19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER izleyen olaylardan onceki Afganistan olmayacağıdır. 1950'lerde kralın amcaoğlu Davud Han ve 1960'larda bizzat Kral Zahir Şah tarafından yönetilen Afganistan, dış ilişkilerinde oldukça rahat bir mevki kazanmış ulke görünümünde idi. Afganistan 1955'te, o tarihte "coexistence" (banş içinde beraber yaşama) doktrinini açıklayan Hruşçov'un ilk ziyaret ettiği ülkelerden biri olmuştu. Aynı yıllarda bağlantısızlar grubuna girdi. O dönemin değişik koşullannda Afgan yönetimi, bağlantısız ulke statüsünden ve Sovyetler Birliği ile Batı'ya bağlı CENTO devletleri arasında "tampon devlet" konumundan bir ölçüde yararlanmasını bildi. Ülkenin kuzeyinden guneyine giden yollar, Sovyet teknik yardımı çerçevesinde inşa edilirken, bu yolların güneydeki kısımlannı Amerikan uzmanlan tamamlıyorlardı. Alman^ lann, Fransızlann da küçümsenemeyecek yardım programlan uygulanıyordu Afganistan'da. nufusun çoğunluğunu teşkil etmiyorlar. O dönemdeki Afgan iktidarı, Pakistan'a karşı kazanılması mümkün olmayan bir dava açmaktansa, pek çok ortak çıkarları ve külturel bağları bulunan bu komşusu ile işbirliği ilişkileri arasaydı, daha akılcı bir yol izlemiş olurdu. Bugun ise, birkaç milyon Afganlmın Pakistan'a mülteci olarak sığındıklannı ibretle görüyoruz. Temelleri Milli Mücadele yülannda atılan, Türkiye ile Afganistan arasındaki "geleneksel" dostluk, 1978 darbesine kadar sürdü. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş yülannın yoksulluğuna karşın, 1920'lerde ve 30'larda Afganistan'a daha kavramı ortaya çıkmamış iken, bugün anladığınuz manada bir "teknik yardım" başlatmış, Kâbil'e tıp ve hukuk fakulteleri kurmak için hocalar göndermiş, Afganlı öğrencilere okullarını açmıştır Uzun bir tanhi donemde tum Afgan kurmayları Yıldız Akademisi'nde yetişmişlerdir. 1960'larda Afgan hükümeti, giderek daha kalabalık subay gTuplannı eğitim ve talim için Sovyetler Birliği'ne göndermek uygulamasını başlattığından, bu alandaki işbirliğimize 1969 yılında son verildi. Bu bağ koptuktan sonra, Afgan yönetimi bunun tekrar kurulması için girişimlerde bulundu ise de Türkiye, değişen koşullarda bu taleplerin kabulünü mümkün görmedi. Afganistan'ın son otuz yıllık tarihini birkaç sözcükle bu biçimde özetleyebiliriz. Şimdi bu ülkede birçok şey değişmişken Afganistan'ın ayakta kalabilmesi için yine iki büyük devletin anlaşması, "garantörlük" sorumlulukları yuklenmeleri gerektiğini gözlüyoruz. 18 HAZİRAN 1988 Af ganistan ve Garantörleri Eğitim düzeyi düşük olan ülkelerin kendilerini toparlamaları, ölçüsüz iddialardan, inatçı tutumlardan vazgeçmeleri ve uzlaşma ve işbirliği usullerine alışmaları çok güç oluyor. Kaygımız, gelişmemiş bir ülke olan Afganistan'da siyasal yaşamı ve ilerlemeyi kısır döngüye mahkum eden zihniyetin kolayca değişmemesi olasılığıdır. Ancak son dokuz yıl içinde, çektikleri büyük acıların Afganlılara pek çok şey öğrettiğini düşünebiliriz. HÂMİT BATU Emekli Büyükelçi nuş olmasından dolayı memnuniyetimizi de hemen belirtelim. Ve olumlu bir senaryo düşünmeye çalışalım. Afganhların birleşmelerirıi gerektiren ne güçlü nedenler var!.. Ülkelerine dönecek milyonlarca göçmenin banndınlması, beslenmesi, yıkılan binlerce köyün, kasabalann, kentlerin onanlması, işbirliğini ve dayanışmayı zorunlu kılmıyor mu? Afgan halkı, hayati ihtiyaçlarının sağlanabilmesi için, bunu kavgalı liderlerinden istemeyecek mi? Başka tehlikeler Afganistan' ı tehdit ediyor. Fars dilini ve kultürünü benimsemiş olan Afganlılar, Iran'm kültür nüfuzundan her zaman çekinmişlerdir. Çoğunluğu Sünni olan bu ülke, bugünkü parçalanmış durumunda, Şiiliğin yayılmasını devlet polilikası olarak yurüten Humeyni rejiminin emellerinden korkmaz ve kendine çekidüzen vermek istemez mi? Afgan yönetiminin dayandıgı "Peştu" unsuru ('Peştu' ve 'Afgan' aynı ulusal toplumun değişik adlarıdır), hiçbir zaman ülkenin genel nufusunun yansından fadası olmanuştır. tç savaş sürdüğü takdirde, Afganistan'ı oluşturan değişik etnik grupları bir arada tutmak rnümkün olur mu? Afganistan'ın kuzeyi, yani ülkenin sanki belkemiğini teşkil eden Hindukuş Dağlan'nın kuzeyindeki bölge, Türkmen ve özbek toplumlan ile meskundur. Bu toplumlar, Sovyet Türkmenistan'ın ve Sovyet özbekistan'ın AmuDerya güneyindeki uzantısıdır. Sovyetler, özellikle kendi Türkmenlerinin ve özbeklerinin gözleri önünde, burada "dost olmayan" bir iktidann ycrleşmesini kabul edebiürler mi? Alınan haberlere göre, Sovyetler'e dayanan bugünkü Devlet Başkanı Necibullah'a bağlı kuvvetler, bu bölgenin büyük kısmına iyice yerleşmiş bulunuyorlar. Güneydeki örgütlerin buralan zaptetmeleri pek kolay olmayacaktır. Bu bölge Afganistan'dan kopar mı? Sovyetler, Kuzey Afganistan'ı nüfuzlan altında tutmak tan vazgeçerler mi? Birçok senaryo hatıra geliyor... Kesin olarak bildiğimiz, yeni Afganistan'ın 1978 darbesinden ve bunu Geçen nisan ayında Cenevre'de imzalanan anlaşmalar gereğince Sovyet kuvvetleri düzenli olarak Afganistan'dan çekilmeye başladılar. Güneyde bıraktıklan bazı raevkileri hemen direniş örgütleri ele geçirdi. Geri çekilme sürecinin daha ilk aşamalarındayız; daha sonraki aşamalarda neler olacağı konusunda hiçbir uzman açık bir görüş ileri sünneye girişmek istenuyor. Afganistan'da eski düzen, örf ve âdetin yumuşattığı çelişkilerden kunılu hassas bir dengeye dayanıyordu. İç savaş ve işgal, bu yapay düzeni alt üst ederek Afgan halkını çıplak gerçeklerle baş başa bırakmıştır. PENCERE Demokrasi DoğuBatı dengesi ve iç gelişmeler Doğu Bloku'nun ve Batılılann sağladıklan ekonomik yardımlar dengeli görünüyordu. Bununla birlikte, Batı ülkeleri arasında Afganistan konusunda ortak bir tutum saptanmış değildi. Kâbil'deki Amerikan teınsilcileri, Afganistan'ın bir biçimde "tampon devlet" statusu konusunda So\yetler'le zımnı \eya açık bir anlaşmaya varmış gibi hareket ederler, Batıh dostlan ile Afganistan sorunlan üzerinde danışmayı uygun görmezler veya buna ihtiyaç duymazlardı. O donemde iki super devlet, Afganistan'ın garantörleri olmasalar bile, bu ülkenin nüfuz dengesine bağlı toprak bütünlüğunü ve bağımsızlığını bir biçimde garanti altına almış görünüyorlardı. lyi niyetli bir hükümdar olan Kral Zahir Şah. Afganistan'ın yarı feodal yapısını değiştirebilecek ve gerçek bir ilerleme sürecini başlatabılecek kudrette bir devlet adamı değildi. Reform yolunda ele aldığı girişimlerde pek ileri gidememiştir. O dönemde siyasi koşullann sağladığı nispeten rahat durumdan yararlanarak, zorunlu çağdaşlaşma davasmı ciddi olarak ele alabilirdi. Bunu yapmaktansa, yapay dış politika oyunlan ile halkını oyalamayı yeğlemiştir. Kâbil Krallığı, Pakistan'ın kuzey bölgesi ahalisinin Peştu ırkından olduğunu ileri sürerek, maksatlan oldukça belirsiz kalan bir dava açmıştı. Bunu politikasının baslıca konusu haline getirdi. Pakistan aleyhinde yürüttüğu bu davaya agırlık kazandırmak için, Hindistan ile yakınlık siyasetine girdi: Sanki tslamabad'a karşı bir KâbilDelhi mihveri kurulmuştu! Gerçekten eski lngiliz imparatoriuğunun "KuzeyBatı sının"nda, yani bugünkü Pakistan'ın kuzeyinde yaşayan Peştu halkı, Afganistan Peştulanndan daha kalabalık bir etnik toplum oluşturmaktadır. Ne var ki kendi ülkelerinde de Afganlar (yani Peştular) ! j Acı gülümsetmeye karşın barış... Cenevre anlaşmaJarının şu ana hükmünü nasıl yorumlayalıra? "Sovyet kuvvetleri dokuz ay içinde Afganistan'dan çeküecekler. Bu süre içinde Sovyet hükümeti Kâbil hukümetine, Amerikan hükümeti direniş örgütlerine silah yardımlannı kesecekler... Taraflardan biri, yani Sovyet hükümeti (veya Amerikan hükümeti) silah yardımını tekrar başlatırsa, öteki taraf da derhal kendi yardımını harekete geçirecek..." Başka bir deyişle bu takdirde eski dururna dönülecek, iç savaş sürecek, "son Afganlıya kadar Afganistan için mücadele" devam edecek! Cenevre'de Afganistan'a banş getirmek için imzalanan anlaşmaların bağlandığı bu koşula bakarsanız, gerçekten karamizah tarafını görmemek murakün değil! Karamizah, tabii "garantörlerin" bu "mutabakatına" olduğu kadar direniş örgütlerinin tutumuna dokunuyor. Mücahitlerin, en çıplak yoksulluk koşullannda gösterdikleri direniş yetenegi, kahramanlık, hayranlık uyandırdı. Uzun ve olağanüstü çetin mücadeleleri sırasında, aynı amacı paylaştıkları halde, aralarında etkili bir işbirliği ve koordınasyon kurmayı başaramamış olmalannı da aynı derecede hayret verici bir davraruş olarak gözledik. Cenevre anlaşmalannın, konunun vahametine karşın, ister istetnez an gülümsemeyi davet eden hükümlerini bırakarak, banşa doğru önemli bir adım atıl Cenevre... ILO'nun Genel Kurulu. ILO Birleşmiş Milletler Çalışma Örgütü. Kaç yıldan beri Türkiye'yi uyanyor. Bizimkiler oyalıyorlar. Sonunda lngiliz İşçi Delegesi Ken Thomas kürsüye çıkıyor; bizimkilere bakarak konuşuyor: "Bazı somut sorulanm var. Eğer yanlışsa Türk Delegesi düzettsin. Türkiye'de devlet memurlarma özgürce örgüttenme hakk var mı? Yok. Sendikalar tvzüklerini ve iş yörjetmeliklerini özgürce yapabiliyonar mı? Yok. Yönetidleani özgürce seçebfflyoriar m? Yok. Altı ayı aşkın mahkumıyeti olan ne yönetid olabilir, ne de kurucu. Oysa en önde geten işçi liderferi hayatlannın birkaç alt aytnı hapishanelerde geçirmiş kimselerdir..." Haberi gazetede okuyunca ben utandım, ANAP iktidannın ve Türkiye'deki patronlann Cenevre'ye giden temsilcileri İngilizi dinlerken utanmadılar mı? Niçin kendi kendimizi aldatryoruz? Neden dünyaya karşı yalanın arkasına sığınmaya çalışıyoruz? Türkiye'de demokrasi var mı? Yok. Türkiye'de 400 bin öğretmen sendika kuramıyor; 1.500.000 memurun sendika kurması yasak; sol partilerin sendikalarla dokusal bağ kurmaları yasak... Nasıl demokrasi var diyebiliriz? Bu yasaklar ortamında sağ partiler seçim sandığtndan çıkınca demokrasi mı oluyor? Yalan mesleğimiz olmuş; öylesine alışmışız ki ayna karşısında kendimize yalan söylüyoruz. Milliyet Gazetesi toplatıldı. Dağıtımı durduruldu. Neden? Mehmet Ali Birand'ın PKK ve Apo'ya ilişkin röportajı sakıncalı görülmüş... Türkiye'de demokrasi var.. Basın özgüriüğü de var.. Ama gazete ve dergilerin dağıtımı durdurulabilir; polis gelir, kamyonla gazeteyi, dergiyi alır götürür; yine de bizim demokrasiye bir şeycikler olmaz... Milliyet yazarı Mehmet Ali Birand aydınlık, yetenekli, yurtsever bir gazetecidir. PKK'ya ilişkin son röportajı da gerçekten bir gazetecilik başarısıdır. Gerçi bizim Babıâli'deki yarış nedeniyle çoğu meslektaşın söylemeye dili varmaz, ama Birand'ın Apo Karargâhına girebilmesi; yaşanan olayın öteki yüzünü gazete sayfalarına (otoğraflarla dökebilmesi, alkışlanacak bir tutumdur. önce hiçbir komplekse kapılmadan bu gerçek vurgulanmalı... Sonra? Basın özgüriüğüne yöneltilen eylem karşısında bütün gazeteler ve basın kuruluşları seslerini yükseltmelidir. Olay karşısında kimi gazete bugün susuyor; ama yarın aynı şey başlarına gelebilir... Konu fikir özgürlüğudür.. Demokrasidir. Babıâli'de ılerici dergiler ve kitaplar toplatılırken, dağıtım yasak lan konurken görmezlikten gelen büyük gazetetere geldi şimdi sıra; suskunluk sürerse baskı daha da yoğunlaşacak. Demokrasinin ve özgüriüklerın bır bütün olduğunu ne yazık ki sıra kendisine gelmeden ınsanlar anlayamıyor. • Bir Türkiye düşünün ki, 1.500.000 memur sendika kuramaz, 400.000 öğretmen sendika kuramaz; sendikalar emeğe yakın partilerle ilişki kuramaz. Gazeteler ve dergiler daha basılırken matbaa kapılarından toplatılır.. Ve pariamentonun yaklaşık üçte ikisini kaplayan iktidar partisinin kılı kıpırdamaz. Sonra da demokrasi nutuklarının çeşitlemelerinden basında ve siyasal hayatta geçilmez... Namussuz adamlann dillerinden düşmez namus; bizim demokratların da demokratlığı böyle... Demokrasinin kendisini değil; lafını, edebiyatını, gevezeliğini seviyoruz. Sonuç Afganistan olaylarından pek çok ders, ibret verici dersler çıkartabiliriz. Tabii eski Afgan rejimini, ulkesinin sorunlannı cesaretle ele almak yerine, ulusunun dikkatini fazla anlam taşımayan dış siyaset oyunlanna çevirmeye çalışmak gibi hatalı bir tutumdan kabahatli görebiliriz. Ancak eleştirilerimizde ölçülu olalım: Çok daha gelişmiş ülkelerin siyasi basiret örneği verdiklerini söyleyebilir miyiz? Eğitim düzeyi duşuk olan Ülkelerin kendilerini toparlamaları, ölçüsüz iddialardan, inatçı tutumlardan vazgeçmeleri ve uzlaşma ve işbirliği usullerine alışmaları çok güç oluyor. Kaygımız, gelişmemiş bir ülke olan Afganistan'da siyasal yaşamı ve ilerlemeyi kısır döngüye mahkum eden zihniyetin kolayca değişmemesi olasılığıdır. Ancak son dokuz yıl içinde, çektikleri büyuk acıların Afganlılara pek çok şey öğrettiğini düşünebiliriz ve Cenevre anlaşmalannın garipsenecek tarafları da olsa, onlara umut kapılarını açmasım ve ülkelerinde gerçek bir ilerlemenin başlangıcı olmasını dileriz. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL OKURLARDAN Ankard'da sel baskını Ankara'da son sel basktm üzerine Belediyt Baskaru Alttnsoy, "Allahın felaketini ben mi davet ettim" diyerek kendini savunuyor. Başka bölgeleri bibnem, ama Ankara'nın mutena bölgesi Yenisehirin göbeğindeki Marmara Sokağı'nda olan sel baskuundan direkt olarak belediyt sorumludur. Çünkü kıstan çıkalı aylar olduğu halde bu sokaktaki rögarlar temizlenmentis olup devamlı akah vaziyettedir. Öyle ki TUna Caddesi ile Marmara Sokağı'nm kesiştiği bölge, en ufak bir çisüemede dahi göl halini abnakta, ancak bir kaç gün sonra süpürülerek görev üstunkoru yapılmıs olmaktadır. Nitekim Sıhhiyenin en çukur yeri olan Marmara Sokak, akalı altyapısından dolayı yanm saatte bir metrelik suyla dolmuş, bodrum katlanndaki daveler, dükkânlar ve depolar tavanlanna kadar su altında kabnıs, yüzierce kişi manen ve maddeten perişan olmuflardır. Dünyayı dolaşan Altmsoyu önce görev bölgesini dolaştp tanımasmı öneriyorum. A. tLTER Em. Albay 'Ankara Hapishanede Büyüyenler... "1971'de Mamak'ta yatarken gardiyanlar 'gelecek sefer sizi arkadakı cezaevınde mısafir ederız' diyorlardı. On yıl sonra dedikleri otdu. Kafeslerde, hücrelerde acımasızlığın, gaddarlığın ve korkusuz saldırganlığın her türlusünü gözledik. 12 Eylül önceki yılların bırıktırdıği hıncın da etkısıyle çok daha sert oldu ve önceden planlanmıştı." Oral Çalışlar öyle yazıyor. "Hapishanede Büyümek" adlı kitap 198687 Yunus Nadı Ödülü'nde birincilık alan bir çalışmanın tamamı... Orda Selim Bulut olarak adı geçen kişınin Halil Beytaş olduğu açıklanıyor şımdi. Çalışlar "İçerdekıler acılarına, yoksunluklarına rağmen esas olarak geleceğe umutlu, boyun eğmez ve yenı şeyler üretmeye azımli bir mesaj vererek, yaptıklarınız ve yapacaklarınız ıstedığinız neticeye ulaşamayacaktır dedıler İlhamımızı onlardan aldık Halil'ın şahsında tum onları gorebilırsıniz" dıyor. Halıl Beytaş'la (röportajdakı Selim Bulut) günler geceler boyu birlikte olmuş Çalışlar. Konuşmuşlar, dertleşmişler, söyleşmişler. Beytaş, 12 Eylül'den sonra tutuklanan on binlerce gençten biri. İlginç olaylar anlatıyor. Ağabeyıyle karşılaşması bunlardan biri. Duyar kı ağabeyı de içeri alınmıştır, onun bulunduğu koğuşa naklıni ister. Koğuşa girınce ağabeyi 'hoş geldın arkadaş' der sırtını dönüp gider. Halil şaşırır, ağabeyınin bu davranışına bir anlam veremez, 'kımliğinı saklıyor herhalde' diye duşünür. Az sonra ağabey gelir adını soyadını sorar, o zaman Halil'i tanır. Halil dıyor ki "Anlaşıldı ki beni tanıyamamış..." Kısacası 'hapishanede büyümüş' bir çocuk Halil. İlk kez 16 yaşındaymış 'ıçeri' gırdığınde. 'Sinemayı içerde keşfettim' diyor. Tiyatroyu ise hiç görmemiş. Bir taşra şehrinde yaşaması buna engel olmuş. 'İki yıl kitap almamız mümkün olmadı, "Ekmekçi Kadın"ı bile vermediler. Okuma imkânı bulamadım " Kitabın adı 'Hapishanede Büyümek.' 16 yaşına kadar bir taşra kentinde yetişen, sonra da butün dünyası hapishane olan bir yurttaş... Hapishanede yettştirmiş kendini. Düşünerek, okuyarak, "Düşüncelerde ve koşullarda hep bir değişim, hep ileriye doğru bir atılım, amaç olmalıdır Her zaman daha iyi daha lyi aranmalı. Brecht'in şu sözünü çok beğeniyor Halil: "En iyı çözümler, yeni problemler ortaya çıkaranlardır. Bir şeyın tam olmasını engellemek gerek, zaten hayatta hiçbir şey tam değildir, olamaz da." On beş yaşınızı düşünün. Ortaokulun ilk sıralarındaydınız. Baba ekmeği yerken ya da geçım zorluğu içinde çırpınırken kendinizi 'içerde' buldunuz Yedi yıl geçıp gittı, yaşınız 25'e dayandı. Siz şimdı yaşadınız mı? Yaşadınız, ama kapalı bir dünyada yaşadınız! Gardiyanlar, başka mahkumlar, tutuklular arasında. Kendini bir iç hesaplaşmaya kaptırmak... Günler geceler boyunca... Halil içimizden herhangi birının oğlu, kardeşı olabilir. Bir simge zaten. Binlerce, onbınlerce gençten bir tanesi... "İlk iki yılım gerçekten zor geçti Yaşadığım ve beni hasiphaneye getiren sürece net bir bakışım yoktu. Çözümlemesir.ı yapamadığım bir dönemin yükünü, yine çözümlemesıni yapamadığım bir zaman dilımi içinde omuzlamak zorunda kaldım. Üstelik tek başımayım. Dısardayken içinde faaliyet gösterdiğim sıyasi grupla ilişkimi koparmıştım. Hem ideolojik hem fiziksel olarak ayakta kalmam sadece iç dinamiklenme bağlıydı. O yıllar, olaylara ilışkin bakış açımda toplumsal boyut kısmen silikteşmişti... Doğru kabul ettiğim temel noktaları en genel çızgilenne kadar sorguya çektim. Hepsi aklandı. Bir şeye inanmak, ama başka türlü davranmak. Bu hiç mümkün değıl benim için." On beş yaşında hapse girmiş, yedi yıl içerdi yatmış, idam istemiyle yargılanmış bir çocuk1 Böyle çocuklar öyle çok ki' Biz onlara 'çocuk' gözüyle bakmadık, anlayış göstermedık; kafalarındaki sorunlan çözmedık; tersine kordüğüm haline getırdik. Zorla düşman ettık kendimize, :opluma... Oysa anlayış, sevgi, yakınlık, dostluk yeterdi. "Dünyayı değıştirme gerçeği vazgeçılmez bir zorunluluktu" onun için, ama dünyayı değıştirmenin yolu on beş yaşında bır çocuğun eylemlerıyle olacak iş değildi. Bu dünya, bu dünya anlayışı, bu yaşam biçimi değiştınlecekti, ama akılla. bilınçle, bilimsel çalışmalarla... Oral Çalışlar'la Halil Beytaş arasında geçen konuşmalar belgesel birönem taşryor. 1970lerdeortaokul, lıseçağlarındaolan bir kuşağın davranışlarını, isyanlarını, yenilgilerinı anlamak için bu kuşağın insanlarını; oğullanmızı, kızlanmızı, kardeşlerimızı dahayakından tanımak gereğtnt duymalıyız. Bugün de on beş on altı yaşlarındaki kuşak geçmişin olaylarını, bugünün gerçeklerini irdeliyor, araştırıyor, yeniden yorumlara, saptamalara gidiyor. Dünyayı, yaşamı değiştirmek özlemi ortadan kalkmaz, kaldırılmaz. Bu gerçeği bilmeyenler zorbalıkla, baskıyla düşünceyı, düşlemeyi, bir amaç uğruna kendini harcama içgüdüsünü ortadan kaldıracaklarını sanmasınlar. Halil Beytaş şimdi belki özgür. Yedi yıl hapislikten sonra dış dünyanın içinde... Topluma bir dost, bir arkadaş olarak mı yaklaştı, yoksa bir yabancı mı? Onu kim kınayabilir? Gerçek bir demokrasi düzeni kurup sürdüremediğimiz sürece nice Haliller harcanır gider. Toplum depremden depren>e geçerek sarsılır. "Hapishanede Büyümek ' (Yön Yayınları) bu gerçeği bizlere bir kez daha duyuruyor. "Biz Çıktıgunız bu yolda Yaşatmak için Kokü sökülmüş güneş çiçeklerini ömrüne doyamamış Tohumlanmızı dikiyoruz Karanhklara inat umudu yaşatmak ve insanhk onurunu korumak için tstanbul ve Diyarbakır cezaevleri direnişlerinde en önde yüruyenlerin ÖLÜM ORUCU VE TÜM DİRENİŞ ŞEHİTLERİNİN amlannı bilincimizde ve mücadelemizde yaşatacağız. Siyasi kimliklerini ve onurlarını canbedeli yücelten ABDULLAH»ı, FATİH'i, HAYDAR'ı ve HASAN'ı saygıyla anıyor, yüreklerimizde yaşatıyoruz. YENİ ÇÖZÜM KARSBÜROSU Devrimci gençük adına TURAN DOLU İSTANBUL'UN ORTA YERİ Teşvikiye'de "Istanbul'un orta yerinde" sahibinden satılık süper lüks daire Tel: 132 48 15 i r Özgüriük ve maceranın tadı BASIN TOPLANTISI * Direnislerde yitirdiklerimizin inanç ve kararhhğmın kaynagı nedir? * Direnme ve direnmemenin meşrulugunun odaklaştığı anlayış ne oluyor? Anma günümiizde bu sonılan cevaplandırmak istiyoruz. ölttm oruççulanmızın birinci ve ikinci grubundan temsilcilerle. Yer: tstanbul Tabjp Odası (îst. Erkek Lisesi karsıst) 19 Hazıran 1988 saat 12.00 TAYAD TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ AİLELERf YARDIMLAŞMA DERNEĞI ANMA 1984 yılında Metris Askeri Cezaevi'nde insanhk onuru ve siyasi kimlikleri için öliime yatan direnişçilerimizi saygıyla anıyoruz. ABDULLAH, HAYDAR, FATİH, HASAN ÖLÜMSÜZDÜR. DEMKAD DEMOKRASİ tÇİN KADIN DERNEĞİ ENKA VAKFI DUYURUSU 1987«8 ENKA Bilim ve Sanat ödülleri Yanşma Sonuçlan ENKA Vakfı Yöneüm Kurulu Başkanı Şank TARA tarafından açıklanmıstır. MUZtK: (Kompozisyon Yanşması) "Çocuklar için şarkı" Jüride birincilik ödülüne layık eser bulunamanustır. Babur TONGUR (lkincüik), Muammer SUN (Üçüncülük), Hasan TORAGANLI (2 Mansiyon), llteriş SUN (Mansiyon), Muammer SUN (2 Mansiyon). Jüri: Demirhan ALTUö, Idil BİRET, Atilla MANİZADE, Ahmet Adnan SAYGUN, Aydın KARLIBEL. GRAFtK SANATLAR: (Afış Yanşması) "Türkiyemizi Yurtdısında Tanıtıcı Afış" Fatma TAN (Birincilik), Aydan GÜVEN (lkincilik), Ayda KANTAR (Üçüncülük), Melek 3ölükbaş (Mansiyon). Jüri: Prof.Dr. önder KÜÇÜKERMAN, Prof.Dr. Namık BAYIK, Mengü ERTEL, Prof. Alfred DE CREDICO, Gülizar ÇEPOGLU. MIMARLIK TARİHt: (Dia Yanşması) "Mimar Sinan'ın Yurtici ve Yurtdışındaki Eserleri" Sema ERKAN (Birincilik), Kazım ZAtM (lkincilik), t.Ahmet ARSLANOĞLU (Üçüncülük), Sabit KALFAGİL (Mansiyon). Jüri: Ersin ALOK, Doç.Dr.Ataman DEMİR, Stevan RISTIC, Prof. Dr. Bülent ÖZER, Zerrin ASLANER. EKONOMİ: "Sanayileşmenin Türk Ekonomisinin Gdişmesine KatkısıBugün ve Yann" Jürice birincilik ödülüne layık eser bulunamanustır. Doç.Dr.Fıkret ŞENSES (lkinciük), Doç.Dr. Cihan DURA (Üçüncülük), Yrd. Doç. Dr. Halil AKSU (Mansiyon), Dr.Yük.Müh. Hidayet SARAÇ (Mansiyon). Jüri: Prof.Dr. Merih CELASUN, Akın ÇAKMAKÇI, Prof. Dr. Zeyyad HATİPOĞLU, Prof. Dr. Ataç SOYSAL, Cavit ÇITAK. Ödül dağıtım töreni günü aynca açıklanacaktır. SERG1: Ödül kazanan fotograflar ile jürice tavsiye edilen afişler 512 Temmuz 1988 gunleri arasında lstinye'de ENKA Vakfı Sadi GÜLÇELİK Spor Sitesi'nde sergilenecektir. Sergiye giriş ve Spor Sitesinin gezilmesi serbesttir. Göz Hastalıkları Uzmanlan MİNE ÇELİK ile Dr. Özbek Eren ve Dr. Uğur Koca DELTA Göz Kliniği Kontakt Lens Merkczi 11.6.1988'den itibaren Türkçü Sokak Kayalı Ap. 8/5 Bakırköy'de hastalarınt kabule başlayacaklardır. Tel: 572 46 87 ERGÜN İŞERİ evlendiler İstanbul 17 Hazıran 1988 1979 YILI İCRA PL 467 TEDBIR UYARINCA SIGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle