25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ne geliyordu. Ama o gun, bizim takvimimize göre hangi yüa düşüyordu? Bunu yıllarca bilemedik. Isa1 dan sonra 140 yjlında boyle bir rastlaşma olduğunu bildiren eski bir belge ele geçmeseydi gene bilemeyecektik. Mutlu bir olaydır bu. Artık bilirn adamları, bu belgeden öğrendıklerine dayanarak Mısır fîravunlarının, geriye doğru, hangi yılda yaşadıklarını hesaplamaya başladılar. Gene de yanlışlıklar olmuyor değıl. Şimdi burada (biraz gecikerek elbet) yazımın başına dönme sırası geldi: Zamanı düzenleme dizgesi, geçmişi öğrenmek gereksemesinden mi yoksa geleceği kestirmek gereksemesinden mi doğdu? Şunu söylemek yerinde olacaktır ki, ilkel toplum insanı için bu iici gerekseme de söz konusu değildi.' îlkel toplum (bu terminde bir aşağılama, bir küçümseme anlamı da bulunduğu için şimdi antropologlar, bunun yerine "yazısız toplum" sözünü yeğliyorlar) insanı sürekli bir "şimdiki zaman" içinde yaşıyordu. Orada ne geçmiş vardı, ne gelecek. Belki mutlulukları da bundandı. Eşitlikti egemen kurum, özgürlük değil; totem kültü insan ilişkilerini yönetmeye yetiyordu. Yazıdan sonra, demek tarihten sonra başladı geçmiş ve gelecek merakı. Daha doğrusu, totemlerin yerini tanrılar alıyordu artık, demek "yazgı" konusu ortaya çıkıyordu. Öyle ise insanoğlu geleceğinin ne olacağını bilmek isteyecekti. Sanıyorum ki, takvimi bu tutku zorunlu kıldı. Mısırhlarda sağlam bir takvim yaratma isteğini, Nil'in taşma zamanına ilişkin zorunluluk gerekli kılmıştır. Geçmişi bilme merakı ise moderndir, Romantizm ile başlamıştır; tarih biliminin bu dönemde bilimselleşmesi ve arkeolojinin bu dönemde ortaya çıkması bunun kanıtıdır: Yaşadığı günden mutiuluk duymayan çağdaş insanın geçmişi ülküleştirmesini burada aramak yanlış olmaz sanırım. Bir sığınma konusudur bu, mutluluğu geçmişte ya da gelecekte arama çabası. Mutluluğu geçmişte arama eğilimi, güzel sanatları, özellikle şiiri besleyen en önemli kaynaklardan biridir. Geçmişe dönmek olanaksız da olsa, düşlemi beslemek yolu ile tinsel bir erinç yaratır, yaşamımıza aldatıcı bir güzellik katar. Ama bununla kalmaz geçmiş tapınımı, eskiden yaratılmış mutlu çağlann varlığ) imgesini de canlandırır. Bir Altın Çağ yaşanmıştır geçmişte. Bu inanış, çeşitli biçimlerde tek tanrılı dinlere de geçmiştir: Devri Saadet, Sayın Muhammed'in yaşadığı dönemdir; sayın tsa, tanninsandır, günahı yüklenmek için yeryiizüne gelmiştir, mutlu bir çağı muştulamıştır. Biz ancak o kutsal çağiara bağlanmak ve onları yaşatmakla mutluluğa erebiliriz. Geleceği sağlama bağlamak hevjsi ise büyticülüğe yol acmıştır. Frazer, Altın Dal'da (The Golden Boug) büyüyü düşünsel bir bağlantının gerçek sanılması olarak tanımlar. (Picasso'nun Başansı ve BaşarısızhğıMetis YayınJarı): "insanlar, fikirlerinin düzenini, doğanın düzeni sandılar; bu nedenle de düşünceleri uzerinde kurduklan, ya da kurmuş gibi göründükleri denetimin, nesneler uzerinde de benzer bir denetim kurmalannı