25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 ŞUBAT 1990 ••¥•• HABERLERİN DEVAMI CUMHURİYET/17 Sevgili Muammer Hoca. (Baştarafı 1. Sayfada) Bir ömür boyu, büyük bir heyecan, coşku ve inatla, doğru bildiği davalarını kovalamış- tı.Cumhuriyet ve laiklik... Atatürkçülük... Hu- kukun ustünlüğü... Demokrasi... İnsan hak- ları... Bu davalar için yarım yüzyıl boyunca bitmez tükenmez bir enerjiyle savaşım ver- mişti sevgili Muammer Hoca. fuzağa düşürülerek alçakça öldürüldüğü yere dün birkaç sap karanfili koyarken ken- disini bir kez daha saygı ve sevgiyle andım. Mümtaz Soysal'ın onun için belirttiği gibi, "Davalar için yaşamayı seçmiş olanlar, vü- cutlan nasıl yok olursa olsun, ölümsüzlüğü seçmiş olanlardır." * Yakın siyasal tarihimizin acılarla yüklü bir- çok sayfası var. Sevgili Muammer Hoca'nın öldürülmesiyle birlikte ne yazık ki birini da- ha çevirmiş olduk. Tarihin ve çekilen acıların öğretici bir ya- nı olması gerekır. Ders almasını bilirsek, ha- talarımız en aza iner. Ne yapmalı? Bu sorunun çengeli bugünlerde herkesin zihnine takılmalı ve serinkanlı biçimde kar- şılığı aranmalıdır. Faili meçhul cinayetler di- zisiyle ülkenin bir karanlığa çekilmek isten- mesine karşı nasıl mücadele edileceğinin ipuçları son 30 yıllık tarihimizde yeterince vardır. En başta, Muammer Aksoy cinayetl aydın- lığa kavuşturulmalıdır. Şiddetin gittikçe daha kanlı boyutlara bü- rünmesi konusunda sorumluluk Akbulut hü- kümetindedir. Bu tırmanışa karşı insanların yaşama hakkını güvence altına almak duru- mundadır hükümet. Altı çizilmesi gereken bir başka nokta şu: Terorizme karşı mücadelenin yolu demok- rasiden geçer. Demokrasi ne denli yaygın- laşırsa, hedefo denli küçülür, teröristler tec- rit olur ve yalnızlaşırlar. Nereden ve hangi gerekçeyle gelirse gel- sin, bir insanlık suçudur terör. Karanlıkta kur- şun sıkanların amacı, bir yerde demokrasi- nin tümüyle rafa kaldırılmasını sağlamaktır. 12 Eylül öncesi bunu yaşadık; bir daha oyuna gelmeyelim. Sorumluluk sahibi her ki- şinin ve tüm siyasal güçlerın demokraside mutabık olmalarının önemi yaşamsaldır. As- keri yönetimler bunalımla geliyor, ama git- tiklerinde yine bunalım bırakıyorlar. 12 Ey- lül ile yaşadık bunu. Bunun gibi yaşamsallığı gün geçtikçe be- lirginleşen bir başka nokta da erken seçim- dir. Türkiye'de seçim sandığına giden yolu ne kadar kısaltabilirsek, yaşanan bunalımın şiddeti o kadar azalacaktır. Bu konuda da so- rumluluk ANAP'ta ve Akbulut hükümetinde- dir. Bir karamsarlığın dalga dalga yükseldiği- ni görüyoruz. Umutsuzluğa ve yılgınlığa yer yok! Bu ülkede artık terorizme boyun eğilme- yecektir. Zafer, sonunda demokrasinin olacaktır. Varşova Notları... (2) VARŞOVA — Telefonu kapatırken bize döndü. "Bir bakandı arayan" dedi gülerek; "Hapishanede birlikte olduğum çoğu kişi şimdi bakanlar kurulunda..." Adam Michnik. Dayanışma'nın en önde gelen birkaç lide- rinden biri. Uzun yıllar yeraltında çalışmanın kendisin- de yarattığı alışkanlıkları henüz üstünden atamamış. Başyazarlığını ve yöneticiliğini yaptığı Dayanışma'nın Gazeta adlı yayın or- ganı sanki hâlâ yeraltında çıkıyor. Koşullar öylesine ki, insan Dayanışma'nın bu ülkede başlıca siyasal güç olduğuna inanamıyor ilk bakışta. Hayli bakımsız bir blok apartmanın zemin katı. Iç içe uzanan basık tavanlı odalar. Yo- ğun sigara dumanı. Marangoz elinden yeni çıkmış izlenimini veren düzgün, ama derme çatma küçüçük tahta masalarda çalışan genç insanlar. Üni- versitede seçimlere hazırlanan bir öğrenci derneğinin sevimli dağınıklığı var her yanda... "Devrim koşullan" diyor gülerek Michnik, "Açık toplumun ne olduğunu biliyoruz, onu yaratma çabasındayız. Ama onun içinde na- sıl yaşanır henüz öğrenemedik." Spor lastik ayakkabılar, rengi atmış bir blu- cin, yakası açık bir gömlek, hayli yıpranmış bir ceket; yakasında Dayanışma'nın rozeti, kırmızı renkte. Sigaranın birini söndürürken öbürünü yakıyor. Daracık bir çalışma odası. Uluslararası Ba- sın Enstitüsü (IPI) heyetini oluşturan sekiz gazeteci güçlükle sığışıyoruz. Duvarlar delik deşik; belli ki çivi tutmuyor. Bir yana VValesa'nın bir posteri yaprştırılmış. Tam karşısında renkli bir çıplak kadın fotoğ- rafının yer aldığı bir takvim. Hemen altında- ki darmadağınık masada bir sürü gazete; en üstte Pravda dikkati çekiyor. Bir köşeye de koçaman bir Polonya haritası yapıştırılmış. İlk soru: "Adı var sanı yok bir partiyle daha ne ka- dar sürdürecek bu koalisyon hükümetini Da- yanışma? Ölmüş bir ortakla sanki canlıymış gibi ortaklık devam ettirilebilir mi?" Adam Michnik: "Bir yerde doğru. Komünist Partisi'nin ce- nazesi dün kaldınldı. Koalisyon hükümeti sü- rüyor, ama dikkat edin: Gerçek ortak parti değil! Ordu ve gizli polistir gerçek ortak! Korkmuş, tedirgin, düş kırıklığına uğramış, ama silahı olan bir ortak bu... Halk desteği- ne sahip değiller. ancak ülkede yönetici eli- ti bunlar oluşturuyor. iktidar odaklarında ko- münistler var. Bu arada dikkat edin: Mosko- va'yla ilişkileri de bu elit zümre götürüyor." Bir "geçiş dönemi"nden söz ediyor Mich- nik; Dayanışma ile ordu arasındaki bir siya- sal "uzlaşma" ya da "konsensüs"ün dam- gasını vurduğu sancılı bir geçiş dönemi... Terazinin bir kefesinde kesin halk deste- ğine sahip olan VValesa'nın liderliğindeki Da- yanışma (ve tabii Katolik Kilisesi'yle birlikte) yer alıyor. Öbür kefede gizli polisle birlikte ordu var. Bu tarafı ise Cumhurbaşkanı Ge- neral Jaruzelski'nin temsil ettiği söylenebi- lir. Gelişmeleri sessizce, tepeden izleyen bir ordu ve asker kökenli, Komünist Partisi üyesi bir cumhurbaşkanı... • Bir darbe olabilir mi? Bu soruda değişik varsayımlara dayalı bir- çok senaryo düğümleniyor. Bunların bir ucu Moskova'ya, bir ucu ül- kedeki ekonomik çıkmaza uzanıyor. Moskova: Gorbaçov iktidardan düşürülür- se... Gorbaçov çaresiz kalıp sertleşirse... Sovyetler bir kaosa sürüklenirse... Varşova'- ya nasıl yansır bu gelişmeler?.. Ekonomik durum: Yüzde 800'lerde seyre- den yıllık enflasyon gemlenemezse... Şim- dilik halk desteğine sahip kemer sıkma po- litikası başarısız kalırsa... işsizlik yaygınlaş- maya başlarsa... Kitleler kışkırtmalara açık hale gelirse... Ordu ve gizli polis içindeki eski rejim yandaşları bu durumdan yararianma- ya kalkışmazlar mı?.. Bir darbe olasılığına şimdilik herhangi bir şans tanıyan yok. Ancak birbirine 180 dere- ce zıt bir sistemden ötekine geçişin yarata- bileceği gelgitlerin neler olacağı konusu da bugün için tam kestirilemiyor. Adam Michnik, bu geçiş döneminde ger- çekçılığin elden bırakılmasına kesin karşı. Ordu ile Dayanışma arasındaki duyarlı den- genin özenle sürdürülmesinden yana. "Tarih yeterince hızlandı Polonya'da, de- ğişimi daha çok zorlamamak gerek" diyor. "Yoksa demokratik gelişme tehlikeye gire- bilir. Her devrim böyle başlıyor: İnsan hak- iarı, özgürlük. eşitlik... Sonra da giyotin ge- liyor. Fransız ihtilalindeki gibi... Biz bu nok- taya gelmemeliyiz." Romanya, Bulgaristan ve Çekosjovakya örneklerini veriyor: Çavuşesku'nun idamı... Jivkov ve Honecker'in "vatana ihanel" suç- lamasıyla tutuklanmaları... "Bunlar Polon- ya'da olmamalı" diyor Michnik; "Bu tehlikeli mekanizma bir kez çalışmaya başladı mı, ne- rede duracağı belli olmaz." Polonya'nın acılarla yoğrulmuş tarih say- falarından kaynaklanan sabır ve gerçekçili- ğin izleri var Adam Michnik'in bu değerlen- dirmesinde. Nereden nereye gelindiğinin far- kında. Daha işin başında olduklannı, iktida- rın kolay el değiştiremeyeceğini, demokra- siyi inşa etmenin zaman alıcı bir iş olduğu- nu biliyor. • Senato Başkanı Profesör Stelmachovvski, "Biz işe bir bakıma tepeden başladık sayılır" diyor; "Hareketimiz tabandan geldi, ama he- nüz iktidar odaklanna tam yayılamadık. Ör- neğin yerel yönetimler... Henüz elimizde de- ğil. Tabanda her şey eskisi gibi. Fena halde yozlaşmış bir idare var. Nisan ayında yapı- lacak yerel seçimler çok önemli. Bununla ye- rel yönetimleri ele alacağız. Bu demokrasi yolunda büyük bir mesafe olacak. Her şeyi tabandan, yeni baştan kurmamız gerekiyor." 70'ine yaklaşan bu ak saçlı profesöre gö- re bugün Polonya'da demokrasinin karşı karşıya olduğu en büyük tehlike enflasyon. Yıllık yüzde 800'lerde seyreden enflasyonun yıl sonuna dek makul bir düzeye düşürülme- si gerektiğini söylüyor. "Yaz sonuna kadar enflasyon konusunda iyi işaretler ortaya çıkmazsa işler karışır" di- yor senato başkanı. Ekonomik sorunları gerçekten çok büyük Polonya'nın. Kısa dönemde ne sonuç vere- bileceğini kendilerinin de tam kestiremedik- leri çok iddialı bir ekonomik programı uygu- lamaya sokmuş durumdalar. Hedefi tutturabilecekler mi? Bu sorunun yanıtını bu işin başındakiler de henüz bi- lemiyor. Varşova notlarına bir gün daha devam edeceğiz. Denktaş'a tam destek (Baştarafı 1. Sayfada) bah Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile görüştü. Görüşmeye, Başba- kan Yıldınm Akbulut, Genelkur- may Başkanı Orgeneral Necip To- rumtay, Devlet Bakanı ve Hükü- met Sözcüsü Mehmet Vazar. Dış- işleri Bakanı Mesut Yılmaz, Cum- hurbaşkanlığı Genel Sekrete- ri Kemal Yamak. Dışişleri Bakan- lığı Müsteşan Büyükelçi Tugay Özçeri, Türkiye'nin Leflcoşa Bü- yükelçisi Ertugrul Kumcuoglu ile KKTC'nin Ankara Büyükelçisi Oguz Korhan katıldılar. Görüş- meden sonra Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi Kaya Toperi yaptığı yazılı açıklamada, "Kıb- ns'taki son gelişmeler ve müzake- re süreciıün durumu bakkında ya- rarlı fikir alışverisinde buJunuJdu- ğunu ve ulusal dava konusunda tam bir görüşbirligi mevcut oldu- ğunun teyid edildigini" bildirdi. Toperi açıklamada, "Göriişmede aynca Kıbns Türk halkının siya- si eşitliğine dayalı ve özellikle kar- şılıklı giiven tesisi yoluyla kap- samlı bir çözüm için biitün taraf- larca gerçekçi ve iyiniyetle çaba harcanmasının önemi vurgulan- mıştır" ifadesini kullandı. Denktaş, Cumhurbaşkanlığı'- ndaki toplantıdan sonra Başba- kan Akbulut'un onuruna verdiği yemeğe katıldı. Yemekte, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Gümülcine Konsolosu Gür'e sınır dışı (Baştarafı 1. Sayfada) lanna titizlikle riayet ederek, ye- rine getiraıekte olan Gümülcine Başkonsolosumuzun, Türk soylu Yunan vatandaşlanndan "soydaş- iarım' diye bahsettiği için, tarafı- mızdan geri çekilmesi düşünülme- mektedir. Yunanistan'ın iki ülke arasın- daki ilişkilerde son günlerde ya- şanan gerginliğin giderilmesine yardımcı olmayan bu talebinin, başkonsolosumuzca kullanılan 'soydaş' kelimesinin Y'unancada tam karsılıgının bulunmamasın- dan kaynakianan bir yanlış anla- madan dogduğunu ummak istiyo- ruz." Yılmaz-Makris görüşmesinden yaklaşık 5 saat sonra Yunanistan hükümeti başkonsolos Kemal Gür'ü sınır dışı etme kararını açıkladı. Yılmaz'ın, "Gür'ün geri çekilmeyecegine" ilişkin Makris'e yaptığı açıklamanın Atina'ya ulaşmasından sonra, Yunan tara- fında Dışişleri Bakanlığı ile Zolo- tas hükümetini oluşturan parti li- derleri arasında yoğun bir temas başladı. Bu temasların sonunda Dışişleri Bakanlığı tarafından ge- ceyarısına doğru yapılan açıkla- mada şöyle denildi: "Türk Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz ile Ankara Büyükelçimiz arasında yapılan görüşme ve ar- dından Türk Dışişleri Bakanlığı'- nın açıklaması, Ankara'mn ülke- mizdeki Müslüman azınlığı soy- daş kalimesi. ya da benzeri ifade ile Türk kökenli olarak tanımla- mada ısrarlı olduğunu göster- mişlir. Bu tutum, Lozan Antlaşması'- nın azınlığı Müslüman olarak ka- bul eden ve sadece dini kimliğini tanıyan hükmünün bariz ihlalidir. Bu hareket, Tiirkiye'nin ülke- mizin içişlerine kabul edilmez ka- nşmasının sonucudur. Bu yüzden Yunan hükümeti, Türkiye'nin Gümülcine Başkonsolosunu sınır dışı etme kararı almaya zorian- mıştır." Krizin gelişimi Yunan hükümetinin, Türkiye'- nin Gümülcine Başkonsolosu Ke- mal Gür'U sınır dışı etme kararı- na yol açan olaylar, başkonsolos Gür'ün GUmülcine'de Türk azın- lığa yapılan saldırılar sırasında tahrip edilen Türk dükkânlannı görmek için Rodop Valisi'ne yaz- dığı mektupla başladı. Mehmet Yazar, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Genelkurmay Baş- kanı Orgeneral Necip Torumtay, Dışişleri Bakanlığı Müsteşan Tu- gay Özçeri ve bazı üst düzey Dı- şişleri yetküileri de hazır bulundu- lar. Yemek sonrasında konuşan Başbakan Akbulut, Kıb-rıs'ta Türk halkı ile Rumların eşitliği- ne dayalı bir uzlaşmanın sağlan- ması yolunda Denktaş'ın liderli- ğinde Türk halkının gösterdiği ça- bayı ve siyasi tutumu içtenlikle desteklediğini belirti. Akbulut, iki toplumlu iki kesimli sonuca varıl- mak istendiğini vurguladı ve şun- ları söyledi: "Biz esasında iki toplum ara- sında barış ve sulh esaslanna da- yalı olarak meselelerin halledilme- sinden yana olduğumuzu, bunun sağlanabilmesi için de Türkierin önem verdikleri hususlara iyi ni- yetle yaklaşılması lazım geldigini, ancak çözümün bu şekilde tahak- kuk edebilecegini düşündüğümü- zii ifade ediyoruz. Ve hiç şüphe et- miyoruz ki KKTC, uygulamakta olduğu demokratik sistemle milli birlik ve beraberlik ruhu içinde daha da güçlenecek, daha da iler- leyecektir. Her zaman olduğu gi- bi her koşulda KKTC'ye destek verecegiz ve yardımda bulunaca- ğız." Akbulut'un konuşmasından sonra söz alan Denktaş, Türkiye'- de yaptığı görüşmelerde "tam bir SHP'den siyasal senet (Başiarafı 1. Sayfada) Baykal, "Ülkenin düze çıkma- sı için edilecek bir yeminin, veri- lecek bir senedin ögeleri ne ise onlar" diyor. örnegin? Baykal yanıthyor: "Y'erain, çeşitli maddelerden oluşuyor. tlk madde 'özal'ı indireceğiz' olacak. Sonra, hazırlanan uzmanlık ko- misyonu raporlannın belirleyece- gi unsuriann ışığında, Parti Mec- lisi'nin öngörecegi bir sıralama içinde toplumsal. siyasal, ekono- mik tüm hedefler tek tek madde- leştirilerek bir bildirgeye donuştiı- riilecek ve halka açıklanacak. Bu •cıklama aynca posler, afiş halin- de basılıp tüm Türkiye'ye dagıtı- lacak." "Sosyal demokrat yeni düzenir yeniliği nedir?" SHP Genel Sekreteri, tane ta- ne anlatmayı sürdürüyor: "Yenilik, parti üst yönetiminin çok uyumlu bir yapıda oluşmuş olmasından, siyasette kadınlann agırlıklannı hissettirmelerine or- tam hazırlanmasına dek çok yön- lü ve çeşitlidir." "Sosyal demokrat yeni düzen için özal'ın indirilmesi yeterli ola- cak mı?" Baykal, "Hayır" diyor ve ekli- yor: "Bu düzenin kunılmasına engel ilk unsurdur. Bu engelin kaldınl- masından sonra. başta kırsal ke- simde anlımlar gerçekleştirilecek- tir. Köylü, çiftçi sosyal güvenceye kavuşturulacak, en üst düzeyde toplumsal üretimde yerini alma- sını sağlayacak mekanizmalar oluştunılacaktır." "Nasıl?" — Kaynaklann planlaması. bu mekanizmanın kurulması yönün- de yapılarak. Bugün kaynaklar başka mekanizmalar için kullanıl- makta. Bu mekanizmalann ise ne toplumsal refahı arttırmaya yaran olmakta ne de alt gelir gruplanıı- daki halk kesiminin sorunlanna bir yaran dokunmaktadır. Tütün gösterileri için Ege böl- gesine hareketinden önce yaptığı- mız bu görüşmede Baykal, yemi- nin öteki unsurlarım şimdilik açıklamak istemiyor. Bu konu- nun, daha geniş bir platformda tartışıldıktan sonra maddelere dö- nüştürüleceğini belirtiyor. Ama yine de baa maddeleri sı- ralama ısrarımızı geri çevirmiyor. Işte SHP "siyasal yemini"nin bazı öğeleri: — Asker sayısı indirilecek, — YÖK kaklınlacak, — Asgari ücretliden vergi kesil- meyecek, — Memura sendika kurma hakkı tanınacak. Bu raaddeler, gerçekten yoru- ma, yan çizmeye hiç uygun olma- yan kesinlikteler. Başka maddeler de daha var: "Sağlık reformu gerçekleştirile- cek", "Egitimde sistem değiştirilecek" gibi. Baykal, bunların parti organla- rında, söz konusu uzmanlık ko- misyonlarının raporları ışığında tartışılacağım ve bunlardan da çı- karılacak somut yükümlülüklerin yemin formülüne dönüştürülece- ğini söylüyor. Son olarak kadınların kota yo- luyla siyasete dahil edihnesinin anlam ve önemini soruyoruz. Bu soruya Baykal'ın yanıtı şöy- le: "Bu, bir çarpıkltgı düzeltme yo- lunda atılmış ciddi bir adımdır. Bu karar, toplumun yansını dev- redışı bırakan çağdışı siyaset an- lavışını çağdaş ve demokratik bir ortama dönüştürecek bir aülım- dır. Kadınlar, merkezde başlayan bu hareket sonucu dalga dalga si- yasete yönelecekler. Böylece ger- çek bir demokratik siyasal ortam ortaya çıkacak. Bu yolu öteki par- tikrin de izlemesiyle Türkiye'de si- yasetin kalitesi yükselecek. Son kunıltaydan çıkan SHP, ik- tidar olmanın ilk koşulu, "muha- lefet olma"yı gerçekleştirecek mi? Bunu, SHP'nin önümüzdeki günlerde açıklayacağı "siyasal ye- min"e uyacak siyasal kadroları ile bu yeminden etkilenecek halk yı- ğınları belirleyecek. rautabakat" içinde bulunulduğu- nu gördüğünü belirterek, "Bu hem beni heın de halkımızı balı- tiyar etmiştir" dedi. Türkiye'nin etkin garantisini içermeyen bir an- laşmanın Kıbns Türklerince kabul edilemeyeceğini kaydeden Denk- taş, Türkiye'nin etkin garantisini anlaşma için bir "mihenk taşı" olarak niteledi. Denktaş, şöyle de- vam etti: "1963 olaylarınCbu garantiyi ortadan kaldırmak için başlattı- lar. Gaye tam bağımsızlık adı al- tında Kıbns'ın ellerine geçmesi ve Türk kesiminin de kaderini tek başlanna tayin elmesiydi. Direni- şimizle bu yolda engel teşkil ettik. Rumlann, Kıbns'ın egemen hal- kı ve hükümeti olma sevdasından vazgeçmediklerini gördük ve Kıb- ns meselesini anlamayan dünya- ya kendilerini egemen halk, bizi de bu milletin içinde asi bir azın- lık olarak takdim ettiklerini ve et- meye devam edeceklerini gördük- ten sonra dünyanın anlayacağı li- sanda bir hareket yaparak self de- terminasyon hakkımızı kullandık ve KKTC'yi kurduk. Bunu yap- makla 1%3'te silah zoruyla alma- ya yeltendikleri haklanmızı kul- landık ve iki kanatlı Kıbns'ın Türk kanadıyız dedik." EOICA'nın yeniden hortlatılmak istendiğini de kaydeden KKTC Cumhurbaşkanı, Kıbns Rum ke- siminde silahlanmanın büyük bir hızla sürdüğunü de söyledi. Denk- taş, 26 şubatıa New York'ta ya- pılacak zirvede Kıbns Rum'kesi- mi liderinin gelecek için ne düşün- düğünü belirleme fırsatını da el- de edeceklerini belirterek sözleri- ni şöyle sürdürdü: "Bu yeni bir degeriendirme fır- satı gerektirirse bunu da yapaca- ğız. Masadan kaçmakla bir yere vanlmayacağım bilen kişileriz. Biz masadan kaçmadık ve kaçmıyo- ruz. Fakat masaya, konuştugu- muz hedefin ilkelerinin konulma- sını istiyoruz. Bu istek haklı bir is- tektir. Bizim ilkelerimiz, eşitlik, dostluk ve karşılıklı güvendir. Bunlann hiçbirini Rum tarafı ma- saya getirmemektedir. Dostluk adına sadece ambargolan ve si- lahlanmayı görüyoruz. Kuzeye gelip egemenliklerini yayacaklan- nı görüyoruz. Yunan bayragını Girne'ye ve Karpas'a dikecekleri- ni söylüyorlar." Denktaş, Kıbns Türk kesiminin davasını dünyaya duyuramaması- nın nedenini de "Bunun suçlosu biz değiliz. Dünya duymak ve görmek istemiyor" şeklinde açık- ladı. Denktaş, sözlerini şöyle ta- mamladı: '•Fakat New York yeni bir test olacaktır hepimiz için. Sayın Va- siliu eğer banş istiyorsa, Kıbns Türklerinin eşitliğini ve self deter- minasyon hakkının varlığını, ku- rucu ortaklık statüsünü ve Türki- ye'nin etkin garantisini kabul et- tigini açıklar ve görüşme yolu se- lametle açılmış olur. Biz Rumlar- daq bir şey istemiyonız. Onlann bizden, hayatımızdan daha kıy- metli addettiğimiz hürriyetimizi istememelerini talep ediyoruz." Denktaş, daha sonra saat 16.00'da Ankara'dan aynlarak KKTC'ye döndü. Yunan adaleti Başkonsolos Gür 1 şubat tarihli mektubunda, Türk azınlık için "soydaş" ifadesine yer verdi. Ay- nca, dükkânları ziyareti sırasın- da herhangi bir olay çıkması ha- linde bu durumun sorumlusunun Yunan hükümeti olacağını belirt- ti. Rodop Valisi Kürkçis, Y'unan- ca yazılan mektuptaki "soydaş" ifadesini ve sorumluluk ibaresini kabul etmeyerek mektubu iade et- ti ve durumu da Atina'ya bildirdi. Yunan Dışişleri Bakanı Sama- ras, önceki akşam Türkiye'nin Atina Büyükelçisi Gündüz Ak- tan'ı makamına çağırarak, mek- tuptaki gerek "soydaş" kelimesi- nin, gerekse "sorumluluk" ibare- sinirt kendileri için kabul edilemez olduğunu söyledi. Samaras, "soydaş" kelimesinin "dindaş" şeklinde değiştirilmemesi ve so- rumluluk ibaresinin geri alınma- ması halinde başkonsolosun geri çekilmesini istedi. Aktan, bu ta- lebe daha sonra yanıt verileceği- ni söyleyerek, görüşmeyi ta- mamladı. Bu gelişmeden sonra Türk gö- rüşü olarak "soydaş kelimesinin hukuksal bir ibare olmadıgı ve öteden beri Türk azınlık fertleri için kullanıldığı" belirtilerek, ke- (Baştarafı 2. Sayfada) mesin'de, hak hukuk değil, fakat çirkin bir politik fanatizm sergi- leniyordu. Üç yargıcın yüzlerinde- ki kin ve nefret ifadesi, karardan önce önyargılannı açıkça belirten, "Çekin Türkiye'ye gidin!" sözü ile de anlaşılıyordu ki, bu önce- den tasarlanmış bir politik senar- yo idi. Bazı politikacılann ve sokakta- ki adamın duruşma salonlarına kadar sızabilen fanatik taşkmlık- lannı da onaylamak elbette ki ola- naksızdır. Ancak bu tür olaylar, ülkelerin uygarlık düzeyleri ile orantılı olarak dünyanın pek çok yerinde görülebilmektedir. Bunu bir dereceye kadar anlayabilirim. Ancak 21. yüzyıla girerken ar- tık insan haklarının ve hukuk ku- rallannın evrensel boyutlara ulaş- tığı, duvarları ve sırurlan yıktığı limenin Yunanca karşıhğının farkh anlamlara gelebileceği açık- landı. Türkiye'nin Atina Büyükel- çisi Gündüz Aktan da, istişareler- de bulunmak üzere Ankara'ya gitti. Atina'nın talebinin Ankara'ya ulaşmasından sonra Dışişleri Ba- kanı Mesut Ydmaz yaptığı açık- lamada "Gümülcine'nin karşılıgı tstanbul'dur" dedi. Türk tarafı- nın, olaym yanlış anlamadan kay- naklandığına ilişkin dünkü açık- laması da Yunan tarafınca "tatminkâr" bulunmadı. Bu gelişmelerden sonra Atina'- da yoğun görüşmeler yapıldı. Ar- dından da, Yunan hükümeti ge- ceyarısı başkonsolos Kemal Gür'ü sınır dışı etme kararı aldı. Yunanistan Hükümet Sözcüsü Prokopis Pavlopulos, dün sınır- dışı kararı alınmadan önce yap- tığı açıklamada, Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'ın "Gümülcine'nin karşılıgı, Yunanistan'ın tstanbul Konsoloslugudur" şeklindeki söz- lerini yanıtlayarak, "Türkiye'nin Yunanistan'da kurduğu konso- losluklardan ancak biri başkonso- losluk slatüsündedir. O da Atina- Pire Başkonsolosluğu'dur" demişti. dünyamızda, adaletin sokak fana- tizmine yenik düşmesi en azından hukusal bir cinayettir. Bizler yıl- lar yılı Rum vatandaşlarımızı sa- vunurken Yunanistan'da savun- ma hakkının yok edilmesi, Gü- mülcine Bidayet Mahkemesi'in üç yargıcının Dr. Sadık Ahmet ile 1b- rahim Şerif'i sadece "Türk asıllı Yunan vatandaşıyız" dedikleri' için mahkûm etmeleri, gerçekte politika uğruna Yunan adaletine indirilmiş bir darbedir. Bu kara- rı verenler ve onu onaylayan hu- kukçular, bir gün geriye baktık- larında, 26/ocak/1990 tarihini vicdan rahatlığıyla ve yüzleri kı- zarmadan hatırlayabilecekler mi- dir? Bu tarihsel karar onlann ço- cuklarına bırakacakları kara bir adalet sayfası olacaktır. Bir gün Yunanistan'da adalet politikasın üstüne çıkıp fanatizmi yenerse, eminim ki gelecek kuşak- lar 26/ocak/1990 tarihini lanetle anacaklardır. Sonuç Bu yazımla tüm dünya kamuo- yu önünde Dr. Sadık Ahmet ve Ibrahim Şerif i savunma hakkın- dan yoksun etmek için ilke kararı alan Yunanistan barolarını ve yar- gı önünde soyu, dini, dili ne olur- sa olsun her Yunan vatandaşının en doğal hakkı olan eşitlik, insan hakları ve hukuicun ustünlüğü il- kelerini hiçe sayarak onları önce- den mahkûm eden politik zihni- yetin temsilcileri, Gümülcine Bi- dayet Mahkemesi yargıçlarını esefle kınıyorum. Türkiye'deki Barolar Birliği ve tüm barolara, hukuk kuruluşları- na, üniversitelere, Yunanistan'da işlenen bu hukuki cinayeti ulusla- rarası hukuk forumlarına iletme- leri için çağrıda bulunuyorum. Aynca Yunanistan'daki sağdu- yu sahibi hukukçuların özveri ile bu adaletsizliği kınamalarını bek- lerken, yıllarca önce ihtiyar değir- mencinin "Berlin'de yargıçlar var" dediği gibi ben de bugün "Atina- da yargıçlar var" diyebilmeyi ne kadar çok isterdim. GOZLEM UGUR MUMCU (Baştarafı I. Sayfada) Gerektiğinde ipek gibi yumuşak... Ve yine gerektiğinde kılıç kadar keskin... Bir duygu denizi gibiydi Âksoy; Bir öfke seli. Ve bir sevinç şelalesi... Haksızlıklar karşısında arslanlar gibi kükrerdi; direnirdi, savaşırdı; hukuk kurallarını kınlarından çekilmiş kılıçlar gi- bi kullanırdı. Yaşları ellinin biraz altında ve biraz üstünde olan kuşak- lar için Aksoy, kürsülerde bir inanç bayrağıydı. 141-142 mi? Aksoy. Laiklik mi? Aksoy... Tam bağımsızlık mı? Aksoy. Milli petrol davası mı? Aksoy. Uygulanmayan Danıştay kararları mı? Aksoy. Vietnam halkı ile dayanışma mı? Aksoy. Kıyılan, sürülen, dövülen, öldürülen öğretmenler mi? Aksoy. Anayasa mı? Aksoy. Güvenlik soruşturmaları mı? Aksoy. Sosyal demokrasi mi? Aksoy. 12 Mart ve 12 Eylül mü? Aksoy.. Yine Aksoy. Her konuda başvurduğumuz, kendisinden bilgi aldığımız bir hukuk, bilgi, inanç ve cesaret kaynağıydı Aksoy. Türban ile ilgili konuda Danıştay'a açılan davanın dilek- çesi Muammer Aksoy'un kaleminden çıkmıştı. Yardım isteyen herkese kapısı kadar gönlü de açıktı. İzlediği birçok davada ücret almaz; gerektiğinde yargıla- ma giderlerini de kendisi üstlenirdi. Son günlerde ilgilendiği işçi emeklileri ile ilgili bir dava- da yargılamagiderlerinin davacılara geri ödenmesi için çır- pınmış; iş mahkemesinden bu konuda "tedbir karan" almış öldürülmeden bir gün önce aynı konuda dava da açmıştı. "Devrimci Öğretmenlerin Kıyımı ve Mücadelesi" adlı iki cilt- lik kitabını yayımlayabilmek için Bahçelievler'deki katını sat- mış; yüzlerce sayfalık bu incelemesini ücretsiz olarak her yere göndermişti. Öldürülmeden yarım saat önce de idari yargı ile ilgili son düzenlemelere konu olan Türk Hukuk Kurumu'nöskı bir pa- nel için basılan çağrı kartlannın gönderileceği adresleri ya- zıyordu. "Kalpaksız Kuvayı Milliyeciler"'\n son temsilcilerinden biriydi. inançlı; Dirençli; Kararlı. Ve mangal gibi yürekli. 12 Eylül öncesinde terör çetelerinin kol gezdiği Bahçeli- evler sokaklarında o aksaçlı dimdik başı ile korkusuzca yü- rürdü. Hiç korkmadı; korkunun üstüne üstüne yürüdü. Korkaklığın, yılgınlığın ve dönekliğin moda olduğu günü- müz Türkiyesi'nde Aksoy adı bir kişilik anıtı gibiydi. Bugün Aksoy'u gözyaşlarımızla toprağa veriyoruz. Bu, Aksoy'a karşı son görevimiz mi? Hayır; hayır, hayır. Son görevimiz hiç bitmeyecek. Çünkü görev, demokrasi- yi, özgürlükleri, Atatürk'ü ve laikliği savunmaktır. Yurtseverliği, erdemi, onuru, katıksız Atatürkçülüğü, hiç- bir sıkıyönetim komutanının; hiçbir sıkıyönetim savcısının ve hiçbir MİT ajanının ölçüp biçemeyeceği kadar bu toprağa kök salmıştı. Prof. Muammer Aksoy'u bugün kanlı bir kefen olarak de- ğil ölümlerde yeniden doğan, yeşeren, yediveren güller gi- bi açan bir inanç ve düşünce tohumu olarak toprağa ve- riyoruz. BAŞSAĞLIĞI Bankamız Genel Müdür Yardımcılarından Sayın Nedim Ölçer'in sevgili babası CÜNEYT ÖLÇER'in vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyoruz. Merhuma Tanrıdan rahmet, kederli ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. ULUSLARARASI ENDÜSTRİ VE TİCARET BANKASIAŞ Sevgili büyüğümüz eniştemiz, ÇÜNEYT ÖLÇER'İ kaybettik. Onu çok özleyeceğiz. Cenazesi 3 Şubat 1990 Cumartesi (bugün) Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. CANAN AYCIBIN- AHMET AYCÎBÎN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle