Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 25 HAZİRAN 1990
Yeni Bir Anayasa ve
Askerler
Anayasal düzeyde de askerleri siyasetin tam da içine yerleştiren
anayasa hükümleriyle karşı karşıyayız. Milli Güvenlik Kurulu'nun
konumu, Genelkurmay Başkanlığı'nın Başbakanlığa bağlı oluşu,
sıkıyönetim komutanlarının Genelkurmay Başkanı'na bağlı olarak
görev yapmaları, Yüksek Askeri Şûra kararlarımn ve sıkıyönetim
komutanlarının işlemlerinin yargı denetimi dışında bırakılması,
askerler için ayrı yargı düzenlerinin kurulması vb. Silahlı Kuvvetler'in
rejim içindeki ayncalıklı ve siyasal yaşamı etkileyici konumlarının
göstergeleridir.
Prof. Dr. ZAFER ÜSKÜL A nadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi
B
"
k
,
onuma
\
zaman zaman sıyasal
«
uc0
.
ele
**•-
° •' rerek ulaşan asker, siyasal yaşamdan hiç çıkmamış-
ne getirilmesi gereken bir kamu hizmetidir. Nitelik
olarak, hizmetin öbürlerinden bir farkı bulunmadığı
gibi bu hizmeti yerine getirecek bakanlığın da öbür
bakanhklardan bir farkı yoktur. Doğal olarak, bu
hizmeti yürütmekle görevli kamu ajanları olan
"resmi" giysili kamu görevlilerinin, yani memurla-
rın da obur bakanlıklarda çalışan kamu görevlilerin-
den bir farkı bulunmamaktadır.
Ancak Türkiye'nin siyasal yaşamının ozgullüğün-
de, "asker" kamu görevlilerinin yeri, "sivil" kamu
gorevlilerinden giderek farklılaşmış, neredeyse ay-
ncalıklı bir duruma gelmiştir. Bu duruma hep dar-
beler sonucunda gelinmiştir. Her darbeden sonra Si-
lahlı Kuvvetler, rejim içinde biraz daha ayncalıklfbir
yer edinmiş, sivil yönetimden biraz daha bağımsız-
laşmış, daha da önemlisi giderek toplumdan da uzak-
laşıp içine kapanmıştır. Artık asker, kışlası. ordue-
vi, lojmanı, askeri tatil kampı, ordu pazarı... için-
de, sivil kesimden kopuk bir yasamı sürdürmektedir.
lecekleri bir ortamın yaratılması gerektiğini duşunu-
yorum.
Demokratik rejimlerde, seçme, seçilme, siyasal
partilere üye olma, siyasal partilerde görev alma hak-
kının bir yurttaşlık hakkı, bir insan hakkı olduğu tar-
tışılmaz. Bu haklardan ülkede yaşayan bir bolüm in-
sanın görevleri nedeniyle yoksun bırakılmaları doğru
değildir.
Demokratik rejimlerde siyasetin aracı siyasal par-
tilerdir. Eşit haklara sahip yurttaşların bir bölümü-
nün, demokratik rejimin olağan aracı olan siyasal
partilerde siyaset yapmasın: engellemeye kimsenin
hakkı olmasa gerektir. Üstelik böylesi bir yasakla-
ma, yasaklı kişilerin siyaset yapmasını engelleme-
mekte, ama siyaseti demokratik rejim içinde olağan
olmayan araçlarla yapmaya itmektedir. Silahlı Kuv-
vetler içinde, başarılı-başarısız, düşünce aşamasın-
da kalmış-eylem aşamasına geçmiş bunca cuntanın
kurulması başka nasıl açıklanabilir?
Sonuç
1982 Anayasası, sekiz yıldan bu yana tartışılıp
eleştirildi. 1982 Anayasası denilen metnin bir anaya-
sa değil "anti-anayasa", "ammayasa", "kotuya-
zılmış bir askeri talimatname", "bir çelişkiler
yumağı" \b. olduğuçok söylendi. Türkiye'nin ge-
reksinme duyduğu çağdaş anayasanın, 1982 tnetni-
nin değiştirilmesiyle elde edilemeyeceği karutlanyla
ortaya konuldu. Yapılması gerekenin, 1982 metni-
ni tumuyle ortadan kaldırıp yerine yeni bir anayasa
yapmak olduğu konusunda görüş birliğine vanldı.
Bu tartışma artık sonuçlandı.
Şimdı tartışılan ve tartışılması gereken, yeni ana-
yasanın nasıl yapılacağı veiçeriğinin neolacağı. Bu
tartışma sürerken, Türkiye'nin siyasal yaşamında
her zaman önemli bir rol oynamış olan Silahlı Kuv-
vetler'in, kurulacak rejimde alacağı yerin ne olma-
sı gerektiği sorunu gözardı edilemeyecek, uzerinde
ciddi biçimde tartışılması gereken bir sorun olarak
karşımızda bulunuyor.
Bu sorunun yanıtını bulmaya çalışırken, Silahlı
Kuvvetler'in yaptığı kamu hizmetinin ne olduğunu
araştırmak, bu gucun rejim içindeki yerinin belirlen-
mesi konusunda ipuçları verecektir.
Toplumlann bin yülardan beri gereksinme duydu-
ğu hizmetlerin başında asayişin ve guvenliğin sağlan-
ması, adaletin dağıtılması ve bu hizmetlerin yerine
getirilmesi için vergi toplanması gelıyordu. Modern
devletin çatısı altında. toplumagoturülmesi gerek-
tiği düşünülen kamu hizmetleri çeşitlendi. Başlangıç-
ta çok temel hizmetlerin yerine getirilmesiyle yetini-
lebilirken, ulusaldevletin doğması, kapitalist geliş-
me sureci, ulaşım gibi, eğitim, sağlık gibi hizmetle-
rin kamu hizmeti haline gelmesi sonucunu doğurdu.
Kamu hizmetlerinin çeşitlenmesi, öneminin artma-
sıyla, devlet örgutlenmesinde, bu hizmetler bakan-
lıklar biçiminde orgütlenerek yerine getirilmeye baş-
landı. Eğitim hizmetini Eğitim Bakanlığı, kültür hiz-
metini Kultür Bakanlığı, devlet gelirlerinin toplan-
ması ve harcanması hizmetini Maliye Bakanlığı vb.
yürütüyor. Bunun gibi toplumun gereksinme duydu-
ğu iç ve dış guvenliğin sağlanması hizmetini de Sa-
vunma Bakanlığı üstleniyor.
Hükümet sistemi olarak parlamenter rejimi seç-
miş ülkelerde, bakanlıkların kurulması, yapısı ve iş-
leyişi, neredeyse klasik bir biçim almış durumda.
Hizmeti yerine getirecek bir bakanlık örgutü kuru-
luyor, bakanhğa hizmeti yerine getirecek kamu gö-
revlileri atanıyor, hizmetin gerektirdiği araçlar - pa-
ra, mal, vb. - tahsis ediliyor ve kamu hizmeti, siya-
sal bir kişiliğı olan bakanın sorumluluğu altında, ya-
sama orgamnın yasalarla çizdiği çerçeve içinde ya-
sanın verdiği yetkiler kullanılarak yürütülüyor. Çe-
şitli bakarüıklar arasındaki eşgüdüm ik bakanlıklan
ilgilendiren genel politikalar da Bakanlar Kuru-
lu'nda belirleniyor.
Silahlı Kuvvetler'in dunımu
tşte, ulusal savunma hizmeti de bir genel sağlık
hizmeti gibi, bir bayındırlık hizmeti gibi, bir bakan-
lığın çatısı altında, bir bakanın sorumluluğunda, as-
ker kamu görevlilerince, yasalar çerçevesinde yeri-
tır. Darbelerle ve Milli Güvenlik Kurulu kanalıyla
doğrudan, sıkıyönetim idaresiyle dolaylı olarak ül-
ke yonetiminde hep soz sahibi olan asker, demokra-
tik usuller içinde siyasetle ilgilenmeyen -örneğin se-
çimlere Silahlı Kuvvetler olarak girmeyen- ama siya-
sal iktidarı ne zaman ele geçireceği de belli olmayan
bir "siyasal parti" gibidir. Toplumun çeşitli kesim-
lerinde "darbe olasıhklan"ndan söz edilebilmesinin,
en küçük bir olayda "asker mi geliyor?" sorusunun
soruiabilmesinin anlatmak istediği de bu olsa gerek-
tir.
Eski askerlerin anıları, askerlerin "devlet yöneti-
mi"yle ilgilerirün sayısız kanıtlanyla doludur.
Anayasal düzeyde de askerleri siyasetin tam da içi-
ne yerleştiren anayasa hükümleriyle karşı karşıyayız.
Milli Güvenlik Kurulu'nun konumu, Genelkurmay
Başkanlığı'nın Başbakanlığa bağlı oluşu, sıkıyöne-
tim komutanlarının Genelkurmay Başkanı'na bağ-
lı olarak görev yapmaları, Yüksek Askeri Şûra ka-
rarlarının ve sıkıyönetim komutanlarının işlemleri-
nin yargı denetimi dışında bırakılması, askerler için
ayrı yargı düzenlerinin kurulması vb. Silahlı Kuvvet-
ler'in rejim içindeki ayncalıklı ve siyasal yaşamı et-
kileyici konumlannın göstergeleridir.
özetle askerler Türkiye'de siyasetin tam da için-
dedirler.
Oysa demokrasi açıklık rejimidir. Her şeyin, ka-
muoyunun gozleri önünde olup bitmesini gerektirir.
Ulusa ait olan egemenliği kullananlann ulusa karşın
ulustan gizli uygulamaları kabul edilemez. Siyasetin
zaten içinde olan Silahlı Kuvvetler mensuplannın, si-
yasetle açıktan, herkesin gözleri önünde ilgilenebi-
Türkiye'nin gereksinme duyduğu yeni anayasa,
bir kurum olarak Silahlı Kuvvetler'in siyasetle ilgi-
lenmesine son vermelidir. Milli Güvenlik Kurumu'na
yervermemelidir. (Bu.askerleredanışılmaması ge-
rektiği anlamına gelmez; sivil yönetim, savunma ko-
nularında her zaman askerlere danışabilir, bunun
kurumlarını yaratmak zor değildir). Ulusal savun-
ma hizmeti, Ulusal Savunma Bakanlığı'nda, baka-
nın sorumluluğunda örgütlenmelidir. Olağan ve ola-
ğanüstü durumlarda, askeri yönetimin eylemlerinin
ve işlemlerinin denetimine hiçbir kısıtlama ge-
tirmemelidir. Askerler için ayn yargı düzeni kurma-
malıdır. Kısacası, öbür kamu hizmetlerinin örgütlen-
mesinden farklı bir örgütlenme, öbür kamu görev -
lilerinden farklı bir kamu görevlisi statüsu yaratma-
malıdır.
Ama öte yandan, tüm çalışanlar gibi askerlerin de
siyasal hakları kısıtlanmamalıdır. Ulkenin yöneti-
miyle ilgilenmek askerlerin de hakkıdır. Ancak bu il-
gi, sivillerle birlikte, uygun araçlarlasürdürülmeli-
dir. Yani sivil devlet memurları da, asker devlet me-
murları da öbür yurttaşlar gibi siyasal partilere uye
olma haklannı kullanabilmelidirler.
Silahlı Kuvvetler mensuplannın zaten var olan si-
yasal faaliyetleri, rejimin olağan mekanizmalanmn
içine çekilmelidir. Bundan ancak yarar umulabilir.
Kışlaya, okula, camiye siyaset girmesin. Ancak
bunu sağlamanın yolu, kışlada, okulda, camide gö-
rev yapanlan, siyaseti kışlada, okulda, camide yap-
mak zorunda kalmaktan kurtanp demokratik reji-
min vazgeçilmez öğeleri olan siyasal partilerin içine
çekmek değil midir?
EVET/HAYIR
OKTAYAKBAL
•«
DuşunceOzguriugu
Savaşı mı..."Nerede basın özgürlüğü varsa orada düşünce özgürlüğü de
vardır. Çünkü ikisı aynı ağacın iki dalıdır"
Emile de Girardin adlı bir Fransız yazarı 19. yüzyılın ortaların-
da böyle yazmış. İmparator Napolyon Bonapart da "Düşünce
özgürlüğü 19 yüzyılın kazandırdığı bir haktır" demiş...
Oüşünceye özgürlük, kişinin bir kenara çekilip kendi kendi-
ne, pis pis düşüncelere dalıp gitmesi değildir Nasrettin Hoca
1
nın hindisi de düşünüyor! Herkes bir şeyler düşünüyor, Ama bun-
lar gerçek anlamda düşünce değildir. Girardin'in dediği gibi yaz-
ma, düşüncesinı açıklama özgürlüğüdür düşünce özgürlüğünü
yaratan..
