17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 MAYIS 1988 KÜLTÜRYAŞAM KİM KİMEDICJM DUMA BEHIÇ AK CUMHURİYET/5 dL • ,m^ * BABA İLE OĞÜL "Fatih Pelle'de, Pelle'nin babası Lasse'yi canlandıran Max von Sydow (solda), olağanüstü oyunuyla filme önemli katkılarda bulunuyor. Pelle'yi oynayan Pelle Hvenegaard (üstte) ise bu rol için yüzlerce çocuk arasından secildi Hvenegaard, sosyalist bir babanın, sosyalist çevrelerde yetişmiş oğlu. Altın Palmiye alan "Fatih Pelle" bir işçisınıfı romanından uyarlandı Işçîlerîn mücadele simgesi operatifleşmiş sosyalist toplumdaki mutlu yaşamını konu alıyor. Nexö romanmda, ezilen ve sömürülen, ama KOPENHAG Daniraarka sineması bu yıl aynı zamanda "insanın kendisi" olan proleteri ıltın yılını yaşıyor. Gabriel Axel'in, Karcn Blianlatır. Yani proleter, bir yandan tarihi bir döten uyarlaması "Babette'nin Şöleni" ile en iyi neme denk düşen sınıfsal bir olgu öbür taraffabancı fılm dalında Oscar almasından sonra, tan insanlığın kendisi olması itibanyla da ev)aşka bir Danimarkalı yönetmen, Bille August, rensel bir olgu. Nexö'nün proleter kavramındaki 'Fatih Pelle" fîlmiyle Cannes'da Altın Palmibu ikiliğin, zamanın eleştirmenleri tarafından <e'ye değer görüldü. "revizyonist sosyal demokrathk" olarak eleşBille August'un "Fatih Pelle"si, Danimarkatirildigi söylenir. Yönetmen Bille August'un ılann dünya edebiyat klasikleri arasında sayfilmde ağırlık verdiği de işte bu evrensel olan lıkları, Martin Andersen Nexö'nün aynı adlı yanı. "Çiinkü Pelle sonsuz bir özlemle özgtiromanından beyazperdeye akıarıldı. Daha önlıigii, geleceği, umudu ve ışığı arar." :e Dreyer, Wjederberg ve Polanski gibi tanınFilme konu olan romanın ilk cildinde ve tanış yönetmenlerin çekmeyi planladıkları "Fabii ki filmde, lsveçli köylülerin, zengin toprak ih PeOe" "genç" yönetmenlerden Bille August'a ağalarının yanında iş bulabilmek için Danimarıasip oldu. ka'ya göç edişleri anlatılıyor. Babasının daha Hemen baştan belirtmek lazım. Filmin gü•ü öncelikle romanın kendisinden geliyor. Mar iyi bir yaşam vaadiyle Danimarka'ya getirdiği Pelle, umudu ve yaşamı ararken, köleliğe benin Andersen Nexö'nün ilk cildini 1906 yıhnda zer koşullar altında, çocukların bile çalışmakayımladığı dört ciltlik "Fatih Pelle", sosyalist tan muaf tutulmadığı bir çiftlikte bulur kendi•debiyatın en büyük yapıtlanndan biri sayılısini. 'or. Kendisi de zamanının "bolşevik"lerinden Kendisine büyük bir sevgi ve saygıyla bağlı )lan Nexö'nün "işçi sınıfı"nı anlattığı roman, olduğu babasının, sandığı gibi büyük, verdiği ayımlanışından kısa bir süre sonra dünya çasözleri tutan, daha iyiyi arayan biri olmadığını )inda ün kazandı. Özellikle l'MO'lann sosyal degiderek öğrenir Pelle. Ama aynı zamanda banokrat basınında tefrika halinde yayımlanan basının kendisine verdiği inamlmaz yoğunlukomanı Fransız Komünist Partisi'nin yayın ortaki sevgi sayesinde hem babasından bağımsız;anı l'Humanite'de izleyen Lenin'in, romanın laşır hem de kendi ayakları üzerinde durmayı tusçaya da çevrilmesini istediği söylenir. öğrenir. Filmin başında, babanın lehinde olan Martin Andersen Nexö'nün "Fatih Pelle" robabaoğul ilişkisi, filmin sonunda çiftlikteki nanının ilk cildi, Pelle'nin acımasız feodal bir zulme boyun eğmeyen, oradaki yaşamla yetinistemde geçen çocukluğunu, daha sonra şehirmeyen Pelle'nin inisiyatifıne geçmiştir artık. le küçük burjuva üretimindeki yerini, üçüncü Ama Pelle bir şeyi daha öğrenmiştir. Günlük iltte başkent Kopenhag'daki sanayi işçileri arayaşamın çekici başkaldınsı ile daha uzukta. ındaki sınıf savaşımını, son cüdin de isa ko P Î K N İ K PİYALE MADRA OLMAH HIC DE Ö>IE FERRUH YILMAZ ama belki daha gerçekçi hedef arasındaki dengeyi bulmayı. Bu yüzden acımasız çiftlik yöneticisine başkaldıran Erik (Björn Granath) gibi kendi devrimini hemen oracıkta yapmak yerine, geleceğe, umuda ve bunları simgeleyen denize yöneltir bakışlarını. Deniz bütün filmin çerçevesini oluşturur; onunla uğraşmasını bilmeyen için tehlikeli, ama Pelle için özgürlüğün simgesidir. Filmin finali de bu bakımdan ilginç; sabahın ilk ışıklanyla denize doğru yürüyen Pelle ile geride yaşammı değiştirmek için hiçbir şey yapmayan, tek dileği pazar sabahları yatağında kahve içebilmek olan babası. Yönetmenin deyişiyle, 20. yüzyıla yürüyen Pelle ile 19. yüzyılda kalan babası. Filmi güçlü kılan unsurlardan biri de hiç kuşkusuz lsveçli oyuncu Max von Sydow'un inamlmaz derecede iyi oyunu. Cannes'a katılan diğer filmleri görmedim, ama Max von Sydow bu fılmdeki rolüyle en iyi oyuncu ödülünü alsaydı hiç şaşırmazdım. "Fatih Pelle"nin aldığı ödül sadece Altın Palmiye ile sınırlı değil tabii ki; Danimarka ve tsveç'teki bütün sinema ödüllerini topladı bu yıl. Filmin basrol oyuncusu "baba" Max von Sydovv'un aksine, Pelle'yi canlandıran Pelle Hvenegaard profesyonel bir oyuncu değil. Rol için başvuran yüzlerce çocuk arasından seçilen, sosyalist bir babanın, sosyalist çevrelerde yetişmiş oğlu. Yönetmen Bille August ise Türk seyircisi tarafından sınırlı da olsa, lstanbul Sinema Günleri'nden "Zappa" filmiyle tanınan bir yönetmen. Bugüne kadar, yaptığı fihn'erin hemen hepsi çocuk ve gençler üzerine. Bu nedenle, yine bir çocuğu ve psikolojisini babasıyla ilişkisini anlatan filmi yapmanın en çok Bille August'a yakıştığı söylenebilir. 3 yıllık bir uğraşın sonunda "Pelle"yi tamamlayan Bille August'un bu filmle şansı açılmış görünüyor. August, Amerikalı yapımcılar için Ispanya Jç Savaşı'ndaki Amerikalıları konu alan bir film yapmak üzere kolları sıvamıs durumda. "Fatih Pelle"nin konusu her ne kadar 1870'li yılların Danimarkası'nda gecse de evrensel bir yanı daha var: Göçmenlerin hikâyesini anlatması. Biçim olarak aynı olmasa bile, o yılların İsveçli göçmenleri yabancı işçileri ile şimdinin göçmen Türk işçileri arasında paralellik çekilebilir. Zaten yönetmen Bille August'un, Altın Palmiye'yi aldıktan sonraki ilk yorumlarından biri de bu oldu. "Fatih Pelle"sınıf mücadelesini anlatıyor. Sınıf mücadelesinin başka boyutlar kazandığı bu ülkelerde, filmin başarısı, evrensel yanın öne çıkarılmasıyla açıklanabilir herhalde. Ama ne olursa olsun Pelle, bütün Danimarkalılar için Danimarka işçi sınıfının mücadele sembolü, sosyalist insan örneği olarak kalacak. Bakalım, fılm eğer Türkiye'de gösterilirse Türk seyircisi de Pelle'de sosyalist insanın kokusunu alabilecek mi? ÇİZGİLİK KÂMtL MASARACI AĞAÇ YAŞKEN EĞİLİR KEMAL GÖKHAIS TARİHTE BUGÜIS MOMTAZ ARIKAN 28 Mayıs NOBEL ODULLU AVUSTRALYAU.. 1312'DE gUGÜM,ÜULÜAVUSTBALYAU ROMANCİ PATTS.ICK WHtTS OOĞMUŞTU. YAŞAMIHIN YAKlSl LONDR4'OA GEÇSAJ YAZA&Kİ İLK &OMANLARI "44U71.U VADİ" VE "T&YZSMİN HİfCAYŞSl* VE AMEe//C4'DA YAYIAALAUIP İLGİ , I4£K1ÜZ. /)l/(J£ff&4LYA'DA . O/SADA DA DİfCJCAr/ Ç€~ic M££f £P£Y 2AMAM ALMfŞTl. DAHA SOAJ&AL4/S/ rAZDIĞl "ÇÖL " YE * PHeTTAjAM/A/ GÖZÜ " £OMANL4fSt tSS WHire 'IN EAJ ÖNEU Li YAPfTLAR/ £<4y/iM/Ş77 BUAJLAEDAfd EPİK \/E PStl£OLOfi*: .4A/ö477/14, fO73 MOBEL EDE8'X4T ÖCÜLÜMÜN KEA/&/ÇİNE 50 YIL ÖNCE Cumhuriyet 28 Mayıs 1938 üzere şirketin bıtcumte metnur ve müstahdemlerinden 1 temmuz 1938 tarihinde mevcud olanlar, hükümete intikal edecektir. Mübayaa bedeli 11 milyon lira olarak tesbit edilmiş, buna mağaza mevcud kıymetleri olarak takdir olunan 80 bin lira ilave olunmuştur. Ecnebi şirketlerle yapılan mümasil anlaşmalara göre, ecnebi bir para ile borçlanılması burada da kabul edilerek mukabili olan 1 milyon 873 bin tngiliz lirası kabul edilmiştir. Bu mukavele ile tarife tatbikatından şirketin müşterilerden aldığı fazla paralar dolayısile de şirket tebrie edilmektedir. Ancak, 19381988 halktan fazla aldığı paraların yekunu 1 milyon lira olarak tesbit edilmiş ve satın alınma bedeli kararlaştınlırken mahsubu yapılmıştır. Fclf İ TİÎrif FlfİPfİ Üç Turk s a n a t Ç | S 1 ' 1219 mayıs günleri arasında yapıtlarını Roma'daki Carlot » I V I I U l IV t w I C I I Lgyj S a n a t Merkezi'nde sergilediler Roma'daki sergide Prof. R. Ruşen Dora'nın "Eski Türk Evteri" konuiu suluboyalan (yukanda), Süleyman Saim Tekcan'ın özgun baskılan ve Erdinç Bakla'nın seramikleri yer aldı. Prof. Oora, "Eski Türk Evleri" suluboya resim sergisini 1824 mayıs arasında Bukreşts gerçekleştirdi Gerçek gerçekçilik 'uyumsuz'da DtKMEN GÜRÜN UÇARER Londra'da Uluslararası Eleştirmenler Birli|i tarafından düzenlenen "Uyumsuz Tiyatro 1 nun Sonu mu?" konuiu seminere dünyanın pek ;ok ülkesinden gelen eleştirmen, tiyatro bilim:isi, yazar ve yönetmen katıldı. Türkiye'den de Zeynep Oral ve ben oradaydık. Değişik platformlarda düzenlenen açıkoturumlarda ilginç konular irdeleniyordu. "Tann Bir Saat Yapımnsı mıdır?" tartışması Eugene Ionesco ve Martin Esslin'i yan yan getirirken, gerçeküstücülüğün günümüzde reklam amacını güden bir akım mı olduğu üstünde duran "Kâbuslar Daha mı Kolay Unutulur?" sorusu yanıtlarını Romanyalı oyun yazarı Marin Sorescu ve Josef Szajna gibi sanatçılarda arıyordu. Her ikisi de Auschvvitz'de uzun yıllar geçirmişlerdi. Yaşadıkları kâbus, sanatlarını tabii ki var gücüyle etkilemişti. Szajna, "Bir Zamanlar 'olmak ya da olmamak' sorusuyla yaşıyorduk. Kısa bir süre önce milyonlarca insan kamptaki komutanın şu sözleriyle yaşaraak zorundaydı: "Sizler sanatoryumda degil, konsantrasyon kampındasınız. Burada güçsüzler iki hafta dayanır, güçlüler ise iiç ay" diyor ve ekliyordu: "Ben, gördiiğünüz gibi, biraz daha fazla oayananlar aras;.ıdayım." Benim de yer aldığım "Saçma, Espri'nin Öliimü miidiir?" konuiu açıkoturumda ise saçma ve esprinin iyirnserliğinden yola çıkaıak Uyumsuz Tiyatro'nun karamsarlığına dek uzanan bir yol izleniyordu. Dramaturg John Pick, yönetmen Ken Campbell renkli kişiliklerine uygun anlatım biçimleri yeğlerken, Çdinburg Üniversitesi'nden gelen Stanley Eveting akademik bir bakış açısından yaklaşıyordu konuya. Geleneksel seyirlik oyurvlanmızdan yola çskan konuşmam ise ilginç bulunuyor, "saçma"nın değişik kültürel yapılarda algılanışına ilişkin sorulara yol açıyordu. Ve seminerin en önemli kişisi Eugene Ionesco ilk gün yaptığı konuşmada "Uyumsuz Tiyatro" üstüne ilginç görüşler sergiliyordu. İlginç ve önemli görüşler... Şöyle diyordu 76 yaşındaki dinamik yazar: "Martin Esslin 1950'lerde Paris'te izlediği oyunlara Camus, Sartre, Bataille gibi yazarlann insanın varlığını sorgulayan diişünce biçimlerindcn hareketle 'Uyumsuz Tiyatro' adını vermiş olabilir. Bizim yaptıgımız tiyatro ile onların savaş sonrası dün>aya bakışlan arasında bir bağlantı kurmuş olabilir. Esslin belki de haklıydı, ama ben 'Uyumsuz Tiyatro' tanımlamasını hiç de kolay "Uyumsuz Tiyatro'nun Sonu mu?"seminerinde konuşan Eugene Ionesco: Elektrik şirketi sataıahna mukavelesi esasları tstanbul elektrik şirketi tesisatının devir ve tesellüm muamelesine 1 Haziran 1938'de başlanacak, muameleler bir ayda ikmal edilecektir. 1 Temmuz 1938'de işletme, fiilen hükümete intilak etmiş olacaktır. Mukavelename, bugünlerde tasdik için Büyük Millet Meclisine verilecektir. Mukavelenin başlıca esaslannı kısaca bildiriyorum: lmüyaz mukavelesi, I kanunisani 1938 tarihinden itibaren işletme muamelatmm varidat ve masraflan hükümete ait olacaktır. Şirketin 1 kanunisani 1938'den evvelki bütün akid ve vecibeleri şirkete aiddir. Ancak bu akitlerden hükmü bu tarihten sonraya aid olanlar hükümele aiddir. Bu akidlerin lisıesi mukaveleye bağlıdır. Müşterilerle yapılmış ve halen mer'i olan bilcümle aboneman senedlerile mukaveleler eskisi gibi cari olacaktır. Müşterilerin 1 kanunisani 938'den evvekli zamana aid borçları şirketindir. Umum müdür hariç olmak Inegölde atletizm bayTamı tnegöl (Hususi) Halkevimizin tertib ettiği atletizm bayramı binlerce seyirci önünde güzel bir şekilde cereyan etti. 100 metreyi tdman Yurdundan Kurd Ali, yüksek atlamayı Ömer, bayrak koşusunu Yeni Doğanspor kulübü takımı, 1500 metreyi tdman Yurdundan Osman kazandı. Eugene Ionesco benimsemedim. Evet, karşı çıkan olmadı bu deyime. Artık iyice eskidi de, ama ben yine de Emmanuel Jacquard gibi bu tiyatroya 'AcıAlay Tiyatrosu' demeyi yeğlerdim. Bizim yaptıgımız tiyatroda kişiler ne trajiktir, ne de komik, ama alaycı ve yalnızdırlar. Köklerinden kopartılraışlardır. Transandantal ve metafizik köklerinden. Birer kukladırlar. O günlerin klasik tiyatro anlayışında vurgulanan psikolojik ve fizyolojik özelliklerden yoksunduriar, aynı zamanda o dönemin simgesidirler de." Burada özet olarak vermeye çalıştığım konuşmasını bitirmeden önce önemli bir noktaya daha deginiyordu Ionesco. Uyumsuz Tivatro'nun burjuva tiyatrosuna ve aynı zamanda "gerçekçi" olduğunu iddia eden tiyatroya karşı bir tepki olduğunu söylüyordu. "Gerçekçilik gerçek anlamına gelmez ve gerçekçi tiyatro, sosyalist gerçekçi Brechl tiyatrosu, ki ben hep olumsuz yönde elestirmişimdir. gerçeğin kendisi değildir. Gerçekçilik, gerçek olana gerçeküstiicüliik ya da romantizm gibi bir yaklaşım biçimi, bir yorum çizgisidir. Burjuva tiyatrosu benim açımdan ekouomiyle, politikayla, eglenceyle, aldatmacayla Pascal'cı bir yöntemle ilgilenen tiyatrodur... Gerçek şairyazar ise yaratıcı kişidir, yalan söylemez" ve noktalıyordu konuşmasınr. "Dünyanın uyumsuzluğuna ilişkin soru hep sorulmalı, bunun kesin bir yanıtı olmasa bile. Kavranmayanın öniinde egilmeliyiz. Uyumsuz Tiyatro'nun geleceği var mı bilmiyorum. Gerçekçi olduklarını savunan liyutroların acaba gelecekleri var mı? Tek söyleyecegim şey, bugiin 'uyumsuz' gerçeğin sınırlannı aşmıştır. Gerçek olan uyumsuzdur, uyumsuz da gerçek. Beckett sadece 'uyumsuz' tiyatro yazarı değildir, aynı zamanda gerçekçi bir yazardır da. Gerçekçilik, gerçek gerçekçilik arlık 'uyumsuz'un içindedir." ISTER DANS EDIN * ISTER GOBEK ATIN CİM BOM BOM'un ESEN PLAK'ta Çok ŞAMPIYON KASETİ ECE BAR'DA SONTANGO 29 Mayıs'tan sonra tatile giriyoruz. Biliyoruz ki bizi çok özleyeceksiniz. \ Ece Bar gecelerini, \ nostaljik Tango Akşamhnnı. l \ B i z d e sizi özleyeceğiz. Ekim'e kadar. Öyieyse i'Ece Barda Son Tango" akşamı bir "yolluk" için uğramayı unutmaym. Ece Bar'da feneri birlikte söntiürelim. Unutmayın 29 Mayıs, pazar akşamı... Tel:526 47 97520 8686 SAHIBINDEN SATILIK iyi durumda BLUTHNER marka yarım kuyruk piyano satılıktır. Tel: 160 33 38 SATILIK ŞAHİN 1986 model 20.000 km.de Tel: 512 05 05 /492
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle