Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 OCAK 1989 CUMHURİYET/7 Kırımzı kentte Her şey kırmızı bu kentte. Kırmızı, çünkü yapılar sıvasız, "tuğla" bütün mimahye egemen. Kırmızı, çünkü Garonne Irmağı boyunca ağaçlar yapraklarını dökmüşler. Kırmızı, çünkü güneş batıyor. NEDİM GÜRSEL TOULOUSE İnsan Haklan Bildirisi'nin kırkıncı yılını kutlamak amacıyla yapılan bir toplantı için Toulouse'a geldim. Gelir gelmez de kendimi ttım Ispanya'nın, hatta Picasso'nun azgın boğalarını bile çileden çıkartacak denli kırmıa bir kentte buldum. Kiliseler, evlerin yüzleri, duvarlar, çatılar, köprüler, su yolları, her şey kırmızı bu kentte. Kırmızı, çünkü yapılar sıvasız, "tugla" tüm mimariye egemen. Kırmızı, çünkü Garonne Irmağı boyunea ağaçlar yapraklarını dökmüş. Kırmıa, çünkü guneş batıyor. Ve ben nhtımda yüriiyorum. Bu kente ilk geldiğimde yalnız değildim. Capitole Alaru'na bakan bir otele inmiştik. Beyaz gövden o otelin aynasında kaldı. Mavi bakışların, kocaman kırmızı ağzın da... Sabah Capitole Alaru'na kurulan pazarda dolaşmıştık. Ne ararsan vardr. Eski kitaplar, biblolar, yün kazaklar, incik boncuk, züccaciye. Güneşli sokaklarda yürümüş, kiliselerin önünden geçmiştik. SaintSernin Kilisesi'nin çan kulesini anımsıyor musun? Nasıl da tuhaf bir yapıydı, kırmızı tuğladan örülmuş duvarları, kemerli pencerelerinin iki yanındaki beyaz sütanlan, gökyüzüne kat kat yükselen, yükselirken de daralıp sivrileşen biçimiyle Babil Kulesi'ni andınyordu. Yok, bu bölgede yapılan bir yılbaşı pastasını andınyordu daha çok! Issız bir köy kahvesinde, bir Katar şatosunun yıkıntılanna karşı yediğimiz... SaintSernin Kilisesi'nin, Fransa'nın Roman üslubunda yapılmış en büyük kilisesi olduğunu söylemiş, sonra da bu kentin tarihini anlamıştm. Şimdi yıllar sonra, Yeni Köprü'den kente bakarken sesini duyar gibiyim. Yine Katarları anlatıyorsun. "Katarlar şatolanm lepelerin yamaçlanna, manastır ve kiliselerini ise yoksul köylerle kentlerin kenar mahallelerine yaptılar. Doğnısu yaman insanlardı. Sırasında kılıç kuşanmasını bilen rahipler vardı aralannda. Ve Katolik Kilisesi'nin değil, kötülukle iyiliğin birlikte var olduğu bir dünya inancırun, eşitlikçi bir düzen anlayışının peşine düşmuşlerdi. Bağnazlık o dönemde de, en az şimdiki kadar yaygın olduğundan. Papa savaş açtı bu insanlara. Evel sevgili Türk! İlk Haçlı seferierini size karşı değil, kendimize karşı başlattık. Simon de Montfort'un ordusu kasıp kavurdu buralan. Rahipleri kılıçtan geçirip kadın ve çocuklan acımasızca öldürdü. Tonlouse kentini çevredeki şatolarla birlikte yakıp yıktı." Tbulouse'dan Nasıl da yumuşak sesin! Şimdi yaşadığın okyanus aşırı ülkeden değil, köprünün taş duvarlarındaki yosunların arasından geliyor sanki. Ve bana engizisyonun diri diri yaktığı insanları, işkenceleri, baskıya karşı inançlarından ödün vermeyen Katarlann sonunu anlatıyor. Toulouse'dayım. Ve nedense bu bölgede doğduğu için bu kentin adını taşıyan kambur ve cüce ressamın çizdiği alev saçlı, beyaz gövdeli kadınları düşünüyorum. MoulinRouge yosmaJarını, kankan yaparken İcalkıp inen siyah çoraplı güzel bacakları, bir sigara dumarunda, bir eski zaman düşünde savrulup giden günleri. Ve bu kentin bir aynasında kalan kıpkırmızı ağzını. Irmağın öte yakasına geçip ıssız sokaklarda yurüyeceğim birazdan. Otelim O pitole Alanı'na bakmıyor bu kez. yeni mahallelerin birinden fabrika bacalarına bakıyor. Tarih meraklılannı bellekleri kan ve ateş günleriyle yoğrulmuş dünya yorgunlannı, sarhoş ve sakat ressanılan değil, Airbus fabrikalarında çalışan muhendislerle teknisyenleri barındınyor bu kent. Toulouse'un önemli bir sanayi merkezi olduğunu, benim gibi göçebeleri bir kentten ötekine götüren uçaklann burada yapıldığını söylememiştin. Oysa dünya öküzün boynuzunda değil, onlann ellerinin üzerinde duruyor. Yann da uçak sanayi merkezini gezerim öyleyse, eğer sabah ilk uçakla yanına gelme deliliğine kalkışmazsam. Tenten hangi diyarlarda? En meşhur Belçikalı şimdi altmış yaşına girmiş. "Tenten Sovyetistan'da", Katolik hci Teşkilatı'nın yayın organına 1929 ocak ayından itibaren tefrike edilmeye başlamış küçük muhabir, daha o dönemde, Fındık'ı yanına alıp Bolşeviklerle baş etmeye gitmiş. HADİ ULUENGİN BRÜKSEL Burada çok yaygın bir rivayete göre, en meşhur Belçikalıları, polisiye roman yazarı George Sİmenon'un yarattığı Komiser Maigret, şarkıcı Jacques Brelve Herge'nin çizgi roman kahramanı Tenten üçlüsü oluştururlar. Sıraya göre ise, bu sonuncusu yediden yetmise herkese hitap ettiğinden ve albümleri bütün dünyada sayısız baskı yaptığından Tenten'in şöhreti, Maigret'inkine de Brel'inkine de üstün gelir. En meşhur Belçikalı şimdi altmış yaşına girmiş. "Tenten Sovyetistan'da", Katolik İzci Teşkilatı'nın yayın organına 1929 ocak ayından itibaren tefrika edilmeye başlamış küçük muhabir, daha o dönemde, Fındık'ı yanına alıp Bolşeviklerle baş etmeye gitmiş. Bendeniz, tam hastahk derecesinde addedilmesem bile, biraz çizgiroman müptelası sayılırım. "Tenten Sovyetist«n'da"mn değeri milyonlan bulan orijinal nüshasına sahip değilim. Ama aynı albümün, hiç olmazsa ilk minyatür baskılarından birini edinmiş olmakla övünürilm. Ne var ki bu mülkiyet ferahlığı, Tenten'in doğumunun altmışıncı yılında "çizgi romanbilimcilerin" üzerinde çok ciddi sosyopsikolojik araştırmalar yaptığı konunun beni de derin düşüncelere sevk etmesini engellemc. Çünkü sorun son derece vahimdir. Tenten'in ve maceralardaki diğer kahramanların cinselliği nasıldır? Genç gazeteci, yayımlanan yirmi üç albüm boyunca kimlerle aşna fişne etmiştir? Acaba "Mavi Lotns"ta, Şanghaylı kadınlann cazibesine dayanabilmiş midir? Kaptan Hadok, albümlerde ifade edildiği gibi, Castafiore ile hiç işi pişirmemiş midir? olan Georges Remy bütün bu sorulan cevapsız bırakmıştır. Herge müstear adıyla çizen yaratıcı, Katolik Izci Teşkilatı'ndaki püriten yaklaşımını en sonuna kadar sürdürmüştür. Doğrusu, aslında böyle olmuş olması da belki daha iyi. Çünkü, eğer Georges Remy, Tenten'in aş > na fışneleri, Kaptan Hadok'un temayülleri, Castafıore'nin romanlan, Fındık'ın dişi fmoları hakkında ipuçları vermiş olsaydı, "çizgi romanbilimcilere", psikanalistlere, korsan desinatörlere fazla iş düşmeyecekti. En önemlisi ise korsan desinatörler, tahayyüllerinin son damlasmı ve Tenten'in bütün şahsiyetlerini kullanarak, müthiş porno çizgiromanlar yaratamayacaklardı. Bu çizgi romanlar harika. Wawre Şosesi'ndeki dükkânlarda, tezgâh arkasında satılıyorlar. Kahramanların desenleri Herge berraklığında değilse de, yaptıkları bilumum münasebetsiz işlerle, çizgilerindeki acemiliği unutturuyorlar. Tenten, Cizvit papazlarının Katolik Izci Teşkilatı'nda verdiği öğütleri hiç yerine getirmi, yor. Georges Remy'nin arzusu hilafına, bütün ahlaksızlıkları deniyor. Kaptan, Castafiore ile yetinmeyip, mevcut operalann mevcut sopranolarıyla edepsiz işler beceriyor. Bana kalırsa, bu korsan desinatörlerin, çizgi romanbilimcilerin, psikanalistler varlığı, tahayyül dünyamızı daha geniş kılıyor. Dolayısıyla Herge'nin götürmediği diğer yolculuklara da çıkıyoruz. En meşhur Belçikalı ile. dünyayı gezmeye devam ediyoruz. Bu yolculuk, Çinler, Amerikalar, Sovyetistanlar kadar zengin. Hiçbir Katolik Izci Teşkilatı ile yapılamayacak kadar cazibe' li. Bu yolculuk, "Tenten Giinahlar Diyarında". BrükseVden Fransa'nın Roman üslubunda yapılmış en büyük kilisesi SaintSernin. Zürihten Ölümdenyaşama doğru giden bir alıııtı "Her gün mezarlığa gidiyorum. Kilisede bir mum yctkıyorum. Dönüşte birbirleriyle atışanları çekişenleri görünce üzülüyorum." DOGAN ABALIOĞLU ZÜRİH "Arkadaşımı 84 yılında tanıdım. Aramızda kısa sürede korkunç bir yakınlaşma doğdu, birlikte yaşamaya başladık. Bu da gittikçe derinleşen beraberlik güdüsünü geliştirdi. Birbirimizi duşünülebilenden çok seviyordukr be.ki yaşam.şür" savmda. "Dinlenceye çıkmadan önce kolundaki deride bir değişim gözledik. Bu kapovj, yani deri kanseriydi. Hemen alındı. Fakat AIDS tarusı dönüşümüzde bütün verileriyle saptandı. Benim testimin sonucu da pozitifti. leşme ve yapı bozulması başlamıştı. Kendisine yelkovanın yörüngesindeki tum saatlerimi ayırdım. Onu yıkadım, kremledim. Birlikte yaşadığımız konuttan hemen hernen hiç ayrılmıyordum. En büyük desveğimizi ev doktorumuzdan alıyorduk. Ancak bir buçuk yıl sonunda gücümüzün sonuna gelmiştik. O aşamada arkadaşım bir kliniğe yatmayı istedi. Sayrıevi girişinde, bir bakıcı bize "Ne için gejdiniz" dediğinde verdiği yanıt, "Ölmeye" olmuştu. Ama o güzelim bayanın, "Evinize dönünüz, orada yaşamdan aynlmak daha iyidir" sözü geriye gelmemize neden olmuştu. Bugün hastanelerdeki tutum eskive oranla çok değişti. Kliniklerde daha sevecen davranılıyor ve ölüm daha da güzel olabiliyor... Arkadaşım iki ay sonra aramızdan ayrıldı. Son günlerinde kördü, görmüyordu, yüksek dozajda morfinle ağrüarına katlanabiliyordu. "Senin çektiklerin daha uzun sünneyeoek, benimki de" demişti o gün. Ve bir daha konuşamamıştı. Annesinin ve benim aramdayken son nefesini vermişti. Diğer iki yakını, annesi, AIDSpapazı Heiko Sobei ve ben bulunduk cenazede. Ve ben tabutu toprağa verdikten sonra o öpülesi iyi din adamının boynuna sarılıp içimi boşaltmıştım. Bu duygulanın onun geri gelmesi isteği değil, acılarının son bulmasının verdiği mutluluktu diyebilirim. Son dönemler hep öteki dünyadan konuşuyorduk. Oradaki yaşam, tekrar buluşma inancı bize güç veriyordu. Hatta bir kez ağrılanna son verme düşüncesine kapılınca, karşı çıkmış: "Dünyaya getiren tann, giinii geldiğinde seni alır" demiştim. Çevrerade beni anlayan ve beni arayan epey kişi var. Bu açıdan mutluyum. Artık kendimi AIDS hastalarına adadım. Onlarla, ölümlerine kadar uğraşmak kişiyi yıpratıyor. Ancak açıkça söylemek gerekirse, çekilenler kendi yakınının kaybı düzeyinde olmuyor. Üç yıldır çalışmıyorum. Zamanımı arkadaşımın bakımına verChristianne şimdi otuzlarında. miştim. Sorumluluk yüklenmek Dediğine göre yaşlı biı kişi. "Son istiyordum. Birinci yılın sonunda 5 yılda geçenleri yetmişinde biri yürüyemez durumdaydı. Çirkin Her gün mezarlığa gidiyorum. Kilisede bir mum yakıyomm. Dönüşte kent kalabalığından kaçıyorum. Birbirine yaslanmış çiftler bana acı veriyor. Aynı duyguyu birbiriyle atışanları, çekişenleri görünce yaşıyorum. Kişilerin bu tutumu beni üzüyor. Oysa önlerinin açıklığını görebilseler, bunlara gerek olmadığını anlasalar dünya nasıl değişirdi. Çok gençtik. Neler elde edebilir, ne doruklara birlikte çıkabilirdik; bund<öı eminim. Çevreme Noel ve yeni yıl dileklerimi ilettim. Almaktan çok vermekten tat alıyorum. Benim elde ettiğimi artık bana kimse sunaAyrıntıların üstadı ve modern maz görüşündeyim" çizgiromanın en büyük dahisi Bilbao'dan Müdîre hanıımn önlenen yükselişi MİNE G. SAULNIER BİLBAO Ömür yelkovanı gelip dayandı mı son çeyreğe; bize gerçeği ve yalnız gerçeği, önlenemeyen ve durdurulamayan tek gerçeği söyleyen biricik tanıktır aynalar. Son çeyreğe tırmanan kadınsa, hele ve güzelse ve çekiciyse henüz, doğruyu söyleyen bu tek tanığa daha bir sık bakmaya başlar. Gözlerimizin çevresine, dudaklanrmzın kıvrımlanna, sanki yıllardır atılan kahkahaların hesabını sorar gibi çekilen çentikler, daha sık, her gün, birkaç kez bakarsak eğer, ansızın görünmez olacak gibi gelirler. Bu yakın takibin yanı sıra, birtakım telafı önlemleri de ahnmaktadır. Özenti kokusu çıkarmaya başlayan genç ve dar pantotonlardan, spor pabuçlardan, daha pahalı daha seçkin kokulara, biçimli tayyörlere, zarif iskarpinlere geçilir. Ilkbaharın vaat eden ve yazın yakıcı dişiliğini; sonun başlangıcının buruk tadıyla yüklü bir güz okşayışı beklemektedir. Pilar Miro, böyle bir güz kadını işte. Incecik, solgun gövdesini yiyip bitiren korkunç bir enerjiyi tüketen, yakıcı gözleri, çökmüş avurtları ve bıçak sırtı gibi ağzıyla bu kadın, tspanya Radyo Televizyon Kurumu'nun Genel Müdürü. Sinema yönetmenliğinden geliyor ve kaliteli fılmlere irozasını atmış. Başbakan Gonzalez'in kişisel desteğiyle RTVE'nin başına getirildiği iki yıldan beri çok değişti Ispanyol Televizyonu. Seçilen filmlerin kalitesi arttı, eğlence programlanna meme ve kalçadan öteye geçen bir yapım öğesi eklendi, kültur ve sanat ağırlıklı yayınlar sıkıcı olmaktan çıktı, spor meraklıları bile yeniden düzenlenen yayın saatlerinden hoşnut kaldılar. Hatta tspanyol Televizyonu, televizyon tüketiminin aklı başmda ölçüler içerisinde yapılmasını işleyen kurum yapımı reklam fılmleri göstermeye başladı düzenli aralıklarla. Pilar Miro'nun fikri olan "TV, TV'ye karşı" bu birer dakikahk spotlardan birisi, yılın en sevilen gösterisi bile seçildi. Söz konusu fîlmde görüntü, bir çocuk odasında başlıyor. Seyirci İspanyolların, "Kekarinyo, dios mio!" (Aman Tanrım, ne şeker şey!) çığlıklarıyla ekranda beliren orta boy bir köpek, nostaljik gözlerle odayı süzdükten sonra dolabı açıyor, ağzıyla tuttuğu minik bir bavul çıkanyor, yine ağzıyla kapağını açıyor; banyodan tüy fırçasını, yatağm aJtından lastik kemiğini, mutfaktan yemek kabını ve tasmasım yerleştirip kapatıyor. Komodinin üstünde duran ve küçük bir erkek çocuğuyla kendisini mutlu günlerinde gösteren fotoğrafa patisiyle hüzünlü bir dokunuştan sonra bavulunu ağzına alıp, salonda hâlâ kendisinden gecmiş durumda televizyon seyreden minik oğlana son bir bakış fırlatarak sokak kapısına yöneliyor. Aynı anda bir ses; ekranda beliren yazıyı okuyor: "En iyi dostunuz sizi terk etmeden. televizyonunuzun diiğmesine basın. Programlannızı iyi secin, bilinçli tüketin. tspanyol Radyo Televizyon Kunımu." Ancak beyninin enerjisi gövdesini yavaş yavaş yiyip bitiren, ağır bir kalp ameliyatıyla ölümun eşiğinden dönmüş bu sivri dilli ve tuttuğunu koparan kadına iyice takmıştı Aüaaza Popular Partisi. Derken aylarca bohçacı kadın gibi mağazalan dolaşıp, kenar mahalle muhbirlerine taş çıkartan AP yanhsı bir magazin gazetesi, aranılan kusuru bulmakta gecikmedi: Pilar Miro, RTVE'yi temsil ettiği yurtiçi ve dışı davetlerde giymek üzere, kurumun kasasmdan 2 milyon pesetalık etek, ceket, pabuç vb. satın almıştı. Sinema enstitüsünün başında iken üstüne blucinden başka şey giymeyen "asi ınblu" Nliro'nun, son çeyreğin köşesini döndükten sonra gelen RTVE Genel Müdireliği'yle birlikte lüks giyime merak sardıgı ortaya çıkmıştı. Televizyon iç yönetmeliğinde sunucular için bir giyim kuşam fonu vardı, ama genel müdürün bu ödenekte hakkı yoktu. Pilar Miro, bunu yapabilen bir kadındı İspanya'nın ses getiren basını buna rağmen ucuzluğa düşmedi Miro konusunda. Sol basm, Franco'dan bu yana neler neler yiyen devlet yoneticilerine hedef göstermeden saldırarak, "Müdirenin eteklilderiyle uğrasrnanın giiliinçliiğünii" vurguladı. Sağ basın ise sosyalist bakanlann örtülü ödeneklerini ve lüks harcamalannı tek tek yayımlayarak, Miro'yu soymaya kalkmanın daha büyük New York ve Arkansas'tan Insan haklan için sokakta operasyon OKAY GÖNENSİN NEW YORK / ARKANSAS (Monticello) 5. ve 6. caddelerin arasında yürürken Gazetecileri Koruma Komitesi'nde görevli Eric ile rastlaşıyoruz. Eric, kaldırımın üstünde öylece dikilmiş dunıyor, bizi de durduruyor, "Bakın. şimdi beyecanlı bir olay olacak." Karşı kaldırımın kıyısına park etmiş bir otomobili gösteriyor, içinde 3 kişi var, pek Amerikalıya da benzemiyorlar. Otomobilden tarafa pek bakmadan durumu açıklıyor: Singapurlu bir yazar, bir süre önce ülkesinde insan haklannın durumuyla ilgili bir kampanya başlatmış, sonunda ülkesine dönemez olmuş, o gün de bir toplantı için New York Barosu'nun bulunduğu binaya gelirken bekleyen otomobilin içindeki 3 kişi tarafından izlendiğini fark etmiş. Otomobilin içindeki 3 adam konuşmadan çevreye bakınıyorlar, şoförün yanında oturanın elinde bir bira şişesi var. Az sonra heyecan başlıyor. Binadan çıkan 2 Amerikalı otomobile yaklaşıp Singapurlunun takipçilerine bir şeyler sormaya başlıyorlar, adarnlar umursamaz bir havada yanıt veriyorlar, pek istiflerini de bozmuyorlar, bira içen içmesine devam ediyor. Ve harekâtın ikinci aşaması, çevredeki binalardan 67 kişi ellerinde fotoğraf makineleriyle otomobili kuşatıyor, adamlann fotoğraflarını çekip duruyorlar. Konuşma kesiliyor, adamlar şaşkın kendilerini çevreleyen objektiflere bakıyorlar, sonra şoför hareketleniyor, lastikleri gaardayan otomobil hızla fırlıyor, durumdan habersiz yoldan geçmekte olan bir kadım sıyırtar^k gözden kayboluyor. İnsan re ise Amerikalının kalbi esas olarak cüzdanında; cüzdan dışındaki konularda ise öylesine saf ki derin bir kalbe sahip olması pek gerekmiyor. Jerome, Arkansas'ta üniversitede uluslararası ilişkiler dersleri veriyor, kendisini 60 kuşağından diye tanımlıyor, askerliğini Türkiye'de yapmış, Batı Şeria'da öğretmenük yapmış. "Yalnız halkımız degil bizim yöneticilerimiz de saftır" diyor, yine cüzdanını salhyor "Ama bu iilkede politika bu, seçim bu..." Jerome da ma'dan kaikıp 2 günlüğüne Incırlik Üssü'ne gelip beklemiş olmasına... Hughes 22 yıl pilot olarak orduda bulunmuş, 17 ülkede görev yapmış, genellikle Panama'da üslenirmiş, emekli olunca küçük kentine dönüp çiftliğinin başına geçmiş. Yargıç Hughes, bölgede içki satışının yasak olmasına da şaşırmıyor, anayolun bir yanında zencüerin diğer yanında beyazların oturmasına da... Uyuştunıcu sorununun giderek kangrenleştiği bir ülkede, içki satışı yasakları, sigaraya karşı kampanyalann tuhaflığı bir yana, tutucu eğilimler de şaşırtıcı düzeyde. Gazeteci Jackson yine şaşırtıyor. Onun kızı da uyuşturucu bağımlıhğından kurtulmak için bir rehabilitasyon merkezinde tedavi görüyormuş, bunu da anlatıyor, sonra Amerikan toplumunun kurtulması için öncelikle tele\izyonlara sıkı bir denetim getirilmesi gerektiğini, basımn da denetim yollannın bulunması gerektiğini savunuyor. Ve bir haber okuyoruz: Geçen yıl, üzerlerinde az miktarda uyuşturucu bulunan 300 bin kişi, haklarında hiçbir adli işlem yapılmadan serbest buakılmış... Bir süre önce ülkesinde insan haklannın durumuyla ilgifi kampanya başlatan Singapurtu bir yazar sokaktaki operasyonla cellatlarımn elinden kurtuldu. haklan mücadelecileri pek keyifleniyor, Singapurlu yazarı izleyen kötü adamlan kaçırdılar, Singapurlu bu kez cellatlarımn elinden kurtuldu... • Amerikalının kalbi nerede? George Bush başkanlık görevini devralırkcn yaptığı konusmada "Bizim kalbimiz de var" diyerek Reagan sonrası döneme bir de kalp boyutu getiriyordu. Jerome'a gökendi ülkesine şaşırıp duruyor, 10 bin nüfuslu küçük Monticello'da her yıl 200 adet gambot (gunboat) üretılip Latin Amerika'daki askeri yönetimlere satılıyor olması onun için de hayret verici bir olay. Seçimle gelen yargıç Hughes ise pek bir şeye şaşırmıyor, ne gecenin karanlığında otomobilin önünden dans eder gibi geçen geyiklere ne de 1959 yılında Pana Pilar Miro: Küçük yolsuzluklar yüzünden işini kaybetti. yolsuzluklan örtmeye yaramayacağı savıyla arka çıktı RTVE Müdiresi'ne. Carlos Saura, Fernando Feraan Gomez gibi ülkenin önde gelen sanatçıları bir bildiri imzalayarak Pilar Miro'yu desteklediler. Televizyonun kendisiyle yeterince ilgilenmediğinden yakınan Jorge Semprun ve elli yaş ıvrizine giren bazı aydınlar ise kellesini istediler. Asıl kıyamet mecliste koptu. Aliaiıza Popular Partisi Miro'yu mahkemeye verdi, meclis soruşturması açıldı hakkında. Pilar Miro, üç kez kürsüye çıkıp kendini savundu. Paraları da gcri verdi, Pilar Miro.o bıçak sırtı gülüşüy le şöyle dedi giderayak: "Kaplanın postunda ha bir çentik eksik olmuş. ha bir çentik fazla, ne yazar." Kaplanın kim olduğu belli değil mi? Roma'dan Lotarya paüadı, satış da patladı Italya'nın en prestijli iki gazetesi Corriere della Sera ve Repubblica her gün milyonlar dağıtmak suretiyle tirajlarını yükselüyorlar. Acaba oyunlara ara verildiğinde bu şişkin tirajlar sürecek mi? biri olan NİLGÜN CERRAHOĞLU gazetecilerindenFranco di Ottone'nin yerini alan Bella ile ROMA "Corriere Della Sera bugün bayilerde bitmiş olabilir. Bu durumda, ertesi güniin gazetesini bayinizden ayırtımz." Birinci sayfanın altındaki bu iri ilam görmemek mümkün değil. Gerçekten de "Replay" adh piyango oyununu lanse ettiği günden beri, "Corriere". bayilere gazete yetiştiremiyor. Kaydettiği muazzam gerilemeyle çaresizliğe kapılan ve son yıllarda bir milyonun üzerinde satan "Repubblica" ile baş edemeyen Corriere Della Sera, piyango dağıtmaya başladığı günden beri satışlannı iki misline çıkarttı. Okurları karşısına "Replay" ile birlikte çıktığs 14 ocak gününe dek satışları 550 binde seyreden gazetenin tirajı, bir hafta içinde 1 milyon 100 bine çıktı. Boylece bir süredir Repubblica ile Corriere Della Sera arasında devam eden amansız mücadele, gerçek bir düelloya dönüştü. Bundan on yıl öncesine dek İtalya'nın en prestijli ve etkin gazetesi olan Corriere Della Sera'nın bunalımı aslında 70'li yılların ortasında Genel Yayın Müdürü Piero OCtone'nin görevinden ayrılmasıyla başladı. Ulkenin sayılı gazete, tutucu ve demode kalan bir kalıba saplandı. Tam bu yıllarda nefes aldırmayan terör sorunu ile sarsılmakta olan ülkede, gene iki gazetecinin çıkarttığı, iki yeni gazetenin doğuşu da Corriere'ye küçümsenmeyecek bir darbe indirdi. Bunlardan birincisi, son ayların "Irpinia Deprem Fonlan" skandalında Başbakan De Mila'ya başka hiçbir gazetecinin yapmadığı şekilde kafa tutan Indro Monıanelli'nin Milano'da çıkarttığı tutucu "II Giornale", diğeri de ttalyan gazeteciliğinin dehası Eugenio Scalfari'nin yarattığı Repubblica idi. herkesin okuduğu bir gazete haline geldi. Corriere ile olan yarışını her gün başka bir ek çıkartarak hızlandıran Repubblica, bunlarla da yetinmedi ve nihayet geçen yıl "Portfolio" adlı bir talih oyunu koyarak, her gün okuyucularına yaklaşık 7.5 milyon lira dağıtmaya başladı. Prestijli gazete Repubblica'mn İtalyan basınında şok yaratan bu adımını, rakibi Corriere'nin o zamanki Genel Yayın Mudürü Piero Ostellino, "kendi gazetesinin hiçbir zaman bir diş macunu gibi satılmasına razı olmayacağını" söyleyerek karşıladı. Ne ki birkaç ay önce, gazetenin başına eski VVashington muhabiri İ'go Stile'nin gelmesiyle, piyangoculuğu aşağılayan bu sert eleştiriler unutuldu. Gene ülke basınının bir numaralı yayın organı olmaya ahdeden Stile ile birlikte, Milano'da çıkan bu köklü gazete "Replay"ı icat etti. Okuyucu çekmek için her gün milyonlar dağıtan gazetelere Repubblica'nın arkasından Corriere gibi ciddi yayın organları da eklenince, basın dünyası içinde önemli bir polemik çıktı. Talih oyunlanyla tirajlarını arttıran gazeteler, bu oyunlara ara verdiklerinde sağladıkları şişirilmiş tirajları sürdurebilecekler miydi? Gazetecilerin bir kısmı, profesyonel çalışmaların ürünu ile gazeteleri satamamamn üzüntüsünü belirtirken, basımn bir bölumü de başka türlü hiçbir zaman evine gazete almayacak olan ve piyango ile kazanılan okuyııculann bir süre sonra sadık gazete okurları arasına katılabileceklerini iddia ediyorlardı. Henüz bu konuda ciddi bir araştırma yapılmadı, ama ilk bakışta, gazete satışları açısından diğer Batı ülkelerinden çok geride olan İtalya için, bu iyimser beklentilerin ne denli gerçekçi olduğu şüpheli. Örneğin bu tip oyunlarla, muazzam tiraj artışı sağlayan "Messaggero"nun satışları, oyuna ara verilmesiyle birlikte bir çırpıda düşüverdi. Repubblica ise, bir yıldır sürdürdüğü "portfolio"dan vazgeçnıe\e henüz cesare' edemedi. İtalya ile gerek nüfusu gerek refah çizgisi açısından aynı düzeyde olan İngiltere'de gazetelerin 21 milyonu bulan tirajları karşısında, Çizme'de bu rakam 6 milyonu aşamıyor. Hıristiyan Demokrat De Mita başkanlığındaki hükümetin bu konuda uyguladığı politika da son derece olumsuz. Yılbaşında gerek gazeteler, gerekse de kitaplar uzerine konulan vergiyi arttırmaya karar veren De Mita hükümeti, aydın çevrelerde tepki yaratıyor. ttalya'da "boyalı basın"ın yerini tutan ve her gün yayımladığı yanşma programlannda arabalar, kürkler, salon takımları gibi milyonlarca lira tutannda ödüller dağıtan çok sayıda televizyon kanalının varlığı da yazılı başına gerçek bir darbe vuruyor. Girne'den Konyak lıelliııısiz gitmiyor Türk kesiminde el altından da olsa Rum konyağı bulunabiliyor. Buna karşın ada Türklerinin keçi sütünden yaptıkları ve adaya özgü olan hellim peynirini bulmak oldukça güç. MEHMET UHRİ GİRNE Ada alışılmadık ölçüde soğuk ve yağışlı günler yaşıyor. Kabarumın içinde titrerken ahalinin kaban, palto, yağmurluk gibi giysileri kullanmaması ügimi çekti. Soğuğa alışkın olmadıkları için ceket ya da mont dışında üstlük bulundurmuyorlar. Üzerimizdeki kabanlarla adada yabancı olduğumuz hemen seziliycr. Evlerde ısıtma sorunu da söz konusu değil. Portatif elektrik ya da gaz sobası yeterli geliyormuş. Daha da ilginci kömür, pazar yerlerinde okka ile satılıyor ve genellikle mangallarda kullanılıyor. İngiliz yönetiminden kalan birtakım alışkanlıklar bırakılabilmiş değil. Sözgelimi ağırlık ölçüsü olarak okka, uzunluk birimi olarak arşın kullanılıyor ve hepsinden önemlisi trafık soldan akıyor. Gencinden yaşlısına tüm adalılar iç ve dış politika konulannda son derece duyarlılar. Türk hükümetinin ve muhalefetin KKTC hakkında verdiği en küçük demeçler bile önemli ortak tartışma ve konuşma konusu olarak biçinıleniyor. Ada ekonomisinin zayıflığı ve hemen hemen anavatanda yaşanan enflasyona yakın değerde bir enflasyon yüzdesinin varlığı günlük yaşamda izlerini oldukça belirginleştirmiş. Günlük alışverişlerinde TL kullanan adalılar, ev, arsa alım satımı gibi büyük alışverişlerde paund üzerinden işlem yapmayı yeğliyorlar. Adalılar, Rum kesiminin savaşı kaybetmiş olmasına karşın ekonomik anlamda savaş kazanmış kadar KKTC'den zengin oluşunu, toplumlararası göruşmelerin çıkmaza girmesinin nedeni olarak görüyorlar. 1 Kıbrıs Lirası'nın yaklaşık 4000 TL olduğu bir ortamda gerçekten savaşı kazanan tarafın hangi toplum olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Savaş sonrasında Türk ve Rum kesimleri arasında her türlu ekonomik ilişki sona ermiş. Uluslararası anlaşmaların getirdiği bazı ulaşım hizmetleri ve elektrik alışverişi dışında her türlü ahşveriş yasaklanmış olmasına karşın Türk kesiminde el altından da olsa Rum konyağını bulabiliyor olmamız ilgimizi çekiyor. Rum konyağı ada dışında da ünlenmiş ve Avrupa'da aranan içkiler arasında yer alışor. Buna karşın ada Türklerinin keçi sütünden yaptıkları \e adaya özgü olan hellim peynirini bulmakta oldukça güçlük çekiyoruz. Bu durumun en önemli nedeni Rum kesiminden gelen gavri meşru talep. tki toplumun hellim peyniri ile Rum konyağını takas ediyor olmaları, bu kadar riskli bir işi goze alabiliyor olmaları adanın ilginç gerçeklerinden biıi. Gorunen o ki savaş her iki toplumun kcyfini oldukça kaçırmış, ama ağızlarımn tadını kaçııamamış. Ne de olsa konyak, hellimsiz yavan olurmuş. 70'lerin ikinci yansında yepyeni bir mizanpaj, genç, dinamik bir ruhla doğan Repubblica, birkaç yıl içinde Corriere'den, aralannda Alberto Cavallari ve Piero Ottone gibi parlak isimlerin de bulunduğu, en iyi imzalan almayı başardı. Scalfari'nin önderliğinde kısa süre içinde İtalyan gazeteciliğinin sarsılmaz kurumlanndan biri olarak görülen Corrieıe'nin satışlannı geride bırakan Repubblica, İtalya'da tutucu ya da ilerici, "modern" olan ve her alanda "modV'yı izlemeye hevesli olan