28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 14 OCAK 1991 Dentokratik Yaşam, Çağdaş L ııi versito... Rektörünü ya da dekanını gördüğünde yüz metre öteden ayağa kalkıp önünü iliklemek bir saygının değil, garip bir teslimiyetin, bir sömürünün ifadesidir. Bilim toplumunda bu davranış biçiminin geçerli olmasının bilimsel ilerlemeye hiçbir yarar sağlamadığı ortadadır. Prof. Dr. ŞARMAN GENÇAY İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü Okurlar çok iyi anımsarlar, bir zamanlar üni- versitelere rektör atanması konusunda hükümet yetkilerinden söz edilirken, Batı üJkelerinde rek- törlerin hükümet tarafından atandığı söylenmiş ve bu ülkelerden biri olarak Kanada'mn adı özel- likle geçmişti. Bugün bu konuyu açmaktan amacım, o gün- kü yanlış yorumların, o gün olduğu gibi bugün de bizi yanlış kararlara götürmesini engellemek isteğinin yanında, konunun üniversitede demok- rasi ve hükümete verilen yetkinin dış ülkelerde ne şekilde kullanıldığı hakkında bize bilgi ve dersler verebilecek olmasıdır. öncelikle son derece demokratik olan Batı üni- versitelerinde rektör seçimlerini Kanada örneğin- de inceleyelim. Seçimlerdeki önemli adırnlar ge- nellikle aşağıdaki gibidir: • Başvuru için süre verilir ve her öğretim üye- si başvurabilir. • Başvurular üniversitenin seçtiği bir kurul ta- rafından değerlendirilir ve genellikle beş aday se- çilir. • Adaylar fikirlerini, yapmak istediklerini, amaçladıklan hedeflerini açıkça üniversite ele- manlanna anlanrlar ve bunlan savunurlar. • Adları ilan edilen adaylar hakkında; fakül- teler, enstitüler, öğretim üyeleri birliği, öğrenci birliği, üniversite memurlan birliği düşünceleri- ni bildirir ve birer adayı desteklerler. Destekle- necek kişinin seçiminde kuruluşlararası işbirliği yapılır. • Üç adayın adı öncelik sırası ile saptanır. • Atama yetkisi bulunan hükümet normal ko- şullarda daima ilk sıradaki kişinin rektör olarak atanmasını karara bağlar. Ataması yapılan kişinin üniversitenin belirtti- ği birinci ad olmaması gibi bir durumun ortaya çıktığı galiba hiç görülmemiştir. Şimdi eğri otu- rup doğru konuşahm: Bu seçim ne kadar demok- ratik ise bizde rektörlerin seçimi de o kadar an- tidemokratiktir. Batıda rektörleri hükümet seçer diyerek bu modeli öneren ve özellikle örnek al- dığımız Kanada'da böyle olduğunu söyleyenler öğretim üyeleridir. Aksaklık nerededir? Benzer olduğu söylenen örnekler arasındaki uçurum, farklı ülkelerde na- sıl olup da oluşmaktadır? Zannederim bu soru- ların yanıtlarının incelenmesi bize bir şeyler ka- zandırabilir, bizi art fikirli girişimlerin tuzağın- dan koruyabilir. Yetki kullanmada incelik Batı iiniversitelerinde görülen en önemli fark- lardan biri yetkililerin yetkilerini, kendi istekle- rini gerçekleştirmekten önce demokratik davra- ruşı yeğleyerek kullanmaJandır. "Yetki benim, is- tediğimi yaparım" anlayışına yer yoktur. Yetki ancak sağduyu eşliğinde vardır ve sağduyu de- mokratik davranmayı gerektirmektedir. Bu ne- denledir ki rektör seçiminde yukandaki aşama- lar vardır. Aynı nedenle hükümetin sıralamada adı birinci sıradaki kişiyi atamasından başka bir atama gercekleşmez. Belki bunalım durumları akla gelmeyen karışıklık dönemleri için bu yetki kullanılabilir ve bu durumlar için vardır. Nor- mal koşullarda üniversitenin demokratik bir süz- geçten geçirerek seçtiği adayın atanmaması söz konusu değildir. Çünkü demokrat bir toplum ol- manın erdemi bunun tersini engeller. Dahası yet- kililerdeki demokratik davranma endişesi bunun tersini engeller. Nedeni basit, ama sağlaması zor. O üniversi- telerde yaşam biçimi demokratiktir. Zaten işin püf noktası da galiba buradadır. Demokratik ya- saların ötesinde yaşam biçiminin demokratik ol- masındadır. Kamuoyu güçlüdür, yetkililerde yet- kilerini kullanırken demokratik davranma endi- şesi vardır. Yazıü yasalar ve yönetmelikler, yaşam biçimi zaten demokratik olan bir toplumun dü- zenini sağlar. Üniversite örneğinde, rektörü âta- ma yetkisi ancak demokratik davranma zorun- luluğu ile birlikte vardır. Demokratik üniversite yasası, bizim üniversi- telerimizde gelişmenin sağianması, bilimsel ba- şarıların artması, Türkiye'nin iki binli yıllarda çağdaş bilime katkıda bulunur duruma gelmesi ve öğrencilerin daha iyi yetiştirilmesi için gerek- li koşullardan biri olmakla birlikte yeterli değil- dir. Bu konu, bir başka yaada incelenecektir. An- cak demokrasinin olmadığı yerde hiçbir gelişme- nin olamayacağı bugün kesindir. Yukanda an- latmaya çalıştıklanmın çerçevesinde demokratik üniversite kurmak, hem kendi koşullarımız dik- kate ahnarak demokratik üniversiteyi yaratacak bir yasa hazırlamak hem de üniversitelerimizde demokratik yaşam biçimini yerleştirmekle ola- sıdır. Örneğin her seferinde demokratik olduğu söylenen yasalarla yönetilen üniversite uzun yıl- lar geçirmiş olmama karşın belli kişilerin dışın- da ne bana ne de pek çok arkadaşıma, birim'i- mize müdür atanırken bir tek kez danışılmamış ve bu konuda düşüncemiz sorulmamıştır. Batı- nın demokratik üniversitelerinin hiçbirinde hiç- bir öğretim üyesi böylesine bir hakarete uğramaz. Türk halkı, bilmediği birtakım kavramları Atatürk ve onun öncülüğünde yüksek düzeyde- ki yöneticiler ve aydınlardan öğrenmiştir. Örne- ğin cumhuriyet, demokrasi, laiklik gibi... Bugün cumhuriyetin ilanından neredeyse yetmiş yıl son- ra ülkenin en aydın kesimini barındıran üniver- sitelerdeki aydınlar, burada yaşam biçiminin de- mokratik kılınması gereğini kimden öğrenmeyi beklemektedirler. Rektörünü ya da dekanını gör- düğünde yüz metre öteden ayağa kalkıp önünü iliklemek bir saygının değil, garip bir teslimiye- tin, bir sömürünün ifadesidir. Bir cagdaş bilim toplumunda genel anlamı ile amir-memur ilişkisi yoktur. Sadece idari işlerin, genellikle angarya sayılan ve yapmak zorunda olanı bilimsel çalışmalardan uzaklaştıran bu tür işlerin yapılması için özveride bulunmak ve bel- li bir zaman sonra bu işi bir başkasına bırakmak söz konusudur. Bilim toplumunda yönetici, emir veren öğretim üyelerini ayağına çağıran, küçük birimlerde bile yanına önceden alınan randevu- lar ile girilen, lambri kaplı odalarda asık yüzle otunıp emir yağdıran kişiler değildir. Doktora- sını yapmış her eleman bu toplumun eşit davra- nılan bir üyesidir. Bilime katkıda bulunan nite- likli, uluslararası çalışmalar saygınlık toplar, bu çalışmalarla kişi toplulukta yükselir (*), akade- mik unvanlarını alır, proje yürütücüsü ve birim başkanı olmaya hak kazanır. Bilim toplumunda yönetici olmak akademik bir öncelik sağlamaz. Sonuç Batı üniversitelerinde bulunan demokratik ya- şam biçiminin bizde bulunmamasımn kaynak- larını düşündükçe gerilere, yeniden doğuş dev- rine (Rönesans) gitmeden yapamıyorum. Bizim toplumumuz bu dönemi yaşamamıştır. Tarihi- mizde bir yeniden doğuş dönemi yoktur. Bu ek- siklik bizde ezikliği, bireyin değerini bilememe- yi kalıcı kılmış; demokrasi, cumhuriyet, temel hak ve özgürlükleri bir gereksinme olarak du- yumsayamayıp bunlann başımızdaki büyükler tarafından bize tanıtılması sonucunu doğurmuş- tur. Artık bu çağda bu eksikliğin giderilmesi an- cak yaşam biçimini demokratik kılmakla olası- dır. lnancım, ana konumuz olan benzer üniver- site yasalarının farklı sonuçlar vermesinin nede- ninin üniversitelerimizde yaşam biçiminin de- mokratik olmamasından kaynaklandığı şeklin- dedir. Bu yaşam biçiminin benimsendiği çağdaş demokratik ülkelerin üniversitelerinde hiç kim- senin gücü, rektörünü seçemeyen üniversite ve de- kanını seçemeyen fakülte yaratmaya yetmez. (*) TÜBtTAK yeni Başkanı Sayın Prof. Keraal Gürüı'ün 'Ci- taııon lndex'e giren çalışmaiar yapmış bilim adamlarına gö- rev ve yeiki vermede gösterdiji özeni, takdir ve saygı ile karşı- ladıgımı belirtmeyi yerine getirilmesi zevkli bir borç addede- OKURLARA. OKAYGÖNENSİN EVET/HAYIR OKTMAKBAL Yann Savaş mı?.. Kıyametin kopmasına 24 saat kaldi. Yarın Körfez'de sa- vaş başlayacak. Son umutlar, kibrit alevi gibi söndü. Ne ABD ne Irak geri atım atıyor! iki taraf da ille savaşmak istiyor. Ne Bush ne Saddam geriliyor! O zaman ister istemez Körfez'- de bir cehennem yaşanacak. On binlerce ölü, bir o kadar yaralı... Bu iş bir kıyım savaşına dönerse -ki öyle olacağa benzer- kentlerde, kasabaiarda yaşayanlar da türlü acılar içinde ölecekler. Acımasızlık, hoşgörüsüzlük, anlayış kıtlığı, savaş nedir bilmemek ya da her şeyde kendini haklı görmek tutkusu yirminci yüzyılın son yıllarında dünyaya gerçek bir karabasan yaşatacak... Kimileri hep umut içinde: 'Savaş olamaz! Er geç Saddam Kuveyt'ten çekilir. Son anına kadar direniyor, ama 15 oçak- tan bir gün önce Kuveyt'i bırakır 1 diye düşünüyorlar. Öyle mi olacak dersiniz? Güzel bir umut bu. Ama yarım milyon asker Suudi Arabistan'a yığılmış, Irak bir milyon kişiyi silah altına almış, Körfez savaş gemileriyle dopdolu, bir anda gök- yüzünü karartacak kadar uçak tetikte bekliyor, füzeler kar- gllıklıateşlemeyehazırlanmış. Bu durumda 'hayırsavaşola- rriâz/olmayacak' demek kolay değil! Bir şeyler olacak. Kötü şeyler olacak! Bizim birtakım ya- kartanmız Vâr, savaş olursa Türkiye'nin kazançlı çıkacağını yazıp duruyorlar. Bay Mukbil Özyörük'e göre Irak Hava Kuv- vetleri savaşın daha ilk günü, hem de öğleye kadar yok edi- lirmiş! Savaş bir iki günde bitermiş. Bay Cengiz Çandar da günlerdir Körfez savaşında Türkiye'nin önde yer almasının yararlannı anlatıyor. Daha başkalan da var... Türkiye'yi Irak'a karşı savaşa sokmak, ABD'nin yanında yer almasını sağla- mak isteyenlerin en başında jîay Turgut Özal'ı görüyoruz. Başbakan Akbulut ise ne diyeceğini şaşırmış durumda, ge- veleyip duruyor. Bu arada Türkiye yavaş yavaş, derken hız- lı hızlı kopacak bir kıyamette yer almaya gider gibi!.. Telefonda bir arkadaşla konuşuyorum. Hiç savaş olur mu? diyor. Bush'un arkasında Amerikan halkı yok. Evet, yok! Bay Özal'ın arkasında da Türk halkı yok. Bunlara karşın Türki- ye'de savaş önlemleri alındı. Yabancı askerler, uçaklar sı- nırlarımızda toplandı. İpler koptu kopacak kadar gergin. Kar- şılıklı bekleşen milyonlarca asker. Bir anda Ortadoğu kar- makarışık bir hal alabilır. Kimler suçlanacak sonunda? Kim- ler cezalandırılacak? Saddam mı, Bush mu? Gerçekten bir iki günde Irak yerle bir edilir mi? Daha önce böyle hesaplar yapanları çok gördük, ama hiç biri sonuç alamadı. işte Viet- nam, işte Âfganistan! ABD, korkunç gücüne karşın yenildi orada... Sovyetler de Afganistan'daki başkaldınyı ezemeden çekti askerini. Irak'ın da iki üç günde teslim bayrağını çeke- ceğini sanmak güç. Ya biz?.. Bize ne oluyor? Dillerde dolaşan bir konu var, o da 'bize saldırırlarsa savaşırız' sözüdür. Bu çok tehlikeli bir sözdür. Bir ülkeye uydurma saldırılann düzenlenmesi çok kolaydır. Nazi Almanyası da Polonya askeri kılığına soktu- ğu askerleriyle bir sınır çatışması çıkarmış, sonra da 'Polon- yalılar saldırıya geçti' diye Polonya'yı ele geçirmişti. Şimdi, bir uçak sınırlarımızdaki bir iki fcöyü bombalarsa, bu iş de Irak'ın üstüne atılırsa işte size savaş nedeni! SHP lideri İnönü bu konuda açık konuşuyor: "Ben de savaş çıkacağına inanmıyorum. Türkiye'nin bu- rada işi ne? Sayın Özal da, Sayın Akbulut da 'biz savaşa girmeyiz' demiyorlar, 'Bize saldırırlarsa savaşırız" diyorlar. Demek ki bizi savaşa sokmak isteyenler bir tertip yapabilir- ler. Dostluk başka, harpte ölmek başka. Kimse dostu için savaşta ölmez. Ben bunapusuda teorisi diyorum. Yani 'kom- şumuz silahlanıyor' gidip ezelim'. Sayın Ozal'ın izlediği po- litika emperyalist bir politikadır." Aklı başında her Türk yurttaşı Sayın inönü gibi düşünmek- tedir. Başka türlü düşünmek ulus yararına, akla, gerçeklere ters düşmektir. Bu ülkede kimse Kuveyt için, daha doğrusu ABD için, daha doğrusu Bush için ölmek istemiyor. 15 oca- ğa 24 saat kala Türk halkı kesinlikle 'hayır' diyor savaş se- rüvenine... "NAZIM HİKMET 89 YAŞENDA" TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI (Ustalara Saygı Etkinlikleri) Sunan: CANDAN SABUNCU Konuşmacılar: TYS Genel Başkanı OKTAY AKBAL SAMİYE YALTIRIM CEVDET KUDRET AYDIN AYBAY ŞÜKRAN KURDAKUL DEMİRTAŞ CEYHUN SHP Gen. Sekr. Yard. MEHMET MOĞULTAY Katılanlar: GENCO ERKAL SELDA BAGCAN İSA ÇELİK Beyoğlu Karaca Tiyatrosu 14.1.199i (bugün) Saat 18 00 Davetiyeler: T. Yazarlar Senciikası (Galip Dede Cad. 48- 5 Tünel) Cumhuriyet Kitap Kulubıı Akademi Kitabevi, Yazarlar Evi, Gençlik Kitabevi Savaş, Amerikan Westerni DeğO! Dr. DURSUN KIRBAŞ ht. Tabip Odası Yön. Kur. Üyesi Dört buçuk aydır dünyada ve ülkemizde savaş rüzgârları esiyor. Soğuk savaş biçiminde süren gerilim, sı- cak bir savaşın eşiğine geldi. Artık geri say- ma başladı. Savaşın en sıcak yaşanması ola- sı ülkelerden birisi olan ülkemizde ise insan- lar büyük bir aymazlık içerisinde. Kimse sa- vaş istemiyor ama bir çoğu da hazırlanan senaryoyu TV'de izlenen bir "Savaş oyunu" gibi hafıf bir "merak"la uzaktan izliyor. Sa- vaşın kaç gün süreceği, hangi cephelerde sa- vaş olacağı, kimin kime saldıracağı konu- sunda tahminler yürütülüyor. Ben kişisel olarak bu tablo karşısında dehşete düşmekten kendimi alamıyorum. Yarı belgesel, belgesel bir çok savaş filmi seyrettim. Cepheye gidenlerin propaganda ile şişirilen kronik "savaş coşkusu"nun on- lan uğurlayanlarda tüm bir tedirginliğe dö- nüştüğünü izlemişimdir. Cephe gerisinin cepheden kalır yanı yoktur. Cephede kur- şun, bomba, kimyasal silah vs. ile milyon- larca irrsan hayatlarını kaybederken cephe gerisinde de yine milyonlarca insan kıtlık, açlık, sefalet, bulaşıcı hastalıklardan haya- tını kaybetmektedir. : Oysa bugün bize savaş güzel seyirlikli bir Amerikan westerni gibi sunulmaktadır. Kovboy tabancalannı kuşanmış, atını mah- muzlamıştır. Şapkasını hafıf yana yatırmış tebessüm ederek, kendinden emin bir şekil- de kötü adam Saddam'ın elinden güzel kız Kuveyt'li petrolü kurtarmak için dört nala ıssız çölde ilerlemektedir. Hepimiz filmin havasma girdiğimiz için kötü adamın kay- betmesini, kovboyun kazanmasını istiyoruz. Kovboyla her gün "muhabere" içinde olan- lar da kitleleri bu yönde etkilemeye çalışı- yorlar. Gerçek, yani savaş gerçeği hiç de bu kadar yalın değildir. Biyolojik-kimyasal silahlar İşte bugün gelinen noktada toplumsal te- dirginlik hayatın bütün alanlarında kendi- ni hissettirmektedir. Savaşta amaç, yok et- mektir. Savaşın mantığı budur. Bu mantık yok etme araçlarının denetlenmesini de güç- leştirmektedir. Savaş sırasında, birçok ulus- lararası anlaşma bulunmasma karşın taraf- lar, binaları yok etmeden insanları, canlı- lan yok eden, kimyasal/biyolojik savaş yol- lanna başvurmuşlardır. Bilim-kurgu film- lerini aratmayan bu tür sahneleri savaşan ül- keler yakın geçmişte yaşadılar. "Vanmış, ze- hirlenmiş çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar milyonlarca sivil insan bu tür si- lahların topluca hedefi olmuşlardır. Yine nükleer savaşın yarattığı korkunç trajediyi insanlık henüz unutmadı. Halen atom bom- basının ve nükleer artıklarının izlerini taşı- yan Hiroşimalılar bu korkunç saldınyı la- netle anmaktadırlar. Özetle şunu söylemek mümkün: Savaşın mantığı içerisinde toplu katliama neden olan silahlan denetlemek mümkün olamamaktadır. Saldırganlık köriikleniyor TRT bizlere 10 Ocak 1991 akşam haber bülteninde "bir konu" başlığı altında bir sa- vaş propaganda filmi seyrettirdi. Filme gö- re her şey ayarlanmış vaziyette. Her şey yo- lunda. Hedef belli. Savaş çocuk oyuncağı gibi bir şey! Kompütürlere herşey yüklen- miş durumda. Düğmeye basınca hedef yok olacaktır. Savaş sanki bir atari oyunu. Şu- nu kesin olarak kafamıza sokmalıyız ki sa- vaş önceden programlanamaz. Savaş oyun değildir. Eğer doğrudan bir vatan savunma- sı yoksa, savaşa gönüllü bulmak zordur. İşte N. Torumtay, işte N. öztorun, ordunun bir- kaç ay öncesine kadar en üst düzey yetkili- si, bu insanlar savaşa hayır diyorlar. Peki savaşı isteyen kim? Koltuğunu kurtarmayı bu karmaşaya bağlamış birkaç hayalperest, birkaç savaş vurguncusu, birkaç macerape- rest. Geniş halk yığınlan ise cılız bir "sava- şa hayır" sesi çıkanyor. Sonuç Ben bir hekim olarak insan sağlığına ana rahmine düştüğü andan itibaren ırk, din, dil farkı gözelmeden saygılı olacağına yemin et- miş bir insan (hekim) olarak bu ülke bir kan gölü haline gelmesin, insanlar ölmesin di- yorum. Başka ülkeler de kan gölü haline gelmesin, insanlar barış içinde yaşasın. Anında Savaş... D ünyanın dört köşesinde herkes bu soruyu birbirine sormaya devam ediyor. Ama bir de şöy/e diyenler var: Aslında savaş çoktan çıktı. 2 ağustos gününden bu yana ekranlarda, evlerimizin içinde, gözlerimizin önünde sürüp duruyor. Bunun ötesinde bir savaşa her iki taraf da ne gerek duyacak. TV ekranı Saddam Hüseyin'in temel savaş alanıydı; buradan bütün Arap dünyasına iki önemli mesajını 6 aydır vermeye devam ediyor: İslamı, seslendiği kitlenin ortak ideolojisi olarak kendi çevresinde birleşme yolunda rahat ve etkin bir biçimde kullanıyor; TVde, düşünde peygamberi gördüğünü anlatmaya kadar gidiyor. Ikincisi, Araplara Nasır'dan beri ilk kez onurlu bir başkaldırı ortamı yarattığı için övünüyor. Televizyon ekranlarında aylardır süren bu savaş, Fransız sosyolog Jean Baudrillard'a 'medyaların rehinesi' olduğunu düşündürtüyor. Şöyle bir mantık yürütüyor Fransız düşünür: 'Medyalar bizi savaşa inandırdı, daha önce Romanya'da devrim olduğuna inandırmışlardı; hepimiz ekranların karşısında savaşın stratejik rehineleriyiz, sürekli olarak görsel bombardıman altındayız; savaş bizim önümüzde sürüp gidiyor; bu ortamda gerçek silahların kullanıldığı eski tarz bir savaş olasılığı tümüyle ortadan kalkıyor..." Baudhllard, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra korkuyla beklenen Üçüncü Dünya Savaşı'nın, Soğuk Savaş'ın uzun yıllarının içine dağılarak tamamlandığını, yeni savaşın alanının da kendiliğinden televizyon ekranı olduğunu savunuyor. Dolayısıyla sonuç iyimserdir, bu savaş 'ölü bir savaş'f/r... Bu 'ölü savaş'/n görüntülerini evlerimizin içine taşımak için büyük televizyon kuruluşları olağanüstü hazırlık yaptılar. CBS Televizyonu'nun ünlü sunucusu Dan Rather"ın deyişiyle 'VVashington'daki Potomac Nehri'nden Dicle'ye kadar savaş davulları çalıyor'.. 6u davulların seslerinin bu kadar yayılmasını sağlayan '4 büyükler', yani CNN, NBC, CBS ve ABC kuruluşlarının her biri olası savaş alanına 100'er kişilik gruplar gönderdi; Pentagon'un sansür girişimlerinden kurtulmak için Suudi Arabistan ile ABD arasında 700 telefon hattı kiralandı. Amerikalı sansür subaylarının hoşlanmayacağı görüntüleri, bu hatları kullanarak iletmeye çalışacaklar, bu da yeterli olmazsa Suudi Arabistan'ın güvenlikli bir köşesine özel bir parabolik anten kurmak için de çalışıyorlar. Uydularda kanallar bölüşüldü... Aylık 80 bin dolar üzerinden hat kiralan ödendi. Şimdi sırada... Anında görüntü... 'Ölü savaş'... İştahınızLEce'ye Saklayın! R e z e r v a s v o n : 1 6 8 6 6 6 0 , 1 6 8 6 6 6 1 UNTEK'91 SAFEKS 1. ULUSLARARASI UNLU MAMÜLLER TEKNOLOJİSİ TİCARİ FUARI EKMEKÇİLİK SEMPOZYUMU PROGRAMI 17 • 19 OCAK 1991 FM KÜLTÜR MERKEZf - MECİDİYEKÖY • ISTANBUL 17. OCAK. 1330 14*» 1430 15i» 1530 16» 1630 17:00 18. OCAK. 1430 15:00 1530 16:00 1630 17:00 19. OCAK. SUNUŞ SAIM KURUL AFEKS A. Ş. YONETİM KUFtULU BAŞKANI AÇ4UŞ KONUŞMASt BAŞKAN PROF. DR. ERDAL SAYGIN EGE ClNtV. MÛH. FAK. GIOA MÛH. BLM. 3ŞK. IZMİR • EKMEKÇİLİKTE STANOART ÜRETİMİNİN ÖNEMİ ARIÇTAN TONÛK T.S.E / ARAŞTIRMA VE PLANLAMA DAİRE BAŞKANI • EKMEKLİK UNUN KALtTESINl ETKİLEYEN FAKTÛRLER DOÇ. DR. RECA! ERCAN ANK. ÜNİV. ZİR. FAK. TARIM ÛRN. TEK. BLM. OĞR. ÛY. ANKARA • EKMEKÇİLİKTE MAYAIMIN 0NEMİ DOÇ. DR. OSMAN CABI PAK HOLDING GENEL KOORDİNATORÛ ISTANBUL • HAMUR FERMANTASYONU VE KONTROLÜ NURtYE ORER BESLENME VE GIDA BİLİMLERIUZMANI ANKAFtA TARTtŞMA KAPAMŞ BAŞKAN PROF. DR. REFET SEÇKİN ANKARA ÜNİVERSITESİZİRAAT FAKULTESI GIDA BİLİM! VE TEKNOLOJİSİ BOLÜMÜ ÛĞRETİM ÛYESİ ANKARA • EKMEKÇİLİKTE KALİTE KONTROLÛNÛN ÛNEMİ PROF. DR. S. SEZGİN ÛNAL EGE ÜNİV. MÛH. FAK.GIDA MÜH. BLM. ÖĞR. ÛY. IZMİR • EKMEK HATALARI. NEDENLERI, ÛNLEME ÇARELERİ PROF. DR. HAZIM OZKAVA ANKARA ÛNVERSrTESl ZIRAAT FAKÛLTESİ TARIM ÛRÜNLERİ TEKNOLOJİSİ BÛLÜI ,0 ÖĞRETİM ÛYESİ ANKARA • EKMEKÇİLİKTE KATKI MADDESI OLARAK ENZİMLER. OKSrTLEYlCl MADDELER VE EMÛLGATORLERİN İŞLEVLERİ DOÇ. DR. YUSUF SÜMBÜL TÜBITAK MARMARA ARAŞTIRMA MERKEZI / BESLENME VE GIOA TEKNOLOJİSİ BÖLÛMÛ GESZE - KOCAELİ BİLİMSEL ETKİNLİKLER GENEL KOORDİNATÛRÜ • FIRINLARDA KATKI KULLANIMINA İLİŞKİN SORUNLAR ATEŞ TOPÇUOGLU ASLI FIRIN TART1ŞMA KAPANIŞ •UNLU MAMÜLLER TEKNOLOJİSİ İLE İLGİLİYENİLİKLER PANELI" BAŞKAN PROF. DR. S. SEZGİN ÜNAL EGE ÜNİV.MÛH.FAK.GIDA MÜH.BLM.ÖĞR.ÜY. IZMİR 1430 15:00 1530 PANELJSTLER DR. ING. STEPHAN REIMELT 1600 REIMELT-GERMANY GUALTIEROMOGLIANI 16:30 G. P. A.ORLANDIS. P.A. D. VVYNJONES 17:00 MONO EÛUIPMENT LTD. 1730 MARCO FIUPPINI ING. POLIN4C. S. P.A. AKE MJÖRNDAL FALLING NUMBER AB SVVEEDEN TARTIŞMA KAPANIŞ ZONGULDAK GREVCILERIYLE DAYANIŞMA Bizler haftalardan beri devam eden, insanca yaşam için daha iyi bir düzeyde ücret ve da- ha güvenli çalışma şartları istemlerinizi içeren haklı direnişinizi duyduk. Özal rejimine korku veren direnişinizin ve Ankara'ya yürüyüşünüzün, rejim tarafından çeşitli yöntemlerle engel- leneceğıni bizler de düşünüyorduk. İsviçreli sendikacılar olarak bizler: Türkiye'deki rejimin devamı için her türlü desteğini veren İsviçre hükümetini de protesto ediyoruz. Bundan dolayı İsviçre'de bilinçli bir muhalefet gelişmektedir. İsviçre hükümeti bu tavrına son vermelidir. Bu tavır halkların özgürlük mücadelesini engelleyen bir tavırdır. Can Dostiar, Haklı mücadelenizin devamı için bizlerden her türlü dayanışmayı göreceksiniz. TUTUŞTURDUĞUNUZ BU DİRENİŞ ATEŞİ SÖNMEYECEK Heinz Thommen, Matbaa ve Kâğıt İşçileri Sendikası (GDP) Genel Sekreteri Roland Kreuzer, Matbaa ve Kâğıt İşçileri Sendikası Zürih (GDP) Başkanı İbrahim Özdemir, Matbaa ve Kâğıt İşçileri Sendikası Zürih (GDP) Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Akyol, Kimya, Tekstil ve Kâğıt İşçileri Sendikası (GTCP) Genel Sekreteri Verena Bürcher, Kimya, Tekstil ve Kâğıt İşçileri Sendikası (GTCP) Yazı İşleri Müdürü Hans Schâppi Kimya, Tekstil ve Kâğıt İşçileri Sendikası (GTCP) Başkanı Regula Mühlebach, Gazeteciler Sendikası (SJU) Genel Sekreteri Andi Rieger, Devlet Memurlan Sendikası Zürih (VPOD) Genel Sekreteri Guolf Juvalta. Devlet Memurlan Sendikası Zürih (VPOD) Başkanı Edith Zumbühl, Devlet Memurlan Sendikası (VPOD) Genel Sekreteri Hans Baumann, İnşaat ve Ağaç İşçileri Sendikası (GBH) Genel Sekreteri Olivier Foex. İnşaat ve Ağaç İşleri Sendikası Zürih (GBH) Genel Sekreteri Urs Sekinger. 3. Dunyadaki Özgürlük Hareketleriyle Dayanışma Komitesi Koordinatörü VEFAT Değerli varlığımız Prof.Dr. AHMET KADIOĞLU, 13 Ocak 1991 günü yefat etmiştir. Cenazesi 15 Ocak 1991 Salı günü saat 10.30'da İstanbul Tıp Fakültesi 14 Mart Amfisi'nde yapılacak törene müteakip aynı gün Fatih Camii'nde kıhnacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Eşi: KIYMET KADIOĞLU, Çocukları: ALEV, ATEŞ KADIOĞLU, ŞULE KADIOĞLU ER, Kardeşleri: YAVUZ, YILMAZ, DİLAVER KADIOĞLU. SÜHEYLA VANLIOĞLU Damadı: TURGAY ER Geünleri: ESİN, PINAR KADIOĞLU Torunlan: DAMLA ER, ALP KADIOĞLU HALIME TABANLI (KORKUT) ile DURSUN TABANLI Evlendiler 13 OCAK 1991 ZONGULDAK KÂĞITHANE BELEDİYE BAŞKAMJĞI'NDAN 1- Kâğıthane Belediyesi Memur Personelini taşıma servisi 10 (on) güzergah üzerinden 300.000.000.— TL. muhammen bedelle kapalı zarf usulü ile ihalesi yapılacaktır. 2- Konu ile ilgili şartname 100.000.— TL. bedelle Kâğıt- hane Belediyesi Hesap İşleri Müdürlüğü'ne yatırılarak mak- buz karşılığı Personel Müdürlüğü'nden temin edilecektir. 3- İhaleye katılacak firmalar teklif mektuplannı en geç 24.1.1991 günü saat 17.00'ye kadar ilgili Müdürlüğe verip iha- leye katılmak için yeterlilik belgesi alacaklardır. 4- Ihale 25.1.1991 Cuma günü saat 14.00'te Belediyemiz Meclis salonunda yapılacaktır. MAHMUT ÖZDEMİR KÂĞITHANE BELEDİYE BAŞKANI ARANIYOR Çok temiz 90 Flash Tel: 512 05 05/436 İNGİÜZCE'Yİ İNGİLTERE'DE ÖĞRENİN! TURSEMin rehberliğinde LONDRA. OXFORD. CAMBRIDGE. BOURNEMOUTH. BRIGHTON. HASTINGS. EXETER.ECHESTER'de seçkin dil okullannda yaz-kış ya da bütün yıl Ingilizce öğrenin. Kurs, Konaklama. Yemekler dahil haftalık 134 £'dan itibaren. • Genel ve Hızlandınlmış Kurslar • Tıcari İngilizce • Turizm İngilizcesi • Bankacılık İngilizcesi tursem İNGİUZLJSANOKULİARI DANIŞMA MERKEZI Cumhuriyet Cad, 173/4-6 ELMADAĞ- 80230 İstanbul Hılton Otelı Kars® Tel 1483977-1487943-1482849 Fax 132 9729 Tlx: 27498 tusmtr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle