19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 31 TEMMUZ 1988 BrükseVden Isyankâr başpiskopos isa'nın üleştirdiği ekmeği havarilerin ağzına milyonlarca Katoliğe göre bu konu çok (an çozümlenmiş durumda. mı verdiği ya da başka bir yöntem mi Papa 23. Yuhanna'nın başlatıp, halefi 6. Pavlus'un sürdürdüğü ve kullandığt hep tartışına konusu olmuştur. "aggiornamento" olarak bilinen, Sonuçta Vatikan bu soruyu çözdü: Ekmek 1965'teki Vatikan II "kilise Hıristiyanların eline veriliyor 1965'ten bu güncelleştirmesi" kararlarından yana. Ama gelin görün ki Fransız Başpiskopos bu yana, âyinler artık metazori Latince yapılmıyor. Papazlar da Lefebvre'in aklı buna yatmıyor. O, ekmeğin kutsal ekmeği Hıristiyanların ağinananlarm ağzına verilmesinden yana. zına değil, eline fıtuşturuyorlar. HADİ ULUENGİN BRÜKSEL İsa'nın, meşhur, On İki Havariler'e ekmek üleştirme sahnesi, Yeni Ahid'in Aziz Markos'a göre İncil'inde, 14. babda. "Mesih. onlar yemek yerlerken ekmek aldı, şiikran duası edip kırdı ve hepsine vererek, 'alın, bu benim bedenimdir' dedi", biçiminde tasvir edilir. Aziz Markos'un sarih biçimde söylemeyi unuttuğu şey, İsa'nın üleşıirme yöntemini nasıl gerçekleştirdiğidir. Konuyu çok şematik bir basite indirgersek, şimdi bu yüzden, Katolik âlemi, İsa'nın ekmeği havarilerin eline mi, yoksa bizzat onların ağzına mı verdiği muammasından dolayı birbirine giriyor. Her âyin bitiminde, müminler takdis edilmek için mihrabın önünde sıraya dizildiklerinde, papazın kutsal ekmeği nasıl dağıtacağı hususu, Hıristiyanhğın yeniden bölünmesinde ana mihrak r.oktasını oluşturuyor. Roma'ya ve ona itaat eden yüz Buna itiraz var. Fransız Başpiskopos Marcel Lefebvre yirmi yıldan beri âyini Latince söylüyor. Daha önce Afrika'da misyoner papazlığı ifa edip yamyamları cehennem ateşinde yanmaktan kurtaran ve bu sayede de Dakar Piskoposluğu mertebesine erişen Monsenyör Efendi, külliyen reddettiği Vatikan II kararlanna rağmen, sitıin senelik âdetini değiştirmiş değil. Mukaddes ekmeği müminlerin ağzına veriycr. "Ciincelleştirme" kelimesinden hazetmiyor. 1965 reformunu kilisenin Bolşeviklere verdiği taviz olarak değerlendiriyor. Dünyevi konularda, "Hıristiyan Batı"dan yana olan her şeyi savunuyor. Yukarısı ile gizli bir irtibatı olduğundan, kendi deyimiyle '"Altah'a ittat etmek için Papa'ya itaal elmiyor." Yukarıdan aşağıya doğru örgütlenerek son derece hiyerarşik bir yapıya sahip olan ve Roma'daki Papa'nın tsa'nın yeryüzundeki temsücisi sayıldığı Katolik Kilisesi, şimdiye kadar, Başpiskopos LefebVre'yi iyi kötü idare edebilmişti. Seksen iki yaşında ve halen bir domuz kadar sağlam olan Monsenyör, tsviçre'nin Ecane bölgesindeki ruhban okulunda papaz yetiştiriyor ve seminerden çıkanları takdis ediyordu. Arada sırada, Hıristiyan âleminin dört bir yanından gelen ve sayılan çok sınırlı olan müritleriyle âyinler düzenlîyor, komünizme, liberalizme, modernizme, demokrasiye, doğuın kontrolüne, sevişmeye, dünyevi hazlara ve butün bunlara göz yuman papalığa verip veriştiren vaazlar hatmediyordu. Aslında Vatikan'dan, çok uluçlu muazzam bir hukümet yöneten şimdi ki Papa 2. Yuhanna Pavlos ve etrafındaki cüppeli erkânı harp ise Mukaddes Kilise'nin yeniden bölunmesini engellemek için buna fazla ses çıkartmıyor ve Başpiskopos Lefebvre'yi görmezden geliyorlardı. Arada sırada, Observatore Romano'da yayımlanan makalelerle eski misyoner itidale davet ediliyor ve onun dümensuyunda gitmeye meyledenler de hizaya getiriliyordular. Vatikan, tevekkülle, Marcel Lefebvre'nin tsa'sına kavuşup kutsal ekmeği nasıl üleştirdiğini tartışmasız öğreneceği günü bekliyordu. Bir skandala meydan vermemek için de baspiskoposu afaroz etmekten kaçınıyordu. Ne var ki 30 haziran günü bütün köprüler atıldı. Monsenyör, ecelin yaklaştığını sezerek, Mesihin kutsal ekmek davasını daha sonraki müritlerinin de devam ettirmesi için papanın kesin yasağını hiçe saydı. Tantanayla, kendi başına dört piskopos atadı. Yani mevcut hiyerarşinin dışına çıktı. Bizzat kendi kilise hiyerarşisini oluşturdu. Roma'daki cüppeli erkânı harp de, otoritelerin ancak belirli ölçüde havuç, belirli ölçüde de sopa stratejileri üzerine kurulduğunu bildiğinden, bu defa sopayı gösterdi. Anında Marcel Lefebvre'yi afaroz etti. Hıristiyanlık terminolojisinde "schisme" denilen olay 1870 yılından beri ilk defa vuku buldu. Katolik Kilisesi resmen ve fülen bölündü. Garip tecellidir ki, şimdiki Papa, elli senedir Roma'da hükmeden ruhani liderlerin en ınuhafazakârı olmasına rağmen, bölünme onun döneminde ve Vatikan'ı fazla demokratik olmakla suçlayan bir temelde oldu. Din vakıa. Hayatın değiştiği de vakıa. Başpiskopos Lefebvre, hayatın dönüşümüne direniyor. Kutsal ekmeği insanların ağzına vermekte ısrar ediyor. Hayat, insanların artık ekmeği kendilerinin ağzına götüreceği kadar değişti. 2. Yuhanna Pavlus ve Vatikan'daki cüppeli erkânı harp bunu kavrayacak kadar akıllılar. İnsanların kutsal ekmek istemeye devam etmesi için artık farklı yöntemler kullanmak gerektiğini biliyorlar. Başpiskopos Lefebvre'nin geleceği yok. Öbürlerinin var. Çünkü insanlar, daha uzun süre mihrabın önünde kutsal ekmek için el uzatacaklar ve takdis edilmek için diz çökecekler, Din, hayatın içinde ve hayata rağmen vakıa. KOLAY DEĞİL Bunca insanın arasından sıynlıp bitet almak, Hindıstan üzerinden gelen baharat yuklu gemileri bile aratmayan ıç gıcıklayıcı kokuları soluya soluya içenye duhul etmek, herhalde bir marifettır Atina'dan Yalova'dan Iki süper Ortodoks... Aziz Mihalis Hıristiyan Ortodoks inancına göre "meleklerin meleği. " Dünyaya gelen milyonlarca ve milyonlarca erkek bebeğe onun adı verilmiş. Amerikalüar Michael demişler, Ruslar Mihail. Ve eğer Dukakis başkan seçilirse, iki süper devletin başında iki Mihalis olacak: Michael Dukakis ve Mihail Gorbaçov. STELYO BERBERAKİS ATİNA Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimleri yaklaşıyor. Aynı şekilde meleklerin meleği Aziz Mihalis'in yortusu da yaklaşıyor. Başkanlık seçimleri ile Aziz Mihalis yortusu, büyük bir tesadilf eseri 8 kasımda. Ortodoks kilisesinin çevrelerine göre, bu "belki de kutsal bir mesaj" niteliğinde. Çünkü 8 kasımda ABD başkan adayı Michael (Mihalis) Dukakis, sandıktan çıkacak oyları sabırsızlıkla beklerken, aynı gün Ortodoks oluşu itibarıyla kendi yortusunu da kutlayacak, ister istemez. Aynı gün, Sovyetler Birliği'nde Ortodoks kiliseleri aynı aziz için çanlannı çalıyor olacak. Sovyetler Birliğı lideri Mihail Gorbaçovun ne denli dindar olduğu bilinemez. Ama Ortodoks kilisesine göre o da bir "Mihalis" olduğu için ister istemez o günü "ruhen" de olsa kutlayacak. Ya da en azından, adını taşıdığı meleklerin meieği Mihalis'in yortusu için çalan çan seslerini dinleyecek. Dedesi, "Küçük Asya"nın Edremit bölgesinden, babası, Ege kıyılarına en yakın Yunan adası Midilli'den olan ve eğer halen Türkiye*de yaşamış olsaydı, yani I. Dünya Savaşı olmamış olsaydı TC damgalı hüviyet cüzdanının "din" hanesinde "Rum Ortodoks" yazısına hamil olacak bugünkü ABD başkan adayı Michael Dukakis1 in bu mevkiye ulaşmış olması, tüm Yunanistan'da gizli bir gururu ve övgüyü yaratıyor. Dukakis'in baba ocağı Midilli'nin 650 hanelik "Pelopi" köyu, tüm ümidini Dukakis'in başkan seçilmesine bağlamış. Pelopi köyünde her gün şenlikler var. Büyük hazıılıklar içine girilmiş. Dukakis, Demokrat Parti'nin başkanı seçildiği gün Pelopi'de sabahlara dek eğlenildi, kuzular cevrildi, sirtakiler, uzolar, havai fişekler cirit attı. Pelopi'nin ana yoluna "Mihalis Dukakis" adı verilir•ken, köyün girişiııe "Mihalis Dukakis'in köyü Pelopi'ye hoş getdiniz" yazılı tngilizce ve Yunanca tabelalar dikildi. Bu köyde Dukakis'in birinci ve ikinci derecedeki kuzenleri yaşıyor. Dukakis ile uzaktan en ufak bir akrabalığı olanlar, ABD başkan adayı ile aynı soyadını taşımaktan büyük gurur duyuyor. "İşte bizim memlekette analar nder doğuruyor" misali sloganlar atılıyor. Ama bunların yanı sıra, Dukakis ailesiyle hiçbir bağlantısı olmayan yüzlerce "Dukakis" ya da "Dukas" gibi benzeri isimlere sahip olanlar da mutlaka Mihalis Dukakis ile "çok uzaktan dahi olsa" bir kan bağı olduğuna karşısındakini ikna etmeye çalışıyor. Pelopi köyü, Dukakis başkan seçilirse, köyün turizm açısından kalkınacağına ve herkesin bu köyü görmek için sıraya gireceğine inanmak istiyor. Pelopi köyürıe şimdilik eşeklerle çıkılıyor. Ama 'yann öbür gün" belki de teleferikle çıkılacak. Dukakis'in başkan adaylığına ulaşmış olması, tüm Yunanistanda kuşkusuz "gizli" de olsa büyük bir gunır uyandırıyor. Yunan radyo ve TV'si gibi tüm Yunan gazeteleri, ABD seçimlerine ahşılmışın ötesinde geniş yer ayırıyorlar haberlerinde. Dukakis'in "Helen kökenli oluşu" her fırsatta anımsatılıyor, ama resmi düzeyde Dukakis'e adeta bir "yabancı rauamelesi" yapıldığı hissettirilmeye çalışılıyor. Ancak genel olarak Dukakis'in başkan seçilmesi olasılığında, Yunanistan'ın ABD ile ilişkilerinde önemli bir değişikliğin kaydedileceğine kesinlikle inanılmıyor. Ya da bu konuda ihtiyatlı davranılıyor. Dukakis, her ne kadar Helen kökenli ise de bir Amerikan vatandaşı ve kaldı ki bir başkan olarak ilk önce ABD'nin çıkarlarını gözetmeyi kendisine görev bileceğı ve bu çıkarların genelinde Yunanistan'ın "işine yaramayacağı", özellikle sol çevrelerde oldukça yaygın bir görüş. Iktidardaki sosyalist PASOKun yönetim kurulu, Dukakis'in demokratların başkanı secildiği gün salt şu mesajı iletti: "Demokratlann başkanı seçümiş olmanız, tüm Helenizmi duygulandırdı. Kasım ayı secimlerinde sonsuz başanlar dileriz. PASOK Yönetim Kurulu." Yunan hükümeti ise, Dukakis'in Helen kökenli oluşu konusunda hiçbir yorum yapmıyor. Aynı şekilde ne Kıbrıs ne de TürkYunan ilişkileri gibi konularda büyük bir beklenti içinde olmadığını sezdirmeye çalışıyor. Ancak başkan seçilmesi olasılığında, Dukakis'in göreceği ilk 10 yabancı liderin arasında, Yunanistan Başbakanı Andreas Papandren'nun da yer alacağından söz edilmeye başlandı. Papandreu, 1981'den bu yana ABD başkanı ile görüşmeyi ya kendisi istememiş ya da bu yolda herhangi bir davet almamıştı. Ancak, Yunanistan'da genel olarak Dukakis'e karşı beslenen duygular, "miUi" açıdan çok, Helen kökenli bir soydaşlarının, bu mevkiye ulaşmış olabilmesi doğrultusunda. Ortodoks kilisesinin "gizli övgüsii" de meleklerin meleği MikelAngelo'nun adını taşıyan bu Ortodoksun aynı adı taşıyan Sovyetler Birliği lideri gibi "günün birinde" ABD'yi yöneteceğine "dehüet" olarak 8 kasım gününün "Mihalis'Merin günü oluşunu gösteriyor. Sepete saygu, beyler Bindik vapura. Her yan salkım saçak insan dolu. Ama saygıdan olacak, oturmuyorlar. Onlar ayakta, koltuklara ise sepetler, paketler, bilumum cansız varlıklar yayılnuş. Birini az öteye iteleyip sığışacak olduk, feryat yetişti: "Aman oturma, sahibi var! Namaza gitti, şimdi gelir..." MİNE G. SAULNtER YALOVA Kargalar henüz kahvaltı sofrasındayken, Maçkadan yola çıkarıp bizi gün batmadan Sirkeci'ye yetiştirmekle görevli taksi şoförümüz, Aksaray üstünden sahil volu kısaltmasıvia Adalar tskelesi'ne yanaştığında; uzun yıllardır emekliliği gelip de bir türlü masasını terk edemeyen memur yapışkanlığıyla iskeleye abanan artrozlu şehir '.latları vapurunun kalkmasına henüz yarım saat vardı. Şarköy yolculuğunun tadı damağında kalan annane, şişme bot ve bizim oğlan, bu kez İstanbuj'un denizaşırı ilçesi, tatil beldesi, Yalova'ya gidiyorduk. Vapurun başı, kıçı, yan cepleri ve baca çevresi güneşi görünce baldır açan papatyalar gibi sarı tüylü turistler, cıbıl ayak koşuşan Arap çocuklan ve kamikaze düzeninde merdivenlere sığınan Japonlardan yana yükünü almış bulunujordu. Artrozlu vapurun amfızem durumu da göz önüne alınarak, duman ve ayak kokusuna karşı duvarlarına kırmızı murekkeple "Sigara içmek ve yatmak yasaktır" yazılı kapalı salonlarda da salkım saçak insan doluydu. Ne var ki bu insanlar genellikle ayakta duruyor, koltuklarda ise tek tük adama karşın sepet, paket, hırka ve gazeteler oturuyordu. Paketlere olan saygıları dolayısıyla ayakta kalan sağduyulu herkes gibi Mersin'e gideceğine, genellikle solduyulu ve her şeyin tersine giden annane, edebiyle oturan bir paketi kaldırıp yerine kuruldu ya sıradan canhıraş bir feryat koptu: Aman, aman sahibi namaza gitti şimdi gelir! Adalar Yalova vapurunda, Adalıların çoğunlukla ayakta yolculuk etmelerine; Yalovalıların ise namaza, abdeste, turist baldırı dikizine, ahşverişe ve balgam çıkarmaya gitmelerine yıllardır alışmıştık zaten. Paketlerinin yerine asla... Ve fakat yanına oturduklan ender zamanlarda da ya bebek altı değiştirir, ya burun karıştırır, o da olmazsa piknik yaparlardı. Pabuçları fora edip yatay kestirmelerine ise sigara yasağına ek bir madde ile son iki üç yıldır taş konulmuştu. Annane, kaşarlı bir anakentli olaraktan, vapur kalkana kadar namaz, abdest, hava alma. büyük ve küçük su dökme haklarım bir çırpıda yasaklayarak otoriteyi sağladı. Ne var ki bu yasakla kendimizi de otuz derecede plastik sıcaklığıyla bizi kucaklayan o yapışkan koltuklara mıhlamış oluyorduk. Yaşlı vapur, yükunü almış hamal iniltisiyle uçkurundan sular fışkırtarak kalktı. Yaban ellerde on bir ay özlediğim o canım dütdütünü de koyverip, alışkın hareketlerle yarmaya başladı Marmara sulannı. İstanbul vapurları masal gibidir. Geçmişten ve şimdiden, geleceğe kalmayacak sesler verirler... Önce çaycı geçti fincanları tabaklarına şıngırdatarak. Sonra ayran, portakal ve soğuk kolacı. Yıllar nane şekerinin süngüsünü düşurmüş, çiklet ve çek:.rdeğin forsunu antırmıştı. Göçebelikten kalma bir alışkanlıkla yerlerinde duramayan Arap turistler, sürekli akrabalık tazelemekteydiler. Örneğin küçük kardeşin yere düşen emziğini çıplak ayağıyia çekip alan büyuk kardeş, tozlanan emziği kendi ağzında bir güzel yalayıp temizledikten sonra küçük kardeşin ağzına tıkıyor, bu arada kuçük kardeş mıncıklamakta olduğu annesinin yoğurdunu, yalattığı parmaklarıyla babasına tattırırken, baba da içtiği kola şişesini entarisinin eteğine silerek karısına ikram ediyordu. Bizim hacıların "Kâbe" çevresinde Kerbela cefası çektikleri bu mevsimde, bütün yıl "KÂSE"de'gördükleri suya doymak için Yalova termal havuzlannda cıp cıp etmeye gelen bu ilginç turistler, Yalova yerlileriyle Batılı turistlerin asla olamayacağı bir uyum içersindeydiler. Bitmeyen bir güneş tutulması yaşayan kadınlar, karanlık torbalarının içinden süzülen sevecen gözleriyle, henuz torbaya sokulma çağı gelmemiş kızlarına gıpta ile bakıyorlardı. Oysa sarı dantel çoraplarıyla eflatun üstüne kırmızı çiçekli elbisesinin sökülen eteği, raavi fıyonklu, iki numara büyük, topuklu rugan pabuçlarına takılıp düşen kızı görünce; niçin minik Arap kızları için tek tip bir çarşaf icat edilmediğine bayagı hayıflanıyordu insan. Yalova yolcuları tarafından nakavt edilerek merdivenlere serilmiş Japon taifesinden çıt yoktu. Emzikli bebek gibi özenle kucakladıkları Pentax, Nikon ve Rollei Londra'dan Sökük blucin yîne gözde Buralarda yırtık, sökük blucinler yenisinden daha pahalı. Hele bir de Lems 501 olursa. Yenisi 30 sterlin, yırtığı ise 40. Çünkü artık yırtık moda. "Wham" grubu sahneye bu kılıkta çıktığından bu yana. EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA Ingiltere adasında yırtık ve sökük blucinler, "sağlanT'lanndan pahalı anık. Yırtık ve sökük blucin modası var çünkü. Moda, hele 1520 yaş grubu için artık blucinin mavisinin soluk olması değil. Önemli olan lime limeliği. Hele "bellı" markalar da olursa daha da sükseli. Örneğin Lewis 501 gibi. Ama yırtık ve sökük ras gele olmayacak elbet. Nasıl bazı "jean"ler modacı elinden çıktığı, modacının çizgisini taşıdığı için "modasaJ" diye tanınıyorsa, yırtık ve söküğün de öyle hesaplı bir "modasal" sökük olması gerek. Yoksa olmaz! Nereden, ne kadar, nasıl yırtılacağını bileceksin. 1520 yaş grubunda çağa ayak uydurmak, "jean"ine usturuplu sökük atmakla başhyor. Çağa atılan adım, orada mı kalıyor, yoksa ilerliyor mu bunu 10 yı! sonra 2530'lanna vardıklannda anlayacağız. Jeanler daha yakınlara kadar ne kadar soluk olursa o kadar cağdaştı. Ta ki "Wham" grubu sahnede yırtık ve kırpık jean giyene kadar. Moda birden altüst oldu. Tabii bu paralı orta sınıfa (anababalara) göre "gençlik zı pırlığı", ama Londra'daki en büyük jean mağazasında "kasten yırtılıp sökülmüş jean böliimü" normal jean satılan kısımdan büyük. Normal bir jean, hele Levis 501 ise, 30 sterline kadar çıkıyor. Bizim paramızla 75 bin lira kadar. Kırpıksa en az 40 sterlin. Yani 100 bin lira kadar. "Heavy metal'ci " W a s p " (Eşekanları) grubu bütün "gerilerini" meydanda bırakan jeanleriyle sahneye çıkmaya kalkınca olmadı. Muzır bulundular. "Bon Jovi" gibi bugün var yann yok türu popçular, yırtık jeani sanat haline getirdiler. Enine ince ince kıyılmış, birbirine çengelli iğne ya da zincirlerle tuttumlmuş gibi. Böyle lime lime bir şeyi giyip çıkartmak da ayıı sanat olmalı. "Bnıce Springsteen"in berisini birkaç sökükle gösteren "Born in the USA" neden çok sattı acaba? Sadece müziği nedeniyle mi? 3540 yaşlanndaki "yaratıcı reklamcılar" gerçekten 1520 yaşındakiler gibi düşünebilirler miydi? Kimin aklına gelirdi jeaninin mavisini soldurmak yerine lime lime etmek? Bütün bunlar, jeanin hâlâ geçerli bir kılık olduğunun kanıtı. O kadar ki, yüzde 25 hissesi solcu bir tngiliz belediyesine ait bir jean fabrikası kuruluyor. Hem de Sovyetler Birliği'nde Kırım'da "Simferopol"de. Yemen'de başkent San'a da "Lee Cooper" jean yapımına başhyor. Yılda 200 bin adet. Çekoslovakya'da da 2 milyon üretilecek. Levis'in sadece 1988 reklam kampanyasına ayırdığı para 5 milyon (12.5 milyar lira). Bir de bu hercümerce girmeyen "modasal" jeanler var tabii. Onları kimse yırtmıyor, sökmüyor. Onlar pahalı diskolarda bakımlı kalçalarda. Bakalım 1520'liler aynı yaşa gelince, onların çocukları neler giyecek? leri kullanmak için güverteye çıkabilmeyi peşin bir Hiroşima yenilgisi sayıyorlardı anlaşılan. Adalardan sonra ayaktaki insan sayısı azalan kapalı bölüm, heybetli bir adamın girişiyle sarsıldı. Adamı önce milletvekili sananlar yanıldılar. Sonra jilet satıcısı sananlar da yanıldı. Çünkü günümüzde herkesin elektrikli tıraş bıçağı vardı. Oysa hıyar soymak için bir usturaya hepimizin ihtiyacı olabilirdi. Bacaklarım, güreşe çıkarmış gibi iki yana açıp salonun ortasına dikilen adam, cebinden çıkardığı sebze soyacağını tehlikeli bir biçimde yukarı doğru sallayarak: "Sayın baylar, bayanlar... (merdivenden kayanlar demedi)" diye başladı söze. Yanında geçmiş yılların seyyar satıcılarını andıran çelimsiz bir yardımcısı vardı. Çırak çıktığı ustasına kocaman bir çantadan soyulmamış patatesler, patlıcanlar, hıyarlar çıkarıyor, soyulmuşlan geri koyuyordu. Kabukları toplamasına gerek kalmadı, çunkü nereden çıktığı bellı olmayan bir tavşanı koltuğuna kıstıran yolcu hamm, kalantor satıcı soydukça kabukları toplamaya koyulmuştu. Avrupa'da icat edilen bu aletin bereket versin Türkiye'de de imal edilip yan fiyatına satılan eşsiz benzerini, Avrupa'da yaşayan ben hemen aldım. Bu fırsatı kaçıramazdım doğrusu, sebze bıçağının yanında iki de limon sıkacağı veriliyordu. Heybetli adam gittikten sonra iki delikanlı geldi. Yanlarındaki çantadan bu kez soyulmuş patates, pathcan ve hıyariar çıkartarak bunları pan flüte benzer bir gjyotinie nasıl doğrayacağımızı gösterdiler. Derhal onu da aldım. Pöti kare cips olmayan ve ondüleli doğranmayan bir pathcan kızartması yenebileceğini bizim oğlan düşünmek bile istemiyordu artık. Delikanlılardan sonraki bildiğimiz adi tarak satıcısına kimse yüz vermedi. Ama beyaz bastonunu tak tak başımıza vurur gibi içeri giren ve sadaka verilmemesini koşul koyan kör çorap satıcısının, ayak terletmediği için kokuları önleyen merserize erkek çorabından hepimiz aldık. Şimdi ayaklarımızın 42 numara olmasını bekliyorum. Sadaka istemeyen kör çorapçının ardından iki sigara parasına on iki kişilik masa örıusu satan hayır sahibinden de alışveriş edecektim ki annane ağlamaklı antlar vererek ellerime yapıştı. Bu arada komşu yolcunun tavşanı paniğe kapılıp kaçmıştı, onu aramaya koyulduk. Vapurumuz yüzyıllık gıcırtılarla iskeleye \anasti. Yalova'ya gelmiştik. Naylon masa örtüsünü dönüşte almayı düşunuyorum. KIYAMETE BEŞ KALA Spreyler dünyanın sonunu mu hazırlryor? Ozon tabakasındaki delinme yakJaşjk 50 yıl içinde milyonlarca insanın kanser olmasına yol açacak. İklim değişiklikteri yaşam dengeterini attüst edecek... • Kutuplardaki buzul kürieleri eriyor. • Kuraklıkla su boskınkın el ele. • Avrupa buzlarla kaplartacak. • V«hbi B«lgi: "Dünya, Venüs gezegenine benzeyebilir." Biyofizik uzmanı Mathews: "Dinozoriar çağı geri gelecek. • Prof. Yötuel inel: "Ozon tabakası oimaksızın yaşamın sürmesi mümkün değil." Nâzım Hikmet'in bilinmeyen mektubu. Türkiye'de ilk kez "TÜRKKÜRT KARDESLİGİ^ • Dört sayfalık mektubun tam metni • Nâzım diyor ki: "Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Turkyöneticiler Kürtlere vaadettikleri hakları tanımadı... Milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şanlı sayfalarından biridir." ANKARADA ASKERİ BAŞKBfT KURUUIYOR • Genelkurmay yerleşim merkezlerindeki askeri birlikleri şehir dışına taşıyor. Ankara yakınlannda bir "askeri başkent" kurulması kararlaştırıldı. istanbul, izmir ve diğer pek çok şehirde de "askeri göç" kararının etkileri görülüyor. Yüzbinlerce dönüm alan, belediyelere ehven fiyatlarla devrediliyor. • ANAP'ın yerel secim sürprizi: 17 ilçe il olacak... • Dr. Edip Kürklü'nün yaptığı ByPoss sonrası yaşamını yitiren Yaşar Şerbetçi'nin esi, gazino dünyasmın yeni "Hanımağa"sı Türkan Şerbotçi:' Eşimin ölümüne Dr. Kürklü'nün hatası neden oldu..." • Geleceği gören kadın... "Ebu Cihad'ın öldürulmesini, Challenger'm düsüsünü, özal'ın iktidor olacağını nasıl gördüm?.." "Nuh'un gemisi Nii Nehri civorında..." • "Good bye Française" Fransızca bilen, Fransızca "düsönen" Törk oydınları yerlerini "İngilizceciler"e bırokıyor... • MHP Almanya sorumlusu Enver Altaylı: "MİT'ten neden ayrıldım?.. Nurettin Ersin ve Recep Ergun'la neden kavga ettim?.." MURAT ÇUVALA SIĞMIYOR • Adana siyasi polisinin provokasyonlannı bir bir belgeliyoruz • Murat Ağırtıcı'nın, 1. Şube Müdürü Atıf Şahiner'le son telefon görüşmeleri: "Silah götürmediysen mesele yok. Korkma". • Vatikan, kiliselerdeki polis faaliyeti nedeniyle Türk hükümetini protesto ediyor.* • E S K İ MİT YETKİÜSİ MAHİR KAYNAK: "ÖZAL SUİKASTİNİ MİT İÇİNDE BİR GRUP YAPMIŞ OLABİLİR." • Kerkük'den sonra yeni senaryo "suikastler zinciri"* Adana polisi kiliseye kimin adına sızıyor. MOSSAO'ın Vatikan'la çelişkisi. • "Rafsancani CIA ajam" İran'ın en büyük gazetesinin eski yöneticisi anlatıyor.»PolonyaPolitbüro üyesi Rakovski. "Devrimci patlamalar geliyor" • Orman Bakanlığı'nda ülkücü kadrolaşma. • Ali Coşkun: Üretici tüketici için kodlama «İlaçsanayicisi Yurtoğlu: Eczacılar, doktorlar birleşip ilaç üretsin • Ataol Behramoğlu: Rüzgâr Üçüncü Dünya'dan esiyor • Yalnız kadınların cinselliği • Cemal Süreya'nın kaleminden Madanoğlu • Doğu Perinçek gözaltmdayken BUGÜN CIKTI noKta IhıKalık HaİK'i Ikmii SATILIKDAİRE Kaloriferli, hidroforlu Acıbadem SATILIK DAİRE Okmeydanı, Perşembepazarı yanında lüks inşaatta daire satılıktır. Tel: 586 52 61 (Hüseyin Alkan) 511 49 44 Tel: 512 05 05 520 Bugün Bayilerde
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle