19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 Londra'dan 'Kanlı Çilekler' RAGIP DURAN sini anlamadım gitti hâlâ. Bir bu dünya, bir öbür dunya var da, nereden çıkıyor bu üçuncu dunya acaba?) Safıya, "James Joyce'un şiirinde sömürgeci söylemin antropolojik çözümlemesi" başhklı bir doktora yapıyormuş. Sri Lanka katliamlan, Gorbaçov"un aynalı teklifleri, Margaret'in silah merakı, doların duşüşü ve Arjantin demokrasisinin askeri korkuları gibi fani ve siyasi bahislerde İngilizce turladıktan sonra talebe hadiselerine geldi konu. Safiya, Guardian'da okumuş. Sizin öğrenciler ayaklanmış. Bravo... Tabii bravo yaz... Zaten Atatürk, cumhuriyeti gençliğe emanet etmiştir... İhsan, hemen limon sıkma sohbete. Burası Devlet Güvenlik Mahkemesi degil. Galiba biraz alındı Ihsan. Uzun uzun öğrenciliğin faydalannı anlattı. Sonra da ingiltere'deki oğrenci derneklerine geçti. Bak şimdi mesela, burada her üniversitede bir tek öğrenci derneği var, ama bak şu ilan panosuna, bak şu bildiri kutusuna, en az 10 tane bağımsız grup ve teşkilat var aynı zamanda. Muhafazakâr partinin öğrenci kolu bile bizim bu solcu okulda iş koyuyor hani. Bu universitelerdeki öğrenci derneklerinin hepsi milli çapta, NUS (National Union of StudentsUlusal Öğrenci Birliği) çatısı alunda toplanmış durumda. Rektörlük lokal veriyor, makine veriyor, para yardımı yapıyor. Mali ve siyasi denetimi ise sadece öğrenci genel kunılu yapıyor. Safıya da sendikal temeldeki bu örgütlenmenin yanı sıra yabancı öğrencilerin de faaliyet gösterdiğini ekledi. Antiemperyalist kultur geceleri, uluslararası dayanışma günleri düzenliyorlarmış. İhsan, cebinden bir tütün paketi çıkanp sarmaya başladı. Dalmıştı sanki. Nostalji haccına cıkmıştı. Bin rengi ne güzel havai fişekler patlatacaktık. Cızbız köfte pişirip, kimimiz ayran kimimiz rakı şişelerini açacaktık. Ağır ağır memleket havaları çığıracaktık. Önce Chopin bağlı olarak bir nanterre türküsü olmadı. Bırakmadılar. Belediyenin yeşil sahasında gençlik etmek mevzuata aykınymış. Benim içtihadım onlann mevzuatıru arka kapıdan bombalar be... Peki belediye parkının girişindeki tabelaya neden "riişvetleriniz havudu bahçede alınır", "ihalelerimiz aile salonumuzda verilir" yazıyordu? thsan, bakıyorum yine Proudhon takılıyorsun. Protestsong'a bilet kesiyorsun ha? İyi ki dedin be abicim. Bak, geçende bir dergide okudum. Bizim öğrenciler Ankara'da bir yerde oturma mı, açlık mı ne, gre\ yapıyorlarmış. Polis gelince de Bob Dylan'ın "Blowing the Wind"ini ı&lıkla çalmaya başlamışlar. Eee ne var bunda? Hani be biliim, levanten geldi bana. Şimdi mesela ve örneğin abicim, buramn talebesi bir protesto gösterisinde "Dağ başını duman almış" çekse, biraz Salvador Dali hani. N'estce pas mon petit docteur? Oğlum Türkçe konuş (!) Yoksa demin sardığın sigara...? Yok buyük doktorcuğum, kannın şeyi üzerine yemin billah ki, sadedir sigaram. Haüs Vircinya tütünü bir yerde... Ama bu talebe bahis LONDRA İngiltere'de bu aralar öğretmenler hareketlenmek üzere. Talepleri, ekmek parası. Thatcher Hanıra, kamu harcamalannı kısacağım diye, hastanelerden sonra maarif teşekküllerine de musailat oldu. Bakarsınız yarın öbürgün okullan da özel sekcöre satar... Öğretmenler toplantısına gitmiştım. Bizim İhsan'a rastladım. Hayrola? Geçiyordum, uğradım. Sen öyle balık olmayan denize çıkmazsın... Bu öğretrnen taifesi iyi oluyormuş diyorlar. Bi takılüm dedim. Birlikte NUT (İngiltere öğretmenler Sendikası) temsilcilerinin konuşmalarını dinledik. Zarn talebini raesleklerinin geleceği ile değerlendirdiler hep. "Bizim dunımumuzdaki ögretmen, öğrencisini nasıl iyi yeüştirebilir ki?" Toplantı çıkışında Ihsan bira ısmarlamak istedi. Publann kapalı olduğu bir saatte. Bizim okula gidelim. Kantin açıktır şimdi. !Se okulu? Sen talebc misin ki? Talebelik ruh halidir doktor... Kantin renküce kalabalık. Afiş, bildiri şenliği duvarlar. Hayat var kantinde. Oturduk, soğuk Britanya'nın üık biralannı rampa ediyoruz. Melez bir hanımcık geldi masaya. Safıya, yengeniz olur doktorcuğum. Masaaauah... Tıngırtısı pek haleli... Safıya, Birleşmiş Milletler'in yüz bilmem kaçıncı üyesi Yeni Hebrid Adalanndanmış. Sıkı bir Üçüncü Dünyacı. (Ben bu üç dünya mesele StuttgarVtan Yudızın Göigesi AHMET ARPAD STUTTGART "Biz geidikten az sonra getirdiler Polonyalı işçiyi. SSIerden biri bana doğru dönerek 'Bu mu?' di>c sordu. Eliyle Krainski'yi gösterivordu. Ben 'Evef yanıtını verdim. Adamı avlunun köşesindeki ağaca götürdüler. Ağaçtan kalın bir ip sallaımordu. İpin ucundaki halkayı Krainski'nin boynuna geçirdiler. Sonra yüksek nıtbeli bir SS subayı elindeki kâğıttan okudu, Polonyalı işcinin suçunun ne oldugunu. Agacın cevresinde otuz kadar SS ve yirmi Polonyalı işçi duruyordu." DaimlerBenz fabrikası işçilerinden Karl Molfrnter, 1946 yılında "Htar Criraes Group, APO 403, ILS. Army" komisyonu önünde böyle konuşmuştu. Toplama kampından getirilen Polonyalı Krainski, DaimlerBenz'in Mannheim fabrikasında Molfenter'in yanında çalışrnıştı. Asıl mesleği berberük olan Krainski, fabrikada zorla göreve sürüldükten 3 hafta sonra birden tutuklanmıştı. \apuğı dingil yataklannda az bir hata göriilmüştü. Olayın iletildiği üs makamlar, Polonyalı'run "sabotajcı" olduğu kanısına vanp, onu ölüme mahkum etmişti. Marian Krainski'nin yıllar boyu unutulmuş almyazısı, gOnümüzde bir kitapta ele alınıyor. "D»imlerBenz Kitabı" adı altında piyasaya çıkan 830 sayfalık bu kalın eser, geçen hafta Stuttgart'ta topluma ve basına tanıtıldı. Yeni lartışmalara yol acacağa bcnziyor. Hamburg'da kunılu "20. Yüzyü Sosyal Tarihi Vakfı" genç araştırmacılannın yıllar suren uğraşılar sonucu ortaya çıkardığı bu kitap, Stuttgartlı büyük ve güçlü otomobil kuruluşunun 1986'da sunduğu '19331945 yılları arasında DaimlerBenz" raporunun bir karşıtı. Çok yerde aynı konulan ele alsa da. Her ikisi de, Nazi diktatörlüğü döneminde binlerce savaş esirinin ve toplama kampı tutuklusunun DaimlerBenz kuruluşunda zorla, körü koşullar altında çalıştırıldığmdan yola çıkıyor. Çoğu yerde aynı kaynaklardan yararlanan her iki araştırma, ünlü motorlu araçlar kuruiuşunun Hitler'in ulaşım ve silahlanma politikasından çıkar sağladığını da kabul ediyor. Ancak ortak ve benzer yanlar burada sona eriyor. 14 nisan günü satışa çıkan kalın eserde araştırmacılar sayısız kaynaktan faydalanırken, binlerce belgeyi de gözden geçirmiş. Zorla çalıştınlan savaş esirlerinin acı alınyazısı butün aynntıtan ile ortaya çıkanhyor ve de belgeleniyor. Her şeyden önemlisi, "DaimlerBenz Kital>ı"nın genç araştırraacıları olayı, Stuttgartlı kuruluşun gecen yılki raporunda olduğundan çok daha değişik açıdan ele almakta. Yöntemleri gibi elde ettikleri sonuçlar da değişik. Onlara göre DaimlerBenz, hiçbir zaman Nazi rejimi politikasının kurbanı olmamıştı. Güçlü kuruluş aksine bu politikayı hep yönlendirmişti. Çıkan uğrunda. Otomobil, kamyon ve otobüs gibi araçlann yanı sıra tank ve uçak motorları da üretmişti. Nasyona) Sosyalistlerle ortak çahşmakla savaş endüstrisinin önemli bir bölümünü oluşturmuştu. • Ancak unutuhnaması gereken bir gerçek var: Naziler döneminde kendilerine çıkar sağlamış büyük şirketlerden, o yıllarda olup bitenleri açıkhga kavuşturmak amacıyla rapor hazırlatan tek kuruluş, DaimlerBenz'dir. Zorla çalıştınlan esirler konusunun aydınlanması için de bir komisyon araştırmalar yapmakta. Bu araştırmalarm sonucuna göre, işçilerden henuz hayatta olanlara ya da ailelerine tazminat verilmesi beklenmekte. Ancak Hamburglu uzmanlann titiz çalışmaları ile ortaya çıkardıklarını DaimlerBenz'in komisyonu görmemezlikten gelemeyecek. Arastırmacılar, Mannheim ve ilçeleriötesinde Polonya, ingiltere, Birleşik Amerika ve İsrail arşivlerinde de çalısmalar yapmı$. Zorla, boğaz toklufuna ve kötü koşullar altında çahştınlanlardan kiminin sonu ölümdO. Kitapta anılanna yer verilen Rus esirlerinden biri şöyle konuşuyor: "Alman işçilere oğle ve akşam vemek çıkardı. Bize ise akşamdan akşama. Vörucu giinün bitiminde biraz çorba, biraz ekmek ve bir kaşık margarindi migdemize giren." S a ^ ı n sonu yaklaştığında 200 kişilik bir esir grubu ile Ulm'a doğru salıverilmişti. Yanlannda Dç, beş asker vardı. Nereye gidildiğini kimse bilmiyordu. Birkaç yıiz kilometrelik yürüyüşten sonra cepheden kötü haberler gelmeye başlayınca askerler kaçmıştı. "Ne yapocaktık? Nereye gidecektik? Bir bölümümüz kuze>e. bir bölümümüz giineve yünidii... Yönsüz. Ne >aptıgmı bilmeyen capulcular gibi. Yeler ki bir yerde uç.beş kuTUŞ kazanıp, karmmızı doyurabilılim..." leri fora etti mi, insan kendini ister isıemez "Kanlı Çilekler" filminde hissediyor. Bak şimdi talebenin yüre ğine bir dolu hafıza yuklemeli. Biz, vakti zamanmda, göz yaşartıcı bombaların dumanını ciğerlerimize sarıkız diye çekmiştik. Led Zeppelin mi dinlerdik o zamanlar? Sonra o üniformalı arabalarm tepesindeki lacivert kırmızı fınl fırıl ciyak ciyak ışıkları söküp yurtlanmıza disko kurmuştuk. Slow dansta da mini etekli hatunun kulağına 'plaisir d'amour' diye fısıldar, ballı bir öpücük kondururduk ensesinin Fılistin cenahına. Aynı durum şimdi de mevcut, şarkı değişti yalmzca. Artık 'Brothers in arms' diyorlar. Ama sen de Bobstilleştin şimdi ha... Ben o zaman Paris'teydim. Mazur gör reis. Bir de bana gecmiş* mazi...' lafını halırlatlı bu aniattıklann. Öyle deme be doktor, geçmışi olmayanın geleceği olmaz. Peki senin dedigin olsun. Ee başka neler yapardınız? Bizde cop denir.. Frengler 'matrak' adını uygun bulmuş. Polisin matraklarıru yannlarımızın matraklarıyla makaraya sarardık. Dağ başını duman almış'ı söyler miydinu? Dumandan söz etme fena oluyorum doktor. Ama bizim bıyıklarımız o zaman daha yeni terliyordu. Cüppeli eski cahiller zamansız ıslattılar kirpiklerimizi. Öyle bir manzara vardı ki, nefes tayfunu başladı başlayacak. Şimal yeli, şiddette hayır yoktur, diyordu kimileri. Biz, öylesine iyi niyetliydik ki, şans kader kısmet niyetinde saksı kafalı dingolar bile çıksa karşımıza, çiçek ekmekten hiç vazgecmedik. Malum, kiraz çiçeği zamanıydı. Sen bir aralar Beriin'de de okumuşlun degil mi? Aa Berlin. Yanm kentlerin en kırlangıcı... Biz oradayken. nakkarehanelerde Ulrike Meinhof gümbürtüsü vardı. Kasketlerimizse hep Simavnalıydı. thsan şiir olmuştu. Kuran Arapçasıyla, kendi kabilesinin dili ve İngilizce dışında lisan bilmeyen Safiya ise çoktan kalkıp gitmişti masadan. Talebe, arz ve talebe göre değişmeyen evreni şümul bir leylaktır. Aman, solmasın. Suyunu unutma, toprağını havalandır. Tamam thsan merak etme. Ama bir daha şu sade sigaraları bu kadar sıkı sarma emi... Yüzume baktı. Çok ciddiydi. Somuı bir merakla sordu. Yahu n'olmuş? Komisyon geri çekmiş mi yasa tasarısını? Ekrandaki Fırtına SABETAY VAROL PARİS Fransız televizyonunun yeni haritasının ortaya çıkmasıyla kıran kırana güreş başladı. "İletişim ve Ozgürlük Ulusal Konseyi" (CNCL) adı verilen ve tarafsızlığı, muhalefette olduğu kadar, hükümet içinde yer almasına rağmen Başbakan Jacques Chirac'ın partisi RPP dışında kalan partilerde bile şüphe yaratan kurul "ihaleye çıkarılan" kanalları yeni sahiplerine teslim eder etmez bombalar art arda patladı. Fransa'nın en eski ve büyük kanalı olup sağ hükümetçe özel sektöre devri düşünülen TF1, büyük ve dedikodusu bol çekişmelerden sonra dünyanın bir numaralı inşaat müteahhidi Francis Bouygues'in üzerinde kaldı. Mösyö Bouygues, takma adıyla Mösyö Beton deyip geçmeyin. Elinden çıkan işler arasında Pompidou Kültür Merkezi dahil olmak üzere bir yığm prestijli bina ve yapı söz konusu. Manş tünelinde ön p l a n d a , bizim tstanbul Boğazı'nın altından tünel geçirme işinde de favori. Zaten ön projeyi şirketi hanrlıyor. tkinci ve üçüncü kanallar kamu TV olarak kaldı. "betişim ve Ozgürlük Ulusal Konseyi", her iki kanalın müdürlerini değiştirerek hükümete yakın adamları yerleştirdi. Ama hakkını vermek gerekirse, bu iki kanalın tarafsızlığına gözle görülür biçimde halel gelmiş değil henüz... 4. kanal şifreli. Yani abone olmak gerekiyor. Size özel bir cihaz veriyorlar, ancak bu cihaan yardımıyla izliyebiliyorsunuz. Sahipleri arasında kamu kuruluşu Havas Reklam Ajansı baş hissedar. "Havas" özel sektöre satılacağı için 4. kanalın da özelleşmesi beklenebilir. 5. kanalda Figaro ve FranceSoir gibi iki sağcı gazetenin sahibi ve sağcı fikirlenyle tanınan Fransa'nın "kâğıt oburu" Robert Hersant, ltalyan Berlusconi ile ortak olup başkanlık ve başkan yardımcılığı koltuklanna yerleştiler..Henüz emekleme aşamasında olan 6. kanal, Lüksemburg bandıralı Belçika Lambert Bankası'nca finanse edilen ve menşei Atlantik ötesinde olan bir kuruluşa verildi. Kartlar dağıtılınca TV yıldızlarını kapışma üstiine futbol transferlerini aratmayan rekabet fırtınası koptu. Mösyö Beton, birinci kanalın haber müdürünü değiştirmeyeceğini açıklayarak kanalın çoğulculuğuna zarar vermeyeceğini kanıtlamak istedi adeta. Başka bir deyişle, Fransa'mn en büyük ve eski kanalı, tek sesli sermaye borazanı olraayacaktı. Bu jest seyircinin yansını teşkil eden sol seyirciyi yitirmeme açısından önenüiydi.. Bouygues bu işi aldı götürtiyor dendiği bir sırada, HersantBerlusconi ikilisinin beşinci kanalı büyük bombaları patlattı. Eğlence programlarının yıldız sunucusu Patrick Sabatier ve Cocoricokoboy adlı güldürü programmın yapımcısı Stephane Collaro 5. kanala transfer oluverdiler. Cocoricokoboy adlı güldürü dizi programı Fransa'nın en çok izlenen programlannın başında geliyor. Siyasal liderleri simgeleyen maskeler, çıplak kızlar, toplumsal hiciv, kaba fıkralar her şey var bu günlük programın içinde. Mittcrrand, Ctairac, Barre, Rocard, Marchais, Le Pen ve diğer liderlerin taklitleri Collaro'nun günlük eğlenceleri. Striptiz ve toplumsal eleştiri de söz konusu programın vazgeçilmez öğeleri. Ptoristen 26 NİSAN 1987 Yunanistan'da papaziar bir protesto gösterisinde. Atina'dan Paskalyu banşı STELYO BERBERAKİS ATİNA Hıristiyanlık dünyası, geçen hafta en büyük dini yortularından biri olan paskalya yortusunu kutladı. Paskalya yortusu bilindiği gibi, İsa peygamberin çarmıha gerildikten ve öldükten sonra yeniden dirilişini simgeleyen bir yortu. Hıristiyan dinindeki mezheplerin tflmü bu yortuları coşkuyla kutlar. Katoİiklerle Ortodoksların paskalya yortularını kutlama tarihleri her 4 yılda bir çakışır. Bu yıl da böyle bir yıl dolayısıyla çoğunluğu Katolik olan Avrupahlar paskalya tatili dolayısıyla Yunanistan'a hücum etmiştir. Ortodokslar 4 günlük tatillerini yurtdışında geçirmek için Avrupa'ya hücum etmiştir. Yunanistan'da Ortodoksların 'dinine bağlı olduğu" söylenemediği gibi "dinine bağlı olmadığı" da söylenemez. Çünkü daha önceleri de belirttiğimiz gibi, Yunanlı Ortodokslar her ne kadar kilise yönetimine karşı çıkıyorlarsa da paskalya ya da noel gibi dini yortularda kiliseleri hınca hınç doldururlar. Bunların arasında sağcısını da, sosyalistini de komünistini de görmek mümkün. Yunanistan'ın her bir kilisesi bugünlerde yediden yetmişe Ortodokslar tarafından dolar, taşar... Yunanistan Onodoks kilisesinin yönetim kunılu kutsal Sinod'un, sosyalist PASOK hükümeti ile arasında çıkan anlaşmazhklar ise henüz çözümlenmiş değil... Hükümet, kilise arazilerinin kamulaştırılmasını öngören yasasında ısrar ederken, buna karşı Çıkan kilise yönetimi de yasanın iptal edilmesinde ısrar ediyor... Bu nedenle, kutsal Sinod'un akluıdan, lSSCClarda aynldığı tstanbul Fener Patrikhanesi'ne yeniden bağlanma dahi geçebiliyor... Yasayı çıkaran Milli Eğitim Bakanı Andonis Tritsis de bunun yalnız düşünülmesini "Tiiyler ürpertici" buluyor. Ancak paskalya yortularının gelip çatması, küisehükümet çatışmasına da ara vermiş oldu. Böylece, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer hükümet temsilcileri yine Yunanistan'ın her bir köşesinde paskalya ayinleri yapılan kiliselere gitti ve hükümet yetkililerinin bulunduğu kiliselerde ayin yapmayı 25 mart yortulannda reddeden metropolitler de boykotlarıru, paskalya yortuları için durdurmuş oldu. Çünkü diğer bir deyişle Yunanlıları "Dindar bir toplum" olarak değil, Ortodoksluğun, Yunanlılar için bir "Yaşam tara" oldugunu kabul etmek gerekir... Ama paskalya yortulartndan sonra, kutsal Sinod'u temsil edecek 4 kişilik heyet önceden kararlaştınldığı gibi, Istanbul Fener Patrikhanesi'ne gidecek ve Patrik'e Yunan hükümetinin çıkardığı yasayı şikâyet edecek... Atiıia'da ise hükümet, kilisesinin bu tutumunu eleştirecek... Taa ki Noel bayramı gelip çatana kadar. Ancak gelelim Yunanlıların kutladığı paskalya yortusuna.. Ortodokslar da Katolikler gibi ardımızda bıraktığımız haftaya "Kutsal Hafta" adını verirler. Bu haftanın her bir günü, İsa peygamberin, Romahlar tarafından yakalanışını, yargılanmasını, çektiği eziyetleri, çarmıha gerilmesini, ölümünü, cenazesini ve kutsal cumartesi gecesi düzenlenen büyük şölenlerle yeniden dirilişini simgeler... Karnaval yortulanmn bitiminden tam 40 gün sonra kutlanan paskalya haftasında Türkçede bir nevi "oruç" anlamına gelen "perhiz" tutulur... Yunanlılar genellikle bu perhizi tutarlar. Isa'nın diriliş gününü simgeleyen cumartesi gecesi de kilise ayinleri sona erdikten sora bu perhiz sona erer ve büyük bir iştahla yemeklerle donatılmış masalara oturulur... Ertesi gün (yani bugün) bir gün öncesinden arta kalan kırmızı yumurtalarm yenilmesine devam edilir... Ve stra kuzu çevirmesine gelir. Her bir evin bahçesinde kuzular şişe geçirilir ve sabahın köriinden yakılan kömürlerin panltısı üzerinde çevrilir... Sonra içkiler içilir horonlar tepilir. Yunanlılar her yıl olduğu gibi bu yıl da paskalya yortularını kent dışında kutlamayı yeğlediler... Yüzbinkrce kentli otolarıyla yöredeki köylere kasabalara giderek paskalya tatilini değerlendirmeye çalıştı. Ancak fazla sürat ve alkol paskalya yortularını kutlamaya gidenlerin sayısmın, kentlere dönenlerinkinden daha fazla olması da ahşkanlık haline geldi. Bu nedenle trafik, paskalya günleri süresince radyo ve televizyon kanallarından sürekli anonslar yaptı... Geçen yıhn istatistiklerine göre yalnız paskalya günlerinde meydana gelen kazalarda 40 kişinin hayatını yitirdiği açıklanmıştı... fransız TV'sinin kanalları bir bir çeşitli kuruluşlara satılmaya başlayınca kıyamet koptu. Basın kralları TV'ye el atarken, ekranın ünlü ve sevilen yüdızlan da kendilerini futbolu aratmayacak bir transfer piyasasının içinde buldular. Bu koşullarda Stephane Collaro'nun nasıl oluyor da Hersant ile çalışacağına şaşmamak elde değil. Yapımcı bakın ne yanıt veriyor bu soruya: "tlkel bir antiHersant olduğumuz söylenmese bile grubumun elemanları arasında gazete kralının fikirlerini paylaşan pek kimse yok. Bu koşullarda neden 5. kanala transfer olduk sorusu sorulabilir. Yanıtımız, aynı yerde tıkanıp kalmak korkusu. Özellikle ltalyan TV' kralı Berlusconi'nin yaptığımız işleri Avrupa'nın diger Ulkelerine de kendi uluslararası zinciri aracılığıyla yayması olasdığı bize cazip geldi." Görüldüğü gibi çokseslilik, çok yönlülük AvTupa'da para kazanmanın, ticaret yapmarun da başlıca prensipleri arasında. AT'ye karşı yek vücut davranmayı, her kafadan bir ses cıkrnamasını isteyen işadamlarımıza ithaf olunur. İLK MtGROS KAMYONU 1925 ytlında Gottlieb Duttweilertn şirketinin kazancını tüketiciyt yansıtmak için Zürih'te çeşitlisemtlerde satışa çıkttğı ilk Migros kamyonu. 1 tonluk Ford T25 tipibu kamyon bugün îsviçre ekonomisinin simgelerinden biri olan Migros'un atası saythyor. Cünübirlik yaşayanlar ABD'de 250 bin nüfuslu Huntsville'de 15 yaşmdaki lise öğrencisi bir genç kızın hamile kalıp çocuk doğurması okuldan atılmasına neden olmuyor. Ayrıca seks eğitimine önem verilen okullarda doğum kontrolü öğretiliyor. HİKMET ÇETİNKAYA ALABAMA Hunısvüle (Alabama) VVashington'dan havalandıktan az sonra, yanımda oturan 40 yaşındaki zenci bayan hava basıncından etkilenmemem için sakız sunarken, "Atlanta'va ne yapmaya gidiyorsunuz?" diye sordu. Atlanta'da uçak değiştirip Alabama eyaletine bağlı Huntsville'ye geçeceğimi söyleyince, "Ooo çok güzel bir yere gidiyorsunuz" dedi. Zenci bayanın adı Rose idi ve Türkçesi "Gül" anlamına geliyordu. Washington'da üç kuru temizleme tesisi işleten Bayan Rose, iki saatlik uçuşumuz sırasında hiç durmadan konuştu. Hele bizim uçağın kanat hizasına cok yakrn uzakliktan geçen bir başka jet yolcu uçağını görünce de bir hayli heyecanlandı. Rose o denli çok konuşuyordu ki, bizim ona soru sormamız bu yuzden epey zorlaşıyordu. Bir temizleme tesisinde yılda 160 dolar net gelir kazandığını, nikâhsız bir beraberlik sürdürdüğünü. yanında bir süre Cemile adlı bir Türk kızı çalıştırdığını, beyazlardan nefret ettiğini ilk on dakikada öğrendik. Rose aynca 29 kez ameliyat geçirmişti. Bu operasyon zincirine, kınkçıkık kapsamı içinde diş, göz ameliyatlarım da eklemeyi unutmadı. Bayan Rose ilk otuz dakikada mesleğinin hemşirehk oldugunu söylerken, "eğitimli bir zenci" imajını vurgulamak istiyordu özellikle. Ancak beyazlara olan öfkesini de yalın bir dille açıklamaktan geri kalmıyordu: Beyazlar bizim zengin olmanuzı istemezler. Sanki biz zcnciler parayı yasadışı yollardan kazanınz. O yıizden işyerierimiz sürekli denetlenir, telefonlanmız dinlenir... Hay Allah, bir zenci Amerikan vatanda^ı Türkiye'den gelmiş, mesleğinin bile ne oldugunu bilmediği yol arkadaşına, "Siyahlann tdefonlannın dinkndiğini" söylüyordu. Bunları anlatırken de bir hayli sinirleniyordu. Neyse sinrri az sürdü, bu kez uçağa binerken karşılaştığı bir olayı sunturlu bir küfürle geçişıirdi. Tam bu sırada uçağmız inişe geçti... Atlanta Havaalanı'nda Bayan Rose'dan aynldık. Küçük bir jet uçağıyla gidecektik Huntsville'e. Sürücusüz elektrikli trende robot, 'Mor yanan ışık C kapısıdır' diyor ve yolculann yürüyen merdivenlerden daha hızlı olarak terminale ulaşmasıru sağbyordu. Bir saatlik bir yolculuktan sonra küçük jet uçağımız Huntsville'e indi. 250 bin nüfuslu Huntsville güneyin son 5 yılda hızla sanayileşen bir kentiydi. Bir başka deyişle 19731979 yıllannda Amerika'da petrol bunalımınm getirdiği ekonomideki çökuş ve işsizlik, sosyal yapısmda muhafazakâriık mozaigi ağır basan Huntsville'e yaramış. ,\merikalı yatırımcılar, sendikal örgutlenmeye karşı olan güneydeki insan gücünü "niıecn" diye adlandınlan teknolojik gelişmede kullanmış. İnsan emeği bu paydan çok az nasibini alsa bile, birey başına düşen ulusal gehr yılda 17 bin dolara yükselmiş 250 bin nüfuslu Huntsville'de. O yüzden emekçilerin sendikalı olup olmamalan önemli bir öğe değil. Zaten sendikacılık güneyde olduğu gibi pek çok eyalette işlevini yitirmiş. Amerika'daki işsiz sayısı ise son yıllarda giderek hızla artıyor. Kaliforniya Senatörü George Miller Amerika'da 18 yaşın altında 13 milyon çocuğun yoksulluk içinde büyüdüğünü söylüyor. Ayrıca Amerikan ailelerin ekonomik baskı alnnda bulunduğunu ekleyip şöyle diyor: 1985 yılında 63 milyon 18 yaşın altında çocuk vardı. Bunun yansudan f azlası da zenciydi. Evlilik dtşı çocuk sayısı son iki yıida artü. Bu sayı yüzde 1.7'den, yiizde 13.4'e çıktı. Sivahlarda aynı sa>ı yüzde 16.8'den yüzde 51'e yükseldi. 1960'ta beyazlann yüzde altısının aile başkaıu kadındı. Bu sayı 1986'da yüzde 15'e çıktı. Sivahlarda annesiyle birlikte yaşayan çocnklann sayıa yiizde 21 iken. 1986 yılında yüzde 48'e çıktı. Amerika'da 63 milyon çocuktan 40 milyonu anne babasıyla, 5.5 milyonu ise ya anne ya da babasıyla birlikte yaşıyor. 700 bin çocuk ise çeşitli Amerikalı ailelerin yamnda evlatlık olarak yaşamlannı sürdürüyorlar. Huntsville, Amerika'daki en büyük 9 NASA uzay merkezinden biri. Aya giden füzeler burada yapılıyor. Biz de Huntsville NASA uzay merkezinde 4 saatlik bir tur yaptık. Bu arada gelecekte Ay'a nasıl gidileceğini öğrendik. Ay kapsülünde kemerlerimizi bağlayıp saatte 36 mil hızla Ay'a gittik. Amerikan toplumunun kendine özgü tekdüze yaşam biçimini Huntsville'de bozuverdik. Yıllardır bu kentte yaşayan Reyhan ve Oktay Akb»y ailesiyle. Bir de bize, konuksever NASA'da görevli Turk mühendisi lsmail Akbay eklenince, Amerika'da Türkiye'yi yaşamaya başladık. 44 yaşındaki Oktay Akbay 16 yaşında gelmişti Amerika'ya. Eşi Reyhan Akbay ile 20 yıl önce Türkiye'de tamşıp evlenmişlerdi. Reyhan Akbay, 20 yıldır Amerika'daydı ama hâlâ Türkiye özlemiyle yaşıyor. Mudanya'nın Silivri zeytini burnunda tütüyordu. Huntsville'de siyahbeyaz aynmının en tipik örneğini gördük bu arada. Güneyin Carolina eyaleünin bir kasabasmda aynı okulun zenci çocuklanyla beyaz çocuklan yü sonu balosunu ayrı ayn salonlarda yapıyorlardı. Ustelik okul yönetiminin ve aile bireylerinin birlikte anlaşıp kararlastırmasıyla. Huntsville'de bir süre 1620 yaş gruplan arasında gençlerle sohbet ettik. Hepsi aile baskısından, 21 yaşından önce içki almalarının yasak oluşundan yakındılar. Hele Türkiye'den iki yıl önce dönen San Braddy, "Biz Ankara'da ne güzel biri içerdik" diye dert yanınca sordum: Türkiye'de mi yaşarsın, Amerika'da mı? Yarutı şuydu: Elbet Türkiye'de... Amerika'da 21 yaşına dek içki içmek yasak, ama 18 yaşındaki çocuklar aile bireylerini terk edip yalnız yaşamayı yeğliyorlar. Hele okul bitimi, "prom"larda kızlar ve erkekler gönüllerince eğleniyorlar. Eğer kız isterse sabaha dek bir otel odasının yatağını paylaşabiliyorlar. Sabah kahvaltısını beraber yapıp sonra da evlerine dönüyorlar. Elbet hesaplan erkek ödüyor. O yüzden Amerika'da, üstelik 250 bin nüfuslu Huntsville'de 15 yaşındaki lise öğrencisi bir genç kızın hamile kalıp çocuk doğurması okuldan atılmasına neden olmuyor. Ayrıca seks eğitimine önem verilen okullarda doğum kontrolü öğretiliyor. Bu gerçek ve bilinen olay. Amerikan toplumunun bir parçası. Amerikan gençliğuün içkiden uyuşturucuya, evlilik öncesi ilişkiden çılgın yaşamına dek uzanan çizgisi genç insanların bireyci toplum yapısına bir baş kaldınsı ya da kendilerini kanıtlama olarak nitelendirilebilir. Kapitalist toplumda bireylerin temel gereksinimlerinin karşılanmış oluşu, öte yandan insamn bireysel katkısındaki önemini yitirmesi, geleceği net bir biçimde görememe boşluğu, Amerika'daki genç kuşaklarda serüvenlerin acı yalnızlığını oluşturuyor. Kısacası kapitalist toplumun boşluğundaki insanlar, günübirlik yaşıyor. Geleceği ve yarını düşünmüyor, düşünmek bile istemiyor. İşte Amerika gerçek yüzüyle zaten burada başlıyor. Alabama'dan ZürihHen Migros'un Anayurdu DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH Migros adı (Mittel) orta, (gros) büyük sözcüklerinin kısaltılmışından otuşmuş. Yola çıkış ise, üreticiden tüketicıye hizmet vermek. Bu işlevi tanımlamak için olsa gerek, haftalık gazetesı Briickenbauer (Köprükuran) adını taşıyor. Pfıster & Sigg'de çıraklığa başlayan ve 1. Dunya Savaşı'nda tüketim mallanmn devamlı yıikselişini izleyen Gottlieb Duttwe0er (18881962) o yıllarda firmasına, dolayısıyla da İs\içre'ye önemli dışalımda bulunmuş ve büyUk kazanç sağlamış. tşte bu aradaki farkı azaltmak ve bunu tüketiciye yansıtmak amacıyla bundan 62 yıl önce 25 Ağustos 1925'te 1 tonluk 5 Ford T 25 ile ilk kez Zürih kentinde satışa başlamış. Kamyonlarda sakıncasız saklanabilen, bozulmayan; şeker, pirinç, makarna, kahve, sabun paketleri yanında şişa içinde hindistancevizi yağı varmış (salt 6 kalem). Zaten bu yiyecekler; hammadde sıkınüsı çeken, bunu 2. Dünya Savaşı'nda iliklerine kadar duyan İsviçrelilerce ana besin olarak onanıyor ve kriz dör.emleri için her evde 2 aylık stoku yapılıyor. 1925 yüı sonunda Ford T modeli sayısı 9, çalışanlar 25 kişi olmuş ve bu ekiple, 778.500 franklık ciro elde edilmiş. 1927'de bu gezicilikten Aarau kentinde açılan ilk dükkânla yerleşik düzen sisteme alınmış. O yıl sonu tekerlekli araç sayıa 20 (2.5 tonluk), satış yeri 2, çaüşanı 49'a yükselmiş ve 3.723.776 frank kasalara dolmuş. 1943'te ilk kez üye kaydına başlanmış: 129.271. Ve anonim ortaklıktan kooperatife dönülmüş. amaç, üyeleri kendine bağlamak, kazançtan ödenen sübvansiyonlarla, özellikle ekinsel katkılarda bulunmak. Küçük valinin (Fahrettin Kerim Gökay) Bem temsilcisiyken, bu kooperatiften esinlenerek İstanbul'da uygulaması 1954'lere rastlıyor. Şubat 1975, Migros Türk Koç Holding'ın eline geçiyor. 1985 bittiğinde îsviçre Migros'un durumu kesin sayılarla şöyle: Çalışan sayısı 41.828, satış yeri 470. Üye 1.360.768, ciro 10 milyar 634 milyon, ekine katkı 79.5 milyon frank. Bu grafiğın devamlı yükselmesine karşılık, saüş kamyonu sayısı orantılı artmamış, 107'de kalmış. Gerçi ellerindeki araçlar soğutuculann da katkısıyla 1000 üzerinde çeşit sunma yanında, satıcı şoför tarafından, olmayanlann siparişini aJıyorsa da, bunlar çoğunlukla yalnız oturan, yaşh kişilerin veya günlük gereksinmelerini karşılayan ev kadınlannın ayağına gidiyor. Esas alışveriş hafta sonlan aile reisinin de katıldığı özel arabalarla ve erkek kuvvetiyle taşınan 2 veya 3 M'lerde yapılıyor. Mahalleler içindeki tek M'li dükkânlar çok kısıtlı ev işi gereksinmeleri dışında yiyecek maddeleri sunar. Semtlerde iki MM vardır. Bunlarda bir evin gereksinmelerinin tamamım bulmak olasıdır. Kentlerin belli yörelerindeki üç MMM'lerde ise, yelpaze ayakkabıdan müzik setine kadar ne ararsamz var. Turizmden (Hotelplan) sigortaya (Secura), bankadan (Migrosbank) kitap ve grommoklübüne (Ex Libris), benzinden Fueloil'e (Migrol), armatörlükten (Reederei Zürich AG) karayolu taşunacıhğına (Lagerhausund Transport GMBH) kadar her çeşit işlere bulaşmıs olan Migros; satış yerlerinde alkollü içki ve sigara dışında kendisinin konservelediği, paketlediği, torbaladığı malları pazarlıyor, bunları lokantalannda pişirip sunuyor, bedava dağıtüan haftalık Briickenbauer gazetesini kendi basımevinde basıyor, zamanı kendi Urettiği saatlerle bildiriyor... Ve deyim yerindeyse İsviçre'yle bütünleşerek İs^çre çapında büylidükçe büyüyor. E Cumhuriyet CUMHURİYET KİTAPKUÜJBÜ KARDEŞÇOCUK'87 FUAR VE BAHAR ŞENLİĞİ'NDE, GENÇLER,GELİN CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ'NE FUAR SÜRESİNCE Vo 50 İNDİRÎMLE ÜYE OLUN! Kitap Kulübü İntertiolDOLMABAHÇE (Küçük Çiftiik Parkı Yanı) Her gün: 10.0020.00 arası NOT: Taksim AKM onunden araç temin edılmıştır
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle