25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER rekli olduğuna inanıyorsa, o sahneyi sonuna dek savunmalı mıdır? Bir yönetmenin, "Yazar tiyatrodao anlamaz" diye düşunmesi çok yanlış olsa gerektir; neden derseniz, biz tiyatro tarihinin, bir tiyatro yazarlan tarihi olduğunu biliyoruz. Sofokles'in yönetmeni kimdi ve onun tragedyalannda ne gibi değişiklikler yaptı? Düşünun ki, koca Aristoteles bile, tragedyayı anlatırken, Aiskilos'un, Sofokles'in, Öripides'in yapıtlannı incelemekle yetinmiştir. "İşte tragedya onların yapıtlarına denir" demek istemiştir. Başka türlü nasıl olabilirdi? Tragedya gökten inmedi ya! Diyeceğim, tragedyanın yapısına dokunulmaz, dokunulamaz. Demek klasik çağda oyun yazarı (ozan), bu yapıyı kendi başına çalışarak kuruyordu. Başka türlusü nasıl olabilirdi? Oyununu birine düzelttiren bir ozan rie hakla yanşmalara girebilirdi? Yönetmenliğin önemi tragedya ortadan kalktıktan sonra kendini göstermiştir. Çünkü romantik anlayış klasik kurallan parçalayıp atmıştı. Kendini tümden ozg'ür bulan ozan, belki de "fazla"nın, "eksik'Mn ayırdına varamıyordu. Demek yeni kurallar gerekli oluyordu. Neydi bunlar? Bugun sahnede canlandırılabilecek oyun metinleri yanı sıra, sahneden canlandınlamayacak metinler de vardır. "Dramaturg" sözcüğünün yaratılmasının nedeni budur. Mantık, bilgi, akış açılanndan eşsiz olan Platon diyaloglarının sahneye çıkarılamaması, tiyatro yapıtının kendine özgü bir yapısı bulunduğunun ilginç bir kanıtıdır. İşte tiyatro yazarı bu yapıyı bilen bir sanatçıdır, ya da olmalıdır; değilse, yönetmen onun yapıtını düzeltmek için de ele almamalıdır. Yazaryönetmen ilişkisini, sürekli bir işbirliği biçiminde düşünmek, yazann yaratıcılığını yok eder. Ellen Stewart, savıru biraz hafifleterek de olsa "Oyun yazarlan önemlidir, ama onlar bizlerden ayrı yazmak yerine bizlerle biriikte oyun çıkartmalıdıriar" diyebiliyor ve sayın Karantay bu söz üzerine şunları eklemek zorununu duyuyor: "Bu (iir oyun oiuşturma çabalan, oyun yazaruğını yaratı olmaktan uzaklaştınr... Oyunu bir imeceye dönüştüriir." Benim demek istediğim de bu. Edvvard Albee şöyle yazmış: "Drama her şeyden önce edebiyatfır. Shakespeare, Çehov, Beckett önce kâgıt iizerinde vardı." Müzik yonetmenlerinin, çalgıcıların besteciyi kendi buyruklarına almak istedikleri hiç görülmemiştir, ama o konuda da besteleyen ve çalacak olan arasında karşjlıklı etkileşim olaylannm bulunduğunu biliyoruz. Bunlan tiyatro için de olağan bulabiliriz. Ama oyun yazarını, yaratırken tek başına bırakmamak gerektiği gibi bir anlayışa gelindiğinde, durum, çok değişik bir nitelik alır; tiyatrp sanatında değişme (çok çiçeklilik) durur, yeniliklere yer kalmaz, diyelim bir Çehov, bir Albee çıkmaz olur. Çunkü bu çevren açıcı yaratıcılar, tiyatroların sıkı sıkıya bağh oldukları birtakım bilgilerden ve tekniklerden bıkrruşlardır. (Ben de tiyatro yazarlığma böyle bir bıkkınhkla geldim). "Godoyu Beklerken" hangi kural ve teknik uyarınca yazılmıştır? Sonra, yönetmenlerle oyuncuların da >anlış yorumlara düşebileceklerini neden hesaba katmayalım? Ben, iyi oynanmamış bir oyundan sonra, o oyunu evimde kendi başıma okuduğumu ve gösterimden alamadığım tadı okurken bulduğumu bilirim. Ben kendimi talihli bir oyun yazarı sayarım; çünkü bugune değin hiçbir oyunum için, hiçbir yönetmenden değişiklik önerisi almış değilim. Ama bir tiyatro beni oyunumun provalanna çağırdığında da sadece seyretmekle yetinirim, gereğince anlaşılmamış bir yer için soru sorulursa yanıtlarım o kadar. Çünku oyunumun yazıhnış olmakla bitmediğini, ona yönetmenin ve oyuncuların yorumlarının da ekleneceğini, böylece ortaya tam bir tiyatronun çıkacağmı bilirim. Yorumu, oynanışı beğenip beğenmediğime gelince; oyunlarımın çeşitli yorumlanışları ile karşılaşmışımdır; bu durumda hangisinin daha başanlı olduğu üstüne pek kafa yormam, bir oyunun bir çok yoruma elverişli olduğunu düşünmek hoşumagider. Bundan kurtuluş yoktur. Zürich Kanton Hastanesi beyin operatörü ünlü hekimimiz Gazi Yaşargil, bir ameliyat için kendisine gelen Berlin Filarmoni Orkestrası Şefi Karayan'a, "Siz bir Beethoven yorumcususunuz, ama sizden başka yorumcular da var" demiş ve sormuş; "Beethoven dirilse de bu çeşitli yorumları dinlese, hangisini kendine yakın bulur?" Karayan, "Hiçbirini" diye yanıtlamış Yaşargil'i. Ben oyle düşünmüyorum, oyunumun kafamdaki biçimi ile yetinemem ben, onun sahnede canlanmasını beklerim, sanki ancak öyle anlayabilirim oyunumun anlamını ve hep yeni gördüğüm bir oyun gibi bakarım kendi oyunuma. îmeee ile Sanat MELİH CEVDET ANDAY METİS ÇEVIRİ dergisinin ikinci (kış) sayısı da çıktı. Çeviri alanında etkinlik gösteren dergilere düşkünlüğüm vardır; bunlar bana MEB'nin tarihe kanşan o ünlü Tercüme dergisini anşıtır. Ne güzel çeviri ömekleri verilirdi o dergide! Özellikle Sabahattin Eyuboğlu'nun, Nurullah Ataç'ın çevirilerini büyiık bir ilgi ile okurduk. Bu yazarlar, özgün metni Türkçe yazılmışcasına tanıtırlardı okura ve hem özgün metne bağh olma, hem de onu çevrilen dilde yeniden yaratma sorunu (sadık çeviri özgür çeviri), çevirinin her zaman taze kalmış ve kalacak olan bu önemli sorunu düşüncemizde surekli yer alırdı. Çünkü biz o yıllara değin, çevirinin özellikle "çevrilen dilde yeniden yaratma" yanını gereğince kurcalayamamıştık, dilimiz annmadığı için kurcalayamazdık da. Osmanlıca ancak işin "özgün metne bağh kalma" yanıru karşılama çabası içindeydi. Konuşma dili düzyazının temeli olmamıştı. Bu konu, Özellikle oyun çevirileri için önem taşıyordu. Adını verdiğim dergide, "Tiyatroda Çevirinin Payı" başlıkb çok ilginç bir yazısını okuduğum Sayın Sevgi Sanlı (geçen hafta Bakırköy Kültür Merkezi'nde Dört Kız Kardeş adlı çok başanü bir çeviri ürünü olan oyununu seyretmiştik), Shakespeare'in 1931 yılında yayımlanan Venedik Tadri oyunundan Portia'nın şu sözlerini örnek olarak veriyor: "An aşk, vecdü neşveni biraz tadil et, biraz teskin et, neşveni yavaş yavaş boşalt..." Shakespeare bu dilie nasıl yeniden yaratıhr! Gene o dergide "Tiyatro Çevirisinin Sorunlan" başlıkb bir yazısı bulunan Sayın Suat Karantay, bu durumu şu sözlerle dile getiriyor: "İyi de olsa bir çeviri, yönetmeni bogabilir; kâğıt iizerinde kusursuz göriinen satırlar, onlan yüzlerce kez söyleyecek olan oyuncuyu çileden çıkarabilir. Yazar olsun, çevirmen olsun, tiyatro metni iıretenlerin. yönetmene ve oyunculara hizmetle \ukümlu olduklan savı bir ölçüde doğnıdur." Evet, Portia'nın o sözlerini yönetmen nasıl söyletsin, oyuncu nasıl söylesin! Benim burada asıl iizerinde duracağım yazı, Sayın Karantay'ın yazısı. Ama önce şu düşüncemi belirteyim: Ben yukandaki tümcede kullanılan "iiretme" sözcüğünün bu kullanılışından yana değilim, tiyatro metni "üretilmez", ya çevrilir, ya yazılır. Bu sözcüğü genel olarak sanat yapıtları için kullanmak bana yanlış geliyor. Diyelim ozan şiir uretmez, şiir yazar. Şanatın işleyimden (sanayiden) ayrımı buradadır. Üretim, gerekli nesneleri ortaya çıkarmak için girişilen çalışmalar demektir. Bunun gibi "oyun sergilemek" sözünü de yadırgıyorum. Tiyatro, bir sergievi, bir fuar defildir, orada oyun her kez yeniden yaratılır, oynanır, canlandırılır. Sayın Karantay yazısına tiyatro çevirisi konusundan giriyor, ama orada kalmıyor, çevrilmiş değil, yazılmış (teliO metne veriyor ağırlığı ve bundan çıkarak da, oyun yazarıyönetmenoyuncu Hişkilerine geliyor, bu uçlü içinde yazann durumunu tartışma konusu ediyor. Bilmediğim bir tartışma değil bu; tiyatrocuların bir bölümü, büyükçe bir bölıimü, nedense yazann bu üçlü içindeki yerini önemsiz görmeye yatkındırlar. Sayın Karantay da, bu amaçla olacak, "La Mama" topluluğunun kurucusu ve yöneticisi Ellen Stewart'ın, 1987'de Istanbul'da gerçekleştirilen Uluslararası Tiyatro Sempozyumu'nda söylediği şu sözleri öne sürüyor: "(o>un yazan)... oyun yaayor diye kendini iyi bir yazar olarak görmemelidir. Yazdıgı oyunları yönetmenle biriikte düzeltmelidirler. Şunu unulmamalıdır ki, yönetmenler ve oyuncular onun aletieri degildir. Oyun yazarı da tiyatronun içindeki bir ögedir." Ben bir kızgınlık sezer gibi oldum bu sozlerde; kendini iyi bir yazar sayması, yazann yönetmenleri ve oyuncuları küçük gördüğünü göstermez ki! Oyun yazarı, gerekirse, yönetmenle biriikte oyunun kimi yerlerini değiştirebiür. Ama bunun ölçüsü ne olacaktır? Yönetmen, "Ben bu sahneyi beğenmedim" derse, yazar o sahneyi hemen çıkarıp atmalı mıdır? Yokia oyun için ge PENCERE 22 OCAK 1988 ARADA BİR tSMET K. KARADAYI Emekli C. Savcısı ı IMZA GÜNU MfldBRÖZCÜN MÜZİK YAPIM SflPA BAĞCA* SVUKIt OKTAY AKBAL 23 Ocak Cumartesi: 15.0017.00 Suçlar,Suçlamalar, Savunma Oiuz yılı aşan "memurtuk" uğraşısını bırakışımın ikinci yılındaydı. Kürsülerin "iddia" ve "karar" makamlarından, aşağıların "savunma" makamına geçmiştim. Bir gün yakın arkadaşiarım, "Nasıl gidiyor savunmanlık" diye sormuşlardı. Hani 1981'lerde, tümüyle haksız, salt politik bir atanma sonucu emekli olmaya zoıianışımı biliyorlardı... Savunmanlık (avukatlık) genelde ve ülkemizde neydi, ne değildi? Başarı ya da başansızlık nedenleri nerelerden geliyor, nicelere dayanıyordu? Konuyu uzatmamış, onlara güncel uygulamayı şöyle özetlemiştim: Savunmanlığı tam sevememiştim, tam yerine getiremiyordum. Çünkü, her şeyden önce çok çok bilmediğimiz, hep de şaşınp kaldığımız "mevzuat hazretleri" vardı ve sürekli içimizı oyuyordu. Onca sayı çokluğu, onca dil bozukluğu, onca çeşitlilik, eskimişlik, yöntem eksikligi, karmaşa, çelişki hangi ülkede bulunurdu ki? İkinci sorun, her zaman "mülkün temeli"ne, "hukukun üstünlüğü"ne yaraşır görmeye çalıştığımız sayın uygulayıcılar... Yani işleri başlarından aşkın, başlannın üzerlerinde "Demokles'in kılıcı" olanlar... Günleri yoğun, kendileri yorgun ve o çok değişirli hukuku, adaleti uygulayanlar... Bu da öyle bir "zaman zemin, devir dönem, geç ve güç" işlevdir ki hikmetinden kolay sual olunmaz... . Üçüncüsü, fikrimizin ince gülleri olan sevgili "müvekkiller"imiz... Savunmalarına çoğunlukla gerçeği tam anlatmayan, onlara borçlannı kolay ve tam ödemeyen müştekiler, sanıklar, davacılar, davalılar... Ve onlara tepeden, tepedelenli bakışlar... Bu yara, bu işkenceyle onufmaz. Bir başka gün, bana maddi manevi yardımı dokunmuş bir değeıii hemşerim, "Sen iki cezaevinin bulunduğu bir yerde baş görevliydin. Neden o yetkiyle karşı görüştekileri ezmedin, üstelik onlara iyi baktın vb..." demişti. Oldukça büyük bir kapitale sahip, "karşı görüşte" dediklerine işyerini yasaklayamamış, gençlik ve iş yaşantısı oldukça "meşakkatli" geçmiş, "Alamanya çalışmalan"ndan yararlanmış bu iyi, çapkın insanı, şu yanıtımla rahatlatmaya çalışmıştım: Onlar bana emanetti, bir... Hızmetler her iki cezaevinin ayrı savcılarınca ve görevlilerince '/erine getiriliyordu. Bense uğraştaki anlayış ve kişiliğime uygun olarak dinleme, denetleme görevlisi diye hem yararlı hem bu uygulamada kararlı kalmaya çalışıyordum, iki... Hizmetler yansız, eşit, yasalara ve yurttaşlık, insanlık haklarına uygun, ödünsüz yapıimalıydı. Araç gereç olanağı, gereksinimi, sırası söz konusuydu ve ben orada çok kalamamıştım, üç... Bir de diyelim Kızılay, Kızılhaç, resmiliğin nesnelliği vb. anlam ve yorumları, örneği, benzetmesi vb..., dört... • • • Konu şu: Ceza Hukukumuza bakıycruz: Öyle suçlar var ki günümüzde ve gerçekte "suç" değil. Bu hukukun uygulama alanlarına bakıyoruz: "İddia'lar, "fezleke"ler, "rapor"lar ve "iddianame"lerde öyle suçlamalar varki, onların mantığa, çağdaşlığa uygun dayanağı, gerekçeleri, somut yanları yok. Çünkü gerçek değiller. Kimi cezalardaki nesnel karşılaştırmalar uygun, tüzel olmadığı gibi, kimi cezalandırmaların alt düzeyieri ya da hafıfletici tutarlarıyla. üst düzeyleri ya da ağırlaştırıcı tutarları ınandmcı degildir, olmamaktadır. Orneğin "eşya"ya karşı yönelmiş suçlara verilen önem, "eşhas"a karşı yöneltilmiş suçlara verilen önemden daha çoktur Örneğin, "düşünce suçu" yapmacıklarındaki çağdışılıklar ve de aykırılıklar. insanı hayvandan ayıran "düşünme"nin, dolaylı olarak kimiierince çıkarlara uygun bulunmamasını, sonunda da yasaklanmasını ortaya koyup şaşılası derecede sergilemektedir. Bizlere neler kalmıştır oralardan? Suçlamalar, suçlamalar! Oysa, "ret"leri, "inkâr"ları, gerçek hak uygulamalarını vurgulayan anlatımları önce yoklayıp sonra türlü işkencelerle yoksamaya çalışan yöntem ile yönetim, çoğunlukla ciddi, inandırıcı, geçerli kanıtlar verememektedir. Oralarda iddialar mantığa aykırı, savunmalarsa mantık huzmesine daha da uygundur. Ceza biliminin (kriminolojinin) gerekleri oralarda çoğu kez savsaklanmıştır. Suçlanan kişiler için, "ya yapmışsa" sorusu soruldu diyelim. Bu soru bize, Ceza Hukuku'ndaki "Şüphe, sanık lehine yorumlanır" ilkesini anımsatır... "Ya yapmamışsa" sorusu oysa, daha güçlü daha geçerlidir bizce. Çünkü, bu soru, "Bir kişiye yapılmış adaletsizlik, topluma çevrilmiş tehdittir" uyarısını kocaman bir ışık olarak gözlerimizin önüne sermektedir. Uygulamada, sorulan doğru, gerçekçi nitelikte sormak gerekir. Uygulayanlar hem bilgili hem inceliklj olmak zorundadıriar. Onlar, bir gün kendileri olmasa da yakınlarının bu tür olaylar ve sorularla, sorunlarla karşı karşıya gelebileceklerini, diyelim "iftira", "intikam", "tertip", "işkence" çılgınlıklarıyla karşılaşabileceklerini akıllarından, izanlarından uzak tutmamalıdırlar . Suçlar biliminin en dikkate değer yanı, suçlamalar bölümünde bizlere, tama yakın değerlendirme yetisini kazandırabilmesidir. Suçlamalar bölümünün en önemli yanı ise "Suç ne, suçsuzluk ne; onlar niçin, ne zaman, neye göre?." sorularının bilinci ve insancalığı içindedir, onlarla iç içedir... Son söz: Tarih boyunca "insan haklan"nın, yani insan olanın en çok üzerinde durduğu, durması gereken konu, "af'tır, yani bağışlamaktır. Bağışlamakta gerçekçi bir yorum, gerçekçi bir hoşgorü vardır. Kişi ve toplum sakıncalarını gideriş. yaralan iyi ediş söz konusudur "af'larda. Bağışlaması olmayan insanlann ve kuruluşların, hiçbir insana, hiçbir düşünceye, hiçbir hukuka saygıları olmaz. Onların, kendilerine de saygıları yoktur ve olamaz. insan haklan, "haklar"ın insancalığından geçer... DESTE CÜNAYDIN CANIMI YOLUNA KOYDUCUM Tüm Plakçılarda Stuöyo Değısim Tonmeister SEZER 8AĞCAN I M Ç 6 Blok 6506 Unkapanılst Tel 512 58 32 Müzlk Dunyasında "TARİH EN BÜYÜK YARGIÇ" ve dlğer kftaplan... Dikilitaş, Başarı Cad. 6/A Bakırköy Sanat Merkezi TEŞEKKUR Rahatsızlığım sırasında içten yardımlannı esirgemeyen ve ameliyatınu basanyla neticelendiren Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın ve Doğum Hastalıkları Ana Bilim Dalı Baskanı Sayın Prof.Dr. işte Arsivlik Dir kaser daha TURGAY AIASÜ'ye sonsuz teşekkürlerimi sunanm. SEZEN TUNABOYLU 3/2 1988 Çarşamba gunu saat 10.00'da kalıte dışı \e hataİ! ıiıamuller, parça be?ler, lelener, usıubulerle muhıelıf hurdalar pazarlık suretıyle şartnamedekı esaslar dahilınde satılacaktır. Bu sanşa an janname \e lısieler muessesemızden temin edilebılır. Muessesemız satijı >apıp >apmamakta %e dıledığıne satmakta ^erbesuır SUMERBANK NAZ1LL1 BASMA SANAMI MUESSESES1 KALİTE DIŞI VE HATALI MAMUL, PARÇA BEZ, TELEF, ÜSTÜBÜ VE HURDA SATILACAKTIR KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'NDEN DUYURU Üniversitemizin çeşitli birimlerine, 2547 sayüı kanunun ilgili maddeleri uyannca öğr«im elemaıu alınacaktır. Başvuracak adaylann, 657 Sayılı Devlet Memurlan Kanunu'nun 48. maddesindeki genel şartları taşımaları ve başvurdukları kadro ile ilgili üniversite veya 4 yıllık yflksekokulun ilgili bölümünden mezun olmaları gerekmektedir. Doçent kadroları devamlı statüde olup, başvuracaklar dilekçelerine 2 adet fotoğraf, nüfus cüzdanı, diploma, doçentlik b«lgesinin noter onaylı örnekleri ile özgeçmiş, yayın listesi ve yayınlarının 4 takım halinde, Yardıma Doçent kadrolanna başvuracaklar, dilekçelerinde sınava girecekleri Yabancı Dili belirterek (başan belgesi olanlar ekleyeceklerdir) ekinde 2 adet fotoğraf, nüfus cüzdanı, diploma, doktora veya ihtisas belgesinin noter onaylı örnekleri ile özgeçmiş, yaysn listesi ve yayınlanm 4 takım halinde, öğretim görevlisi kadrolanna başvuracaklar, dilekçelerinde sınava girecekleri Yabancı Dili belirterek ekinde 2 adel ı'otograf, özgeçmiş, noter onaylı nüfus cüzdanı ve diploma örnekleri ile biriikte yayımlarını, Okutman kadrolanna başvuracaklar, dilekçelerinde sınava girecekleri Yabancı Dili belirterek, ekinde 2 adet fotoğraf, özgeçmiş, noter onaylı nüfus cüzdanı ve diploma örnekleri ile biriikte varsa yayınlarını vereceklerdir. öğretim Görevlisi ve Okutman kadrolanna başvuracakların ilan edilen kadro derecesi veya 2 alt derecesinden emekli aylığını hak etmiş olmaları gerekmektedir. Başvurular ilan tarihinden itibaren 20 gün süre ile KTÜ Personel Dairesi Başkanhğı'na şahsen yapılacak ve sınav tarihi ve yeri ilgili birimlerce adaylara bildirilecektir. llgililere duyurulur. Doçent Yrd. Doç. öğr. Gör. Okutman FAKÜLTE/BÖLÜM/ANABİLtM Der. Adet.Der. Adet.Der. Adet.Der. Adet.AÇIKLAMA DALI: MÜHENDtSLlKMİMARLIK FAK. İNŞAAT MÜH. BÖLÜMÜ Yapı Anabilim Dalı 2 1 JEODEZİ ve FOTOĞRAMETRİ Jeodezi Anabilim Dalı 1 1 MAKİNE MÜH. BÖL. Mekanik Anabilim Dalı JEOLOJİ MÜH. BÖL Genel Jeoloji ABD ELEKT.ELEKTRONİJC MÜH. Elektrik Tesisleri ABD TIP FAKÜLTESİ DAHİLİ TIP BİL. BÖL. İç Hastalıkları ABD CERRAHİ TIP BİL. BÖL Üroloji ABD Göz Hastalıkları ABD GöğüsKalpDamar Cer. FENEDEBİYAT FAK. MATEMATİK BÖL. Cebir ve Sayılar Teo. ABD KİMYA BÖLÜMÜ Biyokimya ABD 3 1 FATİH EĞİTİM FAK. FEN BfLlMLERl EĞT. BÖL. Matematik Eğt. ABD 33 2 456 4 Fizik Eğitimi ABD 2 I 45 2 46 3 Kimya Eğitimi ABD 2 1 35 2 45 3 Biyoloji Eğitimi ABD 3 J 35 2 35 3 EGİTİM BİL. EĞT. BÖL. Eğit. Prg. ve Gelis. ABD 5 1 Öğr. Gör. için Yuk. Lis 1 1 biPsik. Dan. ve Reh. Eğt. ABD 24 tirmiş veya tez aşamasına gelmiş olmak. Eğit. Yön. Teft. ve Pln. Eko SOSYAL BİLİMLER EĞT. BÖL. Tarih Eğitimi ABD 3 Coğrafya Eğt. ABD 56 TÜRK DİLİ VE EDB. EĞT. BÖL. TUrk Edb. Eğt. ABD 5 Türk Dili Eğt. ABD 5 1 4 1 1 REKTÖRLÜK YABANCI DtLLER BÖL. Ingilizce RİZE MESLEK YÜKSEKOKULU Beden Eğitimi En az 3 yıllık Yüksekokul Mezunu olmak Atatürk llk. ve Ink. Tar. GİRESUN EĞİTİM YÜKSEKOKULU Almanca Ingilizce Müzik ORDU MESLEK YÜKSEKOKULU Ingilizce Almanca GÜMÜŞHANE MESLEK YÜKSEKOKULU Ingilizce Atatürk llk. ve Ink. Tarihi GİRESUN MESLEK YÜKSEKOKULU Almanca Basın: 10377 PAMUKPINAR tlköğretmen Okulu Öğretmen ve Mezun Ögrencilerine, 24 Ocak 1988 Pazar gunü Saat 11.0018.00 arası Esentepe Cad. Profılo Yakını Sinem Duğün Salonu Mecidiyeköy /1 stanbul adresinde toplanacağız. Tum Pamukpmarlılan beklıyoruz. Tertip Komitesi: Hikmet ElmalıHuseyin Şahinlbrahim Bayram. .. Gazetelerde sık sık bakkal dükkânlarında aşk yaparken basılan evli kadınlara ilişkin haberler yayımlanıyor, renkli fotoğraflarla belgeleniyor. Oyunun kurgusu ilginç: Evli ve iki çocuklu Hasene Hanım, körolası dünyada yaşama savaşını verirken köşeye sıkışmıştır. Koca sarhoş, kumarbaz, hazır yiyicidir; işinden kovulmuştur. Her akşam kafayı bulup evin kapısına dayanır; önce para ister, kadıncağıza iyi bir kötek attıktan sonra sızar. Peki, kim bu evin sorumunu üstlenecek? Çamaşır, bulaşık, ütü, okul harcamaları, mutfak masrafı, kira üst üste binince Hasene pusulayı şaşınr. Henüz eline yüzüne bakılır taze, bakkaldan veresiye alışverişe başlar. Bakkal Ibrahim Efendi çarıklı erkânıharptir, gözüne kestirmiştir kadım, borçlandırdıkça borçlandırır; başlangıçta yumuşak, dost, sevecen görünür; veresiye defterine borç yazarken Hasene'yi pohpohlar: Allah bilir, sana güvenirim; keşke bütün müşterilerim senin gibi olsa... Günler, aylar geçer, borç defteri kabarır, borç yükü artar, sonra da "borç krizi"ne girilir. Bakkal Ibrahım Efendi bırdenbire diklenmeye başlar: Gayrı borcunu ödemelisin... Kadıncağız bitik: Aman biraz daha... Eh, borç ödemenin yolu bir değil ki, kimi çekle öder borcunu, kimi banknotla, kimi de ortalıktan el ayak çekildikten sonra tezgâhın altında yapılacak aşkta. Bir, iki, üç derken çevrede dedikodu başlar, homurtular duyulur; mahallenin her şeyini üstüne vazife edinen takımı baskın hazırlar; polisler, gazeteciler, foto muhabirleri, rezalet; Hasene Hanım artık çaresizdir; bağırıverır: Ben niye utanayım, kader utansın!.. Beni bu hallere düşürenler utansın. • Peki, evli, iki çocuklu ve pek de namuslu görünen kadıncağız, tezgâhın altına neden girdi? Bilgiçliğin sonu yoktur; olayın ekonomik, sosyal, psikolojîk, moral yanlannı kurcalayıp koskoca bir destan yazmak kolaydır; ama, neye yarar? Bilim, kimi zaman istim gibi iş işten geçtikten sonra arkadan geliyor. Günfük yazı yazan kişi bile yaşadığımız hayata ayak uyduramıyor; geçen gün bu köşede Amerikan Dolan'nın Türk Lirası karşılığını vurgularken gazeteye baktım: Bir dolar 1080 lira. Ertesı gün gazeteyi açtım: Aaaa! Birıncı sayfada başlık "Amerikan Doları 1300 liraya fıriadı."Dış borç konusunda da öyle değil mi? Yıldan yıla değil, aydan aya dış borç yükü kabarıyor. Bir gün kaleminin ucuna 33 milyar takılıyor, aradan çok geçmeden 35'e çıkıyor, derken gösterge 38i aşıyor; gaz pedalına basılmış bir arabanın kilometre saati haltetmiş... Dış borç yükünün boylesine ağırlaşması, sermaye kesimindeki bazı çevreleri de tedirgin etmeye başladı. Nereye gidiyoruz? Yüksekten konuşmayı sevenler diyorlar ki: "Borç yükümüz ağır; ama, borç krizine girmedik." Peki, "borç krizi"ne ne zaman girertz? Yanıt: Bakkal İbrahim Efendiye sorun!.. * Türkiye'nin borç yükü, borç krizine çoktan girmesini gerektirecek ağırlıkta. Diyelim ki Bakkal ibrahim Efendi aşka geldi, zamanlamayı saptadı, krediyi kesti ve buyurdu: Borcunu öde gayrı!.. Ne yapacağız? Tezgâhın altına girdik mi, artık Kıbrıs'tan mı öderiz, Ege'nin denizinden mi, havasından mı, kıta sahanlığından mı, yoksa Anadolu'nun bitip tükenmeyen hazinelerinden mi? Bilinemez. Bilinen şu ki Hasene Hanımı borç krizine sokan Bakkal İbrahim Efendi sünnetlidir; Türkiye'nin alacaklıları sünnetsiz. Sünnet Özerine Bir Yazı. Sevgili NURAY O guzel gelecek ve sevdıklenn için Çarpan >ureğın durdu. Tarı/sız kederjer ıçindeyiz <le\at Ze\bek Saadet Zeybek Nazım Doğan Tahire Doğan Yaşathak Asian Mujgan Aslan Bizler >aşadıksa bizımle birlkıe yaşayacaksın. Merih Cemal Taymaz Necla Usta Hayalı Yıldız Hiilya Sevuktekin Recai Karabuğdaj Ala Esen Nura> Övünç Yapım ve Genei Dağıtım: ADA Yayıncılık ve Müzik Tic.Ltd.Şll. .S.S.K. İşhanı, 2. Çarştfto:12 KialayAMKARA Tei: 132 42 72 TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI KÜLTÜR VE SANAT GÜNLERİ Dr.HAYDAR DÜMEN'in slayt gösierili konferansı: BPOŞUR ISTEYIN ) Kurslaımu BıtıST Councı! ta'alından ArelsH'cc uyes 3 < BTA "SANAT, CİNSELLİK ve DEMOKRASİ" Tarih: 22 OCAK 1988 CUMA Yer: Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi (Venüs Sineması) Saat: 17.0019.00 ı İNGİLİZÜSANOKULLARI DANIŞMA MERKEZİ Cumhunyet Cad 173 1B Elmadağ 80230 Istanbul HıKon Otelı Ksrşısı Tel(1)148 39 77148 7 9 4 3 1 3 2 9 6 84 Tlx 27498 TiJSM TR ,1ı V<2 97 29 Anketorler aranıyor. 155 29 00 156 04 68 tursem ADK Yapım ve Genel Dağıtım: ADA Yayıncılık ve Müzik Tic. Ltd. Şu. S.S K İşhanı, 2. Çarş. Mo. 12 KızılayANKARA Tel. 1324272 AURIZA BİNBOĞA'nın Yem kasetı ÇIKTI NE GUZEL" Genel Dacıtın" UZEL^I PLAK I M C 6 Blok No6325 Te! 5134303 " A Y L A Ş M A K %rjiım Seıdalar Hava: txx u Saçını Sıımırgv Ef N'Lgıiı Af^o/ıi'î'TH^ti Kadar Hirkesm Tıırkusunu Vazdıpı L t5 Soı lednn W< Rtz^. Bınbağa
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle