19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER cek bir sözcııye gereksinim dtıyulduğu ortaya çıkıyordu. Bu sözcıiluğü ancak kongre başkanı ile yaşıt bir kişi yapabilirdi. Bu satırların yazarı işte bu görevi yüklendi. Bunu yaparken tatsızlık çıkarmaktan hiç hoşlanmayan, ama ilkelere bağlılığa öncelik vercn kişiliğini koruyordu. van dağıtımında da süregelmektedir. llkelcrini durmaksızın değiştiren, bu konuda hiçbir tutarlılık göstermeyen YÖK yönctimi, dencyim etkenini hiç mı hiç önemscmcdcn hiç kuşkusuz bir çoğu yetenekli genç insana yardımcı doçent unvanını vermiş, bununla öğretim üyesi sayısının eksilmeyip arttığı savunulmuş, Sayın Doğramacı inamlmaz bir şekilde bu sayıları ileri sürerek üniversitelerimizde her şeyin çok iyi gittiğini, tersini söylemenin kötü niyet gösterisi olduğunu iddia etmiştir. Oysa YÖK ile birlikte çok sayıda yetişmiş deneyimli öğretim üyesi üniversitelerden kopmuş ya da koparılmış, yüksek öğrenim büyük bir kayba uğramıştır. YÖK üzerine «öylenecek daha pek çok şey var: Y.ızık ki bunlar neredeyse tüınu ile olumsuzluklardır. 16 KASIM 1988 Bir Kongre ve YÖR Tartışması Geniş bir deneyime ve uluslararası üne sahip bulunan, dünyadaki ' üniversiteleri, çağdaş eğitimi, eğitim merkezlerini çok iyi bilen Prof. Doğramaa'nın bugün Türkiye'deki YÖK yönetimini hem de başında bulunarak ve başlıca sorumlusu olarak nasıl benimsediğini anlamak ;v ve açıklamak gerçekten çok güçtür. Türk toplumu önümüzdeki • yıüarda YÖK düzeninin acı ve ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır. Sanırız bu gerçeği zamanla Sayın Cumhurbaşkanı ve YÖK Başkanı dahil hiç kimse yadsıyamayacaktır. Bu gerçek en az yurt savunması kadar duyarlıkla üzerinde durulacak ve ele alınacak . , • ' bir olgudur. Katil Biziz... PENCERE Yanlışların önleyicisi değil, destekçisi! Bu nedenle son gün kongre genel kurulunda söz alarak, kongre hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini dile getirdikten sonra Doğramacı'ya verilen plaketi onaylamadığını, sayın kongre başkanının takdir ve hayranlığını dilediği şekilde ılade etmekte elbetle özgür olduğunu, ama kongreyi ve üyelerını buna ortak etmesinin yanlış olduğunu belirtti ve kısaca Doğramacı'nın başında bulunduğu sistemin, anlayışın ve uygulamanın Türk universitelerine, yazık ki yarar değil, zarar vermekte olduğuna inandığını ifade etti. Türk nörolojisine yıllardır küçümsenmez hizmetler vermiş olan kongre başkanından buna karşılık olarak, "bu sözlerle politikayapıldığı, YÖK'ün çok doğru bir sistem ve Doğramacı'nın çok büyuk bir insan olduğu ve bizlerin onun tırnağı bile olamayacağımız, cleştirdiğimiz sistemin ve Doğramacı1 nın ckmeğini yediğimizi unutmamamız gerektiği" biçiminde yanıtlar aldı. Keşke orada hazır söz açılmışken YÖK konusu başka bir dıızeyde, uygarca ve cnınc boyuna tartışılabilseydi. Bu tartışmaya genç kuşaktan insanlar hiçbir çekingenlik duymadan katılabilsclcr, düşündüklcrinı özgürce açıklayabilselerdi. Nöroloji kongresi bilimsel içeriğinin yanı sıra demokratik bir ortamın yaratıcısı olabilir ve bununla sanırım YÖK'e değerli ve olumlu biı katkıda bulunmuş olurdu. Ama böyle olmadı, orada doğan gerginlik yatıştırıldı ve kongre böylece sona erdi. Türk toplumu yıllardır demokratikleşme savaşı veriyor. Üniversitelerimizin böyle bir savaşımın başlıca destekçisi ve uygulayacısı olmaları beklenirdi. Kendi içlerinde bu demokratik ortamı yaratarak vc bilimsel, akademik özerkliğin yanı sıra yönetimsel özerkliğe de sahip çıkarak, Türk toplumuna özgür vc özerk insanlar yetiştiren ktırumlar olmalı idi Türk üniversiteleri. Yazık ki gelişmeler bunun tersini getirmiş, YÖK ile güdumlu bir yüksek öğretim öngörülmüş ve universiteler sonunda kendi içinde bile sorunların özgurce taıtışılamadığı kurumlar durumuna getirilmişlerdir. YÖK ile üniversitelerimize canlılık, çokseslilik yerine tekdüzelik, durağanlık, heyecan yerine suskunluk, edilgenlik; güven ve umut yerine guvensizlik, umutsuzluk getirilmiştir. YÖK, her düzeyde niteliği şaşılacak şekilde göz ardı etmiş, öğrenim ve akademik düzey belirgin şekilde gerilemiş, fakülteler özelliklc tıp fakültelerikapasitclcrinın çok üslünde öğrencı almaya zorlanmış ve bu koşullarda nasıl bir eğitim verildiği asla umursanmamıştır. YÖK yönetımindeki tıp fakültclcri, kendi aralarında uzmanhk sınavı sonuçlarını tartışmışlar, bununla ilgili olarak övünme ya da savunına yapmışlar, ama "Türk toplumuna, gereksinim duyduğu hekimi yetiştiriyor muyuz?" sorusunu sormamışlardır. Anadolu'daki tıp fakültelerınin durumu ve oradan mezun olanların sorunları ve bunun Türkiye'nin sağlık sorunlarına ekledikleri hiç söz konusu edilmemiştir. Başka bir çok fakültede durumun çok benzer olduğu açıkça bilinmektedir. YÖK, bu açık yanlışlıkların önleyicisi olmak yerine destekçi olmuştur. Aynı umursamazlık öğretim üyesi üretimi ve un 1402: İşleyen bir yara YÖK öncesi üniversitelerin clbette çok eksiği, çok yanlışı vardı. Ama burada her sağduyu ve yurtsever ınsanın acı ve tepki ile anacağı 1980 öncesi anarşik olayları söz konusu edcrek YÖK cleştirisini o dönemın vc anarşinin övgüsü gibi almak ya da başka bir deyişle 1980 öncesi anarşi ortamım bugünkü YÖK savunması için malzeme olarak kullanmak bir demagojidir ve bu önemli konuyu açıkça saptırmaktır. 1402, işleyen bir yara olarak süregelmektedir. YÖK bu gerekçesiz, yargısız işlemin düzeltilmesi için de ciddi hiçbir çaba harcamamış, üstelik idari mahkemelerin göreve dönme kararlanna karşı Danıştay'a başvurarak yürütmeyi durdurma isteminde bulunmuştur. Yıllar önce 147'ler olayı için onurlu bir davranışla büyük ve haklı tepkiler gösteren üniversitelerin 1402 uygulaması için bu kadar sessiz kalmasında YÖK yönetiminin baskıcı merkeziyetçiliginin büyük payı olduğunu düşünmemek mümkün değildir. , Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR İ.Ü. Tıp Fakültesi ; Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Tıp kongreleri, genellikle yılda bir kez yapılan, aynı dalda çalışan öğretim Uyeleri, asistan ve uzmanlann bir araya geldiği, o dalda yapılan çalışmaların, araştırmaların, bildirilerin sunulduğu, pa"' nel ve konferansların yer aldığı, her yönden yararlı toplantılardır. Bu (oplantılarda yurdun değişik bölgelerinden gelen üniversite, sağlık bakanlığı ve SSK '^ hastanelerinde ya da serbest çalışan meslektaşları• nızla karşılaşır, onlardan değişik görüşler, yaklaşımlar, gözlemler dinlemek fırsatı bulursunuz. Böl" gesel farklılıkların yanı sıra belki de yörenizde rast" '•'• lamadığınız hastalıkların, olguların varlığından haberli olursunuz. Ayrıca bu toplantılarda branşınızın belli bir alarunda derinleşmiş, uzmanlaşmış kimsclcrin orijinal çalışmalarını dinlemek, kitaplardan . öğrenemediğiniz bilgileri edinmek şansınız da ola,. bilir. Genellikle birkaç gün süren kongre boyunca bizim gibiler için yurdun çeşitli bölgelerinden gelen • eski öğrcncileriniz, asistanlanmzla buluşup konuş•., mak; Ueğişik konularda görilş, dcneyim, düşünce „•. alışverişinde bulunabilmek dc pek güzel bir t'ırsat> tır. Kongre.tgUzel bir doğa parçasında, örneğin yurdumuzda sayıları gittikçe artan turistik tesislerden o, birinde yapılıyorsa, bu tesisin sunduğu çeşitli ola"„ nakların tadını çıkarmak da bütün bunlann cabasıdır. Sonunda çok şey öğrenip güzel sohbetler yaı.;.par, kendinize çok şey katarak görevinize döğini kazanan YÖK'ten söz ctmek, bu önemli konuyu ele almak da söz konusu dcğildir. Ancak gcçcn ay yapılan 1. Nöroloji Kongresi'nde YÖK, beklenmedik bir biçimde gündeme geldi. Kongrenin, Türkiye'nin halcn görevde bulunan en dcneyimli nörologlarından biri olan başkanı, toplantıyı açarken kongre üyelerine, iki bilim adamına şükran plaketi vereceğini duyurdu. Bunlardan birincisi başkanın, yaşamı boyunca büyük işler başardığına vc YÖK başkanlığı ile bunu sürdürdüğüne inandığı Prof. Dr. Ihsan Doğramacı içindi. lkincisi bu satırların yazarının çalıştığı klinikten emekli olmuş ve ona hocalık etnıiş, Türkiye'ye EEG ve nörofizyoloji anlayışını getirmiş olan Prof. Dr. Kenan Tükel için hazırlanmıştı. Prof. Tükel bir nöroloji profesörü idi ve gerçekten Türk nörolojisine çok değerli hizmetleri olmuştu. Bir nöroloji kongresinde onu anmak ve bir plakctlc takdir belirtmek övgüye dcğcr bir kadirşinaslık örncği idi. Ancak birinci plaket için aynı şeyler söylenemezdi. Prof. Doğramacı bir kez nörolog değildi. Bir nöroloji kongresinde o dala yaptığı hizmetlerden dolayı ödül vcrilmesi söz konusu olamazdı. Üniversitelerimizin ve YÖKün başındaki kişi olarak ise doğrusu onu övgüye değer bulmak, kamu vicdanını rahatsız edecek bir davranış sayılmalı idi. Sayın Doğramaa'yı üniversitenin içindeki ve dışındaki büyük çoğunluğun YÖK Başkanı olarak başarılı ve övgüye yaraşır bulmadığı artık çok açık bir gerçek idi. Kişisel inanışlarımız ne olursa olsun bunun böyle olduğunu görmek için Türk basınını izlemek ve düşündüğünü söylemekten çekinmeyen her kademeden ve kuşaktan üniversite çalışanına kulak vermek yeterli idi. Sanıyorum büyük çoğunluk onun YÖK başkanlığı ile geçmişteki başarılarını iyiden iyiye gölgelediği inancını paylaşmaktadır. Bu nedenle nöroloji kongresindeki kongre başkanı tarafından Doğramacı için uygun görülen şükran plaketi, en azından yadırgandı. Tcpki ile karşılandı clemek çok daha doğru olur. Ama YÖK'ün yapısı, çoğunluğunu üniversite mensuplarmın oluşturduğu kongre üyelerinin bu tepkiyi açıkça belirtmelerine uygun değildi. Sanırım bundan dolayı bu tepkiyi dile getiren ve başkanlığa sunulan yazılı bir belgeyi ancak 30 kişi imzaladı. Oysa bu hoşnutsuzluğu açıkça dile getire Sonuç Geniş bir deneyime ve uluslararası üne sahip bulunan, dünyadaki üniversiteleri, çağdaş eğitimi, eğitim merkezlerini çok iyi bilen Prof. Doğramacının bugün Türkiye'deki YÖK yönetimini hem de başında bulunarak ve başlıca sorumlusu olarak nasıl benimsediğini anlamak ve açıklamak gerçekten çok güçtür. Türk toplumu önümüzdeki yıllarda YÖK düzeninin acı ve ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktır. Sanırız bu gerçeği zamanla Sayın Cumhurbaşkanı ve YÖK Başkanı dahil, hiç kimse yadsıyamayacaktır. Bu gerçek en az yurt savunması kadar duyarlıkla üzerinde durulacak ve ele alınacak bir olgudur. Bilkenl, yazık ki bu gerçeği değiştirmek için yeterli olamayacaktır. YÖK artık yalnız politikacıların, basının değil, onun yönetiminde çalışan öğretim Uyeleri, yardımcıları, asistanlar ve öğrenciler tarafından rahatça, özgürce ve ivedilikle tartışılabilmelidir ve TUrk toplumunu Türk yüksek öğrenimine çok pahalıya mal olan, giderilmesi zor zararlar veren bu sistem, tez zamanda değişmeli, yenilenmelidir. Bu yazı aynı zamanda yıllarca Universitede eğitim hizmeti vermiş öğretim üyesine bile görüş belirtmek, eleştiri yapmak hakkını vermeyen, onları yönetimden dışlayan, YÖK sistemini böyle b\r: ayıptan arındırmak için girişilen çabalara katılmadır. Sayın Doğramacı'nın artık yapacağı en doğru şey Türk yükseköğrenim kurumlarımızda her yönden meydana gelen erozyonu görerek bunun ağır ve giderilmesi güç sonuçlarından Türk toplumunu kurtarmak için YÖK karşıtlarına katılmaktır. \ YÖK'ün birden gündeme gelişi... '' Ankara Hacettepe Nöroloji Anabilim Dalı öğ' ° retim üyeleri tarafından düzenlenen 1. Nöroloji •' Kongresi de böyle bir toplantı oldu. Bodrum'un Torba Tatil Köyü'nde güzel bir hava, ılık bir deniz kır• mızı şarapla desteklenmiş nefis yemekler... Bir yandan kongreyi izledik, değişik kuşaktan nörologlar'" la söyleştik, öte yandan benzersiz bir doğanın ergi= • ' lerinden (nimetlerinden) yararlandık. Kongre programları genellikle bilimsel nitelikli^ dir. Genellikle diyorum, çünkü burada sağlık so. * runlarımız ya da tıp eğitimi, hatta geniş anlamda t o dalın eğitim sorunları konuşulmuyor örneğin. Üniversite mensuplarını yakından ilgilendiren ve gerçekten yurdumuzda çok ciddi bir sorun niteli EVET/HAYIR Hep Emekçi Halk mı Sömürülecek? Bir gün önce 'sömürü' sözcüğünü kullanmıştı, ertesi gün . 'fedakârlık' dlye değiştirdi. Uygarlıkta ileri gitmiş ülkeler belli bir süre kendi halklarını sömürmüşler, sonra bugünkü başarılı duruma gelmişler! Herkes bilir ki Batının ileri ülkeleri yüzyıllar boyunca Afrika, Asya, Güney Amerika halklarını, yanı sömürgelerde yaşayanların sırtından, onların emeklerini, ürünlerini elde ederek zenginleşmişlerdir. Kendi halklarını sömürmek diye bir olay yoktur. Ancak savaş sonralarında belirli bir zaman sıkıntı çekmişlerdir; daha az ücretle daha çok çalışmak zorunluluğunu duymuşlar, sıkıntıh bir yaşam sürmüşlerdir. Ama bu koşullara, yalnız halk yığınları değil iş başındaki yöneticiler de katlanmıştır. Bizim Başbakanın, hani yüzde 35 oyla iktidarı tek başına elinde tutan kişinın, birkaç gün önceki sözleriydi bunlar... Ozal ne diyeceğini, ne yapacağını şaşırmıştır! Kendi partisi de içten ıçe kaynamaktadır. Yanlış yolda, çıkmaz yolda sonuna kadar direnen siyasa adamlarının başına gelen acı sonla o da karşılaşmak üzeredir. Yani çöküşle, tam bir yıkılışla... Bu, ANAP için. den gelen bir patlamayla da olabilir, ilk genel seçimde tam bir bozguna uğrayarak da... Yüzde 50'den çok oyla iktidara gelen Menderes gibi sevilen bir liderin 195760 arasındaki zoraki direnişi nasıl sonuçsuz kaldıysa, yüzde 35'lik azınlığa dayanan Bay özal'ın umutsuz çabası da boşa gidecektir. Baktı ki 'sömürme' sözü epeyce ağır, bir gün sonra 'fedakârlık1 sözcüğünü yeğledi. Bakın pazar günü Ankara'da bir törende ne demiş: "Daha çok çalışmak mecburiyetindeyiz. Bugün bizde haftalık çalışma süresi işçilerde 42.5 saattir. Memurlarda daha azdır. Oysa Almanya'da savaştan çıkıldıktan sonra işçiler haftada 56 saat çalışıyorlardı. Tabii bugünün şartları değişmiştir Ama ülke de fedakarlıkla kalkınır. Japonya'da 67 yıl öncesine kadar tek gün hafta tatili vardı. Cumartesi günü tatil uygulaması başladıktan sonra dahi insanların işlerinin başına geldikleri görüldü." Başbakanın demek istediği açık, işçiler daha çok çalışsın, memurlar daha çok çaba harcasın, daha az dinlence yapsınlar, daha çok yorulsunlar, daha çok ezilsinler, daha çok 'fedakârlık' yapsınlar! Daha önce söyledıği gibi: 'Daha çok sömürülsünler'. Ama azınlık oylarıyla iktidarda oturan Bay Özal ve takımı ise daha çok uçak, daha çok otomobil, daha çok dünya gezisi, daha çok lüks (Arkası 11. Sayfada) OKURLARDAJV 10 Kasımlar, kutlama değil, anmadır 10 Kasımlarda yapılan Atatürk'ü anma törenlerinin bir matem havası ve duygusallıktan çıkarılıp fikir ve eserlerinin açıklıkla aktarılma ve analizine yönelik olmasını amaçlayan yaklaşıtmn yerinde olduğu açıktır. l'.sasen son yıllarda yapılagelen anma toplantılart ve törenlerinin biçimselllk ve duygusallıktan, dufünce ve analize yönelik karakteri belirginlik kazanmakta idi. Dolayısıyle hükümetin bu yöne ağtrlık verileceğini açıklayan yaklaşımma tümuyle yepyeni bir tutunı da denilemez. Ancak önemli olan, bu lutumun yanlış yorumlara yol açacak veya "yassız ve yasaksız anma" derken, adeta önemsizgereksiz görülmesi ve hatta kötüleyki girişimlere fırsat verecek ya da zemin hazırlayacak boyutlara kaymasmdan endişe etmek ve bunlara karşı duyarlı bulunmak gerekliliği hemen kendini gösterdi. H kasım akşamı televizyonda Prof. Dr. Utkan Kocatürk 'ü'n yönettiği ve Devlet Bakanı Sayın Tinaz Titiz, Sayın Suat tlhan ve Sayın Ahmet Mumcu'nun yer aldıkları açıkoturumda kullanılan "kutlama" sozcuğunden rahatsız olduk. Genelde olumlu düşünceler belirtildi. Ancak bu olumlu hava, 10 Kasımı anma deylmi yerine kutlama deyimi ile ve bu deylmln bir kaç kez sayın yönetici tarafından tekrarı ile üzülerek söyleyeylm ki, dinleyenleri rahatsız edici hale dönustu. Sayın Titiz'e katılmıyorum. Yıllardır 10 Kasım anma torenlerini izlerim, Atatürk'e ilişkin yayınlar ve 10 Kasım anma törenlerinde konuşmalar da yaparım, ama kutlama törenleri değildir bunlar. Bakınız Türk Dil Kurumu'nun yayımladığı Turkçe sozlükte kııtlamak nasıl tanımlanıyor: "Mutlu bir olgu dolayısıyle buna levinildiğini blrine söz, yazı veya armağanla anlatmak". Kutlama ise kutlamak eylemi olarak belirtiliyor sozlükte. Atatürk sevgisi, hayranlık ve bilincinden hiç süphe etmiyorum Utkan Kocatürk'ün. Fakat ne şekilde açıklamaya kalkarsanız kalkın 10 Kasım anma etkinlikleri için kutlama deylmini kullanmanın tutarlı bir yanı bulunamaz. Vnutulmamalı ki bugün gerek ülkemizin içinde ve gerekse dışında 10 Kasım'ı ve o tarihte Atatürk'ün sonsuzluğa intikalini adeta bir kurtuluş ve dolayısıyle bunu bir sevinme nedeni gibi alan ya da almaya müsait mihraklar ve çevreler vardır. Ayrıca gerek gericl ve gerekse Iç ve dış bölücü ve yıkıcı çevreler bu sakat ve düşmanca eğlllmleri geliştlrmek, müsait ortamlar hazıriamak için faaliyet halindedirler. Oerçi bir ara Sayın Kocatürk "sürçullsan" deylmini de kullandı. Fakat ne onun ne de Sayın Tltiz'in, kutlama deyimini bir ölçüde açıklamaya, adeta olabilirliği bulunacağını göstermeye yönelik ifadeleri (tevilleri) geçerli olamaz. Ben bunları çok yadırgadım. Umulur ki onlar da bir sürcl lisan olduğunu kabul ederler. Ata'nın doğumunun 100. ytlında geniş çapta kutlama etkinlikleri yaptık, ama 10 Kasımlarda Atatürk için anma törenleri düzenlentr, kutlama değil. Bu hep böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Prof. Dr. KEMAL ÖNEN tstanbul Üniversiteii Üstüste bir konuyu işlemek, cezaevleri sorununa sarmak, kimılerınin canını sıkabilir; kimı seçkınimizde tedirgınlik yaratabilir; kimine ters düşebilir: Yeter be!.. Ancak göğsünde insan yüreği atan, böyle düşünmez; Güney Afrika'daki siyaha yapılan zulüm televizyona yansıyor, Filistinlinin kolunu taşla kıran İsrail askeri uykumuzu kaçırıyor; Türkiye mapusanelerinde olan bitenler karşısında nasıl sus pus oturabiliriz? Belki dünyanın hiçbir ülkesinde eşine rastlanmayan bir tragedya Türkiye'de yaşanıyor. Cezaevlerinde 2000'e yakın tutuklu ve mahkum açlık grevindedir; kimi hapishanede ölüm orucu sürüyor; insanlar kendi kendilerini ölüme mahkum etmişler, eriyorlar, bitiyorlar, tükeniyorlar. 2000 insan kaç günden beri yemiyor, içmiyor, mum gibi eriyor. Açlık grevine sarılan insanın derdi nedir? Niçin sağlığım ve hayatını tehlikeye atıyor? Açlık grevi öyle bir şey ki beden üzerinde onulmaz yaralar açıyor; bir noktada durdurulsa bile yapacağını yapmış bulunuyor. Yaklaşık 2000 genç insanın ölüm yolculuğuna çıkması şimdiye dek dünyanın hangi ülkesinde yaşanmış bir olay? Yarın, tarih kitapları Türkiye'yi anlatırken, bugün renkli televizyonun haberler programında gösterilen hiç bir konuyu ele almayacak; ne Evren'in denetimleri, ne özal'ın demeçleri, ne de temel atma törenleri. 1988 yılının sonuna doğru binlerce insanın cezaevlerinde açlık grevi yapmaları, nasıl bir düzende yaşadığımızın yarınlara kalacak temel belgesidir. * Cezaevınde bir tutuklunun baskı yöntemine başkaldırması; yargılanmaya götürülürken zincire vurulmayı reddetmesi; kitap, kâğıt, kalem, mektup gibi en doğal isteklerinin gerçekleştirilmesini dilemesi suç mu? Açlık grevi anarşizm mi? Açlık grevi terör mü? Diyelim ki sen tutuklandın; soyuyorlar, saçlarını tıraş ediyorlar, mahkumlar için biçilmiş "tek tip"\ giydiriyorlar, mahkemeye götürürken "sevk zlnciri"ne bağlıyorlar... içine sindirebilir misin? Tutuklu, dünyanın neresinde olursa olsun, suç işlediği ya da işlemediği bilinmeyen adamdır. Hukukun temel ilkesi: "Beraati zimmet asıldır", yani suç işlediği mahkeme kararıyla kesinleşmeden hiç kimse suçlu sayılamaz; "masum"dur. Çağdaş infaz hukukuna göre tutuklunun yaşamı dışardakine yakın olacaktır. Dış dünya ile ilişkilerıni doğal alarak kuracaktır; kâğıdı, kalemi, okuması, daktilosu, kitabı sağlanacaktır. Yıllarca tutuklu kaldıktan sonra çıkarıldığı ilk duruşmada salıverilen tutukluların çoğaldığı bir Türkiye'de yaşıyoruz. Bu haksızlıklar zinciri "sevk zinciri"r\ir\ halkalarına ekleniyor; gün geçtikçe bütün ülkenin adaletini bukağıya vuracak bir agırlığa dönüşüyor. • Kamuoyunda tek yanlı bir yargı oluşturuldu. Sanıyoruz ki cezaevlerinde yatan gençlerin tümü gözü kanlı anarşisttir, katildir, terörcüdür. Yalan!.. Cezaevlerinin dünyasına biraz yansız gözlerle yaklaşmasını öğrenmelıyiz. Terörıst, başkasının canına kıyabilecek kişidir; bu kez yaklaşık 2000 genç, başkasının canına yan bakmak şöyle dursun, kendi canına kıyıyor Mapushane duvarları ardında bile olsa insan onuruna ters düşen uygulamaların kaldırılması için hayatını ortaya koyan bu gençlerin sorunlarına birçare buimalıyız. Eğer bugünlerde hapishanelerde bir genç ölecek olursa, katili siyasal iktidar olacaktır, Adalet Bakanı olacaktır, sen olacaksın, ben olacağım, biz olacağız... Heeeeyl.. Duymuyor musunuz/anlamıyor musunuz; insanlar bizim yüzümüzden göz göre göre ölüyorlar. OKTAY AKBAL 6 yıl önce yitirdiğimiz MUSTAFA ASM HAYRULLAHOĞLU' nu saygı ve sevgiyle anıyoruz. AÎLESt Barış ve Dcmokrasi savaşımının, Demokralik oğretmen hareketinin önderlerinden CENGIZ AKSAKAL öldürülüşünün 8. yılında onurlu yaşamın ve mücadelen bizlere örnek olacak. AİLESİ VE DOSTLARI AD1INA YİICEL YİĞtT MEHMET ARSLAN'ı yitirdik. Anısını yaşatacağız. ücvrimci oğretmen T4IİP ÖZTÜRK'ü öldurulüştinün 9. yılında saygıyla anıyoruz. Dontları ve ÖftRETMEN Arkaduşları adına MUNH KASA Ürgüp HALKEVİ ve GÖRYAP'tun arkudaşları udınu: Mete PAK, Muştafu KAYA Öğrencisi: Faruk GÜÇLÜ Babam Avukal ALİ DEMİR', 19261987 ölümünün birinci yılında sevgi ve saygı ile anıyorum. Etfi, ukrabalurı ve çocııklıırı adıııa oglıı SKKDAR DKMİK İLAN FATtH 3. ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN 1988/912 Erzincan, Kemaliyc ilçesi, Başbağlar köyü cilt 043/01, sayfa 38, hane 16'da nüfusa kayıtlı Atilla ve Ayşe'den olma 1984 doğumlu özdem Ayık'ın isminin Fatih 3. Asliye Hukuk Hâkimliği'nin 18.10.1988 tarih ve 988/912 esas 988/827 sayılı kararı ile özlem olarak tashihine karar verildiği ilan olunur. 31.10.1988 Içki ve Sigaradan. düzensiz beslenmeden kaçınınız... TÜrk Kalp Vakfl Tel: 175 12 45 • 148 58 66 Vestel VHS'de her şey "MI automatic" (Siz sadece kaseti takın.) Programlama, kayıt, izleme... Bu VESTEL vidcoda her şey oturduğunuz yerden, her şey uzaktan kumandayla! Yeni VESTEL VHS, Türkiye'nin likit kristal uzaktan kumandalı ilk ve tek videosudur. VESTEL'in tam «tomatik videosudur. Dilediğinizzaman, dilediğiniz yerden programlarsınız. Verdiğiniz tüm komutlan uzaktan kumandanın likit kristal display'inde izlersiniz. Siz sadece kaseti takın, keyfinize bakın. T VESTEL Vpstel taır ft Polly Peck Interrvıtıundl Pl C kurulu^utiur
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle