Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 NİSAN 1989 DİZİ YAZI CUMHURİYET/7 Sunuş Mutvsin Ertuğrul'un 87 yıllık yaşamı (18921979) tam anlamıyla tiyatroya adanmış bir ömürdür. Muhsin Ertuğrul, anılannı yazmaya 74 yaşındayken Viyana'da başladı. Ölıımünden sonra vasiyeti uzerine eşi Handan Ertuğrul bu anıları Eczacıbaşı Vakfı'na getirdi. Arapça yazılmış anılar aylar süren bir çalışma ile Sadi Borak tarafından Laıin alfabesine çevrildi. Vakıf bünyesinde Ali Gevgilili koordinasyonunda yürutülen çalışmalarda Haldun Taner, Nadir INadi, İunç Valman, Şakir Eczacıbaşı, Beklan Algan gibi Muhsin Ertuğrul'un yakın dost ve öğrencileri anıları incelediler. Daha sonra dosyalar Prof. Özdcmir Nutku ondcrlığindeki Doç. Dr. Murat Tuncay ve Dr. Efdal Sevinçli'den oluşan bir kurula teslim edildi. Bu ekibin 4 yıllık kayn'ak tarama ve düzenleme çahşması ile son duruma getirildi. Daha sonra iki yıllık bir yayım değerlendirmesi ile yapıtın bölümleme ve baslıklaması yapıldı. Kullanılan dilde bir örneklik sağlanıp bazı onemli notlar eklendi. Ve ortaya "Bend«n Sonra Tufan Olmasın" adlı 500 sayfaya ulaşan bir yapıt çıktı. Muhsin Ertuğrul'un kendi elyazısı ile kaleme aldığı anılar 1928 yıiına kadar geliyor. Ancak bu anılarda Muhsin Ertuğrul, kendi yaşamının renkli ayrıntılarından çok, adeta kendini silerek yaşadığı donemi ve özellikle tiyatro olaylarını anlatıvor. Gazetemizdeki 7 günluk bu dizi boyunca, Muhsin Ertuğrul'un ilk kez yayımlanan anılarından bazı bölümleri kısaltarak okuyucularınııza sunacağız. Muhsin Ertuğrul'un kronolojik yasam öykıisü de Türk tiyatrosunun gelişiminin ilginç çizgılerini gözler önüne seriyor... Benden sonra tufan olmasın <\ I Muhsin Ertuğrul'un anıları Muhsin ErtugruVun Anılar'a Önsözü Babası küçükMuhsin'i elinden tutupsıksıkKaragöz oyunlarına, meddaha ve tiyatroya götürürdü Ömür boyu karanlığın içinde kalmış, oyuk, için... Bu inanç o kadar derine kök saldı ki çıktı ortaya. Düşün sımrlarını da aşan birsofersiz gözler eğer boşuna harcanmış bir süreyarın'kıyamet kopacağını.bilsem bugün "bir nuca varıldı. ci dile getirecekse, bırakalım kapakları son tiyatro daha açarım'' diyecek ölçüde bir sapBu sunuştaki yazılmamış sayfalar, tiyalrosuztuğa kadar kapansın dursun. Yok, eğer lantı gibi. Saplantı sözcüğü abariılmış sayıi yu etkilemeyen kişisel serüvenlerdir. Onlan topluma sözu edilecek yararlı bir eylem yo masın; tam anlamıyla yerinde. Çünkü, yer araya sıkıştırmak, bir çeşit böbürlenme, ken lunda tüm biryaşam boyu açılıp kapandılar yüzunde tiyatronun binbir derde deva oldu dini övme çabasıdır. Öysa istenen amaç, besa, bırakalım o gözler yine açılsın; geçirdik ğuna inandım bir kez Bütün kötülüklerin, innimle yaşayan Türk tiyatrosu geçmişinin, belerini, gördüklerini bize anlaısm. sanın insandan kopmasından, uzaklaşmasınnimle biıen kesitini göz önüne sermektir. Kertnsan, yaşamı boyunca, karagöz perdesi dan; birbirlerinin sıcaklığını, sevgisini duya vana nerede, ne zaman katıldığımm, nerelerne oyun öncesi iğneyle ilişlirilmiş madıklanndan doğduğuna inanç getirdim bir den geçtiğimizi, nereye vardığımızı saptayan kez. • 'göstermelik " gibi kalmamışsa; etten, kemik Artık, beni bu inançtan, bu kanıdan kuryetmiş yıllık bir tiyatro tarihinin yapraklarıten, beyinden, duygudan yapılmış bir yaratı taramazdı kimse. Onun için, bu yolu doğru dır, benim anılar diye sunduğum bu öykü yol ğın yararlt izJerini taşımLssa, bırakalım yap belledim. tyiliğe, guzele, gerçeğe çıkaran tomarı. tıklartm bize söylesin. O zam'an, gecesi arkayol. Herkesin, özellikle tüm ailenin, "BututBu anılardan beklenen, bir görgü tanığmın mızda kalır, önümüze gündüzü serilir; böy tuğun çıkmaz yoldur'' diye öğüt verdiği gün Türkiye'de tiyatronun gelişme yolunu izlemesi lelikle yoksuldan aşırılan somunun hesabı velerde de bu yolun beni aydınlığa götüreceği olacaktır. Burada, nereden kalkıp nereye varne, benimle birlikte tüm toplumu da ıştğa karilmiş olur. dığımız görülecek. Kişisel çabayı belirtmek Çocuktum, yaşamımı tiyairoya adadım: vusturacağına, küçücük kafamda geniş yer için ant yazmak zahmetine katlanmak, benvermistim artık. Hem sevdiğim bir işte, bir sanat kolunda çacillik sayılır. tnsan kalıbımn değeri, bunca lışmak için hem de bu sanat dahnm toplumun Bu, başlangıçta, safbir çocuksu düştü bel zahmetin karşılığındaki zaman çarçurunu yüreğinde çiçekler açtıracağına inandığım ki; ama sonunda, gerçeğe dönüşen bir olgu korumaz. .Muhsin Ertuğrul KaragözVleıı tiyatro tutkusıma tSTANBUL'da 23 Şubat 1308 (5 Mart 1892) günü, bir pazartesi akşamı doğdum. lyi mi, kötü mü oldu? Hiç doğmasaydım daha mı iyi olurdu? Doğuşum toplumumuza katkıda bulundu mu, yaşamımdan olumlu izler kalacak mı, yoksa bu dünyadan yaJnız somun tüketicisi olarak mı geçip gideceğim? Bu sorulann yanıtlannı benim bulmam güç. Belki bu satırlan okuyanlann iç dünyasında butün bu sorulann gerçek yanıtlan kendiliğinden belirecek. Dedem Haririzade Hacı Hüseyin Aga çok varlıkh bir adammış. ölmeden önce varının çoğunu hayır işlerinde kullanılmak üzere Evkaf'a bırakmış; yalnız ölümüne kadar yetecek bir bölünıüyle yetinmiş. Son günlerde de oturduğu yalıdan son meteliğine kadar olan parasını yine Evkaf'a bırakarak ölmüş. Çocuklarına hiç miras kalmamış. Rivayet ederIer ki, kendisini bu konuda uyarmak isteyen akranlanna şunları söyleyerek, iki valffiye bırakmış: "Ben bu dünyaya parasız pulsuz geldim, yine öjle gitmek istiyorum. Çocuklanm da yaşamlannı kendileri kazansınlar..." ı Niçin özellikle tiyatroya yöneldim? Çünkü o yaşa gelinceye kadar sürekli tiyatro havası tattım. Bu havayı adım adım Karagöz perdesi önünde göstermeliğin kalkmasını beklemekten, meddah sözlerini belleğime kazmaktan, çeşitli tiyatrolardan hasta denecek kadar duygusal ayrılmamdan aldım. "Yunanlılar'ın işbu şehri Nisan'ın beşinci Cumartesi gecesi kuvvei kiilliyei muntazama Ue nikâtı muteaddideden bududi Hakani'yi tecâvüz ederek rauhârebeye başladıklan için ilânı harb edildiği, Alasonya Orduyı Hümâyunu Kumandanı Mttşir Ethem Paşa'ya bildirilraistir." beni seçip >anına alarak götiirürdü?" Olayda Tanrı'nm parmağı yoksa, kardeşler arasında olsa olsa en küçük yaşta bulunmama bağlanabilirdi bu seçiş! Böylece başlayan ahşkanlıkla, o dönemin Meddah Aşkî, Meddah Sürurî gibi ünlülerini de dinlemeyi; Kâtip Salih Efendi'nin Hayalhânei Osmanî adım verdiği Karagöz oyunlarının hemen hemen bütün çeşitlerini; Osmanlı Dram Kumpanyası'nın yaz kış gitükleri tıyatrolarda oynanan her yeni yapıtım izlemeyi aralıksız sürdürmeyi başardım. O kadar ki çok zevk almadığım halde, Abdi Efendi, Kel Hasan Efendi gibi ünlü tuluat sanatçılanmn, ünlü kantocularla birlikte verdikleri oyunlara da yetişmek, onları da görmek bende bir hastalık durumunu aldı. Kâtip Salih Efendi'nin Hayalhânei Osmanî adı altında verdiği oyunlar hemen her rama Okulda paşa çocuklarına yapılan ayrıcalıklı muamele yüzünden çok kan ağladım. Devlet dairelerinden nefretim o tarihte başlar... Bu duygular altında g?Aeceğimi memurluğa bağlamayı hiç düşünmedim. Aktörlük mesleğini "kendi kendinin efendisi" olma yolunda görmeye başladım. rak midelerindekini eritmeye kalkar ya da ev sahibinin çağrılısı olarak Şehzadebaşı'na, Osmanlı Dram Kumpanyası'na oyun seyretmeye giderlerdi. Bu yöntem bir çeşit gelenek olmuştu ve iftardan sonra konuklara verilen diş kirası yerine geçerdi. Konuk kafilesine öncülük eden genellikle büy^lk ağabeyim Ratip Bey'di. O, tiyatro sevdiğimi bildiği için beni de yanına katmak üzere annemden izin alır; kiralanan localann birinde ben de ayakta durarak oyunu seyrederdim. Ramazan gecelerinde dört gözle beklediğim bir şölen olurdu bu. kuşu'nun alt başına kadar yürümek, küçük bir çocuk için oldukça uzun süren bir yolculuk sayılırdı. Gidişgelişteki bu ayrıcalığa bir de okul içi davranışlardaki belirli ağırlama yöntemleri eklenince, bu durum içeriye akıtılan bir zehir gibi oluyordu. YAŞAMÖYKÜSÜ1 1892: Muhsin Ertuğrul, S Mart 1892 (23 Şubat 1308) pazartesi akşamı, Istanbul'da doğdu. Babası Hüsnu Bey (18481902) Bâbıâli'de Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı) veznedarıydı. Ertuğrul, ikisi üvey olan sekiz kardeşin en küçuğüydu. Gedikpaşa'daki Tefeyyüz Mektebi'nde, Darül Edep'te, Soğukceşme ve Toptaşı rüştiyelerinde, Mercan tdadisi'nde okudu. Babasının tiyatroya olan ilgisinin de etkisiyle küçük yaşlarda tiyatro gösterılerini izledi. Daha okul sıralarındayken arkadaşlanyla tiyatro oyunları oynamaya başladı. 1910: 30 temmuzda, Erenköy'de Burhaneddin Kumpanyası'nda Conan Doyle'un romanından P. Decourcelle'in sahneye uyarladığı Sherlock Holmes oyununda, daha önce arkadaşı Selahattin'in oynadığı Bob rolüyle sahneye ilk adımını attı. Reşat Rıdvan ve Burhanettin (Tepsi) beylerin Sahnei Milliyei Osmaniye adı altında Beyoğlu'ndaki Odeon Tiyatrosu'nda oynadıkları yapıtlarda rol aldi. 1911: Dönemin ünlü oyuncusu Vahram Papazyan'ın ve İstanbui'a gelen Fransız tiyatro topluluklannın etkisiyle görgüsünü geliştirmek amacıyla Paris'e gitti. Paris'e geldiği ilk akşam, Comedie Française'de büyük Fransız oyuncusu MounetSully'nin oynadığı Hamlet'i izledi ve büyük etkisi altında kaldı. Çeşitli Fransız tiyatrolannı ve Paris'e gelen bazı Rus topluluklarım tanıdı. MounetSully'nin hiçbir oyununu kaçırmadı. Her gece tiyatro dönuşu, ızlediği oyundaki rolleri ve oyuncuların makyajlarını, QuartierLatin'de kaldığı küçük bir otelin catı katındaki odasında baştan yaratmaya calıştı. 1912: Türkiye'ye döndükten sonra, 29 şubatta tsıanbul'da ilk kez sahneye konulan Paul Hyacinthe Loyson'un Müctehit (L'Apölre) oyununda Octave Baudouin rolünü oynadı. 6 mayısta Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları topluluğu adına Ertuğrul ilk kez Hamlet'i yönetip oynadı ve olumlu eleştiriler aldı. "Ey gaziler yol göründti" Bütün ev halkı yukarı kata fırlıyor. Cankurtaran Camisi'nin minaresine karşı olan taraçamızdan Marmara ayaklar altında görülüyor. Arka arkaya savaş gemilerimiz geçiyor. Babamın dürbünü elden ele dolaşıyor. Önümüzden geçen zırhlıları sayıyoruz. Mehmet Akif ağabeyim bunlann hepsinin adlarını biliyor: Mesudiye, Hamidiye, Aziziye, Osmaniye arhlılan. Arkalarında da çok daha küçük bir tekne: Necmişevket torpidosu. Savaş gemilerüıin güverteleri, direklerinin çanaklanna kadar askerlerle dolu. Aralıklarla gemilerden "Padişahım çok yaşa" diye hep bir ağızdan bağırıyorlar. Bağırtıları bir uğultu halinde duyuluyor. Sonra, gittikçe uzaklaşan, "Ev gaziler yol görnndü" diye bunık bir savaş türküsü... Daha sonra da "Egil dağlar egil de iistiinden aşam!" şarkısını koro halinde söylüyorlar. Ablalarımdan biri ötekine: "İşte, öndeki Mesudiye zırhlısı!" diyor. MemUrluğa hayır Zarif bir baba Babam Hiisnii Bey, 1848'de (18 Şaban 1264) bir pazartesi akşamı tstanbul'da Fındıkh'da doğmuş. 1902'de öldüğü zaman 54 yaşındaydı. Uzun boylu, sivri sakallı, temiz ve zarif giyinmesini seven çeiebi bir adamdı. Babıâli'nin Hariciyesi'nde (o dönemin Dışişleri Bakanlığı'nda) görevli olduğu için çevresinde hep Avrupa görmüş elçiler, müsteşarlar, konsoloslar gibi Batı'yla ilişkili uyanık kişiler vardı. Babam Hariciye veznedarıydı. Gerek içerdeki, gerek dışardaki memurların aylıklarını o verdiğinden odacısından nazırına kadar büyük küçük hemen herkesle doğrudan doğruya temastaydı. Babam, çok az konuşan bir adamdı. Bizira evde yüksek sesle görüşülmezdi. Bütün çocukluğumda aile içinde bir anlaşmazlık, en küçük bir tartışma, bir dargınlık, bir saygısızlık olduğunu hatırlamıyorum. Babamın özellikleri arasında bellibaşlı bir düşkunluğü de Mercan tdadisi'ndeyken de sınıfın birincisi olduğunuz halde, yeriniz ikinci sıradaydı. Önünüzde filanca paşalann oğullan otururlardı. Bu yüzden de çok kan ağladım. Daha o zamandan hükümet safındakilerin büyüklük taslamalarına kin duymaya başladım. Kadıköy sahneleri Devlet dairelerinden nefretim o tarihten başOSMANLI Dram Kumpanyası'mn bütün lar. Bu duygular altında hiçbir an geleceğimi oytıncuları Kadıköy'de otururlardı. bir memurluğa bağlamayı düşünmedim. AkYunan Savaşı'nda Pirlepe'de şehit düşen ilk törlük mesleğini, "kendi kendinin efendisi" olma yolunda görmeye başladım. Hele, biraz sivrilip de adım geçerli kılmaya başlayabilirsen, senden daha özgür kimse yok. Ne sen başkalannın boyunduruğu altına gireceksin ne de başkalannın üstüne çıkıp onlan yöneteceksin. Bu düşünce meslek seçimimde başrolü oynadı. Neden aktörlük? Serbest meslek söz konusu olunca, neden özellikle tiyatro'ya yöneldim? Bunun yanıtı çok sade... Çünkü o yaşa gelinceye kadar sürekli r5ir tiyatro havası tattım. Bu havayı adım adım Karagöz perdesi önünde göstermeliğin kalkmasını beklemekten, meddahm ağana girecekmiş gibi dikkatle sözlerini belleğime kazımaktan, çeşitli tiyatrolardan hasta denecek kadar etkili, duygulu olarak aynlmamdan aldım. Diyebilirim ki tiyatroya girip aktör olmaya karar verdiğim zamana kadar gördüğüm piyesler, zengin bir repertuar sayılacak kadar çoktu. Gelişme çağına gelinceye değin istanbuPda öynayıp da bepim kaçırdığım, şu ya da bu nedenle görmediğim hiçbir yapıt olmamıştır. Genç bir ruhu o çağın romantik konulan nasıl etkileyebilir? Ben bunu gıdım gıdım ruhumda tattım da tiyatroya öylesine tutuldum. Tefeyyüz Mektebi Bir gün babam beni Gedikpaşa'daki Tefeyyüz Mektebi'ne götürdü. Burası özel bir okuldu. Sahibi ve müdürü de Şürayı Devlet (Danıştay) üyelerinden Muammer Bey'di. O döneme göre çok şık gjyinen, yakışıklı, altın gözlüklü, sempatik, gflzel bir insandı. İlk görüşte okulu sevdim. Tertemiz bahçesi, pırıl pırıl avlularıyla, yepyeni sıralarıyla, gıcır gıcır merdivenleriyle sevimli, büyük bir konaktı burası. Ertesi günden sonra, ben de bu okulun ilk sınıfına gitmeye başladım. Bana "Yiiz onbir Muhsin" diyorlardı. Sıra arkadaşım Onbir Hikmet, Onsekiz Recai, Kırkbeş Eşrefti. Alfabeyi öğreten hocamın adı Bebekli Mustafa Bey'di. O da genç, sarıklı ve sakallı bir öğretmendi. tlkokulda derslerden yana hiç sıkıntı çekmedim. Dersler bana güç gelmiyordu. Üç yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Her sınavdan sonra sınıfın ya birincisi ya ikincisi oluyordum; ama daha aşağıya hiç düşmedim. Okulda ders aralarında bir köşeye toplamr, benim kadar tiyatroyu seven yaşıtlarımla yeni görülen son piyesler üzerine tartışmalar düzenler, taklit yapardık. resim yapmaktı. Burnum, yağlıboya ve terebentin kokusuna üç dört yaşındayken alışmıştı. Öteki kardeşlerim nedense, o resim yaparken odasına girmezlerdi. Kuşdili'nde akşam Babam emekli olur olmaz, daha doğrusu sorumluluk yükü üstünden gider gitmez, biraz gezmek, çevre değiştirmek istemiş olacak ki, ilk kez büyük ablamın evlenmiş bulunduğu Basiretci Ali Bey'in Kuşdili'ndeki köşküne gitti. Annem ve ben de birlikte. Sabahlan erkenden okula iniyor, akşamları da dönüyordum. Kuşdili Çayırı yemyeşil bir alandı. Bir kenarda kurulan tiyatro binasıhdan başka geniş alan alabildiğine boş, çimenli bir bahçe gibiydi. Kurbağalıdere, akşamları ailelerin temiz hava aldıklan, akan ama kokmayan temiz bir dereydi. Aileler akşamları orada adeta birbirleriyle güzellikte yanş edercesine, hafıf hafif kürck çekerek sandallanyla dolaşırlardı. Bir yanda kıyıdaki bahçeli köşklerin insanlan. öte yanda çayırda dolaşan Kadıköylü aileler akşam serirüiğinde mehtapta gezinirlerdi. Babam da akşamları benim gelme saatimde bahçedeki kanepeye otump dönüşümü beklerdi. Çayınn ta öte ucundan, bahçede onun bekleyişini görürdüm. Çayırda taze yeşilliğin bambaşka güzel bir kokusu vardı. Bugünün tstanbulu'nda ne o kadar büyük çayır ne de o güzel hava kaldı. Evdeki tiyatro Okul arkadaşlanm arasında Haşim'le Mahmut'un tiyatroya özel sevgileri vardı. Hele Haşim, Osmanlı Dram Kumpanyası sanatçılarından Mmakyan, Aleksanyan Efendiler'den tutun da Binemeciyan, Şahinyan, Çobauyan'a kadar hepsinin sesleriyle, jestleriyle, sözleriyle taklitlerirü yapardı. Mahmutlar'ın evinde, girişteki bir odayı ikiye bölerek, sahne ve salon gibi tiyatro biçimine soktuk. Amerikan bezinden perdelerimizi, dekorlarımızı başlangıçta çivide, sonraları boyayla renklendirerek sahnemize aldık. Piyeslerimizi de kendımiz yazıyorduk. UZUN yıllar Kadıköy vapurlarının yanaştıgı asma iskelenin tam karşısında, Galata nhtımında, Liman Reisliği binasının yanındaki otomobil parkı olan meydanda, birbirine bitişik iki tiyatro vardı. Bunlardan büyüğü, Avram'ın Tiyatrosu'ydu. Bayram günlerinde üç dört arkadaş buluşur, rıhtımdaki Avram'ın Tiyatrosu'a giderdik. Burada oyunlar sabah başlar; saat on birden dörde, beşe kadar hiç durmadan sürerdi. Othello'yu Arabın Intikamı adıyla ilk kez orada pandomim olarak gördüm. İlkokulun beş öğrencisi bayram günJerinde sabahleyin bu tiyatronun ikinci katında bir locaya dolar; hava kararıncaya kadar, hayran hayran bu oyunları izlerdik. O zaman bu loca, yirmi kuruşluk bir gümüş mecidiyeydi. Bize bayram harçlığı olarak bir gümüş çeyTek verilirdi. Çoğu kez açlığımızı unutuyor ya da bir simitle karnımızı susturuyorduk. MubsJn Ertuğrvl Tiyatro "misyoneri". 1913: Kemal Emin (Bara), I. Galip (Arcan), Behzat Hâki (Butak) gibi sanatçüann da içinde bulunduğu bir topluluk oluiturarak bu kez Brieux'nün Simone (Edouard de Sergeac rolünde), P. Autier'in Fener Bekçileri ve Mark Twain'in Şikago Çiftçisi adlı oyunlarını yönetti. Bu topluluk, Bursa'ya düzenlediği turnede Millet Tiyatrosu adıyla; Türk Ocağı'nda gösteriler verirken Yeni Turan Temsil Heyeti adı altında çahşmasım sürdürdü. Şehzadebaşı'nda bir sinema salonunu kiralayarak, Ertuğrul Sineması'nı açtı. Burada hem film gösterdi hem de oyunlar oynadı. Sinemada Donanma Cemiyeıi yararına oynadığı tek bolümluk oyunlar, Georges Feydau'nun Caıum Boyle Çınlçıplak Dolaşma (Ventroux rolünde), Karanlıklar İçinde Buse (Henri Dupley rolünde) ve Fener Bekçileri'nden bir uyarlama olan Vazife Uğrunda (Rıza rolünde) adlı yapıtlardı. Yeniden Paris'e gitti. Theâtre Antoine'nda LugnePoe'nin sahnelediği ve Suzanne Despres'nin oynadığı Hamlet'in provalarını izledi. Yıllar boyunca ciltler doldurabilecek tiyatro yazılarırun ilkini, söz konusu Hamlet gösterisi nedeniyle Şehbal Dergısi'nde yayımladı. 1914: Paris dönüşü, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları adım taşıyan bir topluluk kuran Ertuğrul'un yanında, Behzat Hâki, 1. Galip, Müfit Ratip, Sara Mannik, tiyatronun yönetsel işleriyle uğraşan Cemal Bey ve eşi Ayda Hanım ile bazı genç yetenekler vardı. Müfit Ratip, oynanacak yapıtların seçimini üstlenmisti. İlk o>un, Henri Berrnstein'in La Griffe (Pence) adlı yapıtıydı. Ertuğrul oyunu Fahişe adıyla sahneledi ve Achille Cortelon rolünü üstlendi. Oyunun ilk gösterisi Kadıköy'deki Hale Sıneması'nda verildi. Çok beğenilince, Osmanbey, Ortaköy, Beyoğlu, Üsküdar, Büyükada ve Şehzadebaşı gibi bütün semt tiyatrolannda oynandı. İkinci oyun olarak, Eugene Brieux'nün Le Berceau adlı yapıtını M. Ertuğrul Biıyiik Hala adıyla Türkçeye uyarladı ve sahneledi. Topluluk dağılınca, Burhaneddin Bey ile H. Lavedan'ın Servir (Silah Başına) oyununda M. Ertuğrul Teğmen Eulin rolünü oynadı. İstanbul Belediye Başkanı Dr. Cemil Topuzlu'nun Darülbedayii Osmani'nin kurulması için görevlendirdiği Reşat Rıdvan Bey'in çalışmalanna Ertuğrul da katıldı. 14 temmuzda Darulbedayi'nin açtığı eleme sınavlanna M. Ertuğrul Hamlet'ten bir parçayla girdi ve iyi bir notla sınavı kazandı. Giderek Tiyatro Bolumu'nde yardımcı öğretmenliğe atandı. Bir batış ortamı GÖZÜMÜ açtığım zaman kendimi dadım Ferah Kalfa'nın kucağında buldum. Odaya dalga dalga kızıl bir tşık vuruyordu. Kafesi ve camı kalkmış pencerede annem, elindeki "Hilyei Şerif" denen levhayı iplerinden tutup karşıdan gözüken yangın alevlerine engel olması için dualar ederek bir yerlere asmak, iliştirmekJe uğraşıyordu. Dadım beni aldı, Ethem Paşa'nın konağına götürdü. Eşyalarımız boş bir arsaya taşınmış; evimiz de yanmaya başlamıştı. İstanbul tarihinde "Keresteciler Yangım" diye anılan bu afet ailemizı sokak ortasında bırakmıştı. Bütün ev halkı kısa sürede bu konağa sığındı. Beni bir köşeye yatırdılar; uyumuşum. Sonrasını anımsamıyorum. Muhsin Ertuğrul'un gençlik yıllan. Dikbaşlı ve tiyatro tutkunu bir defikanlt sahneye çıkıyor. zan yerini değiştirirdi. Çoğunlukla oyunlar Diyanyolu'nda sonradan Sağlık Müzesi'ne döndürülen yapının alt katında, büyük bir kıraathane olan salonda oynanırdı. Koca arkalıklı, çok rahatsız oturulan, tahta iskeleti tornada çekilmiş, otunılacak yeri kaba hasırdan öriilmüş kahve iskemleleriyle dolu salonda önde yer bulabilmek için erken gitmek gerekirdi. Şimdi düşünüyorum da en ön sırada Karagöz oyununu seyredebilmem için babamın saatlerce önce gidip bu işkenceye nasıl katlaudıgını bir türlü aklıma sığdıramıyorum. Karagöz perdesinin arkasında yanan ölü gözü gibi mum ışığında aydınlanmış göstermeliğe gözlerimizi diker, başlangıç saatini sabırsızlıkla beklerdik. Tefeyyüz Mektebi'nin ders aralarında yine bir köşeye toplamr, benim kadar tiyatroyu seven yaşıtlarımla yeni görülen son piyes üstüne tartışmalar düzenlerdik. Haşim arkadaşımızı, sanatçılar taklıtfe hepimizden daha usta olduğu için onun sesini gırtlağına indirip piyesin çeşitli kişilerini teker teker taklit ederek oynaması bizde büyük hayraniık uyandırırdı. Küçük çocukların tiyatroda seyrettikleri piyesler ve o piyeslerin kişileri o küçücük bellekte yerleşmeye görsün; bir daha ömür boyunca oradan çıkmasına, unutulmasına olanak yoktur. eşi Binbaşı lsmail Hakkı Bey'den sonra büyük ablam Samiye'yi, aralarında büyük yaş farkı bulunmasına karşın, Basiret Gazetesi'rü çıkaran Ali Bey'le evlendirmişlerdi. Basiretçi Ali Bey, Kadıköy'de, Kuşdili Çayırı'na bakan Kurbağalıdere kıyısındaki bir köşkte oturuyordu. Sonradan çayıra Kuşdili Tiyatrosu diye bir salaş yaptılar. Tahta köprüden geçiyor, sık sık bu boş tiyatronun çevresinde dolanıyor; bazen içeri girip, bomboş salaşta bir seyirci gibi oturarak sahnede ve hayalimde oyunlar canlandırıyordum. Sekiz yaşındaki bir çocuğun düş gücü ne kadar genişmiş! O saatleri düşündükçe, şimdi daha iyi seziyorum. Tiyatro sevgisi içimde kök salarken, bu boş binanın bile bir etkisinin bulunduğunu duyumsuyorum. Boyalı ızgara Akbıyık tren geçidi kapandı; bir tren geliyor. Ben, ilk kez bir lokomotifin vagonlan çektiğini görüyorum. Lokomotifin önünde, kırmızı boyalı, köşeli bir ızgara var. Çarptığı zaman insanı lokomotifin altına gitmeden sürüklemesi için olacak. Ondan sonra gördüğüm bütün lokomotiflerde kırmızı ızgara aradım; hepsi siyahtı. Bizim burada ne işimiz var? Ev aranıyor. Sonunda Cankurtaran Camisi karşısında, Hoca Ali Efendi'nin üç katlı evine taşındık. Camiye bitişik odada mahalle bekçisi oturuyor. Üst tarafında da Babıâli yetkililerinden İsnıail Hakkı Bey bulunuyor. Ben, ailenin en küçüğüydüm. Babam iki kez evlenmiş; ölen birinci eşinden bir erkek, bir kız, iki çocuğu olmuş. Sonra annemle evlenmiş; üçü kız, üçü erkek altı çocuğu daha dUnyaya gelmiş. Doğduğum zaman, üvey kardeşlerim olan büytik ağabeyimle büyük ablam evlenmişler, çoluk çocuğa karışmışlar, ayn ayrı evlerde oturuyorlardı. Bizim evde annem, babam, üç ablam, iki ağabeyim, dadım Ferah Kalfa'yla, Fidan adında Habeş bir hizmetçi vardı. Bir babanın öliimii GÜNLERDEN bir gün okul dönüşümde onu bahçede göremedim. Adeta koşarcasına eve girdim. Annem ve ablam oda kapısında beni önlediler. "Babamın rahatsızlandığım, yattığını, diıılendiğini, içeride çok otunnamak gerektiğini" söylediler. Babamın hastalığı bir hafta kadar sürdü. Son günlerinde komaya girdi. Annem, ablam, bizi yanına bırakmıyorlardı. Okul dönüşümde onu kanepe üstünde göremiyordum artık. Bir akşam odarun kapısını kapanmış buldum. O gece evde kimse uyumadı. Babamın namazı Zühtüpaşa Camisi 'nde kılındı ve cenazesi Mahmutbaba Mezarlığı'na gömuldü. Ertesi gün biz Cankurtaran'daki evimize babasız döndük. BABAMIN yetişmemde uyguladığı eğitim turünün ne denli olumlu olduğunu, sonraları daha iyi değerlendirdim. Çok erken yaşlardan başlayarak, Karagöz'e, ortaoyununa, tiyatroya, özellikle Osmanlı Dram Kumpanyası gibi o dönemin modern yapıtlarıru oynayan kuruiuşlara beni ilk götüren, babam olmuştu. Sonradan tiyatroyu meslek olarak seçmemde, babamın bana öncülük ettiğini düşündükçe, bunda yazgının da elbette bir payı olduğuna inanacağım gelir. Tiyatroyla böylesine yakın ilişkilerin yarattığı sanat duygusu, yavaş yavaş derinlemesine bilinçaltına yerleşiyordu. Tiyatro sevgisi Tiyatro sevgisini bende babam yarattk Eğer beni yanına ahp da Divanyolu'nda AriTin Kıraathanesi dedikleri salonda Meddah Ismet Efendi'ye götürmeseydi, eğer beni yamna alıp da Arif'in Kıraathanesi karşısındaki Büyük Kahve'de Hayalî Kâtip Salih Efendi'nin oynattığı Karagöz oyunlarını göstermeseydi, eğer beni yanına alıp Üsküdar'da Bağlarbaşı'ndaki mesire yerinde Hamdi Efendi'yle Küçük lsmail'in birlikte oynadıkları ortaoyununu izletmeseydi, eğer beni alıp Kadıköy'de Zanbaoğlu Bahçesi'ndeki salaş tiyatroda oynayan Osmanlı Dram Kumpanyası'mn Dalila piyesini seyrettirmeseydi; böylece tohumu atılan meddah, Karagöz, ortaoyunu, dram türlerinin çeşitli öykülerine, oyunlarına, piyeslerine dadanıp hemen bütün repertuarlarını izlemek tutkusunu başlatmasaydı; bende de elbet tiyatro sevgisi öteki kardeşlerde olduğu gibi yüzeyde kalacaktı. Çoğu kez kendi kendime sorduğum olmuştur: "Evde üç oğlu varken, babam neden hep Ayrıcalığın öfkesi Geneilikle gelişme çağmda bulunan çocukların ruhuna çok etkiler yapan eşitsizlik yöntemlerinin, özellikle bunlann yöneticiler tarafından düşüncesizce uygulanmalarının ne acı tepkiler yarattığım okul yıllannda kendimde duydum. Örneğin, babam onemli bir görevde bulunanların ya da aşırı zengin olanların çocuklarına okulda yapılan ayncalık, öteki ögrenciler üstünde çok derin izler bırakıyordu. tlkokulum olan Tefeyyüz'de o dönemin onemli adlanmn çocuklan vardı. Bunlardan bazılan çok gösterişli konak arabalarıyla, birkaçı kira arabalarıyla, birkaçı beygir, hatta midilliyle, eşekle okul kapısına kadar gelirler; çıkışlannda da yine geldikleri araçlarla giderlerdi. Ta Cankurtaran'dan kalkıp o semtte oturan okul arkadaşlanyla yürüyerek Sultanahınet Meydam'nı, Fuat Paşa Türbesi'ni geçerek Tefeyyuz'ün bulunduğu Gedikpaşa Yo Savaşlar, savaşlar SAMİYE ablam, sabahlan babam gider gitmez evimize gelen Sabah ve tkdam gazetelerine sabırsızlıkla sarılıyor, bütün yazılarını okuyor. Onun bıraktığı gazetelere Saadet ablam, Servet ablam eğiliyorlar. Bugünlerde gazeteler de çok onem kazandı. Bir sabah üçü birden koşarak üst kat merdivenlerinden aşağıya indiler. Anneme şunu okudular: Ramazan geeeleri ESKİDEN ramazan aylannda derecelerine göre memurlar birlikte çahştıklan arkadaşlanna iftar çağnsı düzenlerlerdi. Ramazan ayında iki üç kez bizim eve de sıra gelirdi. Ağır bir iftar sofrasından güçlükle kalkan konuklar ya karşımızdaki Cankurtaran Camisi'ne kendilerini atar; teravi namazı kıla SCRECEK StRECEK