19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER lıklı etkileşimi sonucunda biçimlenen ve gelişen bir imparatorluk olarak yorumlamak daha doğnı olur." İşte tansık, yerini bilimsel tanıya bıraktı ve biz böylece gerek kuruluş gerek gelişim sürecinin dinamiklerini görme olanağına kavuşmuş olduk. Sayın Pamuk'un kitabını, konuyu özellikle böylesi açık seçik bir yaklaşımla ele alması bakımından övmek isterim. Bilen kişinin yöntemi ve başansıdır bu. Tam tersi davramş demek hem olayları hem anlatımı içinden çıkılinaz kümak ise, aydınlığa varamamış olanlann bir tür saklanma yöntemleridir her zaman için. "Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi 15001914" adlı kitabı okurken konuya kendimi öylesine kaptırdım ki, ben okumuyordum da sorunlar ve çözümler beni sayfadan sayfaya hızla taşıyorlardı sanki. Meraklı okurlanma içtenlikle sahk veririm. Marx'ın "Kölecilik Feodalite Kapitalizm Sosyaüzm" zincirlemesi biçimindeki gelişim çizgisinin, Osmanlı devlet yapısına ucu ucuna uydurulamaması kimi sıkıntılar doğurmuş ve kimi başka yorum ve çözümleri zorunlu kılmıştı, Bunlardan biri de, gene Manc'a ait olan "Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT)" idi. Bu tür çalışmaların sonucu elbette çarçabuk alınamaz. Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi'ni bütün temel yapılan ve oluşumları ile ortaya çıkarmak daha nice çabaları gerektirir. Ama bugüne dek alınan yolun hiç de küçümsenecek gibi olmadığına inanıyorum ben ve Sayın Pamuk'un kitabını böyle değerlendiriyorum. Sayın Pamuk, ondan önce Sayın Niyazi Berkes'in de onca dikkat ve titizlikle üzerinde durduğu bu konuyu, kuruluşundan 15. yüzyıhn sonianna kadarki dönemde Osmanlı toplumundaki en önemli çelişkinin ne olduğu konusunu bütün önemi ile gözler önüne sermektedir. Yerel güçlerle devşirmenin oluşturduğu yeni güç arasındaki gerilim sorunudur bu. Osmanlı beyliği Anadolu'nun kuzey batısında ve Rumeli'de sürekli genişlerken, Osmanlı Türk beylerinin oluşturduğu orduya (sipahilere) dayanıyordu, böylece Türkmen aileleri yeni timarlar elde edip zenginleşiyordu. Bu gelişme, Osmanlı toplumsal yapısı içinde feodalleşmeyi gerçekleştirecek gibiydi. Bunu önlemek için padişah, merkezî devletiri gü.cünü kapıkulu bir devşirme orduya dayamak yolunu tutmuştur. Bu ordu ayhklı idi ve Hıristiyan çocuklannı da içeriyordu. Sayın Pamuk diyor ki: "Toplumsal kökenlerinden koparümış insanlardan oluşan bir merkez ordusu ile yerel aristokrasinio askert ve siyasal gücünnn sınırlanması unaçlanıyordu." Bundan başka merkezî devlet, yerel güçlere sürgün yöntemini de uygulamaya başladı. Bu sürgünler Anadolu'dan Rumeli'ye ve Rumeli'den Anadolu'ya olmak üzere iki yanlı gerçekleştiriliyordu. Dahası var, yerel aristokrasinin güçlenmesinden korkan merkezî devlet, ele geçirilen yeni topraklarda oluşturulan timarlan yerel ailelere değil, devşirme askerlere dağıtmağa önem vermeğe başladı. Böylece bu toprakların babadan oğula geçerek özel mülke dönüşmesi önlenmiş oluyordu. Aynca yeni timarlann umudu içindeki devşirme kapıkulu, dev' letin güçlenmesi için elinden geleni yapmakta kusur etmiyordu. Böylece devlet hem askerî başarılarım sürdürüyor hem de yerel aristokrasiye karşı büyük bir gücün desteğini sağlamış oluyordu. Sayın Şevket Pamuk şöyle sürdürüyor konuyu: "Taşrada özel toprak mülkiyetini kurmağa çalışan yerel aileler ile merkezî devlet arasındaki gerginlik ve çeüşkiler 15. yüzyıl boyunca Osmanh toplumsal kuruluşuna damgasını vurmağa devam eıti. II. Mehmet'in saltanat yılları bu mücadelede önemli bir dönüm noktası oluşturur. Istanbul'un fethi ile güçlenen merkeziyetçi eğilim, Anadolunun yerel ailelerinden birinden gelen ve taşradaki güçleri temsil eden Çandarh Halil Pasa'nın sadrazamlıktan azledilmesi ile önemli bir başarı kazanmıştır. Nitekim II. Mehmet'in 28 yıllık saltanatının geri kalan bölümündeki tüm sadTazamlar, Karamanh Mehmet Paşa dışında, devşirmeler arasından seçilmiştir!' "Böyle oldu, demek ki böyle olacaktı" diye düşünmenin yanlış olduğu kanısındayım. Geçmişi değiştirmek elbette elimizde değil, ama taşra beyleri kazansalardı, bunun günümüze etkisi ne olurdu diye düşünmek elimizdedir. Değerli ınsanlık onuru savaşçısı DURSLN KARATAŞın annesi, derneğimizin onursal uyesi ve anamız 12 ŞUBAT 1988 Dörtyüz Çadır Söylencesi MELİH CEVDET ANDAY Osmanlı Devleti'nin dört yüz çadırlık bir aşiretten çıktığına ilişkin söylence yeniden canlandı. Osmanlıcada "söylence" sözcüğünün karşılığı "efsane" idi, "gerçeğe dayanmayan, asılstz söz" anlamına gelirdi. Osmanlı Devleti'nin dört yüz çadırlık bir aşiretten çıktığına ilişkin sav bir efsanedir. Bunun gibi, Osmanlı beyliğinin hızla büyük bir imparatorluğa dönüşmesi olayını "mudze" olarak nitelendirenler de vardır. "Mudze" bizi "acz içinde bırakan" olay demektir. Bunun Türkçesi olan "tmsık" sözcüğü ise "tanmak"tan gelir, "şaşmak" demektir. "Donup kaldım" sözünün doğrusu "tanıp kaldım"dır. Dört yıiz çadırdan bir imparatorluğun çıkması olayı bir "mucize" bir "tansık" sayıldı mı, değeri, önemi daha büyür nedense, göğsümüz kabarır, başımız dikleşir, soluğumuz sıklaşıı. Tarihe ve özellikle ulusal tarihe bu gözle bakmanın yanlışhğı, bizi düş kınklığına sürüklemesinden anlaşılır: Böylesi bir tansık olan Osmanh Devleti neden battı? Anlayamayız. Tansıkla başlayan, tansıkla yok olur demekten başka umarımız yoktur. Oysa tarihsel olaylann maddi ilişkilerden kaynaklandığııu biliyoruz bugün ve geçmişe bu açıdan baktığımızda süreçlerin herhangi bir tansıkla ilişkili bulunmadığını görüyoruz. O zaman da belli bir tarihselekonomik süreç içinde bunalanlara acıyoruz ve ilerde belki bize de acıyarak bakacaklannı düşünüp korkuya kapıüyoruz. Ne o, maddi ilişkiler ağının yalnız geçmiş için mi geçerli olduğunu söylemek istiyorum? Tarihi oluşturan nedenleri, günümüzü yaşarken yakalayamaz mıyız? Tarih yeni yeni bilim olmaya çalışan bir disiplin ve onun fdsefesi belki de en canlı dönemini yaşıyor şimdi. Dileyelim ki, insanlar tarihlerinin bilincinde olarak yaşama olanağına kavuşsunlar, gelecegın oluşumunu etkilesinler, etkileyemezlerse gidişi görsünler. Bunu başarmak için yapılacak işlerin başında, belli bir toplumsal kuruluşun gelişimi ya da çözülüşü konularında, oradaki üretim tarzlarının ve özellikle egemen üretim tarzlannın ortaya çıkardığı yapılan incelemek gelir. "OsmanhTürkiye İktisadi Tarihl 15001914" adlı yapıtmda Doç. Dr. Şevket Pamuk şöyle diyor: "Bu kitapta Osmanlı İktisadi Tarihini dört ayn dönemde inceleyeceğiz. Osmanlı beyliğinin kuruluşundan 15. yüzyılın son ceyreğine kadar süren ilk dönemin temel ozelliği, toplumsal kunıluş içindeki iki üretim taranın egemenlik mücaddesidir. Yerel aristokrasinin temsi) ettiği feodal üretim tarzı ile devşirme devlet merauriannın temsil ettiği vergisel üretim tarzı arasındaki mücadele 15. yüzyıl sonianna kadar yoğun bir biçimde sürdii." Bu savaşımın o vakit içinde bulunanlar, acaba yaşadıklan tarihin dinamikleri olarak bu yerel aristokratik güçlerle, devşirme memurlann yürüttüğü vergisel üretim tarzlarının niteliğini gereğince ölçebilmişler miydi? Bunu bugün bile kaç kişinin başarmış olduğunu düşünmek elbette yerindedir. Osmanlı Devleti'nin 400 çadırlık bir aşiretten çıktığına, başka bir deyişle, onun kuruluşunda bir tansık bulunduğuna inananların, iki üretim tarzı arasındaki çelişkiden yola çıkabilmeleri çok güç olsa gerektir. Gerçek Yayınevi'nin "100 Soruda" dizisinde çıkan yukarda adını verdiğim kitap, bu konuya şöyle değiniyor: "Kuruluş döneminin muhafazakâr milliyetçi bir yonımuna göre tslâmı yaymak ve yüceltmek, bu ugurda Müslüman olmayanlaria savaşa girişmek Osmanlı toplumunun ve bu toplumdaki bireylerin en önemli esin kaynağını oluştunıyordu." Sayın Şevket Pamuk, bu yorumun yeterli olmadığını belirttikten sonra diyor ki: "tşte b. u nedenlerle Osmanlı Devleti'ni sadece göçebe veya Müslüman Türklerin kurduğu bir imparatorluk olarak değil, Türklerin Anadolu'da ve hatta Balkanlar'da var olah Bizans ve diger yapılarla karşı EVET/HAYIR OKTflY AKBAL "Gene/ Grev anayasamızda yasaktır" dedikten sonra şunlan ekliyor: "Işversn, gönlünden ne koparsa onu veriyor?' Demokratik bir ülkede bir Çalışma Bakanı işte böyle şeyler söyleyebilryor! Hem genel grevin yasak olduğunu bir çeşit gözdağı gibi ileri sürecek, sonra da işçinin haklarının işverence bir "sadaka" gibi verilebileceğini bildirecek! Bu ne biçim demokrasi anlayısıdır, ne biçim bakanlık yonetimidir, ne biçim hukuk anlayısıdır? Sayın Aykut "aracı" olarak ortaya çıkmış, işverenlerden yüzde 10 o da brüt bir zam koparmış! Sendikacılar bunu bir çeşit "sadaka" saymışlar. Üstelik İşveren Sendikası Başkanı bunu bile kabul etmemiş. Bakan böyle derken, başkan hemen bakanın sozlerinin tersini söylemiş!.. Bayan Aykut bu tepkilere, hem işçi kesiminden hem işveren kesiminden yükselen "karşıt" seslere fena halde bozulmuş, diyor ki: "Bu İşte oldukça pişmanım. Verilen para 10 bin lira değil, îam 70 mllyar. Isterseniz buna komik deyin. Bunun ötçusü yok ki! 10 bin 50 bin olsaydı, niye 60 bin değil; 500 bin olsaydı, niye 1 mityon olmadı deniiirdi. Ben iyi niyetle, işçi aritadaşlanm hayat şarOarında daha iyi olsunlar diye aracılık yaptım. Ben ne aJan ne veren kişjyim. Insanı bir iş yaptığına yapacağına pişman eftiler" Ardından en acı gerçeği açıklıyor. Bir Çalışma Bakanı'nın bu gerçeği böylesine ortalığa dökmesi ilginçtir: "Üstelik bu ek zam hukuki bir şey değil. İşveren gönlünden ne koparsa onu veriyor. Ben 'Ne haliniz varsa görün' diyebilirdim. 'Bana ne' diyebilirdim. 'Benim işim değil' derdim. 'Ben işverene bir şey söyleyemem' derdim!' Demokrasiyie yönetildiği soylenen bir ülkede bir çalışma bakanı böyle konuşabilir mi? Anayasa, sonra da 12 Eylül yasaları işçinin elini kolunu, ağzını sımsıkı örtmüş; öte yandan işverene her türlü hakkı, olanağı tanımış!.. Grev yapmak türlü kayıtiara bağlanmış, nerdeyse olanaksız hale getirilmiş. Öte yandan 61 Anayasası'nda bulunmayan lokavt silahı işverenlere sunulmuş. Emeğiyte geçinen kişinin bağlı olduğu sendikalar işlevsiz bırakılmış, güçlü örgütler, en başta DİSK'e bağlı sendi(Arkosı 10. Sayfada) O GÜN GELECEK Ne kadar sakınsak o gun gelecek; göz yaşlarıyla yuyacaklar hatıranı sevenlerin, yaşayan her insan ölecek: Kör talih çekti mi kuranı başlayacak seferin, ve adem karşılayacak seni, adem! Duğümlenip de kör noktada sır oluverecek âlem. Ağrılar sızılar dinecek; artık ne ses, ne renk, ne koku; artık sen olmayan, senin olmayan bir kalıp dinlenecek kara toprakta "hakkın rahmeti üzerinde olsun" dediklerinde, bir yokluk yağmuru ba^Iaşacak sonu gelmeyen. Çalışma Bakanı Kimden FATMA KARATAŞ'ı kaybettik. Bız kadınlar Dursun Karataş'a, aılesine ve tum dostlara başsağlığı dileriz. DEMKAD DEMOKRATtK MÜCADELEDE KAD1N DERNECt BAŞKANI AYTEN CAN TEŞEKKUR Kı/ımız SEBLÂ'nın doğumunda yakın ilgisini * gorduğumuz Asist. Dr. OKTAY AYDEMİR'e \e Çapa Tıp Fakultesi Doğum Servisi'nin tum personeline teşekkuru bir borç biliriz. YAŞAHASAN TAHSİN ARSLAN H. SELAHATTİN ERTÜRK Hatıran gözyaşlarımı/la \ıkanı\or. Devlet dairesinde müdür; ama gözleri iyi bakrrıyor; suratından düşen bin parça. Öfkesinin acısını işini kovuşturan bir yurttaştan çıkarabilir. Neyin var? Boşver. Söylesene yahu!.. Hayatımız kaydı, yaşamak olanaksız. Ev kirası 230 bin lira; bizim hanım yirmi yıllık memurdur, aylığı 130 bin lira; benim maaşı da üstüne ekliyoruz yararı yok... Ne denebilir? Naşihat kolay: istifa et, iş hayatına atıl, üçkâğıtçıtık yap, köşeyi dön, iş bilenin kılıç kuşananın... Kaç kişi iş hayatına atılıyor, kaç kişi köşeyi dönüyor, kaç kişi perişan oluyor? Hesabını bilen var mı? Doğru dürüst bir toplumda emekçiler çoğunluktadır. Köylü nüfusunu en aza ındirmiş sanayi düzeninde çalışan kitlenin her bireyine bağımsız bir işyeri açılabilir mi? Kaç kişi "köşeyi dönebilir" bir toplumda? • Bürokrasi kötü müdür? Yalnız kapitalistin değil, sosyalistin bakış açısında da bürokrasi yerilir. Devlet memuru halkın hizmetinde olmalıdır değil mi? Peki halkın tepesine nasıl biner? Sosyalist ülkelerde de rejimin belası sayılır bürokrasi. . Marks diyor ki: "Bürokrasi, karşıtı olan feodalizm illetinden henüz kurtulamamış bir merkezileşmenin adi ve ceberrut biçimidir." Ne var ki iki yanlı ateş altında bulunan bürokrasinin Türkiye'deki konumuna ilişkin açıklama bilimsel yöntemle yerine oturtulabilmiş değil. Bugünkü Türkiye'de bürokrasi tekelci sermayenin buyruğunda değil mi? Memurun sendikası yok, memurun demokratik hakları yok, memurun yazgısı tekelci sermaye iktidannın iki dudağı arasındadır. Bürokrasinin tepesınde oturan "yüksek görevliler" ise dışa bağımlı kapitalizmle al takke ver külah... Demokrasinin gelişmesi, yerel yönetimlerin özerkliği, memur sendikalarının oluşması, insan haklannın tam anlamıyla geçerlilik kazanması, bürokratık merkeziyetçiliğe karşı güvenceler sağlayacaktır; ama güvenceleri hasıraltı ederek devlet örgütünü egemen sınıfın buyruğunda halkı ezmek için kullanan büyük sermaye "favşana kaç tazıya tut" taktiğini kullanmaktadır. Halk, bürokrasinin alt katmanlarındakı küçük memurlarla ugraşırken gerçek sorumluyu göremiyor. • Türkiye bir avuç büyük işadamının cumhuriyetine dönüştü, yirmi ailenin çiftliği oldu. Bürokrasi artık egemen azınlığın hizmetkânndan başka bir şey değil. Ancak bütün ülkeyi, devleti ve halkı ilgilendiren bir yanı var bürokratik bozulmanın... Küçük memur kesimini inim inim inleten ekonomi politikası ve düşük ücret sıyaseti, Türkiye'y cehenneme çevirecek bir sarmal içeriği kazanmıştır. Bugün yargıç kadroları dolmuyor, çünkü hukuk fakültelerini bitirenler yargıç olmak istemiyorlar; öğretmenlik saygın bir meslek olmaktan çoktan çıkmıştır; tapu dairesinden gümrüklere kadar her yanda memur niteliği gün geçtikçe düşmektedir; memurları rüşvet almadan yaşayamayacak duruma düşürmektedir siyasal iktidann siyaseti... Memura demokratik haklarmı verin, sendikalarını kurmasını sağlayın, çağdaş devlet olmanın gereklerini yerine getirin; sonra bürokrasiden yakınmanız varsa, konuşalım. Demokrasi ve Bürokrasi DILDERNEGrNINDERGISI İnsan Hakları Derneği'nden . "İNSAN HAKLARI AÇISINDAN FİLİSTİN SORUNU" Pane'r* Yöneten: Nevzat Helvacı Konuşmacılar: Barlas Doğu: ANAP milletvekili Cumhur Keskın SHP milletvekili Mehmet Gazıoğlu DYP milletvekili Haluk Gerger: Eski öğretim üyesi Toplantı yeri. Türklş toplantı salonu Günu: 12 Şubat 1988 (Cuma) Toplantı saati: 17 30 TÜRK DİLİ Yıllığı 6.480 TL, Yurtd.şı 50 $ Adres: Tuna Cad 5/70 Kızılay I ANKARA Çağdaş 1 martta çıkıyor Arkadaşımız Fehiman Cebeci'nin, annesi HASRETGÜLTEKİN gün Butun plak ve kasetçılerde NERİMAN CEBECfyi yitirdiğini öğrendik. Başsağlığı diliyoruz. !MÇ 6 Blo' No 6643 UnkapanıIST Tel 526 11 15 ANKARA RADYOSU SPİKER VE YAYIN ŞEFLERİ Evin, IVI A R @ Q %ff^ ını 1 kulılakçıâ sssskesın ^lakçk^ 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle