04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 14 KASIM 1990 Özal-ANAPve Türk Ceza Yasası Özal, girişirnlerinde, etkisi altında tuttuğu ANAP grubuna —siyasal güce— (iktidar gücüne) dayanarak hukuku hiçe saymaktadır. TCY'nin 146. maddesine giren eylemin suç sayılması için aranan cebir öğesi, olayımızda elverişli araç olarak kötüye kullanılan, işte bu iktidar gücüdür... Bugün hem ANAP'm hem de Özal'm, bu gücü kötüye kullanarak tam bir "hukuk dışı" eylemli durum içinde olduğu görülmektedir. M.EMİN DEĞERZ4nkara Barosu Avukatlarından Tbrgut Özal'm kendini cumhurbaşkanhğına seçtirmesinden sonra Türkiye'nin gündemi (da- hası gündemin ilk maddesi), anayasayı bir yana bırakarak keyfi bir yönetim yerleştirme çabası ol- muştur. Bu çabanın amacı, Prof. Bahri Savcı'ya göre "parlamenler sistem içinde, demokrasinin organlannı, kunımiannı, değerierini ve gelenek- lerini hiçe sayaB, tek 'adam' egemenligini yerieş- ürme"dir.(l) özal, bu doğrultuda, eleştirilere al- dırmadan "tek adam istencini (iradesini) yöne- time egemen kılmayı sürdürüyor. Bunun en so- mut ömeği, Körfez bunalımı Ue başlayan dönem- de, hükümete ait yetkileri bir "başkan" edasıyla kullanmasıdır. Bu eylemli durum, "başkancı sis- tem", "sivil darbe" gibi niteleraelerle tartışılmak- tadır. özal'ın anayasa ile belirlenmiş yetki ve gö- revlerinin dışına taştığı, anayasanın 112. madde- sine göre "Bakanlar Kurulu'nun yetki ve sonımluluğunda" olan, "başbakanın sorumlu- luğunda yürütülmesi" gereken "bükümetin ge- nel siyasetini" tek başına yürüttüğü ve yönlen- dirdigi görülmektedir. Bu, anayasayla kurulmuş bulunan parlamenter sistemin "tebdil ve tagyir" edilmesidir. Özal ve ANAP ANAP, kuruluşundan bu yana giderek artan ve genişleyen bir oranda iktidar sorumluluğunu liderin sukasına terk etmiştir. Lider, dün (geç- mişte) parti başkanı ve başbakan olarak sorum- lu ve bugün cumhurba$kanı olarak sorumsuz bir tutumla hukuku dışlamakta, partiyi ve kendisi- ni anayasa dışına itmektedir. ANAP'ta bugün de egemen olan kişisel sulta, ülkeyi sonu belirsiz se- rüvenlere sürüklemektedir. Bir parti, böylesine kişisel sulta altına nasıl gir- di sorusunun yanıtı, ANAP'ın demokratik ilke ve kurallara göre yönetilmeyişinde aranmahdır. Milletvekili adaylarını kendisi seçerek sultası al- tına alan özal, bakanlan da aynı yöntemle ata- dı. Bakan olarak atayacaklarına sormadan. lis- teyi cumhurbaşkanının onayına sunmayı ilke edindi. Partideki üstünlüğü, giderek deviet yö- netiminde de egemen kılmaya yöneldi, bunda da başarılı oldu. Ne partide ne de Bakanlar Kuru- lu'nda, onun istemi ve istenci dışında hiçbir ka- rar alınamaz oldu. öyle ki, cumhurbaşkanı ola- rak göreve başladığı gün, başbakan olarak ata- dığı Akbulut'a Bakanlar Kurulu listesini verdiği bilinmektedir. En son örnek, M.S.B. Safa Giray- ın istifasına neden olan delege seçimlerine aldı- ğı tavır, onun bugün bile partiyi dışardan yönet- tiğini gösterir. Özal ve hukuk Özal, cumhurbaşkanlığı görevine başlar baş- lamaz, parti yönetiminden kopmayacağını; hü- kümetin işlerine karışacağını, "hükümetin de tav- şiyelerine uyacağını" açıkladı. Bundaki amaç, işin hukuksal ve anayasal durumunu bilmeyen geniş halk kitlelerinden destek bulma çabasıdır ve tek adamlıgın yollannı açmaktır.. Daha baş- bakan iken "Anayasayı bir kere ihlal etmekten ne çıkar" dediği belleklerdedir. Genel tutumu, yani taktiği şudur: Bir konuyu ortaya atar, ka- muoyunda tartıştınr ve böylece konuyu çürütür. Bu işi eyleme geçirmeden tartışılmasıru sağlaya- rak eylemi gerçekleştirir; kısaca dediğini yapar. Ve özal bunları yaparken kural tanımazhğını da kanıtlar. Kural tanımazhk, Özal'm ve bu döne- min simgesi olmuştur. Körfez bunalımındaki tutumu ile "tek adam olma" içgüdüsüne bağlı davranışları, tam anla- mıyla açığa çıkmıştır. Bunalımla ilgili, deviet si- yasasının belirlenmesi ve uygulanmasında hükü- met, tam anlamıyla devre dışıdır. Oysa, bir par- lamentomuz vardır. Bu siyasanın sonuçlarından Meclis'e karşı hükümet sorumludur. Özal'm bu tutumu de facto'dur, bu sözcük 'hu- kuk dışı' durumları anlatır. Bu noktaya geliş ve hukuk dışına çıkışta tek sorumlu, elbet özal de- ğildir. Bu nedenle Özal ile ANAP grubu ve hü- kümetin, hukuk dışına çıkıştaki sorumluluğun ortak olduğunu söylemek bir gerçeği sapta- maktır. Türkiye Cumhuriyeti, anayasanın açık.ve be- lirleyici hükmüne göre "...bir hukuk devietidir". Anayasa Mahkememize göre "Hukuk devleti de- mek, insan haklarına saygj gösteren ve bu hak- ları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendisini yükümlü sayan, "biitiin davranışlannda hukuk ve anayasaya uyan, biitiin işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan bir deviet" demektir. Bu karar ışığında değerlendirdiğimizde, bu- günkü hukuk dışı durumun "hukuk devleti" il- kesi ile bağdaşmadığı görülür. Bu "de facto" dn- rumu, düzene oturtmak sorumluluğu, başta ANAP grubu olmak üzere, Meclis'teki ve Mec- lis dışındaki partiler, aydmlar ve halktadır. Özet- le, bu gidişe dur denilmemesinde hepimizin so- mmlulugu olduğu unutulmamaiıdır. özal, top- lumdaki tepkiden yoksun, suskun bireylerden ku- rulu bir toplumda olduğunu bilmektedir. Türki ye insanının, 12 Eylül rejimiyle tepkisiz, ürkek ve sinmiş bir yapıda oluşu elbet suskunluğun bir nedenidir; ama özrii olamaz! özellikle topluma yol gösterici olanlar için hiçbir zaman özür ka- bul edilemez. Anayasa hukuku açısından durum Cumhurbaşkanı'nın hukuk dışına çıkmış bu- lunan bu tutum ve davranışları, anayasanın 6. maddesine aykındır. Bu hükme göre "hiçbir kim- se ve organ, kaynağını anayasadan almayan dev- iet yetkisini kullanamaz". Oysa Cumhurbaşka- nı'nın kullandığı yetkiler Bakanlar Kurulu'na aittir. Hükümete ait yetkilerin, sorumsuz bir cumhurbaşkanınca kullanılması, anayasanın 1 ve 2. maddelerine de aykırıdır. Bu iki madde, cum- huriyetin temel ilkelerini, niteliklerini belirler ve 4. maddeye göre bu iki maddenin değiştirilmesi "teklif" bile "edilemez". Parlamenter sistemde, yürütme görev ve yetkisi hükümettedir. Bu yet- ki devredilemez. Özal kendisine verilmemiş deviet yetkisini kullanarak hukuk dışına çıkmakta ve cumhuriyetin en onemli niteliklerini eylemli ola- rak degiştirmektedir. Bu, ulusa ait egemenliğin, kişisel egemenliğe çevrilmesidir ve bu durum bir anayasa ihlalidir, Türk Ceza Yasası'na (TCY) gö- re de suçtur. Özal, bu tür girişimlerle anayasa ile kurulmuş parlamenter sistemi değiştirmek ve başkanlık sis- temini oturtmak istemektedir. Böylece tek adam istencini bir şef-hükümdar tutumu ile devlete ege- men kılmak! Prof. Bahri Savcı, bu durumu ana- yasa hukuku açısından değerlendirerek şu sonuca varıyor: "Çagdaş konsensiise, demekrasinin 'devletin siyasal örgütlenme' örneklerinden hiçbirine sıg- mayan bu deformasyonun gerçek tanısı nedir? Anayasalanmızın doğal geleneği olarak Türki- ye'nin malı olmuş olan parlamentarizm içine; bir hukuk, —siyasal yetkisizliğini, 'hâkimiyet-i şahsiyesini' oturtmak— hani şu 70 yıl önce kaldırdığımız' bireysel-kişisel— indi sulta ege- menligini bu kez parlamenter yapı içinde canlan- dırmak." (2) İşte bu sonuç, anayasayı tebdil ve tagyir ve ana- yasayla kurulmuş parlamenter sistemi değiştir- me girişimidir ve en ağır suçlardandır... TCY'ye göre durum TCY'nin 146. maddesi, hukuk dışına çıkılarak anayasa ihlalinin yaptırımını göstermiştir. Bu maddede yaptırıma bağlanan suç, bir "tehlike suçudur" ve bu suç, teşebbüs aşamasmda en ağır ceza ile cezalandırılır. özal, bu girişimlerinde, etkisi altında tuttuğu ANAP grubuna —siyasal güce— (iktidar gücü- ne) dayanarak hukuku hiçe saymaktadır. TCY'nin 146. maddesine giren eylemin suç sa- yılması için aranan cebir öğesi, olayımızda elve- rişli araç olarak kötüye kullanılan, işte bu ikti- dar gücüdür... Bugün hem ANAP'ın hem de Özal'ın, bu gü- cü kötüye kullanarak tam bir "hukuk dışı" ey- lemli durum içinde olduğu görülmektedir. ANAP grubu, çoğunluk oyuna dayanarak Türki- ye Büyük Millet Meclisi'nin anayasaya göre de- netlemesini de engellemektedir. Bu da bir ana- yasa ihlalidir. İktidar gücünün manevi cebir al- tında kalması ile ilgili açıklamasında Prof. Fa- ruk Erem, Floria'nın Berner'e dayanarak yaptı- ğı değerlendirmeye değiniyor ve "iktidarın sui- istimali, hakiki bir manevi cebirdir" sonucuna varıyor. (3) Yüksek Adalet Divanı'nın karanna göre de: "...hukuki rejim yanında, ona ana çizgileri ve karakteri bakımından zıt bir fiilî rejimin yara- tılması... Deviet Reisinin veya Teşriî Meclisleri- nin selahiyetlerini genişletmeye veya daraltmaya, bu kuvvetlerden birini ortadan kaldırmaya... ma- tuf hareketlerdir ki, devletin anayasasını tagyir ve tebdil şeklinde mütalaâ edilebilif!' (4) Özetle, bugünkü siyasal iktidar sorumlulan- nın ve sorumsuz Cumhurbaşkanı özal'ın, ikti- dar gücünü kötüye kullanarak sergiledikleri ey- lemli durum, bu karar kapsamındadır. Bu eylemli duruma, sistemin değiştirilmesine değin izin ve- rilmemesi ve hukuk düzeni içinde çözüm bulun- ması, gündemin birinci ve öncelikli maddesidir. Halk yığınlarının beklentisi de bu çözümde ge- cikilmemesi doğrultusundadır. 1- Prof. Bahri SAVCI, Cumhuriyet 23.10.1990. 2- Prof. Bahri SAVCI, adı geçen yaa. 3- Prof. Dr. Faruk EREM, Türk Ceza Hukuku Hususi H0- kümler, Ankara, 1982 basımı, S. 74-75. 4- Prof.Dr Faruk EREM. a.g* S. 72 EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Şeriatçı Gösteriler...28 ekim günü Nurcuların şeyhiSaidi Nursi Ankara'da anılı- yor. Ne doğum, ne ölüm günü! Ourup dururken bir mevlit! Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanının 67. yılında gericiliğin mey- dan okuyuşu!... 10 Kasım günü de istanbul'da Aya İrini Kilisesi'nde Nakşi- lerin şeyhi Kotku, bir açıkoturumla anılıyor. Nurcuların meviidine DYP Genel Başkanı kutlama telgrafı gönderiyor! Nakşilerin toplantısına da Başbakan Akbulut ile ANAP genel başkanlığı adaylartndan Hasan Celal GüzelL İbret alınacak iki olay. DYP lideri Nurcularla işbirtiği halin- de görünüyor. ANAP lideri ile önde gelen bir kişisı de Nak- şilerfe... Söylentiler doğrulanmış olmuyor mu böylece? ANAP, Nak- şibendi tarikatına yakmdır, pek çok milletvekili Nakşidir... Özal'ın anası bile Nakşi mezarlığına gömülmedi mi? Hem de Nakşilerin şeyhi Kotku'nun yanıbaşına... Nurcular da DYP'nin arkasında saf tutmaktadır. Bay Demirel'in Nur tari- katından olduğunu duymadık, ama politika gereği Saidi Nur- sicilere yakın olmaya çalıştığı açık... 29 Ekim'e saygı yok, sevgi yok, inanç yok! Atatürk'e hiç mi hiç yok!.. Ülkemiz gerici anlayışların, çağdışı tarikatların ve onlara bağlı insanlann kol gezdiği bir alan olmuş. Bir baş- bakanın annesi —ki şimdi Çankaya konuğudur— Nakşibend liderinin yanına özel izinle gömülürse; bu izni de o günlerde bir başka Çankaya konuğu olan Bay Kenan Evren —o Ata- türk sözünö ağzından düşürmeyen, ama Atatürk'ün düşün- celerini, devrimlerini ortadan kaldırmak için her şeyi yapmış Bay Kenan Evren— vermişse kim ne diyebilir? "Hayır ülke- mizde gericilik yok, tarikatçılık tarihe karışmıştır" denebilir mi? "Efendiler ve ey ulus, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyn- ler, dervişler, tarikat öğrencilerinin ve çömezlerinin ülkesi ola- maz. En dogru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygar- lığın buyurduğunu ve istediğini yapmak insan olmak için ye- terlidir." Yıllar, yıllar öncesinden sesi geliyor Mustafa Kemal Atatürk- ün... "Hangi şey ki akla, mantığa, ulusun yüksek çıkarlanna uygundur, biliniz ki o dinimize de uygundur... Btzi yanlış yol- lara sürükleyenler çoğu kez din perdesine bürünmüşlerdir, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatmışlardır... Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka yerler- de sahne arasınlar." 12 Eylül'den birkaç gün sonra deviet başkanlığı koltuğun- da oturan Kenan Evren, "İlkokullardan üniversitelere kadar Atatürkçü, diğer bir deyimle Kemalist oğretim yapılacağına ve böyle bir fikir üretileceğine tam aksine sağ, sol ve irticai fikirler üretilmiştir" diye konuşmuştu. Bu sayın kişinin yöne- timin başında olduğu on yıl boyunca oğretim alanları baş- tanbaşa gerici kadrolara teslim edildi. Bir insan ki, hem böyle söyler, ama kendi yönetim döneminde okullara zorunlu din dersleri koydurur; imam okullarının gelişmesine seyirci ka- lır; Rabıta örgütünü savunurcasına konuşmalar yapar. Tari- he ibretle geçecek bir dummdur bu... Cumhuriyet Bayramı'nda Nurcular gösteri yaparlar Ata- türk'ün ölüm gününde Nakşibendiler —hem de Ortodoks kilisesinde— şeyhlerini görkemli bir törenle anarlar. Üst üs- te Kemalist devrime inanan aydmlar, katilleri bilinmeyen ci- nayetlere kurban gider. şeriatçı basın 'İslam düşmanı' ilan ettiği dernekjeri, sendikaları, yazarları vurucu güçlerine he- def gösterir. Üniversite sıralarına başörtüsüyle, hatta çarşaf- la girmek savaşımı verilir. Laiklik ilkesini savunanlar din düş- manı ilan edilir. İşte, 1990 yılında 'manzara-i umumiye!..' Bütün bu gericilik kalkışması karşısında Atatürk'ün şu söz- leri bize güç verecektir; "Yobazların bir tehlike teşkil ettiği hayaldir. Bu türlü insanlann din ve imanla hiçbir samimi ilgi- leri yoktur. Dini taassup onlar için bir nüfuz ve menfaat aleti- dir. Bu sayede bir taraftan halkı, bir taraftan hükümeti alda- tarak kendileri hesabına nüfuzlu bir mevki yaratırlar." JHuhasebe Mesleği ve Sorunlan Ulkemizin toplumsal ve ekonomik yapısı için bu denli önem taşıyan mesleğin durumunun iç açıcı olduğunu söylemek olanağı yoktur. Yasa ve bağlı yönetmeliklerdeki eksikliklerin giderilmesi, demokratik olmayan hükümlerin değiştirilmesi ivedilikle gereklidir. MALÎK KARACAN Serb. Muh. Mali Müşavir Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşa- virler ve Yeminli Mali Müşavirler Odalan Birliği, 15-16 Eylül 1990 tarihlerinde An- kara'da toplanan genel kurulda oluşturu- larak ilk yönetim kurulu seçümiştir. Böy- lece elli yedi yıllık bir süre sonunda yasal düzenlemeye ve ardından Oda'ya kavuştu- nılan mali müşavir ve muhasebecilerin ör- gütlenme süreci -yasaya göre- tamamlanmış olmaktadır. Bir yasa düşününüz ki 1932 yılına dek gi- den bir geçmiş içinde, on iki kez ve devamlı değişime uğrayan tasarılarla gündeme gel- miş olmasına karşın, ahcak 1989 yasama yı- lı sonunda ve yeterince tartışılmadan yürür- lüğe girsin. Bu nedenle de yasa, böylesine uzun geçmişine karşın ve öbür ülkelerdeki benzer yasalardan yararlanma olanağı da varken mesleği düzenlemede yetersiz kalsm. 3568 sayıh Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Yasası, mesleği düzenleme- de gerçekten eksik ve yetersizdir. Meslege ihanet sayılsa yeridir Bugün yasal düzeniemeye karşın muha- sebecilik ve müşavirlik, hâlâ isteyen herke- sin yapabildiği bir meslek durumundadır. Ekonomik yaşamımızda "Olmazsa olmaz" ölçülerde önemi bulunan mesleği, hiçbir bil- gi birikimi, deneyimi bulunmayan kişiler de yapmaktadır. Hatta yasal düzenlemeden sonra yasanın yürütümü ile yetkili, yasa metninde imzası bulunan dönemin Maiiye ve Gümrük Bakanı Sayın Ekrem Pakdemir- li dahi mesleğin herhangi biri tarafından ya- pılabileceğine ilişkin demeç vermekten çe- kinmemiştir. Hiçbir mesleksel yasa düşünülemez ki meslek mensuplarını serbest/bağımh çaJı- şan olarak ikiye ayırsın. Serbest meslek mensuplarını yasal düzenleme ile bağımlı kılarken, bağımlı çalışan meslek mensup- larını yasal düzenlemenin dışında tutsun... Böylece bir yanda tüm yasal koşulları taşı- yor olmasına karşın yalnızca bağımlı çalış- tığı için meslek mensubunu yok saymaya devam ederek cezalandırsın. öte yanda, meslekle hiçbir bağı, bilgi ve birikimi olma- yana da mesleği uygulama kapısını açık tu- tarak haksız rekabete, meslek yozlaşması- na neden olsun. Yine hiçbir mesleksel yasa düşünülemez ki yasanın yürütmesinden so- rumlu bakan, yasaya karşın mesleğin her- kesçe yapılabileceğini ilan etsin. Aynca mesleksel hizmet karşılığında alınacak üc- ret belirlenip ilan edildikten hetnen sorira yarısından bile daha aza düşürülsün. Toplumsal koşulların yarattığı, mal mü- badelesinin doğurduğu "hesaplaşma"nın gereksinim haline getirdiği meslek, bugün- kü düzeye gelinceye dek sürekli bir değişim ve gelişim süreci yaşamıştır. Toplumsal ya- şamdaki önemi gittikçe artan mesleğimiz, ekonomik gelişmesini tamamlamak isteyen ülkelerce farklı zaman ve biçimlerde yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. Dönemin iktidan tarafından 1984 yılın- da Vergi Usul Yasası'na bir madde eklemek suretiyle düzenlenmesi tasarlanan meslek, Anayasa Mahkemesi'nin iptali üzerine bu kez kanun hükmünde kararnameye dönüş- türüldü. Ancak Cumhurbaşkanınca onan- mayınca düzenleme, yasa tasansı haline ge- tirildi. O günlerde meslek mensuplannın en geniş katılımlı örgütü dunımundaki Mali Müşavirler-Muhasebeciler Birliği'nin, yo- ğun çabalan ile taslakta yapılan değişiklik- lere karşın yasa, meslek mensupları aley- hine hükümlerle dolu olarak kabul edilmiş- tir. Bunlann başında söylenmesi gereken, mesleğin Maiiye ve Gümrük Bakanlığı'nın -dünyadaki benzer yasaların tersine- vesa- yeti ve kesin denetimi altında olmasıdır. Bir başkası yasanın -ülkemiz genel yararları gözardı edilerek- belli bazı meslek grupla- nnın, kesimlerin "pastadan büyük payı alma" heves ve istekleri doğrultusunda ha- zırlanmış olduğunu çağrıştıran hükümler- le dolu olmasıdır. Yasada yer alan en önem- li konulardan biri, örgütlenmeye ilişkin kı- sıtlayıcı ve müdahaleci hükümlerdir. Serbest muhasebecileri yadsıma... Yasa, serbest muhasebeci, serbest muha- sebeci mali müşavir, yeminli mali müşavir unvanlarını taşıyan üç ayrı meslek mensu- bu tanımlaması yaparken örgütlenmeye iliş- kin yalnızca serbest muhasebeci mali mü- şavirler odalan ve yeminli mali müşavirler odalan oluşturulmasını hükme bağlayarak serbest muhasebecileri yadsımıştır. Her ne kadar serbest muhasebecilerin, serbest mu- hasebeci mali müşavirler odaiannda örgüt- lenmeleri zımnen kabul edilmiş olsa da bu, huzursuzluğu ortadan kaldıramamaktadır. Aynca yasada yer alan bir başka hükümle de odalar birliği yönetim kurulu oluşumu- na antidemokratik bir müdahale yapılmış- tır. Bu hükme göre odalar birliği yönetim kurulunu oluşturacak 9 kişiden beşinin ye- minli mali müşavir, bu beş yeminli mali müşavirden birinin de başkan olması zorun- ludur. Böylece "pastadan, hemen tümfl sa- yılacak kadar büyttk bir bölümü" alacak yeminli mali müşavirleri, örgütlenme için- de de kollamak için her türlü önlem alın- mış olmaktadır. Yasa ile yapılan bu düzen- lemeyi ise az da olsa haklı kılacak bir ara- yış, yasada bulunmayan birtakım hüküm- lerin yönetmeliklerle düzenlenmesi sonucu- na dek ulaşmıştır. Yasada hiçbir hüküm ol- mamasına karşın yönetmeliklerde yapılan düzenlemelerle, oda yönetim kurullarındaki beş yönetim kurulu üyesinden üçünün ser- best muhasebeci mali müşavir, ikisinin ise serbest muhasebeci olması, odaiar birliği delegasyonu oluşumunda yüzde elli oranın- da serbest muhasebeci, yüzde elli oranın- da serbest muhasebeci mali müşavir seçil- mesi, odalar birliği yönetim kunılunda, ye- minli mali müşavirlerden artakalan dört üyeüğin iki serbest muhasebeci mali müşa- vir, iki serbest muhasebeciden oluşması hü- küm altına alınmıştır. Böylece örgütlenme- ye yapılan müdahale, meslek mensuplan- nı huzursuz edecek boyutlara ulaştınlmış- tır. Türkiye'de 295 civannda aktif çalışanı ile 1700 civarında yeminli mali müşavir, 30.000 civannda serbest muhasebeci ve ser- best muhasebeci mali müşavir olduğu dü- şünüldüğünde, örgütlenmeye ilişkin düzen- lemelerin boyutları ve çarpıcılığı daha iyi anlaşılır. Sonuç Ulkemizin toplumsal ve ekonomik yapı- sı için bu denli önem taşıyan mesleğin du- rumunun iç açıcı olduğunu söylemek ola- nağı yoktur. Yasa ve bağlı yönetmelikler- deki eksikliklerin giderilmesi, demokratik olmayan hükümlerin değiştirilmesi ivedilik- le gereklidir. Örgütlenme ile ilgili hüküm- lerle yaratılmaya çalışılan serbest muhase- beci, serbest muhasebeci mali müşavir bi- çimindeki yapay aynmın, sorun olacak bo- yutlara ulaşması mutlak şekilde önlenme- iidir. Yasa ile belirlenen konulan arasında çok az farklıhk olan bu iki meslek grubu- nun uygulamadaki konumlan da birbirin- den fazlaca farklı değildir. ÖNCE BENİ ASIN 300 idamlık insandan ilk asılacak olanın yerine ASILMAK İSTİYORUM... ne ağlayanım olacak ardımda Ne kendim ağladım hayatımda Aaah anacığım dersem darağacında Ben de şerefsizim, ben de kahpeyim (Yeşiller Partlsi İl Yön. Kur. Üyesi) EKREM TOS Balıkesir Barosu Avukatlarından PİR SULTAN ABDAL T U M K A S E T C I L E R D E KAMUOYUNA Bizler siyasi iktidarın cezaevlerine yönelik saldırılarını protesto etmek; Diyarbakır, Amasya ve G.Antep cezaevlerinde süren direnişiere destek vermek için 12 kasımdan itibaren dönüşümlü açlık grevine başladık. Sağmalcılar Cezaevl ve özel Tlp Cezaevi Tutukluları Adına MEHMET DOÖAN, SEYFETTİN RÜZGAR, SALİM BAYAR, ERDOĞAN BİÇİCİ, MEHMET ÇİFTÇİ, TALAT COŞKUN, DURSUN SELÇUK, İSMAİL DOGRUER, KADİR OÜL, ALİ YALÇIN, NURET ÇALICI. NACİ ÇELEBİ, SERDAR KAYA. ACIMIZ SONSUZDUR Dostumuz, değerli arkadaşımız, insan sevgisiyle dolu yüreği haksızlıklara ve insanın insana çektirdiği acılara dayanamadı, Esin'in dediği gibi artık O çiçek oldu. HAKKIMARO yüreğimizde yaşıyor Insanlığın başı sağolsun RASİH NURİ tLERl M. SUPHt NURt tLERl VE AİLELERİ TEŞEKKÜR Onurlu yaşamı boyunca yüreği yalnız insan sevgisiyle çarpan sevgili eşim ve babamız HAKKIMARO artık anılarımızda yaşıyor Başsağlığı için gelen, bizleri arayan tüm akraba ve dostlarımıza teşekkür ederiz. MARO ve SALARVA> AİLELERt PENCERE Kadavrada Tesettür!"Fip fakültelerinde 'türbanlı' kız öğrenciler, erkek kadavrası üzerinde çalışmak istemiyorlarmış. Kimi erkek öğrenci de ka- dın kadavrasını incelemekten kaçınıyormuş. '7eseffiirden ya- na olanlar bir istek ileri sürmüşler: —Kadavralara don giydirilsin. iş öyle bir noktaya dayanmış ki hocalar kızıp yürüyüşe geç- mişler. İrtica gün geçtikçe palazlanıyor; ileride daha beter olaylar yaşanacak; toplumun demokratik yapı içinde bu olumsuz ge- lişmeye karşı koyup koyamayacağı görülecek; Türkiye, bü- yük bir sınav verecek... • Tıpta, kadavra üzerine inceleme eski çağda İskenderiye Okulu'na dayanıyor. İsa'dan üç yüzyıl önce başlayan 'teşrihl Romalılar yasak etmişler. Hıristiyanlık sürecinde tek tük giri- şimler olmuyor değil; ama, 1'inci François döneminde bile insan bedeni üzerinde çalışma Batıda günah ve yasak... Teşrih, ancak 17'nci yüzyıl Avrupası'nda olağan sayılıyor; kadın erkek ölüleri üzerinde hekimler özgürce çalışmaya baş- lıyorlar; tıpta ilerleme bu çalışmalar sayesinde gelişebiliyor; öğrenciler, insan bedenini anatomi dersinde tanımak olanak- larını buluyorlar. Matbaa, Osmanlı İmparatorluğuna Gutenberg'den 250 yıl sonra girebildi. Ya teşrih? Teşrihi tıp fakültelerine sokabilmek için Osmanlı 200 yıl bekliyor. İkinci Mahmut döneminde önce gayri Müslimlere Hıristiyan kadavraları üzerinde çalışma izni çıkıyor. Peki, 19'uncu yüzyıl başlarında benimsenen kadavra üze- rinde çalışma yönteminin 21'inci yüzyıla 10 kala Cumhuriyet1 in tıp fakültelerinde tartışma konusu oluşturmasının anlamı nedir? Hiç kuşkusuz anlam açık seçik!.. Kadavralara don giy- dirmek, çıplak heykelleri tesettüre göre örtmek ilk bakışta gü- lünç gibi görünüyor; ama canlı bir kadının kafasını türbana sokmakla, kadavraya don giydirmek, belli bir dünya görüşü- nün dışavurumudur. Doğaldır ki Türkiye'de isteyen istediği gibi giyinebilir; ka- dınlarımızın başörtüsü Anadolu'da ya da İstanbul'da hiçbir zaman yadırganmadı. Kişinin giyim-kuşam özgürlüğüne bu zamanda kim kanşabilir? Mini etek giymek ya da başını ört- mek kadının bileceği iştir. Ancak kadavraya don giydirmek işleminin ne demokrasiyle ne de özgürlükle ilışkisi var... Bilim alanlarında irtica egemenleşirse, insan hayatıylaoy- namaya başlarız. Hekim olabilmek için kafadan türbanı, ka- davranın ayağından donu çıkarmak gerekiyor. Biri apış ara- sını, öteki kelleyi örtüyor; ama gerçekte ikisinin de işlevi akıl ve bilimi karanlıkla sarıp sarmalamaktır. * 1960'ların başında bu köşede yazmaya başladım. O gün- lerde 'Osmanlı'da Teşrih' başlığını taşıyan bir yazıy; geçmiş- ten bu güne 'ibret' olsun diye yayımladığımı anımsıyorum. Ancak, tıp fakültelerinde kadavra üzerinde çalışma konusu, Cumhuriyet döneminde hiçbir gün tartışma konusu olmamış- tır. Ne 1920'lerde ne 30'larda ne 60'larda teşrih üzerine din- sel yasaklar koymak ya da kadavralara don giydirmek gibi bir sorun gündeme girmişti. Bu konu Osmanlı döneminde çözümlenmişti. 200 yıl geç kalmıştık; ama ne yapalım ki yi- tirdiğimiz zamana acımaktan başka bir şey elimizden gel- miyordu. Kim derdi ki 1990'da teşrihe karşı bağnazlık, tıp fakültele- rinde hortlayacak!.. Ve üniversite profesörleri cübbelerini gi- yerek meydanlara dökülecekler; Atatürk'ün Anıtkabri'ne çe- lenk koyacaklar... İnsan gözlerine inanamıyor. • Kadavrada tesettür isteyen bir öğrencinin, tıp fakültesin- de işi ne? Temel sorun budur; türban konusunun boyutları da bu so- runda ortaya çıkıyor. ÇAĞRI Sosyalistlerin Birlik Partisi Girişimi • KURULUŞ KURULTAYI Gündem: * 1- Açılış ve Başkanlık Divanı Seçimi 2- Girişim Hazırlık Kurulu Çalışma Raporu 3- Kurultay Komisyonlannın Seçimi 4- Program TasJağının Tartışılması ve Kabulü 5- Tiizük Taslağının Tartışılması ve Kabulü 6- Partinin Adınm Belirlenmesi 7- Kurucu Heyetin Belirlenmesi 8- Kuruluş Tarihinin Belirlenmesi 9- Kunıltay Bildirgesi ve Kapanış • Tarih: 24-25 Kasım 1990 Cumartesi - Pazar, Saat: 10.00 Yer : Şato Yazar Diiğün Salonu Gazi Mustafa Kemal Bulvan Maltepe/ANKARA —^SERVER TANILLI— devietV6 demokrasiANAYASA HUKUKUNA GİRİŞ SAY Dağıtım Ltd. Şti. Ankara Caddesi No: 54 Sirkeci/İST Tel: 512 21 58 • 512 50 80 • 528 17 54 "Sorarım bazan döğüşken kalemimle ben neyim Koşarım bir fikrin peşinden yorulma bilrrtern Kim bilir belki de çözülmez bir bilmeceyim Ter silerim mendilime bakın gözya$ı silmem" diyen K E R Î M KORCAN'ımızı yitirdik. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. E YAYINLARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle