Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 NÎSAN 1989 CUMHURİYET/17 İmparatora 9 Oscar biraz fazla "Sinema benim çocukluğum, arzularım ve yaşamımın anlamı" diyor. Hırsı seviyor. Daha doğrusu, kendi deyişiyle, "bayağı olmayan hırsı" seviyor. Ve de hep hırslı filmler çeviriyor. "Pariş'te Son Tango" gibi, "1900" gibi, "Son İmparator" gibi birbirinden hırslı yapıtlar ortaya koyuyor. Ama büyük ünü ve "dokuz Oscar" efsanesini sohbetine bir megalomaniyle yansıtmıyor. Alçakgönüllülük ve sempati ile konuşuyor. Konuşmayı İcabul ettiği andan itibaren, ki bu çok uğraştırıcı ve zor oluyor istekle anlatıyor. Evet daha 32 yaşındayken, "Paris'te Son Tango" ile sinema tarihine geçeri ve "Newsweek", "ParisMatch" gibi aktüalite dergilerine kariyerinde birkaç kez kapak olan Bernardo Bertolucci, bu kez de Cumhuriyet okurları için Roma muhabirimiz Nilgün Cerrahoğlu'na sinemayı, Italya'yı ve kendisini anlattı. 'Paris'te Son Tango', "19001 'Konformisf ve 'Son tmparatofun yönetmeni Bernardo Bertolucci: PAZAR KONUĞU Evet evet Ali'nin filmi... "At"ı çok beğenmiştim, çünkü film bana De Sica'yı, Italyan neorealizmini hatırlattı. "Bisiklet HırsızJan"nı düşündurmüştü bana. "Bisiklet Hırsızlan"ındaki gibi büyük kente gelen bir baba oğulu işlediği için değil de duyarlılığından, şiirselliğinden dolayı De Sica'yı hatırlattı bana. Baba oğulun ilişkisinde muthiş bir şiirsellik vardı. Ali, bu şiirselliği filmde yaşatmayı becermışti. • • • Şu sırada ttalyan sinemasını gölgeleyen bir tspanyol sineması var. örneğin şimdi herkes Pedro Almadovar'dan bahsediyoı. Sizce bir iyi yonetmenler kuşağının doğması için illaki bir Franco faşizmi, bir İtalyan direnişi ya da bir savaş mı olması gerekiyor? Evet, tabii karanlık dönemlerden sonra her zaman bir açlık, bir özgürlük "overdos*"u (aşırı doz) gereksinimi beliriyor. Bu aşın ozgürluk arayışı, isteyişi halya'da olduğu gibi bir neorealizm olgusunu ya da İspanyol sinemasında son 10 yılda yaşanan canlılığı yaratıyor. Almadovar bence bir '60'larvari sinemanın sinemasını yapmak isteyen buyük bir modern yönetmen. Almadovar'ın tum filmlerini görecek olursanız, bunların hepsinin özellikle sinema meraklılarma yönelik filmler olduğunu fark edersiniz. Kendi ne bakan bir sinema bu. Almadovar'ın sineması böyle sofistike bir filtreden geçerek gerçeğe giriyor. Bunun için büyülüyor. Dayarıılmaz bir albeni çıkıyor ortaya. Bir de müthiş bir esprisi var tabii. Başkaldırdığı Katolikliğinden gelen bir espri bu da. Bunuel'den gelen bir espri. Almadovar, Bunuel'in torunu tabii. biçilmemişti. Bu düşündürdü beni. Bir yandan, biraz hasmane ve bazen de tehlikeli bulduğum bu insanlan fethetmeyi başarabildiğimi düşündüm. Bir yandan da yabancı bir filme gosterilen bu tutkulu bağlanışın nedenlerini anlamaya çalıştım. Tehlikeli bulduğum Amerikan film endüstrisinin büyüklerinden biri bunu bana izah etti ve dedi ki: "Ba film bize sinemanın var oluş nedenlerini hatırlattı. Bu filmle birlikte bizi sinemanın kollanna atan o ilk sevgiyi halırladık". Duygusal bir açıklamaydı bu belki, ama bana makul geldi. BABAMIN EVRENI • • V Siz italya'nın en kültürlu kentlerinden birınden; Parma'dan çıkmıssınız. "Parmalı olmak" ne anlam ifade ediyor sizin için? Şiiri sevmeyi Parma'da öğrendim. Parma benim buluğ çağım, çıraklık dönemim ve babamdır. Babam Attilio Bertolucci şairdir. İki kitabı çıktı yeni. "Yatak Odası" adı. İki cilt. Bir ailenin tutanağı. Her neyse. Babam şairdir. İyi bir şairdir hem de. Biz Parma'nın etrafındaki kırlıklarda yaşardık. Babamın evreni olan mikrokosmos, Parma'nın etrafındaki kırsal alan ve kentin ötesinde berrak giin SÖYLEŞİ NİLGÜN CERRAHOĞLU I •'Paris'te Son Tango", "1900", "Ay"... I erkekler sınıfimn ilişkisi. Feminist devrim her şeyi değişti rdi. Tümu de çeşitli şekillerde zamanında skandal yaratmış fılmler. Neden hep tahrik etmek gereksini• • • • i Sizin sık sık zikrettiğiniz ünlü yazar A Iberminı duyuyorsunuz? to Moravia "Seks, bugün geriye kalan tek iletişim yoludur'' diyor. Siz de sık sık yapıtlarımzda erotizSizin dediğiniz gibi sistematik olarak tahrik etme>i mi, duyumculuğu bir iletişim yolu olarak kullanıarzulayan, böyle bir arayış içinde olan bir yönetmen yorsunuz. Fakat bu bazen "Son Tango "da görmtiş değilim. Fakat şöyle bir şey var. Bundan iki yıl önolduğum gibi tek bir yumuşak okşamanın olmadıce yapımından 15 yıl sonra nihayet sansurun penğı bir seks oluyor. En azından ben öyle hatırlıyoçesinden kurtularak özgürluğune kavuşan "Son rum. Neden böyle? Bunun kişisel nedenleri var mı? Tango" halya'da gosterime girdiğinde, aruk şasırtmadj. Skandal yaratmadı. Yani "Son Tango" sadece zamanından once davranmış bir filmdi. BuraSize söylemiştim, "Son Tango" bir öykü değil, da sorun bir tahrik değil, zamanlama meselesiydi bir fantezi. Brando ve Maria Schneider'in canlansadece. Bir başka deyişle, benitn kişisel zamanladırdığı karakterlerin gerçekten de bu filmde paylaşmamla, toplumun zamanlaması çakışmamıştı. Oytıkları tek dil seksüel bir dildir. Sözcüklere yer olsa ben o anda hıssettiklerime sadık ve samimiydim. mayan bir iletişim doludur. Bir nukleer savaş sonBir de örneğin Türk sansürunun zamanlaması var. rası gibi hiçliktedirler. ttalya'da on yıl önce vizyona giren bu filmim Türkiye'de sansure takıldı. Görüyorsunuz ki, burada ayn • • • Filmi bugün yeniden yapsamz gene bu meayrı zamanlamalar soz konusu. İç zamanlama, dış sajt mı verecektiniz? zamanlama, coğrafi zamanlama falan fîlan... Bilmiyorum. Bugün seksin, filmi yaptığım denii bir aykırılığı yok. Bugünün sorunları başka. Filmin İ ^ ^ B İ Siz sansür problemini sık sık yaşıyorsunuz. televizyonda verilmesi de bunu kanıtlıyor zaten. "Son Tango"yüzunden halya'da başınız azderde Bunca yıl sonra halya'da filmin gün ışığına çıkmagirmemişti. sına karar veren hâkirn de zaten "müslehcen" kavramının zaman içinde bir evrim gösterdiğini; 15 yıl Valla bilmiyorum. Şimdiye dek sansürle o kadar önce müstehcen olanın, bugün artık olmadığını ançok cebelleştim ki, bu konu artık beni sıkıyor. Faladı. kat hep şunu söylüyorum, oy hakkına sahip, yetişkin vatandaşlar kendi günahlannı da seçmek hakkına sahip olmalılar. Ben her türlu sansüre karşı • • • "1900" ve "Son tmparator"... Bunlar ikisi de tarihi boyutu olan ve kariyerinizde belli yeri olan yım. Buna yalnız tek bir istisna koyuyorum: O da fılmler. Gene verdiğiniz söyleşilerden birinde, "Geçkuçük çocukların korunması. Bu, çok önemli. Bu, nun ötesinde sansür anlamsız ve dikkat ederseniz hep de iktidarsız kalıyor. Şöyle bir geriye dönüp bakın: Geçmişte de sansürle ciddi sorunları olmuş olan yapıtlar hep en kalıcılardan oldular. İşte "Madam Bovary" ya da Flaubert'in "Les Fleurs del Mal"i. Edebiyarta, resimde, liyatroda, sinemada... Ne bileyim tüm sanat dallarında bu böyle. Halbuki gerçekten tiksindirici olup da, sansüre takılmamış olan yapıtlardan da geriye hiçbir şey kalmadığını görüyoruz. Dolayısıyla sansür çoğu kez, derine işleyen mesajları kollayan bir toplum zaafı. Yani sansür bir özür, bir mazeret. Çunku sansüre uğrayan yapıtlar, hep yaşamın tanığı. ttalyan film yönetmeni Bernardo Bertolucci, 1940 yıhnın 16 martında Parma kentinde doğdu. Şair ve film yönetmeni Attilio Bertolucci'nin oğlu. Bernardo Bertolucci de, henüz 12 yaşındayken sürler yazmaya basladı. 20 yaşındayken yayımlanan "Gizemi Arayış" adlı kitabı ödül aldı. Çocuk yaslardan itibaren sinemayla da ilgilendi, 16 mm 'lik kısa metrajlı filmler çekti. 21 yasında, Accatone filminde Pasolini'nin asistanlığını yaptı, bir yıl sonra da ilk fibni AzraiVi çekti. Başansızlığa uğrayan bu fîlmi "Devrimden Önce" izledi. 1967'de "Aşk ve Öfke"yi, 1968'de de bir Dostoyevski uyarlaması olan "Partner"i çekti. Bu döneminde Fransız yeni dalgası ve özellikle Jean Luc Godard etkisinde olan Bertolucci, 1972'deki "Paris'te Son Tango" ile büyük bir çıkış yaptı. Bunu, 1976'da çektiği "1900" ve 1979'da çektiği "Ay" izledi. Yeniden bir suskunluk dönemine giren Bertolucci, 1987'de 9 Oscar birden alan Son tmparator'uyla bir anda yeniden olay oldu. BERNARDO BERTOLUCCİ • • • i Bu arada ttalyan sinemasına ne oluyor? İtalyan sineması, uzun zamandır can çekişiyor. Önceden duyurulmuş bir ölümiın kıoniğini yaşıyor. İtalyan sinemasmın bu krizi, İtalyan toplumunun yaşadığı krizden doğuyor tabii ki. Bunda televizyonun gemlenmeyen gucü çok büyük rol oynuyor. Televizyonun İtalyan toplumu üzerinde muazzam bir gücü var. Bu ülkede 800 kanal var. Düşunebiliyor musunuz, 800 televizyon kanalı! Avrupa'nın başka hiçbir ülkesinde benzeriyle karşılaşılmayan bir durum bu. Fakat televizyon birtakım yeni sinema meraklıları da yaratmadı değil. Sinemada belli filmleri görmeyecek tipler, evlerinde bu filmlerle tanıştılar. Ne ki televizyonla sinemaya yakınlaşanlarla, gerçek sinemaseverler arasında da buyuk fark var. Onu itiraf etmeli. İ H I ^ H > ' a ; a r , Alberto Moravia, "Fakirken ttalya daha büyuleyiciydi. Zenginleyınce bayağılaştı" diyor. Katdıyor musunuz? Bu çok estetiksel bir yaklaşım. Pasolini'nin bir sozünü hatırlatıyor bu bana. "Pislik afrodiziyakdr" derdi Pasolini. Biz Moravia ile farklı kuşaklardan olmakla birlikte aynı kültur akımlarının parçasıyız. Bizde "fukaralıkra birestetik bulmak" ve "güzel Hmdiye kadar sansürle o îdar çok cebelleştim ki, bu konu artık beni sıkıyor. Hep şunu söylüyorum: Oy hakkına sahip, yetişkin vatandaşlar, kendi günahlarını da seçme hakkına sahip olmalıdır. Sansürün bir tek istisnası olabilir, o da küçük çocukların korunması. lerde gorulen tepelerdır. Ben şahseıı Parma'ya gerçek hayatta dönemiyorum, ama filmlerimle donuyorum. Son projeniz nedir? ttalyanca 'ya "Çölde Bir Çay" diye çevrilen "Sheltering Sky"ı çeviriyorsunuz galiba? Evet, şimdi Kuzey Afrika'da, Fas'ta, çölde çeviriyorum bu filmi. Aslında üzerinde çalıştığım filmler hakkında konuşmaktan hiç hoşlanmam, ama size biraz bilgi verebilirim. Doğum tarihi 1949. Paul Bowles'un romanından yola çıkıyor. 1948'de Kuzey Afrika'ya giden bunalımlı bir Amerikalı çiftin öykusu bu. Çöl gibi kendi başına bir mutlaklığı olan bir deneyimi paylaşarak birbirlerini, kendilerini yeniden bulmaya çalışıyorlar. Acaba kendilerini bulabilecekler mi? Burada soru işaretini bırakacağım. Kitabı, 34 yıl önce Çin'e giderken okumuştum. Çok guzel bir kitaptı. Ve "Son tmparator" gibi görkemlı bir efsanenin arkasından tekrar iki kişilik bir öyküye dönmek çok hoşuma gidiyor. Biraz "Son Tango" konusuna donmek gibi bir şey bu. Öykü çok farklı tabii. Ama gene çift olayı var. Ve çöl var... Hayır.daha fazla anlatmak istemiyorum. Israr etmeyeceğim. Fiımleriniz nasıl doğuyor. Her seferinde projelerinizi böyle 34 yıl içinizde taşıyor musunuz? SİNEMA BİR TAPINAK ^ • İ ^ B Sansürle başmızı en çok derde sokan fılm, hiç şüphesiz "Son Tango" oldu. İlk vizyona girişinde ttalya'da "yakılacak fılm" ilan edilen "Son Tango'', iki yıl önce aklandı ve geçen yıl da televizyonda gosterildi. O zaman ilgınç bir deklarasyon yaptınız ve "Bu filmin böylesine ehlileştirilmesinden korkuyorum" dediniz. Ne demekti bu? Filmlerinizı yalnız aydınlann tüketimi için mi yapıyorsunuz? Aydınların değil, sinema meraklılarının tüketimi için yapıyorum. Filmlerimin tümü, sinemanın "farklı" bir şey olduğu düşuyle yapılmıştır. Bu konuda idealist bir inancım olduğunu itiraf etmeliyim. Ben sinemayı, kilise gibi kutsal bir tapınak olarak göruyorum. Hep birlikte yapılan bir ibadet gibi birlikte aynı düşün kurgusuna girilen bir yer... Sinema salonu filmin bir düş olarak yaşandığı yerdir. Televizyonda ise bu büyü yok. Televizyona gelince, o bambaşka bir olgu. Canlı yayın mesela çok hoşuma gidiyor. Çünkü canlı yayında, sinemada olmayan bir kendiliğindenlik var. Canlı yayında kurgu, montaj yok; heyecan var. Düşunsenize canlı yayında her şey olabilir. Başmıza her şey gelebilir. Fakat ne oluyor? Genelde televizyonlar mümkün olduğunca canlı yaymı önlemeye çalışıyorlar. Çünkü canlı yayın başlı başına bir soru işareti oluyor. "Ehlileştirmek" konusunda yönelttiğiniz soruya gelince, bu, beyazperde için düşünülmüş büyük düşlerin küçük bir televizyon ekranına sıkıştırılmasından doğan endişeden kaynaklanıyor. ^ • ^ H "Son Tango", 15yılsonra 1987'de ttalya'da vizyona girdiğinde siz ilginç bir şey daha söylediniz: "Bu fılmi bugün yeniden yapsam, çok farklı bir şey yapardım" dediniz. Bugünün "Son Tango" su nasıl olacaktı? Ne değişecekti? PSIKANALIZ Filmden filme değişivor. Belli bir kuralı yok. Her seferinde farklı bir süreçten çıkıyor film. "Örümcek Stratejisi" örneğin, psikanalize basladığım için doğmuştu. Babamdan çok söz ediyordum. "Strateji" de babası hakkındaki gerçeği keşfeden bir oğulun öyküsudur. H'oodAllen da uzun uzun bu işi yaptı galiba. Elınde sinema gibi koskoca bir düş aracı olan bir yönetmenin psikanalize oturması o kadar da gerekli mi? Bertolucci, Son İMparator'un sejtinde Roma'nın en tipik mahallelerinden Trastevere'de büyük dıkdörtgen bırsalon. fri mınderierden oluşan rahat iki büyük divan. İkj tablo. Yağmurlu Roma sabahının gri ışığını suzen büyük bir pencere kapı. Pencerenin önüne yerleştirilmiş orta boy bir ev palmiyesi. Tam karşıda, ışığı yansıtmak için konmuştüyuk bir ayna. Yüksek tavanlar. Yaz sıcağının rehavetini kırmak için kulianılan koca bir pervane. miş dahaçekici"diyorsunuz. "Şimdi, sankibirfıl . me dönüşmeyi istemiyor. Bu biraz da benim proi lemım. Ama etrafımda da bugünü filmleyip de enteresan olan pek azfılm görüyorum " diyerek açıklıyorsunuz bunu. Gerçekten bu söylediğinize inanıyor musunuz? Bejkrem renkler. Kitaplar, kıtaplar ve plaklar. 48 yaşındaki ünlü yönetmen Bernardo tolucci, günluk yaşamı için bu sade dekoaı seçiyor. Daha doğrusu, film çekmediğinde Roma ile Londra arasında böldüğü zamanının önemli bir bölümünu burada geçinyor. Doğduğu, büyüdüğü kent Parma ile özel ılişklsini sürdürüyor. ama bir yerde de fazla duramıyor. Yukarıda yönetmen. Son İmparator filminin setinde görüluyor. liği fakirlikle. bayagılığı da zenginlikle" özdeşleştirmek gibi bir eğilim \ar. Moravia, herhalde arkasmda 2000 yıllık tarihi olan gerçek İtalya'nın bir halk İtalyası olduğunu, refahı keşfeden yeni Italya'nın da bir hiçliğe doğduğunu anlatmak istiyor. Bu, gerçeğe bakan değil, yalnız televizyona bakan bir İtalya örneği. İnanıhr gibi değil. Bazı olaylar hiç yoktan televizyon tarafından yaratılıyor. Burada özel ya da devlet televizyonu ayrımı gibi ayrıntılara girmek bile gereksiz. Italyanlar telekeş olmuşlar artık. Televizyonsuz yasayamıyorlar. Artık Amerikalılar bu kadar televizyon bağımlısı değiller. Onlar bu aşamayı geride bıraktılar. Yalnız alışverişlerini Ne alakası var ki? General ya da film yönetmeni, insan psikanalize tedavi olmak için girer. Peki siz şimdi tedavi oldunuz ınu? tyileşıinız mı yani? Psıkanaliz, insanın kendisini tanıması için bir araç. Tedaviyi sağlayan da bu araç. Ama >yileşmek diye bir şey söz konusu değil. Psikanalizle iyileşmenin mümkün olamayacağını Freud söyluyor zaten. İnsan sadece nevrozuyla yaşamayı oğreniyor. I Peki, şöyle sorayım: Psikanalizin sonuaınu aldınız mı? Bunu filmlerimde görebilirsinız. Ben 1960'tan, analize basladığım 1969'a dek hep çok içine kapanık filmler yapıyordum. Bunlar seyircivle diyaloğa girmeyen, monolog filmlerdi. Analize başladıktan sonra yaptığım "Örumcek Stratejisi". "Conformist", "Son Tango" gibi filmlerle sinemam da açıldı. Ve benim için ilk defa şu ya da bu şekilde bir diyalog kurmak mumkun olabildi. Yaşamımda da monologdan diyaloğa geçiş oldu. Ben kendim de o zamana dek çok içine dönük bir tiptim. ^ H H Peki fantezi, dıış yaratmak... Bize bu kavramlan açıklayabilir nıısıniz? Düş benim için yaşamı katlanabilir kılan şey. Çünkü ben, daima düşunduklerimi \e gördüklerimi düşlerimlegenişletiyorum. Bir bilgisayar gibi yanlızolanı algılamam mümkün değil. Buna daima duş boyutunu ekliyorum. In^an, başına gelen travmalan, talihsizlikleri, ancak fanleziler ve düşlerle ehlileştirebilıyor, yumuşatabılıyor. Başarı? Bu son CJscar'lardan sonra, bunu düşündüm. Bu iş benim başıma yirnıi \ıl önce gelseydi, çok tehlikeli olacaktı. O zaman hep boyle, kanıtlanan başarıların tiryakisi haline gelebilırdim. Fakat geçmişte de "Son Tango", "1900' gibi filmlerle kendimi kanıtlamış olduğum için, kendıme koruyucu bir cilt edinmiştim. Bundan boyle yaptığım her film 9 Oscar getirmezse, duş kırıktığı duymayacağım. Belki biraz yaşlandım, onun için bu tip vahşi arzulan gemleyebıli>orunı. Böylesi başarıların ardından bir de garip bir kasvet (depresyon) geliyor. İnsan kendi kendine gerçekten hak ettim mi şimdi bunu ben diye soru\or çunkü. Her neyse... Şimdi böyle kuçuk bir çiftin oyküsünii çekmem de benden yeni bir "Son İmparator" bekleycnlere bir vanıt aslında. Bir ikinci "Son İmparator" çekmeyeceğim artık çunku. BUGÜNÜN DİLİ TV ~ nin estetik nedenleri de var. Bir de tabii bu benim kişisel problemim. Etrafımda olup bitenlerle kendimi muthiş bir ahenk içinde bulduğum dönemler var, bir de bu ahengi yakalayamadığm dönemler var. Örneğin 60'lı yıllar, etrafımda olup bitenle kolayca bütünleşebüdiğim yıllardı. Oysa 50'leri hiç sevmemiştim. Üzerime bir yük gibi binmis olan yıllardı bunlar. Şimdi de etrafıma bakmaktansa geriye bakmaktan hoşlandığım bir donemde yaşıyorum. Bunu "Son İmparator" döneminde söylemiş olmalıyım. Çunkü o sırada bana hep "Neden halya'da film yapmıyorsıımız?" falan gibi sorular soruyor ^ • H Geçmişe kaçıyorsunuz yani. Hayır. "Kaçlş" sözcüğunü sevmiyorum. Çünkü bu kelime bir dizi ahlaki çağnşıma yol açıyor. • • • Evet, biraz da siyasi görüşlerinizden söz edelim. Hâla İtalyan Komünist Partisi'ne yazılı mısınız? Ya da hâlâ komünist misiniz? Hâlâ oyumu komunistlere veriyorum, ama artık partiye yazılı değilim. Çünkü bu tip angajmanları yürütemeyeceğimi anladım. Yıllar içinde siyasete uygun bir insan olmadığımı anladım ya da siyasi militanlık yapamayacağımı. Ben siyaseti fılmlerimle yaptım. Son Tango'da da neticede siyaset vardı. Bu filmdeki kadın ve erkekler arasındaki sınıf ilişkisini feminist devrim yıktı. En azından etrafımda geıçeğin içinde yaşayan insanlar için böyle bu. Öbürleri diyeceksiniz. Tarih, zaten "öbıirieri"nin üzerinden mermerin üzerinden akansu ya da yağ gibi akıp gidiyor. WKI^MBu söyledikleriniz Batı için büyük ölçude geçerlı. Ama örneğin benim ülkemde böyle bir devrim gerçekleşmedi ve kadın erkek ilişkisinde büyuk bir değişiklik olmadı. Evet. Türkiye'de erkeklerin çoğu hâlâ bıyıklı değil mi? ^•••1 Turk sinemasını tanıyor musunuz? SON TANGO'NUN ES1NI Her şeyden önce ben değiştim. Toplum değişti. Bakın belki bugün bu filmi yapmazdım bile. Filmlerimin doğu$u her seferinde farklı oluyor. Bazen bir kitap okuyorum, âşık oluyorum ve filmıni çevirmek istiyorum. Bazen kendi başıma bir şey geliyor ve bu içimde bir dizi çağrışımlar uyandınyor, bu süreç de beni bir filme götürüyor. O sıralarda da "Son Tango"ya çağrışım yapan bir şey gelmişti başıma. Toplumsal baskının ağırlığından kurtulmuş bir ilişki yaşamak istediğim bir anda yapmıştım o filmi. Yalnız hayvani arzuların hâkım olduğu, sadece fiziki ve salt erofizmle tanımlanabilecek bir ilişki istiyordum. Sosyal kimlikleri tamamen bir kenara atmak istiyordum. • İ ^ B I Yani filmin öyküsünü bizzat yaşadıntz mı? Tabii o kadar basit defil her şey. Bu bir düş, bir fanteziydi. İçimdeki bu istek gelişti, bir dönüşume uğradı ve yaşamımda değilse bile, filmde bir gerçekliğe kavuştu. Belki de bir keresinde boş apartmanlar gezerken, aklıma böyle bir şey geldi. Kimbilir... • • I Fakat gene de bugün nasıl bir "Son Tango" yapacağınızı söylemediniz? Belki de hiç yapmazdım. Galiba bugün böyle bir filmi yapmazdım. Her şey öylesine değişti ki. Kadın erkek ilişkisinde her şey değişti. O donemin kadın erkek ilişkisinin neredeyse siyasi bir içeriği vardı. Bu, neredeyse bir sınıf ilişkisiydi. Kadınlar ve • elevizyonda canb yayın çok hoşuma gidiyor. Çünkü canlı yayında, sinemada olmayan bir kendiliğindenlik var. Canlı yayında kurgu yok, heyecan var. Düşunsenize, canlı yayında her şey olabilir. Başımza her şey gelebilir. lardı sürekli. Bakın şimdi şu var: Içinde yaşadığımız yüzyıl, kolektif dil olarak sinemayı secti. Ayrıcalığı olan bir dil bu. Nasıl ki 1400'lerin, 1500'Ierin dili resim, heykel ve mimari, 1800'lerin dili de roman ya da lirik opera ise, 1900'ların dili de sinema oldu. Sinema bir buluşma ve anlatım dili oldu. Son yıllarda ise günümüzün gerçeği başka bir anlatım dilini, televizvonu seçti. Bana öyle geliyor ki, bu arada sinema "şimdinin anlatım dili" olma özelliğini yitirdi. Gerçi sinemada, ne kadar gecmişin kurgusunu yaparsanız yapın, gene bir şimdi var. Örneğin, imparatorun yasak kentte taç giyme anını perdeye aktardığınızda, seyirci de imparatorla birlikte o anı yaşıyor. Fakat televizyonun şimdisi farklı. Toplum, ayrıcalığı televizyona veriyor artık. Dolas yısıyla ben de bundan böyle "$imdi"yi "derhaİ* i, "bugün"ü anlaımak için televizyonu seçerim gibi geliyor. Sonra sinemada geçmişi anlatmak isteme yi ki bundan 20 yıl önce 9 Oscar almadım. O zaman hep böyle, kanıtlanan başarıların tiryakisi olacaktım. Ama ben kendimi kanıtladım. Bundan sonra yaptığım her film 9 Oscar getirmezse düş kırıklığına uğramayacağım. falan televizyonla yapmak aşamasına girmeye hazırlanıyorlar. Tren ya da uçakların kalkışvarış saatlerini öğrenmek için kullanıyorlar. TV olgusu Amerika'da be!li bir dengeye oturlulmuş dıırumda. Örneğin Amerikalılar sinemaya çok gidiyorlar. • ^ • B Amerika ve sinema deyince... Siz 9 Oscar kazandınız. Bu kurum hakkında ne düşunüyorsunuz? Bu da bir "overdose"du. Fakat benim Amerika ile çelişkili ilişkim için çok teşvik edici oldu. Örneğin "Son Tango" Amerika'da müthiş bir bajan öykiı.'i olmuştu, fakat oıe yandan içinde çok fazla kuıl bayrak var diye "1900"ü sansurlemişlerdi.Oscar ise pek yiıreklendirici oldu, çunku Hollywood'un öyle pek de fazla şoven olmadığını kanıtladı bana. Şimdiye dek Amerikan olmayan hiçbir filme bu paye Az tanıyorum. Yılmaz Güney'in sineması hakkında bir fikrim var. Bir de Tokyo Film Festivali'nin jürisindeyketı genç bir Türk yönetmenin bir filmiııi görmüştüm. Çok güzeldi. I Alı Özgentürk 'ün "At"mdan mı söz ediyorsunuz?