Açıklanmayan, yazıyla sözle başkalarına ulaştırılmayan bir dü-
şünce, gerçek anlamda bir düşünce değildir. Ancak özgürce dt-
şa vurulursa bir görüş, bir inanış, o zaman düşünce özgürlü-
ğünden söz edilebilir. Tarih boyunca en çok savaşılan, uğruna
en çok kurban verilen konu budur, düşünce özgürlüğü...
Sabahattin Eyuboğlu, düşünce özgürlüğü konusunda der ki:
"Özgür düşünce, bütün kalıpları, altından da olsa bütün ka-
feslerı, bütün yasakları yıkan düşüncedir. Böylesi düşünce an-
cak kulluğun her türlüsünü, Tanrının kulluğunu bile hoş görme-
yen bir dünya görüşüne açılmakla olabilir. Böylesi bir dünya gö-
rüşüne açılmaksa insanı, yaşayamayı hor görenlerin harcı de-
ğildir" Eyuboğlu yazısında Atatürk döneminin Adalet Bakanı Prof.
Mahmut Esat Bozkurt'un bu konudaki görüşlerini de aktarmış:
"Fikrin en tehlikelisi gızli kalanıdır. Herhangi bir fikri açıkça
ortaya koymak ve eleştırmek, eğer muzır ise onu önleyecek ça-
relerin başında en başında gelir. Fikirler işkence ile imha edile-
mezler. Tek çare herhangi bir fikrin karşısına daha kuvvetli fikir-
lerle çıkmaktır. Clemenceau der kı: Cumhuriyetçi ve demokrat
doğdum ve öyle öleceğim. Fakat itiraf etmeliyim ki demokrasi-
nin haykıran ıstıraplarını Marx'ı okuduktan sonra duyabildim."
diyor Bozkurt..
Masamda Türkiye'nin değişik cezaevlerinden gelen mektup-
lar var. Bartın Özel Tıp Cezaevin'den Veli Yılmaz, Osman Talu,
ÇanakkaJe E Tipı Cezaevin'den Fikret Ulusoy, Mustafa İnç, İr-
fan Aşık, Emin Taş. Kâzım Arlı vb. Kimi otuz kimi yüz kimi yedi
yüz yıl cezalara çarptırılmış genç gazetecıler . Büyük basın de-
nilen gündelik gazetelerimizın pek çoğunun gözünde bu arka-
daşlar 'gazetecı' sayılmıyor! Cemiyet üyesi olmadıkları için mi
bilmem! Ama sıkıyönetim mahkemeleri hepsini basın suçu işle-
dikleri için mahkûm etmiş. Gazeteci olarak mahkûm edilmişler,
ama basının bir kanadına göre bu gençler 'gazeteci' değil!
Bu mektuplann birinden bir bölüm aktarıyorum: "Bizim yar-
gılandığımız 141 ve 142. maddelerden yargılanan Kutlu ve Sar-
gın tahliye edildiler. Onlar da 142. maddeyı bir kaç kez ihlal et-
mekten yargılanıyorlardı. Onların şansı, bu dönemde yargılan-
malarıydı. Bizim şansızlığımız ise askeri mahkemelerde yargı-
lanıp hüküm giymiş olmamız." Başka bir gazeteci hükümlü şöy
le diyor: "Kutlu ve Sargın'ın 28 ay tutuklu kalmaları kamuoyu vic-
danını sızlattıysa, insanlık tarihinin neredeyse mılat sonrası za-
mana eş süreyi karşılayan cezalara çarpılmış bizlerin 10 yıllık
tutsaklığımızın, bu vicdanlarını herhalde parçalaması gerekir."
Genç gazetecilerin bu haklı seslenişlerine aldırış etmemek in-
sanlık dışıdır. Bütün suçları -suç sayılırsa- düşüncelerini çıkar-
dıkları dergi ve gazeteterde belirtmeleri, ya da yaa müdürü ola-
rak bu tür düşünce yazılarını yayımlamış olmalarıdır.
Yazar ve şair arkadaşlar bu olayı kınamak amacıyla bir yürü-
yüş düzenlediler, vilâyetten gereken izni de aldılar. Buna rağ-
men bu yürüyüş yine vilayetçe engelendi. Sanırım bu ayın
29'unda Türkiye Yazarlar Sendikası ve Türkiye Pen Kulüp üye-
lerinin de katılacağı bir yürüyüş yapılacak. TYS'nin Yüksekkal-
dırım'daki merkezinde yarın Sendika ve Pen Kulüp üyesi arka-
daşlar bir araya gelerek konuyu tartışacaklar. Çarşamba günü
de TYS Genel Başkanı olarak Pen Kulüp Başkanı Yaşar Kemal'le
birlikte düşünce özgürlüğü konusunda bir basın toplantısı ya-
pacağız. TYS ve Pen Kulüp üyesi tüm yazarların TYS salonun-
da düzenlenen yarın saat 17.00'deki toplantıya gelmelerini bek-
liyoruz.
Düşünce özgürlüğünü savunmak herkesten önce yazarlann,
şairlerin, düşünce adamlarının görevidir. Bu görevin bilinciyle...
Çalışma Özgürlüğü ve Ceza Kanunu
Devlet, hizmete alacağı kişinin bazı niteliklere sahip olmasını
isteyebilir. Fakat devlet idaresi ile hiç ilgisi olmayan bir suç
işlemiş olan eski hükümlüyü işe almamak haksızlık değil
midir?
Prof. Dr. FARUK EREM
Anayasamız(md.48) şu hükmügetirmiştir:
'' Herkes, dilediği alanda çalışma.. hürriyetine
sahiptir". Anayasa çalışmayı hem bir hak ve
hem de bir odev saymış, bu hakkın varlık ko-
şullarını da (ücret, dinlenme, sosyal güvenlik,
işsizliği önleme gibi) açıklamak lüzumunu duy-
muştur. Bu anayasal hükme karşın ceza kanu-
numuzda yer alan "kamu (amme) hizmetlerin-
den yasaklık" ve "meslek ve sanatın icrasının
durdurulması" cezaları çalışma özgürlüğü ile
çatışma halinde değil midir?
Bu "ceza"ları öngörenceza kanunumuzun
anayasaya aykın olduğu tartışılmaktadır. Kal-
dı ki "insan hakları evrensel bildirisi"nin 23.
maddesinde şu hüküm yer almaktadır: "Her-
kesin çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve
elverişli çalışma şartlanna ve işsizliktcn korun-
maya hakkı vardır. Herkesin hiçbir aynm göze-
tilmeksizin eşit iş karşılıgında eşit ücrete de hak-
kı vardır."
Her ne kadar ülkemizde haklann kısıtlanma-
sı mümkün ise de bu olanak ancak anayasanın
14. maddesinde gösterilen dunımlar için ge-
çerlidir.
Kamu hizmetlerinden
yasaklanmak
Adalet Bakanlığı'nda hazırlanan ceza kanu-
nu tasarısı (md. 71) gerekçesinde şöyle denil-
mektedir: "Bir suçun işlenmesinde rol oyna-
mayan bir meslek ya da sanatın ya da ticaretin
bu madde kapsamı dışında kalması ve böylece
hükümlünün bütün geçûn olanaklanmn kaldı-
nlması suretiyle cezadan beklenen amaçlara
ters düşen bir durumun ortaya çıkması engel-
lenmiştir". Bu düşünce haklıdır. Cezasını çek-
tikten sonra geçim olanaklanmn ortadan kal-
dırılmasının sakıncalan sayılamayacak kadar
çoktur. Uygar ve demokratik bir ülkede insan-
lar açlığa mahkûm edilemez.
a) Ceza kanunumuzun 31. maddesine göre
"beş seneden fazla ağır hapse mahkûmiyet,
müebbeden ve üç seneden beş seneye kadar ağır
hapse mahkûmiyet hükmolunan, cezaya mü-
savi bir müddetle hidemat-ı ammeden memnu-
iyeti müstelzimdir".
O halde bu amir hüküm, hükümlülüğün ne-
ticesidir, suçun niteliğine bağlı değildir. "Dev-
let idaresi" ile hiç ilgisi olmayan bir suçtan hü-
kümlülük halinde de uygulanır.
Devlet, hizmete alacağı kişinin bazı nitelik-
lere sahip olmasını isteyebilir. Fakat devlet ida-
resi ile hiç ilgisi olmayan bir suç işlemiş olan es-
ki hükümlüyü işe almamak haksızlık değil mi-
dir? "Memuriyetten mahrumiyet" yeterli bir
cezadır. Makul veizahı kabil bircezadır. Devlet
istemediğini meraur olarak kullanmak zorun-
da değildir. Fakat ıdare ile hiç ilgisi olmayan
suçlar için aynı şey söylenemez.
b) lküıci Dünya Savaşı'ndan sonra konu tar-
tışıldı. Devlet memuru olabilmek için ön soruş-
turma eleştirilmiştir. Hazırlanan bir rapora gö-
re (1) demokratik temel düzene bağlıhk bir zo-
runluluktur. Fakat şüphe halinde ise memur-
luğa alınmamak şüphenin aleyhe kabulü olur
ki bu da anayasaya uygun bir davramş değildir.
Devletin ilkelerine sadakatı aramak, hatta araş-
tırmak doğru mudur? İşe almadan önce "mıi-
lakat", bir çeşit "siyasal bahane" sayılabilir!
Anayasal zorunluluklan nazara almamak, gizli
anlayışlara olanak tarumak, böylece "belli dü-
şünce sahipleri"ni devlet kadrolarında topla-
mak, tersi düşünenleri dışlamak "demokratik
tutum" değildir. Ancak otoriler devlet anlayı-
şında idari ön soruşturma haklı görulebilir. So-
ruştürma sonucu, şupheli kişilerle akrabalık,
arkadaşlık, bazı toplantılara katılmak, önceler-
de bazı kişilerle evii olmak gibi haller memur
olarak kabuleengelolmamalıdır. Bunlar "me-
mur olma hakkı" açısından eşitlik kuralına ay-
kırıdır.
Muayyen meslek ve sanatın
icrasının durdurulması:
a) Ceza kanununun 35. maddesi hükümlü-
lüğün sonucu olarak şunu öngormektedir:
"...Resmi sıfatı veya icrası ait olduğu daireden
verilecek ruhsatname ve şahadetname gibi ve-
sikaya muhtaç olan bir meslek ve sanatı suiis-
timal suretiyle işlenen cürum ve kabahatlere
müteallık hükümlermahkûmu, mahkûm oldu-
ğu müddete" göre meslek ve sanatın icrasından
da mahrum bırakır.
b) Yukarıda bahsi geçen rapora göre özel
sektör işealmak için -hizmet dışı- bazı özellik-
ter ararsa bu, çalışma özgürlüğünü sınırla-
maktır.
özel hayata saygıya ilişkin anayasal (m.20)
kurallar karşısmda işe alınmada, özel hayatm
engel sayılması anayasaya aykırı değil midir?
İnsan Haklan Anlaşmasf na aykırı olmaz mı?
"Düşünce ve kanaatleri sebebi ile
kınanmamak'* (m.25) özel sektör için de geçer-
lidir. Kaldı ki "anayasa hükümleri.. kuruluş ve
kişileri" bağlar (m. 11).
Sonuç
Anayasamızın "antidemokratik hukumler-
den annması" resmi bir çaba haline gelmezse,
tam ve eksiksiz bir demokrasi kurmuş olama-
yız. Yukarıdaki açıklamalar sadece birer ör-
nektir.
Bu tür hükümleri ayiklamak konusunda on-
celeri başlatılan, fakat sonuç aiınamayan çalış-
malara devam etmek artık zorunlu duruma gel-
miştir.
(I) Le phenomene des mterdıctıon pro/essıonuelles (As-
socıatıon imernalionele desjurisles demokrates, Bruel-
ler, 1978). ss.S
OKURLARA.
OKAYGÖNENSÎN
Kime Hoşgörü?
G ünün konusu, Cumhurbaşkanı Özal'ın "Hodri
Meydan" programı. Ancak biz bu olayın yalnızca
basını doğrudan ilgilendiren, önemsiz gibi görünen bir
bölümüne değineceğiz. Uğur Dûndar
Cumhurbaşkanı'na, basınla ilişkilerinin bozulmasına
ilişkin bir soru soruyor. Özal yanıtında, eski
hoşgörüsünün sürdüğünü anlatıyor ve yalnızca bir tek
dava açtığını söylüyor. Önce işin birinci yani: özal ve
çevresinin çeşitli basın kuruluşlanna karşı açtığı dava
sayısı 42'dir; bu tazminat davalarının 2O"si kişisel
şikâyet üstüne açılmıştır ve istenen tazminatların tutan
1.5 milyar lirayı aşmaktadır. Bu davalardan 8'i bizzat
Özal tarafından açılmıştır ve istenen tazminat tutarı 500
milyon liranın üstündedir.
Ayrıca anımsatılması gereken iki nokta daha var:
Birincisi, aralarında lise öğrencilerinin de bulunduğu
çok sayıda yurttaş Cumhurbaşkanı'na hakaret
suçundan yargılanmaktadır; bilindiği gibi bu davalann
açılabilmesi Adalet Bakanlığı'nın iznine bağlıdır ve
teamül olarak da Cumhurbaşkanlığı'nın gayriresmi
onayı olmadan pek açılmazlar; eski
cumhurbaşkanlannın bu tür birçok davayı durdurduğu
da bilinmektedir İkinci nokta da "Yakınlarımın basına
karşı açtığı davalardan haberim yok" gibi bir
savunmayı geçersiz kılmaktadır. Çünkü basına karşı
özal ve çevresi tarafından açılmış tüm davalar aynı
avukat ve yardımcıları tarafından yürütülmektedir.
Diyelim ki Cumhurbaşkanı bu davalan anımsamıyor. O
zaman işin ikinci yani, yani gazeteciliğin temel ve basit
bir ilkesi gündeme gelmektedir. Önemli ya da önemsiz
herhangi bir kişiyle görüşmeye gidecek olan her
gazeteci, sorularını oluştururken belli bir hazırlık
yapmakla yükümlüdür ya da en azından konuyla iigili
birkaç notu elinin altında bulundurmalıdır. Gazetecinin
görevi, gerçekleri ortaya çıkarmaktır; bu nedenle
hazıriıklı ve bilgili olmak zorundadır. öyle olmadığı,
görüşmeyi yönlendirmek yerine karşısındaki kişi
tarafından yönlendirildiği zaman da gazetecilik .
jargonuyla "çanak soru sormak" gibi ağır bir
suçlamayla karşılaşması doğaldır.
Gazete arşMeri bugün cumhurbaşkanı olan Turgut
Özal'ın gazeteler, gazetecıler ve genel olarak Türk
basını hakkında, eleştiri sınırlarını zorlayan ya da aşan
sözleriyle doludur. "Basına karşı aynı hoşgörüm
sürûyor" sözü de ne yazık ki doğru değildir.
Başka bir anımsatma daha: Turgut Özal henüz
başbakan da olmadan, askeri yönetim sürerken
Tercüman gazetesine verdiği bir demeçte gazetemiz
için "Babıâli'nin Pravdası" deyişini kullanmıştı. Tabii ki
dava açıldı. özal bu arada başbakan olunca dava
uzadı durdu; sonunda geçen yıl Yargıtay da Özal'ın bu
sözleri hakaret kastıyla sarf ettiğini onayladı ve Turgut
Özal, cumhurbaşkanı olmaya hazırlandığı günlerde
mahkûmiyeti kesinleserek gazetemize 500 bin lira
ödedi.
Bu anımsatma yeterli...
^Ama sonuçta toplum olarak gerçek hoşgörüye çok
ihtiyacımız var...
İLAN
ESKİŞEHİR BİRİNCİ SULH CEZA
MAHKEMESİ'NDEN BİLDİRİLMİŞTİR
Sanıklar: Mehmet lbrahimoğlu, Ismail, Aysel'den olma 1962 do-
ğumlu, Bursa Yıldırım Emirsultan .MahaUesI nüfusuna kayıtlı, ha-
len Eskişehir Esnafsarayı Kat 3 No: 341/A'da oturur.
Ali Suat Sungur, Abdullah ve Ayşe Kıymet oğlu, 1962 doğumlu,
Eskişehir Merkez Akçağlan Mah. nüfusuna kayıtlı, halen Esnafsa-
ravı Kat: 3 No: 341 'A'da oturur.
Hukum ozetı: Yukarıda kimlikleri yazılı olan sanıklara Pamuk-
bank Eskişehir şubesince kendilerine verilen çek karnesini, banka-
nın geri istemesine rağmen ıade etmediği ve böylece Çek Kanunu'na
aykırı davrandığı anlaşıldığından,
Mahkememızin 20.2.1990 tarihli 1990/7-65 numaralı karanyla sa-
nıkların 3167 sayılı kanunun 13/1. maddesi gereğınce 60.000'er lira
ağır para cezası ile cezalandınlmalarına karar verilmiştir.
Bu karar samkların mevcut adreslerine tebliğ edilememiştir. Zabı-
ta tahkikatı ile de samkların yeni adresi tespit olunamamıştır.
Bu nedenle 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 28. maddesi uyann-
ca huküm özetinin ilanen tebliğine karar verilmiştir.
Hüküm, ilan edildiği tarihten yedi gün sonra sanıklara tebliğ edil-
miş sayılacaktır.
İlan olunur. 20.5.1990 \
Basın: 2786
ÇIKT1 BAYÎLERDE SANSÜRSÜZDÜR
emegın
* 4131e Başiayan Kararnameter
Zinarine Hayır * Birleşik Karşı
Koyuş Örgüdenmelı * Diktatörlûğün
Karamameter Saldınsı * 1 Mayıs:
Devrrna Güçterin Kararlılığmı kıra-
mazsınız * 0in Üstüne: Köte
• Merhaba Başkaldırı * Sosyalizmle Aydınlanmış 15-16 Hazi-
ranlar Gerek -k Beşikoi Mahkemede de Susmadı * 3. Yıl Şenlik-
lerimizde Gecs Tutuştu Avrupa Coştu A Kadın Sorununda Müca-
dele ve Örgütlenme Perspektifleri Üzerine
t«MM Adrttl: Ply.rloli Cıd. Dottkık Yurdu Sok. 1/ 11 Ç.Tay rST.
THE COMPANY:
MSD
MERCK
SHARP *
DOHME
The rapıdly growıng organisation for the sates and maıketıng of the products
of the vrortd's largest pharmaceuticals company
POSİTIONS:
1. Medical Director
2. Sales Trainer
REÇUIREMENTS:
1. Medical Director
• A degree in Medıcıne or Pharmacy and preierably addıtional MBA
degree
• Very good command of Englıstı
• Expenence ın the pharmaceutical seclor ıs a maıor advantage
• Completıon o( mılıtary service (male candıdates).
• Able to travel in turkey and abroad
2. Sales Trainer
• Unıversıty degree
• Very good command of Englıstı
• Capabılity to motıvate and traın people
• Experieıxe ın the pharmaceutical sector
• Ready to travel ın Turkey and abroad
• Completıon of milıtary servıce (male candıdates)
Candıdates fulfılling these requırements are kındly requested to send theır
C V s wıth a recent photo untıl latest July 9th. 1990 lo the folkmnng
address.
Merck Sharp & Dohme
Büyükdere Cad 205
80650 Levent - btanbul
1989/875
Davacı Ayşe Baysal vekili Av. Nizamettin Ezer ile davalılar Halil BaJkış ve ark. arasın-
daki taksim davasının yapılan açık duruşması sonunda:
Davalılardan Fetim Cengiz, Hayriye Demirbaş, Turgay Cengiz, Nazan Cengiz, Hatice
Altmöz, Ekrem Cengiz ve Mustafa Cengiz'in adlanna çıkartılan tebligata rağmen bulu-
CEYHAN SULH HUKUK MAHKEMESİ
namayan davahlann adlanna ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir.
Iş bu ilan dava dilekçesi ve davetiye yerine gecmek Uzere adı geçenlere duruşma günün
bırakıldığı 16.7.1990 günü saat 9.00'da hazır bulunmalan veya bir vekille kendilerini
temsil ettirroeleri hususunda 7201 sayılı kanunun 28.nci maddesi uyannca ilanen tebliğ
olunur. 28.5.1990
Basın: 46933
Günûk Htftı Om *bj«*« «• Tudnn I | I M H A+
Mûdûftit
Kimliği kaybettım.
Hükümsüzdür
HIDIR KARASOY
Askeri sağlık karnemi
kaybettim. Hukumsüzdür.
OSMAN ERDİNÇ GENÇ
Ehlıyetimi kaybettim.
Hukümsuzdur.
BAYRAM ARSLAN