Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 ŞUBAT 1990 ••¥•• HABERLERİN DEVAMI CUMHURİYET/17
Sevgili Muammer Hoca.
(Baştarafı 1. Sayfada)
Bir ömür boyu, büyük bir heyecan, coşku
ve inatla, doğru bildiği davalarını kovalamış-
tı.Cumhuriyet ve laiklik... Atatürkçülük... Hu-
kukun ustünlüğü... Demokrasi... İnsan hak-
ları... Bu davalar için yarım yüzyıl boyunca
bitmez tükenmez bir enerjiyle savaşım ver-
mişti sevgili Muammer Hoca.
fuzağa düşürülerek alçakça öldürüldüğü
yere dün birkaç sap karanfili koyarken ken-
disini bir kez daha saygı ve sevgiyle andım.
Mümtaz Soysal'ın onun için belirttiği gibi,
"Davalar için yaşamayı seçmiş olanlar, vü-
cutlan nasıl yok olursa olsun, ölümsüzlüğü
seçmiş olanlardır."
*
Yakın siyasal tarihimizin acılarla yüklü bir-
çok sayfası var. Sevgili Muammer Hoca'nın
öldürülmesiyle birlikte ne yazık ki birini da-
ha çevirmiş olduk.
Tarihin ve çekilen acıların öğretici bir ya-
nı olması gerekır. Ders almasını bilirsek, ha-
talarımız en aza iner.
Ne yapmalı?
Bu sorunun çengeli bugünlerde herkesin
zihnine takılmalı ve serinkanlı biçimde kar-
şılığı aranmalıdır. Faili meçhul cinayetler di-
zisiyle ülkenin bir karanlığa çekilmek isten-
mesine karşı nasıl mücadele edileceğinin
ipuçları son 30 yıllık tarihimizde yeterince
vardır.
En başta, Muammer Aksoy cinayetl aydın-
lığa kavuşturulmalıdır.
Şiddetin gittikçe daha kanlı boyutlara bü-
rünmesi konusunda sorumluluk Akbulut hü-
kümetindedir. Bu tırmanışa karşı insanların
yaşama hakkını güvence altına almak duru-
mundadır hükümet.
Altı çizilmesi gereken bir başka nokta şu:
Terorizme karşı mücadelenin yolu demok-
rasiden geçer. Demokrasi ne denli yaygın-
laşırsa, hedefo denli küçülür, teröristler tec-
rit olur ve yalnızlaşırlar.
Nereden ve hangi gerekçeyle gelirse gel-
sin, bir insanlık suçudur terör. Karanlıkta kur-
şun sıkanların amacı, bir yerde demokrasi-
nin tümüyle rafa kaldırılmasını sağlamaktır.
12 Eylül öncesi bunu yaşadık; bir daha
oyuna gelmeyelim. Sorumluluk sahibi her ki-
şinin ve tüm siyasal güçlerın demokraside
mutabık olmalarının önemi yaşamsaldır. As-
keri yönetimler bunalımla geliyor, ama git-
tiklerinde yine bunalım bırakıyorlar. 12 Ey-
lül ile yaşadık bunu.
Bunun gibi yaşamsallığı gün geçtikçe be-
lirginleşen bir başka nokta da erken seçim-
dir. Türkiye'de seçim sandığına giden yolu
ne kadar kısaltabilirsek, yaşanan bunalımın
şiddeti o kadar azalacaktır. Bu konuda da so-
rumluluk ANAP'ta ve Akbulut hükümetinde-
dir.
Bir karamsarlığın dalga dalga yükseldiği-
ni görüyoruz. Umutsuzluğa ve yılgınlığa
yer yok!
Bu ülkede artık terorizme boyun eğilme-
yecektir.
Zafer, sonunda demokrasinin olacaktır.
Varşova Notları... (2)
VARŞOVA — Telefonu kapatırken bize
döndü. "Bir bakandı arayan" dedi gülerek;
"Hapishanede birlikte olduğum çoğu kişi
şimdi bakanlar kurulunda..."
Adam Michnik.
Dayanışma'nın en önde gelen birkaç lide-
rinden biri.
Uzun yıllar yeraltında çalışmanın kendisin-
de yarattığı alışkanlıkları henüz üstünden
atamamış. Başyazarlığını ve yöneticiliğini
yaptığı Dayanışma'nın Gazeta adlı yayın or-
ganı sanki hâlâ yeraltında çıkıyor. Koşullar
öylesine ki, insan Dayanışma'nın bu ülkede
başlıca siyasal güç olduğuna inanamıyor ilk
bakışta.
Hayli bakımsız bir blok apartmanın zemin
katı. Iç içe uzanan basık tavanlı odalar. Yo-
ğun sigara dumanı.
Marangoz elinden yeni çıkmış izlenimini
veren düzgün, ama derme çatma küçüçük
tahta masalarda çalışan genç insanlar. Üni-
versitede seçimlere hazırlanan bir öğrenci
derneğinin sevimli dağınıklığı var her
yanda...
"Devrim koşullan" diyor gülerek Michnik,
"Açık toplumun ne olduğunu biliyoruz, onu
yaratma çabasındayız. Ama onun içinde na-
sıl yaşanır henüz öğrenemedik."
Spor lastik ayakkabılar, rengi atmış bir blu-
cin, yakası açık bir gömlek, hayli yıpranmış
bir ceket; yakasında Dayanışma'nın rozeti,
kırmızı renkte.
Sigaranın birini söndürürken öbürünü
yakıyor.
Daracık bir çalışma odası. Uluslararası Ba-
sın Enstitüsü (IPI) heyetini oluşturan sekiz
gazeteci güçlükle sığışıyoruz.
Duvarlar delik deşik; belli ki çivi tutmuyor.
Bir yana VValesa'nın bir posteri yaprştırılmış.
Tam karşısında renkli bir çıplak kadın fotoğ-
rafının yer aldığı bir takvim. Hemen altında-
ki darmadağınık masada bir sürü gazete; en
üstte Pravda dikkati çekiyor. Bir köşeye de
koçaman bir Polonya haritası yapıştırılmış.
İlk soru:
"Adı var sanı yok bir partiyle daha ne ka-
dar sürdürecek bu koalisyon hükümetini Da-
yanışma? Ölmüş bir ortakla sanki canlıymış
gibi ortaklık devam ettirilebilir mi?"
Adam Michnik:
"Bir yerde doğru. Komünist Partisi'nin ce-
nazesi dün kaldınldı. Koalisyon hükümeti sü-
rüyor, ama dikkat edin: Gerçek ortak parti
değil! Ordu ve gizli polistir gerçek ortak!
Korkmuş, tedirgin, düş kırıklığına uğramış,
ama silahı olan bir ortak bu... Halk desteği-
ne sahip değiller. ancak ülkede yönetici eli-
ti bunlar oluşturuyor. iktidar odaklarında ko-
münistler var. Bu arada dikkat edin: Mosko-
va'yla ilişkileri de bu elit zümre götürüyor."
Bir "geçiş dönemi"nden söz ediyor Mich-
nik; Dayanışma ile ordu arasındaki bir siya-
sal "uzlaşma" ya da "konsensüs"ün dam-
gasını vurduğu sancılı bir geçiş dönemi...
Terazinin bir kefesinde kesin halk deste-
ğine sahip olan VValesa'nın liderliğindeki Da-
yanışma (ve tabii Katolik Kilisesi'yle birlikte)
yer alıyor. Öbür kefede gizli polisle birlikte
ordu var. Bu tarafı ise Cumhurbaşkanı Ge-
neral Jaruzelski'nin temsil ettiği söylenebi-
lir. Gelişmeleri sessizce, tepeden izleyen bir
ordu ve asker kökenli, Komünist Partisi üyesi
bir cumhurbaşkanı...
•
Bir darbe olabilir mi?
Bu soruda değişik varsayımlara dayalı bir-
çok senaryo düğümleniyor.
Bunların bir ucu Moskova'ya, bir ucu ül-
kedeki ekonomik çıkmaza uzanıyor.
Moskova: Gorbaçov iktidardan düşürülür-
se... Gorbaçov çaresiz kalıp sertleşirse...
Sovyetler bir kaosa sürüklenirse... Varşova'-
ya nasıl yansır bu gelişmeler?..
Ekonomik durum: Yüzde 800'lerde seyre-
den yıllık enflasyon gemlenemezse... Şim-
dilik halk desteğine sahip kemer sıkma po-
litikası başarısız kalırsa... işsizlik yaygınlaş-
maya başlarsa... Kitleler kışkırtmalara açık
hale gelirse... Ordu ve gizli polis içindeki eski
rejim yandaşları bu durumdan yararianma-
ya kalkışmazlar mı?..
Bir darbe olasılığına şimdilik herhangi bir
şans tanıyan yok. Ancak birbirine 180 dere-
ce zıt bir sistemden ötekine geçişin yarata-
bileceği gelgitlerin neler olacağı konusu da
bugün için tam kestirilemiyor.
Adam Michnik, bu geçiş döneminde ger-
çekçılığin elden bırakılmasına kesin karşı.
Ordu ile Dayanışma arasındaki duyarlı den-
genin özenle sürdürülmesinden yana.
"Tarih yeterince hızlandı Polonya'da, de-
ğişimi daha çok zorlamamak gerek" diyor.
"Yoksa demokratik gelişme tehlikeye gire-
bilir. Her devrim böyle başlıyor: İnsan hak-
iarı, özgürlük. eşitlik... Sonra da giyotin ge-
liyor. Fransız ihtilalindeki gibi... Biz bu nok-
taya gelmemeliyiz."
Romanya, Bulgaristan ve Çekosjovakya
örneklerini veriyor: Çavuşesku'nun idamı...
Jivkov ve Honecker'in "vatana ihanel" suç-
lamasıyla tutuklanmaları... "Bunlar Polon-
ya'da olmamalı" diyor Michnik; "Bu tehlikeli
mekanizma bir kez çalışmaya başladı mı, ne-
rede duracağı belli olmaz."
Polonya'nın acılarla yoğrulmuş tarih say-
falarından kaynaklanan sabır ve gerçekçili-
ğin izleri var Adam Michnik'in bu değerlen-
dirmesinde. Nereden nereye gelindiğinin far-
kında. Daha işin başında olduklannı, iktida-
rın kolay el değiştiremeyeceğini, demokra-
siyi inşa etmenin zaman alıcı bir iş olduğu-
nu biliyor.
•
Senato Başkanı Profesör Stelmachovvski,
"Biz işe bir bakıma tepeden başladık sayılır"
diyor; "Hareketimiz tabandan geldi, ama he-
nüz iktidar odaklanna tam yayılamadık. Ör-
neğin yerel yönetimler... Henüz elimizde de-
ğil. Tabanda her şey eskisi gibi. Fena halde
yozlaşmış bir idare var. Nisan ayında yapı-
lacak yerel seçimler çok önemli. Bununla ye-
rel yönetimleri ele alacağız. Bu demokrasi
yolunda büyük bir mesafe olacak. Her şeyi
tabandan, yeni baştan kurmamız gerekiyor."
70'ine yaklaşan bu ak saçlı profesöre gö-
re bugün Polonya'da demokrasinin karşı
karşıya olduğu en büyük tehlike enflasyon.
Yıllık yüzde 800'lerde seyreden enflasyonun
yıl sonuna dek makul bir düzeye düşürülme-
si gerektiğini söylüyor.
"Yaz sonuna kadar enflasyon konusunda
iyi işaretler ortaya çıkmazsa işler karışır" di-
yor senato başkanı.
Ekonomik sorunları gerçekten çok büyük
Polonya'nın. Kısa dönemde ne sonuç vere-
bileceğini kendilerinin de tam kestiremedik-
leri çok iddialı bir ekonomik programı uygu-
lamaya sokmuş durumdalar.
Hedefi tutturabilecekler mi? Bu sorunun
yanıtını bu işin başındakiler de henüz bi-
lemiyor.
Varşova notlarına bir gün daha devam
edeceğiz.
Denktaş'a tam destek
(Baştarafı 1. Sayfada)
bah Cumhurbaşkanı Turgut Özal
ile görüştü. Görüşmeye, Başba-
kan Yıldınm Akbulut, Genelkur-
may Başkanı Orgeneral Necip To-
rumtay, Devlet Bakanı ve Hükü-
met Sözcüsü Mehmet Vazar. Dış-
işleri Bakanı Mesut Yılmaz, Cum-
hurbaşkanlığı Genel Sekrete-
ri Kemal Yamak. Dışişleri Bakan-
lığı Müsteşan Büyükelçi Tugay
Özçeri, Türkiye'nin Leflcoşa Bü-
yükelçisi Ertugrul Kumcuoglu ile
KKTC'nin Ankara Büyükelçisi
Oguz Korhan katıldılar. Görüş-
meden sonra Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü Büyükelçi Kaya Toperi
yaptığı yazılı açıklamada, "Kıb-
ns'taki son gelişmeler ve müzake-
re süreciıün durumu bakkında ya-
rarlı fikir alışverisinde buJunuJdu-
ğunu ve ulusal dava konusunda
tam bir görüşbirligi mevcut oldu-
ğunun teyid edildigini" bildirdi.
Toperi açıklamada, "Göriişmede
aynca Kıbns Türk halkının siya-
si eşitliğine dayalı ve özellikle kar-
şılıklı giiven tesisi yoluyla kap-
samlı bir çözüm için biitün taraf-
larca gerçekçi ve iyiniyetle çaba
harcanmasının önemi vurgulan-
mıştır" ifadesini kullandı.
Denktaş, Cumhurbaşkanlığı'-
ndaki toplantıdan sonra Başba-
kan Akbulut'un onuruna verdiği
yemeğe katıldı. Yemekte, Devlet
Bakanı ve Hükümet Sözcüsü
Gümülcine Konsolosu Gür'e sınır dışı
(Baştarafı 1. Sayfada)
lanna titizlikle riayet ederek, ye-
rine getiraıekte olan Gümülcine
Başkonsolosumuzun, Türk soylu
Yunan vatandaşlanndan "soydaş-
iarım' diye bahsettiği için, tarafı-
mızdan geri çekilmesi düşünülme-
mektedir.
Yunanistan'ın iki ülke arasın-
daki ilişkilerde son günlerde ya-
şanan gerginliğin giderilmesine
yardımcı olmayan bu talebinin,
başkonsolosumuzca kullanılan
'soydaş' kelimesinin Y'unancada
tam karsılıgının bulunmamasın-
dan kaynakianan bir yanlış anla-
madan dogduğunu ummak istiyo-
ruz."
Yılmaz-Makris görüşmesinden
yaklaşık 5 saat sonra Yunanistan
hükümeti başkonsolos Kemal
Gür'ü sınır dışı etme kararını
açıkladı.
Yılmaz'ın, "Gür'ün geri
çekilmeyecegine" ilişkin Makris'e
yaptığı açıklamanın Atina'ya
ulaşmasından sonra, Yunan tara-
fında Dışişleri Bakanlığı ile Zolo-
tas hükümetini oluşturan parti li-
derleri arasında yoğun bir temas
başladı. Bu temasların sonunda
Dışişleri Bakanlığı tarafından ge-
ceyarısına doğru yapılan açıkla-
mada şöyle denildi:
"Türk Dışişleri Bakanı Mesut
Yılmaz ile Ankara Büyükelçimiz
arasında yapılan görüşme ve ar-
dından Türk Dışişleri Bakanlığı'-
nın açıklaması, Ankara'mn ülke-
mizdeki Müslüman azınlığı soy-
daş kalimesi. ya da benzeri ifade
ile Türk kökenli olarak tanımla-
mada ısrarlı olduğunu göster-
mişlir.
Bu tutum, Lozan Antlaşması'-
nın azınlığı Müslüman olarak ka-
bul eden ve sadece dini kimliğini
tanıyan hükmünün bariz ihlalidir.
Bu hareket, Tiirkiye'nin ülke-
mizin içişlerine kabul edilmez ka-
nşmasının sonucudur. Bu yüzden
Yunan hükümeti, Türkiye'nin
Gümülcine Başkonsolosunu sınır
dışı etme kararı almaya zorian-
mıştır."
Krizin gelişimi
Yunan hükümetinin, Türkiye'-
nin Gümülcine Başkonsolosu Ke-
mal Gür'U sınır dışı etme kararı-
na yol açan olaylar, başkonsolos
Gür'ün GUmülcine'de Türk azın-
lığa yapılan saldırılar sırasında
tahrip edilen Türk dükkânlannı
görmek için Rodop Valisi'ne yaz-
dığı mektupla başladı.
Mehmet Yazar, Dışişleri Bakanı
Mesut Yılmaz, Genelkurmay Baş-
kanı Orgeneral Necip Torumtay,
Dışişleri Bakanlığı Müsteşan Tu-
gay Özçeri ve bazı üst düzey Dı-
şişleri yetküileri de hazır bulundu-
lar. Yemek sonrasında konuşan
Başbakan Akbulut, Kıb-rıs'ta
Türk halkı ile Rumların eşitliği-
ne dayalı bir uzlaşmanın sağlan-
ması yolunda Denktaş'ın liderli-
ğinde Türk halkının gösterdiği ça-
bayı ve siyasi tutumu içtenlikle
desteklediğini belirti. Akbulut, iki
toplumlu iki kesimli sonuca varıl-
mak istendiğini vurguladı ve şun-
ları söyledi:
"Biz esasında iki toplum ara-
sında barış ve sulh esaslanna da-
yalı olarak meselelerin halledilme-
sinden yana olduğumuzu, bunun
sağlanabilmesi için de Türkierin
önem verdikleri hususlara iyi ni-
yetle yaklaşılması lazım geldigini,
ancak çözümün bu şekilde tahak-
kuk edebilecegini düşündüğümü-
zii ifade ediyoruz. Ve hiç şüphe et-
miyoruz ki KKTC, uygulamakta
olduğu demokratik sistemle milli
birlik ve beraberlik ruhu içinde
daha da güçlenecek, daha da iler-
leyecektir. Her zaman olduğu gi-
bi her koşulda KKTC'ye destek
verecegiz ve yardımda bulunaca-
ğız."
Akbulut'un konuşmasından
sonra söz alan Denktaş, Türkiye'-
de yaptığı görüşmelerde "tam bir
SHP'den siyasal senet
(Başiarafı 1. Sayfada)
Baykal, "Ülkenin düze çıkma-
sı için edilecek bir yeminin, veri-
lecek bir senedin ögeleri ne ise
onlar" diyor.
örnegin?
Baykal yanıthyor:
"Y'erain, çeşitli maddelerden
oluşuyor.
tlk madde 'özal'ı indireceğiz'
olacak.
Sonra, hazırlanan uzmanlık ko-
misyonu raporlannın belirleyece-
gi unsuriann ışığında, Parti Mec-
lisi'nin öngörecegi bir sıralama
içinde toplumsal. siyasal, ekono-
mik tüm hedefler tek tek madde-
leştirilerek bir bildirgeye donuştiı-
riilecek ve halka açıklanacak. Bu
•cıklama aynca posler, afiş halin-
de basılıp tüm Türkiye'ye dagıtı-
lacak."
"Sosyal demokrat yeni düzenir
yeniliği nedir?"
SHP Genel Sekreteri, tane ta-
ne anlatmayı sürdürüyor:
"Yenilik, parti üst yönetiminin
çok uyumlu bir yapıda oluşmuş
olmasından, siyasette kadınlann
agırlıklannı hissettirmelerine or-
tam hazırlanmasına dek çok yön-
lü ve çeşitlidir."
"Sosyal demokrat yeni düzen
için özal'ın indirilmesi yeterli ola-
cak mı?"
Baykal, "Hayır" diyor ve ekli-
yor:
"Bu düzenin kunılmasına engel
ilk unsurdur. Bu engelin kaldınl-
masından sonra. başta kırsal ke-
simde anlımlar gerçekleştirilecek-
tir. Köylü, çiftçi sosyal güvenceye
kavuşturulacak, en üst düzeyde
toplumsal üretimde yerini alma-
sını sağlayacak mekanizmalar
oluştunılacaktır."
"Nasıl?"
— Kaynaklann planlaması. bu
mekanizmanın kurulması yönün-
de yapılarak. Bugün kaynaklar
başka mekanizmalar için kullanıl-
makta. Bu mekanizmalann ise ne
toplumsal refahı arttırmaya yaran
olmakta ne de alt gelir gruplanıı-
daki halk kesiminin sorunlanna
bir yaran dokunmaktadır.
Tütün gösterileri için Ege böl-
gesine hareketinden önce yaptığı-
mız bu görüşmede Baykal, yemi-
nin öteki unsurlarım şimdilik
açıklamak istemiyor. Bu konu-
nun, daha geniş bir platformda
tartışıldıktan sonra maddelere dö-
nüştürüleceğini belirtiyor.
Ama yine de baa maddeleri sı-
ralama ısrarımızı geri çevirmiyor.
Işte SHP "siyasal yemini"nin
bazı öğeleri:
— Asker sayısı indirilecek,
— YÖK kaklınlacak,
— Asgari ücretliden vergi kesil-
meyecek,
— Memura sendika kurma
hakkı tanınacak.
Bu raaddeler, gerçekten yoru-
ma, yan çizmeye hiç uygun olma-
yan kesinlikteler.
Başka maddeler de daha var:
"Sağlık reformu gerçekleştirile-
cek", "Egitimde sistem
değiştirilecek" gibi.
Baykal, bunların parti organla-
rında, söz konusu uzmanlık ko-
misyonlarının raporları ışığında
tartışılacağım ve bunlardan da çı-
karılacak somut yükümlülüklerin
yemin formülüne dönüştürülece-
ğini söylüyor.
Son olarak kadınların kota yo-
luyla siyasete dahil edihnesinin
anlam ve önemini soruyoruz.
Bu soruya Baykal'ın yanıtı şöy-
le:
"Bu, bir çarpıkltgı düzeltme yo-
lunda atılmış ciddi bir adımdır.
Bu karar, toplumun yansını dev-
redışı bırakan çağdışı siyaset an-
lavışını çağdaş ve demokratik bir
ortama dönüştürecek bir aülım-
dır. Kadınlar, merkezde başlayan
bu hareket sonucu dalga dalga si-
yasete yönelecekler. Böylece ger-
çek bir demokratik siyasal ortam
ortaya çıkacak. Bu yolu öteki par-
tikrin de izlemesiyle Türkiye'de si-
yasetin kalitesi yükselecek.
Son kunıltaydan çıkan SHP, ik-
tidar olmanın ilk koşulu, "muha-
lefet olma"yı gerçekleştirecek mi?
Bunu, SHP'nin önümüzdeki
günlerde açıklayacağı "siyasal ye-
min"e uyacak siyasal kadroları ile
bu yeminden etkilenecek halk yı-
ğınları belirleyecek.
rautabakat" içinde bulunulduğu-
nu gördüğünü belirterek, "Bu
hem beni heın de halkımızı balı-
tiyar etmiştir" dedi. Türkiye'nin
etkin garantisini içermeyen bir an-
laşmanın Kıbns Türklerince kabul
edilemeyeceğini kaydeden Denk-
taş, Türkiye'nin etkin garantisini
anlaşma için bir "mihenk taşı"
olarak niteledi. Denktaş, şöyle de-
vam etti:
"1963 olaylarınCbu garantiyi
ortadan kaldırmak için başlattı-
lar. Gaye tam bağımsızlık adı al-
tında Kıbns'ın ellerine geçmesi ve
Türk kesiminin de kaderini tek
başlanna tayin elmesiydi. Direni-
şimizle bu yolda engel teşkil ettik.
Rumlann, Kıbns'ın egemen hal-
kı ve hükümeti olma sevdasından
vazgeçmediklerini gördük ve Kıb-
ns meselesini anlamayan dünya-
ya kendilerini egemen halk, bizi
de bu milletin içinde asi bir azın-
lık olarak takdim ettiklerini ve et-
meye devam edeceklerini gördük-
ten sonra dünyanın anlayacağı li-
sanda bir hareket yaparak self de-
terminasyon hakkımızı kullandık
ve KKTC'yi kurduk. Bunu yap-
makla 1%3'te silah zoruyla alma-
ya yeltendikleri haklanmızı kul-
landık ve iki kanatlı Kıbns'ın
Türk kanadıyız dedik."
EOICA'nın yeniden hortlatılmak
istendiğini de kaydeden KKTC
Cumhurbaşkanı, Kıbns Rum ke-
siminde silahlanmanın büyük bir
hızla sürdüğunü de söyledi. Denk-
taş, 26 şubatıa New York'ta ya-
pılacak zirvede Kıbns Rum'kesi-
mi liderinin gelecek için ne düşün-
düğünü belirleme fırsatını da el-
de edeceklerini belirterek sözleri-
ni şöyle sürdürdü:
"Bu yeni bir degeriendirme fır-
satı gerektirirse bunu da yapaca-
ğız. Masadan kaçmakla bir yere
vanlmayacağım bilen kişileriz. Biz
masadan kaçmadık ve kaçmıyo-
ruz. Fakat masaya, konuştugu-
muz hedefin ilkelerinin konulma-
sını istiyoruz. Bu istek haklı bir is-
tektir. Bizim ilkelerimiz, eşitlik,
dostluk ve karşılıklı güvendir.
Bunlann hiçbirini Rum tarafı ma-
saya getirmemektedir. Dostluk
adına sadece ambargolan ve si-
lahlanmayı görüyoruz. Kuzeye
gelip egemenliklerini yayacaklan-
nı görüyoruz. Yunan bayragını
Girne'ye ve Karpas'a dikecekleri-
ni söylüyorlar."
Denktaş, Kıbns Türk kesiminin
davasını dünyaya duyuramaması-
nın nedenini de "Bunun suçlosu
biz değiliz. Dünya duymak ve
görmek istemiyor" şeklinde açık-
ladı. Denktaş, sözlerini şöyle ta-
mamladı:
'•Fakat New York yeni bir test
olacaktır hepimiz için. Sayın Va-
siliu eğer banş istiyorsa, Kıbns
Türklerinin eşitliğini ve self deter-
minasyon hakkının varlığını, ku-
rucu ortaklık statüsünü ve Türki-
ye'nin etkin garantisini kabul et-
tigini açıklar ve görüşme yolu se-
lametle açılmış olur. Biz Rumlar-
daq bir şey istemiyonız. Onlann
bizden, hayatımızdan daha kıy-
metli addettiğimiz hürriyetimizi
istememelerini talep ediyoruz."
Denktaş, daha sonra saat
16.00'da Ankara'dan aynlarak
KKTC'ye döndü.
Yunan adaleti
Başkonsolos Gür 1 şubat tarihli
mektubunda, Türk azınlık için
"soydaş" ifadesine yer verdi. Ay-
nca, dükkânları ziyareti sırasın-
da herhangi bir olay çıkması ha-
linde bu durumun sorumlusunun
Yunan hükümeti olacağını belirt-
ti. Rodop Valisi Kürkçis, Y'unan-
ca yazılan mektuptaki "soydaş"
ifadesini ve sorumluluk ibaresini
kabul etmeyerek mektubu iade et-
ti ve durumu da Atina'ya bildirdi.
Yunan Dışişleri Bakanı Sama-
ras, önceki akşam Türkiye'nin
Atina Büyükelçisi Gündüz Ak-
tan'ı makamına çağırarak, mek-
tuptaki gerek "soydaş" kelimesi-
nin, gerekse "sorumluluk" ibare-
sinirt kendileri için kabul edilemez
olduğunu söyledi. Samaras,
"soydaş" kelimesinin "dindaş"
şeklinde değiştirilmemesi ve so-
rumluluk ibaresinin geri alınma-
ması halinde başkonsolosun geri
çekilmesini istedi. Aktan, bu ta-
lebe daha sonra yanıt verileceği-
ni söyleyerek, görüşmeyi ta-
mamladı.
Bu gelişmeden sonra Türk gö-
rüşü olarak "soydaş kelimesinin
hukuksal bir ibare olmadıgı ve
öteden beri Türk azınlık fertleri
için kullanıldığı" belirtilerek, ke-
(Baştarafı 2. Sayfada)
mesin'de, hak hukuk değil, fakat
çirkin bir politik fanatizm sergi-
leniyordu. Üç yargıcın yüzlerinde-
ki kin ve nefret ifadesi, karardan
önce önyargılannı açıkça belirten,
"Çekin Türkiye'ye gidin!" sözü
ile de anlaşılıyordu ki, bu önce-
den tasarlanmış bir politik senar-
yo idi.
Bazı politikacılann ve sokakta-
ki adamın duruşma salonlarına
kadar sızabilen fanatik taşkmlık-
lannı da onaylamak elbette ki ola-
naksızdır. Ancak bu tür olaylar,
ülkelerin uygarlık düzeyleri ile
orantılı olarak dünyanın pek çok
yerinde görülebilmektedir. Bunu
bir dereceye kadar anlayabilirim.
Ancak 21. yüzyıla girerken ar-
tık insan haklarının ve hukuk ku-
rallannın evrensel boyutlara ulaş-
tığı, duvarları ve sırurlan yıktığı
limenin Yunanca karşıhğının
farkh anlamlara gelebileceği açık-
landı. Türkiye'nin Atina Büyükel-
çisi Gündüz Aktan da, istişareler-
de bulunmak üzere Ankara'ya
gitti.
Atina'nın talebinin Ankara'ya
ulaşmasından sonra Dışişleri Ba-
kanı Mesut Ydmaz yaptığı açık-
lamada "Gümülcine'nin karşılıgı
tstanbul'dur" dedi. Türk tarafı-
nın, olaym yanlış anlamadan kay-
naklandığına ilişkin dünkü açık-
laması da Yunan tarafınca
"tatminkâr" bulunmadı.
Bu gelişmelerden sonra Atina'-
da yoğun görüşmeler yapıldı. Ar-
dından da, Yunan hükümeti ge-
ceyarısı başkonsolos Kemal Gür'ü
sınır dışı etme kararı aldı.
Yunanistan Hükümet Sözcüsü
Prokopis Pavlopulos, dün sınır-
dışı kararı alınmadan önce yap-
tığı açıklamada, Dışişleri Bakanı
Mesut Yılmaz'ın "Gümülcine'nin
karşılıgı, Yunanistan'ın tstanbul
Konsoloslugudur" şeklindeki söz-
lerini yanıtlayarak, "Türkiye'nin
Yunanistan'da kurduğu konso-
losluklardan ancak biri başkonso-
losluk slatüsündedir. O da Atina-
Pire Başkonsolosluğu'dur"
demişti.
dünyamızda, adaletin sokak fana-
tizmine yenik düşmesi en azından
hukusal bir cinayettir. Bizler yıl-
lar yılı Rum vatandaşlarımızı sa-
vunurken Yunanistan'da savun-
ma hakkının yok edilmesi, Gü-
mülcine Bidayet Mahkemesi'in üç
yargıcının Dr. Sadık Ahmet ile 1b-
rahim Şerif'i sadece "Türk asıllı
Yunan vatandaşıyız" dedikleri'
için mahkûm etmeleri, gerçekte
politika uğruna Yunan adaletine
indirilmiş bir darbedir. Bu kara-
rı verenler ve onu onaylayan hu-
kukçular, bir gün geriye baktık-
larında, 26/ocak/1990 tarihini
vicdan rahatlığıyla ve yüzleri kı-
zarmadan hatırlayabilecekler mi-
dir?
Bu tarihsel karar onlann ço-
cuklarına bırakacakları kara bir
adalet sayfası olacaktır.
Bir gün Yunanistan'da adalet
politikasın üstüne çıkıp fanatizmi
yenerse, eminim ki gelecek kuşak-
lar 26/ocak/1990 tarihini lanetle
anacaklardır.
Sonuç
Bu yazımla tüm dünya kamuo-
yu önünde Dr. Sadık Ahmet ve
Ibrahim Şerif i savunma hakkın-
dan yoksun etmek için ilke kararı
alan Yunanistan barolarını ve yar-
gı önünde soyu, dini, dili ne olur-
sa olsun her Yunan vatandaşının
en doğal hakkı olan eşitlik, insan
hakları ve hukuicun ustünlüğü il-
kelerini hiçe sayarak onları önce-
den mahkûm eden politik zihni-
yetin temsilcileri, Gümülcine Bi-
dayet Mahkemesi yargıçlarını
esefle kınıyorum.
Türkiye'deki Barolar Birliği ve
tüm barolara, hukuk kuruluşları-
na, üniversitelere, Yunanistan'da
işlenen bu hukuki cinayeti ulusla-
rarası hukuk forumlarına iletme-
leri için çağrıda bulunuyorum.
Aynca Yunanistan'daki sağdu-
yu sahibi hukukçuların özveri ile
bu adaletsizliği kınamalarını bek-
lerken, yıllarca önce ihtiyar değir-
mencinin "Berlin'de yargıçlar var"
dediği gibi ben de bugün "Atina-
da yargıçlar var" diyebilmeyi ne
kadar çok isterdim.
GOZLEM
UGUR MUMCU
(Baştarafı I. Sayfada)
Gerektiğinde ipek gibi yumuşak...
Ve yine gerektiğinde kılıç kadar keskin...
Bir duygu denizi gibiydi Âksoy;
Bir öfke seli.
Ve bir sevinç şelalesi...
Haksızlıklar karşısında arslanlar gibi kükrerdi; direnirdi,
savaşırdı; hukuk kurallarını kınlarından çekilmiş kılıçlar gi-
bi kullanırdı.
Yaşları ellinin biraz altında ve biraz üstünde olan kuşak-
lar için Aksoy, kürsülerde bir inanç bayrağıydı.
141-142 mi?
Aksoy.
Laiklik mi?
Aksoy...
Tam bağımsızlık mı?
Aksoy.
Milli petrol davası mı?
Aksoy.
Uygulanmayan Danıştay kararları mı?
Aksoy.
Vietnam halkı ile dayanışma mı?
Aksoy.
Kıyılan, sürülen, dövülen, öldürülen öğretmenler mi?
Aksoy.
Anayasa mı?
Aksoy.
Güvenlik soruşturmaları mı?
Aksoy.
Sosyal demokrasi mi?
Aksoy.
12 Mart ve 12 Eylül mü?
Aksoy.. Yine Aksoy.
Her konuda başvurduğumuz, kendisinden bilgi aldığımız
bir hukuk, bilgi, inanç ve cesaret kaynağıydı Aksoy.
Türban ile ilgili konuda Danıştay'a açılan davanın dilek-
çesi Muammer Aksoy'un kaleminden çıkmıştı.
Yardım isteyen herkese kapısı kadar gönlü de açıktı.
İzlediği birçok davada ücret almaz; gerektiğinde yargıla-
ma giderlerini de kendisi üstlenirdi.
Son günlerde ilgilendiği işçi emeklileri ile ilgili bir dava-
da yargılamagiderlerinin davacılara geri ödenmesi için çır-
pınmış; iş mahkemesinden bu konuda "tedbir karan" almış
öldürülmeden bir gün önce aynı konuda dava da açmıştı.
"Devrimci Öğretmenlerin Kıyımı ve Mücadelesi" adlı iki cilt-
lik kitabını yayımlayabilmek için Bahçelievler'deki katını sat-
mış; yüzlerce sayfalık bu incelemesini ücretsiz olarak her
yere göndermişti.
Öldürülmeden yarım saat önce de idari yargı ile ilgili son
düzenlemelere konu olan Türk Hukuk Kurumu'nöskı bir pa-
nel için basılan çağrı kartlannın gönderileceği adresleri ya-
zıyordu.
"Kalpaksız Kuvayı Milliyeciler"'\n son temsilcilerinden
biriydi.
inançlı;
Dirençli;
Kararlı.
Ve mangal gibi yürekli.
12 Eylül öncesinde terör çetelerinin kol gezdiği Bahçeli-
evler sokaklarında o aksaçlı dimdik başı ile korkusuzca yü-
rürdü.
Hiç korkmadı; korkunun üstüne üstüne yürüdü.
Korkaklığın, yılgınlığın ve dönekliğin moda olduğu günü-
müz Türkiyesi'nde Aksoy adı bir kişilik anıtı gibiydi.
Bugün Aksoy'u gözyaşlarımızla toprağa veriyoruz.
Bu, Aksoy'a karşı son görevimiz mi?
Hayır; hayır, hayır.
Son görevimiz hiç bitmeyecek. Çünkü görev, demokrasi-
yi, özgürlükleri, Atatürk'ü ve laikliği savunmaktır.
Yurtseverliği, erdemi, onuru, katıksız Atatürkçülüğü, hiç-
bir sıkıyönetim komutanının; hiçbir sıkıyönetim savcısının ve
hiçbir MİT ajanının ölçüp biçemeyeceği kadar bu toprağa
kök salmıştı.
Prof. Muammer Aksoy'u bugün kanlı bir kefen olarak de-
ğil ölümlerde yeniden doğan, yeşeren, yediveren güller gi-
bi açan bir inanç ve düşünce tohumu olarak toprağa ve-
riyoruz.
BAŞSAĞLIĞI
Bankamız Genel Müdür Yardımcılarından Sayın
Nedim Ölçer'in sevgili babası
CÜNEYT ÖLÇER'in
vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyoruz.
Merhuma Tanrıdan rahmet, kederli ailesine ve
yakınlarına başsağlığı dileriz.
ULUSLARARASI ENDÜSTRİ VE TİCARET
BANKASIAŞ
Sevgili büyüğümüz eniştemiz,
ÇÜNEYT
ÖLÇER'İ
kaybettik.
Onu çok özleyeceğiz.
Cenazesi 3 Şubat 1990 Cumartesi
(bugün) Teşvikiye Camii'nde kılınacak
öğle namazından sonra Zincirlikuyu
Mezarlığı'nda toprağa verilecektir.
CANAN AYCIBIN-
AHMET AYCÎBÎN