23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 8 OCAK 1989 Tfeniyıla ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK Evvel zaman içinde, Yedinci Cadde ile Broadway arasında, Long Acre Meydanı adıyla bilinen üçgen bir meydan vardı. Ellis adasmın göcmenlere yeniden açıldığı, bu nedenle büyuk bir göçmen akınımn başladığı 1900 yıllarıydı. Atlı araba tamircilerinin çevrelediği Long Acre Meydanı adını, Londra'da aynı tür dükkânların bulunduğu meydandan almıştı. Meydanın batısından Sekizinci Caddede "kokulu" bölge başlardı. Kokulu bölgenin ilk işareti "Cehennem Mutfağı" adlı lokanta idi. îrlandalı, İtalyan ve Alman çetelerinin merkezi burasıydı. Bill Kit burada doğdu. Cehennem mutfağını vahşi Batıdan daha vahşi bulanlar bile vardı o zamanlar. Çeteler daha çok Onbirinci Caddede dolaşır, arabacı kalabalığım fazla rahatsız etmezlerdi. Kendi kendilerini vurup kırmayı tercih ederlerdi. Tam bu günlerde, Long Acre Meydanı'na yeni bir bina yapıldı. Üçgen binaya The New York Times Gazetesi taşındı. 1904'te New York'ta ilk metro yapıldığında 42. Sokağa denk gelen Long Acre Meydanı durağına bu nedenle "Times Meydanı" adı verildi. lşte bugün bütün dünyanın yeni yıla girdiğini teyit eden "42. Sokaktaki Işık Topunun Düşüşü"nün hikâyesi bu. Üstelik New York'tan Stuttgart'tan Roma'dan düşen top 1916da Times Meydanı'na elektrik geldi. Elektrik, birdenbire 42. Sokak'ın gece kulüplerini, barlarım ışıl ışıl bir fıale getirdi. O günden beri ışık topunun her yılbaşında düşüşünü seyretmek için on binlerce insan Times Meydanı'na doluşmaya başladı. bütün suçlu The New York Times Gazetesi. 31 Aralık 1904'te gazete, yeni binasının görkemini havai fişekleri ile kutlamaya karar verdi. Böylelikle Times kulesinde her yılbaşında havai fışek gösterisi gelenegi başladı. Derken havai fîşekler yetmedi. Times, yılbaşı gecesi, tam gece yarısı toprağa değip, sönecek şekilde, gün karardıktan sonra yavaş yavaş en üst kattan aşağı inmeye başlayan bir ateş topu icat etti. Bu sırada 42. Cadde ve Broadway tiyatroları, gösterilerin merkezi haline gelerek kalabalıkları çekmeye başladı. 1916'da Times Meydanı'na elektrik geldi. Elektrik birden bire 42. Sokagın gece kulüplerini, tiyatrolarıru, barlarmı, striptiz evİerini ışıklandırdı. O günden beri ateş topu, ışık topuna dönüştü, ağırlığı giderek artan ışık topunun her yılbaşında düşüşünü seyretmek için onbinlerce insan, çılgın çığlıklaı atarak Times Meydanı' Roma hamamı gibi F. Almanya'da son zamanlarda yapılan lüks havuziar. Roma hamamlannı çağrıştınyor. na doluşur oldu. Elektrik ve tiyatrolar bölgeyi zenginlerin araba tamir yeri olmaktan çıkanp eğlence merkezi haline getirdi. 70'li yıllarda ırk ayrımına karşı kazanılan zafer sinemalarda ve tiyatrolarda da kendini gösterince, 42. Caddedeki siyah nüfusta artış oldu. Derken üçkâğıtçıları, satranç rnasalan, saatleri, orospuları, pezevenkleri, uyuşturucu satıcılan, dilencileri ve tabii yankesicileri ve soyguncuları ile kendine özgü bir grup oluştu Times Meydanı'nda. Eski sinema ve tiyatro binaları eskilikten kapanırken, yerlerine video dükkânları, pip show merkezleri açıldı. Son olarak Times Meydanı'nı evrenselleştiren ziyaretçiler Sovyet lideri Mihail Gorbaçov ve eşi Raisa idi. New York'a yaptıkları kısa gezintide Gorbaçovlar New Yorklularla nerede tanışmalan gerektiğini çok iyi bildiklerini kanıtladılar. 42. Sokağın köşesinde Times Meydanı'nda Limousinlerinden inip New Yorklulann ellerini sıktılar. Gorbaçov ABD'den a>nlırken bu anı, duygusal bir dille anlattı: "Bana gösterdiginiz misafirperverlige teşekkür ederim, her şeyden önce sizinle artık göz göze geldik, ellerimiz birbirine değdi, bu benim için çok ögretici bir denevimdi." TV günleri Italya'da TV'nin 35. yılı kutlanırken, sosyologlar bu büyülü kutunun, İtalyan toplumunun dönüşümünde oynadığı büyük rolü vurgulamadan geçemiyorlar. Devlet televizyonu bugün Hırisüyan demokratlar, sosyalistler ve komünistler arasında parsellenmiş durumda. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA "Boşanmanın olmadıgı bu pis papazlar ülkesinde hiç evlenmemek daha iyi." Italya'da televizyonun muazzam gücünü onaya çıkaran ilk olay, "La Pelle" (Deri'nin ünlü yazarı Cunızio Malaparte'ın TV'de telaffuz ettiği bu beklenmedik cümle olmuştu. Bundan 35 yıl önce, İtalyan televizyonunun naklen yayınla verdiği ilk açıkoturumlardan birinde Malaparte'nin yaptığı bu çıkış, bir yanda tutucu Katolikler arasında skandal yaratırken, biryanda da ItaJyan siyasi sınıfına televizyonun kontrolünün siyasi iktidar açısından ne denli önemli olduğunu iletmiş oluyordu. Malaparte'dan sonraki konukları sıkı bir elemeye tabi tutmaya baslayan İtalyan devlet televizyonu RAI, bundan böyle kendini, hâlâ en çok seyredilen birinci kanalı sıkı sıkı denetleyen, hâkim siyasi sınıf Hıristiyan Demokratlar'ın etkisinden kurtaramadı. Her şeye rağmen sosyologlar, bu hafta 35. yılını kutlayan İtalyan TV'sinin İtalyan toplumunun dönüşümünde oynadığı yadsınmaz rolün önemini vurgulamadan edemiyorlar. Sosyal bilimciler, televizyonun İtalyan evlerine ilk kez girdiği 1954'te, henüz 100. yılını doldurmamış olan İtalyan Birliği'ni tamamlamakta büyük rol oynadığını hatırlatıyorlar. Televizyonun, birbirinden tamamen farklı en az 15 dil ve lehçenin konuşulduğu bu ülkeye ortaJc bir dil kazandıran başlıca araç olduğu konusunda herkes birleşiyor. Savaşın neredeyse yok ettiği bir ulaşım altyapısıyla büsbütüıı1 birbirinden ayrı düşen bu 1200 km uzunluğundaki ülkenin farklı bölgelerini birbirine yaklaştırmakta televizyonun büyük rol oynadığını tüm gözlemciler kabul ediyor. Ne ki henüz '6O'lı yıllann "ekoıtomik mucize" evresine girmemiş olan Italya'da, küçük bir araba fıyatına satılan televizyon, önceleri yalnız "mutlu azınlığın" evirıe girebiliyor. Milano, Roma ve Torino'daki üç stüdyosuyla yayına baslayan RAI, ilk yıllarında Kuzey ttalya'yı geriden izleyen Napoli'nin güneyine ulaşamıyor. 1954 yılının sonunda naklen yaymla televizyondan ilk kez izlenebilen lsviçre'deki Dünya Futbol Kupası'nın yarattığı heyecana rağmen ülkedeki televizyon abonelerinin sayısı 88.000'i aşamıyor. Bu abonelerin ancak yarısı özel şahıslann elinde kalırken, diğer yarısı da bar, restoran, kahve, kulüp gibi topluluğu biraraya getiren merkezleıe dağılıyoı. 500600.000 lirayı verip bar ya da kahvesine bir televizyon ekranı yerleştiren açıkgözler, kapıya astıkları "içerde televizyon vardır" ilanıyla köşeyi dönmenin yollarından birini buluyorlar. Sinek avlayan televizyonsuz kahvelerin yanında, ağzına kadar dolup taşan bu lokallerde sevilen programlar, konsomasyonun yanında ödenen bir ek ücret karşıhğında seyrediliyor. Bu yeni "lelevizyon konsomasyonu" ile birlikte, bizde de televizyonun ilk yıllarında yaşanmış olan "teleraisafir" olgusu hızla tüm ülkeye yayılıyor. Sevilen programların saatlerınde boş kalan sinema salonları da televizyona yenik düşmemek için perdenin iki yanına filmden önce izlenen büyük TV ekranları yerleştiriyorlar. Hâlâ televizyonun vazgeçilmez simaları arasında bulunan bazı TV yıldızları, İtalyanlar'ın yaşamlarına bu yıllarda giriyor. Örneğin, en sevilen TV programları arasında hâlâ "ilk 10"a mutlaka giren ve şimdi îtalya'nın özel televizyon kralı Silvio Berlusconi'nin kanallarında \önettiği yarışma programıyla her hafta 67 milyon seyirciyi ekran başına toplayan Mike Buongiorno, "Devam mı Tamam mı?" (Lascia o Raddopia?) programı ile ilk günden itibaren îtalyanlann gönlünü fethediyor. Aradan geçen 35 yıl içinde televizyon da, Batının en zengin ülkelerinden biri haline gelen ttalya'nın keşfettiği yeni bolluktan payına duşeni alıyor. '70'li yılların sonunda artık 3 kanal yayın yapmaya baslayan devlet televizyonu RAI'nin karşısında, şimdi 300'ü bulan yerel ve ulusal çaplı özel televizyon kanalı bir mantar hızıyla üremeye baslıyor. Yalnız başkent Roma'da 60'ı bulan bu başıboş özel televizyon furyası içinde RAI, ayrıcalıklı konumunu korumayı başanyor. Bugün ufak tefek yüzlerce kanalın \anı sıra Berlusconi'nin ulusal çaptaki 3 büyük özel kanalı karşısında hâlâ televizyon izleyicilerinin yüzde 47'sini elinde tutabilen RA1, bu gücünü rekabetteki başarısından ziyade, canlı haber yayınlannın monopolünu hâlâ elinde bulundurmasından alıyor. Bu monopole, îtalya'nın en güçlü siyasi liderlerinden sosyalist Bettino Cra.vi'nin desteğini arkasına alan Berlusconi bile karşı çıkamıyor. Berlusconi'de dahil olmak uzere tüm özel TV kanalları, her 15 dakikada bir reklamlann böldüğü film, eğlence, varyete ve yarışma programlarıyla yaşıyorlar. Mutlak iktidan ellerinde tuttukları 20 yıl boyunca devlet radyo televizyonunu sıkı denetimlerine alan Hıristiyan Demokratlar'ın ise zamanla uçe çıkan devlet kanallarının kontrolünü koalisyon hukümetindeki ortaklan Sosyalistler'in baskısı ile etkin siyasi partiler arasında bölüşturmek zorunda kaldıkları görüluyor. Bugun ttalyan televizyonu, RAI'nin birinci kanalını ellerinde tutan Hıristiyan Demokratlar ile ikinci kanalı denetleyen Sosyalistler ve üçuncü kanala sahıp çıkan Komünistler arasında tamamen parsellenmiş bulunuyor. RomaVa özlem F. Almanya'da eski tip yüzme havuzlan artık tarihe kanşıyor. Yeni moda havuzlarda köpüren dereler, dalgalı denizler, ışıltılı dekorlar, lüks ve sefa âlemi var. Broşürlerde "Romalılar gibi yüzün" deniyor. suüstü hoparlörleri ile değişik müzikler, atlama kuleleri, bir uçtan bir uca uzanan Tarzan ipleri... Yorgunluk gidermek isteyenlere sauna bahçeleri, buharlı mağaralar, Türk hamamları, güneşlenme ve cimnastik köşeleri. Bütün gün boyu karnı acıkanlara lokantalar, kafeteryalar, barlar. Canı sıkılanlara oyun salonları, TV köşeleri. Bu yüzme havuzlarının en önemli çekiciliği de yapı stilleri. Debdebenin, gösteriş ve aşırılığın yani sıra baştan aşağı pahalı mermer kaplı, düz hatlı, gösterişsiz, eski yeni kanşımı yüzme havuzlan da insanları çekiyor. Yüzenlere Roma hamamlannı anımsatıyor. 1980'li yıllarda Almanya'da kapalı yüzme havuzlarına ilgi azalmış, işleten belediyelerin 1a 98'i her yıl milyonlarca mark zarar etmeye başlamıştı. Insanlar klor kokan sulardan bıkmış, yüzmenin yani sıra eğlence de aramaya başlamıştı. Jflasa giden kapalı havuzlan restore edip, değişik dekorasyonlarla tekrar açan belediyeler kâra geçmişti. Onları örnek alan bazı yatinmcılar da Frankfurt, Münih, Essen, Berlin gibi büyük kentler çevresinde açtıklan "tapınaklar" ve "saraylar" ile milyon!ar vurmaya başladı. Kaplıcaları ile ünlü Stuttgart çevresi ve Karaormanlar'da BadenBaden, Bad Dürkheim, Aalen, Bad Liebenzell ve Filderstadt gibi kuçük kentlerde son yıllarda kurulan yüzme havuzlan olağanüstü inşa edilmiş yapılar. Profesör mimar VVienand'ın Aalen kenti tepelerinden birine oturttuğu "Limes Thermen" bir Roma tapınağı. Mimarların "NeoKlasik" dediği turden. Renkli broşürdeki "Eski Romalılar gibi yüzün" sözleri, bundan 1800 yıl önce Aalen yöresinde yaşayan Romalılan anımsatıyor Ne de olsa eski Roma'da hamamlar günlük yaşamın vazgeçilmez bir bütünüydü. Insanların bir araya geldiği kent alanlarından daha önemliydi. Hamamlar bir eğlenti ve soh Lezvos'tan AHMET ARPAD STUTTGART Adları "Badv lon" ve •'Caprima", "Aquadrom" ve "Aquarena", "Pinea" ve "Caralla." Broşürlerde ve gazete ilanlarındaki sloganlar da ilgi çekici. "Berlin neşeyle köpiir köpür", "Mutlu yaşam vahası", "Şehvet bahçesi", "Eski Roma hamamı." Yapılışları tapınak, saray, cennetten bir köşe görünümünde. Alışılagelmiş kapalı yüzme havuzlannın tadı kalmadı artık. 90'h yıllara çeyrek kala Alman insanı yüzüp, dinlenip, egleneceği, kısacası gününO gün edebileceği yeni havuzlara gidiyor. Lüks denebilecek yüzme havuzlarına. Buralarda su, insanlara akla gelebilen her şekilde ve ısıda sunuluyor. Şelaleler, köpüre köpüre akan dereler, dalgalı denizler. Projektörlerle alttan üstten renkli ışıklar, sualtı ve Pandomîm en eski iletişim En eski iletişim aracımn pandomimce olduğu kesin. Sonra yararlt da... Vücudun tüm organlan devreye giriyor; bayağı güzel spor da oluyor. MEHMET ÇIPLAK LEZVOS Aykırı bir kış sabahı. Günlerden pazar. Midillı daha uyanmamış. tşkembeci, karısıyla dükkârunı açmış, dinsel bir törene benziyor çorbayı hazırlaması, sunması. Asık, ciddi. Ama nedense içimde bir sevinç bir sevinç. Bizim Dikili'de de vardır ona benzeyen biri: Şemsettin Usta, hani "şeyiyle kavga eder" derler ya, öyle. Ama Allah için güzel yoğurt yapar. Bu saatler egemen sözcük "kalimera", yani günaydın; eh, o zaman herkese her şeye kalimera; boş sokaklara, arada geçen motosikletli çağdaş Safolara, güneşe, Ege'ye.. kalimera. Oldu olacak ey işkembeci, sana da bi kalimera. Kordonda yürüyorum. Birkaç balıkçı seferden dönmüş. Laflıyoruz. Nece mi? Valla ben de biliniyorum. Bi kere ortak sözcük çok: volta, çipura, roka, matlicanis, dummato^ raki.. bir sürü. Sonra azıcık Rumca. Bi tutam tngilizce, daha çok pandomimce. Gayet güzel anlaşıyoruz. Sefer fena geçmemiş, balık para ediyormuş, ama daha iyi olmahymış, konu hemen kardeşliğimize geliyor. Zaten kaç gündür bundan başka şey konuşmuyoruz. Sözcükleri bile ezberle AT'nîn danıında üyelik tangosu Isveç kamuoyunda AT'ye girelim mi? tartışması kızışıyor. Komünist Parti'nin beyin takımından Hermansson, AT üyeliğinin satmakla suçlanırdı, sağcılar devleti koruma pozisyonundaydı, şimdi tersi oluyor" diyor. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM "Sihirli Yıl" 1992 yaklaştıkça, Isveç kamuoyundaki tartışmalarda EG sözcüğünün ardındaki ünlemlerin sayısı da artıyor. EG, Isveç dilinde AT anlamında kullanıhyor. Üye olsak mı olmasak mı? Toplumsal güç odaklan içinde/arasında bir yılı aşkın bir süredir hararetle tartışılmakta olan 1989'da daha da ısı kazanacağa benzeyen AT'ye üyelik konusu, İsveç'i tartışmasız bıçimde Hamlet'e özdeş kılmakta. Isveç, AT üyesi olmak için gerekli her türlü önkoşula sahip durumda. Enflasyon yüzde 4.5, işsizlik yüzde 1 dolayında; bütçede fazlalık, İsveç şirketlerinin dış rekabet gücünde yükselme, dışsatıında artış var. Sanayi altyapısı AT ölçülerinin çok üzerinde. Gerçek ücretler ivme kazanmış bulunuyor. AT ile belirgin çelişkiler ortaya çıkarabilecek vergi sisteminde önemli değişiklikler söz konusu. Yani, sorunun çözümü, hükümetin karanna bağh. Ancak Ingvar Carlsson hükümeti, AT'ye katılım konusunun 'şimdilik' söz konusu olmadığı görüşünde. "Şimdilik." Gerekçesi bu üyeliğin ülkenin tarafsız konumunu zedeleyecek olması. Geleneksel temkinlerini elden bırakmayan lsveçliler, tarafsızhk konusunu uzun uzadıya tartışıyor, Avusturya'nın AT ile flörtünü de dikkatle izliyorlar. Sosyal Demokrat lşçi Partisi ülkenin AT'ye üyelik yerine, olabildiğince yakınlaşmasını ve ileride olası bir dışlanmayı onlemek için uyum sağlaınasını öngöıüyor. Hükumetin 6 ay kadar önce yayımladığı bir direktife göre, bütün yasama çalışmaları, AT'nin temel kurallannı göz önüne almak zorunda. Bu direktif, Isveç devletinin tarihinde yeni bir dönüm noktası oluşturuyor. AT'ye üyelik kavramı karşısında sosyal demokratlar, AT'ye uyum kavramını geçerli kılmaya çabalıyorlar. Uyum adına başlatılan teknik tartışmalarda, İsveç'in 'en kutsal' kurallanndan vazgeçmesi yolunda eğilimler beliriyor: Astronomik düzeydeki içki vergisinin düşürülmesi, KDV'nin azaltılması, döviz kurunu belirleyen kuralların değiştirilmesi... Üyelik bir yana, AT'ye uyum düşüncesine bile karşı çıkanlar arasında Komünist Partisi ile Çevre Partisi Yeşiller var. Komünist Partisi'nin eski lideri ve 'beyni', iktisatçı C.H. Hermansson, "Uyum uzun vadede üyelikle aynı sonuçları getirecek, tarafsızhk yilirilmese bile derin yaralar alacaktır" diyor. "Roller değişti" diye surdürüyor Hermansson sözlerini, "Eskiden sosyalistler vatanı satmakla, sağcılar ulusal devleti korumakla eşdeğerde tutulurdu. Şimdi tam tersi soz konusu." Hermansson, karşıt tavrına gerekçe olarak, "Halkın etki gücünü büyük şirketlere teslira edecek olan AT'nin anti demokratik yapısım" gösteriyor. Carlsson hükümetinin AT'ye "Eh, ileride belki" biçiminde getirdiği politika, sanayi çevrelerinde çapı gittikçe büyuyen bir paniğe yol açmış durumda. tsveçli işadamlarının büyük çoğunluğu, ülkenin ABD'nin ekonomik dinamizmi karşısında yoksullaşarak bir köşeye sıkışıp kalmasından korkuyorlar. AT üyeliğinin bir an önce gerçekleşmesi konusunda en guçlü çıkışlar, sosyal demokratlara geleneksel yakınlığı ile tanınan ünlü Wallenberg ailesinin sözcüsü Peter'den geliyor. İsveç Sanayiciler Biıiiği'nin de başkam olan Peter NVallenberg, "Tam üyelik olmazsa, bu bizde sakatlığa yol açacaktır" diyor. Hükümetle görüşmeler yaptıklannı belirten VVallenberg, "Görüşmeler uzadığı takdirde sanayide güvensizlik doğabilir" biçiminde konuşuyor. Stockholm'den Fransız Devrimi'nin 200. yılı kutlanırken taht kavgasından söz etmek gülünç gelebilir. Ama krallık yandaşları hiç de aynı gözle bakmıyorlar olaya. Bugün azınlıkta olanlar yarın çoğunluk olabilirler. Tarih iki yüzyılların sonsuzluk anlamına gelmediğinin örnekleriyle dolu. Mavi kaıı davası rupa soylularının. Ama epeyce dolambaçlı, uzun bir "ırksızlaşma" sürecinden geçmişler. Partiler üstü politikacı gibi, ülkeler üstü bir kraliyet sınıfı oluşturuyorlar. Örneğin Ispanya Krah Juan Carlos, Fransız Bourbon soyundan geliyor. Teyzesi Ingiliz, kansı Yunan. Ingiliz Kraliçesi'nin kanında da biraz Ispanyolluk, azıcık Fransızlık var ve kocası Yunan. Düşük Yunan kraliyeti, ayakta kalan iki krallığa döl yordamıyla kanşmış sizin anlayacağımz. Cadiz Dukü Alfonso de Borbon, adından anlaşılacağı üzere İspanya Kralı gibi Fransız Bourbon soyundan iııiyor dosdoğru. Franco rejiminin has adamı olarak diktatörün torunu Carmen'le evlenmiş, faşist dönemde büylıkelçilik yapmış, çok hızJı araba kullanmasını seviyor, bir oğlunu da kendi neden olduğu bir kazada öldürmüş, gerici mi gerici, çektiği söylevlerde en az bir Meryem, iki tsa, üç dört kez de İsa'nın teorik babasından söz eden ve özel yaşamında keyif düşkünü, giyotin kaşıntısı bir aristokrat. 55 yaşındaki Henry de Orleans ise Fransızların zaman zaman "Kızıl Aristokrat" ya da Cumhuriyetçi Prens diye adlandırdıklan azıcık anarşist bir monarşist. Cezayir'de subay olarak gösterdiği yararlıklardan ötürü ünlü Demir Haç nişanını almış, Charles de Gaulle'ün yakın arkadaşı, Paris Kontu'nun oğlu. Ne var ki birinci karısından boşanıp Brezilyalı bir dilberle evlendiği için babası tarafından mirastan çıkarılmış. Ama günün birinde arzuladığı demokratik monarşi Büyük Devrim'in ülkesine geri gelirse, Fransa tahtına aday. O yetişemezse, oğullan aday. Çünkü son Fransız Bourbon soylusu Chambord Kontu 1883 yılında ölurken, tahtın sürekliliği Ispanya'yageçmesin diye soy kalıtını Orleans prenslerine bırakmış. Ama Orleans prenslerini fazlaca cumhuriyetçi bulan Fransız aşırı sağının bir bölümu ülke Madrid'den M İ N E G. SAULNIER MADRİD "tran'a kacak sürü gecirirken mayın tarlasında düşüp bir bacağını yitirince topal lakabını alan Ismet özyürür'ün oglu Hamdi, uzun süredir nalın yapıp satarak yaşamını kazanan Mukadder Tıkırgit'in yedinci kızı Fadime'yi kendisine almak niyetindeydi," tümcesini kısaca özetdim: "filos", "filokseni", lemek gerekirse hangi başlık çıkar "adetfika" yani dost, dostluk, kar ortaya? "Topalın Hamdi, Nalındeşlik. Plumaro'ya gitmek istedi cılann Fadime'ye göz koydu?." ğimi söylüyorum. Otobüs bulunmazmış, taksi çeviriyorlar. Şöfor Aynı kısaltma yöntemiyle bu genç biri, güne uygun, neşeli. Tu yazının başlığı da, "Franco'nun ristik İngilizcesiyle beni tanımaya damadı Cadiz'li Alfonso, Fransa çalışıyor. Aradığım da buldu, be tahbna göz koydu," biçiminde olnim İngilizce de onunki gibi; tu malıydı. Ama öykümüz bir yanristik. Bu da yetiyor, artı, pando da anlı şanlı tspanyol Cadiz Dümimce de var. Bir yerde okumuş kü Alfonso de Borbon, bir yanda tum, en eski iletişim aracımn pan Paris kontu'nun oğlu, Fransa tahdomimce olduğunu; kesin doğru. tının varisi Orleans Dükü'yle bir Sonra yararlı da.. gözkaş, elkol, beyefendiler kavgası olduğu için vücudun tüm organlan devreye gi aşağıdaki uzatmayı yapmak zoriyor; bayağı güzel spor da oluyor. rundaydık. Fransız Devrimi'nin Sohbetin koyulaşacağını biliyo 200. yılını kutlamaya hazırlanırrum, ona yardım etmek istiyorum. ken taht kavgasından söz etmek, Bunun için öğrendiğim anahtar ilk bakışta gülünç gelebilir. Ama sözcükler var. Örneğin ilk "I'm Fransa ve lspanyo'daki krallık Türki" diyeceksin, hemen yüz yandaşları hiç aynı gözle bakmıkasları gevşer, ilk iletişimi kurar yorlar olaya? Bugün azınlıkta kasın. Ondan sonrası artık senin lan bu kralcılar, yarın çoğunluközelliğine kalmış. Benimkilerin il ta olabilirler. Tarih iki yüzyıiların ki, Korakas. Bu sevimli kişi ora sonsuzluk anlamına gelmediğinin nın milletvekili ve çok seviliyor. örnekleriyle dolu. Kısa, yoğun bir dostluğumuz olAvrupa soylularının cibilliyet muştu. Hemen etkiyi gösteriyor, bana dikiz aynasına fiyonk attığı ağacı çok karışık. Avrupa Toplukırmızı kordelayı gösteriyor, ne iş luğu'nun smırlan kaldırma düşünyaptığımı soruyor. "Likigaros" cesinden yüzyıllar önce, koyunla(avukat) olduğumu söyleyince, rını yabancı prenslere açan prenbeklenen oluyor, yüksek politika seslerin çabalarıyla bugün uluslayapmaya başlıyoruz. Halkların rarası bir soylu sınıfı var Avrupakardeşliğinden, onları birbirine da. Yalnız, paşa babalarınm reshükümetlerin düşman ettiğinden, mini son yıllarda kömürlükten saDido Sotiriu'dan , Ege kültürün lon duvarlarına taşıyan bizim stepne beyzadelerimiz hiç alınmaden, söz ediyoruz. sınlar, değil Osmanlı, Ruslar bile En eski iletişimin pandomim ol aristokrattan sayılmıyor bu duğu kesin, benim buna ekleyece çevrede. ğim sadece sevgi. Sevginin dili pandomimi öyle kolaylaştırıyor, Kimin eli kimin belini tutmuş güzelleştiriyor ki... belli değil, diyemeyeceğim, çünkü Size de kalimera, ya da merha cins köpekler gibi yedi göbekleri ba. Fark etmez. ak kâğıda kayıtlı söz konusu Av lerinin "hayali" krallığına, tspanyol Bourbon'u Alfonso'yu daha uygun göruvorlar. Cadiz Dükü Alfonso da kendini bu hayale pek kaptırmış olacak ki, sık sık Fransa'yı ziyaret ediyor ve kendilerine lspanyol beyazlan" ya da "meşruiyetçiler" adı verilen Fransız tiritlerine; Fransa'nın dinden imandan çıktığı için bozulduğunu, Günaha Son Çağrı fılmine gösterilen tepkiyi anlayışla karşıladığını, pornografınin yasaklanması gerektiğini anlatan söylevler çekiyor. Arkasında uluslararası sağın para babalan var. Bu paralarla bu yıl özel olarak kutlanacak olan 1789 devrimine, bir karşıdevrim çıkarnıası hazırlamaktalar. "1789'u kutlamamak için 365 neden", "Karsıdevrimcinin cep kılavuzu" adlı iki kitap ve bir de Karsıdevrim takvimi" bastırmışlar. Orleans Prensi Henry'nin hem bu kadar parası yok hem de böyle işlere kanşmıyordu şimdiye dek. Ama bozuk Fransızcalı rakibi Alfonso'nun son yaptığı terbiyesizliğe iyice tepesi attı, Cadiz Duküne karşı Paris Adliyesi'nde bir dadamadı bu gülünç oyuna kendini iyice kaptırmış, yazışmalarında Fransa kraliyet evinin arması mavi fon üstüne üç altın zambak simgesini kullanmaya başlamıştı. Bu kadarı fazlaydı artık. tirirdi. Günümüz işadamları da modern banyoların sauna ve Amerikan barlarında buluşuyor, rahat rahat, gözden uzak iş konusmalan yapıyor. Kumarhanesinin, büyük bahçeler ortasındaki villalarda oturan ürkek zenginlerinin, eski ağaçlarla dolu parklarının, ünlü atyarışlarımn ve vitrinleri maldan geçilmeyen dükkânlarının yani sıra şifalı sularıyla da tanınan BadenBaden'de, dünyanın en güzel kaplıca yapısı var. 1877 yapımı Friedrich banyosu. Isa'dan sonra 213 yılında Roma Imparatoru Caracalla'nın BadenBaden'in şifalı sıcak sulannda yüzdüğünü anımsayan kent belediyesi, bundan 4 yıl önce "Caracalla banyolan'nı da açtı. Mavi ve beyaz ınermerler zemini baştan aşağı kaplıyor, kocaman kubbe zarif ince sütunlar uzerinde yükseliyor. Datça yakınlarında tarihi Knidos kentinin Afrodit tanrıçası geniş havuzlarda yüzenleri çıplak çıplak seyrediyor. Yusyuvarlak yapının her yani cam. Yüzerek çıkıian dış havuza kayalardan sıcak şelaleler köpüre kopüre düşuyor. Hafta boyu nefes almadan çalışan Almanlar, bir gun için de olsa büyük yüzme havuzlannda sağlık dolu saatler geçiriyor. Modern çağ insanı için çok olağan bu. T bet merkeziydi. Poiitikaaiar ve îsveç'in tarafsızlığını zedeleyeceğini öne tüccariar oraiarda buiuşup iş bi sürerken, "Eskiden komünistler vatanı m . , va açtı. Çünkü Franco'nun eski JjOttUfCl * ClCUî Lıgilizlere sokakta içki yasak 7 kent merkezinde sokakta kafa çekmek yasaklandı. Uymayanlara 350 bin TL'ye kadar ceza var. Amaç, içip içip ortalığı kirleten, turistleri ürküten 18 yaş kuşağı 'kabadayı ve serkeş' gençleri hizaya getirmek. Bunlar Thatcher devriminde altlarda kalan kuşak. EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA Artık 7 kent merkezinde sokakta içki içmek yok. Parklarda, ahşveriş merkezlerinde, sokakta içki içenler 350 bin liraya kadar para cezası ödeyecek, Ingiliz parasıyla 100 Sterlin ediyor. Yani haftahk ortalama gelirin yarısı. Maksat, gençler sokak ortasında içki içip ortalığı kirletmesin, sağa sola saldırmasın, turistleri ürkütmesin, Güruh halinde, ellerinde bira tenekeleriyle patırtı çıkartan gençler, gitsinler pub'larda içsinler. Zaten orada herkes içiyor. Sokağa dökülmek de neymiş? Gençlere artık kabadayılık ve serkeşlik fırsatı yok. Imza: Hükütnet. Sokaklarda içenler kimler? 18 yaşından küçüklere içki yasak. Para, banka ve maliye ile uğraşan gençler de zaten pahalı restoranlarda içiyorlar. İçkiyle kafa bulmak yerine artık kokain daha pratik üstelik. Sokağa çıkanlar işsiz güçsüz lakımı. tşsizlik arttıkça, hele uzun süren de bir "vaşam biçimi" olursa çarelerden biri içki. Işlilerle işsizler arasındaki farkı görmeye taa Brezilya'ya gitmeye gerek yok. tngiltere yeterli. Hatta eski ağır sanayi kentlerine gitmek de gereksiz. Yaz kış turist kaynayan inci gibi küçük kentlere bakınız. Kafalan dazlak, ayaklarında postallar, sırtlannda genellikle meşin bir ceket, suratlarında saldırgan ifadelerle "arük iflah olmaz takımı" oralarda "bile" var. Bunlar, "Thatcher devrimi"nde en altta olmasa bile, onun bir üst katında kalanlar. Her halde maçtan sonra dövüşe girişenler de bunlardır. Toplumun tortusu. Not: Köprü altında kartonlara sarınıp yatan, en alttaki takımın kimseye saldıracak hali yok. Onları tenhiz ederiz. lçişleri bakanı, "tnsanlar sağduyuyu elden bırakınca bir sürü iş açıyorlar başlanna. Gidip polise yumnık atıyorlar, gidip birini bıçaklıyorlar. İçmeseler bunlar olmayacak," diyor. Haklı. Televizyonda, beyaz saçları ve sürekli tebessumüyie de inandıncı. "Efendim, acaba niye içiyorlar?" Hayır, bu soruyu soran yok. Içmesinler! Sırada meydanlara video kamera projesi var. Evet, içki içmiyorlar, ama acaba başka ne yapıyorlar? Burnunu kanştıran var mı? Kaşınan? Komplo kuran? Sadece kamu düzenini bozanlara bakmak yetmez. Bakmışken hepsine bakmalı. Polise göre kameralar gerekli. "Stadyumlarda olay çıkartanlan artık eskisi gibi elden kaçırmıyoruz. Neden? Videodan izliyoruz da ondan" diyorlar. "Zaten halk da video kameraya alıştı. Bankalarda var, mağazalarda var, büyük caddelerde var, metroda var. Meydanlarda da olsa ne olacak?" Muhafazakârlara va sağcılara fırsat. "Bütün içki ve sigara reklâmlan kaldınlsın, pub^ lara gidenlere kimlik verilsin" diyenler lüredi. Ama bakan kararsız, şimdilik. Yeni yılla yeni yasa zaten pup sahiplerine yönelik. Tezgâha yaslanıp da içki isteyenin suratına şöyle bir bakıp yaşını tahmin devri geçti. 18 yaşından büyük olup olmadığını saptamakla yükümlü artık. Bu da sökmezse videolar gelecek "Büyük Birader"le birlikte. Kızıl Prens Henry, doğru adliyeye koşup "Yabancı bir prensin" Fransız kraliyet armalarını kullanamayacağı gerekçesiyle Alfonso de Borbon'u mahkemeye verdi. Cadiz Dükü Alfonso'nun dış ülkelerde lspanyol büyükelçiliği görevini yüklenmiş olmasını da yabancılığına kanıt olarak gösteriyor. Fransız aşırı sağınının "Monsenyör" diye çağırdıklan Alfonso ise "Henry'ye de ne oluyor?" şeklinde konuşmakta. "Babası bile mirasından çıkardı onu." Sanki Franco'nun torunu Carmen'le evlenip ayrılmak, Orleans Prensinin Brezilyalı kaprisinden daha soyluymuş gibi. Tarihin mi, talihin mi cilvesidir bilinmez, Büyük Fransız Devrimi'nin 200. yılında bu mavi kan davası, Paris adliyesinin Marie Antoinnette'i giyotine gönderen duruşma salonunda başladı. Sonucu merakla bekleniyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle