz-
de 60'lık faiz oranı dünkü işlem-
lerin başlangıcında yüzde 50'ye
kadar gerilemiş, ABD Dolan da
4130 liraya kadar yükselmişti.
Merkez Bankası gözetimindeki
para piyasaları bu seyri izlerken,
banka şubeleri de kambiyo iş-
lemlerinde ABD Doları'na 4200
-4500 lira arasında fiyat uygulu-
yorlardı.
Sabah seansının kapanışın-
dan sonra piyasalardaki hareket
önceki günün tam tersine dön-
dü. Haftanın son gunü olması
nedeniyle, Merkez Bankası nez-
dindeki yükümlülüklerini birkaç
saat içinde yerine getirmek zo-
runda olan bankaların Türk Li-
rası'na olan talepleri kuvvetlen-
meye başladı. Sabah yüzde
50'yle açılan faiz, önce yuzde
100'ü aştı. Daha sonra ise yüz-
de 180'e kadar yükseldi. Bu ara-
da Merkez Bankası da piyasaya
dolar sürmeye başladı. Önceki
günün tam tersine, piyasanın
rüzgârları aniden lira lehine es-
meye başladı. Son günlerde lira
faizlerinin düşmesiyle dövize
yüklenen ve bu nedenle yüküm-
lülüklerini yerine getirmekte
zorlanan bankalar, yüzde 200'e
yaklaşan faiz oranlanyla borç-
lanmak yerine lira ihtiyaçlarını
döviz satarak gidermeyi yeğledi-
ler. Bankaların yanı sıra Merkez
Bankası da piyasaya döviz sü-
rünce kurlar büyük bir hızla
düşmeye başladı.
Önceki gün bankalararası dö-
viz piyasasında Turk Lirası'na
karşı 245 lira değer kazanan do-
lann, dış piyasalarda yükselişi-
ni sürdürürken yerli piyasada
550 lira birden değer kaybetmesi
bankacıhk sektöründe de şaş-
kınlık yarattı.
Bankacıhk çevreleri dövize
müdahale sırasında Merkez
Bankası'nın sattığı toplam dövi-
zin 20 milyon dolarm altında
kaldığını belirtirlerken açık pi-
yasa işlemleri yoluyla piyasadan
çekilen 500 milyar liranın da
dünkü gelişmeleri etkilediğini
söylediler. Doların önceki gün-
kü yükselişini de şaşkınlıkla kar-
Şilayan bankacılar, son iki gün
içinde gelişen olayları "mantık
dışı" olarak yorumlarlarken sa-
atlerle ifade edilen zaman dilim-
Ieri içerisinde bü>ıık paraların
kazanıldığını ya da kaybedildi-
ğini belirttiler.
Bankacıhk çevreleri döviz
kurlarının borsayı bile golgede
bırakan iniş çıkışlanndan birçok
kişinin büyük çaplı zarara uğra-
dığım belirttiler. Dün bankalar-
dan turistik ya da ticari amaçla
döviz alanlar dolar başına yak-
lasık 500 liralık kayba uğradılar.
ABD Doları dün Türk Lira-
sı'na karşı yüzde 10'u aşkm de-
ğer kaybederken, uluslararası pi-
yasalarda yükselişini sürdürdü.
Çarşamba günü, 1.6555 marka
kadar yükselen, önceki gün ise
1.6310 marka gerileyen ABD pa-
ra birimi, dün New York döviz
piyasasında 1.6485 marka yük-
seldi. Dolar, Japon Yeni'ne \e
diğer Avrupa para birimlerine
karşı da değer kazandı.
ApoMtlan 3
(Baştarafı 1. Sayfada)
leyen PKK lideri, "Devlet için-
deki çok başlılık nedeniyle Özal
kafasındaki düşünceleri gerçek-
leştirebilecek bir siyasi giice sa-
hip değildir" dedi.
Nevruz kutlamalarında PKK
ve kendisiyle ilişkili sloganlar
atılmasının partisinin ne denli
yaygın ve güçlü olduğunu kanıt-
ladığını savunan Öcalan, "Gtt-
ney Kiirdistan'da (Kuzey Irak'-
ta) yükselen halk hareketini dik-
kate almak gerekir" dedi.
Öcalan, Irak, tran, Suriye'nin
yanı sıra AT, ABD ve SSCB'nin
Kürt politikaları konusunda da
ayrıntılı tahliller açıkladı.
Savaş döneminde Kuzey
Irak'tan Türkiye'ye sığmmak is-
teyen Kürtlerin PKK tarafından
engellendiğini kabul eden Öca-
lan, "Biz onlara Türkiye'ye git-
meyin, oraya sığınmayın, sıgına-
cağınız yer Kürdistan dağlandır
dedik ve bu sayede Türk hiikii-
metinin beklediğinden çok da-
ha az sayıda insan Türkiye'ye
sığındı" dedi. PKK lideri bu tu-
tumu ile "Partinin başarılı ve
önemli bir görevi yerine getirdi-
ğini, bunun da Hayri Kozakçı-
oğlu'nun propaganda babında
iddia ettiği üzere Saddam Hiise-
yin'e yardım etmek anlamına
gelemeyeceğini" vurguladı.
"Suriye yönetiminin tutumu-
nun Ankara tarafından iyi kav-
ranılmadığını" söyleyen PKK li-
deri, "Hafız Esad liderligi Or-
tadoğu'da geleneksel politika
olarak Kürtlere sıcak bakmak-
tadır. Yoksa Ankara'ya karşı su
meselesi nedeniyle PKK'yı bes-
lemek gibi bir emeli yoktur. Za-
ten Suriyeliler bizim buradaki
varlığımız ve faaliyetierimiz ko-
nusunda tafsilatlı bilgi sahibi bi-
le değillerdir" göruşünü savtm-
du.
İran'daki dinci yönetimin
Kürt meselesine, özellikle de
Kürt - İslam kanşımına Anka-
ra'dakinden daha olumlu baktı-
ğmı söyleyen Öcalan, ABD, tn-
giltere, Fransa ve Almanya'nm
Kürtlere Ortadoğu'da "artık bir
statü tanınmasından yana ol-
duklaruu" hatırlatırken, "Ancak
onlar PKK'nın bağımsız ve dev-
rimci politikalarına kesinlikle
karşıdıriar. Onlar reformist bir
otonomiyi saglamaya gayret e-
diyorlar" dedi. Moskova'nm tu-
tumunu da sert sözcüklerle eleş-
tiren Öcalan, "Bunca insan kı-
yıma uğrarken, kıllannı bile kı-
pırdatmadılar. Sonra da PKK'yı
teşhir, tecrit ve yıkma faaliyet-
lerine destek verdiler" dedi.
PKK lideri Apdullah Öcalan,
VVashington Post gazetesine ver-
diği demeçte, "PKK gerillalan-
nın askeri baskısı olmasaydı '
Özal, yardımcılarının Kıirtlerle
görüşmesi için girişimde bulun-
mazdı" dedi. Öcalan, Özal'ın
Türkiye'nin Kürt politikalarını
özlu biçimde değiştirebileceğine
inanmadığını, çünku "general-
lerin son Kiirde kadar bütün
Kürtleri öldürüp ortadan kaldır-
mak istediğini" ileri surdü.