sağladığmı hayal ettilerT Büyüye inanma öylesine yaygındır ki, dua ve adak yoİu ile giinümüzde de yerini korumaktadır. Bir arkadaşımın (Demokrat Parti'de milletvekili olmuştu) yeni seçim geldiğinde, inandığj bir yatıra mum diktiğini bilirim. Geçmiş ve gelecek ustüne kurulan dtişlerin yitirilmesi çoğu insanda kötümserlik yaratır. Bunun tersini de doğurur, demek kötümserlik bu tür düşleri besler. Yeni basılan "îkibine Doğru" (Raymond WilliamsAynntı Yayınları) adlı yapıtta, yazar jöyle diyor: "20. yüzyılın kültüründe yaygın olan kötümserlik aslında geleceğin farklı ve daha iyi olabileceği beklentisinin yok olmasıdırf Demek gelecek umudu, gizemsel inançların dışında da varhğı(Arkası 19. Sayfada) 8 ARALIK 1989 Ikiııei Bin Yılın Soıııuıa Doğru MELİH CEVDET ANDAY Yaşadığı günden mutiuluk duymayan insan, umudunu geleceğe bağlar, beklenen bu gelecek ise yakın da olabilir, uzak da; hasta isek, iyileşeceğimız gün, toprağı sürduysek ürün alacağımız ay, evliysek çocuğumuzun dünyaya geleceği tarih, yakın beklentilerimizdendir. Bunlar ve benzeri beklentiler dışında, insanoğlu, yuzyıllar sonrası için de düşler kurrnaktan geri durmamıştır. tşte buraya gelindiğinde, takvim gereksemesinin onaya çıktığjnı görüyoruz. Arapça "kıvam" kökeninden gelme olan bu sözcüğün anlamı "derleme, düzenleme"dir; zamanı yıllara, aylara, günlere ayırma yöntemi, başka bir deyişle, zamanı belli dönemlere bölme dizgesi. tslam uygarhğı bunu Sayın Muhammed'in Mekke'den Medine'ye goçtuğu yıUa düzenlemiş; demek Isa'nın doğuşundan 622 yıl sonra başlatmış kendi takvimini. Takvimin temeüni Sayın Isa'nın doğuşunda bulanlar Hıristiyanlardır. Tarihsel olaylar, îsa'dan önce, Isa'dan sonra diye ikiye ayrdıyor. Burada akla gelen soru şudur: Isa'nın doğacağını ya da Muhammed'in göc edecegini bilmeyen insanlar, yaşamlannı nasıl tarihlemişlerdi? Bilmiyoruz ya da çok değişik dizgelerle karşılaşıyoruz. Hitit Kralı Suppiluliuma, Isa'dan önce 1390'larda yaşadığını bilemeyeceğine göre, kendi tak\imi ile ne zaman yaşamıştı? Bugün kulianılmakta olan Gregorien takvimi, Isa'nın doğumundan 1582 yıl sonra Papa XIII. Gregoire'ca ortaya atılmıştır. Ama yeni değildir bu takvim, Roma lmparatoru Julius Caesar'ın adına bağlanarak adlandınlan Juüen takviminden alınmadır. Bunlann ikisi de yılı 365 gün hesaplamışlar ve dört yılda bir şubat ayına bir gün eklemişlerdir. Buna "anık yıl" diyoruz. Bu iki takvimin ayrımı $uradadır: Gregorien takvim, 400 yılda bir artık gunlerden üçünü ortadan kaldırarak Julien takviminin eksiğini tamamlar, böylece yıl 365 gün, 24 dakika, 20 saniye olarak bugünkü bilimsel niteliğini kazanır. Ne ince hesaplarla varılmış buna! Milâdi takvimle Hicri takvim arasındakı geçişler de epe>r zorluklar içerir. Daha eskiden ise durum oldukça kanşıktı; diyelim Babilliler bilmem hangi tapınağın yapılmasını takvime başlangıç olarak alıyorlardı. Hitit'te ise bir kralın başa geçmesi ile başlıyordu tarihsel zaman. Eski Yunanlılar Olimpiyat oyunlarına dayanan bir takvim kurmuşlardı. Biz onların tarihleri ile kendi tarihlendirmemizi uyuşturup nasıl buluyoruz eski olaylann tarihini? Çok güçlük çekiyoruz ve bir çok yanhşa düşüyoruz. Ilkcağda yaşayan toplumlar içinde en sağlam takvimi kurmakla tanınan Mısırlüar, Sirius yıldızının görünmesi ile Nil'in taşmaya başladığına mim koyarak gittiler zaman bölümlemesine. Ama bu iki olay her yıl rastlaşmıyordu, arada altı saatlik bir gecikme oluyordu. Bu yüzden Sirius yıldızının doğuşu dört yılda bir uygunsuzluk yapıyordu. Bu iki olay ancak 1460 yılda bir aynı gü PENCERE Tarih Günceldir Birkaç haftadan beri "başucu kitabı"m: 'Türkiye'de Siyasal Partileıf' Üçüncü cilt: "İttihatye Terakki; BirÇağın, BirKuşağın, BirPartinin Tarihi..." Yazarı: Tarık Zafer Tunaya. Bilim kitabı; ama bir romandan daha çekici, soluk kesici, insanı alıp geçmişe götüren, zaman tünelinde gezdiren, sonra bugüne getiren kitabın gizemini bilim adamı kimliğine yazar kişiliğini sindiren Tunaya'nın önsözünde buluyoruz: "Tanzimafın yuz ellinci yıldönümü, Fransız İhtilali'nin iki yüzüncü yıldönümü, ikinci Meşrutiyefin seksen birincı yıldönümü... Elinizdeki kitap, bu üç yıldönümünün bütünleştıği bir zamanda çıkıyor... Tarihe bakmak, uzaya giden bir füzeden dünyayı seyretmek gibi bir şey olmalı. Tarihin derinliklerinde, Mustafa Reşit Paşa, Robespierre ve Enver Paşa, sankı bir odada oturmaktalar. Aralanndaki zaman mesafesi ne olursa olsun, geçmiş onları birleştiriyor. Belki kapı açılacak, Napoleon'la Lenin içeriye girecekler. Ve insana öyle geliyor ki; aynı odada oturan bu kişiler birbırlerine anılarını anlatmaktalar" •k Tarih bir bütündür, günceldir; tarihsel bilinci olmayanın güncel bilinci oluşabilir mi? Profesör Tunaya anlatıyor: "İttihat ve Terakki, siyasal tarihimizde ilginç bir sorunsalı ifade eder; imparatoıiuğun son on yıllık batış sürecinin talihsiz baş ak(Arkost 19. Sayfada) İBRAHİMCÜCEOĞLU ARADA Bffi SSCB'deki "yumuşama", "yenıden yapılanma" siyasasınm Doğu Avrupa ülkelerinde yarattığı "özgürleşme", "bağımsızlaşma", "kişilik kazanma" olgusu, dünya kamuoyunda bir numaradaki yerini koruyor. Yazarlar, çizerler, bilim adamlan, devlet yöneticileri demeçler veriyor, yorumlar yapıyor, bu olgunun nereye varacağını, ne gıbi sonuçlar getireceğini, yeni dengelerin hangi dayanaklar uzerinde kurulacağını, durulma (istikrar)nın nasıl sağlanacağını kestirmeye çalışıyorlar. Kimileri "komünizm çöktü, iflas etti" sevinciyle el çırpıyor, kimileri "kapitalizmin zaferi"nden söz ediyor, ölçülü sakıngan (ihtiyatlı) davranışı yeğleyenler ise bu olgunun yarattığı olaylardan sağlıklı, ışıklı dersler çıkarmaya özen gösteriyor, bunun için kafa yoruyor. Gerçekte işin aslı nedir, oraya bakmak, onu irdelemek, bu ölçekte "biz neyız, niçin varız, ne yapmalıyız, nereye varmalıyız" sorularını yanıtlamamız gerekir. Çünkü yaşanan bu özgürleşme, bağımsızlaşma olgusu, insanın, toplumların geçmişten gelen, günümüzde süren, gelecekte de hep görülecek olan ortak sorunu ve insanca yaşamının itıcı gücüdür. insanlığın, insan düşüncesinin gelişme çizgisine. özgürleşme, bağımsızlaşma savaşımının, geçmişin her dönemindeki onurlu izlerıne bakıldığında, bu olgunun "kaçınılmaz" olduğu ortaya çıkar. Bu yönüyle ortada bir "zater" varsâ bu insanoğlunun zaferidır, kutlanacak olan da insanın kendisidir. Özgürleşme, bağımsızlaşma, uygarlaşma savaşımlarında insanoğlunun onuru ve erdeminın yanında, onun dramı da vardır. Onurun, erdemin köreldiği ortamlarda onursuzluğun, erdemsizliğin dramı sahnelenir. İnsanlığın gelişme süreci ileriye dönüktür, ama bu süreçteki dramatik suskunluk da yabana atılmayacak ölçüdedir. İnsanın en yüce, en tartışmasız, en erdemli niteliği düşünme, düşündüğünü özgürce söyleme, yazma, zıt düşünceler karşısında kendi inancını, bağnazlığa sapmadan, sınamadan geçirme yeteneğine sahip olması, başkalarının kişiliklerine saygı duyması, onlara da yaşam hakkı tanıma özverisini gösterebilmesidir. İnsanları topla, tüfekle, tankla, baskıcı yasalaria, işkenceyle ya da adaletsiz, hak edilmemiş parasal olanaklar sağlayarak, görevler, orun (makam)lar vererek susturmak, bağımlı kılmak, köleleştirmek, bir suskunlar ortamı yaratmak olanaklıdır. Bunun geçmişte ve günümüzde her ülkede, her toplumda örnekleri görülmüstür, görülmektedir. Fakat suskunluğu sürekli kılmanın çaresi bulunamamıştır Çünkü suskunluk, kölelik, bağımlılık insanın doğasına aykırıdır. Aykırıdır ama insana, insan olmanın yüklediği bazı sorumluluklar da vardır. Bu sorumluluk, toplumlar, toplum temsılcilerı ve önderleri için daha da öncelikli ağırlıktadır. Önemli olan bu sorumluluk, yükümlülük ve görevlerin zamanında yeterince, etkince ve tümüyle yerine getirilip getirilmediğidir. Son günlerde gazete sayfalarına yansıyan haberlere, televizyon ekranlarındakı görüntülere bakınız. Şaşırtıcı, bir yandan sevinç, öbür yandan üzünç veren olgular birbirini izliyor. Polonya1 da, Macaristan'da, Doğu Almanya'da, Çekoslovakya'da, Bulgaristan'da, daha dün sayılacak günlerde özgürlük, bağımsızlık için direnenleri, konuşanlan hapse atanlar, onlara yaşama hakkını çok görenler, şimdi eski despot önderlerini lanetliyoriar. Demokratik Almanya'nın yeni devlet başkanı, sanki devrik Hönecker'in sağ kolu kendisi değilmiş gibi günah çıkarıvor Leh, Çek, Macar uluslarının bir avuç kahraman insanı özgürlük uğruna bayrak açıp Sovyet tanklarının paletleri altında can verirken biz Anadolu toprağında gözyaşı döküyorduk, ama o ülkelerio Sovyet yanlısı bağımlı yöneticileri altlarındaki koltuk uğruna kölelik yarışında koşturuyorlardı. Bulgar tiranı Todor Jivkov'u, onun Dışişleri Bakanı Petar Mladenov devirmiş, şimdi eski efendisinin koltuğunda "Yoldaş Jivkov"u, "Çar Jivkov" olarak tanımlıyor; yarın bir gün mahkeme önüne çıkarma hazırlığında. Ya Romanya'ya ne demeli?.. 24 yıllık Çavuşesku için komünist partisinin 14. genel kurulunda 3308 parmağın havaya kalkışı da günün koşullarına uygun ayrı bir çıkarcılık, onursuzluk değil mi? Bu 3308 parmağın sahibi bu kadar mı "köle", bu kadar mı "robot"? Özgürlükten söz eden yok! Doğu Avrupa ülkelerındeki kamuoyu oluşturma görevlisi gazetelerin hali ise yürekler acısıdır. Kişiler aynı, kalemler aynı; ama "sahip"ler, "efendi"ler değişmiş, sazlar artık başka telden çalıyor. eski "efendidespot"ları yerden yere vuruyor!.. Bu, bir insanlık dramı değil de nedir? Tüm bu gelişmeler güzel, sevindirici, insanlık adına onur vericıdir. Ama ya bu insanlık dramı, bu çıkar doğrultusunda döneklikler, açılan yeni özgürlükçü ortamda yerini koruma, dünyalığını elden kaçırmama fırdöndücülüğü, rüzgâra göre yelken açma namertliği. bu rüzgârgüllüğü... Buna ne demeli?.. Asıl izlenilmesi, ders alınması gereken budur. Uyanmak için de mi bağımlı olunan devletin, gücün, kişinin buyruğuna, işaretine gereksınim vardır? En güçlü dayanak halkın, ulusun bilinci, oyu, istenci değil midir? "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" anlayışının sonu, günün birinde yılan zehiriyle ölüp gitmektir. Kendine yapılmasını istemediğin haksızlık karşısında susmak, adaletsizliğe ortaklıktır. Bağımlılığın, köleliğin en kötüsü, bundan kurtulup özgür olma hakkını bile "efendi izni"ne, yönlendirmesine bırakmaktır. İnsan, erdemli, onurlu, özgür, bağımsız kişi olmanın gereğini yapmakla yükümlüdür. İnsan olmanın erdemi, onuru yanında bir de ''bedeli" vardır. Bu bedeli göze alamayanlar onursuzluk, erdemsizlik batağından kurtulamazlar. Dönemımiz özgürlük, bağımsızlık çağıdır. Bu çağdaki insanın dramı ise haksızlıklar, adaletsizlikler karşısında susmak, susmak, susmak, korku, başkalarının savaşımıyla ortadan kaldırılınca "öter" olmaktır. Özgürlük Savaşımında Kişinin Sorumluluğu YILIN SAMPİYONU 1989 TÜRKİYE'DE U R E T I L EN MARKALAR B İ Rİ N C İ S İ Ralli zor spordur. x Otomobillerin sadece hızının değil, gücünün...sağlamlığının... güvenilirliğinin de sınandığı çetin bir yanştır. Renault 1989 yılında yapılan tüm yanşmalar sonunda Türkiye'de üretilen markalar arasında "Yılın Şampiyonu" olmuştur. Bir tek yanşta değil, yıl boyunca yapılan bütün yanşmalarda elde edilen başanlarla gelen bu şampiyonluk Renault'yu bir kez daha haklı çıkarmıştır. Dünyanın en modern teknolojisiyle üretilen Renault, dünya markası olduğunu... büyük marka olduğunu... kalitede... güçte... sağlamlıkta rakipsiz olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Renault bugün şampiyonluk sevinciyle birlikte haklı çıkmanın gururunu da yaşamaktadır. "Zaman Renault'yu haklı çıkarır." İNGİLİZCE ve BILGİSAYAR bölümlerınde 8.1.1990'dan itibaren BAŞLAYACAKTIR. KAYITLAR 11.12.1989'dan itibaren YAPILACAKTIR. DUZEY SAPTAMA SINAVI 13.12.1989 saat 15.00'tedir. Sınava girmek için ön kayıt şarttır. ADRES: İ.T.Ü. VAKFI Eğitim Tesislerı İşletmesi I.T.U. Maçka Kampusu Mediko Sosyal Karşısı MAÇKA tel: 143 16 27 140 62 15 143 31 00 I 2115 ve 411 İ.T.Ü. VAKFI EĞİTİM TESİSLERİ İŞLETMESİ XIŞ DÖNEMİ KURSLARI r\
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle