Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 18 MA YTS 1990
Türk heyetini taşıyan muhripfırtınaya tutulmuş, fındık kabuğu gibi sallanmaya başlamıştı;
SadeceMenderes ve Zorlu ayakta kaldı
Menderes'in oldukça iyi İngiliz-
cesi vardı. Liseyi Izmir'deki Ame-
rikan Koleji'nde okuduğu ve do-
layısıyla bu dili kuçuk yaşta oğren-
meye başladığı için telaffuzu da
iyiydi. Bununla beraber, bu dili
ancak gerektiğinde konuşurdu.
Bu konuda iddialı olmamakla be-
raber, bu işi birçok iddialı olan-
dan daha iyi becerirdi. Uluslara-
rası (oplantılarda daha evvelden
hazırlanan metinleri dili çalmadan
ve gayet güzel okurdu. tkili te-
maslarda da gerektiğinde, konuş-
maları tercümansız yürütebilirdi.
Dış politikanın günlük idaresi-
ne, gerekli olmadıkça karışmaz,
bu işi Dışişleri Bakanı ve bakan-
lıgın üst düzey yöneticilerine bı-
rakırdı. Tabiatıyla, önemli dış po-
litika kararları daima Başbakana
arz edilir ve onun talimatı alınır-
dı. Menderes zamanında dış po-
litika duzenli bir koordjnasyon al-
tında yürutülmüş ve her kurulu-
şun kendi bildigi gibi dış temas ve
ilişkileri yürutmesi gibi bir karga-
şa hüküm surmemiştir.
Ben, görevim çerçevesinde,
Başbakan'a, yabancı ulkelerdeki
ternsilciliklerirnizden gelen açık ve
kapalı lelgraf ve önemli raporla-
n günlük olarak arz ederdinı. Ay-
nca, boş vaktini bulabildiğirade,
yabancı basında, özellikle Türki-
ye ile ilgili haber ve yorumlar hak-
kında kendisine özet bilgi verir-
dirn.
Benim görev sürernin, özellik-
le son dönemi, iç politika, olay-
lar dolayısıyla, artan öncelık ka-
zandığı için Başbakan'ın dış po-
litikaya ayırdığı zaman daha ön-
ceki dönemlere nazaran daha az
olmuştur. Ancak Başbakanlığının
ilk yıllarında, mesela Kore sava-
p, Kuzey Atlantik tttifakı'na üye
olma ve Ortadoğu'da bölgesel sa-
vunma düzenlemeleri gibi konu-
larla çok yakından ilgilendiğini
dosyalardan biliyorum.
Kendisi ile birisi 1957'de Kara-
çi'de, diğeri 1959'da Waşington'-
da olmak üzere Bağdat Paktı'run
iki zirve toplantısına katıldım. Bi-
rincisinde, hazırlıklara faal olarak
katılmış toplantı için hazırlanmış
konuşmalan titizlikle incelemiş ya
bazı değişiklikler yapmış veya ba-
zılarını baştan kendisi dikte etmiş-
ti. Waşington toplantısında ise
hazırlanan metinleri aynen oku-
Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Riistü Zorlu, tspanya gezisi sırasında General Franco tarafından da kabul edilmişlerdi.
Muhripler Valensiya limanını
terk ettikten sonra büyük
bir fırtına koptu ve her geçen saat
şiddetini arttırdı. Muhripte
bulunan heyet mensuplarını yavaş
yavaş deniz tutmaya başladı.
Yatağa düşenlerin sayısı giderek
artıyordu. Fırtınanın bitmemesi
üzerine Mayorka adasına
gidilmesine karar verildi. Bazı
kişilerin dayanacak halleri
kalmamıştı. Bunun üzerine
Türkiye'ye uçakla dönülmesi
önerileri başladı. Menderes
"Denizci arkadaşlara ayıp olur"
diyordu. Ancak ısrarlar üzerine
uçakla dönmeye razı oldu.
muştu. Bunda Bağdat Paktı'njn
canlıhğını kaybetmeye başlaması-
nın da rolü olmakla beraber, iç
politikanın, Başbakanın çalışma-
sında giderek artan önem kazan-
ması herhalde asıl nedendir.
Menderes'in, Ankara'da ya-
bancı büyükelçilerle teması, be-
nim görev dönemimde oldukça
kısıtlı idi. Başbakan, ancak çok
önemli konularda veya bir siyasi
mesaj vermek gerektiğinde yaban-
cı büyükelçi kabul ederdi. Bu uy-
gulamayı bilen yabancı büyükel-
çiler, normal rnüracaat mercii
olan Dışişleri Bakanlığı'ru atlama
hevesine kapılmamışlardır.
Kabul ettiği büyükelçiler, daha
ziyade büyük devletler veya me-
sela Pakistan gibi bize çok yakın
ülkeler büyukelçileri idi. Bu sey-
rek temaslarda görüşülenler hak-
kında, Dışişleri Bakanlığı'na da-
ima bilgi vtermiştir. Bu suretle,
devlet idaresûıde, yabancüann ya-
rarlanacaklan kopukluklar pek
olmamıştır.
Diplomaside yerleşmiş uygula-
maya uygun olarak, Ankara'da-
ki büyükelçilikler milli günlerin-
de tertip ettikleri kabul resimleri-
ne başbakanı da davet ederlerdi.
Menderes, birkaç istisna hariç, ge-
nellikle bu davetlere gitmezdi.
Başka ülkelerde de olağanüstü bir
neden olmadıkça, başbakanların
bu gibi davetlere gitmeleri olağan
değildir. Zaten bu tip kalabalık
toplantıları sevmez, mecbur oldu-
ğu hallerde gittiğinde sıkıntı duy-
duğu belli olurdu. Yabana ülke
devlet başkanı veya başbakanla-
nnın Türkiye'yi ziyaretleri vesilesi
ile bu ülkeler büyükelcilerinin ter-
tip ettikleri ve dolayısıyla katılma-
nın gerekli olduğu hallerde de bu
davetlere âdeta zorla giderdi.
Başbakanlıktaki görev sürem
içinde Kral Hüseyin, ABD Başka-
nı Eisenhovver, Pakistan Devlet
Başkanı Eyüp Han, Federal Al-
manya ekonomik mucizesinin ya-
ratıcısı olarak tanınan Prof. Er-
hard ve İtalyan Başbakanı, Tür-
kiye'ye resmi ziyaret için geldiler.
Bunlarla yapılan resmi göruşme-
lerin hemen hepsinde, Türk heye-
tinde ağırlıklı söz sahibi Mende-
res'ti. Dışişleri Bakanı Zorlu ve
bakanlık ekibi ile gerekli istişare-
leri yapıyor, gerektiğinde Zorlu'-
ya sciz veriyor, falcat karar aşama-
sında son sözü kendi söyluyordu.
Devlet başkanlan düzeyindeki
toplantılarda, her ne kadar Bayar
toplantıları açıyor, giriş konuşma-
larını yapıyor ve gereğinde kısa
mudahaJelerde bulunuyor idiyse
de göruşmelerde ağırlığın hükü-
met başkarunda olmasma dikkat
ediyordu. Menderes de Bayar'a
saygılı davranıyor, onun rolü ol-
mayan bir kimse şeklinde görün-
memesine özen gösteriyordu.
Göreve başladıktan sonra Baş-
bakan ile birlikte katıldığım ilk
yurtdışı ziyaret, tspanya'ya >apı-
İan ziyaret oldu. Bu ziyaret Lond-
ra uçak kazasından, kısa bir sure
sonra yapılıyordu. Büyük bir ih-
tımalle bu kazadan ürkmüş olan-
lann telkini ile İspanya'ya savaş
gemileri ile denız yolundan gidildı.
Bu telkini yapanlann gösterdık-
leri gerekçe de Turkiye ve Ispan-
ya'nın tarihte Akdeniz'de en bü-
yuk deniz gücü oldukları, deniz
yolu ile gitmenin bunu vurgulaya-
rak jest olacağı idi. Aslında ne
Menderes ne de Zoriu'da uçağa
binmek hususunda herhangi bir
endişe mevcut değildi zannediyo-
rum. Deniz yolu ile'gitmeyi, ileri
surülen gerekçeye katılmaktan
çok, uçakla gitmekten endişesi
olanlan rahatlatmak için kabul et-
tiler.
Neticede iki savaş muhribi ile
yola çıkıldı. İlk olarak Barselona-
ya gidildi. Burada yerel yetkililer,
varış saati ile akşam heyeti Mad-
rid'e göturecek özel trenin kalkış
saati arasındaki birkaç saatlik za-
manda, tarihi bir şatonun bahçe-
sinde, Ispanyol halk oyunları gös-
terilerinin de yapıldığı bir kokteyl
\erdiler. Heyetın Ispanya ile bu ilk
temasında Başbakan'ın ziyaretine
O2el bir itina gösterildiği hemen
fark ediliyordu.
Nitekim, bu ilgi ve itina bütun
resmi ziyaret boyunca devam et-
ti. Madrid'e, sadece yataklı vagon-
lardan kurulu özel trenle yapılan
seyahattan sonra ertesi sabah va-
nldı. Başbakan, istasyonda toren-
le karşılandı. Selam resmi ifa eden
askeri tören kıtasmın teçhizatı ara-
sında kazma ve kürekler de var-
dı. Ertesi gün Ankara'dan gelen
basın bulteninde, bir gazetemizin,
"Başbakan Madrid'de kazma kii-
rekle karşılandı" diye başlık attı-
ğı görüldu. Ziyaretle ilgili bu ilk
yorum, tabii Başbakan'ın canını
sıktı.
Ziyaretin asıl amacı Akdeniz-
in iki ucunda bulunan iki ülke
arasında ilişkilere bir canlılık ge-
tirmek idi. Arada bir sorun da bu-
lunmadığı için Madrid'de yapılan
resmi görüşmeler, daha çok bu
amaca yönelik oldu. Daha önce de
işaret ettiğim gibi Ispanyol ma-
kamları, Başbakan'ın bu ziyareti-
ne belirli bir ilgi ve özen göster-
diler.
özellikle General Franko, Baş-
bakan'ı kabul ettikten başka, ken-
disine büyük bir yemek de verdi.
Resmi temaslar dışınc'a kalan za-
manlarda, başbakan ve heyet ta-
rihi yerlere ve Madrid'in ünlü mü-
zelerine gotüruldü. Daha sonraki
dış gezilerde de tespit ettiğim bir
husus, başbakanın dış gezilerde,
resmi programda ongörulen faa-
liyetler dışında kalan zamanda
vaktini otelde geçirdiği, o sırada
ülkede çok şeyin kıtlığı bulunma-
sına rağmen, alışveriş yapmak ve-
ya yaptırmâkla bir ilgisi olma-
dığıdır.
Programdan arta kalan zaman-
larda, her seyahatte heyette bulu-
nan çocukluk arkadaşı milletvekili
Rıfal Kadızade ile otel odasında
bezik oynamakla vaktini geçirir-
di. Tespit ettiğim diğer bir husus
da ev sahibi ulkenin, her düzeyde
görevlisine gayet nazik davranma-
sı idi. Kendisi refakatinde bulunan
veya gittiği yerlerde karşılaştığı, alt
duzeyde olanlar da dahil, butun
görevlilerin elini sıkıp kendileri ile
nazik ve mutevazı bir şekilde ilgi-
lenmeyi ihmal etmezdi. Bu da ta-
biatı ile temas ettiği kimseleri et-
kiliyordu.
Nitekim Madrid'deki genç pro-
tokol görevlileri, bana, şimdiye
kadar, tevazu ve nezaketi ile ken-
dilerini en çok etkileyen yabancı
ziyaretçinin, Menderes otduğunu
gayet içten bir şekilde ifade ettiler.
Sayıları pek fazla olmamakla
beraber, dış ziyarete katılan bazı
heyet mensupları arasında, Men-
deres'in bu dikkatli tutumuna uy-
mayanlar da çıkabiliyordu. Bazı-
ları alışverişte, bazıları gezip toz-
mada aşırılıklara kaçiyorlardı. Bu
durumun şu veya bu parti veya ke-
sime has bir hal olmadığını, mes-
teğimin daha sonraki dönemlerin-
de, çeşitli hükumetler döneminde
katıldığım resmi ziyaretlerde de
T A nt; A y ü R EK4 0 Y I L I N A R D IİN D A N D P İ K T İ D A R I
Demokrat Parti, 'müşterekdevlet başkanı adayı' hikâyesini canlı tutmaya çalışıyordu
CHP'de cumhurbaşkanlığı umutları
"MOIi Şef'in demokrat kişiliğini sindirmek için tek ba-
şına yola çıkan gazete, Ulus'tu. Bu arada tnönu de DP'nin
"Şef zulmünü" sömüren propagandalarına yeri ve zama-
nı aeldiğinde yanıtlar veriyordu.
Inönü, "İnsafınıza müracaat ederim" diyordu. "Bugiin
roemleketin en uç yerinde toplantılar >apılan bir diktalor-
lük görolmuş miidür?"
Devlet ve parti kadrosu dışında hemen her kesim CHP'ye
karşı öylesine birleşmişti ki, İnonu ile çevresinin \e L'lus'-
un çabaları fazla değer taşımıyordu. Ulus ve CHP gerçe-
ğin acaba farkında mıydı?
CHP'de çok parti rejimine karşı çıkan "mufrit sesler"
kesilmişti. Hatta daha değişik sesler. kampanya sırasında
işitildi. Örneğin Cemil Sait Barlas'ın "Ekonomi açısından
mülkiyeti tamyoruz. Sosyal adalet açısından sosyalist ve
köjlü partisiyiz" diyen vurgulamaları ilk kez halka
iniyordu.
Ulus'un yazar çizer kadrosu, hemen her gün birinci say-
fadan son sayfaya kadar DP'ye saldırıyordu. Soldan sağa
aşamalardan geçerek Ulus'ta karar kılan unlu romancı Pe-
yami Safa'ya göre, "Muhalefelin gozleri hastaydı."
"Muhalefet" diyordu Peyami Safa; "Viraneleri görur,
biraz ötesindeki parklan. beledi>e bahçelerini gormez. Yıkık
duvariarı gonir, yeni nhtımları. apartmanları gormez. Ka-
ranlığı gorur, birçok kasabamızı aydınlalan elektriği gor-
mez. Ortaçağ tezgâhlarını gorur. modern fabrikaları gör-
mez."
Kısacası, üstat tam TÖ'ye yaraşır bir yazı ustasıydı.
Tabii, Ulus, Bayav'ın CHP milletvekili, Ekonomi Ba-
kanı ve Başbakan iken savunduğu "devletçilik" ilkesinden
bir günde arınmasını diline doluyor, başlığı "C. Bayarın
dönekligi" olan bir yazıda "Bir zamanki müfril devlelçi
şimdi bususi leşebbüs -özel girişim- ve sermayelere taraf-
üır görunuyor" diyordu.
Ne \ar ki Ulus'la CHP kadrosunun halka sindırmeye ça-
lıştığı bu irdelemeler, yoksul ve yoksun halkı fazla etkile-
miyordu. Zaten nasıl etkileyecekti? Türkiye'de bir baştan
öteki başa gazete yazımlan değil, parti kademelerinin olum-
lu olumsuz "sozlü anlatımlan" egemendi. Üstelik basının
tiraj açısından eti budu neydi ki? Seçimin yazgısını sapta-
yan gerçek daha başkaydı. Halk -bugun olduğu gibi- o sı-
rada çizilen parlak ufuklara bakmıyor, yaşadığı gerçekle-
re ınanıyordu. Daha önemli olan nokta, halk artık "bir
değişiklik" ıstıyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi.
Ulus'ta muhalefeti alaya alan küçuk fıkralar da yer alı-
yordu. Örneğin:
"Evvelki gün ha\a bozuktu; uçak vaktinde kalkamadı
ve DP Genel Başkanı gideceği yere vaktinde gidemedi.
Dun hava yağışlı idi. Bu sebepten Cebeci'deki Millel Par-
tisi mitinoinde fazla insan bulunamamış. Benrauhalifol-
sam, bu iki hadiseyi de:
—Baskı var! Rüzgâr estiriyor, yağmur yağdırıyor diye
karştlardım. Evet baskı! Fakat bu seferki -eski tabiriyle-
tazyik-i nesimi!"
Bir parti mitingine katılanları abartılı rakamlarla kamu-
oyuna duyurma hastahğından basın uzun zaman kurtula-
madı. Son seçimlerde rakam verilmiyor. Doğru yapılıyor.
1950'deki abartılı sayıları rakamsal mantıkla ilk alaya alan
gazete Ulus'tu, yazarı da Kemal Zeki Gençosman'dı. Gen-
çosman sapına kadar Atatürkçuydu ve sonuna kadar
CHP'li kaldı. Maddi hiçbir beklentinin peşine düşmeden
ölünceye kadar bildiği yolda yaşayan ender ınşanlardan,
yazarlardan biridir. O gunlerde DP mitingleri basının önem-
li bölumunde olağandışı rakamlarla \eriliyordu. Yüz bin,
yüz elli bin, tutturabilirse iki yüz bin.
Konak Alaru'ndaki bir miting yine abartılı yansıdı. Gen-
çosman alanın kaç metre kare olduğunu "resmen" sapta-
dı, her metre kareye beş kişi sığsa >ine yuz binleri bulama-
yacağını o ince, alaylı ve zarif üslubuyla yazdı.
Gençosman'ın kırk yıl önce bulduğu yöntemi son seçim-
lerde bir iki gazetecinin kullandığını gördük.
Iktidarın butun çabaları iyiydi, guzeldi, fakat genel eği-
limi değıştirecek guçte değildi. Örneğin, seçim kampanya-
sını Ege'de izleyen Cumhuriyet'te "Bir Dakika" sutunu-
nun yazarı, Nadir Nadi'nin kardeşi rahmetli Doğan Nadi
şöyle diyordu:
"Belki de son olarak şu kadannı soylemeliyira: Diğer ar-
kadaşlarım ne fikirdedirler bilmiyorum. Fakat beş hafta-
dan beri Ege'de görülen vaziyet DP'nin lebinedir. Bura-
larda her şe> normal, ciddi gitliği takdirde DP kat'i bir ek-
seri>el kazanacaktır.
Bunlan zannetmeyin ki DP'>e şahsen bir bağlılıgıra var
da ondan yazıyorum. Kat'iyyen, kaldı ki bu kanaatte olan
yalnız ben değilim, biitiin halk da a>nı fikirde. Ortada bir
hakikat var: Herkes daha iyisi gelir diye (daha fenası bu-
lunmayacağı meydanda olduğuna gore) öte tarafa geçmiş-
tir. Mutevazı bir miişahit olarak benim Ege'de görduğüm
gunluğu kaybederse tsmet İnonü labiatıyla cumhurbaşkan-
lıgından çekilecektir."
O>sa, 1950'den önceki yıllarda înönü, "baska amutiar"
yaşamıştı.
Çoğunluğu sajlasalar bile devlet başkanı kalmasını is-
tediklerini DP'liler Cumhurbaşkanı İnönü'ye duyurmuş-
lardı. Parlamenterlerden kurulu bir heyetin Londra gezi-
sinde Nihat Erim, Fuaı köprülu ile beraberdi. Metin To-
ker, "Demokrasimizin İsmet Paşa'lı yıllan" adlı yapıtın-
da şunları yazıyor:
"Nibat Erim Londra'dan dönmüstiı. Cumhurbaşkanı-
na - İnönü'ye - Köprülü ile konuşmalannı, edindiği inti-
balan anlaltı. Koprülu demişti ki:
'Canım, İsmet Paşa varken biz başka bir devlet başkanı
düşunebilir miyiz? O, partiler arasjnda hakem olsun, biz-
leri idare etsin.'
İnönü, (abii bu diişünceden hoşlandı. Halbuki. DP'nin
gerçek idarecisi Bayar'da boyle bir fikir hiç mevcut olma-
mıştır."
Yapılacak ilk seçimleri
CHP'nin kaybetmesi
halinde bile DP'nin İnönü'nün
cumhurbaşkanlığını destekleyeceği
umudu CHP kurmaylannda iyice
yer etmişti. Ancak seçim
kampanyasının son durağı olan
İstanbul'da, İnönü konuya açıklık
getiriyor ve DP'lilerin eleştirilerini
yanıtlıyordu: ''Vatandaşımın şunu
bilmesini isterim: CHP seçimde
çoğunluğu kaybederse İsmet
Inönü tabiatıyla
cumhurbaşkanlığından
çekilecektir." DP'nin İnönü'ye Cumhurbaşkanlığı önerdiği
yolundaki soylentiler yaygınlaşmıştı.
manzara budur."
İnce bir zekâ urünü bu değerlendirmeler dört gün sonra
doğrulanacaktı.
Seçim kampanyasının son durağı olan İstanbul'da Inö-
nu'nun coşkuyla karşılanması, Dolmabahçe Sarayı'ndan
eşiyle çıkarak konuşma yapacağı Taksim Alanı'na geldi-
ğinde, büyük kalabalıklardaki dalgalanrfıa CHP'deki be-
lirgin umutları daha da körukledi. CHP'lilere göre, o gün
Istanbul, "memlekette bir başian öteki başa esen havayı"
yansıtıyordu.
Başbakan Şemseltin Gunaltay'ın şaşırtıcı buluşuyla İs-
tanbul'a vali atanan - halk arasında deli doktoru diye ün-
lu - Fabrettin Kerim Gökay'ın, kalabalıkiarı gostererek }nö-
nü'ye kıvançla, biraz da kendi eseriymiş gibi "tşte Paşam,
İstanbul" dediği kampanyanın son durağı...
Taksim Alanı'nda İnonu, DP'lilerin "Cumhurbaşkan-
lığı ile parti genel başkanlığını birlikte sıirdiırmesini" içe-
ren sürekli eleştirilerine önemli bir açıklık getiriyordu:
"Vatandasıraın şunu bilmesini isterim: CHP seçimde ço-
Erim, inönü'ye, Koprulu'yü çaya çağırmasını önerir.
İnönü, "Bırak canım o küfürbaz adamı" der. Fakat son-
ra, Erim, İnonu'yu "ikna eder". Cumhurbaşkanı heyetin
"hepsini davet etme formülünü" bulur. İngiltere'ye giden
heyetin hepsi, bu arada Köprülu de Çankaya Koşku'ne ge-
lir. İnönü, Köprülü ile "mahrem" konuşur. Nisbi usule
değınir. Yeni projesini açar. ilk kurultayda "Genel baş-
kan, Cumhurbaşkanı olursa bu görevini fiilen sadece, bir
kurultay zamanlan, bir de seçim devrelerinde yflpacagını"
önereceğini söyler.
Toker, İnönü'nün davranışlarını yorumlarken, "İnönü,
DP tarafından desteklenecek Cumhurbaşkanlığı için şiip-
hesiz yaünmda bulunuyordu. Kurnaz bilinen kimselerin da-
hi böyle saflıklan vardır" diye yazıyor. Bu ve benzeri te-
maslardan bir süre sonra İnönü'nün "partiler karşısında
ayrım gözetmeksizin idarenin tarafsız kalacağım" vurgu-
layan unlü 12 temmuz beyannamesı geldi.
Yapılacak ilk seçimden sonra "İnönü'nün cumhurbaş-
kanlığını DP'nin destekleyeceği umudu" CHP kurmayla-
nnda öylesine yer eder ki, Metin Toker'in şu satırlan,
"saflığın' canlı kanıtıdır:
"Vakil geceydi. Cumburbaskam İnönü, yemege alıkoy-
muş bulunduğu .Nihat Erim'in koluna girdi. İki adam dı-
şan çıklılar. Terasta bir süre yunıdüler. Erim ayın 22'sinde
(Bu sahne 12 Temmuz beyannamesinin gazetelerde yayım-
landığı gece geçiyor) DP'nin başkenlte küçük kurultaytnı
toplantıya çagırdığını haber verdi. "Kurultay "ı dil alışkan-
hgından söyluyordu. Yoksa DP kendi toplantılanna
"kurultay'' demiyor, onlara "kongre" adını uygun bulu-
yordu. İnönü sordu:
'Acaba neden?'
Nibat Erim, kesin inançla cevap verdi:
'Herhalde sizi Cumhurbaşkanı adayı ilan edeceklerdir,
paşam!"
Toker kimi yerde bu tür değerlendirmelere İnonu'ntın
"dört köşe" olduğunu yazar. Ulus beyannameyi izleyen
gunlerde şu türden yazılara yer verir:
"İnonu'den yalnız şu parti veya bu grup değil, biitiin re-
jim faydalanmalı, parti liderleri başları dara geldiği anda
onun masası başında loplanmalıdırlar."
Kimbilir, bu satırlara Bayar ne kadar gülmüştür.
"Lmutlann peki$mesi"nde doğrusu, Fuat Köprülü,
Erim'den aşağı kalmıyordu. Başkentteki tek muhalefet or-
ganı Kuvvet'teki makalesinde "Devlet reisinin Türk mil-
letine neşretüği tebliğ (12 Temmuz beyannamesi) dunya ve
memleket şartlarını samimiyetle ve cesaretle kavrayao 'ta-
rafsız bir devlet reisinin' en buhranlı dakikada en isabetli
bir karannın parlak ifadesidir" diyordu.
Demokrat liderler, bilhassa Köpriilü'nün aracıbğıyla 'iki
partinin müşlerek devlet başkanı adayı' hikâyesini 1949'lara
kadar yurüttuler.
Bir eylul günü Köprülü, Erim'i telefonla aradı. Sağlık
Sokağı'ndaki evine geldi. Devlet başkanının "sırdaşına"
DP içinden kimi haberler verdi. Partideki "müfritlerin"
- örneğin Ahmet Tahtakılıç'ın - İsmet Paşa aleyhinde söy-
lemediğini bırakmadığını aktardı. Tahtakılıç "tnönü'yü
emekli bir general haline sokacağız" demişti. Önemli olan
Köpriilü'nün CHP'de "Curnhurbaşkanlığı umutlarını"
canlı tutma çabasıydı.
Köprülü, sırdaşa "İnönü'nün parti başkanlığını büsbü-
tün bırakmasının aleyhindeyiz. Partiyi temiz ve dunist un-
surlann eline gecirmeden aynlması felaket olur. Fakat si-
zin gibi temiz unsurlar işbaşına geldikten sonra ayrdırsa
yeni seçimde her iki parti kendisini namzet gösterir" di-
yordu.
DP'nin İnönü'ye cumhurbaşkanlığı önerdiği söylentile-
ri yaygınlaşmıştı. Bayar, bir konuşmasında iktidarı alma-
ya yetecek 300 milletvekilliği kazandıktan sonra, DP gru-
buna İnönü'yü seçmelerini önermeyi akılla bağdaştırama-
dığını söyledi. Diyordu ki:
"Davayı -İnönü- kaybedecek, biz seçimi kazanacağız, o
partisine ihanet edecek ve bizim cumhurbaşkanı ada> lığı-
mızı kabul edecek. Böyle bir teklife ve kabulüne imkân var
mıdır? Bu kadar saçma ve adi bir isnat olabilir mi?"
Demokratik rejim henuz emekliyordu. İnönu acemılik
döneminde aşılması gereken sorunlar çıkarsa, ancak ken-
disiyle zorlukların içinden geçilebileceğıne inanmış olabilir-
di. DP'den gelen duyurumları benimsemesi belki de bu yüz-
dendi.
Fakat înönü'den iktidar yolunu açan güvenceler aldık-
tan, ülke genelinde rüzgânn DP lehine esmeye başladığını
gördukten, hele parti içinde İnönü'ye karşı sert davranış-
lar gösterenlerin daha hırçınlaşacağını saptadıktan sonra,
Bayar, Çankaya'dan vazgeçebilir, "müşterek aday Inönü"
formülüne yatar mıydı?
Yarın: Ve mukadderat
müşahede ettim.
Mesela, yıllarca sonra Brüksel-
de hükumet başkanlan düzeyin-
de yapılan bir NATO toplantısına
katılan bazı heyet mensuplarının,
alışveriş için Bruksel'de yaptıkla-
rına Uaveten, Paris'e bile gidip gel-
meye kalktıklarını hatırlıyorunı.
Bütun bunlar, her partiden hükü-
met başkanlannın, genellikle dik-
katli tutumlanna rağmen, gene de
olabiliyordu.
Ziyaretin Madrid'deki kısmı
bittikten sonra, Valensiya şehrine
geçildi. Burada bir gun kalındık-
tan sonra, aynı gun akşamı, Bar-
selona'dan bu ümana gelmiş olan
muhriplere binilerek lspanya'dan
ayrılındı. Valensiya'daki bir gün-
lük ziyaret sırasında başbakanı ve
heyeti, şehri ve bu arada bu şeh-
rin meşhur meyve suyu fabrikası-
nı gezdirdiler. Madrid ve Barselo-
na'da da olduğu gibi, bu şehirde
de heyete sıcak misafirperverlik
gösterildi \e yerel makamlar, baş-
bakan şerefine buyük ve özenle
hazırlanmış bir öğle yemeği ver-
diler.
Muhripler Valensiya limanını
terk ettikten aşağı yukarı bir saat
sonra büyük bir fırtına koptu ve
fırtına, her geçen saat şiddetini
gittikçe arttırdı. Zaten kuçük olan
muhripler, fındık kabuğu gibi sal-
lanmaya başladılar. Böyle havada
tehlikeli olduğu için muhripler sü-
rat kestiler. Kotu havadan kurtul-
mak ümidi ile rota değiştirilip gü-
neye doğru yol alınmaya başlan-
dı. Fakat fırtına güne>e de yönel-
diği için fırtınadan kurtulmak
mümkun olmadı.
Muhripte bulunan heyet men-
suplannı yavaş yavaş deniz tutma-
ya başladı. Her geçen saatte yata-
ğa düşenlerin sayısı artıyordu. As-
lında deniz tutmayanlann da şid-
detli sallanma yüzunden, ayakta
durabilmeleri zaten bir mesele ha-
line gelmişti. Heyete dahil olan
Profesor Dr. Ekrem Şerif Egeli,
çok ıstirap çekenlere iğneler yap-
maya başladı. Belirli bir süre so-
nunda ayakta sadece Menderes ve
Zorlu kalmıştı.
Herkesi, değişik derecelerde, de-
niz tutmuştu. Ben bir süre ken-
dimle mücadele ettim. Kötüleşme-
ye başlayınca radarcıların bulun-
duğu güverteye çıktım ve açık ha-
vanın tesiri ile ferahlamaya çalış-
tım. Bulunduğum yerden arkadan
bizi takip eden muhribi görüyor
dum. Muhrip evvela, neredeyse
kaptan köşküne kadar suya dalı-
yor, daha sonra dalganın üstunde
yukseliyor ve altı görunüyordu.
Tabiatıyla bu manzara benim ver-
diğim mücadeleye hiç y-ardıma ol-
muyordu. Ayakta durabilmek için
direğe sarılmıştım. Bir ara birisi
omzuma dokunup "Müsaade
eder misiniz?" dedi. Dönüp bak-
tığımda yanımda durduğunu son-
radan fark ettiğim bir kovaya eğil-
di ve içini boşalttı. Sonra geldiği
yere dönüp görevine devam etti.
Gelen radar assubaylanndan biri
idi. Bir denizcinin bile bu havaya
dayanamadığım görünce kendi
kendimle mücadeleden vazgeçtim
ve ben de assubayın yaptığınm ay-
nını yaptım.
Uçakla dönüş
Fırtınanın, dinmek şöyle dur-
sun şiddetlenerek devam etmesi
üzerine, özellikle durumlan çok
kötü olanlann pek dayanacak hali
kalmamıştı. Bunun üzerine rota
değiştirip Mayorka Adası'na gidil-
mesine karar verildi. Ancak fırtı-
nanın daha bir sure devam edece-
ği anlaşılınca, adadan Türkiye'ye
uçakla donuimesi önerileri başla-
dı. Başbakan buna pek taraftar
değildi. "Denizci arkadaşlara ajıp
olur" diyordu. Ancak, durumla-
rı çok kotu olanlann ısrarı üzeri-
ne uçakla dönmeye razı oldu.
Londra kazasından sonra baş-
bakanı yurda getiren uçağın kira-
lanmış olduğu şirketle temas edi-
lerek uçak temin edildi. Gece Ma-
yorka'da geçirildikten sonra erte-
si gun Mayorka'dan uçakla ayrı-
lındı. Başbakan, gemüerden ayrı-
lırken her iki muhribin persone-
linin teker teker ellerini sıkıp ken-
dilerine teşekkür ve veda etti.
Yarın: \BD\ye
son yolculuk