Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 23 NİSAN 1989 Mürtih'ten Ne müthiş bir kalabalık, ne yaman bir ilgi. İlk gün Bauma '89 fuarını gezmek için sadece Türkiye'den gelenlerin sayısı 350. İnşaat makineleri fuarına dünyanın dört bir bucağından insan yağmış. Yüzyılların oluşturduğu durulmuşluk, oturmuşluk, güzellik ve kent bilimciliğinin egemenliği sinmiş her yana. Uygarlık öyle ucuz bir şey değil ki. Akıl, bilim, sevgi, sanai, eğitim ve incelik istiyor. SAMİ KARAÖREN MÜNlH Münih'te birkaç gün... Görme, öğrenme merakıyla, telaşla coşkuyla, soyleşilerle geçmiş günler. Gidiş amacı: "Münih İnşaat Makineleri Fuan (Bauma 89)". Havaalaıundan kente ulaşırken dikkat ve gozlem içindesiniz... Münih'in buyüleyici guzelliği karşısında ilk yanılgım, ilk kararım: Kimi ilgilendirir Makine Fuan? Bu tadına doyulmaz Alman kenti Münih'i tanımalıyım! Bavyera'nın başkenti, tarihsel bir kent, geçmişin armağanı; Alman "şehirciliği"nin bir başyapıtı... Ama asıl görevle, Makine Fuan'yla karşılaşınca yaruldığımı anlıyorum. Fuar olayı, şaşırtan yoğuntukta ilgimi çekiyor. Hernen betirteyim: Sovyetler ve Çin, bakan düzeyinde gelmişler fuara. Sovyetler'in derdi, Ermenistan'daki deprem yığmlarını inşaat gereci (malzeraesi) haline getirecek makine bulmak; o altından kalkılmaz yıkıntıyı işe yarar kılarak ortadan kaldırmak... Çinlilerin amacı daha da ilginç: Bir santim taşıru toprağını bile inşaata harcamamak (tarımda kullanmak) için değişik gereçten inşaat gereci üreten makine bulmak!.. Yapı ve makine sözcüklerinin kısaltıp birleştirerek "Bauma 89" demiş Almanlar bu fuarın adına. 10 nisanda açıldı fuar. Sabahın erken saatlerinde fuara giriş kapılanndaki insan kuyruklannı görünce şaşırdım. Ne müthiş bir kalabalık, ne yaman bir ilgi. Hemen söyleyeyim, ilk gün Bauma 89'u gezmek için sadece Türkiye'den gelip fuara girenlerin sayısı 350! Çok az insanı ve belli kuruluşlarla büyük yüklenicilik (muteahhitlik) firmalan dışında kimseyi ilgilendırmez sandığım bu inşaat makineleri fuarına dünyanın dört bucağından insan yağmış. 1016 nisan günlerinde gerçekleştirilen bu fuarın biz ilk iki gününü gorduk. İnşaatla ilgili her türlu makine, aygıt ve yedek par Baııma 89 fuarı Berlin'den çanın yanı sıra fuarda sergilenen ürünler açısından inşaat kesiminin gereksinim duyduğu hemen hemen bütün ürünleri bulabilmek olasıydı... Özeüikle inşaat donanımı ve aygıtları iskele ve aksesuarları, çeşitli kazı makineleri, yol, tünel ve galeri açma makineleıi, inşaat hazırhk teçhizatı, kaldırma aygıtları, her türlü beton hazırlama ve ulaştırma makineleri, demiryollarında ve karayollannda kullanılan araçlar, mermer ve taş işleme makineleri, çimento, kireç ve alçıdan oluşan inşaat gereçlerinin yapımında kullanılan makineler... Bir kez daha anladım ki dışarıdan alma teknolojiyle değil, kendin teknoloji ureterek kurtulabilirsin. Koca bir alanda her şey dikkatle ve özenle düzenlenmiş. Yönetim ve bürolar şıkır şıkır işliyor. Basın ve halkla ilişkiler şefı Bay Jozef Sickinger, sevimli sıcak bir kişi. Her sorunuzu ilgiyle, yetkiyle yanıtlıyor. Çernobil faciasından sonra nükleer yayılmayı önlemek için Rusların, kendilerine başvurduğunu, Alman teknolojisiyle betonlanarak yayılmanın önlendiğini anlatıyor. Nükleer silahlann yok edilip gömulmesinde geliştirilen teknolojiden söz ediyor. İlginç mi ilginç gelişmeler. Dedim ya, aklım, düşüncem o eşsiz güzellikteki yapılarla süslü kenti görmek, tanımak... tstanbul'dan daha ılık, guneşli, güzel ilkyaz günleri içindeydi Münih. Geniş, güzel, ölçülü caddeler, alanlar, tarihsel yapılar, parklar, yontular, çiçekler, yemyeşil ağaçlar, bahçeler ve kırsal görünümler... Evet kentin içinde yer yer kırsal görünümler oluşturulmuş.. Katedraller, eski saraylar, mimarlık yapıtlanyla baş döndürücü güzellikler... Yüzyılların oluşturduğu durulmuşluk, oturmuşluk; güzellik ve kent bilimciliğinin egemenliği sinmiş her yana. Her şey bir sanat başyapıtı. Uygarlık öyle ucuz bir şey değil. Akıl bilim sevgi, sanat, eğitim ve bir incelik istediği Madonna, yayından kaldırılan Pepsi reklammda masum bir profıl çiziyordu ni bir daha anlıyor kişi. Ya o fuarın açıhş töreni! 9 nisan pazar akşam üzeri, Priazregent tiyatrosunda (o görkemli tarihsel yapıda) açıhş kokteyli, açıhş konseri ve yemeği. Böyle bir fuarın Mozart'la, Haydn'la açılacağını düşünemezdim. Batıya özgü bir incelik. Törenin Mozart müziğiyle başlamasmdan sonra, yaklaşık altı yüz kişiye, üç konuşmacı seslendi; Münih Belediye Başkanı (siyasal parti CDU mensubu), Bauma'nın müdürü ve Federal İnşaat Başkanı. Bilgilendiren konuşmalar. Belediye başkanırun kısa konuşmasının son sözleıi, sevgi gülüşleri ve alkışlar yarattı: "Çeşitli ülkelerden buraya geldiniz. Gezin gorün, yaşayın, sevin ve cüzdanlannızı açın!" diyordu. Konuşmalardan sonra Haydn'ın müziği ve yemeğe geçiş. Hemingway Berlirie geke Şimdi Hemingway Berlin'e uğrasaydı hangi bara uğramadan edemezdi. Kuşkusuz "Florian"a. Florian adı o kadar güzel bir ince yazıyla yazılı ki üstelik "temiz ve iyi aydınlatılmış" bir bar. DEMİR ÖZLÜ BERLİN Baharın gelişini beklemeye geldim Berlin'e Tren geceleyin Doğu Almanya topraklarını geçti. Sabah olduğunda artık doğuda Berlin Lichtenberg1 deydi. 1 mart günüydü. Ardından gene tren Doğu Berlin istasyonunu, Friedrichstrasse'yi, tel örgülerle çevrili duvarı ağır ağır geçti, Zoo istasyonuna yollandı. Yenilenmiş, onanlmış Zoo tenhaydı. Açık bir kente geldiğiniz belli oluyordu. Hemen XX. yüzyıhn ilk onlarında geçen Tılmleri ansıyordunuz. Hayır o değildi. Bambaşka bir Berlin'di. Berlin! Acüı şehir. Ama hemen bir iki gün içinde yeni Berlin Senatosu açıldı ve televizyonda, savaştan sonra ilk defa yerel bir parlamentoya seçilen neonazi eğilimli Republikaner'leri izledim. Daha once bu kentte kalışlanma göre değişik bir Berlin'di bu. Sağda solda rastlanan yabancı düşmanları milliyetçiler toplanmış, bir parti biçiminde örgütlenip senatoya girmişlerdi. Kuşkusuz başka bir Berlin. Kim ne yaparsa yapsın Berlin aynı zamanda bir Türk kentiydi de. Türkler gettolarına da kapanmış olsalar, Almanlarla az da içiçe olsalar, toplum içinde ayrı katmanlar da oluştursalar böyleydi bu. Türklerin oranı, savaş öncesi Yahudilerine oranla da çok fazlaydı. Berlin! Berlin! Göllerle çevrili, göllerinde kuğuların gezdiği bir küçük kentti eski bir gravüründe. Televizyonda Hemingway üzerine yapılmış bir seri henüz bitmemişti. Kim canlandırabilir yeniden Hemingway'i, yaşamının aynntılanna eğilseler de, resimlerini, ondan kaimış kuçük filmleri inceden inceye izleseler de. Ama Hemingvvay kültü devam ediyordu. Başka bir televizyon filminde izlemiştim: Dünyanın en pahalı zevkleri arasında, "safari"de düzenlenen akşam yemekleri yer alıyordu. önceden helikopterlerle geliyorlar, safaride çadır kuruyorlar, aperatif alınacak, yemek yenecek ortamı "belle epoque" dönemine uygun giysilere uygunlu bir biçimde hazırhyorlar, ardından Afrika'da bu akşam yemeğine gelecekler özel uçakla iniyordu alana. Kuşkusuz on binlerce dolara mal olan bu küçük eğlence de Hemingway mitiyle besleniyordu. Çok pahalıydı, dünyanın en pahalı eğlenceleri arasında yer alıyordu. Ama hayalleri gıcıklayan bir yönü de vardı. lurk burjuvazisi hayal yoksunudur da. Berlin öğleden sonra tedirgin olmaya başlıyor, geceleyin binlerce lokaliyle ifritleşmek eğilimleri gösteriyor, gece yarısından sonra tam şehvet duşkünü bir vampir haline gelecekken, yumuşak sabaha doğru yol alıyor, sabah gene pırıl pırıl, uysal, içe çekilecek saydamlıkta oluyordu. En iyisi, kişinin gene moda olduğu daha doğrusu modası bitmeden sürdüğü üzere Hemingway kultüne tutunmasıdır. Bunun için de kendini Hemingway sanmaya gerek yok sanırım. O zaman düşünmelı: Şimdi Hemingway BerUn'e gelseydi, hangi bara uğramadan edemezdi? Kuşkusuz şu Savingyplatz'a yakın Grolmann Sokağı'ndaki "Florian"a. Florian adı o kadar güzel bir ince yazıyla yazılı ki, sonra bu bar "temiz ve iyi aydınlatılmış" bir bar. Sokaktan içerisi gorunüyor: Üçe dört metre buyuklüğünde dışardan içeriyi olduğu gibi gösteren sokak üzerindeki perdesiz peııceresi çok çekici. Bu pencere bütün bütüne barın bulunduğu yeri gösteriyor. Içerden az ışıklı sokağı. Girişte birkaç masa var. Oradan barın bulunduğu genişçe bolmeye geçilebiliyor, oradan da gene bir açık kapıyla yerinden çıkarılmış kapı arkadaki biraz daha genişçe olan yemek salonuna. Her şey alçakgönüllü, ama çok güzel. Ölçüleri güzel çünkü. Masaların ölçüleri lokale uygun. Barın yüksekliği milimı milimine ideal ölçülerde. Yanındaki uzun iskemlelere oturduğunuzda tam da bir barda bulunduğunuzu hissediyorsunuz. Oysa tahta, basit bir bar bu. Ama sonsuzca güzel. Kadınlar da erkekler de var orada. Hatta bir gece Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelmiş Türk aydinlarıyla sanatçıları da, birdenbire bir arada olabildiler. Sanki Beyoğlu'nda olmaya gerek yokmuş gibi. Bu barın güzelliğinin nereden geldiğini birkaç gün düşündüm. Ölçülerirun güzelliğinden. Barın dizaynı güzel. Ama sonra şunu da anladım. Işık güzel burda. Kendine özgü bir ışık tonu sanki. Esas olarak da bann, tezgâhın ve arkadaki merdiveıı biçiminde düzenlenmiş içki şişelerinin rafları uzerine vuran. "Temiz ve iyi aydınlatılmış bir yer" burası. Hemingvvay şu sıralarda Berlin'e uğrasaydı, sanırım Florian'a uğramadan yapamazdı. Stuttgarttan Moda, model ve fotoğraf Devamlı giysi değiştiren genç fotomodeller, fotoğrafçı ne derse yehne getiriyorlar. Yürüyor, duruyor, gülüyor ve kırıtıyorlar. Yabancı işçi olduklan belli iki erkek de durmuş bu görüntüyü seyrediyor. AHMET ARPAD STUTTGART Şarap kırmıası kokteyi giysi, yumuşak yumuşak kalçalara sarüıyor. Arslan yelesini andıran karanın karası saçlar omuzlara dökülüyor. Lacivert gözlerde bakışlar neredeyse ısrracak. Geride uzun saplı laleler pembe. Kırmızı ile nasıl da uyuşmuş birbirine. Her şey çok çekici. Kişi bakmadan edemiyor poz veren fotomodel genç kadına. Yabancı işçi olduklan belli iki erkek de durmuş bu güzel görüntüyü seyrediyor. Stuttgart'ın Schlossgarten büyük parkına bahar çoktan gelmiş. Doğa burada yeşilin her renginde. Güzel havada gezinen mutlu insanlar sanki kış uykusundan uyanmış. Dallan çiçek açmış ağaçlarda cıvıldaşan İcuşlar da. Parkın bir köşesinde fotoğraf çekilıyor. Devamlı giysi değiştiren genç fotomodeller, fotoğrafçı ne derse yerine ge.tiriyor. Yürüyor, duruyor, gülümsüyor, gülüyor, kırıtıyor ve de kıvrılıyor. Daha güzel, daha beğenilir olma özlemi insanoğlunda her zaman vardı. Moda fotoğrafçüığı ve bu oyunun aktörleri bizlere gerçekdışı bir dünyayı hokkabazhkla inandıncı yapmayı başarıyor. Her gün stüdyolarda ve doğanın kucağında çekilen yüzlerce fotoğrafla insanlar gençliğin ölümsüz, güzelliğin sonsuz olduğuna inandırılıyor. tnce, uzun boylu güzel kızlar, çakı gibi, yakışüdı delikanhlar blucinleri atıp, reklam için en güzel giysileri üzerlerine geçirdiler mi, kuklası olduklan fotoğrafçılann elinde bizleri gerçekdışı bir düşler dünyasına süniklüyor. Rolünü en iyi yapan binler kazanıyor. Her fotoğrafçının ve her fotomodelin en bıryük düşü, dünyaca tanınmış pahalı dergilerden birinden iş almaktır. Hele kapak olmak. Bundan daha yücesi yoktur onlar için. Herhangi bir kozmetik kuruluşuna reklam kampanyalan için milyonlar karşılığı bağlanmak fotoğrafçı ve fotomodel için erişilmez zirvedir. Gerçekdışı dünyanın ustaları arasında Helmut Newton, Guy Bourdin, Oliviero Toscani var. Gelirleri yuksek. Saniyenin binde biri için yüzlerce mark ücret istiyorlar. Her biri değişik stilde çekiyor fotoğrafı. Ünlülerin ünlüsü Nevvton'un eserleri butün ulkelerde yayımlanıyor. îstediğinin fotoğrafını çekiyor. Tanınmânnş bir fotomodelden Catherine Deneuve veya Paloma Picasso'ya kadar. Onun için onemli olan karşısındaki kadının kendi stiline uyabilmesi. Newton hepsini ışığa çıkanyor. Fotoğraflan erotizmi ağır basan sanat eserleri. Bu sanat eserlerini seyredenler kadının taşıdığı giysiye pek bakmıyor, onlar için fotoğrafın büyüleyiciliği, çekiciliği önemli. New York'tan Demokratik sanstir ABD'de son gelişmeler, ö'zel yayıncılıktaki piyasa hâkimiyetinin iktidardan değil, tam tersi, izleyicilerden kaynaklanan yeni bir sansür mekanizmasını yeşertebileceğini kamtlıyor. Ş E B N E M ATİYAS NEW YORK Dpğal olarak radyo ve televizyon gibi kitle yayın kurumlannın devlet tekelinden çıkmasıyla sansürün de büyük ölçüde azalacağı düşünülür. Halbuki ABD'de son zamanlarda yaşanan olaylar, özel yayıncılıktaki piyasa hâkimiyetinin üstelik her zaman olduğunun tersine, iktidardan değil, tümüyle izleyicilerden kaynaklanan yeni bir sansür mekanizmasını yeşertip yaşatabileceğini kamtlıyor. Amerikan aıle kurumu ateş puskürüyor. "Yanm saattik bir prograrada tam 24 kez penis sözcüğu kullanıldı. Bu programa reklam veren, bütün kuruluşlann üriinlerini boykot ediyoruz." Boykot öyle korkutucu bir sözcük ki, hele hele Amerikan aile kurumu gibi dindar ve muhafazakâr Amerika'yı temsil eden güçlü bir kuruluştan gelirse en guçlü tekeller dahi o programdan reklamlarını elleri mahkum çekmek durumunda. Nitekim öyle de oldu. "Aile baglan"adlı dizi uzun süredir protesto edilmekteydi. 60*larda eylemci olan anne ve baba ile biri liberal, biri muhafa Münih'i bilmeyen Türk yok sanırım. Adım başında Türkler... Durumlar, duruşlan, sorunları... Küme küme görünüşleri; işleri, iş yerleri (açtıkları yerler epeyce)... Münih'in alışveriş yerleri... Bunları herkes bılıyor. Bu konularda yazılmadık şey kalmadı. Beni şasırtan şu gözlemle bitirmek istiyorum sözlerimi: Yurt özleminin getirdiği, alaturka rnüzik tutkusu va Almanların buna katılması. Onlar da alaturka muziğe merak sarmışlar ve dansöze! Dansözle birlikte onlar da göbek atıyor. Ney çalma tutkusu daha yaygın. , Gördüklerimi, sevgili yurdumuzla karşılaştırmaktan kaçımyor, uygarlığın neresindeyiz diye duşünmek bile istemiyorum. Şuncasını söyleyeyim, küçük AmeriStuttgart'ın Schlossgarten bü ka olacağız diyenlerden sonra yuk parkında yabancı iki işçinin "ikibin yılına duğnı Avrupa"nıo fotomodeli hayran hayran seyret düzeyine ulaşacağız" diyen siyasalcıların akhndan kuşkuluyum. mesi gibi. zakâr, biri tümüyle uçan üç çocuğunun yaşamlarını konu alan koınedi, günlük olaylan bu beşh' grubun nasıl yorumladığım anlatıyor. Son derece ilgi çekmesine rağmen dizi şu anda yayınına son verrae tehlikesi ile karşı karşıya, çünkü Teksas, RomenKatolik rahibi program yaymlandığında hernen hemen araya reklam veren kimse de boykot ilan edince 40 ülkede kalmadı ve çekim masrafları kar halen yayınlanmaya devam eden reklam ABD'den kaldınldı. şılanamıyor. Buna benzer yine yakın geçmişten bir olay Madonna ve ünlü Pepsi reklamının başına gelenlerdi. Yine Amerikan aile kurumu Pepsi'yi reklama devam ederse bir yıl süreyle boykot edeceklerini ilan ettı. Bunun üzerine Pepsi bir yıllık kontratına 5 milyon dolar ödediği Madonna'yı daha fazla zarara girmemek pahasına reklamlaruıdan çıkardı. Üstelik Madonna1 nın Pepsi reklamlarında muhafazakârları küstürecek bir şey olmadığı halde. Bütün olay Madonna'nın "like a prayer" adlı \ideosundan kaynaklandı. Bu sideoda Madonna yanan haçların arasında dans ediyor, elleri ve ayakları tsa'nın yaralarını andıran biçimde kanıyor. Bu sahneler dindar Amerikalılan rahatsız eden Ayı şekilde AIDS salgını nedeniyle eğitim içeren ve korunma için prezervatif kullanımını tavsiye eden reklamlar da protestolar yüzünden yayından çıkanldı. sahneler. Ancak Pepsi reklam filminin bütün bunlarla hiç alakası yoktu. Pepsi reklam filmi büyümüş Madonna'nın sekiz yaşındaki doğum günü partisini televizyonda seyredişini konu alıyor. Madonna ve çocuk yer değiştiriyorlar ve Madonna "like a prayer"ı söylüyor. Buna rağmen aynı şarkı izleyicilere videoyu hatırlattığında protestolann çoğu video ile reklam fılmıni birbirine karıştırdı, Amerikan aile kurumunun ardından. Atina'dan Giderek artan protestolar nedeniyle büyük şirketler reklam ajanslanna "tartışmalı programlara" reklam vermeyi yasakladılar. örneğin bunlar arasında Ralston Purina Co, Procter and Gamble Co., Tambrands Inc bulunuyor. Bu gelişmeler anayasal hak yanlılarınca endişe ile izleniyor. Tartışmalarda reklam şirketlerinin "ahlakçılara" kapı açarak program yapımcılarına "kendi kendini sansür" baskısı yarattıklan kaydediliyor. lfunanistan'da mezarlıklar ölülere yetmemeye başladı. încil'de ölülerin toprağa gömülmesi şart olmamakla beraber ülkedeki resmi din Ortodoksluk, toprağa gömme konusunda dayatıyor. Odessa adlı yeni bir dernek, insanların istediği zaman yakılabilme hakkını savunuyor. STELYO BERBERAKİS Türkiye"de olduğu gibi ölüler toprağa gömülüyor... İncil'de ölülerin "mutlaka toprağa gömülmesi" gerektiği gibi herhangi bir şartın bulunmamasına karşın, Yunanistan' ın resmi dini Onodoksluk, "insanoglu topraktan oluştugu için 61diikten sonra toprağa geri verilmeli" ilkesine inanıyor... Böylelikle Yunanistan'da ölenler kilisedeki cenaze törenlerinden sonra toprağa veriliyor... Ama ölünün işi burada bitmiyor.. tlk kırk gününde yeniden bir tören düzenleniyor, mezar başına gidenler o gün için hazırladıkları özel tatlüarı "daveüilere" ikram ediyorlar. Merhumun "ne iyi bir insan olduğu" dile getiriliyor. Ölünün işi yine bitmiyor.. Mezarlıkların tüzüğüne göre mezar yeri şahsa ait olmadıkça, ölü, tam üç sene sonra gömüldüğü yerden çıkanlıyor.. Kemikleri şarapla yıkanıyor ve isteğe göre metal bir kutuya konduktan sonra, mezarIık içindeki dev kütüphanelere benzeyen raflardan birine yerleştiriliyor.. Eğer bu yöntem istenmiyorsa, ölünün kemikleri binlerce iskeletin bulunduğu dev bir çukura atılıyor. Üç sene sonra mezanndan çıkarılan bir ölünün kemiklerinin şarapla ve ayinlerle yıkanması ne denli tüyler ürpertici bir manzara oluşturuyorsa, öİülerın yakıİmasına kilise o derece karşı çısıyor. Ama gel gelelim, mezarlıklar artık ölü sayısına yetişmemeye başladı.. örneğin bundan iki yıl önce Yunanistan'daki aşırı sıcaklardan dolayı binlerce kişinin ölmesi, mezarlık ve kilise yönetimini darda bırakrnıştı. Ölülere moıg bulunamayınca sağlık sorunları başgöstcrmeye baslamıştı. Bu nedenle ölülerin Yunanistan'da da yakılma ııkrı pıya^aya surüldü.. İlk tepki doğal olarak kiliseden geldi... Kiliseye, İncil'de, "ölülerin mutlaka gömülmesi" ya da"kati surette yakılmaması" gibi herhangi bir şarta yer verilmediğinin Ölüm işleri ATtNA Yunanistan'da da Madrid'den Basın skandalı ve kültürlti iktidar hırsı MİNE SAULNIER MADRİD Gazetenin sahibi, bir sabah gazetecinin odasına hışımla girip "Pıhnı pırtını topla" dedi, "kovuldun!" gazetecinin pılı pırtısı beyniydi. Kafasını ve kalemlerini toplayıp çıktı. Patronun adı Juan Tomas de Salas'tı ve "16" grubu diye bilinen basın kuruluşunun sahibiydi. Kovulan gazeteci ise şirketin koç başı "Diario 16" günlük gazetesinin genel yönetmeni, Pedro Jose Ramirez. Değil İspanya, dünya basın tarihinde böyle bir işten atılma ilk kez görülüyordu. Koskoca bir gazetenin genel yönetmenini sinek kovar gibi işten atan patrona ilk tepki kendi kardeşinden geldi ve yönetim kurulu başkanı kardeşi dahil, istifalar birbirini izledi. Daha bir hafta önce yönettiği gazetenin inanılmaz başansını konuşmak üzere televizyona çağrılan, basın dünyasındaki rakiplerine parmak ısırttıran "Scoop"lara imzasını atan Ramirez ne yapmış, kimin kuyruğuna basrmştı da böylesine ilkel bir "darbe" Ue son veriliyordu iktidanna? Pedro Ramirez, Diario 16 gazetesini 45 bin tiraj ve güvenirlikten uzak bir paçavra olarak teslim almış; satışı 150 bine çıkardıktan başka, saygın bir basın organı haline getirmişti. Gazeteciler arasında, "Siklon" adı veriliyordu Pedro Ramirez'e. Korkunç bir çalışma temposu vardı ve ETA ile Beyaz aslan yelesinı andıran zekâ dolu keltesiyte Jorge Semprun. Ispanya'da ilgili, kimsenin bugüne değin ulakultürün iktidarında bulunuyor şamadığı, karanhk devlet sırlanm ortaya çıkarmıştı. tçişleri bakanlığına bağlı güvenlik güçlerinin, CIA'yı andınr yasa dışı ve ETA komandolarını tek tek "temizlemeye" yönelik "Gal" örgütünü irdelemekteydi. Yönetimindeki zehir gibi bir muhabir ekibine açık kart vermişti ve bugün İspanya mahkemelerinde davası görülen onlarca üst düzey güvenlik görevlisi ve komiser, Diario 16'nın yarattığı bu "Watergal" sayesinde yakayı kaptırmış bulunuyorlar. Ramirez'in devletin sırtından yasa dışı terörist avcılığı yapanların üstüne giden başyazılar ve muhabir nlarda bulunuyordu. Hem sağdaki hem soldaki pislikleri iki ayağıyla tekmelemeye çalışan genç ve başarılı Ramirez, sonuçta kaidesi üstüne oturmuş. bulunuyor. Onunla birlikte Diario 16 da başladığı yere, 45 bin paçavra baskısına dönecek. Sağ, merkez ve komünist partilerden gazete sahibine yağdınlan protesto telgraflarına karşı, sosyalist iktidar havalara bakarak ıslık çalryor. Sosyalistlerin sessiz sevinci ve patron Salas'ın "Diario 16 kaliteli bir gazete olacak" deyişi yorumlanacak olursa; bundan böyle Diario 16'nın yapacağı muhalefet, "Baş Diario 16 adlı günlük gazetenin Genel Yayın Müdürü Pedro Ramirez. patron tarafından aniden kovuldu. Kovuluşundan bir süre önce Ramirez, Kültür Bakanı'na sinema yasa tasarısım hedef alan ağır bir eleştiri yöneltmişti. ekibi pek çok kimseyi rahatsız etmekteydi. Acaba korkulu düşü haline geldiği içişleri mi yemişti Pedro'nun başını? Gerçek olan şu ki Diario 16, son zamanlarda iktidarın antipatisini kazanmış bir gazeteydi. Genelinde sağ iktidarlann boğmaya çalıştığı sol muhalefet gazetelerine alışık olan bizler, Pedro Ramirez olayı ile İspanya'da bir sol iktidarın, muhalefeti susturuşuna tanık olduk. Diario 16, sağ kanat gazetesi değildi. Nerede bir açık yakalarsa gerçek bir gazetecilik dürüstluğüyle oraya vuruyor, bu arada sosyalistlere de ağır saldıbakan hazretleri kuşkonmaz yerken geğirdi," türüyle sınırlanacak. Tabii okuyucusu kalırsa. İki yıldır dilleri bir karış dışarda yılanın deliğinde haber kovalayan zehir hafiye gazeteciler ise uzun bir tatil için kızağa çekilmiş bulunuyorlar. Fakat bu basın skandalının asıi ilginç noktası, İspanyol Kültur Bakanı Jorge Semprun'da düğümlenmekte. Kovuluşundan hir gün önce Ramirez, Kültür Bakanına yeni sinema yasa tasarısım hedef alan ağır bir eleştiri yöneltmişti. Jorge Semprun'un düşmanlığını kazandıktan sonra yerinden olan ilk kurban Diario 16'nın yönetmeni değil üstelik. Kadınca bir zaaf sonucu koltuğundan düşmek üzere olan İspanyol TV'sinin başanlı müdiresi de ülkenin tüm aydınları kendisini tutmaya çalışırken Jorge Sempnın'un yakışıksız bir son darbesiyle baş aşağı gitmişti. Şimdilerde 40 yaş sulannda seyreden 68 gençliği için yaşamın en acı sürprizlerinden biri, artık üçüncü yaş sınınnı geride bırakan eski ilahların iktidar hırsıyla kabuk değiştirmeleri kuşkusuz. Beyaz aslan yelesini andıran zekâ dolu kellesiyle, geçmişte biriktirdiği saygınlığı her gün biraz harcayan îorge Semprun, bunların elbet en kötüsü değil, ama en iç acıtan örneklerinden biri. İktidar denilen basdöndürücu tepe ne menem bir lezzetse, tadmı alan unutkanlık hastalığına tutuluyor. İktidar hırsının en aldatıcı yanıysa, geçici yükseklerde uçurduğu ölümlünün gerçek çapını budaması. Jorge Semprun'un parlak geçmişi, kültür bakanlığını kabul ettiği güne değin İspanyol solu için en küçük bir gölge taşımıyordu. Bakan olduğunda, belki de verebileceğinden çok şey beklendi kendisinden, Federico Sanchez biraz da sivri dili yüzünden, bugün sanat ve media dünyasının boy hedefi haline gelmiş bulunuyor. Kendisine yöneltilen eleştirilere karşın kültür bakanı, tüm İspanyol gazete ve TV'lerini aynı kefeye koyarak, "san basın" olmakla suçluyor. anımsaulması üzerine, kilise yönetimi derhal harekete geçerek envanterine "ölüler mutlaka göraülmeli" şartını getirdi ve Yunanistan'daki bütün Ortodoks kiliselerine gönderdi... Ölüm işlerinden kilisenin ya da mezarlık işlerinden sorumlu belediyelerin "kâr" sağladıkları öne sürülüyor. Bu iddialar ne derecede doğru bilinemiyor. Ama bilinen tek şey, özellikle ölmeden önce yoğun tedavi görmüş insanların, aldıklan ilaçlar sayesinde gömüldüklerinden üç yıl sonra yeterince "erimemiş" olmaları ve bunun hazin ve korkunç bir manzara oluşturması.. İnsanoğlunun kendi izni olmadan bu şekilde teşhir edilmesi en azından ölülere saygısızlıkla eşanlamı taşıyor... Tüm bu trajik ve biraz da korku filmlerini andıran manzaralara bir son vermek, yayıldıkça yayılan mezarlıklann, mahalleliyi artık mezarlık manzaralan penceresinden rahatça baktırmak amaayla, Yunanistan'da "Odessa" adlı yeni bir dernek kuruldu... Dernegin adı tesadüfi degil.. Amaç, insanların yaşamları boyunca çektikleri yetmiyormuş gibi, öldükten sonra da mitolojide' ki Odessa gibi maceralı bir yolculuk yapmalannı önlemek, insan kişiliğine saygı göstermek... Yani ölüler, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, arzu edildiğinde yakılmalı... Toprağa gömme işlemlerinin durdurulması şimdilik olanak dışı olduğundan en azından bu işlemlerin sayıca azaltılması talep ediliyor... Çünkü Yunanistan'da birçok kişi gömülmekten çok yakılmayı tercih etmesine karşın, kilise buna karşı çıkıyor... lngiltere'de Ingilizce'yi ucuza öğrenmek için güvenilir tek yol AUPAİR'lik yapmaktır. llgilenen 1727 yaşları arastndaki lise mezunu bayanlar: Turkiye'nin ilk AUPAİR acentesi Derin Limited'e baş\urunuz. Babcelievler, Eser Silesi A/24 ANKARA 213 68 67