28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 6 MAKT 1990 GENCA Y SA YLA\LAIKLIK NEDIR,NE DEGILDIR? îslamiyet laikliklebağdaşır mı?— Sayın Boratav tartışmayı il- ginç bir nokiaya getirdi sanıyo- miD. Tam anlamı Me laik bir top- Inmsal düzcn için lüm dinsel faa- Uyederio sivil topluma bıraküması gerekir mi gerekmez mi? Bu can alıa nokta üzerinde göruşlerinizi •Jmadao önce bir sorun iizerinde dunnak istiyorum. Şimdiye ka- darid laıHşmalarda Rgiııc bir nok- ta ortaya çıkü. Laiküge kritik bir gözle bakanlar da laikJiktcn yana olaolar da demokrasi ve terael hakları çıkış noktaa oiarak ahyor- lar. BeJki bu noktada lslamryetin bir inanç sistemi oiarak laiklik ile bagdaşıp bagdaşmavacagını irde- femenuz anlanüı olacak. Efendim, olabikUgjnce kısa bir biçimde Îs- lamiyet ile laiklik ne olçüde bağ- daşır, belirtebilir misiniz? SERPtL ÜŞÜR — Islamcı ide- oloji, 1980 sonrasında Türkiye'de yaygın olan biçimi ile laiklik ilke- sini kabul edebilir mi sorusu, çok kolaybkla cevaplanabilecek bir so ru değil sanıyorum. Bir kere, büi- yoruz ki 1980 sonrası Türkiye'de tek ve monolitik bir lslamcı akım yok; çok parçalı ve aralarında önemli ideolojik farklılıklar bulu- nan lslamcı akımlar var. Laiklik, Batı'da belli bir tarihsel süreç için- de gelişti, ama Türkiye, laik ve de- mokratik bir toplum düzenine ulaşmak için mutlaka o tarihsel deneyimi aym ile yaşamak zorun- da değil. Türkiye açısından somut sorun, lslamcı ideolojinin laiklik ilkesi ile bir uzlaşmaya girip ço- ğulcu demokratik düzende yer al- Türkiye açismdan somut sorun, İslamcı ideolojinin laiklik ilkesi ile bir uzlaşmaya girip çoğuîcu demokratik düzende yerini alması. ması. Ancak 80'li yılların başla- nnda ortaya çıkan ve 9O'lı yıllara doğru önemli bir gelişme potan- siyeli gösteren lslamcı ideolojinin, en azından şimdiki koşullar için- de laiklik ilkesi ile bağdaşabilmesi bana çok zor gözüküyor. 163. madde Türkiye'deki lslamcı akım- lann siyasal nıodelJerini açıkça or- taya koymalannı engelliyor, biz bu siyasal modeli başka ülkelerdeki İslamcı harekete bakarak çıkarsa- maya uğraşıyoruz. Şu nokta çok açık sanıyorum; yükselmekte olan lslamcı ideoloji yani dini ideoloji kendini laiklik ile sınırlamak iste- meyecektir. lslamcı hareketin önünde iktidar alternatifi vardır ve bu durumda hareketin kendi- ni sınırlamasıru beklemek pek ger- çekçi olmayacaktır. tslami hare- ket, ancak Türkiye'de başka güç- lerin var olduğunu ve onlarla bir arada yaşamak zorunda olduğurıu kabul ettiği zaman laiklik ilkesi ile uzlaşmayı kabul edebilecektir. — Sayın Battal, Dr. Üşiir somut ve guocel bir siyasal çözümleme yaptı. Siz bu konuda ne düşünü- yorsunuz, lslarai akım laiklik ile feisefi düzeyde bagdaşabüir mi? ŞENER BATTAL — Îslamiyet Battal Îslamiyet ile laik deylet arasında bir benzerlik vardır. İslam, dinde zorlamayı kabul etmez. İslamda ruhban smıfı yoktur. ile laik devlet uygulaması arasın- da bir benzerlik vardır. Klasik tek- rarımızdır, Fatih Istanbul'u alın- ca azınlıklara, Hıristiyanlara, Mu- sevilere ibadet serbestisi tanımış- tır. İslam uleması içinde hiç kim- se buna itiraz etmemiştir ve bu an- layış Îslamiyet için hâlâ geçerlidir. İslam, dinde zorlamayı kabul et- mez. Örneğin İran deneyirni çok farklıdır; tran'da din adamlan sı- nıfının hâkimiyetini savunan te- okratik bir devlet kurulmuştur. İs- lamda ise din adamlarımn hâki- miyeti diye bir şey düşünülemez, çünkü bir ruhban smıfı yoktur. MURAT BELGE — Genel ola rak söylenen şey, tslamiyet ile la- ikliğin pek bağdaşmadığıdır. Is- lama kesim de bu görüşte, öyle söylüyorlar. İslamiyet siyasi bir dindir, devlet idaresini kendi bün- yesi dışında bırakmaz. Bu anlam- da laiklik ile bağdaşması çok zor- dur denebilir. Ama işin bir başka yönü de var. Laiklik Batı'dan gel- di, oradaki tarihsel gelişme sonu- cu ortaya çıktı diyoruz. Bence hiç- bir din laik değildir. Musevilik de laik değildir, Hıristiyanlık hiç de- ğildir, hiçbir zaman da olmamış- tır. Hıristiyanlık, tarihsel gelişme sonucu laikleşmek zorunda kal- mıştır. Aslında bu konuda farklı yaklaşımlar vardır ve Hıristiyan- Belge İslamiyet siyasi bir dindir, devlet idaresini kendi bünyesi dışında bırakmaz. Bu anlamda laiklik ile bağdaşması çok zordur. lığm başlangıcından itibaren laik- Iiğe açık olduğu ileri sürülmekte- dir; kanıt oiarak da tsa'nın "Se- zar'ın hakkını Sezar'a verin" lafı kullanılmaktadır. Ama bunun çok anlamı yoktur, bu laf zorunluluk altında söylenmiştir. Bir "ikili felsefe" değil, Roma'nın lejyonla- nnın gücü söz konusu. Hıristiyan öğretisine bakıp buradan salt bir laiklik felsefesi çıkarmak müm- kün değildir. Peki İslamiyet ken- dini yenilemez mi? Islamcılar ge- nel oiarak "Allah'ın kelamı yeni- lenraez, yeni biçimde yorumlan- maz" diyor. Ama ideolojiler ya- şamak için yenilenmeye mecbur- durlar. Bakın çok saydığım Hüse- yin Hatemi, 'lslamiyette recm et- me olayı yoktur, sembolik oiarak küçük taşlar atılarak suçlu teşhir edilir' diyor. Bu bir yorumdur, çağdaş dünyada yaşamak duru- munda kalan çağdaş bir insanın getirme gereği duyduğu bir yo- rumdur. Bu küçük örneği geniş- letmek mümkün. Bence tslamiyet ile laiklik, eşyanın tabıatı gereği birbirlerini dışlar diyecek bir du- mm yoktur. — Galiba Islamiyetin laiklik ile bağdaşıp bagdaşmadığı konusun- da ortak bir noktaya ulaşıldı. Ger- çekten semavi bir içerik taşıdığı- na inanılan hiçbir astem laik ola- maz, laiklik ancak belli larihse) gelişim sonucu ortaya çıkraakta- dır. Bu dururada tekrar Sayın Bo- ratav'ın degindiği dinsel faaliyet- krin sivil topluma bırakılması ko- onsuna döaebiliriz. Siz bu konu- da ne diyorsunuz Sayın Konı? FEHMİ KORÜ — Bence en önemli sorun demokrasi. Demok- rasi konusunda ne kadar samimi- yiz. Diyelim ki arzu ettiğimiz an- lamda laik devleti Türkiye'de kur- duk. Dinsel örgütlenmeyi devlet- ten kopardık, cemaatlara verdik, devlet okullannda da Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu tam anlamı ile uygulamaya başladık. Tabii bunlara katümamak mümkün de- ğil, ama iş orduya gelip dayaruyor. Dinsel faaliyetlerini ve örgütlen- melerini sivil toplum içinde yeri- ne getirenler askere gidince ne olat cak? Üniformalı oiarak da aynı faaliyetlere katılabilecek mi? Gö- ruyorsunuz, Türkiye'nin özel ko- numu ve şartlan var. Demokrasi konusu çok büyük önem taşıyor ve ön plana çıkıyor. Demokrasi sorunu asker-sivil toplum ilişkileri yeterince sağhklı bir çerçeveye ko- nulmadan haliedilemez diye düşü- nüyorum. Eğer demokrasi sorunu çözülürse ve asker kesimi kendi- lerine, demokrat bir toplumda ol- ması gereken yere razı olursa tam anlamı ile laik bir örgütlenme sa- vunulabilir. Böyle bir toplumda Koru Eğer asker kesimi demokrat bir toplumda bulunmaları gereken yere razı olursa, laik bir örgütlenme savunulabilir. Aleviler de cemaatlaşabilir, tüm dinsel faaliyetler cemaatlara bıra- kılabilir. Vakıflar böyle bir cemaat örgütlenmesinin temel taşlanm oluşturur. Devlet cemaat vakıfla- nna zekât toplama hakkı tanır ve böylece özerkleşmiş cemaat Tür- kiye için en uygun çözüm olabilir, Ancak ben, şahsen mevcut siste- min ve toplumsal önyargıların dindarlara böylesine özerk örgüt- lenme hakkı tanıyacağına inanmı- yonım. Bu nedenle de tartışmala- rımızı fantezi oiarak nıteliyorunı. METtN OKÇU — Bana göre laiklik demokrasinin bir unsuru- dur, lslamiyetle bağdaşmaz. Türki ye'de bazı şeriat oyunlan sergilen- mektedir, ama başarıya ulaşama- yacaklardır. Türk halkı, kendi vic- damnın sesini dinleyecek biçimde dinsel faaliyetlerinde tamamen öz- gür olmalıdır. Allah ile kul arası- na herhangi bir şahıs, kurum, hele devlet kesinlikle ginnemelidir. Bir geçiş dönemi tespit edilerek din- sel yaşamın sivil topluma devre- Okç« Laiklik fslamiyetle bağdaşmaz. Allah ile kul arasına herhangi bir şahıs, kurum, hele devlet hiç girmemelidir. Dinsel yaşam sivil topluma devredilmeli. dilmesini destekliyorum. Tevhid- i Tedrisat Kanunu'nun Atatürk- ün istediği doğrultuda uygulan- masından yanayım. Ama devlet yaşamında zaman zaman din kul- lanılmak zorunda. Şanlıurfa'da tugay komutanlığı yaparken ra- mazan, temmuz ayına rastlamış- tı, gündüz sıcaklık 65 derece civa- rında oluyordu. Tugayda toplam 3 bin kadar personel oruç tutuyor- du. Bu insanlan, o koşullar altın- da eğitime, nöbete çıkarmak çok riskliydi ve teravih saati ile çakış- tığından gece dersleri yapılamı- yordu. Oruç tutulmasını yasakla- yan bir emir çıkardım, gizli gizli tutulmaya başlandı. Bunun üzeri- ne müftüvekiline başvurup konuş- ma yapmasını istedim. Önce "ve- bali büyük" diyerek karşı çıktı, uygun bir dille ikna edince konuş- ma yaptı ve oruçlu sayısı 30'a in- di. Yani şunu söylemek istiyorum, dini sivil topluma bırakmak doğ- rudur, ama çok kolay bir iş değil- dir. SERPtL ÜŞÜR — Türkiye'de yasaklı ideolojiler var. lslamcı ide- oloji yasaklı, sol ideoloji de onun ikiz kardeşi durumunda. Şimdi devlet karşısında sivil toplum de- yince yasaklı ideolojiler sorun ha- line geliyor, onları bir yere oturt- mak gerekiyor. Bir ikilem var; ya- saklı ideolojilere özgürlük verilsin, aynı zamanda işleyen bir demok- rasi olsun. Olaya böyle yaklaşın- ca dinsel ideolojiyi sivil toplum içine oturtmak bana çok kolayrmş gibi gelmiyor. Çünkü sorun dev- letin konumu ve sivil toplum kar- şısında ne yapacağı. Acaba devle- tin, sivil toplum içinde örgütlen- me şansı bulan dinsel akımlara karşı nötr kalması sağlanabilir mi? Örneğin olaya bu açıdan ba- kınca 163. madde tartışması ba- na çok önemli değilmiş gibi geli- yor. Çünkü lslamcı hareket, zaten bugün sivil toplum içinde örgüt- lenmiş ve devlet tarafından olduk- ça kayırma görüyor. Bu bakımdan bana göre önce politik sürecin toplumda nasıl yeniden yapılan- ması gerektiğini tartışmak günde- me geliyor. ALİ StRMEN — lmam hatip okullarının açıhş gerekçesini ha- tırlayalım, devlete aydın din ada- mı yetiştirmek için açılmışlardı. Sonra bu işlevi bıraktılar, genel bir ortaöğretim kurumuna dönüştü- ler. Aydın din adamı ne demek, bunun tanımını nasıl yapacağız? Bundan da önemlisi devletin bir aydın din adamı tanımı yapmaya hakkı var mı? Nitekim bunca imam hatip okulu açıldı, ama ay- dın din adamı kavramıru ortaya Sirmen Dinin sivil topluma bırakılması elbet savunulacak bir şeydir. Ama devletin şeffaflaştırılması, demokratikleştiril- mesi çok daha fazla öncelik taşımaktadır. atmış kişiler o kafalardaki tiple- meyi bir türlü gerçekleştiremedi- ler. Bugün bir Diyanet lşleri Baş- kanlığı var, ama bu, çoğunluk olan Sunnilerin başkanlığıdır, din- sel açıdan hiç de küçük olmayan Alevi azınlığı ile ilgilendiği söyle- nemez. Okullarımızdaki zorunlu din derslerinde de Sünni İslami- yet okutulur. Bu bir baskıdır, dev- let eliyle uygulanan bir baskıdır. Eğer devlet gerçekten laik olacak- sa bu tür baskıların son bulması, devlet ile belli bir dinsel akım ara- sındaki sıkı bağlantılann son bul- ması gerekir. Doğrudur, demok- ratik bir toplumda 163. madde gi- bi bir cezalandırma anlayışı ol- maz, ama kabul edelim ki bu madde artık pek uygulanmamak- tadır. Laiklik, demokrasinin un- suru ve laikliği gerçekleştirmek için demokrasiyi bütün kurumla- n ile işletip şeffaf bir yönetim kur- mak gerekmektedir. Devlet yöne- timi tamamen şeffaflaşmalıdır. Bakın bir örnek vereyim. "Başörtiisü" nedeni ile kızlanmız ve oğullarımız gösteri yapıyorlar, başörtüsü yasağını protesto edi- yorlar. Devletin koiluk güçleri bunlara genel oiarak oldukça yu- muşak davranıyor, ama başka gençler başka konularda bir pro- testo hareketine kalkarlarsa can- ları çok yanıyor. Elbet burada İs- lamcı göstericilerin de canı yansın denmeyecektir; kuşkusuz toplan- tı ve gösteri mevzuatının demok- ratikleşmesi talep edilecektir. Ama çifte standart, devletin taraflı ha- le gelmiş olması da gözden uzak tutulmamalıdır. Dinin sivil toplu- ma bırakılması elbet savunulacak bir şeydir, ama devletin şeffaflaş- tırılması, yani demokratikleştiril- mesi çok daha fazla öncelik taşı- maktadır. Zaten bu sağlanmadan kalkışılacak her türlü yeni düzen- leme pek bir sonuç vermeyecektir. — Efendim şimdiye kadar ko- nuşan arkadaşlarımız dinin biitü- nü ile sivil topluma bırakılması- na karşı çıkmadılar. Bu konuda siz ne diyeceksiniz Sayın Belge? MURAT BELGE — Kısaca vurgulayayım. Gerçek laiklikten yanayım, baskılara karşıyım. Di- ni cemaat vermeli, her türlü din- sel faaliyeti cemaat yürütmeli. Di- ni okul açabümeli, orada ne ister- se okutabilmeii. Bana Tevhid-i Tedrisat çok önemli gelmiyor, si- vil toplum kendi eğitimini müm- kün mertebe üstlenmeli. Şimdi okullarda Aleviler, Musevi Türk vatandaşları din dersi okuyorlar. Toplum oiarak örneğin Alevileri yok sayıyoruz. Türkiye'de Kürt var mı yok mu diye tartışıyoruz. Bas- kılar bitmeli, devlet artık bizi ken- di 'saptadığı birtakım tehlikelerden korumaktan vazgeçmeli. Şeriatı savunacak siyasi parti de kurula- bilmeli. Herkes toplumu ikna et- me hak ve özgürlüğüne sahip ol- malı, kendi hakkındaki kararı toplum vermeli, hakemliğı elde tutmalı. Bakın toplum hiç yanıl- maz, her zaman en doğru kararı verir diye bir şey söylemiyorum. Toplumlar yanılabilir, yanılmışlık örnekleri sayılmayacak kadar çoktur. Ama yanılmanın pahası- nı öder. Bu bakımdan devlet din- sel faaliyetler dahil her hak ve öz- gürlük kısıtlayıcı faaliyetten cünı çekmeli. Bunlar sivil topluma bı- rakılmalıdır. Biz şimdi kendimize özgü laiklik diye bir şey yapıyo- ruz, ama bu gerçek (aikliğe ben- zemiyor; ortaya tuhaf bir görü- nüm çıkıyor. Bakın imam hatip okullan ne kadar karmaşık bir so- run oluşturuyor. Bizler yobaz ye- tiştiriyor, siyasal amaçlı kuruluş- lar, genel eğitim kurumuna dönü- şüyor diye imam hatip okullanna karşı çıkıyoruz. Benim bildigim kadarı ile tslamcı kanatta yer alan Belge Devlet,bizi kendi saptadığı tehlikelerden korumaktan vazgeçmeli. Şeriatı savunan parti de kurulabilmeli. bazı kesim ya da gruplar da bu okullardan çok şikâyetçi. Devle- tin. Milli Eğitim Bakanlığı'nın de- netiminde öğretim yapılmasından hiç hoşnut değiller. Türkiye'de devlet hiç kimsenin bir şey yapma- sma izin vermiyor, her şeyi kendi bünyesinde topluyor. Bakın Ame- rika'da herkesin özel TV ya da radyo istasyonu var. burada böy- le bir şey düşünülemez. Türkiyet de her şey devlette yansımasını bu- luyor, toplumdaki siyasal tavizler de devlet yapısında yansımasını buluyor. Bir bakıyorsunuz biyolo- ji derslerinde Darwia ve evrim ko- nusu dışlanıyor. Ortaya saçma sa- pan bir durum çıkıyor Halbuki dini özel okullar olsa öyle Dar- win'i müfredata sok, çıkar diye so- run olmaz. Bırakalım İslamcı ke- simler din eğitimini nasıl ıstiyor- larsa öyle yapsınlar. SÜRECEK Ci V E Y T ARCAYİREK90'DAN 80'E POLITIKA TUNELI Evren: Darbe için uğurlu gün 7 eylüldü Genelkurmay Başkanı Evren'in uğur sayısı 7 9 dir> ancak o gün hafta arasına rastlar, darbeler ise hafta sonu yapıl — 10— Yazı odasının penceresinden, uzakta, Mar- maris denizi koyu mavi bir çizgi gibi görünü- yordu. Yeşillikler arasında mavi, gökyüzü açık, ısıtan güneş. Armutalan'daki "Btyaz Ev", fotoğraflardaki kadar görkemli, büyük değildi. Alt katta, he- men girişte büyük bir salon, ikinci katta iki yatak, bir çalışma odası, kitaplık. "Darbe tarihi" ile ilgili saptamaları, bun- ların doğurduğu kuşkuları anlattı. Ecevit'in başından geçenler, Çağlar'ın Demirel'e duyu- rumu ve sonra Bedrettin Demirel'in ortaya koyduğu görüş... Kimi konuşmalanndaki açık olmayan, ancak kimi saptamaları doğrular gö- rünen sözler... 9 Nisan 1983'te "Daima sakin ve sabırlı olunmalıdır" demişti. "Biz de 12 Eylül'e ge- linceye kadar az mı sabrettik. Ama sonunda muradımıza erdik. Sabreden derviş, muradı- na ermiş." "Derviş" kimdi, kendisi mi? "Murad" ney- di, Çankaya mı? O aralar, bu sözler çeşitli yo- rumlara yol açmıştı. Fakat "12 Eylül'e gelin- ceye kadar az mı sabrettik" deyişinin altında acaba başka bir gerçek mi yatıyordu? Darbe kararmın çok önceden alındığını mı dokuıı- duruyordu? Bedrettin Demirel adı geçince hafifçe yü- zünü buruşturdu, hoşnutsuzluğunu sergiler gi- biydi. "Bedrettin Paşa, bir gün bana geldi" dedi Evren Paşa: "O sırada, biliyorsunuz, Akademi Komu- tanı idi. Bir gün bana geldi, 'Çok kan dökü- lüyor, buna müdahale etmek lazım' dedi. Or- dunun müdahale etmesini istiyordu. Müdaha- leye karar vermek o kadar kolay mıydı? Bed- rettin Paşa'ya böyle söyledim. O sıralarda ka- rar filan yoktu" t Temmuz 79'da hemşerisi AP Milletvekili Süleyman Çağlar, Demirel'e gitmiş, Ecevit hü- kümetinin anarşi ve ülke sorunlarının üstesin- den artık gelemeyeceğine Evren'in inandığını söylemiş. Çağlar, darbe kararı aldığınızı götürmedi- ğini belirtiyor, ama Demirel, Çağlar'ın tem- muz 79'da darbeye karar verdiğinizi aktardı- ğıru söylüyor. Evren Paşa, Ecevit hükümetiyle ilgili değer- lendirmeyi başıyla onaylıyordu: "Yok canım" dedi. Darbe ka.onnın temmuz I979'da alın- dığını yadsıyarak "Bana o arada ve sonra AP'liler geliyordu" dedi. "Örneğin Faik Tünın, Sadettin Bilgiç'ten söz ediliyor?" "Saadettin Bilgiç hiç gelmedi" dedi. "Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandığım zaman ya-ıılan törene de gelmedi. Sevmezdi. AP'li- ler ve o sırada içlerinde bakan olanlar — adlarını vermem— parlamenterler, 'Daha ne duruyorsunuz' diyorlardı bize Fakat müda- hale kararını vermek çok zordu. Öyle hemen alınacak bir karar değildi. Düşününüz, biz sonra ortaya atıldık ve ya berrii ya merrü, de- dik. Başarılı olmasaydık, biz gidecek ve yeri- mize 'onlar' gelecekti.. Komünistler alacaktı!' Ana çizgileri bilinen aynntılara geçti Evren Paşa: "Brüksel'den döndüm, Selimiye'de toplan- dık. Ülkenin o gün içinde bulunduğu koşul- ları görüştük. Bir-iki kişi hariç, herkes bir uya- rıda daha buiunmayı istedi ve karar verdik. Uyarı mektubu verildi, hiçbir şey değişmedi. İkinci kez Selimiye'de toplandık. Artık yapa- cak bir şey kalmamıştı. Müdahale edecektik." "Böliigiray, 2 Nisan 80'de Adana'ya gittigi- nizde müdahale kararı aldığınızı duyurdugu- nuzu yazıyor?" "Müdahale kararı aldıktan sonra bunu, yurtiçindeki komutan arkadaşlara söylemek gerekiyordu. İkinci Selimiye kararından son- ra ilk oiarak Gölcük'e gittim ve orada komu- tana durumu anlattım." "Fakat birden karar değişmişti. Temmuz 80'de yapılması kararlaştırılan darbenin uy- gulaması ile ilgili ayrıntıları gösteren Bayrak Planı toplatılmıştı. Gerekçe açıklanmamış, sonradan Demirel hükümetinin Meclis'ten gü- venoyu alması ertelemeye neden gösterilmiş- Xi': Evren, "Temmuz 80'de yapılacaktı müda- hale. O sırada siyasal durumu biliyorsunuz. CHP ile MSP hükümeti düşürmekte birleş- mişlerdi. Hükümet düşünce müdahale gele- cekti. Biri gelip, biri gidecek. Sonradan (MSP'den söz edince gülüyor) Erbakan, yan çizdi. Hükunıet, sanırım altı oy farkıyla gü- venoyu aldı:' Gözleri denize dalmıştı, ilginç bir bilgi verdi: "Emin Paksüt bize 'güvenoyu alan hükü- meti müdahaleyle düşürmenin içeride ve dı- şarıda olumlu karşılanmayacağını söyledi. Vazgeçildi." Sürdürdü: "4 Ağustos 1980'de Şûra toplan- tısı yapıldı. Müdahalenin yapılmasında tam bir fikir birliği vardı. Oysa temmuzda dağıtı- lan müdahale planı komutanlardan toplanma- mıştı!' "Bölügiray, ertelemenin hemen arkasından planın bir emirle toplatıldığını yazıyor." Evren Paşa, "Yok, öyle değil" dedi. "Biz 4 Ağustos 80 Şûrası'nda bazılarıııı emekliye sevk etmiştik. Birden hatırıma gel- di, 'Yahu' dedim, 'emekli olanlardan bazıları Bayrak Planı'nı ya alıp giderse.' Hemen 'Toplayın' emrini verdik. Toplatıldı. Bazı ko- mutanlar ordudan ayrılmıştı. Ama ayrılan ar- kadaşlardan hiçbiri müdahaleden ve plandan dışarıya söz etmedi. Müdahale tarihi oiarak temmuz 80'i tespit ettiğimizde, şunu da ara- mızda konuşmuştuk: Temmuzda müdahale olacak, ama ağustosta bazj komutanlar ordu- dan ayrılacak. O zaman ne yapacaktık? Hay- dar Paşa (Saltık) aramızdaydı o gün. 'Dondururuz' dedi, bir çözümdü." Bölügiray, Evren'den darbe tarihini öğrenir- ken "Kimse emekliliği aklına getirmesin" sö- züne anlam verememişti. Evren, "Sokaktaki Asker" kitabını okumuş, o noktayı açıklıyor- du. "Işte söylediğim nedenle kadroları don- durduğumuzu bildirmiştim" diyordu. Uğurlu rakam ve darbe tarihi "12 Eylül müdabale tarihi ne zaman sap- tandı?" Duraksamadı bile, gayet net sesle: "26 Ağustos 1980'de" dedi. "Evet, o gün" diye ek- ledi. Büyük kararları etkileyen insancıl inançlar- dan birine değindi: "Benim uğur sayım Tdir. Ben müdahale gü- niinü 7 eylül diyordum. Tarih. bence buydu." "Ünlü Konya mitinginden bir gün sonra" "Yok, hayır!" 5 eylül de olabilirdi, 7 eylül de. Fakat bugünler hafta arasına rastlıyordu. Çarşamba, perşembe galiba. Oysa müdaha- lenin hafta sonuna rastlamasında yararlar var- dı. Halkın bankalara, yiyecek maddelerine hü- cum etmemesi için. 12 Eylül bu nedenle ka- rarlaştırıldı. Bir başka neden, Erbakan yundışındaydı. Ne zaman gelecegıni bilmiyorduk. Dışanda kalırsa karıştıracak, kimbilir neler yapacak- tı. Karardan sonra Şahinkaya geldi bana. Res- mi ziyaret için ABD'ye gideceğini, karar alın- dığına göre geziden vazgeçtiğini Amerikalılara bildireceğini söyledi. Ona 'Daha çok dikkati çeker. Git ve 11 Eylül'de dön' dedim. Karım ameliyat olacak diyecek ve dönecekti." Şahinkaya'nın acele dönüşü, hiç ilgi çekme- mişti! 12 Eylül'de ABD'nin Ankara Büyükel- çisi olan Spain, "Resmi ziyaret için ABD'ye giden, eşi ameliyat olacağı için acele dönen" bir yüksek rütbeli subaydan söz etmiş, "Gön- derdiğim subay Türk yüksek rütbelisinin evi- ne gittiğinde ameliyat olacağı söylenen eşinin çay servisi yaptığını" arılatmıştı. Zaten, ABD: nin Türkiye'de olup bitenlerden haberi olma- ması olanaksızdı. Evrerr, "Yok, Şahinkaya Amerika'ya gitmiş de, orada görüşmeler yapıp olumlu görüş al- mış da gibi şeyler yazıldı, söylendi daha sonra" diye eski sözlerini yineliyordu. Kimi eklentiler yaptı: "Müdahaleden son- ra ABD'den, İngiltere'den ve Almanya'dan destek gördük. Elçileri bana geldi. 'Biz aske- ri müdahalelere ve askeri rejime karşı ülkele- riz. Ama bu kez diyecek söz bulamıyoruz. Ya- pılacak bir iş kalmamıştı' dediler" "Müdahalenin geciktirilmesi ya da ertelen- mesiyle cinayetlerin sayısı giderek artmış, şa- yet temmuz 1979'da veya nisan 80'de, lenaam 80'de darbeyi yapsaydmız ölenlerin sayısmın bu denli kabarmayacağı rakamlarla önümü- ze konuluyor!' "Bedrettin Paşa da böyle söylüyor, daha çok kan akmayacaktı, diyor" dedi. Darbeye karar vermenin "çok zor bir iş" olduğunu yineleme Evren 7yıl sonra DYP lideri ile ilk kez karşılaşır 'Süleyman Bey hiçdeğişmemiş!' DEMİREL — "Biz ne demistik?' Kenan Evren, pencereden dışa- nya, gül bahçesine bakıyordu. Ka- pının açıldığını duydu, döndü ve Ali Baransel'e: •'.Süleyman Bey hiv degişme- miş!" dedi. Demirel yanından ay- nlalı ya üç ya beş dakika geçmiş- ti. 12 Eylül'den bu yana, yedi yıl 26 gün "zorunlu aradan" sonra 6 Ekim 1987'de ilk kez bir araya ge- liyorlardı. Görüşmeden önce Evren'in ki- mi kaygıları vardı. Demirel bir- denbire 12 Eylül tartışması açar- sa, olmadık yerde "kem bir sözle" sataşırsa... Tedirgindi! Demirel, gergindi. Darbe, onu Hamzakoy'a, sonra Zincirbo- zan'a, 82'de başlayıp 92'ye kadar sürecek siyasal yasağa sürüklemiş- ti. Hesabına göre Evren'le bir da- ha karşılaşmayacaktı. Yasaklar 92'de sona ererken kasım 89'da Evren'in görevi bitmiş olacak, Köşk'te de başka birisi olacaktı. Bu nedenle Evren'le bir araya gel- mesi olasılığıridan söz açanlara kesin dille, "Dağa çıkanm daha iyi" demişti. Oysa yasaklar 87'de, vaktinden beş yıl önce kalktı. De- mirel, DYP'ye lider seçildi. Görûş- me isteminde bulundu. Demirel, Köşk'e gelişinde sıcak ilgiyi Baransel'de buldu. Ziyaret- çilerin görüşme saatini bekiedik- leri köşede Baransel, kadife per- deyi gösterdi. Arkasında havuz vardı bir zamanlar. Erdal İnönü bu havuzda yüzerdi. "Demek bu havuzda yüzerdi" dedi Demirel. Nöbetçi yaver geldi, zamanıydi, koridoru geçtiler, kapı açıldı. De- mirel başıyla hafif bir selaın ver- di, masasının önünde karşılayan Evren, gülümsedi. Yer gösterdi. Köşk fotoğrafçısı içeri girdi. Ev- ren masasındaki bir resmi kaldır- dı. Sonra tekrar yerine koydu: "Ziya Ll-Hak geliyor. Onun fo- tografı. Onun odasında benim bü- yük bir fotografun var. Bunlardan daha iyi dosl yok" dedi. "Bira- derle" ilgili bir açıklama. Ama Demirel, bundan daha iyi dost yok diye anılan Üi-Hak'ın "Kıb- ns'ın bağımsızlığını onaylamadı- ğını" söyledi. Evren, "Amerika baskı yaptı, 'Yardımı keseriz' teh- didini kullandı, o yüzden" diyor- du. . Demirel, Köşk'e "yeni görevi gereği geldiğini" hemen söyledi. Belki de Evren'i rahatlatan cüm- le buydu. Günün olaylarına gcç- ti. TÖ'nün baskın seçimine değin- di, TRT'yi sabah akşam kullana- caktı, anayasadaki "eşillik" ilke- sini bozacaktı. Üstelik önseçimi kaldırmış, partiterin kargaşa içi- ne düşmesine yol açmış, cumhur- başkanı da bu yasayı onaylamış- tı. SHP bu sırada Anayasa Mah- kemesi'ne gitmişti. Evren merak ediyordu, mahkeme yasayı bozar- sa kaç günde yenisi hazırlanırdı? Demirel, "bir hafta" dedi. Sonra genel konulara geçti. Avrupa —al- dığı bilgilere göre— "Müsliiman Türkiye'yi dışlamak" istiyordu. Savunma stratejilerindeki bu de- ğişikliğin yani sıra "Yılda bin do- lar gelir seviyesindeki Türkiye'ye, Ortak Pazar kapısım açrnayacak, çok bekletecekti." Evren, söylenenleri onaylayan davranışta bulunmuyor, hüküme- te ne yan tutuyor ne de söylenen gerçeklere katılıyordu. Düşünce- lerini ilgililere aktaracaktı. "Eh, kabule teşekkür. hoşçakalınız" dedi Demirel. Çıktı. Baransel bekliyordu. İçinden, "Zamanı gelecek, 12 Ey- lül'ü tartışacagız" diye geçirdi. Baransel, sonra Evren'in yanı- na girdi. Bir aşağı bir yukarı do- laşıyordu. Bir ara pencereden gül bahçesine bakü, döndü: "Süleyman Bey hiç değişme- miş!" dedi. amaayla "Yani bu yüzden çok önemli bir ka- rarı birdenbire mi alsaydık" diye sordu. Nasılsa tarih 12 Eylül üzerinde kesin yargı- sıru günü gelince söyleyecekti. Evren Paşa'nın sorusuna yanıt vermedi. Bülent Ecevit'e göre 24 Ocak Kararlan, 12 Eylül darbesini getirdi. Erdal İnönü'ye göre demokratik yaşam içinde anarşi ve teröre "birlikte" çare aranma- lıydı. 24 Ocak Kararlan'ndan bu yana ekono- mide ileriye değil, geriye gidiş vardı. Süleyman Demirel'e göre 24 Ocak Karar- ları "başlangıçtı." Ülkenin bulamadığı yedi te- mel maddeyi sağlamaktı, sağladı. Askerleri yıldıran olay ekonomiydi. 24 Ocak Kararla- rı'yla ekonomi rayına girince, yapmayı plan- ladıkları darbeyi gerçekleştirmişlerdi. TÖ ise askeri dönemde ve iktidara geldik- ten sonra başka havalar atmıştı. Askeri dar- belerin "yegâne sebebi" ekonomik bozukluk- tu. 27 Mayıs'ın, 12 Mart'ın... Ya 12 Eylül'ün? • • * 12 Eylül sabahı, TÖ, Gendkurmay'a çağrı- Imca —o sırada kalbindeki 'anza' keşfedilmiş, ama by-pass olmamıştı —kimbilir yüreği na- sıl çarpmışlı. Belki de 12 Mart'ı izleyen gün- leri ammsamıştı. 12 Mart'ta DPT'nin başın- daydı. Bir farkla, Başbakanlık Müsteşarlığı üzerinde yoktu. ABD'ye gitmek, Dünya Bankası'nda yeni bir işe yerleşmek için Esenboğa Havaalanı- na gelmiş, fakat "adı listede" olduğundan, uçağa binmesine izin verilmemişti. Demirel, "Bana geldi. Gereken yerlere te- şebbüsler yaptık, öylece gidebildi" demişti. TÖ ise Dünya Bankası'nda çalışırken, 1983'ten sonra aldığı ekonomik önlemler veya benzer- lerini "ağabeyi Demirel'e" mektuplarla bildir- diğini sonradan söyleyecekti. "Ekonominin patronluğunu" Genelkur- may'da üstleneceğini anlayınca sıkışan yüre- ği belki de rahatlamıştı. Adnan Başer Kafa- oğlu'nu Maliye Bakanlığı'nda istememiş, as- kerler "tercih haklannı" kullanarak TÖ'yü baş köşeye getirmişlerdi. Demirel'in taruğı TÖ idi. 12 Eylül günü as- kerlere verdiği ekonomik raporu, son AP hü- kümetinin baş savunusu diye okuyor, aynen yazılmasını istiyordu. Daha sonralan neler olacaktı? TÖ, kabineye girip girmeme izni aldığı "ağabeyini" arama- yacak, hatta 1983'te iktidara geldikten sonra kutlamaya gelen Demirel'in kardeşlerine so- ğuk davranacaktı. Tehlikeyi sezecek, Demirel 1 in 1992'ye kadar yasaklı kalması için devletin bütün olanaklannı seferber edecekti. Bu sez- gisinde yanılmayacaktı. Demirel, sağ oyları lopladığı için Jilediği kadar iktidar sürdürece- ğini sanan TÖ'ye 1987'den başlayarak her yıl darbeler vuracak; 26 Mart'ta ise TÖ'nün biti- şini ilan eden yerel seçim sonuçlarına ulaşa- caktı. Insanlar değişmekle kalmaz, reddi mirasta da bulunabilirlerdi! İÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle