23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 HAZÎRAN 1988 CUMHURİYET/7 Roma'dan Sicîlya usulü adam kaçırma sanayîi Geçen hafta îtalya'nın en zengin adamlarından biri olan Giulio De Angelis, Porto Cervo'daki dillere destan evinden aynen efsanevi eşkiya serüvenlerindeki gibi kaçınldı. De Angelis'in başına gelenler, burada 10 yıl içinde gerçekleştirüen 51. adam kaçırma olayı. Italya'da bu meslek artık "adam kaçırma sanayii" olarak adlandırılıyor. NİLGÜN CERRAHOCLU ROMA Denize inen dik yamaclar üzerine tünemiş, yeşillikler içinde görkemli bir evdi "Villa Lee". Kerim Ağa Han'm Sardunya Adası'nda milyarderler için yarattığı Porto Cervo Tatil Köyü'nde "Villa Lee"yi ilk bakışta benzerlerinden ayıran önemli bir özelliği yoktu. Capriccioli Plajı ile gene "AgV'nın otellerinden beş yıldızlı "Romazzino" arkasında kalan o iki kilometrelik alan uzerinde "Villa Lee"ye benzeyen en az 15 ev daha sayılabilirdi. Ancak henüz mevsim başında sahiplerine kavuşmamış olan bu evler arasında, "Villa Lee"nin ağaçlar arasına süzülen ışıkları hemen dikkati çekiyordu. Sıcak ilkyaz gecesinin sessizliğini ise misafırlerin pencerelerin ardından yükselen kahkahalan yarıyordu. Villanın bekçisi, her gece olduğu gibi, o gece de yatmadan önce bahçeyi baştan aşağı kolaçan etti. Bahçe kapısmın demirlerini kilitlemek için kapıya yöneldiğinde ise Porto Cervo sakinlerinin koruması ile görevli özel timlerle karşılaştı. Bekçi ile devriye gezen timler, kapının önunde bir süre konuştular. "Olağanüstü bir şey yok" dedi bekçi, "gidebilirsiniz." Oysa tim ekibinin arabası ufukta kaybolur kaybolmaz haydutlar bahçede saklandıklan çablıkların arasından fırladılar. Bekçinin kafasına makineli tüfeklerini dayayarak "Bi• efendinin yanına götür" dediler'. Bu, Mario Puzo'nun ünlü romanı "Sicilyalı"ya konu olan efsanevi eşkiya Salvatore Giuliano'nun serüvenlerinden biri değildi. Geçen hafta sonu, Îtalya'nın en zengin adamlarından biri olan Giulio de Angelis, Porto Cervo'daki dillere destan evinden aynen böyle kaçınldı. Önlerine bekçiyi katan dört haydut, gecenin 1.30'unda dosflanmn şerefine verdiği yemekten yeni kalkmış olan Giulio de Angelis'i salonda misafırleriyle tath bir sohbet havası içinde yakaladılar. Müteahhitlikle servetini yapan de Angelis'i, 6 misafirini, bekçiyi, aşçıyı ve hizmetkârları bağlayarak hareketsiz halegetiren haydutlar, tıpkı filmlerde olduğu gibi herkesin ağzına birer de bez parçası tıktılar. Bundan sonra sakin sakin misafırlerin, yeni bıraktığı sofranm başına geçen eşkıyalar, kendilerine peynir, sucuk ve kırrruzı şaraptan oluşan mükellef bir ziyafet de çektiler. Porto Cervo cennetinde kaygısız, endişesiz, tam bir huzur sağlamak için özel olarak kurulmuş olan güvenlik timleri, bu arada evin önünden devriye arabalarıyla birkaç kez geçmelerine rağmen dunımda herhangi bir acayiplik sezmediler. Villanın ışıkları hâlâ yanmaktaydı. Jçerden şüpheyi çeken bir güriiltü gelmiyordu. Gecenin ilerlemiş saatlerinde ev sahibini rahatsız etmek için hiçbir neden yok gibiydi. Sıkı sıkıya korunan etraftaki tüm evler gibi "Villa Lee", bu refah dünyası içinde tüm kötülüklerden uzak duruyordu. Sabah saat 3.30'a doğru eşkıyalar kendilerine verdikleri ziyafetten kalktüar. Bağlı misafirlere birkaç göz dagı daha verdikten sonra, başına gelenleri inanamayan gözlerle izleyen De Angelis'i aralarına alarak villadan telaşsız bir biçimde uzaklaştılar. Yirmi dakikalık bir cebelleşmeden sonra, gene fümlerde olduğu gibi misafirlerden biri ellerinin bağını çözerek polise haber verdi. Anında villanın üzerinde uçmaya başlayan helikopterler ve şafak vaktine doğru adadaki tüm yolların polis tarafından kesilmesine rağmen, ne De Angelis'in ne de eşkıyalann izine rastlanabildi. Akdeniz'in en müstesna köşelerinden Sardenya'nın turizm imajını zedeleyen bu olaydan, tabii ki en çok Ağa Han rahatsız oldu. De Angelis gibi tanınmış bir işadamının kaçınlmasının, Porto Cervo'ya her yaz uzunluğu 20 metrelik tekneleriyle gelen "jetsel"i ürkütebileceğinden çekinen Ağa Han, şimdi endişeyle gelişmeleri Paris'teki evinden am anına izliyor. Hemen hemen Porto Cervo'da ve (bu tatil beldesinin bulunduğu) Costa Smeralda'daki tüm otellerin, restoranların ve bu yıl adaya 1 milyon yolcu taşıyan "AHsarda" HavayoUan'mn sahibi olan Ağa Han için, "VlP'Merin huzuru milyarlarca liralık bir iş hacmi anlamına geliyor. 30 yıl önce Sardenya'ya yaptığı maceralı bir yolculuk sırasında adanın kuzeyindeki zümriit gibi suları çevreleyen makilerle kaplı bu sahil parçasına âşık olan Ağa Han, 25.000 dolar vererek bir konsorâyum kurmuş ve henüz takas ekonomisinde, çobanlann yaşadığı bu toprakları satın almış. "Costa Smeralda", zümrüt sahili adıyla vaftiz edilen bu kıyılarda, bir düş kenti gibi yoktan bir tatil beldesi inşa ettiren Ağa Han'ın yarattığı bu " V İ P " dünyası ile Sardenya topraklarına yüzyıllardan beri hâkim olan eşkiya yasalan bazen böyle birbirine karışıveriyor. De Angelis'in başına gelenler, burada 10 yıl içinde gerçekleştirilen 51. adam kaçırma olayı. Afa Han'ın rilya beldesinden çıkar çıkmaz karşdaşılan virajlı, dar dağ yollarırun yetersizliği, makilerle kaplı dağlık ve vahşi bir coğrafya ile nüfusun dağınık yerleşim biçimi, bu geleneksel eski toplumu gelişmiş Italya'nın gerisine entegre etmeyi çok güçleştiriyor. Hâlâ hayvan hırsızhğı ile insan kaçırmak arasında büyük bir fark göremeyen Sardenya çobanlan arasında geçerli olan "omerta" suskunluk yasası, halkın güvenlik güçleri ile işbirliği yapmasını engelliyor. Adanın dağhk yapısı da kaçınlan kimsenin haydutlar tarafından, günlerce hatta bazen aylarca kolayca gizlenebilmesini sağlıyor. Kamuoyunun ilgisini uzun süre oyalayan bu tip olaylardan çekinen kurbanın ailesi \s% çoğu kez eşkiya ile derhal fıdye pazarlığına girişiyor. Nitekim de Angelis'in ailesi de basın aracıhğı ile bir an önce kurbanının kurtulabilmesi için elinden geleni yapacağmı belirtti. Italya'da artık "adam kaçırma sanayisi" olarak adlandınlan bu mesleğin profesyonelleri ise gerilimli bir bekleme süresi yaratmayı tercih ediyorlar. Şimdilik ne De Angelis'den, ne de De Angelis'i kaçıran eşkıyadan hiçbir haber yok. Italyan kamuoyu ise ülkenin en zengin inşaatçısının fiyatının ne olacağıru çok merak ediyor. tlk tahminlere göre de Angelis, ailesine, Maradona'mn üçte biri fıyauna, yani yaklaşık 5 milyar dolara patlayacak. Fort de France, Martinik Adası'nın en büyük limanı ve başkenti. Fort deFrance'dan Bir gemi açüdı Martinik'e doğru MEHMET BASUTÇU FORT DE FRANCE / MARTtNİK 1848 yılının nisan ayında, bir gemi Fransız kıyılarından Atlas Okyanusu'na açılır. Orta Amerika'ya, Karayib Denizi'ndeki Fransız sömürgelerinden biri olan Martinik Adası'na doğru... Çok önemli bir haber, daha doğrusu Fransız hukümetinin irazaladığı tarihsel nitelikte bir yasa, bu gemiyle yola çıkar. Martinik Adası'nda yaşayan on binlerce zenci, bu kâğıt parçasını beklemektedirler. Paris'teki siyasi güç, sonunda esirliği kaldıran yasayı mühürlemiştir. 1789 devrimiyle birlikte esmeye başlayan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ruzgârlannın etkisiyle 1794'te kaldınldıktan sonra 1802 yılında Napolyon'un yeniden yürürluğe koyduğu esirlik, onca savaşımdan, acıdan ve dökülen onca kandan sonra artık Fransız tarihinin çirkin, kara sayfaları arasında kalacaktır. Gemi, adanın en büyük limanı olan Fort de France'a vardığında, sıcaklar iyiden iyiye bastırmış, takvimler haziran ayına gelmiştir bile. Zenci esirler özgüriüklerinden iki ay daha yitirmişlerdir... Paris'ten sabah havaianan uçamasına yardımcı oluyor. Yine de adanın giderek daha sola kaydığı gozlemlenmekte. 512 haziran seçimleri sonunda, adadan çıkan dört milletvekillrginin dördü de, ilk kez, sosyalistlerin oluyordu. Bu dört siyah (bazılan kahverengi) milletvekili arasında en tanınmış olanı, çok yönlu ve renkli bir kişiliğin sahibi, yaşlı reis Aime Cesaire. 19S0'li yıllarda Eransız Ko, miinist PartisT'nin milletvekili olarak Millet Meclisine giren, daha sonra kendi partisini, sosyalistlere yakır» "İlerici Parti"yi kuran Aime Cesaire'in, şair ve tiyatro yazan olarak Martinik edebiyatında da önemli bir yeri var. Martinik bölge Konseyi'nin başında yıllardır Cesaire gibi bir sanatseverin bulunması, bu "fakir" yörenin nasıl olup da tiyatro ve sinema şenlikleri düzenleyebildiği sorusunun ilk yanıtını oluşturuyor. Ayrıca Martinik Adası'nda, tüm Karayib bölgesinde olduğu gibi gelişen özgün bir sanatsal devinime tanık olunmakta. İki hafta sonra başlayacak olan tiyatro şenliğinden önce 17 haziranda, uluslararası bir fılm şenliği başladı. Bu yıl, ilk kez Fransa'ya karşı çok daha bağımsız bir tavır alan "yerli güçler"in düzenlediği, " 1 . Karayib'ten Görüntüler" (Images Caraibes) Şenliği bu. Küba'dan Domi Apia'dan i yılınız afiyet olsıın İsveç'in moa'da, köye ayak bastı parası odedik. İki Tala (Samoa para birimi, bin TL) ödedikten sonra köye girdik.. Ortahk ana baba günü. Yıldızlı bir Pasifik gecesinde "Hıdrellez" yaşanıyor. Eskiden, genç ve güzel kızlar, kokusu iç gıaklayıa çiçeklerden yaptıkları gerdanlıklarla (Ula) kıyıda salınarak, •palolo' kurtçuklannı cezbedip yilzeye bolca çıkacaklarına inamlırmıs... Biraz uyuyakalmışım. Eşim dürttü gözümü açtım. Şafak neredeyse sökmeye durmı$. Denizde hayal meyal yüzlerce karartı. El fenerini aldım, kayalıklara yöneldim. BİT de ne göreyimü Suyun yuzeyi çubuk makarna benzeri kara kara kurtçuklarla dolu. Karartırun her biri yarı bele dek suda, bir elinde fener, lüks lambası, diğer elinde kepçe, süzgeç daldırı daldınvermekte. Hemen arkasında ikinci bir kişi de doluma hazır kazanla, kovayla tetikte.. Sua'mn niye "bekle göriirsün" dediği şimdi anlaşıldı. Ha babam, de babam gölgeler Pasifık'te pek alışılagelmedik bir hızla iş başında... Tek çalışanlar da var. İki tahta parçasını kano gibi birbirine tutuşturup üzerine çuval oturtmuşlar. Bu nesne bellerine bağlı. Kepçeyle topladıklarını boşaltı boşaltıvermedeler.. Gün ağarmada. Emici, büyülü bir görünüm.. Tıpkı Varanasi'de gün doğumunda Ganj Nehri'nde, Kahire'de Imbaba Deve Pazan'nda olduğu gibi yine tutuldum, yine çarpıldım. Cimcikliyorum kendimi bazen, düşte mi, gerçekte miyim diye... Samoaiıiarın yeni yılı Palololann çıtteşfne zamanı. Palolo, okyanus havyan Kepçeler#' le,tovaidriatoplanıyor, ptşirilip yenüıyor. *' ," Şimdi sabahın altısı. Ortahk ışıdı. Yakalanmaktan kurtulan kurtçuklar birden bire yok oluverdi. Yarın gece de fazla fazla öbür gece de "Palolo" var. Sonrası öbür yıla.. Torbalar dolu dolu. Karanlıkta pek fark edilmiyordu, kimi koyu kahverengi kimi de yeşil. Fıkır fıkır kıpırdaşan ıslak ytin çileleri. Hiç de hoş bir görünümü yok, ama ancak bana göre.. Oysaki herkes neşeli, keyifli.. "Kim daha çok yakalamış!" göz ucuyla birbirinin "üriinü"nü süzmede. Güneş yükseldi, ortalık tangır tungur boşaldı, kıyı artık başını dinlemekte.. Dönüşte Sua'yı evine bırakırken, "Yook" dedi, "Kesinlikle olmaz, bu iş yalnız seyretmekle kalmamalı, tadına da bakacaksın!" "Etme eyleme! Bana formalinli (dokuları bozulmadan incelemeye yarayan sıvı) etten gına gelmiş. Ben bunu nasıl yerün?" Direnmenin yararı yok. Çaresiz kabul ettim. Hanımı yağda kavurdu. Ekmeğe sürmüş getirdi. "Bana Pasifik'in havyan deriz biz, begenmezsen bırak. Ziyan olmaz. Tüm aile silip süpürmeye hazır." Gözümü yumdum. Haydi hayırlısı.. Ehh, korkulacak bir tarafı yokmuş, az buçuk ıspanağı andınyor.. "Yeni yılınız" afiyet olsun.. STELLA OVADİA STOCKHOLM Kendimi zaman makinesiyle ileri fırlatılmış hissediyorum. Konut, eğitim, sağlık, iş, güvence altına alınmış. Insanın istediği işte çalışma hakkı bile var. Seçim hakkı. Geleceğini seçme hakkı. Hava kirliliği 10 yıl geride kalmış bir sonın. Yeşillik eski bir anı değil tstanbuldaki gibi. tnsan için bir kent Stockholm, her yerde bisiklet yolu var. Güzele saygı: Paris'tt, her gün çoğalan formika masalı, neon ışıklı kahveler yok burada. Estetik olmayandan kendini korumayı, amerikanlaşmamayı bilmişler. tşsiz de kalsa, uygarca yaşayabileceği halde, çalışıyor Isveçli. Ve Amerikalı çok şaşıyor bu işe: "Nasıl, işsizlik sigortanu var ve hâlâ cahşryorsunuz ha?" Her şeyi ödüllendirerek elde etmeyi bilen Amerikalılar, zaten ödüllendirilmiş bir halkın nasıl olup da çahşmaya, dünyanın en yüksek vergisini ödemeye devam ettigini anlayamamışlar. Dünyanın gezdiğim hiçbit yerinde kendimi bu kadar gevşek, rahat hissetmedim. Bu "tnristlikten" gelmiyor. Zaten turistlik yapacak vaktim yok. Kadın evlerini ziyaret için butadayun. "lsveç Bütün Kadınlar Evi"nin davetlisi olarak günde iki randevuya zamanında yetişmeye çalışıyorum. Şehrin güzelliğini, korunmuşluğunu, temizh'ğıni geçerken fark ediyorum. İki hafta içinde "tertemiz otmayan" tam iki "umumi hela"ya rasladım. Park, bahçe, kahve tuvaletleri bizim 5 yıldızlı turistik otel tuvaletleri kadar temiz. Bu lsveçliler Stockholm'den Ratı takvimiyle tanıştınlmadan önce Samoalılar sırf bu yöreye özgü ilginç bir doğa olayını kendilerine "yeni bir yılın" başlangıa olarak bellemişler. Palolo.. Palolo bir deniz kurtçuğunun yerel adı. Bu kurtçuklar her yıl ekim ayının ilk dolunayında çiftleşmek için okyanusun yüzeyine hücum edermiş. NADİR PAKSOY ~ sevgiti kııUarı kadınlar Nazilerden kaçanlara, ama tarafsızlığını da korumuş. Zenginliğini kolonilerden sağlamamış. Bir Isveçlirün deyimiyle "toprağını dilimleyip satarak" (maden ve orman zenginlikleri kast ediliyor), nüfusunun neredeyse yansını yeni kıtaya göndererek ve kararlı bir tarafsızlıkla sağlamış. Ama bu nedenlerden öte, her an hissettiğim bir rahatlık oldu: Erkekler gözleriyle, dilleriyle, elleriyle sarkıntılık etmiyor, ne gündüz, ne gece; ne sokakta ne de kadın kadına giuiğımiz gece kulübünde. Ve bu bir kadımn kendisini rahat hissetraesi için olmazsa olmaz bir şart! Sokakta yürümek özgürlüğü, istendığı gibi giyinmek özgürluğü, sokakta bir sürü kadına raslamak kcyfi. Kadınlar! Isveç'in sevgili kullan! Kolay olmamış "sevgili kul" olmak ama olmuş. Ve hep vurguluyorlar: Yapacak daha çok şey var. Çocuk arabasıyla tnetroya, otobüse binmek mümkün. Merdivenlerin üstüne de özel raylar yerleştirilmiş arabanın tekerlekleri için. Kimi tuvaletlerde bebeğin altını değiştirmek için masa bile koymuşlar. Bunlar benim için lsveç Enstitüsü'nün hazırladığı sayı dolu broşürler kadar değerli küçük işaretler. Yine de zaman içinde ileri fırlatıldığımı en çok "Erkek MerkezT'nde hissettim: Kadınların kurtuluşu öylesine sarmış ve sarsmış ki Isveç'i, iki evlilikten biri bosanmayla sonuçlandığı gibi beş boşanmanın dördünu kadınlar istiyor. Ev işini paylaşmayan, "John VVayneliğe öykünen" erkekler terk edildiklerinde şaşı 1 8 4 8 yılının nisan ayında bir gemi Fransız kıyılarından Atlas Okyanusu'na açılır. Orta Amerika'ya Martinik Adası'na doğru. Önemli bir haber bu gemiyle yola çıkar. Onbinlerce zencinin beklediği bir kâğıt parçasıdır bu, esirliği kaldıran yasadır. ğımız, yedi bin kilometrelik yolu biraz da ruzgârın yardımıyla yedi buçuk saatte alıyor. Öğlen üzeri iniyoruz Fort de France'a. Sıcak Karayib Denlzi'nde serinlemek, hindistancevizi ağaçlarının altında gölgelenmek için tam yarım gün daha var önümüzde. Uçak, siyah derili Fransız vatandaşları olan Martiniklilerle dolu. Üç dört çocuk annesi genç kadınlar, belli ki bu tür uzun yolculukları kanıksamışlar. Sevimli. afacan, bacak kadar çocuklar uçağın camından bakma isteğini biie duymuyorlar... iki ay suren gemi yolculukları, uzun, çok uzun süren esirlik donemiyle birlikte tarihe karışmış artık... Karayib adaları zinciri tspanyollar, tngilizler, Hollandalılar Ve Fransızlar tarafından işgal edilmiş. Bunlar arasında bulunan Martinik (Martinique) ve Guadolup (Gouadeloupe) adalarının siyasal bağımlıhğı, bugun de Fransa'nın denizaşırı vilayeti kimüğinde somutlaşıyor... Ayrüıkçı akımlar da var olağan olarak. Ancak, henüz çoğunluğu oluşturacak bir güçte değiller. Fransız hukümetinin bolgesel politikasırun azınlıklara belirli bir iç bağımsızlık getirmesi, kuşkusuz bugünkü dengenin korunnik Cumhuriyeti'ne, Martinik'ten Venezuela'ya dek, bölgenin değişik ülke ve yörelerinden gelen filmler izleyeceğiz... Martinikli zenciler, bu adanın yerlileri değiller aslında. Ataları, Avrupalılar tarafından siyah Afrika'dan esir olarak getirilmişler. Topraklarına bağlı zenciler, yerlerinden, ytırtlanndan ve özgüriüklerinden yoksun bırakılırken, içgüdüsel son bir hareketle topraklarına sarılmışlar. Ekip yetiştirdikleri bitkilerin tohumlarından bir avuç atıvermişler ceplerine... Bugün Karayib adalannda çok değişik bitkiler, meyveler yetiştirilmekte. Afrika'dan esir alınmış tohumların torunları, Ekvator iklimine kolay bir uyum sağlamışlar... Ve Karayib adalarının insanları çok değişik diller konuşuyorlar. Renk renk pasaportları var. Ayrı ayrı paralarla alışveriş ediyorlar... Ancak, taa derinlerden gelen ortak köklerin de bilincindeler. "Images Caraibes" türu şenlikler, uzun süre acı sular emen bu köklerin beslediği ortak kültürel gerçeğin gelişmesine, giderek belirleyici bir varlık oluşturmasına zemin hazırlamak amacıyla düzenleniyor. APİA Samoa'da bulutlar çocuklar gibi ağlar, kadınlar gibi kaprislenir. Gökyüzü pırıl pırıl, havada tek bir gölge bile dolaşmazken, birdenbire ılık ıhk yaşlar toprağı nemlendirebilir. On, on beş yıl öncesinin bir Ege kıyı kasabasının yaz sonu burukluğunu >ıl boyu taşıyan "baş kasaba" Apia'nın bir sokağını bulutlar kendine yakın bulmuş "içini" dökerken, iki mahalle ötedeki bir başka sokak ise "gel keyfim gel" güneşle oynaşıp durur. Samoa'ya yağmurlar aralıkla gelir, nisanla gider. Göz yaşlan konuk, güneş ev sahibidir. Ara sıra bulutlann histeri nöbetine tutulduğu, günler boyu hıçkrra hıçkıra, tepine tepine ağladığı da olur. Ve bu nöbetlere fırtınaların cümbüşü katılıp, dalgalann da damarı tuttu mu, işte o zaman "acaba luyamet önce cennetten mi kopacak" evhamına kapılabilir kişi.. Aradan üç gün, beş gün geçer; bir iki dam uçar, birkaç hindistancevizi, köklerini terk ederse de histeri nöbeti dinmiş, ortahk sütlimana dönmüştür.. Pasifık'te insanoğlu zaman ve raekân kavranum bir çırpıda yitirebilir. Pazartesinin cumadan, ocagın temmuzdan hiçbir farkı yoktur. Olsa olsa şubat ağustostan biraz "suln"dur ya, bu "sululuk" ne güneşin cömertliğini ne de kumsallann cilvesini engeller. Pasifık'te mevsimler, ancak ve ancak bu dünyada sanki yapacak başka bir şey kalrnamış gibi "hastalık raponı" yazarken, takvim arandığında hissedilir. Ne olursa olsun, tıpkıbasım mevsimler, tıknefes tekdüzelikler tazelenmeli, yürek artık çoraklaşmış vuruşlardan annmab, kapüar baîdre beklentilere açık tutulmalıdır. Suyu çekilmiş coşkular ahust edilmeyi arzular. "Kronik" (süregen) yaşam bir " a k u l " ivegen) hecme arar. Artık "yeni bir yılvakti gelip çatmışür bile.. Batı takvimiyle tamştınlmazdan önce Samoalılar sırf bu yöreye özgü ilginç bir doğa olayını kendilerine "yeni bir yıhn" başlangıcı olarak. bellemişler: "Palolo".. "Palolo" okyanus kıyısındaki mercan kayahklannın içini biteviye mekân tutmuş bir tür deniz 7 kurtçuğunun yerel adı. Latincesi "Fjıııice viridis"miş. Her yılın ekim ayının ilk dolunayından tam yedi gün sonraki gece, şafak sökümünde bu kurtçuklann erkek ve dişileri bütün bir yıl boyu yaşadıklan kaya deliklerinden çıkarak çiftleşmek üzere oknayusun yüzeyine hücum edermiş. "Sebebi hikmeti" nedir, tam bilinmezmiş. Ayın şavkıyla aşka geldikleri sanıhyor. "Palolo"nun aşkı "senede bir gnn!"müş anlaşılan... Artık gece yarısı Adanın öbür yakasındaki Salaraumu Köyü'ne doğru jipimiz ilerlemekte. Yanımızda Sua var. Sua bu işlerin gediklisi yardımcım. Tath, çelebi bir kişi. Samoa'ya geidin, gidiyorsun, şu "Palolo'vıı kaçırma" deyip dururdu. Sua'run kendisi var yüz kilo, bir de yukledi mi arkaya kazanlan, kepçeleri... "Yahu, nedir bunlar, göçe mi karar verdin?" diye takılınca, "Hiiç sesini çıkarma, bekle göriirsün" diye yanıtladı esrarh bir bilge edasıyla... Köye yaklaşırken, ıssızlık bozuldu; yuzlerce insan kovalarla, çuvallarla, balık kepçeleriyle ve hatta makarna süzgeçleriyle, Allah ne verdiyse yolda harabati yürümekte. Neyse kıyıya vardık, zar zor bir park yeri bulduk, değnekçilik henüz buralara ulaşmamış, bilet kesen de yok. Ama, âdet olduğu üzere Sa Sokakta rahatça yürümek özgürlüğü, istediği gibi giyinebilme özgürlüğü, sokakta bir sürü kadına rastlamak keyfı... Kadınlar tsveç'in sevgili kullan. Kolay olmamış "sevgili kul" olmak, ama olmuş. imkânlarım sıradan insanın rahatı için seferber etmişler. Bir avuç insanın zenginleşmesi için değil. Zaten en zenginler yurtdışında yaşıyormuş vergiden kaçmak için: Bergman, Borg... Okullarda çocuklara acele etmemeyi öğretiyorlarmış. Telaşa gerek yok! Herkese yer var! Öyle birinci olmak, ötekine basıp iş bulmak, sürekli yanşmak, koşmak, nefes nefese yaşamak şart değil tsveç'te. Bunlan tostçu dükkânının önünde sabırsızlanınca öğrendim. Paris'te iki dakikada sipariş vermiş, sandviçimi almış, yerimı arkamdakine bırakmıştım bile. Burada her şey aheste beste. Benim gibi tezcanlılar için zor ama insanca. Feminizme bulaşalı beri şu insan sözcuğüne hep karşı çıktım. Dedim ki insan yoktur, kadın erkek var... vs. vs. Ama işte burada hep insandan söz etmeye başladım. Çünkü tarih öncesi uygarlıktan sıyrılmış İs\eç. Tarih çağlarına adım atmış. Neredeyse "herkese ihtiyacına göre" verecek düzeye, anlayışa varmış. Herkese mi? "Karakafalı" yabancı işçilere nasıl davranır, onlara oy hakkı ve anadiilerini oğrenme hakkından başka ne haklar verir aynntıh bilmiyorum ama göçmen işçilerin durumunun, burada Avrupa'nın öteki ülkelerinden iyi olduğunu sanıyorum. Bütün koşuşturmalarıma, yorgunluğuma rağmen yaşadığım gevşekliğin nereden kaynaklandığını sordum kendi kendime: Bir kere Isveç'm geçmişinde Nazılerle işbirliği yok. Savaş sırasında sınırhınv, kayıliiz şansız açmış rıp kalmışlar, bunalıma girmişler. Bunlardan hem bunahmh hem sosyal hizmet uzmaru birkaç erkek, hemcinslerine yardım etmek için açmışlar bu merkezi... '•'j kadın örgütlerinden daha fazla devlet desteği sağlayıvermişler. (Burada zaman makinesi duraklar) Erkek dayanışması hem terk edilmiş, çocuklarından ve "sevdikleri" eşlerinden ayn düşmüş erkekler arasında, hem de, Erkek Merkezi'yle de\iet arasında işliyor... lsveç hakkında, hep her şeyi devlet düşünüyor. tnsanlara muhalefet etmek, talep üretmek yeri kalmıyor derlerdi. Bunun yanlış bir önyargı olduğunu anlamak için sokağa çıkmak yetiyor. Ve iki gün içinde nereden çıkacaklarını bilmedikleri fakat bekledikleri "radikalleri" karşılamaya hazırlanan polisler gördüm, kentin merkezinde alışverişe çıkmış halkı ikna etmeye çalışan "fuhuşa karşı erkekler"e rasladım, propaganda yapan Lutercilere, "Uyuşturucuya Karşı Aileler Dernegi"ne, 100. yılını gezici bir atölye ile kutlayan Metal Işçileri Sendikasına. Hepsi sokakta. Kocaman bir Hayd Park sanki Stockholm. Ve bir surü şey yapma arzusu verdi lsveç. Küçük bir hesap yapıyorum: tsveç'in nüfusu 8 milyon ve tüm tsveç'te hırpalanmış kadınlar için 120 kusur e\ var. Istanbulun nufusu, saldırganlığı arttıran stres koşullan falan derken yalnız tstanbul'a en az 120 kadın evi gerekir. Hem bugüne hem buraya dönüyorum: Yeşilkö) Havalimanı ve gcnz^r.i dolduran sigara kokusu Palyaço yaramazdır, el öpmez Güldüru, küçük bir egzoz borusu, modern yaşamın bir vanasıdır. Komedyen yasaklara el atar, toplumun kurallarına karşı çıkar. Bir soytandır, başkalarına yasak olan şeylerde o özgürdür. AHMET ARPAD STUTTGART Bir fare Gardi. Zavallı, karnı aç bir fare. Bütün düsüncesi kapanın içindeki peynir kalıbı. Ağzmın suları akıyor. Fare kapanın çevresinde dönehp duruyor. Ve sonunda hızla içine giriyor, bir parça ısmp dışarı kaçıyor. Kapan kapanmıyor. Fare Gardi yürekleniyor. Bir daha deniyor. Kapan açık kalıyor. Fare peynirin başına geçiyor, keyifle yemeğe başlıyor. Peynir bitmiyor, fare kapana yerleşıyor, Yiyor tıkabasa. Bir süre sonra canı sıkılmaya başhyor. Tam günümüz insanı gibi. Her istediğine kavuştuktan sonra ne yapacağmı bilemeyen. Karnı doymuş. Her gün, her an, hep ayru şeyleri yapmaktan canı sıkılan, çevresindf olan bitene pek ilgi duymayan. Fare, insan. Gardi, palyaço. tsviçreli kadın palyaço Gardi Hutter çıktığı Almanya turnesinde Stuttgart'a da uğradı. Güldürü sanatına kendini adamış sanatçıların görevi günumüzde hiç de kolay değil. Çünkü güldürü küçük bir egzoz borusu, modern yaşamın bir vanası. Komedyen yasaklara el atar, toplumun kurallarına karşı çıkar. Yaramaz bir çocuktur, hep yaygarayı basar, büyüklerinin elini öpmez. Bir soytandır, başkalarına yasak olan şeylerde o özgürdür. Yeter ki kralı güldürsün. Bunu başaramadığı an kellesi gidiverir. "Palyaçonun sanatı ruhundadır" diyor Gardi Hutter. "Onun görevi, gnldürmek için hoplayıp zıplamak, yeriere yuvaıianmak değildir. Palyaço güldürürken dttşüDdürmelidir. Bir kabateristin isi daha kolaydır. O dertlerini. düfüncelerini ve değiştirmek istediği şeyleri sözlerle anlatır. Biz pahaçolann sözlere pek gereksinimi yoktur. Hareketlerimiz ile karsımızdaki insanın beyninde ve rnhunda yer ederiz." Günümüz Almanyası'nda yirmi kadar profesyonel palyaço var. Gösteri başına 300 ile 1500 mark arasında kazanıyorlar. Palyaçoluk kolay bir mesleğe benzemiyor. 1yi palyaçolar az. ABD'de okulları var. Bundan 20 yıl önce koca ülkede palyaço sayısı sadece 12 idî ve en genci 50 yaşındaydı. 1970'li yıllarda kurulan palyaço okullanndan mezun olup mesleğe atılanların sayısı günumüzde binin üzerinde. "Seyircinin karşısında kendini budala yerine koymak ve boyle hareket etmesini bilmek yeteneği palyaço için çok önemli" diyor Gardi Hutter. "Yiizyılımızın en büyük güldürü ustaları Charlie Chaplin, Buster Keaton ve Grock da zamanında palyaçolugu denemişti." Sirkin orta yerind' bir palyaço yüzü boyalı, giysileri rengârenk, ayakkabıları kocaman... Kimin gönlünde yatmaz bu? Küçuk çocukların, büyük çocukların... Stuttearftan Paıyacoluk zor sanat, hem güldürmeiı. hem düşundu r nei'
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle