25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER // HAZİRAN 1990 Büyük Sermaye Denıokrasiye Alışmadıkça... Türkiye'nin büyük sermaye kesiminin önde gelenlerinin fiyat artışlarıyla ilgili gerçekten çok yumuşak sayıîabilecek bir eleştiri karşısındaki tepkileri, ülkemizde demokrasinin işlerlik kazanması açısından gerçekten kaygı vericidir. Büyük sermaye kesimleri, tüm öbüf toplum kesimleri gibi, eleştiriye açık olabilmelidir... Prof. Dr. YAKUP KEPENEK Ülkemizde, geçenlerde çok ilginç bir tartışma ya- şandı. E>evlet tstatistik Enstitüsü'nün (DtE) Baş- karu Prof. Dr. Orhan Güvenen'in fiyat artışlarıy- la ilgili bir açıklaması, bir kısım işadamlarının çok yofun tepkisine neden oldu. O ölçüde ki, Prof. Gü- venen'in "Fiyat artışları üzerinde gelirlerini ken- disi belirleyebilen, gelirini enflasyona göre ayarla- yabilen..." kesimin etkileri bulunduğundan söz et- mesi karşısında özel sermayenin önde gelen sozcü- leri büyıik bir alınganlık sergiledi. Başkan'ın söz- leri "özel sektöre dil uzatmak" olarak nitelendi- rildi ve "ayıp" sayıldı. Hiç bir biçimde ilişki ku- rulamayacağının bilinmesine karşın Güvenen "Deniz Gezmiş'te kalmış" sayıldı (Milliyet, 6 Mayıs 1990). Yazıda, konunun nesnel ölçüler içinde irde- lenmesine çalışacağım. Pusula Ve... Bilindiği gıbi piyasa koşullarının egemen olduğu ekonomik yapılarda fiyatlar gerçek yol gosterici sa- yılır. Bu yargı özellikle 1980 sonrasında Ülkemiz- de uygulanmakta olan ekonomi politikası için ge- çerlidir. Fiyatlann yol göstericiliği, toplumun tum kesimleri için geçerli olmakla birlikte, bunun işa- damlan için çok özel ve kendine özgti niteliği bu- lunduğu da yadsınamaz. özel sermaye sahipleri, doğru yol göstericileri olmazsa ya da fiyatlar ger- çekçi olarak saptanmazsa, pusulasız gemi örneği, geleceklerini göremez. Ekonomiye ilişkin kararla- nnı sağlıklı bir biçimde oluşturamaz. Uretim, sa- tış, stok ve yeni yatırım kararları yarüış olur ve bu durum yalnız kendileri için değil, tüm toplum için olumsuz ve zararlı sonuçlar verir. DİE, son yıllar- da uygulamaya koyduğu yeni yöntemlerle, özellikle doğru fiyat verileri oluşturma yönünde olumlu ge- lişmeler sağlamaktadır. Gerçekte, Prof. Guvenen, kendi bilim dalında uluslararası üne sahiptir ve Ens- titü'nün başında bulunması, yalnız bu kurum için değil, toplumumuz için de bir şanstır. Çünkü Türki- ye'nin ekonomik ve toplumsal yapısıyla ilgilenen- ler, doğru veriler elde edememenin sıkıntısını çe- kiyor. Kaldı ki, surekli olarak var olan bu eksik- lik, 1980 sonrası hükümetlerinin tutumuyla çok da- ha önemli boyutlara ulaşıyor. Hükümet, 1985 sonrasında Sosyal Sigortalar Ku- rumu'nun (SSK), sigortalı işçilerin ücretleriyle il- gili verilerin yayımlanmasını yasaklamıştır. Bugün ülkemizde, ücretlerin gelişımiyle ilgili olarak sağ- lıklı sayısal veri sağlama olanağı bulunmuyor. Bu- nun gibi, DtE, 1984 sonrası için hayvan stoku ile ilgili sayıları yayımlamıyor. Ek olarak, dışsatım ürünleri fiyat dizini/dış-alım ürünleri fiyat dizini oranlan da aynı biçimde yayımlanmıyor. Ilginçtir, '12 Eylül-ANAP' döneminde toplumun ses çıka- rabilen tek kesimi olan iş çevreleri tüm bu sayıları sakiama girişimleri karşısında kayıtsız kaiabiliyor. Son on yıl boyunca, işsiziikle ilgili verilerin de tutarsız, uyumsuz ve bilinmezlik içinde olduğu be- lirtilmdidir. lşsizlik gibi çok önemli bir konuda, Türkiye gerçek sayısal verilerden yoksundur. Her- hangi bir ilçenin yıllık yağışlı gun sayısını sapta- yan ve yayımlayan kamu istatislik birimleri, neden- se bırakalım kırsal kesimi bir yana büyük kentler- de bile, kaç kişinin işsiz olduğunu, bunların kaçı- nın, örneğin lise mezunu olduğunu saptama gere- ği bile duymuyor. Oysa iş bulma, toplumsal yapı- nın varlık nedenidir ve iş isteyen bireylerine yete- neklerine uygun iş bulamayan bir toplumsal yapırun sağlıklı olduğu öne surülemez. Demokrasinin ge- çerli olduğu hangi ülke gösterilebiler ki, işsizlik so- rununa, gerçekçi verileri saptamayacak kadar ka- yıtsız kalabilsin? Demokrasi Olacaksa... Bu noktalar önemli olmakla birlikte, üzerindedu- rulması gerekli temel konu, değişik toplum kesim- lerinin eleştiriye açık olmasıdır. Ülkemizde de de- mokrasinin yerleşmesi açısından, büyük sermaye çevrelerinin eleştiriye açık olabilmeleri yaşamsal- dır. Büyuk sermaye çevreleri çok iyi bilirler ki, de- mokratik ortamlarda, tüm öbür toplum kesimleri gibi iş çevreleri de gerektiğinde eleştirilebilir. De- mokrasinin işlerlik kazandığı ülkelerde özel serma- yenin eleştirilmesi çok sıradan bir olaydır. Demok- rasilerde büyük sermayenin nasıl eleştirildiği üze- rinde bir kısım örnekler yeterli olacaktır. ABD, In- giltere ya da Fransa'da tüketicilere niteliksiz ve pa- halı ürün satan fîrmaların bu ürunleri satın alın- maz, bu yönde tuketici birlikleri çok duyarlı çalış- malar yürütür. Toplumsal tepki bununla da kalmaz, örneğin Guney Afrika'nın ırkçı hükümeti ile iş yapan firmaların ürünleri boykot edilir. Son yıllarda çevreyi kirleten işletmelerin urunlerinin sa- tın alınmaması da yaygın biçimde gorülüyor. Bu tür toplumsal tepkiler yalnızca büyuk sermayeye yönelik olmayabiliyor. Geçenlerde Çernobil kaza- sının yıldönuınunde Ukrayna'da yapılan bir gös- teride "Çernobil suçlulan yargılansın" pankartı okunuyordu. Türkiye halkı bir yıl boyunca radyas- yonlu çayı 'zararsız' diye içtikten sonra, Çay-Kur elindeki 50 bin tondan fazla radyasyonlu çayı ne yapacağını düşünüyor. Doğu Alman haikının de- mokratikleşme sürecinde yaptığı ilk işlerden biri, sivil polisin merkezindeki belgajeri açığa çıkarmak ve yakmak oldu. Dünyada bu gelişmeler olurken, Türkiye'nin bü- yuk sermaye kesiminin önde gelenlerinin fiyat ar- tışlarıyla ilgili gerçekten çok yumuşak sayıîabile- cek bir eleştiri karşısmdaki tepkileri, ülkemizde de- mokrasinin işlerlik kazanması açısından gerçekten kaygı vericidir. Büyuk sermaye kesimleri, tüm öbür toplum kesimleri gibi eleştiriye açık olabilmelidir. Eleştiriye açık olma, gerçekte, demokrasi için bir önkoşuldur; uygun deyimiyle birinci basamaktır. Eleştiri ve karşı eleştirilerin düzeyinin yükseltilmesi, demokratikleşme sürecinin ikinci basamağını oluş- turur. Değişik toplum birimlerinin kendi çıkarla- rıyla toplumsal çıkarın uyumu ve sağlıklı gelişimi yalnız ve ancak bu yaklaşımla olanaklıdır. Doğrusu, demokrasinin işlerlik kazandığı top- lumsal yapılarda tartışılmaz ya da "tabu" sayılan konu, kavram ve toplumsal kesim olabileceğini du- şünmek bile demokrasi kavramıyla bağdasmaz. De- rece derece içine girilen tartışmazhk ve gizlilik, de- mokrasinin yokluğunun da düzeyini belirler. Türki- ye'nin büyuk sermaye kesimleri kendilerini eleşti- ri üstü gördüklerinde, örneğin devletin gelir ve gi- derlerinin kullanımmda, verdikleri vergilerin ne öl- çüde askeri harcamalara, ne ölçude de sağlık ve eği- tim giderlerine aynldığı gibi konularda söz söyleme hakkını nasıl kullanacaklardır? Sonuç Demokrasi "tabu" tanımaz; demokraside tartış- ma dışı olabilecek tek nokta halkın özgür istenci- nin belirieyiciliğidir. Bu nedenle, gücü olanın, bu gucün kaynağı ister sermaye olsun, ister silah ol- sun, kendini tanışmazlık zırhının içine alması, top- lumsal yapıyı hastalıklı kılar, giderek çökmesine yol açar. Hiç bir toplum kesimi, kendisini eleştiri dışı görmemelidir. Türkiye'nin demokratikleşmesi sürecinde, tartı- şılmaz alanların çokluğu dikkat çekicidir. Toplum tartışmasız konuların çokluğundan doğan ikili du- rumları surekli yaşıyor. Böyle olunca da, toplum- sal sorunlarm tartışıiması ve bunlara sağlıklı çö- zümler uretümesi, yerini çok sığ, yapay ve anlam- sız bir tartışma ortamına bırakıyor. Toplum, yal- nızca seks ve sporun serbestçe tartışılabildiği bir or- tama sürukleniyor. Oysa bu sürecin uzun dönem- de, kendilerini tartışma üstü görenlerin bile işine yaramadığı bilinen bir gerçektir. EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Sanata, Kültüre İlgi... SHP'li belediyelerin küttürtoplantıları,sanat şenlikleri düzen- lemelerinı eleştirenler çıkıyor. Neymiş, belediyeye mi düşermiş böyle işler! Onlar çöp, su, kanalizasyon vb. işlerle ilgilenmeli imiş- ler! Bir belediyenin sanat ve kültür alanlarında çalışmalar yap- ması, öteki alanlarda etkin olmasına engel mi? Gün geçmiyor ki Anadolu'da ya da Trakya'da bir belediyeden çağrı gelmesin. Yetişmek olası değil hepsine. Hem vakrt yok hem de bunca yere gidip gelmek gücü... Ama ben bütün kültür şen- liklerini ilgiyle izliyorum. Gidebiirsem sevinç duyuyorum. Yöre haikının ilgısini, yazariara, sanat- çılara sevgısini görerek... 2 hazıranda Salihli'de şair dos- tum Salâh Birsel ile ilgili birtop- lantı yapıldı. Belediye Başkanı Zafer Keskıner ile sanat tarihçi- si dostum Şadan Gökovalı'nın yıllardır başanyla sürdürdükleri 'Şiir İkindilerı' bu yıl Salâh Bir- sel'e ayrılmıştı. Ben de çağrılıy- dım. Ne yazık ki çok istediğim halde türlü nedenlerle Salihli'ye gidemedim. Önümüzdeki yıldan itibaren 'Salıhli Şıir İkindilerı' uluslarara- sı bir nitelik kazanacak. Başkan Keskiner Salihli'de çıkan 'iz' der- gisinde bu konuda şu bitgileri ve- riyor: "Bir aksilik çıkmazsa 'Güz 90' uluslararası şıir ikındilerimizin il- kini oluşturacak. Bundan böyle yılda ya bir tek uluslararası ya da biri ulusal, biri ilk uluslararası ol- mak üzere iki "ikindi" düzenle- yebıleceğız." Ülkemizin sanat ve küttür de- ğerlerini uluslararası düzeye cı- kartmak, tanıtmak, sevdirmek en başta devlete düşer. Ama TRT başta olmak üzere ANAP etkisi altındaki devlet örgütlerinde sa- nata, kültüre gerçek anlamını ve değerini vermek eğilimi yok. Ne kadar yeteneksiz kişi varsa onlar el üstünde tutuluyor! TVI'de iz- ledığimiz sanatla, yazınla ilgili programların ilkelliğı gözler önünde! Değerli yazar Nedim Gürsel 1 den bir mektup aldım. Şöyle ya- zıyor: "Fransa'da her yıl iki kez 'Les Belles Etrangeres' adıyla bir ya- bancı ülkenin edebiyatı tanrtılıyor. Örneğin bu yıl Yunan ve Avust- ralya edebiyatlan tanıtıldı. Bir dizi etkinlik çerçevesinde yapılan bu tanıtımı Fransa Kültür Bakanlığı ile söz konusu yabancı ülkenin kültür bakanlığı ikili ilişkiler çer- çevesinde düzenliyorlar. Basın ve televizyonun da katıldığı, cn kadar yabancı yazarın davet edil- drğı, artık kurumlaşmış, oldukça önemli bir etkinlik "Les Belles Et- rangeres"... Kültür Bakanı Zey- bek, Kanunı sergısınin açılışı için Paris'e geldiğinde Türk edebiya- tının Fransa'da tamtılması yönün- de neler yapılabıleceğini sormuş. Büyükelçimiz Pulat Tacer'le bir- likte bu toplantının 1992'de Türk edebiyatına ayrılmasını Fransa Kültür Bakanı Jack Lang'a öne- rebileceğini söylemiştim. Fransa Kültür Bakanlığı bu öneriyi kabul etmiş. Ne var ki bizimkileri, yani kültür bakanhğındaki ilgili kişileri biraz harekete geçırmek gereki- yor. Çünkü konuyla pek ilgilen- miyorlarmış." Gürsel, eöebiyatımızın Fran- sa'da tamtılması için bu toplan- tının önemli bir fırsat olacağını, bu etkinlik gerçekleşirse birkaç Türk yazannın daha Fransızca- ya çevrilmesinin kolaylaşacağını yazıyor. Türk edebıyatıyla ılgile- nen yayıncılar bulunduğunu, ama bunu sağlamak için "Les Belles Etrangeres "e katılma ta- rihinın en kısa zamanda saptan- ması gerektiğinı yazıyor. Denecek ki 'Böyle bir toplan- tıya ANAP'ın kültür bakanı ya da bakanlığı hangi yazarlan gönde- rir, hangi yapıtların çevrılmesinı önerir?'. Kendi anlayışına yakın olanları, yazınımızın en önemsiz kişiterini elbet! Solcu, muhalif, zararlı saydığı değerlerimızi na- sıl olsa dışlar! O zaman da ANAP'ın kendinden saydığı kişi- leri "işte Türk yazını" diye orta- (Arkası 19. Sayfada) 'MJSTRALIAMSUSINLİSSCOLL 1 SIONEY PERTft CANBERRA MEIBOURNE «0EUI0E AVUSTRALYA DA INGILIZCE GENEL İNGİLİZCE-TURİZM-BİLGİSAYAR-YÖNETICIÜK KURSLARI AVUSTRALYA-AMERIKA-INGILTERE UNIVERSlTELERINE KESIN GIRIŞ EĞITIMINIZ SURESINCE PART TIME ÇALIŞMA OLANAĞI TEK A Ş (1) 362 39 59 - (1) 362 40 96 BAĞDAT CAD NO 510/6 BOSTANCI-ISTANBUL ANKARA IRTI8AT BUROSU (4) 230 07 54 - (4) 230 06 87 IZMIR IRTIBAT BUROSU (51) 316724 F A K S I M I L E Servis Güvencemizle Bilar Bilgi Araçları Ticaret A.Ş. Istanbul Tel: 91 11 175 38 00 (6 Hal) Ankara Tel . 9(4ı 11? 85 60 |4 Hal) CUM0HURIVEP7E/V OKURLARA. OKAYGONENSIN Stres... G azetecilik mesleğine özgü bir hastalık denilince, artık genellikle stres üstünde birleşiliyor. Elbette çağdaş yaşam ya da içinde bulunulan toplum ve ülke koşullan nedeniyle gazetecilik mesleğinin ötesinde bir yaygınlığı var stresin. Ama hangi ülkede ve genel koşullar içinde oluharsa olsunlar, bütün dünya gazetecilerinin ortak illeti durumunda. Niçinleri oldukça basit: Uzun saatler alan, yoğun konsantrasyon gerektiren bir çalışma tarzı; normal insanlardan farklı bir zaman kavramı ve "yetişme" kaygısıyla yaşamak; bunların sonucu aile ve çevre ilişkilerinde uyumsuzluğa düşmek vb. Geçen yıl ABD'nin Philadelphia kentinde toplanan Araştırmacı Muhabir ve Gazeteciler Ulusal Konferansı bir oturumunu bu konuya ayırmış. . Konuşmacılann vardıkları sonuçlar yine aynı, yakınma konuları farksız: Fark etmeden işkolik olmak, aile yaşamının yok olması, çevreyle ilişkilerin en alt düzeye inmesi. Bu arada saptadıklan bir başka durum da stresin en üst düzeyine ulaşıp bıkkınlık ve her şeyi terk etme noktasına ulaşan ve mesleği bırakan çok sayıda gazetecinin de bir süre sonra yeniden "yuvaya dönmesi"... Bir televizyoncu bu yaşamı şöyle özetliyor: "Gazeteciler gördüğüm en sabit fikirli insanlar. Haftada 7 gün ve günde 24 saat yaptıklan iş hakkında konuşuyorlar." Vö onlann en yakınlarındaki insanlar? Le Monde'un kurucusu ve 25 yıllık yöneticisi Hubert Beuve-Marfnin eşinin hem üzüntü hem gururia sık sık şöyle dediğini yakınları aktarıyor: "Benim kocam yok, çocuklarımın babalan yok, ama Le Monde'un bir yöneticisi var.." •k 2000'li yıllarda gazeteler ne olacak? Teknolopk gelişmeler, televizyonun atılımı, daha az okuyan, daha az zamanı olan yeni kuşaklar... Dünyanın her yanında yazılı basının geleceği bu kavramlar ve kaygılar çevresinde tartışılmaya daha da devam edecek. Amehkan Associated Press Ajansı'nın yazı işleri müdürleri birliği, yine bu soruları tartışmak üzere geniş bir araştırma yaptırtmış. Sonuç hem çok iyi hem çok kötü... Yani bir bölüm gazeteci ve araştırmacı 2000'li yıllarda yazılı basının geleceğini çıkışsız görürken iyimser ve farklı görüşler de araştırmada yer alıypr. NBC televizyonundan John Chancellor'un görüşü aktarmaya değer: "Yazılı basın, güçlü haber ve bilgiyi iletmek için en iyi yoldur. Gazeteler bugünkü yapılannı korurlarsa gelecekleri parlak olacaktır. Televizyona benzemek çözüm değiidir. Renkli ve cafcaflı sayfalar da çözüm değiidir. Başarının yolu, okuyucunun neyi (Arkası 19. Sayfada) Türkiye'de ilk kez ...Töbank'tan HESAP: l.-I HESAP T nedir? Tasarruflarımz, çekleriniz özel kredileriniz, kredi kartlannız için ayrı hesaplara artık gerek yok! TÖBANK, ayrı ayrı izlemek zorunda olduğunuz tüm bu işlemleri şimdi Tek Hesap'ta çözüyor... Türkiye'de yepyeni bir uygulama başlatıyor: HESAP T size ister nakit, ister çek, ister kredi kartı ödemeleriniz için "özel kredi" sağlıyor. Hesabınıza yatırdığınız paralar kullandığınız krediden hemen düşülüyor. Nakit sıkıntısı çekmiyor, yüksek faiz yüküne ginniyorsunuz. Her an hazır kredi... Artık, "bankada yeterli para var mı" diye sürekli hesap y apmayacaksınız! Varsın ihtiyacınız, tasarruflannızdan fazla olsun. TÖBANK HESAP T ile 5 milyondan 15 milyona kadar nakit çekme imkânı sağlıyor. İhtiyacınız olan parayı istediğiniz zaman çeker, istediğiniz süreyle kullanırsınız. Tasarruf hesabmızdan para çekercesine, rahatca... Her an karşıhğı hazır çek! ...Ve tam aradığınız kredi kartı! Çeklerinizi yazarken "hesabımda yeterli bakiye var mı" derdinden kurtuluyorsunuz! Bir başka hesabınızda para varken, hatta o bankada krediniz olduğujıalde belki üç-beş yüzbin, belki birkaç milyon lira için, "yeterli bakiye yoktur" * gerekçesiyle çekleriniz dönmüyor. TÖBANK, HESAP T ile çeklerinizin karşılıksız kalan miktarım anında ödüyor. TÖBANK - VISA ile yapacağınız tüm harcamaların tutan, yine HESAP T kapsamında sizin adınıza düzenli olarak ödeniyor. Yeterli paranız varsa hesabınızdan, yoksa kredinizden. TÖBANK'a gelin, siz de "hesabını bilenler" arasına katılın. Tüm ihtiyaçlarınızı Tek Hesap'la karşılayın! Hesabını bilenlere özel 4? Töbank'aözgü TOBANK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle