12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER zar Nadir Nadi, o kendine özgü ya yüz tuttu. İşte o zaman, büsinceliğiyle, beni odasına götürdü: bütün aşınmadan önce, gazete "Hıfzı Veldet Bey, bundan sonyazılarımda unvan kullanmamara pazar günleri ikinci sayfada ya karar verdim. Üniversite öğsiz yazar mısınız?" dedi. Sevineretim üyeliği görevine başlamarek ve kendisine teşekkür ederek dan önce hangi adı taşıyorsam kabul ettim. İşte o gün bu gün, yeniden o yalın ada döndüm. on beş yıla yakın bir süreden beri Döndüm, ama şimdi de bize bu sütunlarda pazar günleri "Anlı şanlı profesör" unvanını hastahk kesintileri dışında be yakıştırmışlar. Bunu yakıştıran nim yazılarım yer alıyor. da, kendisini iyi tanıdığım ve • •• hakkında büyük saygı beslediİlk kez 1942 baharında yayım ğim eski eğitimcilerden rahmetli Hıfzırrahman Raşit Öymen'in lanmaya başlayan yazılarda adımın başına "Doçent Dr." unva oğlu, gazeteci yazar Sayın Örsan Öymen: "Bir İhtilal Daha Var" nını koyardım. Ozerk İstanbul başiıklı yazı dizisinde böyle anHukuk Fakültesi'nde doçentlik sınavından geçmiş sekiz yıllık öğ mış bizleri. Ama niçin "anlı retim üyesiydim. Aynı yılın, ya şanlı" olduğumuzun gerekçesini belirtmemiş. Acaba bir yerlerde ni 1942'nin güzünde, Profesörler böbürlendik mi, övündük mü, Kurulu ve Üniversite Senatosunca profesörlüğe yükseltildim ve ne yaptık, bilemiyorum. Neyse, mademki o iayık görmüş, ordibu kez yazılarımda "Prof. Dr." naryüs profesörlükten sonra, daunvanını kullanmaya başladım. O tarihlerde bunlann benim için ha üst bir aşama olarak, Örsan Öymen'in sayesinde bir süre de büyük değeri vardı. İtiraf edeyim "Anlı şanlı Prof." olalım. Sağolki, gurur duyardım bu unvanlarla. Zaman geldi, İstanbul Üni sun, ne diyeyim!... • •• versitesi kurulları, yurtiçi ve yurt dışı bilimsel çalışmalarımı göz Benim düşünceme göre gazeönüne alarak, bu unvana bir de te yazılannda önemli olan, unen yüksek bilimsel aşamayı gös van değil içeriktir, okurların bu teren "Ord." sözcüğünü eklemeyi vazılan tutup tutmaması, daha uygun buldular. Böylece 1948'de, doğru bir deyişle, yazarın okurordinaryüs profesörlüğe yüksel larıyla ruhsaİ iletişim kurup kutilerek, bağımsız kürsü sahibi ol ramamasıdır. Aynca, tanınmış muştum. Ne büyük onurdu be öteki yazarlann bu yazılara nim için! Gerçi 1946 ve 1952'de önem verip vermemesi de önemolmak üzere Hukuk Fakültesi1 lidir. Bunlar olmadıkça, yazarlıne, Profesörler Kurulu'nca, iki ğa sıvanan kişinin hiçbir gazetekez dekan seçilmiştim, ama ya de yıllarca tutunup yazma olanazılarımda dekanlık unvanını hiç ğı olmaz. Eskilikyenilik, kullanmadım. Dekanlık yöne kıdemlilikkıdemsizlik, yaşlılıktimsel bir görevdi, benim tutkum gençlik de bu konuda etkili deise bilimsel yöndeydi. ğildir. Ne demişler, "Eskiye rağYine zaman geldi, üniversite bet olsaydı, bit pazanna nur yaözerkliğine yasal kjsıtlamalar ge ğardı!' Çok okunduğu söylenen tirildikten sonra bu unvanların eski bir yazar, geçen aylarda, eski etkinliği aşına aşına azalma kendisinin de görüntülendiği büyük televizyon reklamlarıyla eski gazetesindeki köşesini bırakıp yeni kurulan tutucu bir gazeteye geçti. Geniş okuyucu yığınlarını ardından sürükleyeceği sanılıyordu. Ne oldu? Yeni çıkan bu gazete 49 gün sonra tarihe karıştı. Bir de yazarlıkta önemli olan, düşüncede çağdaşlıktır. Eğer çağın gidişini yakalayabiliyorsan ve yazı biçemin (üslubun) de az çok düzgünse, Atatürkçü basının kapısı sana her zaman açıktır. Atatürkçü olmayan basına ise zaten sen yanaşmazsın. • *• Eğer zaman bana küsmeyip yine fırsat verirse gelecek yılın başında bakalım anlatmaya değer ne tür bir konu bulacağım? O vakte değin "Pazar" yazılarımı hazırlamak için çalıştığım zamanlar dışında, 1986'daki kazanın bana kaybettirdiği aylan uğraşlarımla geri almaya, okuyamadıklarıını okumaya, yazamadıklanmı yazrnaya çalışacağım. İzin verirseniz büyük Alman ozan, yazar ve düşünürü "Goethe'nin pek sevdiğim ve yaklaşık ondört yıl önce bu sütunlarda yer vermiş olduğum şu birkaç satırlık güzel sözü ile adım atmak istiyorum 1987'ye: "Lğraş, kişiyi mutlu kılan şeydir; önce iyilik yaratarak tanrısal etkinliği olan gücüyle bir kötülüğii kısa sürede iyiye döniiştiirür. Bu nedenle, yann erkenden iş başına! Evet, dün yaptıgımzı nkıimış bulursanız, tıpkı karıncalar gibi, bemen yıkıntıları kaldırmalı ve yeni planlar kurmalı, önlemleri yeniden diişünüp bulmalı.' Böyle olursa, dünyanın kendisi yuvarlanıp içinden parcalansa bile, onu siz yeniden kurarsınız, sonsuza değin ve zevkle..." 4 OCAK 19S\ Pazar Yazılam ve Yazarlığın Gizi HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU 1987'nin bu ilk pazarında "Pazar Söyleşileri"min öyküsünü anlatmak ve gazete yazarlığında bence önemli olan bir noktayı vurgulamak istiyorum. Yazarlıgımın öyküsünü uzun süre önce anlattım da, Pazar SoyleşUeri'nin kaynagından şimdiye değin hiç söz etmedimdi: Cumhuriyet'teki yaklaşık 45 yıllık yaşamım dört döneme aynlabüir: 1) Perakende yazı dönemi, 2) Yazmazlık dönemi (yanlış okumadınız evet, yazmazhk dönemi), 3) Yine perakende yazı dönemi, 4) Düzenli yazı dönemi. Birinci dönem 15 yıl sürdii (19421956). Bunu "Perakende yazı" olarak nitelemekliğimin nedeni, bu dönemde yazılanmın düzenli aralıklarla değil, değişik günlerde çıkmasıdır. Kimi gün ve haftalarda üniversitedeki işlerim veya sınavlar yoğunlaşır, gazeteye yazı yetiştirmeye vaktim olmazdı. Seçtiğim konulan işlemek olanağını buldukça gönderirdim yazılarımı. Onun için "perakende" diyorum buna. Gazete görüyordu bu tutumumu. lkinci dönem üç yıl sürdü (19571959). Bu dönemde hiç yazı yazamadım. Üniversitede ve dışarıda en yogun çalışma yıllarımdı bunlar. Kitaplarımdan ve yabancı ülkelerde katıldığım kongrelere sunulan bilimsel bildirilerimden çoğunu bu yıllarda hazırladım. Aynca yeni bir "Medeni Kanun ön tasansı" hazırlamak için kurulan komisyonun raportörü idim. Her ayın belirli günlerinde Ankara'ya gidip, Adalet Bakanlığı'nda toplanan bu komisyona katılırdım. Üstelik bir de bana bir "kat mülkiyeti ön tasarısı" hazırlama görevi verilmişti. Onu da uzun çalışmalardan sonra hazırlayıp Adalet Bakanlığı'na sundum. Bugünkü Kat Mülkiyeti Yasası'nın temeli bu ön tasarıdır. Kısacası bu yıllarda hiç gözümü açamadım. Doğal olarak gazete yazılarımı bir yana bırakmak zorunda kaldım. Gazetem durumumu biliyordu, beni yine hoşgördü. Üçüncü dönem, yeniden perakende yazı dönemim oldu ve 12 yıl sürdü (19601972). Bu dönümde de birinci dönemde olduğu gibi, yazılarımı, boş vakit bulabildikçe kaleme alıp gönderirdim gazeteye. Dördüncü dönem, "Pazar Vazılan" dönemi olup, 1 Eylül 1972'de başladı ve işte yaklaşık on beş yıldan beri sürüyor. 1974'te üniversiteden "yaş haddi" nedeniyle emekliye ayrıldım. (O zaman profesörler için bu had 70 yaş idi). Ben 1972'den ve özellikle emekli olduktan sonra artık bütün ağırlığı gazete yazılanna verebiliyordum. Kimi yıllarda görülen kesintiler yalnızca sağlık nedeniyle oluyordu. Eski bir yazımda dediğim gibi, dileğim en son nefesime değin kafamın işlemesi ve kalemimin elimden düşmemesidir. Değerli yazar ve edebiyatçı Oktay Akbal'ın "Yazmak Yaşamak" adh güzel kitabında belirttiği gibi, bir mesleği de yazarlık olan kişi için, yazmak gerçekten yaşamak oluyor; nesnel olmaktan çok ruhsal doygunluk anlamında yaşamak... Geçirdiğim son ameliyatı izleyen zorunlu suskunluk döneminde bunu bir kez daha üzüle üzüle algıladım. Cumhuriyet Gazetesi'ni kuran rahmetli Yunus Nadi'nin onaylaması ile onun gazetesinde yazmaya başladığımda pazar günleri bana düşmezdi; dönemin ünlü yazarları süslerdi bu sütunlan. 1942'den 1971'e değin tam 29 yıl bu böyle sürdü. 1971 askeri müdahalesinden sonra bazı kişiler Cumhuriyet'e yön değiştirterek onu içinden çökertmek istediler. Bu durum karşısında Nadir Nadi başyazarlıktan, Oktay Akbal, ben ve öteki bazı arkadaşlar da yazarlıktan ayrıldık. Jlhan SeJçuk zaten tutuklu ve yasaklı idi. Kimi arkadaşlar da yöneticiliği bıraktılar. Cumhuriyet Gazetesi1 ne yürekten bağlı birkaç görevli özellikle ayrılmadı; içeride ne olup bittiğini onlardan öğreniyorduk. Gazete tutucu görüşlülerin eline geçti. Bunu hemen ayrımsayan okurların büyük çoğunluğu da Cumhuriyet'i almaz oldular. Tiraj düştükçe düştü. Tam bir yıl sonra Nadir Nadi yeniden başa geçince bizler de sütunlarımıza döndük. İşte o sırada, 1972 yılının yaz sonunda bir gün gazetede rastladığım başya PENCERE Çinli ile Türk? Çin'de öğrenci gösterileri sürüyor. Batı basını, TRT, gazete lerimiz, Çin'deki öğrenci gösterileriyle yakından ilgileniyorlaı Amerika'nın Sesi Radyosu, Çinli öğrencileri destekleyerek kö rüklüyor: Gevşemsyin!.. Giriştiğiniz eylemler bütün yeryüzünde rejin karşıtlarının yüreğlne su serpiyor. (Cumhuriyet, 3 Ocak 1987 Çinli öğrencilerin istekleri nelerdir: ")faşasın demokrasl!.. Vfr şasın özgürlük!.. Yaşasın reformlaıi.. Biz de Başkan Mao gib, tarihe yürüyoruz." 1 milyar nüfuslu Çin'deki kıpırdanmalar kuşkusuz dünyayı ilgilendirir. Çin, yakın bir tarihte emperyalizmin "afyon sömürgesi" idi; "emperyalizmin pençesinde kıvranan birdev"d\. O günlerde beyazlara özgü restoranların kapısmda şu yazı okunurdu: "Buraya köpekler ve Çinliler giremez." Ne var ki, o günler geride kaldı ve Çin "dünyantn üçüncü büyük gücü"ne dönüştü diye sorunlar tükenmez. Hayat, sorunları beraberinde taşıyacak ve getirecektir. Çin'de her şeyin düzgün gittiğini söyleyenler, hayatı tanımayan ve sosyalizmi yanlış yorumlayan kişiler olabilir. Çin'deki öğrenci gösterilerini kendi kapsamında ve somut koşullarında değerlendirmek gerekiyor Kimbilir? Belki de öğrenciler haklı istekleri dile getiriyorlar. • Çin, dünyanın öteki ucundadır; ama Çinli öğrencilerin gösterileri odamızın içindedir. Televizyonun düğmesine dokunduğumuzda öğrenciler evimize giriyorlar; ellerini kollarını sallıyorlar; bağırıyorlar, çağırıyorlar, gülüyorlar, sıçrıyorlar, gürültü ediyorlar. Biz dış haberleri Amerikan ajanslarından alırız. Türkiye'de gazeteler, radyolar ve televizyon, dış haberlerde yüzde 99 Amerikan haber tekellerine bağlıdır, İngilizlerin Reuter'i ile Agence France Presse devede kulak kalır. Çin'deki öğrenci gösterilerini gözümüze sokan, Amerikan haber tekelleriyle bizim devlet televizyonumuzun işbirliğidir. Rastlantı bu ya, tam şu günlerde Türkiye'de de öğrenci eylemleri sürüyor. Gençler istanbul'da, Ankara'da, Izmir'de açlık grevi yapıyorlar. Neden? Açlık grevinin iki nedeni var Birincisi: Bizim öğrenciler komünist Çin'deki gibi gösteri yürüyüşleh yapamazlar; canlarına okunur; okullarından kovulurlar; YÖK defteıierini dürer; üstlerine polis gider, dağıtır, gözaltına alır; emniyette neler olacağı bilinmez; öğrencilerin yaşamları ve gelecekleri söndürülür. Avrupa Konseyi'ne üye Türkiye'de öğrencilerin Çin'deki kadar gösteri özgürlüğü yoktur. İkinci neden daha çarpıcıdır: Bizim çocuklar Çin'deki öğrenciler gibi durup dururken eyleme geçmediler. Son haftalar içinde polis, öğrenci derneklerinde ve dergilerinde çalışan gençleri birbiri ardından gözaltına alıyordu. Basın ve kamuoyu da bu olaylarla ilgilenmiyordu. Çocuklar ne yapsınlar? Basını uyarmak ve konuyu kamuoyuna duyurmak için açlık grevine başvurdular. Bizim devletimiz, basınımız, televizyonumuz çocuklarımıza Çinliler kadar ilgi göstermiyor. Çin'deki öğrenciler odamıan içinde yürüyorlar; bizim öğrencilerimizden uzaktayız. Ayıpuğrencilerimlzin açlık grevi haklı bir nedenle mi yapılıyor, yoksa gereksiz bir girişim midir? Sanırım Türk anaları, babaları, kardeşleri, bu sorulan yanrtlamak isterler. Türk cocuklarına Çinli gençler kadar sevgimiz ve ilgimiz yok mu? «.«•• OKT4Y AKBAL EVET/HAYIR Uygarlık Bir Birikimdir... YeniÇZündem HAFTALIK HABER DERGİSİ 1987'nin ilk pazarı... Dinlenme zamanıdır bugün. Evinızdesiniz, TV'yi izliyorsunuz, radyo dinliyorsunuz, gazaten'ızı okuyorsunuz, ya da yatakta keyif yapıyorsunuz... Bu sâzler, belirli bir düzeyin üstündeki okurlarıma... Oysa gecekondularda yaşayan okurlar da var. Onlar ne yapıyor? Su almak için çeşmelere mi koşuyor, ekmek için yakmlardaki fırınlara raı?.. Sabahtır, öğledir, akşamüstüdur, gecedir; yaşam sürer gider, kent içinde, dışında, dağlarda, tepelerde... Kimse yeni bir yıl gelmiş, bize ne getirecek, bizden ne götürecek hesabını yapmaz. Çocukluğumda yeni yılın ilk gününde çıkan gazetelerin baş sayfalarında bir karikatür görünürdü Beyaz sakalları dizlerine değen bir yaşlı kişi yolun ucunda yitip giderken, yeni doğmuş bir bebek görünürdü yolun başında... Biri geçen, biri gelen yıl... Her yeni yıl bir çocuk gibi mi çıkar karşımıza? Yeni doğan bir bebek gibi mi? Hiç sanmıyorum. Bana kalsa 1986'dan daha yaşlı bir görünümde olmalıdır 1987... İsa'nın doğumundan bu yana bin dokuz yüz seksen altı yıl geçmiş. Dünya ve insanlık bir yaş daha ilerlemiş. Artık iyiden iyiye olgunlaşmış olması gerekir dünyanın ve insanlığın... Bin dokuz yüz seksen altı yıl mı yalnız? İsa'dan öncesindeki binlerce yıllık zaman parçasını unutmamalı... Nice uygarlık zaman parçasını unutmamalı... Nice uygarlıklar yaşandı, nice büyük insan geldi geçti, nice yapıtlar yaratıldı. Demek insanoğlu her çağda her şeye yeniden başlıyor! Her kişi, kendi yaşama süresince duyuyor, anlıyor ya da duymaya anlamaya çalışıyor bazı şeyleri... Bir birikimden yararlanma, geçmişin deneyimlerinden bir şeyler öğrenme olayı yok! Yılbaşından sonra çıkan gazeteleri okudum. Uludağ'da geçen olaylar! Sayın bakanlann eğlenceleri! Gazeteci dovme olayları! Nedense kişi, bakan olunca tatillerde ille de bir yerlere gidecek, gazlnolarda kafayı çekecek, şarkıcılara eşlik edecek, dansöz oynatıp keyif çatacak!.. Evlerinde oturup 'aile mutluluğunu' tatma diye bir durum yok onlar için! İlle de olaylara karışacaklar, gazinolarda, eğlence yerierinde görünecekler, 'farfarah' türkülerle neşelerine neşe katacaklar! Bu yıl dinlence günleri geçen yıllardakınden daha çok olacakmış. Üç gün çalışıp bir gün dinlenecekmişiz. On iki ayın üç ayı!.. Bu ne bolluk demeyin. Dinlenmek de gerekli insanlara! Ama dinlenmeyi biliyor muyuz? Böyle şeyler eğitim sorunudur. Eğlenmeyi de, dinlenmeyi de bilmek. öğrenmek gerçek (Arkası 12. Sayfada) "BU KARANLIKTA YASANMAZ" Adalet Ağaoğlu, Asaf Savaş Akat, Taha Akyol, Metin And, Sadun Aren, Erdal Atabek, Mehmet Ali Aybar, Cengiz Bektaş, Tank Buğra, İsmail Cem, Mahmut Dikerdem, Muzaffer Erdost, Aydın Gün, Attila İlhan, Nurkut İnan, Turgut Kazan, Ali Koçman, Fehmi Koru, Yalçın Küçük, Nadir Nadi, Başar Sabuncu, Emil Galip Sandalcı, Timur Selçuk, Mumtaz Soysal, Alaeddin Şenel, Şirin Tekeli, Tank Zafer Tunaya, İlhan Usmanbaş, Hilmi Yavuz İstanbul da Dalan devri 1987'ye girerken Aydınların gözüyle Türkiye 10 trilyonluk spekülasyon 1987 ye girerken Aytfınlann gozüyle Turkiye "BU KIRVMJKTA YASANMAZ" Bir kalem darbesiyle kazanılan milyarlar, kayınlan şirketler, parklar. bahçeler, parke taşları... 1986da yükselen sesler Protestoyu unutturamamışlar SBF Dekanı Necdet Serin: "Öğrenciler bize meydan okudu" İtirafçı Atılgan panellere başladı Konya yoresi elden gidiyor Âşık ol, uzun yaşa Aybar: TİP Marksist bir partiydi' Galatasaray ve hakemler... BUCÜN ÇIKT1 KÜLTÜRSANAT ETKİNLİKLERİ İÇjN YÖNETtCİLERE İŞBİRLİĞİ ÇAĞRISI!.. Cağaloğlu, İstanbul Reklâm Sitesi galerilerinde hizmete açılan tSTANBUL REKLÂM YAYIN PAZARI organizasyonuna ek ve destek olarak, "sergi, gösteri, konferans, panel, imza günleri..." gibi kültür ve sanat etkinlikleri için daha önce bu tür girişimlerde veya görevlerde bulunmuş dcneyimli, çalışkan, uzman yöneticileri işbirliğine davet ediyoruz. İstanbul Reklâm; İstanbul Reklâm Sitesi, Cağaloğlu Tel: 520 75 30 (5 hat) Sinema yazarı, çevirmen arkadaşımız bosfor turizm ISTANBULVIYANA Bütün Avrupa şehirleriyle bağlantılı muntazam otobüs seferleri. istanbul: Mete Cadöesı No M TaksimTel:143 25 25 Ankara: Adem Yavuz Sokak No. 3/1 Kızılay Tel: 34 47 40 NEZİH COŞ'u kaybettik. Üzüntümüz sonsuzdur. SİNEMA YAZARLARI SÜMERBANK'LA LASILIR BİR Ö M Ü 1987 kutlu olsun Bir bebek ağlayarak mü|deler doğumunu. Çocuklar her şeye şasırarak büyür. Gelinlik kızlar el emeği, göz nuru çeyiz işler. Delikanlılar düğün dernek yollanır askere. Yaşamı güzelleştirmek için afatılır alın teri. Mutluluğu ömür boyu yakalayabilmek için çalışılır. Günler, haftalar, aylar, yıllar dolu dolu yaşanır... T Ü R K İ Y E ' Y İ V E S Ü M E R B A N K ' I Ç O K S E V I Y O R U M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle