29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 30 ARALIK 1990 199riıı Eşiğinde Söylcşi HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU îki gün sonra "binli" yıllanmızın son on yüı- na adım atacağız. 1990 Istanbul'da bir ara kar da gösterdi. Birkaç yıldır özlemiştir bu beyazlı- Zaman geçiyor. Acaba o mu yürüyor, yoksa sık sık biçim ve kılık değiştirerek, defîle manken- leri gibi bizler mi geçip gidiyoruz zamanın önün- den. Orası henüz belli değil, görece bir sorun bu. Bilmem daha önce anJatmış mıydım, Einstein gö- rece kuramım bulduğu sıralarda, konferans ver- mek üzere Avrupa'dan Amerika'ya çağnlmış. Az çok aydın bir Amerikan yurttaşı konferansa ye- tişmek için hızlı adımlarla yürürken bir tanıdı- ğına rastlamış; aralarında şu konuşma geçmiş: — Nereye böyle ivedi ivedi? — Einstein'm konferansına gidiyorum. — Ben de gelebilir miyim? — Peki gel. Salonda konferansçıyı beklerken ikinci Ame- rikalı arkadaşma sorar: — Kimmiş bu Einstein? — Bilmiyor musun, görece kuramını bulan, dünyaca ünlü bilgin. — Ne demek görece kuramı? — Görece kuramı, yeryüzünde hiçbir şeyin ke- sin olmayıp algılarımıza bağlı olduğunu ispat- layan kuramdır. — Hiçbir şey anlamadım. — örneğin zamanı ele alalım. Sıcak yaz gü- nü kızgın bir sobanın yanında zorla bir dakika tutulan insana, bu bir dakika bir saat gibi gelir. Oysa sevgilisiyle baş başa kalmış kişiye bir saat, bir dakika gibi gelir. Şimdi anladın mı? — Çok tuhaf, dünyaca ünlü dediğin bu bil- gin, kızgın soba ve sevgilisiyle buluşanlar gibi ko- nularla mı uğraşıyor!.. \99Cfm esiğinde zaman kavramını düşünürken, bilisiz Amerikalının durumunu göstermek için uydurulduğu anlaşılan yukarıki fıkrayı anımsa- dim. Araplar Einstein'ın görece kuramından çok önceleri, sanki bu kuramı zaman açısından be- Iirtmek istermiş gibi şöyle demişler: "Elintizarı eşeddü minen-nârT Oyle ya, bir kuyrukta sıra beklemek, bir göçükte kurtanlmayı beklemek, hapishanede gün beklemek, insanı tatlı uykusun- dan uyandıran sancının dinmesini beklemek, ran- devusuna geç kalan sevgiliyi beklemek, kesilen elektrigin, suyun gelmesini beklemek, bütün bun- lar gerçekten "ateş gibi yakar" sinirleri. Görece kuramının nasıl işlediğini zaman za- man kendi özümde de duydum. Son dört yılda zaman çok yavaş geçtiği için sanki kırk yıl yaşa- mış gibiyim. Ondan önceki 83 yıl meğer ne ça- buk uçup gitmiş. Türlü ameliyatlar, hastalıklar yüzünden eve bağlanan insan bir de —büyüteç ile de olsa— okuma güçlüğü ile karşılaşırsa, za- man gerçekten çok uzun ve ateşten daha şiddet- li geliyor. Gerçi düşünüyorum ama bu düşünce- leri kâğıda dökmek için yardımcı gerekli. Böyle olunca da bir saat bir gün gibi, gün ise bir ay gibi geliyor. Böylece yıllar geçiyor ama nasıl ge- çiyor! Yine de bir tesellim var, o da Descartes'ın "Düşünüyorum öyleyse vanm" özdeyişini sık sık ammsamak. Yüzyılımızın ortasından beri bu konuda yeni bir görüş ileri sürülüyor. Deniyor ki: "Düşünü- yorum, öyleyse vanm" değil, "Madem vanm, öy- leyse düşünüyorum". Böylece "varlığı düşünce- ye" değil, "düşünmeyi var olmaya" bağüyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse benim kafam henüz bu görüşe yatmadı. "Asır" denilen yüzyıl birimi şimdi bana çok kısa görünüyor. 20. yüzyüm başından bugüne de- ğin küçüklü büyüklü savaşlar; parlayıp bütün dünyayı ateşe verdikten sonra sönüp giden dik- tatörlükler; Avrupa'nın belkemiği olan Alman devletinin parçalanıp iki ayn ve birbirine düşman rejimde 45 yıl yaşadıktan sonra şimdi birdenbi- re birleşmesi, Türkiye'de iki padişah, sekiz cum- hurbaşkanımn art arda devlet başına gelmesi; 1917 Marksist devriminin Rusya'da, Doğu ve Batı Avrupa'mn öteki ülkelerinde geçirdiği ve geçir- mekte olduğu değişimler; yeni felsefe ve sanat an- layış ve akımlan; Islam dünyasının çağdaş de- ğil, tutucu, bağnaz bir doğrultuya yönlenmesi; her türlü iletişim ve tekniğin korkunç bir hızla ilerleyişi; Güneş sisteminin bütün gezegenlerine banş; bütün bunlar 20. yüzyılda gerçekleşti. Ve bu satırlann vazarı saydığnn olgulann kimisine uzaktan, kimisine yakından tanık oldu. Belleğim sanki bu olay ve olgulan sergüeyen bir mini-müze gibi geliyor bana. Şimdi hepsini birden doluna- yın üstündeki lekeler gibi bir arada görüyorum. Bu durumda 20. yüzyıh kısacık ve küçük gör- mek, az önce yazdığım "Son 4 yılda 40 yıl yaşa- mış gibiyim" sözüyle çeüşküi gibi geliyor belki. Zamanın her parçası kendi koşulları içinde ayn ayn değerlendirilirse hiç de çelişkili değil. • • • Evet, iki gün sonra 1990"ın arka kapısmdan çı- kıp 1991'in ön kapısmdan içeri gireceğiz. On yıl sonra da 2000'li yıllara adım atacağız. "tnşallah o günü de göreceksin" diyen can dostlara, rah- metli Ebül'ulâ Mardin hocamızın ağzıyla "Mu- hayyelem o kadar vâsi değil nur-ı aynım" diye yanıt veriyorum. Ama ulaşamayacak olduğum 2000'li yıÜan şimdiden görür gibiyim. Insanhk dünyası yeni bir oluşuma, yeni bir düzene doğ- ru gidiyor. Bu düzen, gezegenimizin düşünen ya- ratıklanm tek bir dünya devleti içinde toplanma- ya doğru götürüyor. Yeni bir dünya hukuku ku- ruluyor. Kişiler kendi toplumlan içinde nasıl bir takım kurallara bağlıysalar, bugünkü devletler de birleşik dünya devleti içinde bağlayıcı kurallarla sımrlanmış olacaklar; başka deyişle, birleşik dün- ya devleti içinde birer eyalet durumuna gelecek^ ler. Bu oluşum baştamıştır bile. Ne var ki söylediklerim elbette kolay gerçek- leşmeyecek. Varsıllarla yoksul toplumlar arasında dünya capında geniş boyutlu eşitsizliklerin ve an- laşmazlıkların çözüme bağlanması elbette kolay değil. Tıpkı aydınlarla bilisizler, çağdaş görüşlü- lerle karanlık ve çağdışı düşünceliler arasındaki uçurumu doldurmamn kolay olmadığı gibi. Bana öyle geliyor ki zengin Hıristiyan Batı bu- nu pek doldurmak istemiyor, sömürü düzenini olabüdiğince sürdürmek amacını güdüyor; ama insanlık yaşayacaksa, bu uçummlar er geç dol- durulup tek bir dünya devleti kurulacak. Atatürk'ün devrimini ondan sonra koruyan, Türkiye'nin tkinci Dünya Savaşı'na girmesini, Amerikaü ve Ingilizlerin bütün baskılanna kar- şın önleyen rahmetli Ismet tnönü, ABD eski baş- kanlanndan Johnson'un nezaketsiz mektubuna öfkelenerek: "Yeni bir dünya kurulur ve Türki- ye orada lâyık olduğu yeri ahr" demişti. Gelge- lelim 2000'li yıllarda kurulacak yeni dünya top- luluğunda yaraşır olduğumuz yeri şimdiden ha- arlayabinyor muyuz? özal'ın ABD uyduluğu po- litikası ile buna olanak var mı? Az önce, yeni bir dünya hukuku oluşuyor demiştim. Biz, dünya hukuku şöyle dursun, daha kendi iç hukukumu- zu çağdışı olmaktan kurtaramadık. 1971 ve 1980 faşist askeri darbeleri düşün yaşamı üzerinden silindır gibi geçerek Atatürk Türkiyesi'ni günü- müzdeki çağdışı dönemin eşiğine getirdi. Otoyol- Iarla, barajlarla, beş yıldızlı otellerle övünür ol- duk. Onlar bile eksik. Birkaç yüz kilometrelik otoyol ve büyük kentlerde susuzluğu önleyeme- yen barajlarla övünecek yerde her yıl bilim, dü- şün ve sanat alanlarında yaratılan yapıtlarla övünmek gerekmez mi!? • * • Konya'daki Mevlevi tarikatı şenliğine katılan ve tarikat müritleriyle "hatıra fotoğrafı" çekti- ren Cumhurbaşkam özal, Konya'da yaptığı ko- nuşmada, döndürdü dolaştırdı, sözü Atatürk'e getirdi; O'nun büyük komutanhk yeteneğini öv- dü, dahası, Ata'nın en büyük eserinin laik Tiir- kiye Cumhuriyeti olduğunu söyledi. Hiç alkış- lanmadı; ama Atatürk'ün bir ilah olmayıp insan olduğunu, "hata ve sevaplarıyla birlikte" ele alı- mp irdelenmesi gerektiğini belirtince, Atatürk'e karşı olduğu anlaşılan bir kısım dinJeyici tara- fından, beklediği alkışlara kavuşarak rahatladı. Itiraf edeyim ki Atatürk ve Atatürkçülük sözle- rini şimdiye kadar onun ağzına hiç yakıştırama- dmı. Atatürk elbette ilah değildir. Hz. Peygam- ber de ilah degildi, son hastalığında yanındaki- lere bunu belirtmek için: "Ben de sizler gibi bir insanım, elbet bir gün öleceğim" diyerek insan- lara özgü olan kusurlann kendisinde de buluna- bileceğini, bir ilah olmadığını dolaylı olarak be- lirtmişti. Atatürk de "Benim fani vücudum el- bet bir gün toprak olacaktır, ama Türkiye Cum- huriyeti ilelebet payidar kalacakür" diyerek bir insan olduğunu ve kendi yaşamını çağdaş Türki- ye Cumhuriyeti'ne adadığını açıklayan büyük bir kişiydi. Bu cumhuriyette soluk alan çağdaş dü- şünceli her aydınm ona nefes borcu vardır. Şimdi, Çankaya'da Atatürk'ün mekâmnda oturan Saym Özal'ın bu borcu kendi özünde du- yumsamadığı besbelli. Birtakım tarikatçılarla iç içedir. O halde Atatürk'ün hata ve sevabından söz etme cesaretini nasıl kendinde bulabiliyor? Bağnaz tarikatçılann Atatürk'e ve Atatürkçülü- ğe düşman olduklannı bilmiyor mu? Zongul- dak'ta elli bine yakın maden işçisinin çoluk ço- cuklanyla birlikte açlığa mahküm olmalan onun vicdanını sızlatmıyor, ama Konya'da tarikat hay- ranı bir topluluğun alkış tutması onu ferahlatı- yor. 2000'li yıllara bu zihniyetteki kişilerin yö- netiminde girersek dünya devleti topluluğu ara- sında yaraşır olduğumuz yeri hiçbir zaman ala- mayız. • • • Çevik kuvvet mevik kuvvet derken bir savaşa sürüklenmek üzereyiz. Birkaç hafta önce yazmış olduğum "Savaşa Hayır!" başlıklı yazıda beürt- miş olduğum gibi Enver Paşa bir olupbitti ile Os- manlı Imparatorluğu'nu Birinci Dünya Savaşı- na sokmuştu. Değerli yazar Uğur Mumcu da 25 Aralık 1990 tarihli yazısında bu olguyu, Osmanlı kabinesinden Cavit Bey ile Cemal Paşa'nın anı- larına dayanarak behrtti. Sonrası biliniyor. Yi- ne o yazıda vurguladığım gibi özal iktidanm ko- rumayı savaş çıkması umuduna bağhyor. Bizler ise Atatürk'ün "Yurtta banş, dünyada banş" il- kesinin egemen olmasını istiyoruz. Bir kez daha "Savaşa Hayır!" diyerek 1990 so- nundaki bu söyleşiyi noktahyonım. Yeni yılın ülkemize, dünya toplumlanna ve sev- gili okurlanma esenlık getirmesini -pek umut et- mesem de- yürekten diliyorum. NOH Yılbaşı kutlama ve dUeklerini içeren tetgnrf, mek- tup ve kanlanna ayn ayn yanıt verecek durumda ol- madığım için dostlanm, okurlanm lütfen beni bağış- lasınlar. Kendüerine, aynı dilekleri yineleyerek teşek- kürlerimi sunanm. H.V.V. EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Yağmurlu Bir Sabahta... "Kentten uzakta Kentin çılgın kalabalığından uzakta Beni bulun, beni bulun." Oysa kent karşımda. Kentin bir bölümü karşımda. Aşağı- da, uzakta. Tepeden görüyorum, bir pencereden. Gök gür- lüyor. Hızlı bir yağmur. Pancurları kapattım. Londra asfaltın- dan gelip geçen taşıtları seyrediyorum. Birbiri ardına dizil- miş dağlar gibi apartımanlar. Günlerden cumartesi. Yarın pa- zar. Bir hafta sonunun sabah saatleri. Gitmiş, bir kenar semte yerleşmiş şair. Kentin, Paris'in çıl- gın kalabahğrndan kaçmış. Kim mi? Victor Hugo... Btr sıcak ağustos günü Satâh Birsel gelrmşti Göztepe'deki eve. O yıl- larda Bağdat Caddesi bomboştu. Alçacık villalar, en çok üç katlı köşkler, bağlar, bahçeler. Birsel'i Victor Hugo'nun dize- leriyle karşılamıştım "Kentten uzakta - Kentin çılgın kalaba- lığından uzakta" diyerek... O günlerde bir Fransızca dergi- de ya da kitapta okumuş olmalıyım. Kimi zaman ben mi uy- durdum, diye düşünmüşümdür. Her yasta okuduğumuz ya- zılar, şiirler var; bunlardan kimi parçacıklar takılıp kalır bel- leğimizde. Yağmuriu bir yazı daha mı? Dostum Samim Kocagöz bir zamanlar 'Her öyküsünde yağmur yağdırır' demişti ya da bu- na benzer bir söz. Yağmur, yazın yapıtlarında çokça yer ahr. "Yüreğime yağıyor yağmur - Kente yağdığı gibi" diye yaz- mıştı Paul Verlaine. Necip Fazıl da 'Bu yağmur bu yağmur bu kıldan ince kılıçtan keskin yağan yağmur - Bu yağmur bir gün dinince - Aynalar yüzümü tanımaz olur" diye... İşin il- ginç yanı, beni bir yağmurcu diye nıteleyen sevgili Kocagöz'ün 19&7'de yazdığı kitabın adı "Yağmurdaki Kız" olmasıdır. Merak bu ya, açtım Necatigil'in 'Edebiyatımızda isimler Sözlüğü'nü. Bakın 'yağmur'lu kaç kıtap var: Yağmur Bekler- ken, Yağmur Duası, Yağmur Kaçağı, Yağmur Sıkıntısı, Yağ- mur Yüklü Bulutlar, Yağmurdaki Kız, Yağmurlar Nereye Ya- ğar, Yağmurlar ve Topraklar, Yağmurlu Deniz... Yağmur söz- cüğünün geçtiği daha nice kitap adları da sayabiliriz. Yağ- muru konu alan romanları, öyküleri, şiirleri de... Yağmur havanın kirini siler atar. Bir de rüzgâr çıktı mı kar- şı kıyılar görünür. Karşı kıyılar, yani Yalova tarafları. Elle tu- tulacak kadar yakınlaşır. Kurşun rengi bulutlar kapatır der- ken. Televizyonda bir çocuk filmi. Radyoda haberler. Gaze- teler, dergiler. Kitaplar üstüste. Okunacak saati bekliyorlar. Bense bakıyorum kente. Bir uzaklaşmak duygusuyla. Soka- ğa çıkmak, yürümek, semt içinde başıboş dolaşmak. Gide gide bu tür avarelikler de yasaklanacak. Geçenlerde bir ta- şrt durdu, bir bay seslendi, "Hiç çekinmeden nasıl böyle do- laşıyorsunuz?" diye. O zaman bir korku düştü içime. Yayan gezmek de mi tehlikeli? Ne yapmalı? Evden çıkmamalı, her işi telefonla. mektupla çözümlemeli... Belçikalı şair Veerhareen "Ahtapotun kollarıdır kentler" der. Bir ahtapot gibi dört yandan sarar insanı büyük kentler; mil- yonluk, beş, on, on beş milyonluk kentler... Bireyi ezer, yok eder, bambaşka bir kaiıba sokar. Köylerden, kasabalardan gelen insanların kısa süre sonra değtşip bambaşka bir nite- lik aldığını hep görmüşüzdür. Ahtapot bir koluyla sarmala- mıştır, ya boğmuş ya değişik bir yere fırlatıp atmıştır. Hugo1 nun "Kentten uzakta - Kentin çılgın kalabalığından uzakta - Beni bulun, beni bulun" demesi de bundandır. Yağmur yağıyor. Kitaplar beni bekliyor. TV'de bir serüven filmi mi var? Bir an için kurtulmanın yolu gündelik sıkıntılar- dan'... Kaçmak, kurtulmak mıdır? "Bu yağmur bir gün dinin- ce aynalar yüzümü tanımaz olur" mu? Yüzümü, yüzümüzü... Kent uzakta, binlerce ev, on binlerce pencere. Yağmurlu bir sabahın karmakarışık duygularla ak kâğıt üstüne yansıma- sı, hepsi bu. HalkımızÖ: İ H C Bütün Müslüman ülkeler içinde en ileri konuma gelebilen Türkiye Cumhuriyetinde din, kendi doğal evrimini geçirmiş ve yurttaşların tümüne yakını, şekilcilikten uzak çağdaş bir konum kazanmıştır. Zorunlu din dersleri'nin olmadığı dönemde, ailesinden edindiği bilgilerle yetişen Cumhuriyet kuşağının hiç de dininden çıkmadığı, ancak yobazlığa da din devleti kurma özlemcilerine de geçit vermediği bir gerçektir. Prof. Dr. TÜRKÂN SAYLAN Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı I. Cihan Savaşı'ndan yenilmiş olarak çı- kan Osmanlı devleti, herkesin bildiği gibi ççşitli Avrupa ülkelerinin istilasırıa uğramış ve Türklerin yüzyıllarca anayurdu olan Anadolu işgal kuvvetlerince paylaşılmıştı. Mustafa Kemal'in ve yürekli arkadaşlannın vaşmasaydı, bugün burçlanmızda ne ay- yıldızü bayrağımız dalgalanır ne de cami- lerimizden ezan sesleri duyulabiürdi. Baskısız ibadet dönemi rine girmesi ve sabahtan akşama dek yerli yersiz konu edilmesi, dinin özttnede aykın olan çok olumsuz bir gelişmedir. Laik düzen, insanların dinsel inanış ve ibadetlerini kendi diledikleri gibi yapma olanak ve özgürlüğünü sağlarken insanla ca "Amtkabir'e gitme", "duyuru ve uyarı yayınlama" gibi en demokratik hak olan çağdaş tutumlar sergilenmiştir. Devletimi- zin en yüksek mevkiindeki bir yöneticinin bu protestolan konu ederek yine devletin te- levizyonundan: "LaiUik laiklik deyip du- nıyorlar, ne yapalım yani, camileri mi ka- patalım?" gibi tümceler sarfederek konuyu saptırması ibret ahnacak kadar düşündürü- cüdür ve de sessiz kalınamayacak kadar teh- likelidir. Türkiye'de Iran veya Suudi Arabistan gi- bi, dinsel kurallarla yönetilen bir devlet ku- rulmasına ve insanlann çağdaş uygarhk ya- salan > t erine dinsel yasalarla yuzlerce yıl ge- rilere götürulmesine karşı pkan, demokra- tik ve laik bir cumhuriyetin erdemine ve sa- kınılmasına inanmış, laik görüşlü insanla- rın tümüne yakını Müslümandır ve bundan v e sanları bir "oy potansiyeli" olarak görmek ve laik düzenin korunmasmı isteyenleri, on- lardan farklı kişilermiş gibi göstererek ta- raflar yaratmak gibi bir tezgâhın işlediğiDoğup büyüdüğü topraklan kanı paha- raflar yaratnıak gibi bir tezgâhın işlediği <ÜDİmhhi b i r t i c a r i m e t a halbe geti- sına savunan babalanmız ve analanmız yal- dıkkaü çekmekte yt çok yanlış olan bu tu- ' * "inanmavan- nızca siyasal bağımsızlığımızı değil aynı za- manda din özgürlüğümüzü de kazanmışlar- dır. Sömürge haline gelmiş bir Türkiye'de böyle bir özgürlüğün varolmayacağı çok açıktır. "Devrimlerle din özgürlüğü kaldı- rıldı", "inananlara baskı yapıldı" gibi ger- çek dışı ve yanlış yorumları siyasal arenaya getirenlerin bunu unutmamaları gerekir. Cumhuriyet döneminde çoğunluğu Müs- lüman olan ülke insanlannm ne dinsel ina- mşları ne de ibadetleri engellenmiştir. Ay- nı şey gayri Müslim azınhklar için de geçer- lidir. Bunun tersini söylemek ancak bilinç- li bir yıpratma politikası gereği olabüir. Baa kendini bilmezlerin dinsel uygulamalan kü- çümseyip, "namazında niyazında" olanla- tum, sağduyulu insanlarımızca endişeyle karşılanmaktadır. Cumhuriyet döneminde Türk insanı, di- nin siyasete alet edilmediği, oy kaygısıyla kullanümadığı on yülar yaşayabilmiş, Cum- huriyetle başladığı çağdaşlaşma yoluna de- mokrasiyle devam etme cesaretini göstermiş ve kendisine uygar uluslar arasında, eşit ko- şullarda bir yer isteminde bulunabilecek dü- zeye gelebilmiştir. Bu aşamaya vanşımızda laikliğin yeri çok büyüktür ve bunu herkes çok iyi bilmektedir. Durum böyleyken, iktidardaki ve muha- lefetteki siyasal partilerin, özellikle şu an- da yönetim erkini elinde bulunduran siya- • , - - . , set adamlarının, her gün gazetelerle, kitap^, c 1 1 1 1 " 6 n hor görmüş olmalan, bu gerçeğı asla yok- , a r | a H^™,-^,!* a ni3 t,ıa n ,vw H,. ci^t^ıf lannı! ribnesine karşı çıktıklan için "inanmayan- lar" olarak damgalamaya çahşmak, "dine karşı" göstermek, tarihin kara sayfalanna gececek bir iftiradan, bir karalama kampan- yasından başka bir şey değildir. Geçenlerde her türlü dinsel görevini ye- rine getirdiği halde hoşlanmadığı için sakal buakmayan çok iyiliksever bir hacı dostum, bazı koyu dindar geçinenlerin kendisine "sen kâfırsin!" dediklerini büyük bir şaş- kınlıkla anlatıyordu. Işte bugün gelinen nokta budur! "Kerameti kendinden menkul" kimi kişiler, laik bir ülkede yaşa- marnn sağladığı düzen içinde ömürlerini sü- rüp gidenlerin karşılanna çıkıp "cihat ilan ettiklerini", "bu ülkeyi Müslüman yapacak- edemez. Bütün Müslüman ülkeler içinde en ileri konuma gelebilen Türkiye Cumhuriyetinde din, kendi doğal evrimini geçirmiş ve yurt- taşlann tümüne yakını, şekilcilikten uzak çağdaş bir konum kazanmıştır. Zorunlu din dersleri'nin olmadığı dönemde, ailesinden edindiği bilgilerle yetişen Cumhuriyet ku- şağının hiç de dininden çıkmadığı, ancak yobazlığa da din devleti kurma özlemcile- rine de geçit vermediği bir gerçektir. 21. yüzyılın esiğinde, insanlann bedensel özgürlükleri kadar tinsel (ruhsal) ve ussal özgurlükleri de önem kazanmışken, din'in siyasal bir baskı öğesi olarak ortaya çıkar- tılması, siyasetçilerin propaganda sözlükle- larla, dergilerle anlatılan iç ve dış destekli" l a r " " ' " , v e b u n u n S i d d e t l e o l a cağmı söyle- siyasal köktendind akımların vatandaşlan- yebılmektedırler. mızı sömurmelerine, onlann en kutsal ve en — özel duygulanyla oynamalarına göz yum- S o n u ç malan, giderek onlardan yanaymış gibi gö- rünerek yamltıcı beyanlarda bulunmaları büyük bir hatadır. Birçok konuda güven- sizliği olan sade vatandaş, bu yoldaki sö- mürüyü de dikkatle, ne var ki büyük bir kaygıyla gözlemektedir. Kurnazlık, konuyu saptırma... Türk insam yüzyıllardır savaşlarla, kav- galarla kınlmış, kendisine kendisinden baş- kasının yardıma olamayacağını kavramış- tır. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra çizilen sınır- ları içinde, kimsenin kanşmasını istemedi- ği inançlanyla, huzur içinde yaşamak dile- ğindedir. Siyasetçilerin din'i siyasallaştmna- lan hiçbir ülkeye mutluluk getirmemiştir. Çok yakın zamanda ülkemizi karanhk bir Gözlerimizi dört açıp bu gercekleri yeniden geleceğe çekmek amacına yönelik laiklik ve yeniden irdelemek, yanhş yolda olanlan karşıtı olayları, dinsel baskıları ve üniver- ve bilinçsizce onlann peşine takılanları sitelerdeki dinsel ağırlıklı siyasal davranış- uyarmak hepimizin en önemli yurttaşhk gö- lan protesto etmek için sağduyulu insanlar- revidir. EĞİTİM İŞKOLU ÇALIŞANLARINA 1991 yılının; • En geniş sendikal birliğimizin oluştuğu, • "Daha yeterli ücret, daha iyi çalışma koşulları ve daha yüce mesleksel saygınlık" mücadelemizin do- ruğa ulaştığı, • Tüm çalışanların sendikalaştığı, barıştan yana, onurlu, özgürlük dolu, demokrasi ortamında yaşana- cak bir yıl olması dileğiyle saygılar sunanm. EĞİTİM-İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKAN NİYAZİ ALTUNYA VEFAT HÜSEYİOV BATURAY 28.12.1990 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 30.12.1990 Pazar günü Izmir Karataş Camii'nden ikindi namazını müteakip kaldınlacaktır. EŞİ: PERİHAN BATURAY ÇOCUKLARI: BÜLENT, ZUHAL, NtHAL, MERAL YEĞENİ: ZEHRA DAMATLARI: ŞÜKRÜ, ZtN^fUR, ABDURAHİM, CEM SEÇKtN ERGÜ1V 3.5.1958-24.12.1990 "Ağaçlara dallara Yeşıllere allara, Nke nice yıllara gülOm Nke nice yıllara, diyemedik sana SEÇO'cuğum. Şimdi rüzgârlara bıraktık Ağaçlarta sana söylesın diye... AVUKAT ABKADAŞLAKı AHMET KıHLTLUOCLU. NAIL- MLGCN KEÇELI, M. AKİF TANRıÖVER. CEZMI ERDEMGTL, HALUK TUNCAY Eğitimci, EĞİT-DER Aydın Şube Başkanı MAKSUT DOĞAN'ı kaybettik. Üzgünüz. Ailesine ve tüm dostlara başsağlığı dileriz. EĞİT-DER GENEL BAŞKANI MUSTAFA GAZALCI EĞİTtM-tŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI NİYAZİ ALTUNYA YAKUP AKGÜN 1960-1990 UNUTMAYACAĞIZ Bu işte insafsız olmalı, Birazcık da kibirli, Ne kahır, ne keder, ne zulüm, Seni ancak ölüm Teslim alabilmeli... AMASYA'DAN ARKADAŞLARI ADEVA / ERGÜL KOÇ PENCERE Satıcı ve Kurtarıcı Önce 'Genç Osmanlı' idi aydınımızın adı, 19'uncu yüzyılın sonuna doğru'JönTürk'e dönüştü; 'ittihatçı', bu sürecin so- nunda oluşan eylemci kişidir. İttihat ve Terakki Fırkası, 'asker-sivil aydın' ortaklığını Ab- dülhamit istibdadını devirerek kurdu. Yalnız bizde mi yaşan- dı bu serüven? Hayır. Güney Amerika'dan Uzak Asya'ya ka- dar çoğu ülkede, ilerici eylemlerin başını asker-sivil aydınlar çekmiştir. Geri kalmış toplumun dramıdır bu: Erken uyanan aydın, 'kurtancı' rolünü benimser; ama tatılık' yöneticiyle tutucu' halk arasında beynamazdır. İttihatçı, İkinci Abdülhamit'i devirip iktidara geçince, ister istemez zorbalığa kaydı. 'Hürriyet ve İtilaf Partisi' de İttihat ve Terakki'ye karşı kuruldu. Yüzyıllık tarihimizde İttihatçı-İtilafçı' ikilemi toplumsal te- melini böyle attı. # Hürriyet ve itilaf, talihsiz parti, tarihimize kara yazıyla yazıldı. Damat Ferit'le özdeşleşti. Vatan haini Damat Ferit'le... Kuvayı Milliye'ye açıktan karşı çıktı ve tutumunu belgele- di. "Güya müdafaa veya muhafaza-i hukuku milliyefikriyleken- dini milletin bağrından çıkmış sayan, nitelikleri ve yetenekleri şüpheli birtakım kumandanların isyanından ve hiçbir önemi ve değeri bulunmayan bir ayaklanmadan başka bir şey olma- yan Anadolu Kurtuluş hareketi"ni, İtilafçı bastan mahkûm etti. Liberaldi Hürriyet ve İtilaf... İtilafçı, Mütareke'de Ingiliz Muhipleri Cemiyeti' ile kol ko- laydı. Emperyalizmin güdümünde '"fehcirve TaktU Harp Divanf kurarak Ermeni katliamı nedeniyle İttihatçı'yı yargılayan, İti- lafçı kafasıdır. Anadolu'da Yunan işgali başlayınca ittihatçı, 'Ulusal Ba- ğımsızlık Savaşı'na katıldı. İtilafçı, teslim bayrağı çekti. • Mustafa Kemal, Ulusal Bağımsızlık Savaşı sonunda cum- huriyeti kurunca, İttihatçı-İtilafçı ikilemini yok etmek için dev- rimin tek partisini kurdu. ittihatçı kırgındı... İtilafçı ezik... Nasıl ezik olmasındı İtilafçı. Damat Ferit'le özdeşleşmiş, emperyalizmin buyruğuna girmiş, düşmana boyun eğmiş, yurtseverleri zindana atmış, Kemalıstlere karşı çıkmış, Vah- dettin'le bütünleşmiş bir sözde liberaldi... Bağımsız cumhuriyetin siyasal yaşamında ne gibi bir rolü olabilirdi ki... Meğer rolü olabilirmiş... İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İtilafçı, bu kez de 'Amerikancı' kılığıyla hortlamasın mı!.. Oyun albaştan sahneye konuyordu. Vatan satıcılan sah- neye çıktı mı, elbet kurtancılar da ellerini kollarını bağlayıp kenarda duramazlar. Toplumların ulusal tarih süreçlerinde, ister Batı'da olsun ister Doğu'da, satıcıların iktidarı ellerine geçirdikleri günlerde kurtarıcılara iş düşmüştür. İttihatçı kurtarıcılığı, İtilafçı'nın satıcılığma karşı yeniden gündeme girdi. Bugün durum nedir? Sıvas Kongresi'nde noktalandığı sanılan 'Amerikan güdümcülüğü' 1990 Türkiyesi'nde geçerlidir. ANAP iktidarı Vaşington'un bir dediğini iki edemeyecek konumdadır; gü- cünü halktan değil, dış desteğinden alıyor; yurdun taşını top- rağını satmaya hazırdır; iktidarın başındaki yağdanlıkları da 21'inci yüzyıla 10 kala tam İtilafçı ağzı kullanıyorlar. Peki, ne olacak?_ + Demokrasi, ne satıcının ne de kurtarıcının rejimidir. Fikir özgürlüklerinin ve insan haklarının benimsendiği ortamda halkın tam anlamında yönetime katılmasıdır. Halkın dışında 'kurtarıcı'ya gerek yok!.. Türkiye, anayasa dışına doğru gayri meşru rejime sürük- lenme sürecindedir. Yakın bir genel seçimde ülkeyi azınlık îktidarıfydan halkın kurtarması, demokrasi tarihimizin en gör- kemli zaferi olarak ülkede bir donüm noktasını vurgulaya- caktır. NÂZIM HİKMET DOSTLARINA Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vak(ı"nın kuruluş çalışmaları son aşamasına gelmiştır. Bugûne degin pek çok kişı ve kuruluş, mektupla yapılan çağrılara olumlu yanıt vermiş, değerli çaba ve katkılarıyla destek olmuştur. Ancak Nâzım'ın tüm dostlanna ulaşamadık. Bu nedenle, yazışma adresi ile banka hesap numarasını vakıf girışımi ile dayanışmak isteyenlerın bilgisine sunuyorum. Ayrıca eksiklıklerimizın anlayışla karşılanacağı umuduyla, vakıf kuruluş çalışmalanna maddi ve manevı katkıda bulunmuş ve bulunacak tüm dostlara teşekkür ediyorum. SAMİYE YALTIRIM Banka hesap numarası: Samıye Yaltınm, Türkiye İş Bankası İstanbul/Ayaspaşa Şubesi 1005-300-230038 Yazışma adresi; Prof. Dr. Aydın Aybay, Sıraselviler Cad. No. 87 Yeni Hayat Apt. Taksim/istanbul Başvuru adresi ve telefonu: Kıymet Coşkun, istiklâl Cad. Baro Han 101 Beyoğlu/lstanbul Tel: 149 29 39 DUYURU BASIN AÇIKLAMASI Zonguldak'taki maden işçileri insanca yaşayabilmek için hak- larını istıyortar. Zonguldak'taki maden mühendisleri ve maden işçileri ulusal enerji kaynaklarımızın heba edilmesine, maden ocaklannın kapa- tılmasına karşı mücadele ediyorlar. Türk-İş Başkanlar Kurulu'nun Zonguldak maden işçilerinin gre- vini desteklemek amacıyla 3 Ocak 1991 günü işçilerin ülke çapın- da üretimden gelen güçlerini kullanma kararını destekliyor; Tüm teknik elemanları ve sağlık çalışanlannı 3 Ocak 1991'deki dayanışmaya katılmaya çağınyoruz. Temsllcl Sinan BİBEROĞLU TMMOB Jeolojı Müh. Od. İst- Şb. Y.K. üyesi Cengiz KILIÇ TMMOB Gemi Makineleri Müh. Odası Bşk. Mehmet TURGUT TMMOB Elektrik Müh. Od. ist. Şb. Bşk. Yücel GÜRSEL TMMOB Mimarlar Odası ist. Büyûkkent Şb. Bşk. Mustafa ALTINELLER TMMOB Inşaal Müh. Od. İst. Şb. II. Bşk. Melih ESEN TMMOB Kimya Mühendisleri Od. İst. Şb. Bşk. Mustafa ERHAN TMMOB Makine Mühendisleri Od. ist. Şb. Temsilci Tayfun MATER TMMOB Maden Mûh. Od. İst. Temsil. Bşk. İrfan KAPTI TMMOB Metalurji Mühendisleri Od. ist. Şb. Bşk. Erol KÖKTÜRK TMMOB Haritave Kadast. Müh. Od. jst. Şb. Bşk. Yücel ERDENER TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İst. Şb. II. Bşk. Oğuz ÖZEL TMMOB Jeofizik Müh. Od. İst. Şb. Y.K. Üyesi Ahmet TURGUT TMMOB Şehir Planlama Mühendisleri Od. ist. Şb. Temsilci Niyazi ÇEKİÇ TMMOB Fizik Mühendisleri Odası ist. Temsilciliği Sekreter Hasan AKALIN TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Bşk. Celal YILDIRIM istanbul Diş Hekimleri Odası Bşk. Mehmet DOMAÇ istanbul Eczacılar Odası Bşk. Prof. Dr. Selçuk APAK istanbul Tabip Odası Gn. Sek. Dr. Nüvit DURAKER İstanbul Tabip Odası Gn. Sek. Oktay DEPREM istanbul Veteriner Hekimleri Odası II. Başk. Salfh ŞENCAN Mimarlar Odası İst. Büyûkkent Şubesi ADRES DEGİSİKLİĞİ 01.01.1991 Tarıhınden ıtıbaren Avukatlık Büromu Kadıköy Kızıltoprak Bağdat Cad No: 64 Kat. 4'e Naklettiğiml Dost AVUKAT *ve Müvekkillerime duyururum. Tel: 349 14 14 (4 Hat) Fax: 349 14 19 'Kctnfal
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle