25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 18 MA YTS 1990 Türk heyetini taşıyan muhripfırtınaya tutulmuş, fındık kabuğu gibi sallanmaya başlamıştı; SadeceMenderes ve Zorlu ayakta kaldı Menderes'in oldukça iyi İngiliz- cesi vardı. Liseyi Izmir'deki Ame- rikan Koleji'nde okuduğu ve do- layısıyla bu dili kuçuk yaşta oğren- meye başladığı için telaffuzu da iyiydi. Bununla beraber, bu dili ancak gerektiğinde konuşurdu. Bu konuda iddialı olmamakla be- raber, bu işi birçok iddialı olan- dan daha iyi becerirdi. Uluslara- rası (oplantılarda daha evvelden hazırlanan metinleri dili çalmadan ve gayet güzel okurdu. tkili te- maslarda da gerektiğinde, konuş- maları tercümansız yürütebilirdi. Dış politikanın günlük idaresi- ne, gerekli olmadıkça karışmaz, bu işi Dışişleri Bakanı ve bakan- lıgın üst düzey yöneticilerine bı- rakırdı. Tabiatıyla, önemli dış po- litika kararları daima Başbakana arz edilir ve onun talimatı alınır- dı. Menderes zamanında dış po- litika duzenli bir koordjnasyon al- tında yürutülmüş ve her kurulu- şun kendi bildigi gibi dış temas ve ilişkileri yürutmesi gibi bir karga- şa hüküm surmemiştir. Ben, görevim çerçevesinde, Başbakan'a, yabancı ulkelerdeki ternsilciliklerirnizden gelen açık ve kapalı lelgraf ve önemli raporla- n günlük olarak arz ederdinı. Ay- nca, boş vaktini bulabildiğirade, yabancı basında, özellikle Türki- ye ile ilgili haber ve yorumlar hak- kında kendisine özet bilgi verir- dirn. Benim görev sürernin, özellik- le son dönemi, iç politika, olay- lar dolayısıyla, artan öncelık ka- zandığı için Başbakan'ın dış po- litikaya ayırdığı zaman daha ön- ceki dönemlere nazaran daha az olmuştur. Ancak Başbakanlığının ilk yıllarında, mesela Kore sava- p, Kuzey Atlantik tttifakı'na üye olma ve Ortadoğu'da bölgesel sa- vunma düzenlemeleri gibi konu- larla çok yakından ilgilendiğini dosyalardan biliyorum. Kendisi ile birisi 1957'de Kara- çi'de, diğeri 1959'da Waşington'- da olmak üzere Bağdat Paktı'run iki zirve toplantısına katıldım. Bi- rincisinde, hazırlıklara faal olarak katılmış toplantı için hazırlanmış konuşmalan titizlikle incelemiş ya bazı değişiklikler yapmış veya ba- zılarını baştan kendisi dikte etmiş- ti. Waşington toplantısında ise hazırlanan metinleri aynen oku- Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Riistü Zorlu, tspanya gezisi sırasında General Franco tarafından da kabul edilmişlerdi. Muhripler Valensiya limanını terk ettikten sonra büyük bir fırtına koptu ve her geçen saat şiddetini arttırdı. Muhripte bulunan heyet mensuplarını yavaş yavaş deniz tutmaya başladı. Yatağa düşenlerin sayısı giderek artıyordu. Fırtınanın bitmemesi üzerine Mayorka adasına gidilmesine karar verildi. Bazı kişilerin dayanacak halleri kalmamıştı. Bunun üzerine Türkiye'ye uçakla dönülmesi önerileri başladı. Menderes "Denizci arkadaşlara ayıp olur" diyordu. Ancak ısrarlar üzerine uçakla dönmeye razı oldu. muştu. Bunda Bağdat Paktı'njn canlıhğını kaybetmeye başlaması- nın da rolü olmakla beraber, iç politikanın, Başbakanın çalışma- sında giderek artan önem kazan- ması herhalde asıl nedendir. Menderes'in, Ankara'da ya- bancı büyükelçilerle teması, be- nim görev dönemimde oldukça kısıtlı idi. Başbakan, ancak çok önemli konularda veya bir siyasi mesaj vermek gerektiğinde yaban- cı büyükelçi kabul ederdi. Bu uy- gulamayı bilen yabancı büyükel- çiler, normal rnüracaat mercii olan Dışişleri Bakanlığı'ru atlama hevesine kapılmamışlardır. Kabul ettiği büyükelçiler, daha ziyade büyük devletler veya me- sela Pakistan gibi bize çok yakın ülkeler büyukelçileri idi. Bu sey- rek temaslarda görüşülenler hak- kında, Dışişleri Bakanlığı'na da- ima bilgi vtermiştir. Bu suretle, devlet idaresûıde, yabancüann ya- rarlanacaklan kopukluklar pek olmamıştır. Diplomaside yerleşmiş uygula- maya uygun olarak, Ankara'da- ki büyükelçilikler milli günlerin- de tertip ettikleri kabul resimleri- ne başbakanı da davet ederlerdi. Menderes, birkaç istisna hariç, ge- nellikle bu davetlere gitmezdi. Başka ülkelerde de olağanüstü bir neden olmadıkça, başbakanların bu gibi davetlere gitmeleri olağan değildir. Zaten bu tip kalabalık toplantıları sevmez, mecbur oldu- ğu hallerde gittiğinde sıkıntı duy- duğu belli olurdu. Yabana ülke devlet başkanı veya başbakanla- nnın Türkiye'yi ziyaretleri vesilesi ile bu ülkeler büyükelcilerinin ter- tip ettikleri ve dolayısıyla katılma- nın gerekli olduğu hallerde de bu davetlere âdeta zorla giderdi. Başbakanlıktaki görev sürem içinde Kral Hüseyin, ABD Başka- nı Eisenhovver, Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han, Federal Al- manya ekonomik mucizesinin ya- ratıcısı olarak tanınan Prof. Er- hard ve İtalyan Başbakanı, Tür- kiye'ye resmi ziyaret için geldiler. Bunlarla yapılan resmi göruşme- lerin hemen hepsinde, Türk heye- tinde ağırlıklı söz sahibi Mende- res'ti. Dışişleri Bakanı Zorlu ve bakanlık ekibi ile gerekli istişare- leri yapıyor, gerektiğinde Zorlu'- ya sciz veriyor, falcat karar aşama- sında son sözü kendi söyluyordu. Devlet başkanlan düzeyindeki toplantılarda, her ne kadar Bayar toplantıları açıyor, giriş konuşma- larını yapıyor ve gereğinde kısa mudahaJelerde bulunuyor idiyse de göruşmelerde ağırlığın hükü- met başkarunda olmasma dikkat ediyordu. Menderes de Bayar'a saygılı davranıyor, onun rolü ol- mayan bir kimse şeklinde görün- memesine özen gösteriyordu. Göreve başladıktan sonra Baş- bakan ile birlikte katıldığım ilk yurtdışı ziyaret, tspanya'ya >apı- İan ziyaret oldu. Bu ziyaret Lond- ra uçak kazasından, kısa bir sure sonra yapılıyordu. Büyük bir ih- tımalle bu kazadan ürkmüş olan- lann telkini ile İspanya'ya savaş gemileri ile denız yolundan gidildı. Bu telkini yapanlann gösterdık- leri gerekçe de Turkiye ve Ispan- ya'nın tarihte Akdeniz'de en bü- yuk deniz gücü oldukları, deniz yolu ile gitmenin bunu vurgulaya- rak jest olacağı idi. Aslında ne Menderes ne de Zoriu'da uçağa binmek hususunda herhangi bir endişe mevcut değildi zannediyo- rum. Deniz yolu ile'gitmeyi, ileri surülen gerekçeye katılmaktan çok, uçakla gitmekten endişesi olanlan rahatlatmak için kabul et- tiler. Neticede iki savaş muhribi ile yola çıkıldı. İlk olarak Barselona- ya gidildi. Burada yerel yetkililer, varış saati ile akşam heyeti Mad- rid'e göturecek özel trenin kalkış saati arasındaki birkaç saatlik za- manda, tarihi bir şatonun bahçe- sinde, Ispanyol halk oyunları gös- terilerinin de yapıldığı bir kokteyl \erdiler. Heyetın Ispanya ile bu ilk temasında Başbakan'ın ziyaretine O2el bir itina gösterildiği hemen fark ediliyordu. Nitekim, bu ilgi ve itina bütun resmi ziyaret boyunca devam et- ti. Madrid'e, sadece yataklı vagon- lardan kurulu özel trenle yapılan seyahattan sonra ertesi sabah va- nldı. Başbakan, istasyonda toren- le karşılandı. Selam resmi ifa eden askeri tören kıtasmın teçhizatı ara- sında kazma ve kürekler de var- dı. Ertesi gün Ankara'dan gelen basın bulteninde, bir gazetemizin, "Başbakan Madrid'de kazma kii- rekle karşılandı" diye başlık attı- ğı görüldu. Ziyaretle ilgili bu ilk yorum, tabii Başbakan'ın canını sıktı. Ziyaretin asıl amacı Akdeniz- in iki ucunda bulunan iki ülke arasında ilişkilere bir canlılık ge- tirmek idi. Arada bir sorun da bu- lunmadığı için Madrid'de yapılan resmi görüşmeler, daha çok bu amaca yönelik oldu. Daha önce de işaret ettiğim gibi Ispanyol ma- kamları, Başbakan'ın bu ziyareti- ne belirli bir ilgi ve özen göster- diler. özellikle General Franko, Baş- bakan'ı kabul ettikten başka, ken- disine büyük bir yemek de verdi. Resmi temaslar dışınc'a kalan za- manlarda, başbakan ve heyet ta- rihi yerlere ve Madrid'in ünlü mü- zelerine gotüruldü. Daha sonraki dış gezilerde de tespit ettiğim bir husus, başbakanın dış gezilerde, resmi programda ongörulen faa- liyetler dışında kalan zamanda vaktini otelde geçirdiği, o sırada ülkede çok şeyin kıtlığı bulunma- sına rağmen, alışveriş yapmak ve- ya yaptırmâkla bir ilgisi olma- dığıdır. Programdan arta kalan zaman- larda, her seyahatte heyette bulu- nan çocukluk arkadaşı milletvekili Rıfal Kadızade ile otel odasında bezik oynamakla vaktini geçirir- di. Tespit ettiğim diğer bir husus da ev sahibi ulkenin, her düzeyde görevlisine gayet nazik davranma- sı idi. Kendisi refakatinde bulunan veya gittiği yerlerde karşılaştığı, alt duzeyde olanlar da dahil, butun görevlilerin elini sıkıp kendileri ile nazik ve mutevazı bir şekilde ilgi- lenmeyi ihmal etmezdi. Bu da ta- biatı ile temas ettiği kimseleri et- kiliyordu. Nitekim Madrid'deki genç pro- tokol görevlileri, bana, şimdiye kadar, tevazu ve nezaketi ile ken- dilerini en çok etkileyen yabancı ziyaretçinin, Menderes otduğunu gayet içten bir şekilde ifade ettiler. Sayıları pek fazla olmamakla beraber, dış ziyarete katılan bazı heyet mensupları arasında, Men- deres'in bu dikkatli tutumuna uy- mayanlar da çıkabiliyordu. Bazı- ları alışverişte, bazıları gezip toz- mada aşırılıklara kaçiyorlardı. Bu durumun şu veya bu parti veya ke- sime has bir hal olmadığını, mes- teğimin daha sonraki dönemlerin- de, çeşitli hükumetler döneminde katıldığım resmi ziyaretlerde de T A nt; A y ü R EK4 0 Y I L I N A R D IİN D A N D P İ K T İ D A R I Demokrat Parti, 'müşterekdevlet başkanı adayı' hikâyesini canlı tutmaya çalışıyordu CHP'de cumhurbaşkanlığı umutları "MOIi Şef'in demokrat kişiliğini sindirmek için tek ba- şına yola çıkan gazete, Ulus'tu. Bu arada tnönu de DP'nin "Şef zulmünü" sömüren propagandalarına yeri ve zama- nı aeldiğinde yanıtlar veriyordu. Inönü, "İnsafınıza müracaat ederim" diyordu. "Bugiin roemleketin en uç yerinde toplantılar >apılan bir diktalor- lük görolmuş miidür?" Devlet ve parti kadrosu dışında hemen her kesim CHP'ye karşı öylesine birleşmişti ki, İnonu ile çevresinin \e L'lus'- un çabaları fazla değer taşımıyordu. Ulus ve CHP gerçe- ğin acaba farkında mıydı? CHP'de çok parti rejimine karşı çıkan "mufrit sesler" kesilmişti. Hatta daha değişik sesler. kampanya sırasında işitildi. Örneğin Cemil Sait Barlas'ın "Ekonomi açısından mülkiyeti tamyoruz. Sosyal adalet açısından sosyalist ve köjlü partisiyiz" diyen vurgulamaları ilk kez halka iniyordu. Ulus'un yazar çizer kadrosu, hemen her gün birinci say- fadan son sayfaya kadar DP'ye saldırıyordu. Soldan sağa aşamalardan geçerek Ulus'ta karar kılan unlu romancı Pe- yami Safa'ya göre, "Muhalefelin gozleri hastaydı." "Muhalefet" diyordu Peyami Safa; "Viraneleri görur, biraz ötesindeki parklan. beledi>e bahçelerini gormez. Yıkık duvariarı gonir, yeni nhtımları. apartmanları gormez. Ka- ranlığı gorur, birçok kasabamızı aydınlalan elektriği gor- mez. Ortaçağ tezgâhlarını gorur. modern fabrikaları gör- mez." Kısacası, üstat tam TÖ'ye yaraşır bir yazı ustasıydı. Tabii, Ulus, Bayav'ın CHP milletvekili, Ekonomi Ba- kanı ve Başbakan iken savunduğu "devletçilik" ilkesinden bir günde arınmasını diline doluyor, başlığı "C. Bayarın dönekligi" olan bir yazıda "Bir zamanki müfril devlelçi şimdi bususi leşebbüs -özel girişim- ve sermayelere taraf- üır görunuyor" diyordu. Ne \ar ki Ulus'la CHP kadrosunun halka sindırmeye ça- lıştığı bu irdelemeler, yoksul ve yoksun halkı fazla etkile- miyordu. Zaten nasıl etkileyecekti? Türkiye'de bir baştan öteki başa gazete yazımlan değil, parti kademelerinin olum- lu olumsuz "sozlü anlatımlan" egemendi. Üstelik basının tiraj açısından eti budu neydi ki? Seçimin yazgısını sapta- yan gerçek daha başkaydı. Halk -bugun olduğu gibi- o sı- rada çizilen parlak ufuklara bakmıyor, yaşadığı gerçekle- re ınanıyordu. Daha önemli olan nokta, halk artık "bir değişiklik" ıstıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi. Ulus'ta muhalefeti alaya alan küçuk fıkralar da yer alı- yordu. Örneğin: "Evvelki gün ha\a bozuktu; uçak vaktinde kalkamadı ve DP Genel Başkanı gideceği yere vaktinde gidemedi. Dun hava yağışlı idi. Bu sebepten Cebeci'deki Millel Par- tisi mitinoinde fazla insan bulunamamış. Benrauhalifol- sam, bu iki hadiseyi de: —Baskı var! Rüzgâr estiriyor, yağmur yağdırıyor diye karştlardım. Evet baskı! Fakat bu seferki -eski tabiriyle- tazyik-i nesimi!" Bir parti mitingine katılanları abartılı rakamlarla kamu- oyuna duyurma hastahğından basın uzun zaman kurtula- madı. Son seçimlerde rakam verilmiyor. Doğru yapılıyor. 1950'deki abartılı sayıları rakamsal mantıkla ilk alaya alan gazete Ulus'tu, yazarı da Kemal Zeki Gençosman'dı. Gen- çosman sapına kadar Atatürkçuydu ve sonuna kadar CHP'li kaldı. Maddi hiçbir beklentinin peşine düşmeden ölünceye kadar bildiği yolda yaşayan ender ınşanlardan, yazarlardan biridir. O gunlerde DP mitingleri basının önem- li bölumunde olağandışı rakamlarla \eriliyordu. Yüz bin, yüz elli bin, tutturabilirse iki yüz bin. Konak Alaru'ndaki bir miting yine abartılı yansıdı. Gen- çosman alanın kaç metre kare olduğunu "resmen" sapta- dı, her metre kareye beş kişi sığsa >ine yuz binleri bulama- yacağını o ince, alaylı ve zarif üslubuyla yazdı. Gençosman'ın kırk yıl önce bulduğu yöntemi son seçim- lerde bir iki gazetecinin kullandığını gördük. Iktidarın butun çabaları iyiydi, guzeldi, fakat genel eği- limi değıştirecek guçte değildi. Örneğin, seçim kampanya- sını Ege'de izleyen Cumhuriyet'te "Bir Dakika" sutunu- nun yazarı, Nadir Nadi'nin kardeşi rahmetli Doğan Nadi şöyle diyordu: "Belki de son olarak şu kadannı soylemeliyira: Diğer ar- kadaşlarım ne fikirdedirler bilmiyorum. Fakat beş hafta- dan beri Ege'de görülen vaziyet DP'nin lebinedir. Bura- larda her şe> normal, ciddi gitliği takdirde DP kat'i bir ek- seri>el kazanacaktır. Bunlan zannetmeyin ki DP'>e şahsen bir bağlılıgıra var da ondan yazıyorum. Kat'iyyen, kaldı ki bu kanaatte olan yalnız ben değilim, biitiin halk da a>nı fikirde. Ortada bir hakikat var: Herkes daha iyisi gelir diye (daha fenası bu- lunmayacağı meydanda olduğuna gore) öte tarafa geçmiş- tir. Mutevazı bir miişahit olarak benim Ege'de görduğüm gunluğu kaybederse tsmet İnonü labiatıyla cumhurbaşkan- lıgından çekilecektir." O>sa, 1950'den önceki yıllarda înönü, "baska amutiar" yaşamıştı. Çoğunluğu sajlasalar bile devlet başkanı kalmasını is- tediklerini DP'liler Cumhurbaşkanı İnönü'ye duyurmuş- lardı. Parlamenterlerden kurulu bir heyetin Londra gezi- sinde Nihat Erim, Fuaı köprülu ile beraberdi. Metin To- ker, "Demokrasimizin İsmet Paşa'lı yıllan" adlı yapıtın- da şunları yazıyor: "Nibat Erim Londra'dan dönmüstiı. Cumhurbaşkanı- na - İnönü'ye - Köprülü ile konuşmalannı, edindiği inti- balan anlaltı. Koprülu demişti ki: 'Canım, İsmet Paşa varken biz başka bir devlet başkanı düşunebilir miyiz? O, partiler arasjnda hakem olsun, biz- leri idare etsin.' İnönü, (abii bu diişünceden hoşlandı. Halbuki. DP'nin gerçek idarecisi Bayar'da boyle bir fikir hiç mevcut olma- mıştır." Yapılacak ilk seçimleri CHP'nin kaybetmesi halinde bile DP'nin İnönü'nün cumhurbaşkanlığını destekleyeceği umudu CHP kurmaylannda iyice yer etmişti. Ancak seçim kampanyasının son durağı olan İstanbul'da, İnönü konuya açıklık getiriyor ve DP'lilerin eleştirilerini yanıtlıyordu: ''Vatandaşımın şunu bilmesini isterim: CHP seçimde çoğunluğu kaybederse İsmet Inönü tabiatıyla cumhurbaşkanlığından çekilecektir." DP'nin İnönü'ye Cumhurbaşkanlığı önerdiği yolundaki soylentiler yaygınlaşmıştı. manzara budur." İnce bir zekâ urünü bu değerlendirmeler dört gün sonra doğrulanacaktı. Seçim kampanyasının son durağı olan İstanbul'da Inö- nu'nun coşkuyla karşılanması, Dolmabahçe Sarayı'ndan eşiyle çıkarak konuşma yapacağı Taksim Alanı'na geldi- ğinde, büyük kalabalıklardaki dalgalanrfıa CHP'deki be- lirgin umutları daha da körukledi. CHP'lilere göre, o gün Istanbul, "memlekette bir başian öteki başa esen havayı" yansıtıyordu. Başbakan Şemseltin Gunaltay'ın şaşırtıcı buluşuyla İs- tanbul'a vali atanan - halk arasında deli doktoru diye ün- lu - Fabrettin Kerim Gökay'ın, kalabalıkiarı gostererek }nö- nü'ye kıvançla, biraz da kendi eseriymiş gibi "tşte Paşam, İstanbul" dediği kampanyanın son durağı... Taksim Alanı'nda İnonu, DP'lilerin "Cumhurbaşkan- lığı ile parti genel başkanlığını birlikte sıirdiırmesini" içe- ren sürekli eleştirilerine önemli bir açıklık getiriyordu: "Vatandasıraın şunu bilmesini isterim: CHP seçimde ço- Erim, inönü'ye, Koprulu'yü çaya çağırmasını önerir. İnönü, "Bırak canım o küfürbaz adamı" der. Fakat son- ra, Erim, İnonu'yu "ikna eder". Cumhurbaşkanı heyetin "hepsini davet etme formülünü" bulur. İngiltere'ye giden heyetin hepsi, bu arada Köprülu de Çankaya Koşku'ne ge- lir. İnönü, Köprülü ile "mahrem" konuşur. Nisbi usule değınir. Yeni projesini açar. ilk kurultayda "Genel baş- kan, Cumhurbaşkanı olursa bu görevini fiilen sadece, bir kurultay zamanlan, bir de seçim devrelerinde yflpacagını" önereceğini söyler. Toker, İnönü'nün davranışlarını yorumlarken, "İnönü, DP tarafından desteklenecek Cumhurbaşkanlığı için şiip- hesiz yaünmda bulunuyordu. Kurnaz bilinen kimselerin da- hi böyle saflıklan vardır" diye yazıyor. Bu ve benzeri te- maslardan bir süre sonra İnönü'nün "partiler karşısında ayrım gözetmeksizin idarenin tarafsız kalacağım" vurgu- layan unlü 12 temmuz beyannamesı geldi. Yapılacak ilk seçimden sonra "İnönü'nün cumhurbaş- kanlığını DP'nin destekleyeceği umudu" CHP kurmayla- nnda öylesine yer eder ki, Metin Toker'in şu satırlan, "saflığın' canlı kanıtıdır: "Vakil geceydi. Cumburbaskam İnönü, yemege alıkoy- muş bulunduğu .Nihat Erim'in koluna girdi. İki adam dı- şan çıklılar. Terasta bir süre yunıdüler. Erim ayın 22'sinde (Bu sahne 12 Temmuz beyannamesinin gazetelerde yayım- landığı gece geçiyor) DP'nin başkenlte küçük kurultaytnı toplantıya çagırdığını haber verdi. "Kurultay "ı dil alışkan- hgından söyluyordu. Yoksa DP kendi toplantılanna "kurultay'' demiyor, onlara "kongre" adını uygun bulu- yordu. İnönü sordu: 'Acaba neden?' Nibat Erim, kesin inançla cevap verdi: 'Herhalde sizi Cumhurbaşkanı adayı ilan edeceklerdir, paşam!" Toker kimi yerde bu tür değerlendirmelere İnonu'ntın "dört köşe" olduğunu yazar. Ulus beyannameyi izleyen gunlerde şu türden yazılara yer verir: "İnonu'den yalnız şu parti veya bu grup değil, biitiin re- jim faydalanmalı, parti liderleri başları dara geldiği anda onun masası başında loplanmalıdırlar." Kimbilir, bu satırlara Bayar ne kadar gülmüştür. "Lmutlann peki$mesi"nde doğrusu, Fuat Köprülü, Erim'den aşağı kalmıyordu. Başkentteki tek muhalefet or- ganı Kuvvet'teki makalesinde "Devlet reisinin Türk mil- letine neşretüği tebliğ (12 Temmuz beyannamesi) dunya ve memleket şartlarını samimiyetle ve cesaretle kavrayao 'ta- rafsız bir devlet reisinin' en buhranlı dakikada en isabetli bir karannın parlak ifadesidir" diyordu. Demokrat liderler, bilhassa Köpriilü'nün aracıbğıyla 'iki partinin müşlerek devlet başkanı adayı' hikâyesini 1949'lara kadar yurüttuler. Bir eylul günü Köprülü, Erim'i telefonla aradı. Sağlık Sokağı'ndaki evine geldi. Devlet başkanının "sırdaşına" DP içinden kimi haberler verdi. Partideki "müfritlerin" - örneğin Ahmet Tahtakılıç'ın - İsmet Paşa aleyhinde söy- lemediğini bırakmadığını aktardı. Tahtakılıç "tnönü'yü emekli bir general haline sokacağız" demişti. Önemli olan Köpriilü'nün CHP'de "Curnhurbaşkanlığı umutlarını" canlı tutma çabasıydı. Köprülü, sırdaşa "İnönü'nün parti başkanlığını büsbü- tün bırakmasının aleyhindeyiz. Partiyi temiz ve dunist un- surlann eline gecirmeden aynlması felaket olur. Fakat si- zin gibi temiz unsurlar işbaşına geldikten sonra ayrdırsa yeni seçimde her iki parti kendisini namzet gösterir" di- yordu. DP'nin İnönü'ye cumhurbaşkanlığı önerdiği söylentile- ri yaygınlaşmıştı. Bayar, bir konuşmasında iktidarı alma- ya yetecek 300 milletvekilliği kazandıktan sonra, DP gru- buna İnönü'yü seçmelerini önermeyi akılla bağdaştırama- dığını söyledi. Diyordu ki: "Davayı -İnönü- kaybedecek, biz seçimi kazanacağız, o partisine ihanet edecek ve bizim cumhurbaşkanı ada> lığı- mızı kabul edecek. Böyle bir teklife ve kabulüne imkân var mıdır? Bu kadar saçma ve adi bir isnat olabilir mi?" Demokratik rejim henuz emekliyordu. İnönu acemılik döneminde aşılması gereken sorunlar çıkarsa, ancak ken- disiyle zorlukların içinden geçilebileceğıne inanmış olabilir- di. DP'den gelen duyurumları benimsemesi belki de bu yüz- dendi. Fakat înönü'den iktidar yolunu açan güvenceler aldık- tan, ülke genelinde rüzgânn DP lehine esmeye başladığını gördukten, hele parti içinde İnönü'ye karşı sert davranış- lar gösterenlerin daha hırçınlaşacağını saptadıktan sonra, Bayar, Çankaya'dan vazgeçebilir, "müşterek aday Inönü" formülüne yatar mıydı? Yarın: Ve mukadderat müşahede ettim. Mesela, yıllarca sonra Brüksel- de hükumet başkanlan düzeyin- de yapılan bir NATO toplantısına katılan bazı heyet mensuplarının, alışveriş için Bruksel'de yaptıkla- rına Uaveten, Paris'e bile gidip gel- meye kalktıklarını hatırlıyorunı. Bütun bunlar, her partiden hükü- met başkanlannın, genellikle dik- katli tutumlanna rağmen, gene de olabiliyordu. Ziyaretin Madrid'deki kısmı bittikten sonra, Valensiya şehrine geçildi. Burada bir gun kalındık- tan sonra, aynı gun akşamı, Bar- selona'dan bu ümana gelmiş olan muhriplere binilerek lspanya'dan ayrılındı. Valensiya'daki bir gün- lük ziyaret sırasında başbakanı ve heyeti, şehri ve bu arada bu şeh- rin meşhur meyve suyu fabrikası- nı gezdirdiler. Madrid ve Barselo- na'da da olduğu gibi, bu şehirde de heyete sıcak misafirperverlik gösterildi \e yerel makamlar, baş- bakan şerefine buyük ve özenle hazırlanmış bir öğle yemeği ver- diler. Muhripler Valensiya limanını terk ettikten aşağı yukarı bir saat sonra büyük bir fırtına koptu ve fırtına, her geçen saat şiddetini gittikçe arttırdı. Zaten kuçük olan muhripler, fındık kabuğu gibi sal- lanmaya başladılar. Böyle havada tehlikeli olduğu için muhripler sü- rat kestiler. Kotu havadan kurtul- mak ümidi ile rota değiştirilip gü- neye doğru yol alınmaya başlan- dı. Fakat fırtına güne>e de yönel- diği için fırtınadan kurtulmak mümkun olmadı. Muhripte bulunan heyet men- suplannı yavaş yavaş deniz tutma- ya başladı. Her geçen saatte yata- ğa düşenlerin sayısı artıyordu. As- lında deniz tutmayanlann da şid- detli sallanma yüzunden, ayakta durabilmeleri zaten bir mesele ha- line gelmişti. Heyete dahil olan Profesor Dr. Ekrem Şerif Egeli, çok ıstirap çekenlere iğneler yap- maya başladı. Belirli bir süre so- nunda ayakta sadece Menderes ve Zorlu kalmıştı. Herkesi, değişik derecelerde, de- niz tutmuştu. Ben bir süre ken- dimle mücadele ettim. Kötüleşme- ye başlayınca radarcıların bulun- duğu güverteye çıktım ve açık ha- vanın tesiri ile ferahlamaya çalış- tım. Bulunduğum yerden arkadan bizi takip eden muhribi görüyor dum. Muhrip evvela, neredeyse kaptan köşküne kadar suya dalı- yor, daha sonra dalganın üstunde yukseliyor ve altı görunüyordu. Tabiatıyla bu manzara benim ver- diğim mücadeleye hiç y-ardıma ol- muyordu. Ayakta durabilmek için direğe sarılmıştım. Bir ara birisi omzuma dokunup "Müsaade eder misiniz?" dedi. Dönüp bak- tığımda yanımda durduğunu son- radan fark ettiğim bir kovaya eğil- di ve içini boşalttı. Sonra geldiği yere dönüp görevine devam etti. Gelen radar assubaylanndan biri idi. Bir denizcinin bile bu havaya dayanamadığım görünce kendi kendimle mücadeleden vazgeçtim ve ben de assubayın yaptığınm ay- nını yaptım. Uçakla dönüş Fırtınanın, dinmek şöyle dur- sun şiddetlenerek devam etmesi üzerine, özellikle durumlan çok kötü olanlann pek dayanacak hali kalmamıştı. Bunun üzerine rota değiştirip Mayorka Adası'na gidil- mesine karar verildi. Ancak fırtı- nanın daha bir sure devam edece- ği anlaşılınca, adadan Türkiye'ye uçakla donuimesi önerileri başla- dı. Başbakan buna pek taraftar değildi. "Denizci arkadaşlara ajıp olur" diyordu. Ancak, durumla- rı çok kotu olanlann ısrarı üzeri- ne uçakla dönmeye razı oldu. Londra kazasından sonra baş- bakanı yurda getiren uçağın kira- lanmış olduğu şirketle temas edi- lerek uçak temin edildi. Gece Ma- yorka'da geçirildikten sonra erte- si gun Mayorka'dan uçakla ayrı- lındı. Başbakan, gemüerden ayrı- lırken her iki muhribin persone- linin teker teker ellerini sıkıp ken- dilerine teşekkür ve veda etti. Yarın: \BD\ye son yolculuk
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle