Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 30 ARALIK 1990
199riıı Eşiğinde Söylcşi
HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU
îki gün sonra "binli" yıllanmızın son on yüı-
na adım atacağız. 1990 Istanbul'da bir ara kar
da gösterdi. Birkaç yıldır özlemiştir bu beyazlı-
Zaman geçiyor. Acaba o mu yürüyor, yoksa
sık sık biçim ve kılık değiştirerek, defîle manken-
leri gibi bizler mi geçip gidiyoruz zamanın önün-
den. Orası henüz belli değil, görece bir sorun bu.
Bilmem daha önce anJatmış mıydım, Einstein gö-
rece kuramım bulduğu sıralarda, konferans ver-
mek üzere Avrupa'dan Amerika'ya çağnlmış. Az
çok aydın bir Amerikan yurttaşı konferansa ye-
tişmek için hızlı adımlarla yürürken bir tanıdı-
ğına rastlamış; aralarında şu konuşma geçmiş:
— Nereye böyle ivedi ivedi?
— Einstein'm konferansına gidiyorum.
— Ben de gelebilir miyim?
— Peki gel.
Salonda konferansçıyı beklerken ikinci Ame-
rikalı arkadaşma sorar:
— Kimmiş bu Einstein?
— Bilmiyor musun, görece kuramını bulan,
dünyaca ünlü bilgin.
— Ne demek görece kuramı?
— Görece kuramı, yeryüzünde hiçbir şeyin ke-
sin olmayıp algılarımıza bağlı olduğunu ispat-
layan kuramdır.
— Hiçbir şey anlamadım.
— örneğin zamanı ele alalım. Sıcak yaz gü-
nü kızgın bir sobanın yanında zorla bir dakika
tutulan insana, bu bir dakika bir saat gibi gelir.
Oysa sevgilisiyle baş başa kalmış kişiye bir saat,
bir dakika gibi gelir. Şimdi anladın mı?
— Çok tuhaf, dünyaca ünlü dediğin bu bil-
gin, kızgın soba ve sevgilisiyle buluşanlar gibi ko-
nularla mı uğraşıyor!..
\99Cfm esiğinde zaman kavramını düşünürken,
bilisiz Amerikalının durumunu göstermek için
uydurulduğu anlaşılan yukarıki fıkrayı anımsa-
dim.
Araplar Einstein'ın görece kuramından çok
önceleri, sanki bu kuramı zaman açısından be-
Iirtmek istermiş gibi şöyle demişler: "Elintizarı
eşeddü minen-nârT Oyle ya, bir kuyrukta sıra
beklemek, bir göçükte kurtanlmayı beklemek,
hapishanede gün beklemek, insanı tatlı uykusun-
dan uyandıran sancının dinmesini beklemek, ran-
devusuna geç kalan sevgiliyi beklemek, kesilen
elektrigin, suyun gelmesini beklemek, bütün bun-
lar gerçekten "ateş gibi yakar" sinirleri.
Görece kuramının nasıl işlediğini zaman za-
man kendi özümde de duydum. Son dört yılda
zaman çok yavaş geçtiği için sanki kırk yıl yaşa-
mış gibiyim. Ondan önceki 83 yıl meğer ne ça-
buk uçup gitmiş. Türlü ameliyatlar, hastalıklar
yüzünden eve bağlanan insan bir de —büyüteç
ile de olsa— okuma güçlüğü ile karşılaşırsa, za-
man gerçekten çok uzun ve ateşten daha şiddet-
li geliyor. Gerçi düşünüyorum ama bu düşünce-
leri kâğıda dökmek için yardımcı gerekli. Böyle
olunca da bir saat bir gün gibi, gün ise bir ay
gibi geliyor. Böylece yıllar geçiyor ama nasıl ge-
çiyor! Yine de bir tesellim var, o da Descartes'ın
"Düşünüyorum öyleyse vanm" özdeyişini sık sık
ammsamak.
Yüzyılımızın ortasından beri bu konuda yeni
bir görüş ileri sürülüyor. Deniyor ki: "Düşünü-
yorum, öyleyse vanm" değil, "Madem vanm, öy-
leyse düşünüyorum". Böylece "varlığı düşünce-
ye" değil, "düşünmeyi var olmaya" bağüyorlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse benim kafam
henüz bu görüşe yatmadı.
"Asır" denilen yüzyıl birimi şimdi bana çok
kısa görünüyor. 20. yüzyüm başından bugüne de-
ğin küçüklü büyüklü savaşlar; parlayıp bütün
dünyayı ateşe verdikten sonra sönüp giden dik-
tatörlükler; Avrupa'nın belkemiği olan Alman
devletinin parçalanıp iki ayn ve birbirine düşman
rejimde 45 yıl yaşadıktan sonra şimdi birdenbi-
re birleşmesi, Türkiye'de iki padişah, sekiz cum-
hurbaşkanımn art arda devlet başına gelmesi;
1917 Marksist devriminin Rusya'da, Doğu ve Batı
Avrupa'mn öteki ülkelerinde geçirdiği ve geçir-
mekte olduğu değişimler; yeni felsefe ve sanat an-
layış ve akımlan; Islam dünyasının çağdaş de-
ğil, tutucu, bağnaz bir doğrultuya yönlenmesi;
her türlü iletişim ve tekniğin korkunç bir hızla
ilerleyişi; Güneş sisteminin bütün gezegenlerine
banş; bütün bunlar 20. yüzyılda gerçekleşti. Ve
bu satırlann vazarı saydığnn olgulann kimisine
uzaktan, kimisine yakından tanık oldu. Belleğim
sanki bu olay ve olgulan sergüeyen bir mini-müze
gibi geliyor bana. Şimdi hepsini birden doluna-
yın üstündeki lekeler gibi bir arada görüyorum.
Bu durumda 20. yüzyıh kısacık ve küçük gör-
mek, az önce yazdığım "Son 4 yılda 40 yıl yaşa-
mış gibiyim" sözüyle çeüşküi gibi geliyor belki.
Zamanın her parçası kendi koşulları içinde ayn
ayn değerlendirilirse hiç de çelişkili değil.
• • •
Evet, iki gün sonra 1990"ın arka kapısmdan çı-
kıp 1991'in ön kapısmdan içeri gireceğiz. On yıl
sonra da 2000'li yıllara adım atacağız. "tnşallah
o günü de göreceksin" diyen can dostlara, rah-
metli Ebül'ulâ Mardin hocamızın ağzıyla "Mu-
hayyelem o kadar vâsi değil nur-ı aynım" diye
yanıt veriyorum. Ama ulaşamayacak olduğum
2000'li yıÜan şimdiden görür gibiyim. Insanhk
dünyası yeni bir oluşuma, yeni bir düzene doğ-
ru gidiyor. Bu düzen, gezegenimizin düşünen ya-
ratıklanm tek bir dünya devleti içinde toplanma-
ya doğru götürüyor. Yeni bir dünya hukuku ku-
ruluyor. Kişiler kendi toplumlan içinde nasıl bir
takım kurallara bağlıysalar, bugünkü devletler de
birleşik dünya devleti içinde bağlayıcı kurallarla
sımrlanmış olacaklar; başka deyişle, birleşik dün-
ya devleti içinde birer eyalet durumuna gelecek^
ler. Bu oluşum baştamıştır bile.
Ne var ki söylediklerim elbette kolay gerçek-
leşmeyecek. Varsıllarla yoksul toplumlar arasında
dünya capında geniş boyutlu eşitsizliklerin ve an-
laşmazlıkların çözüme bağlanması elbette kolay
değil. Tıpkı aydınlarla bilisizler, çağdaş görüşlü-
lerle karanlık ve çağdışı düşünceliler arasındaki
uçurumu doldurmamn kolay olmadığı gibi.
Bana öyle geliyor ki zengin Hıristiyan Batı bu-
nu pek doldurmak istemiyor, sömürü düzenini
olabüdiğince sürdürmek amacını güdüyor; ama
insanlık yaşayacaksa, bu uçummlar er geç dol-
durulup tek bir dünya devleti kurulacak.
Atatürk'ün devrimini ondan sonra koruyan,
Türkiye'nin tkinci Dünya Savaşı'na girmesini,
Amerikaü ve Ingilizlerin bütün baskılanna kar-
şın önleyen rahmetli Ismet tnönü, ABD eski baş-
kanlanndan Johnson'un nezaketsiz mektubuna
öfkelenerek: "Yeni bir dünya kurulur ve Türki-
ye orada lâyık olduğu yeri ahr" demişti. Gelge-
lelim 2000'li yıllarda kurulacak yeni dünya top-
luluğunda yaraşır olduğumuz yeri şimdiden ha-
arlayabinyor muyuz? özal'ın ABD uyduluğu po-
litikası ile buna olanak var mı? Az önce, yeni bir
dünya hukuku oluşuyor demiştim. Biz, dünya
hukuku şöyle dursun, daha kendi iç hukukumu-
zu çağdışı olmaktan kurtaramadık. 1971 ve 1980
faşist askeri darbeleri düşün yaşamı üzerinden
silindır gibi geçerek Atatürk Türkiyesi'ni günü-
müzdeki çağdışı dönemin eşiğine getirdi. Otoyol-
Iarla, barajlarla, beş yıldızlı otellerle övünür ol-
duk. Onlar bile eksik. Birkaç yüz kilometrelik
otoyol ve büyük kentlerde susuzluğu önleyeme-
yen barajlarla övünecek yerde her yıl bilim, dü-
şün ve sanat alanlarında yaratılan yapıtlarla
övünmek gerekmez mi!?
• * •
Konya'daki Mevlevi tarikatı şenliğine katılan
ve tarikat müritleriyle "hatıra fotoğrafı" çekti-
ren Cumhurbaşkam özal, Konya'da yaptığı ko-
nuşmada, döndürdü dolaştırdı, sözü Atatürk'e
getirdi; O'nun büyük komutanhk yeteneğini öv-
dü, dahası, Ata'nın en büyük eserinin laik Tiir-
kiye Cumhuriyeti olduğunu söyledi. Hiç alkış-
lanmadı; ama Atatürk'ün bir ilah olmayıp insan
olduğunu, "hata ve sevaplarıyla birlikte" ele alı-
mp irdelenmesi gerektiğini belirtince, Atatürk'e
karşı olduğu anlaşılan bir kısım dinJeyici tara-
fından, beklediği alkışlara kavuşarak rahatladı.
Itiraf edeyim ki Atatürk ve Atatürkçülük sözle-
rini şimdiye kadar onun ağzına hiç yakıştırama-
dmı. Atatürk elbette ilah değildir. Hz. Peygam-
ber de ilah degildi, son hastalığında yanındaki-
lere bunu belirtmek için: "Ben de sizler gibi bir
insanım, elbet bir gün öleceğim" diyerek insan-
lara özgü olan kusurlann kendisinde de buluna-
bileceğini, bir ilah olmadığını dolaylı olarak be-
lirtmişti. Atatürk de "Benim fani vücudum el-
bet bir gün toprak olacaktır, ama Türkiye Cum-
huriyeti ilelebet payidar kalacakür" diyerek bir
insan olduğunu ve kendi yaşamını çağdaş Türki-
ye Cumhuriyeti'ne adadığını açıklayan büyük bir
kişiydi. Bu cumhuriyette soluk alan çağdaş dü-
şünceli her aydınm ona nefes borcu vardır.
Şimdi, Çankaya'da Atatürk'ün mekâmnda
oturan Saym Özal'ın bu borcu kendi özünde du-
yumsamadığı besbelli. Birtakım tarikatçılarla iç
içedir. O halde Atatürk'ün hata ve sevabından
söz etme cesaretini nasıl kendinde bulabiliyor?
Bağnaz tarikatçılann Atatürk'e ve Atatürkçülü-
ğe düşman olduklannı bilmiyor mu? Zongul-
dak'ta elli bine yakın maden işçisinin çoluk ço-
cuklanyla birlikte açlığa mahküm olmalan onun
vicdanını sızlatmıyor, ama Konya'da tarikat hay-
ranı bir topluluğun alkış tutması onu ferahlatı-
yor. 2000'li yıllara bu zihniyetteki kişilerin yö-
netiminde girersek dünya devleti topluluğu ara-
sında yaraşır olduğumuz yeri hiçbir zaman ala-
mayız.
• • •
Çevik kuvvet mevik kuvvet derken bir savaşa
sürüklenmek üzereyiz. Birkaç hafta önce yazmış
olduğum "Savaşa Hayır!" başlıklı yazıda beürt-
miş olduğum gibi Enver Paşa bir olupbitti ile Os-
manlı Imparatorluğu'nu Birinci Dünya Savaşı-
na sokmuştu. Değerli yazar Uğur Mumcu da 25
Aralık 1990 tarihli yazısında bu olguyu, Osmanlı
kabinesinden Cavit Bey ile Cemal Paşa'nın anı-
larına dayanarak behrtti. Sonrası biliniyor. Yi-
ne o yazıda vurguladığım gibi özal iktidanm ko-
rumayı savaş çıkması umuduna bağhyor. Bizler
ise Atatürk'ün "Yurtta banş, dünyada banş" il-
kesinin egemen olmasını istiyoruz.
Bir kez daha "Savaşa Hayır!" diyerek 1990 so-
nundaki bu söyleşiyi noktahyonım.
Yeni yılın ülkemize, dünya toplumlanna ve sev-
gili okurlanma esenlık getirmesini -pek umut et-
mesem de- yürekten diliyorum.
NOH Yılbaşı kutlama ve dUeklerini içeren tetgnrf, mek-
tup ve kanlanna ayn ayn yanıt verecek durumda ol-
madığım için dostlanm, okurlanm lütfen beni bağış-
lasınlar. Kendüerine, aynı dilekleri yineleyerek teşek-
kürlerimi sunanm. H.V.V.
EVET/HAYIR
OKT4YAKBAL
Yağmurlu Bir Sabahta...
"Kentten uzakta
Kentin çılgın kalabalığından uzakta
Beni bulun, beni bulun."
Oysa kent karşımda. Kentin bir bölümü karşımda. Aşağı-
da, uzakta. Tepeden görüyorum, bir pencereden. Gök gür-
lüyor. Hızlı bir yağmur. Pancurları kapattım. Londra asfaltın-
dan gelip geçen taşıtları seyrediyorum. Birbiri ardına dizil-
miş dağlar gibi apartımanlar. Günlerden cumartesi. Yarın pa-
zar. Bir hafta sonunun sabah saatleri.
Gitmiş, bir kenar semte yerleşmiş şair. Kentin, Paris'in çıl-
gın kalabahğrndan kaçmış. Kim mi? Victor Hugo... Btr sıcak
ağustos günü Satâh Birsel gelrmşti Göztepe'deki eve. O yıl-
larda Bağdat Caddesi bomboştu. Alçacık villalar, en çok üç
katlı köşkler, bağlar, bahçeler. Birsel'i Victor Hugo'nun dize-
leriyle karşılamıştım "Kentten uzakta - Kentin çılgın kalaba-
lığından uzakta" diyerek... O günlerde bir Fransızca dergi-
de ya da kitapta okumuş olmalıyım. Kimi zaman ben mi uy-
durdum, diye düşünmüşümdür. Her yasta okuduğumuz ya-
zılar, şiirler var; bunlardan kimi parçacıklar takılıp kalır bel-
leğimizde.
Yağmuriu bir yazı daha mı? Dostum Samim Kocagöz bir
zamanlar 'Her öyküsünde yağmur yağdırır' demişti ya da bu-
na benzer bir söz. Yağmur, yazın yapıtlarında çokça yer ahr.
"Yüreğime yağıyor yağmur - Kente yağdığı gibi" diye yaz-
mıştı Paul Verlaine. Necip Fazıl da 'Bu yağmur bu yağmur
bu kıldan ince kılıçtan keskin yağan yağmur - Bu yağmur bir
gün dinince - Aynalar yüzümü tanımaz olur" diye... İşin il-
ginç yanı, beni bir yağmurcu diye nıteleyen sevgili Kocagöz'ün
19&7'de yazdığı kitabın adı "Yağmurdaki Kız" olmasıdır.
Merak bu ya, açtım Necatigil'in 'Edebiyatımızda isimler
Sözlüğü'nü. Bakın 'yağmur'lu kaç kıtap var: Yağmur Bekler-
ken, Yağmur Duası, Yağmur Kaçağı, Yağmur Sıkıntısı, Yağ-
mur Yüklü Bulutlar, Yağmurdaki Kız, Yağmurlar Nereye Ya-
ğar, Yağmurlar ve Topraklar, Yağmurlu Deniz... Yağmur söz-
cüğünün geçtiği daha nice kitap adları da sayabiliriz. Yağ-
muru konu alan romanları, öyküleri, şiirleri de...
Yağmur havanın kirini siler atar. Bir de rüzgâr çıktı mı kar-
şı kıyılar görünür. Karşı kıyılar, yani Yalova tarafları. Elle tu-
tulacak kadar yakınlaşır. Kurşun rengi bulutlar kapatır der-
ken. Televizyonda bir çocuk filmi. Radyoda haberler. Gaze-
teler, dergiler. Kitaplar üstüste. Okunacak saati bekliyorlar.
Bense bakıyorum kente. Bir uzaklaşmak duygusuyla. Soka-
ğa çıkmak, yürümek, semt içinde başıboş dolaşmak. Gide
gide bu tür avarelikler de yasaklanacak. Geçenlerde bir ta-
şrt durdu, bir bay seslendi, "Hiç çekinmeden nasıl böyle do-
laşıyorsunuz?" diye. O zaman bir korku düştü içime. Yayan
gezmek de mi tehlikeli? Ne yapmalı? Evden çıkmamalı, her
işi telefonla. mektupla çözümlemeli...
Belçikalı şair Veerhareen "Ahtapotun kollarıdır kentler" der.
Bir ahtapot gibi dört yandan sarar insanı büyük kentler; mil-
yonluk, beş, on, on beş milyonluk kentler... Bireyi ezer, yok
eder, bambaşka bir kaiıba sokar. Köylerden, kasabalardan
gelen insanların kısa süre sonra değtşip bambaşka bir nite-
lik aldığını hep görmüşüzdür. Ahtapot bir koluyla sarmala-
mıştır, ya boğmuş ya değişik bir yere fırlatıp atmıştır. Hugo1
nun "Kentten uzakta - Kentin çılgın kalabalığından uzakta -
Beni bulun, beni bulun" demesi de bundandır.
Yağmur yağıyor. Kitaplar beni bekliyor. TV'de bir serüven
filmi mi var? Bir an için kurtulmanın yolu gündelik sıkıntılar-
dan'... Kaçmak, kurtulmak mıdır? "Bu yağmur bir gün dinin-
ce aynalar yüzümü tanımaz olur" mu? Yüzümü, yüzümüzü...
Kent uzakta, binlerce ev, on binlerce pencere. Yağmurlu bir
sabahın karmakarışık duygularla ak kâğıt üstüne yansıma-
sı, hepsi bu.
HalkımızÖ: İ H C
Bütün Müslüman ülkeler içinde en ileri konuma gelebilen
Türkiye Cumhuriyetinde din, kendi doğal evrimini geçirmiş
ve yurttaşların tümüne yakını, şekilcilikten uzak çağdaş bir
konum kazanmıştır. Zorunlu din dersleri'nin olmadığı
dönemde, ailesinden edindiği bilgilerle yetişen Cumhuriyet
kuşağının hiç de dininden çıkmadığı, ancak yobazlığa da din
devleti kurma özlemcilerine de geçit vermediği bir gerçektir.
Prof. Dr. TÜRKÂN SAYLAN Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği Başkanı
I. Cihan Savaşı'ndan yenilmiş olarak çı-
kan Osmanlı devleti, herkesin bildiği gibi
ççşitli Avrupa ülkelerinin istilasırıa uğramış
ve Türklerin yüzyıllarca anayurdu olan
Anadolu işgal kuvvetlerince paylaşılmıştı.
Mustafa Kemal'in ve yürekli arkadaşlannın
vaşmasaydı, bugün burçlanmızda ne ay-
yıldızü bayrağımız dalgalanır ne de cami-
lerimizden ezan sesleri duyulabiürdi.
Baskısız ibadet dönemi
rine girmesi ve sabahtan akşama dek yerli
yersiz konu edilmesi, dinin özttnede aykın
olan çok olumsuz bir gelişmedir.
Laik düzen, insanların dinsel inanış ve
ibadetlerini kendi diledikleri gibi yapma
olanak ve özgürlüğünü sağlarken insanla
ca "Amtkabir'e gitme", "duyuru ve uyarı
yayınlama" gibi en demokratik hak olan
çağdaş tutumlar sergilenmiştir. Devletimi-
zin en yüksek mevkiindeki bir yöneticinin
bu protestolan konu ederek yine devletin te-
levizyonundan: "LaiUik laiklik deyip du-
nıyorlar, ne yapalım yani, camileri mi ka-
patalım?" gibi tümceler sarfederek konuyu
saptırması ibret ahnacak kadar düşündürü-
cüdür ve de sessiz kalınamayacak kadar teh-
likelidir.
Türkiye'de Iran veya Suudi Arabistan gi-
bi, dinsel kurallarla yönetilen bir devlet ku-
rulmasına ve insanlann çağdaş uygarhk ya-
salan >
t
erine dinsel yasalarla yuzlerce yıl ge-
rilere götürulmesine karşı pkan, demokra-
tik ve laik bir cumhuriyetin erdemine ve sa-
kınılmasına inanmış, laik görüşlü insanla-
rın tümüne yakını Müslümandır ve bundan
v e
sanları bir "oy potansiyeli" olarak görmek
ve laik düzenin korunmasmı isteyenleri, on-
lardan farklı kişilermiş gibi göstererek ta-
raflar yaratmak gibi bir tezgâhın işlediğiDoğup büyüdüğü topraklan kanı paha- raflar yaratnıak gibi bir tezgâhın işlediği <ÜDİmhhi b i r t i c a r i m e t a halbe geti-
sına savunan babalanmız ve analanmız yal- dıkkaü çekmekte yt çok yanlış olan bu tu- ' * "inanmavan-
nızca siyasal bağımsızlığımızı değil aynı za-
manda din özgürlüğümüzü de kazanmışlar-
dır. Sömürge haline gelmiş bir Türkiye'de
böyle bir özgürlüğün varolmayacağı çok
açıktır. "Devrimlerle din özgürlüğü kaldı-
rıldı", "inananlara baskı yapıldı" gibi ger-
çek dışı ve yanlış yorumları siyasal arenaya
getirenlerin bunu unutmamaları gerekir.
Cumhuriyet döneminde çoğunluğu Müs-
lüman olan ülke insanlannm ne dinsel ina-
mşları ne de ibadetleri engellenmiştir. Ay-
nı şey gayri Müslim azınhklar için de geçer-
lidir. Bunun tersini söylemek ancak bilinç-
li bir yıpratma politikası gereği olabüir. Baa
kendini bilmezlerin dinsel uygulamalan kü-
çümseyip, "namazında niyazında" olanla-
tum, sağduyulu insanlarımızca endişeyle
karşılanmaktadır.
Cumhuriyet döneminde Türk insanı, di-
nin siyasete alet edilmediği, oy kaygısıyla
kullanümadığı on yülar yaşayabilmiş, Cum-
huriyetle başladığı çağdaşlaşma yoluna de-
mokrasiyle devam etme cesaretini göstermiş
ve kendisine uygar uluslar arasında, eşit ko-
şullarda bir yer isteminde bulunabilecek dü-
zeye gelebilmiştir. Bu aşamaya vanşımızda
laikliğin yeri çok büyüktür ve bunu herkes
çok iyi bilmektedir.
Durum böyleyken, iktidardaki ve muha-
lefetteki siyasal partilerin, özellikle şu an-
da yönetim erkini elinde bulunduran siya-
• , - - . , set adamlarının, her gün gazetelerle, kitap^, c
1 1 1 1
"
6
n hor görmüş olmalan, bu gerçeğı asla yok- , a r | a H^™,-^,!* a ni3 t,ıa n ,vw H,. ci^t^ıf lannı!
ribnesine karşı çıktıklan için "inanmayan-
lar" olarak damgalamaya çahşmak, "dine
karşı" göstermek, tarihin kara sayfalanna
gececek bir iftiradan, bir karalama kampan-
yasından başka bir şey değildir.
Geçenlerde her türlü dinsel görevini ye-
rine getirdiği halde hoşlanmadığı için sakal
buakmayan çok iyiliksever bir hacı dostum,
bazı koyu dindar geçinenlerin kendisine
"sen kâfırsin!" dediklerini büyük bir şaş-
kınlıkla anlatıyordu. Işte bugün gelinen
nokta budur! "Kerameti kendinden
menkul" kimi kişiler, laik bir ülkede yaşa-
marnn sağladığı düzen içinde ömürlerini sü-
rüp gidenlerin karşılanna çıkıp "cihat ilan
ettiklerini", "bu ülkeyi Müslüman yapacak-
edemez.
Bütün Müslüman ülkeler içinde en ileri
konuma gelebilen Türkiye Cumhuriyetinde
din, kendi doğal evrimini geçirmiş ve yurt-
taşlann tümüne yakını, şekilcilikten uzak
çağdaş bir konum kazanmıştır. Zorunlu din
dersleri'nin olmadığı dönemde, ailesinden
edindiği bilgilerle yetişen Cumhuriyet ku-
şağının hiç de dininden çıkmadığı, ancak
yobazlığa da din devleti kurma özlemcile-
rine de geçit vermediği bir gerçektir.
21. yüzyılın esiğinde, insanlann bedensel
özgürlükleri kadar tinsel (ruhsal) ve ussal
özgurlükleri de önem kazanmışken, din'in
siyasal bir baskı öğesi olarak ortaya çıkar-
tılması, siyasetçilerin propaganda sözlükle-
larla, dergilerle anlatılan iç ve dış destekli"
l a r
" " ' " ,
v e b u n u n
S
i d d e t l e o l a
cağmı söyle-
siyasal köktendind akımların vatandaşlan- yebılmektedırler.
mızı sömurmelerine, onlann en kutsal ve en —
özel duygulanyla oynamalarına göz yum- S o n u ç
malan, giderek onlardan yanaymış gibi gö-
rünerek yamltıcı beyanlarda bulunmaları
büyük bir hatadır. Birçok konuda güven-
sizliği olan sade vatandaş, bu yoldaki sö-
mürüyü de dikkatle, ne var ki büyük bir
kaygıyla gözlemektedir.
Kurnazlık, konuyu saptırma...
Türk insam yüzyıllardır savaşlarla, kav-
galarla kınlmış, kendisine kendisinden baş-
kasının yardıma olamayacağını kavramış-
tır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra çizilen sınır-
ları içinde, kimsenin kanşmasını istemedi-
ği inançlanyla, huzur içinde yaşamak dile-
ğindedir. Siyasetçilerin din'i siyasallaştmna-
lan hiçbir ülkeye mutluluk getirmemiştir.
Çok yakın zamanda ülkemizi karanhk bir Gözlerimizi dört açıp bu gercekleri yeniden
geleceğe çekmek amacına yönelik laiklik ve yeniden irdelemek, yanhş yolda olanlan
karşıtı olayları, dinsel baskıları ve üniver- ve bilinçsizce onlann peşine takılanları
sitelerdeki dinsel ağırlıklı siyasal davranış- uyarmak hepimizin en önemli yurttaşhk gö-
lan protesto etmek için sağduyulu insanlar- revidir.
EĞİTİM İŞKOLU
ÇALIŞANLARINA
1991 yılının;
• En geniş sendikal birliğimizin oluştuğu,
• "Daha yeterli ücret, daha iyi çalışma koşulları ve
daha yüce mesleksel saygınlık" mücadelemizin do-
ruğa ulaştığı,
• Tüm çalışanların sendikalaştığı, barıştan yana,
onurlu, özgürlük dolu, demokrasi ortamında yaşana-
cak bir yıl olması dileğiyle saygılar sunanm.
EĞİTİM-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKAN
NİYAZİ ALTUNYA
VEFAT
HÜSEYİOV BATURAY
28.12.1990 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Cenazesi 30.12.1990 Pazar günü Izmir Karataş Camii'nden
ikindi namazını müteakip kaldınlacaktır.
EŞİ: PERİHAN BATURAY
ÇOCUKLARI: BÜLENT, ZUHAL, NtHAL, MERAL
YEĞENİ: ZEHRA
DAMATLARI: ŞÜKRÜ, ZtN^fUR,
ABDURAHİM, CEM
SEÇKtN ERGÜ1V
3.5.1958-24.12.1990
"Ağaçlara dallara
Yeşıllere allara,
Nke nice yıllara gülOm
Nke nice yıllara,
diyemedik sana SEÇO'cuğum.
Şimdi rüzgârlara bıraktık
Ağaçlarta sana söylesın diye...
AVUKAT ABKADAŞLAKı
AHMET KıHLTLUOCLU. NAIL-
MLGCN KEÇELI, M. AKİF
TANRıÖVER. CEZMI ERDEMGTL,
HALUK TUNCAY
Eğitimci, EĞİT-DER Aydın Şube Başkanı
MAKSUT DOĞAN'ı
kaybettik. Üzgünüz. Ailesine ve
tüm dostlara başsağlığı dileriz.
EĞİT-DER GENEL BAŞKANI
MUSTAFA GAZALCI
EĞİTtM-tŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANI
NİYAZİ ALTUNYA
YAKUP AKGÜN
1960-1990
UNUTMAYACAĞIZ
Bu işte insafsız olmalı,
Birazcık da kibirli,
Ne kahır, ne keder, ne zulüm,
Seni ancak ölüm
Teslim alabilmeli...
AMASYA'DAN ARKADAŞLARI
ADEVA / ERGÜL KOÇ
PENCERE
Satıcı ve Kurtarıcı
Önce 'Genç Osmanlı' idi aydınımızın adı, 19'uncu yüzyılın
sonuna doğru'JönTürk'e dönüştü; 'ittihatçı', bu sürecin so-
nunda oluşan eylemci kişidir.
İttihat ve Terakki Fırkası, 'asker-sivil aydın' ortaklığını Ab-
dülhamit istibdadını devirerek kurdu. Yalnız bizde mi yaşan-
dı bu serüven? Hayır. Güney Amerika'dan Uzak Asya'ya ka-
dar çoğu ülkede, ilerici eylemlerin başını asker-sivil aydınlar
çekmiştir. Geri kalmış toplumun dramıdır bu: Erken uyanan
aydın, 'kurtancı' rolünü benimser; ama tatılık' yöneticiyle
tutucu' halk arasında beynamazdır.
İttihatçı, İkinci Abdülhamit'i devirip iktidara geçince, ister
istemez zorbalığa kaydı. 'Hürriyet ve İtilaf Partisi' de İttihat ve
Terakki'ye karşı kuruldu.
Yüzyıllık tarihimizde İttihatçı-İtilafçı' ikilemi toplumsal te-
melini böyle attı. #
Hürriyet ve itilaf, talihsiz parti, tarihimize kara yazıyla
yazıldı.
Damat Ferit'le özdeşleşti.
Vatan haini Damat Ferit'le...
Kuvayı Milliye'ye açıktan karşı çıktı ve tutumunu belgele-
di. "Güya müdafaa veya muhafaza-i hukuku milliyefikriyleken-
dini milletin bağrından çıkmış sayan, nitelikleri ve yetenekleri
şüpheli birtakım kumandanların isyanından ve hiçbir önemi
ve değeri bulunmayan bir ayaklanmadan başka bir şey olma-
yan Anadolu Kurtuluş hareketi"ni, İtilafçı bastan mahkûm etti.
Liberaldi Hürriyet ve İtilaf...
İtilafçı, Mütareke'de Ingiliz Muhipleri Cemiyeti' ile kol ko-
laydı. Emperyalizmin güdümünde '"fehcirve TaktU Harp Divanf
kurarak Ermeni katliamı nedeniyle İttihatçı'yı yargılayan, İti-
lafçı kafasıdır.
Anadolu'da Yunan işgali başlayınca ittihatçı, 'Ulusal Ba-
ğımsızlık Savaşı'na katıldı.
İtilafçı, teslim bayrağı çekti.
•
Mustafa Kemal, Ulusal Bağımsızlık Savaşı sonunda cum-
huriyeti kurunca, İttihatçı-İtilafçı ikilemini yok etmek için dev-
rimin tek partisini kurdu.
ittihatçı kırgındı...
İtilafçı ezik...
Nasıl ezik olmasındı İtilafçı. Damat Ferit'le özdeşleşmiş,
emperyalizmin buyruğuna girmiş, düşmana boyun eğmiş,
yurtseverleri zindana atmış, Kemalıstlere karşı çıkmış, Vah-
dettin'le bütünleşmiş bir sözde liberaldi...
Bağımsız cumhuriyetin siyasal yaşamında ne gibi bir rolü
olabilirdi ki...
Meğer rolü olabilirmiş...
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İtilafçı, bu kez de
'Amerikancı' kılığıyla hortlamasın mı!..
Oyun albaştan sahneye konuyordu. Vatan satıcılan sah-
neye çıktı mı, elbet kurtancılar da ellerini kollarını bağlayıp
kenarda duramazlar. Toplumların ulusal tarih süreçlerinde,
ister Batı'da olsun ister Doğu'da, satıcıların iktidarı ellerine
geçirdikleri günlerde kurtarıcılara iş düşmüştür.
İttihatçı kurtarıcılığı, İtilafçı'nın satıcılığma karşı yeniden
gündeme girdi.
Bugün durum nedir?
Sıvas Kongresi'nde noktalandığı sanılan 'Amerikan
güdümcülüğü' 1990 Türkiyesi'nde geçerlidir. ANAP iktidarı
Vaşington'un bir dediğini iki edemeyecek konumdadır; gü-
cünü halktan değil, dış desteğinden alıyor; yurdun taşını top-
rağını satmaya hazırdır; iktidarın başındaki yağdanlıkları da
21'inci yüzyıla 10 kala tam İtilafçı ağzı kullanıyorlar.
Peki, ne olacak?_ +
Demokrasi, ne satıcının ne de kurtarıcının rejimidir. Fikir
özgürlüklerinin ve insan haklarının benimsendiği ortamda
halkın tam anlamında yönetime katılmasıdır.
Halkın dışında 'kurtarıcı'ya gerek yok!..
Türkiye, anayasa dışına doğru gayri meşru rejime sürük-
lenme sürecindedir. Yakın bir genel seçimde ülkeyi azınlık
îktidarıfydan halkın kurtarması, demokrasi tarihimizin en gör-
kemli zaferi olarak ülkede bir donüm noktasını vurgulaya-
caktır.
NÂZIM HİKMET DOSTLARINA
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat
Vak(ı"nın kuruluş çalışmaları son
aşamasına gelmiştır. Bugûne degin
pek çok kişı ve kuruluş, mektupla
yapılan çağrılara olumlu yanıt vermiş,
değerli çaba ve katkılarıyla destek
olmuştur. Ancak Nâzım'ın tüm
dostlanna ulaşamadık. Bu nedenle,
yazışma adresi ile banka hesap
numarasını vakıf girışımi ile
dayanışmak isteyenlerın bilgisine
sunuyorum.
Ayrıca eksiklıklerimizın anlayışla
karşılanacağı umuduyla, vakıf kuruluş
çalışmalanna maddi ve manevı
katkıda bulunmuş ve bulunacak tüm
dostlara teşekkür ediyorum.
SAMİYE YALTIRIM
Banka hesap numarası: Samıye Yaltınm, Türkiye İş Bankası
İstanbul/Ayaspaşa Şubesi 1005-300-230038
Yazışma adresi; Prof. Dr. Aydın Aybay, Sıraselviler Cad. No.
87 Yeni Hayat Apt. Taksim/istanbul
Başvuru adresi ve telefonu: Kıymet Coşkun, istiklâl Cad.
Baro Han 101 Beyoğlu/lstanbul Tel: 149 29 39
DUYURU
BASIN AÇIKLAMASI
Zonguldak'taki maden işçileri insanca yaşayabilmek için hak-
larını istıyortar.
Zonguldak'taki maden mühendisleri ve maden işçileri ulusal
enerji kaynaklarımızın heba edilmesine, maden ocaklannın kapa-
tılmasına karşı mücadele ediyorlar.
Türk-İş Başkanlar Kurulu'nun Zonguldak maden işçilerinin gre-
vini desteklemek amacıyla 3 Ocak 1991 günü işçilerin ülke çapın-
da üretimden gelen güçlerini kullanma kararını destekliyor;
Tüm teknik elemanları ve sağlık çalışanlannı 3 Ocak 1991'deki
dayanışmaya katılmaya çağınyoruz.
Temsllcl Sinan BİBEROĞLU TMMOB Jeolojı Müh. Od. İst- Şb.
Y.K. üyesi Cengiz KILIÇ TMMOB Gemi Makineleri Müh. Odası
Bşk. Mehmet TURGUT TMMOB Elektrik Müh. Od. ist. Şb.
Bşk. Yücel GÜRSEL TMMOB Mimarlar Odası ist. Büyûkkent Şb.
Bşk. Mustafa ALTINELLER TMMOB Inşaal Müh. Od. İst. Şb.
II. Bşk. Melih ESEN TMMOB Kimya Mühendisleri Od. İst. Şb.
Bşk. Mustafa ERHAN TMMOB Makine Mühendisleri Od. ist. Şb.
Temsilci Tayfun MATER TMMOB Maden Mûh. Od. İst. Temsil.
Bşk. İrfan KAPTI TMMOB Metalurji Mühendisleri Od. ist. Şb.
Bşk. Erol KÖKTÜRK TMMOB Haritave Kadast. Müh. Od. jst. Şb.
Bşk. Yücel ERDENER TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İst. Şb.
II. Bşk. Oğuz ÖZEL TMMOB Jeofizik Müh. Od. İst. Şb.
Y.K. Üyesi Ahmet TURGUT TMMOB Şehir Planlama
Mühendisleri Od. ist. Şb.
Temsilci Niyazi ÇEKİÇ TMMOB Fizik Mühendisleri Odası ist.
Temsilciliği
Sekreter Hasan AKALIN TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
Bşk. Celal YILDIRIM istanbul Diş Hekimleri Odası
Bşk. Mehmet DOMAÇ istanbul Eczacılar Odası
Bşk. Prof. Dr. Selçuk APAK istanbul Tabip Odası
Gn. Sek. Dr. Nüvit DURAKER İstanbul Tabip Odası
Gn. Sek. Oktay DEPREM istanbul Veteriner Hekimleri Odası
II. Başk. Salfh ŞENCAN Mimarlar Odası İst. Büyûkkent Şubesi
ADRES DEGİSİKLİĞİ
01.01.1991 Tarıhınden ıtıbaren Avukatlık Büromu Kadıköy
Kızıltoprak Bağdat Cad No: 64 Kat. 4'e Naklettiğiml Dost
AVUKAT *ve Müvekkillerime duyururum.
Tel: 349 14 14 (4 Hat)
Fax: 349 14 19
'Kctnfal