23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 ŞUBA T 1988 CUMHURÎYET/13 I Jtp(a herbbur, Sctmsa Apia'dan Viyana'dan Soluk bir fotoğraf ve çocuk düşlerimiz Kim derdi ki, çocukluk düşlerimîzin Kaptan Kara Köpek'ini dünyanın bir ucunda yeniden aklıma düşüreceğim? Kim derdi ki bu küçücük adada yazar Stevenson'un izlerini arayacağım? NADİR PAKSOY APİA Yer: Ingiltere'nin batı kıyısında kayalık, yoksul bir köy... Zaman: 1700'lerin ortasında karanlık, boğuk, yağmurlu, zıkkım zifir bir gece. Köyün hemen çıkışındaki ot damb, dar pencereli Amiral Benbov banıun basık kapısj gıcınıyla açıldı ve içeriye tahta bacaklı bir gölge süzüldü. Kapının üstünde, çocukluk tutkumuz Çelik Bilek'in bir vuruşta ' dördünü birden devirdiği tngiliz subaylannın başından fırlayıp giden, dört bir yanı eğn büğru şapkalardan birinin çizüdiği tabela hışımla sallanmakta. Tezgâhın arkasında kendisini Orkek ve şaşkın bakışlarla süzen çocuk tan hırlarcasına susuz viski isteyen tahta bacaklı efsanevi gölgenın adi Kara Köpek'ti ve bölgenin en azgın korsanı olduğunu yediden yetmişe herkes bilirdı... Çocukcağızı bir titreme sanverdi. Kekeleyerek 'Benim hiçbir şcyden haberim yok bayım' derken Kara Köpek'in tokadıyla yere yıkıldı. Korsana, Kaptan Vilyam'ın yıllardır bir sır gıbi gizlediği 'Dtfıoe Adası'nın yerini gösterir haritanın Amiral Benbov bannın örumcekli tavanındaki tahta sandığın içinde olduğunu ispiyonlamışlardı... lngiltere'nin batı kıyısındaki bir limandan torfîbul gövdeli bir kalyon, ağzından alevler fışkıran ejderhalann, gözıinü kadın bürümiiş kaptanlann önce başını döndürüp sonra da kurtuluşu olmayan kayalıklara surilkleyen gizemli denizkızlarının cirit attığı ılık denizlere doğru yelken bastı. fçi çil cil altınlarla dolu yosunlu bir sandığın en az denizkızlan kadar, hatta daha bile fazla yürek hoplatıcı, baş döndürücü hayalleriyle ve dizi dizi şarap fıçılanyla donanmıs olarak... Sonra ne oldu?. Define Adası'na ulaşıldı mı?.. Tüm bunlar, çocukluk anılarımın artık yüzeye çıkamayacak denli derinliklerinde takılıp kalmış... lskoçya'da dolunayın kaldınmlan pırıl pınl aydınlattığı mezar g&i soğuk bir gece. Kent bir süredir ne idiıp beürsiz birtakım cinayetlerle tir tir titremekte. Çevresinde saygın bir hekim olarak tanınan Dr. Je>kıl'ın ne zamandır böylesi gecelerde içine bir 'kurt' düşüp, Bay Hayd oluveriyor; tırnaklan uzamış, köpek dişleri dudaklarından dışarı fırlamış kan koklamakta... 'Gündüz Adam, Gece Kurt' Sıvas'ın Demiryolu Sineması'nda babamızın demiryolcu kartını toka edip 15 kunışa tahta ön sıralarda seyrettiğimiz ilk fîlmdi... Sonra ne oldu? Dr. Jeykıl'ın 'giindiız adam gece kurt' kişiliği kanıtlanabildı mi?.. Çocukluk anılarımın yüzeye çıkamayacak denli derinliklerinden çekip çıkarabilmek olanaksız şimdi... En iyisi her ikisini de Bay Robert Stevenson'a sormalı... Robert Luis Stevenson 'Define Adası'nın ve Dr. Jeykıl ve Bay Hayd'ın kapaklannı kapatırken, patoloji arşivi gibi yükselen toz bulutuna zayıf ciğerleri katlanamadı. Boğuk boğuk öksüriip kitaplan bir köseye fırlatıverdi, "Bu is böyJe vnriimeyecek artık. Beoi ancak scak sonsuzluklar, hindistancevizli ılık guzellikler pakiar" diye söylendi. Ağzının kıyısındaki kan sınntısını silerken de birden beni paylayıverdı; "Kusura bakma oğlum, goruyorsun ki sorulanna yanıt verecek durumda degiHm".. Içimde, düşsel dürtülerimin başkalarına sıkıntı ve bazen de acı verebileceğini hiç hesaba katamamış olmanın getirdiği bir pişmanlık duygusu belirdi bir an için, Edinburg'taki evinin önünden yaylıya binip hızla uzaklaşırken... Zaman: 1800'lerin sonlan. Apia'nın yalnız, yoksul lirnamna buharlı bir gemi yanaşmakta. tskelede 'LJoyd Kumpanyaa'nın acenta açma hazırlıklan. Keskin Pasifık güneşi Üçüncü adamın kentinde kısacık bir gün Yaşamının en güzel yılları Viyana'da geçmişti. Bir Doğu Avrupa ülkesinden buraya geldiğinde küçücük bir kızdı. Gençliğinin tadına bu kentte varmış, burada evlenmişti. Sonra bu kentten ayrümış, çok uzaklara göçmüştü... AHMED ARPAD VtYANA Yaslı kadjn loş sokaklarda yüruyor. Sokaklar dar ve ıssız. Taşlar ıslak. Lambalann ışığı güçsüz. Dukkân kepenkleri kapalı. Kapı içleri karanlık. Tektük insanlar gelip geçiyor. Bir baston sesi... Kadın başını çeviriyor. Yaşlı bir adam. Peşinde kendisi gibi yaşlı, zor yürüyen köpeği. Her sey ürpertici, diye kadın bir an düşünüyor. Ellerini cebine sokuyor, yoluna devam ediyor. Tuna kanalından kente yürüyor. Yahudi sinagogunun kapısında yeşil üniformalı bir polis duruyor. Elinde makinelı tüfek. Biraz ötedeki kuçük alanda, kabanlannın yakası kalkık iki sivil dolaşıyor. Yaşlı kadın yanlanndan geçerken "iyi akşamlar" diliyorlar. irkiliyor. Adımlarını sıkUştınyor. Yaşamının en güzel yıllan Viyana'da geçmişti. Bir Doğu Avrupa ülkesinden buraya geldiğinde küçük bir kızdı. Gençliğinin tadına bu kentte varmış, burada evlenmişti. Savaş yıllannı bütün dehşeti ile yaşamış, güzel Viyana'sı bombardıman edilirken içi kan ağlamıştı. "Dörtler" ülkeden çekip gittikJerinde yeni bir yaşarn başlamıştı. Ümider dolu. Ancak eşinin ölümü her şeyin sonu olmuştu. Bu kentten ayrümış, çok uzaklara göçmüştü. Denizasın bir ülkeye... Şimdi arada sırada buraya geri geliyor, "Üçünciı Adam"ın Viyana'sında geziniyordu. Anılannda. Stephan Katedrali sisler altında. Büyük alanda insanlar var. Burası günün her saatinde kalabalık, diye yaşlı kadın düşünüyor. Sonra büyük kapıdan içeri yürüyor. Sütunlar, kubbeler, kemerler yüksek. Gökyüzünün sonsuzuna uzanmak istiyorlarmış gibi. Tahta sıralar arasında ürkek insanlar geziniyor. Her milletten. Yaslı kadın bir rnum alıyor. Yakıyor. Bir an için gözlcrini yumuyor. tçinde bir sıkıntı var. Dua ediyor. Tekrar dışarı çıktığında hava kararmış. Sis de iyice bastırmış. Mantosunun yakasını kaldınyor. Dar sokaklar dan, daracık aralıklardan geçiyor. "Üçüneii Adam" sanki peşinde. Adımlannı hızlandınyor. Operaya doğru yürüyor. Kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden sıcak bir ışık sızıyor. Yaşlı kadın içerde insanlar göriıyor. Konuşan, gülen, şarabmı içen, gazetesini okuyan... Buralar kanala inen sokaklar gibi ıssız ve loş değil. Binalar bakunIı, vitrinler zevkli. Akşam gezintisine çıkmış insanlar neşeli. Anna sokağından Sacher otelinin karşısına çıkıyor. Kapıda siyah otomobiller dizi dizi. Bu akşam Sacher balosu ile Viyana balo sezonu açılıyor. Biraz ötede opera. Işıklar içinde. Loden paltolu beyler, kürktü hanımlar koşaradım yanından geçiyor. Kimbüir nasıl da eğlenecekler! Muthj geçen savaş öncesi yıllarda sık sık gitti'.deri Burg tiyatrosunu düşünüyor. Orada kimler oynamamıştı! Wcracr Krauss, Albcrt Bassennaa... Yaşlı kadın kendini "Cafe Mozart"ın önünde buluyor. Kahvehancnin kapısında birtakım insanlar var. Paltolann yakası kalkık, eller cepte, kasketler çarpık, ağızlarda sigara. tkisi üçü bir arada durmuş, aralannda fısıldasıyor. Bunlann çoğu karaborsaa, kaçakçı ve iratp»T»n diye yaşlı kadın düşünüyor. Birden •'Üçüncü Adam" hızla köşeyi dönuyor. Şapkasını yüzüne indirmiş. Koşaradım "Cafe Mozan"tan içeri giriyor. Kara suratlı adamlar pesinden bakıyor. Birkaçı "Kıpoziaer Grtıff'a doğru uzaklaşıp gözden kayboluyor. Canavar düdükleri duyuluyor. Polis otomobüleri çevreyi sanyor. Baskın var. Yaşlı kadın irkiliyor. Kendine geliyor. Düşü sona eriyor. 1946'lardan, 1947'lerden bugüne dönüyor. Kahvehanenin kapısını açıyor. Saçlanna ak düşmüş piyanistin çaldığı hafif Viyana muziği ruhunu oksuyor. Gülümsüyor... Define ArJası'mn yazan Stevenson yıllar ve yıllar önce adamıza işte bu limana süzülen bir köhne gemıyle gelrjı yolculardan Stevenson'un yuzünde gülümseme yaratırken, eşinin gözünü almış olmalı ki, kenarına bir çift yapma kirazın iliştirildiği geniş siperli beyaz şapkasının tülünu yavaşca indiriverdi. Anlasılan Stevenson karanm vermiş, sıcak sonsuzlukian, nindistancevizli güzellikleri anyor olmalı buralarda. Samoa'nın sancılı yılları o yıllar oysa... İki rakip kraliyet sülalesi Malietolar ile Mataafalar birbirleriyle kıyasrya kapısmakta. Misyonerler ise 'tsa'nın ışıgıyla yerlileri yola getinne' uğraşısmda; Almanlar Prusya Kartalı'run denizasın yumurtalannı bırakabileceği bir yuvanın daha peşinde. Samaa'nın sancılı yılları o yıllar.. Zaman: 1987. Tropikal yağmurların öncesinde sıkıntıb bir ekim pazarı. Yer: Apia'yı kuşbakışı seyreden birkaç yüz metreh'k Vae tepesinde çürük ot kokulu kaygan bir keçiyolu. Kapısında mavi etekli, beyaz taslı polislerin nöbete durdukları geniş bahçeli beyaz ahsap yapıyı henüz geçtim. Stevenson'un yaptırdıktan sonra ancak beş yıl keyfini sürebildiği ve bir gece ansızın göçüverdiği konakta şimdi Samoa Devlet Başkanı oturmakta. Stevenson'un Apia'ya ayak bastığı yıllarda hani su yemecesine kavga eden iki sülaleden Malietoa'nın so)undan IV'üncüsü... Yazarın son arzusu bu tepenin üstunde ebedi dinlenceye gomulmekmiş. Yerli halkla butünleşmeye özen gösteren ve bir yabancının benimsenebileceği kadar benimsenen Stevenson'u, kazma kürek, bir gecede açtıkları yoldan, bu çürük ot kokulu, eğrelti otlanyla bürülü keçiyolundan taşımışlar. Adı kalmış 'Tusital»'.. 'Hos öykükr anlatan' demekmiş... Yüzyıl öncesinin o 'Ada Geceleri Eglenceleri'nin eski tadı yok şimdi. 198O'li Polinezyalı kızların çığlıklan Stevenson'u uyandırabilecek denli coşkulu ve erotik değil ustelik... Tepeye ulaştığımda yağmur ha patladı, ha patiayacak.. Beton mezarın ustune oturup soluklanmada bir sakınca görmedim doğrusu. Samoa'da aile büyüklerinin mezarları evlerin önündedir ve değil oturmak, uzanmak, oyun oynamak, hatta bira içmek bile doğaldır mezarların üstunde. Kişi donüşsüz girdaplarda da olsa, yine ailenin ve yasamın içinde sayılır. Neredesiniz Bilecik'teki soğuk, 'parasız' yatılı okul gecelerimin mutalaa arası ılık roman duşleri?.. Şimdi sıcak, terli bir tropikal tepedeyim, ekvatoral özlemler peşindeyim. Duyabiliyor musunuz?.. 'Define Adası'nın sahi sonu ne oldu? Anımsatabilir misiniz?.. Nafile belleği daha fazla zorlamanın yararı yok.. İlk çiselemeler de başladı zaten. Kendimi yavaşça keçiyolundan aşağı salıverdiğimde, mezann yan duvanna çyulmuş, Steverfson'dan bir dörtluğün son dizeleri de arkamdan mınldanıyordu: "Açıklardan dönen denizcinin, lepelerden dönen avcının tek dilegidir yuva.." Zürihten Grenoble'dan Helsinki'den Eyvah, peynir,r Açıklama bomba gibi patladı. Adını Jura sıradağları doruklarından alan Mont d'Or marka yumuşak peynirin menenjit hastalığına ;neden olduğu (mçtklanıverdi bir gün. DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH Açıklama geçen yıl sonunda bomba gibi patladı. Adını Jura sıradağları doruklarından alan Mont D'or (Altın dağ) marka yumuşak peynirin ağır listerioz (menenjit) hastalığına neden olduğu Federal Sağlık Kurumu'nca (BAG) açıklandı. Sorun; listaria baktehlerinin bu peynirde nasıl uredığınin, başka bir deyişle doğada bulunan bu bakterilerin mandıraiara nasıl ulaştığının araştınlmasıydı. Kirlenme insanlardan, böceklerden ve klima aygıtlarından yayüıyor. Bunlar her yerde; duvarlarda, döşemede, kapı koilannda, atık su borularında var. Ancak takınılacak olan Lisotip 7 ve özellikle 4b turü, yumuşak peynirde en uygun ortamı buluyor. 1983'ten bu yana 1 i 1 hastalık belirtisi gösteren bireyden, yansı ölü doğan bebekler olmak üzere, 31'i ölümle sonuçlanmış. Bunun üzerine üreticiler doğal sutü 6268 derece ısıtarak (pastörize ederek) kullanmaya başlamışlar. Halkın paniği 1985'lerde böylece önlenmiş. Fakat son araştırmalarda, özellikle beyaz küflü kenar kabuklarında gene bakterilerle karılaşmak konuyu yineden gündeme getirmış. Çoğunlukla kış aylannda kaşıkia yenecek kadar koyu kaymak örneği bu peynir turü, dişler arasmdan geçebilecek sıvılıkta. Ve bizde eskiden Gaziantep'in ünlü kuru baklavalarının konduğu gibi enli, kalın talaştan yapılan tahta kutularda satılıyor. Neredeyse kışinin bumunu tutarak kaşıklaması gereken, nahoş, gizli ayak kokusu yayan bu peynir yemeği tacbuıdınyor, yani yemek bitiminde tatlı niyetine sofraya getiriliyor ve "peynirierin krab" diye adlandırüıyor. Geçen sezon 900 bin kilo satılmış. Bu yılki tüketimi 1,5 milyon kutu veya 1 milyon kilo iızerinde hesaplanırken, şimdiki durumda 200 tonu yakılarak yok edilmiş. Federa] Sağlık Kurumu (BAG) s fır riziko üzerinde duruyor. Sigara paketlerinde olduğu gibi: "Saglıga zararlı olabilir" turü kişiyi uyarmak yeterli değilmiş. "Yabıı bıralan, beo yerim, öliirsem sze ne?" diyen bu peynir tutkunlan bir yana, her olaya: "Öyleyse araç kuDanmayı, alkol ve tiitiin tiiketimini de yasaklayın" açısından tersten yaklaşan fanatikler de az değil. Doğal her şeyin bir rizikosu var. Konu; artı, eksilerin toplamında, hangı yönün ağır bastığında. Kamu kuruluşlannın alt tarafı bir peynire (600 çesit içinde) bu derece ağırlık vermesi ve halkın buna böylesine tepki göstermesi anlaşılacak gibi değil. Bizde gezüen, görülen mandıralar, ele alındığında uyanan sağlık kurumlan, olayı alevlendiren gazetelerin yayını kesmesiyle ortalıktan çekilirler. Sonra gene eski hamam. eski tas örneği, işler oluruna dönüşur. Bu kadar duyarh olmaya gerek var rru? Bizden örnek alsalar ya. Rizikolu yaşam bizim etimize, kemiğimize işlemiş, ayrılmaz bir parcamız olmuş. Başka türü, yasamaraızı ters yönde etkiler, daha çok tehlikeye sokmaz mı? Özgüriüğün bedelinî 'kavun acısı yalnızlığı'yla ödemek Sen gelmeyeli Grenoble çok değişmiş Sait ağabey. Yeni caddeler, geniş alanlar açılmış. lnsanın başını döndüren gökdelenler dikilmiş dağlann yamacma. Kent vadi boyunca yayümış. Ama ttalyan mahallesi hep aynı. Kızlar burada da, senin Burgaz'dakiler gibi "karpuz yercesine" konuşuyor ve alevler fışkırıyor Akdeniz kokan yanık tenlerinden. NEDİM GÜRSEL GRENOBLE Sokakları denize inen kentler anımsıyorum. Napoli, Lizbon, Istanbul... Bazı kentlersedenizledağ arasına sıkışmış gibidirler. Önleri deniz, arkaları dağ olduğundan enlemesine genişleyip yayılabilirler ancak. Ya da, Rio örneğinde olduğu gibi, dağın içinden tünel açarak doğaya uyum sağlayabilirler. Tanıdığım kentler içinde yalnızca Konstantin'in, bir kartal yuvası örneği kayalann uzerine tünemiş bu tuhaf Cezayir kentinin sokaklarının, hatta kalabalık çarşılannın denize iner gibi uçuruma indiklerini, en umulmadık anda dibinde Rummel deresinin aktığı sarp kayalıklarla karşılasıldığını söyleyebilirim. Grenoble da kayalıklarla çevrili bir kent. Ama bu kentin sokakları dağlara çıkıyor. Karlı donıklanyla yanıbaşınızdaymış gibi yakın duran uzak, mağrur dağlara. Grenoble'da ttalyan mahallesindeyim. Bu mahalle Isere ırmağının ötegeçesinde, dar sokakları, eski yapılan ve pizzacılanyla tipik bir ttalyan kentinden farksız. Ne var ki, dağa doğru yayılıp genişleyemediğinden ırmak boyunca uzayıp gidiyor ve insanda birbirine paralel birkaç sokaktan ibaretmiş izlenimini uyandırıyor. Yağmurda yürüyorum. Kimseler yok ortalıkta. Lokantalar, kahveler kapalı. Gecenin bu geç saatinde bir başka kentte, bir başka yağmurun altında yürüyen, "yalnızlıgın yaraJıgı" bir Türk yazanyla beraberim. Grenoble'a yıllar önce gelmiş, ilk aşklannı, ük yazarbk ürpertilerini bu kentte yaşamış Sait Faik'le beraber: "Bulunduğum şehirde. ılık, lenha, yalnız kabveler vardır. Bn kabvefaanelerin sahipleri, ekseriya, dnl ve gayet titiz kadınlar olur. Viicutlan yalnız, beyaz ve pembe, mahcup, arzulu köylii kızlar hizroet ederler (...) O kahvelerde, geceleyin, bugulu camdan dısanya, bos sokaga, ıslak kaldınmlann üstündeki afaç ve gece gölgelerini, nadiren birbirine dudak dudaga sanlmış çiftleri seyre dalmak, sonradan çok özleyecegi bir haüra bırakırsa, o insan mesul olmak için yaratımuşlardan degildir." Günü gününe yaşamak hayatı. Geçmise takılıp kalmamak. Özlemin değil ozgurlüğün tadını çıkarmak. Sait Faik'in, yaşadığı özgüriüğün bedelini ödeyen, yalnızlık ve acıyla, o "kavon aası yalnıziıgıyla" ödeyen ilk Turk yazan olduğunu düşünüyorum ve bir kahvede karşılıklı oturup Istanbul'dan, aşklardan, çocuklarla babklardan, afyonlu şaraplardan soz edelim istiyorum. Sen gelmeyeli Grenoble çok değişmiş Sait ağabey. Yeni caddeler, geniş alanlar açılmış. fnsanın başını döndüren gökdelenler dikilmiş dağlann yamacına. Kent Isere 'adisi boyunca yayılıp genişlemiş. Ama Italyan mahallesi hep aynı. Sanki, dün şehvetle öptüğün kızkardeşinin öcünu alacak şu Sidlyalı bıçkın delikanlı! Kızlar, burada da, senin Burgaz'daki gibi "Karpuz yercesine" konuşuyor ve alevler fışkırıyor Akdeniz kokan yanık tenlerinden. ıtalyan mahallesine gelmek için asma köpruden geçerken ben de senin gibi ürperdim. Aşağıda, derinde köpürerek akıyordu ırmak. Yamaçlardan söktuğü dağ dikenlerini, çalıları sürüklüyordu. Guzel bir kar suyu serinliği çarptı yüzume. Çamları, yaşlı gövdeli ulu kayınları, ruzgâriı dağ uçurumlaruıı düşündüm. Başım dönmedi, hayır. Doğayla değil, senin içmeye doyamadığın içkilerle, senin öykulerinle sarhoştum. Karşı kıyıya geçtiğimde, evlerin sıvası dökülmüş karanlık yuzlü duvarlanyla uzaklaştıklanru görur gibi oldum. Belleğimde senin yazdıkların, yılların ötesinden gelen, gelip de beni burada çaresiz yakalayan kederli sesin vardı çünkü: "Italyan mahallesi, şehri ikiye biçen İzer'in sağ tarafında yukan kışla ve suıiann arasında sıkışmış dar bir mahalledir. Gunduzleri içlerinde narin çocuklar varmış gibi şişkin çamaşırlann dalgalandıgı >akın evler. geceleri ta kiliseye kadar, kırmızı elektrikleriyle yıldızlasır, yerden uzaklasırlardı." Grenoble'a Türk edebiyatıru tanıtmak amacıyla geldim. Fransızca'ya çevrilen kitaplanmı da imzaladım bu arada. Ama, gerçekle, hep senden söz ettim, seni anlattım buranın insanlanna. Şimdi, Italyan mahallesinde yağmurlu sokaklarda yürürken de seninleyim. Gece yağmurda yapayalnız dolaştığın lstanb'ul sokakları, Hidayet'in, Panco'nun, hatta Zeyrek yokuşunda raslladığın patlak gözlü köpeğin yüzleri aklımdan çıkmıyor. Nasıl çıksın ki, o gece, senin bir öykunde yazdığın şu sözleri söyleyebileceğin tek insan yoktu yanında: "Bir ahlakıraız olacak ki, hiçbir kitap daha yazmadı. Bir ahlakımız, bugün >aptıklanmı/a, >apacaklanmıza, düşündüklerimize, duşuneceklerimize havretier içinde bakan bir ahlakımız." Seni en iyı biz anladık Sait ağabey, en çok biz sevdik. Bakma adına törenler düzenlenip ödüller veritdiğine. O törenleri düzenleyenlerce ahlakımızın bağışlanmaması bundandır. Ben bir sigara içip geleyim Evinize geldi. Kapıda karşıladınız Başköşeye buyur ettiniz. Hoşbeşten sonra bir kahve pişirdiniz, Ve geleli daha yarım saat olmadan, giyinip gitmeye hazırlandı. Nereye? Sigara içmeye... ZAFER ARAPKİRLt HELSİNKİ Evinize misafır geldi. Kapıda karşıladınız. Baş köşeye buyur ettiniz. Hoş beşten sonra güzel bir Türk kahvesi pişirdiniz. Kahveleri höpiırdettikten sonra, ki daha geleli yanm saat olmuş, misafiriniz yerinden kalkıyor ve size bir şey söyİemeden paltosunu gjymeye basbyor. Hayrola? Nereye? Yanıtı, kafanızdaki bütün devreleri kanştıracak nitelikte: Sigara içmeye.. Canım, öyle şey olur mu Allah aşkına... Şuracıkta içiverirdin. Kesirüikle olmaz. SU içmiyorsunuz. Evinizi niye sigara daDUua kokutayım? Yukandaki sahne, 2000*11 yıllarda değil 1988 yılında Finlandiya'da bir evde, daha doğrusu her evde yasamyor. Topluca oturulan, kamuya açık yerlerde zaten kesinükle yasak olan, çocuklann bulunduğu mekânlarda "bttyök bir saç" sayılan sigara içmek, evlerde bile neredeyse tabu haline gelmek üzere. Bir TC yurttaşı olarak tabii ki bize oldukça olağanüstü gelen, "e»d> sigara yasagı", ev sahibi olarak biraz da bizi mahcup ediyor. Misafirimiz bizde oturduğu süre içinde, yaklaşık 3.S saatte tam 5 kez sokağa çıkıp sigarasını orada tüttürdü ve geri geldi. Aynı dostumuza, bir hafta sonra biz konuk oluyoruz. Sıkı bir tiryaki sayılabilecek dostumuz yemekten kalkarken soruyoruz: Kendi evinde de dçan plap DH iceceksin? önce şaşınyor. Ciddi söylediğimizi, yani içerde içmesini istemediğımizi sanarak, kızarıyor. Saka yaptığımızı anlayınca zoraki bir gülümsemeyle eli sigara paketine uzanıyor ve yakıyor. Eger doknnnyona, gercekten «öndürebilirim.. Bizlerin 510 yıllık aralarla başlattığımız "sigarayı bırakahm" kampanyalannın başansı tartışıladursun, sokaklanmızda bol renkli ve albeniü sigara reklamlanyla, Yesilay'ın mütevazı "zavaHı" afiş ve pankartlan mücadele etmeye çalışadursun, daha gelişmiş bir toplumda olayın hangi boyutlarda olduğuna en çarpıa ornektir yukandaki sahneler. Finliler, sigara alışkanlığı ile mücadeleyi öylesine büyük boyutlara ulaştırmışlar ki, hayret verici sckilde, sigara içen kişileri neredeyse sadece sokaklarda görebiliyorsunuz. Ve gördüğünüz kişilere de herkesin adeta "acıyarak" ve "ükJİBerek" baktıklarına da tanık olabiliyorsunuz. Sinema, tiyatro, konser salonu gibi yerlerin fuayelerinde bile yasak sigara içmek. En çok nerelerde içildiğine ilişkin bir sonıya aldığımız yanıt ise bizi hem güldürüyor hemde düjündürüyor: Gazete bürolannda.. Bürolarının son derece gelişmiş havalandırma ve hava temizleme sistemleriyle donatılmasına rağmen, meslektaşlanmızın "en hızta slgara icenler" sınıfına girmesine bir anlam vermeye çalışıyoruz. Belki de sigara içmeye yönelten faktörler arasındaki gerilim ve zor çalışma koşullannı bildiğimizden fazla yadırgamıyonız. Ama ne olursa olsun, daha sağlıklı bir toplum ve çevre için hiç olmazsa sigara konusunda Finli dostlarımızdan alacağımız dersler olsa gerek. Unutmayalım, başka bir dünyada değil, bu dünyada, bizim biraz kuzeyimizde bunu halledebilmiş insanlar yaşıyor. Venedik, işte yine kamaval maskesini taktı. Aslında o maskeyi hiç çıkarmadı ki. her gün fiesta NÎLGÜN CERRAHOĞLU VENEDİK Zaman hiç geçmemiş gibi. İlk kez kapılarını 250 yıl önce Venediklilere aean San Marco Meydam'ndaki Florian kahvesinde şöyle bir ctrafınıza baktığınızda Giacomo Casanova'mn dünyasına giriveriyorsunuz. İşte karşınızda simsiyah giysileri içinde gizemli, çok güzel bir kadın. Gözlerinin uzerine inen geniş kenarlı tullü şapkası, boynunun etrafına dolanmış otris atkısı, sımsıkı belini saran kadife ceketinin altında yerlere dek uzanan kabank, jüponlu lafta eteği. Sakin sakin kahvesini yudumluyor... Az ilerde ise 1718 yaşlannda yesil gözlü bir "Scarlett O'hara". Tara'yı dün lerk etmiş gibi. Tüm ayrıntılarıyla tekrarlanmış bir "Annc Boleoe", Fransız ihtilalinden yeni kaçmış zengin aristokrat hanımları ve Venedik'e tarih boyunca "Anne Türkler geliyor" deyişiyle özetlenen bir dehşeti saçmış türbanlı Türkler. Hepsi özenerek, zaman ve para harcanarak hazırlanmıs kos * tümler. Venedik, her taşında kendini gösteren sanatını karnavaldan da esirgememiş. " Florian kahvesinden çıkıp, Bizans mimarisinin en özgün örnekleri arasıda sayılan San Marco kilisesinden adını alan ve Gotik unsurlan da taşıyan meydanda yurümeye basladığınızda, durup fotofraf makinelerine profesyonel mankenler gibi ağır çekim hareketlerle poz veren maskelerden gözünüzü alaıruyorsunuz. AraJannda neler yok ki? Simsiyah giysileri uzerine muhteşem tüylerin süslediği maskeler takmış yırtıcı kuşadamlar, san yaldıza bulanmış Mısır tannları, kentin kanallarının ıslak rüzgarlannda uçuşan gelinlik beyazı tüller içinde iki palyaço kadın. Gene beyaz yüz hatlanna melankoliyi katan tek unsur, açıkta kalan mavi gözleriyle aynı tonda boyanmış iri mavi geometrik gözyaşları Cadılar, sihirbazlar, çiçek kadınlar, kurgubilim karakterleri, 1700'lerin yerlere dek selam veren nazik şovalyeleri... 11 gün boyunca sınır tanımayan bir düş gücünün gerçek dışı dünyasında yaşayan Venedik, dekoru hiçbir tiyatro sahnesinde yaratılmayacak gözalıcıbğıyla artık Rio Karnavalı'yla boy ölçüşen bir üne sahip. Bu ünde sadece özenle hazırlanan maskeler değil, hareketli konuşmaları, bol kullandıklan jestleri ve mimikleriyle doğuştan tiyatro aktörleri olan maceraperest ruhlu, kozmopolit Venediklilerin kendileri de büyük rol oynuyor. Akıl almadık maskeler içinde usta sanatçıların rahatlığıyla hareket edebiliyorlar neticede. Bu nedenle Venedik Festıvali'nin ünlü taaa Byron'ın zamanlanna dek uzanıyor. Byron'ın dansları, serenatlan, maskeli balolan ve kanallarının kendine öz gizemi ile Venedik'in, dünyanın en güzel kamavalım yaşadığını anlattığı söyleniyor. Kent geçen yüzyı 1larda da kendilerini tutkulannın akışına salan yabancılarla dolar, despot dükler bile baskılarına birkaç gün ara verirlermiş. Maskeler sosyaj sınıılar arasmdaki uçurumiarı törpülediğinden birkaç günlüğüne yaşanan aşklar demokratik bir boyut kazanırmış. Karnaval, özgürlüğün ve eşitliğin simgesiymiş kısaca. "Bundan 200 yıl önce de yuzüniı bir maskeyle gizlemek. kentin sokaklannda, meydanlannda, kiliseierinde, genelevlerinde çılgıoca eglenmek için yeterliydi" dıyor Venedikli antikacı Paolo Zacope ve ekliyor: "Dük, kont, prenses kavramlan yoklu. Herkes birbirine 'sayın maske' diye hitap edi>ordu. Böylece aşk ve seks tatlı bir gize büninüyordu. 'Kiminle sevişün' sonısunun yanıtı 'sadece bir maskeyle' Mi çogu kez.." Fakat kökenleri Hıristiyanlık öncesi Pagan festivallere dayanan ve irrasyonelle düşler dünyasının zaferi olan bu karnaval, Mussolini fasizmi sırasında yasaklanmış. Uzun yıllar unutulan Venedik Karnavalı'nın yeniden doğuşu 80'li yıllara dek de ertelenmiş. Ama bu antikacımn anlattığı gibi basit bir maskenin ardına gizlenerek yaşanan bir şenlik değil artık. Bu arada dünyanın en zengin ülkeleri arasına katılan ttalya, Venedik'te sanatıyla birlikte refahını da sergiliyor. Metrelerce ipekten yapılan kostümlerin görkemi, şubatta kanallardan yükselen o sisin arasında çok net seçiliyor. Geceleri kanallar arasındaki daracık sokaklarda davet edildikleri özel partilere gitmek için telaşla kaybolan kostümlerin fiyatı 3 milyon lirayı buluyor. Sadece bir mücevherci ya da heykeltıraşın elinden çıkmış gibi duran maskelerin fiyatı 12 milyon lira arasında değişiyor. Genellikle her yıl Venedikli asiller, sanayiciler, modacılar ya da politikacıların verdiği davetlerde birbirleriyle yarış eden bu maskeler, bu yıl da Venedik'in sosyalist pasası de Michelis'in evinde buluşmaya hazırlanıyorlar. Jet sosyetenin aranan isimlerinden sosyalist De Michelis'in muhteşem evinde salı akşamı verilecek davete beklenen 1000 misafır için önerilen tema "ejderha yılı". \fenedik'e# Venedüiien TLRKDniİZE ABOSE OLl İV Tiirkiyt'iniz derpsine tüm Akhınk .•iuheleri vjsıu&ı YVYA doğnıdan "Ak }iymUn Ltd. Sti. Meclisi Ucbusjç ütd. Xo. (>î6l) Fındıkh/İsunhul adresine IHT huıalniı Imale akıraırjk :ikme obhilirsini/. I yıllık (.•> sayı) nhone hedeli (>.M>n dır Türkivemiz j "Mimar Sinan" Özel Sayısı 1988 bütün dünyada Mimar Sinan Yılı olarak kutlanıyor. Biçimiyle, baskısıyla, renkleriyle yepyeni bir kimlikle yayınlanan Türkivemiz dergisi de 54. sayısını Sinan'a ayırarak önemli bir kiiltür hizmetini daha yerine getiriyor. Ünlü bilim adamlan ve araştırmacılanmız: • Prof. Dr. Metin Sözen: "Mimar Sinan Uzerine" • Dr. Filiz Çağman: "Ehl'i Hiref • Muammer Ülker: "Ünlü Hattatlar" • Bânu Mahir: "Saz Yolu" • Prof. Feridun Akozan: "Mimar Sinan'ın Hayatı ve Kişiliği" • Deniz Banoğlu: "Ağırnas" adlı yazılanyla Mimar Sinan'ı ve çağını yorumluyorlar. A>nca hiçbir yerde yaymlanmamış özel fotoğraflar... Tüm yazılar Türkçe ve İngilizce. Fiyaü: 2.500 TL(KDVdahıl) Genel Dağıtım: Özgilr Yayın/Dagıtırn Ankara Cad 31/2 Cagaioğlu Td: 526 2513 "Kiiltür hizmetlerinde de" AKBALMK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle