17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/6 7 EYLÜL 1986 Buffalo'dan Washxnston>dan Ralıim kirası, baş ağrısı ABD'de aç kalmak mümkün değil. Akla gelen her şey para ediyor. Tlp tekniğindeki uerlemeler, son olarak rahim kiralamayı da geçim kaynağı haline getirdi. Ama günün birinde, çocuğu olmayan Stern çifti, rahmini kiraya veren Bayan Mary Whitehead'den, sözleşmenin nedeni olan bebeği alamayınca, işler karıştı. AHMET TAN BUFFALO ABD'de aç kalmak mümkün değil. Akla gelen herşey, her hizmet para ediyor. Her şey alınıp satıhyor, kiralanabiliyor. Uzay tekniğindeki gelişmeler, Mars'a yolculuk yapacak ilk uzay gemisinde yer satarak para kazanmayı mümkün kıldığı gjbi, tıp tekniğindeki ilerleme] ler de rahim kiralayarak para yapmayı mümkün hale getirdi. (Rahim kiralama, telefonla kız kinlamaktan farklı. Belki ikisinde de hizmet bölgesi benzeriik gösteriyor. Ama süreler çok ay' n bir "telefon kızı"nı 9 ay ara' lıksız kinüamaya ne can, ne para dayanır.) Ama rahim kiralamak öyle değil. Şu anda rayiç bedel, ortalama bir temizlik işçisinin aylığı kadar. ! Rahim niye kiralanır? Bunu sormak için bebeklerin leyleklerle geldiğine inanıyor olmak gerek. Bebek sahibi olmak , için elbette. ; Rahim kiralamak, kiralayan, yani "mal sahibi" bakımından yalmzca para kazanmak içindir. Gerçi, kiraya verilenler kiracıya iyilik olsun diye, onlar da çocuk sahibi ohnayı tatsınlar diye açıkıama yapıyorlarl Ama bu sözlerde bir fınncının millet kanunı doyursun diye ekmek sattığını söylemesinden daha fazla gerçek payı yok. Rahim kiralayanlann başmda eşi çocuk doğuramayan kocalar geliyor. Ancak seyrek de olsa kankoca hayatı yaşayan lezbiyen hanımefendilerin de kiracılar arasında yer aldığı yolunda haberlere rastlaruyor. Bunlar çocuk doğurmanın küçültucü bir iş olduğuna, ancak çocuk sahibi olmanın da güzel olduğuna inanı dıklarından, kendileri adına bu ! işi kiraladıklan bir hatun kişinin yapmasını uygun buluyorlar. Rahim kiralamak bugünün Amerikası'nda evlat edinmenin yerini alıyor. Çocuk yapma yeteneği olmayan eşler, yüzde yüz ! başkasının, başka kandan birinin ! çocuğunu büyütmektense, yüzde 50 kendilerinin kanını taşıyan bir bebeğe sahip olmayı, tekelci kapitalizmin ruhundan daha uygun buluyorlar. '• Ancak hukuk, teknik ilerlemenin gerisinde gittiğinden, rahim kiralama işinin yasal çerçevesi henüz çok karışık. Bu yüzden herhangi bir pürüz çıkınca, kiracmın da kiralayarun da ve kiralık yerde büyüyen bebeğin de emdiği süt burnundan geliyor. , New Jerseyli Stern çifti de, rahim kiraladıklan için başlan derde girenlerden. Bu salı günü mahkemeleri var. Kiralık rahimde büyüttükleri bebeğe sahip iolup olmayacaklanna karar verilecek. Karar, ayrıca müstakbel kiraya vericiler bakımından da ,önem taşıyor. { Olay şu: ı Stern çiftinin çocuklan olmujyor. Ancak kocanın çocuk yapima yeteneği var. New York'ta bir kiralık rahim komisyoncusuna .caşvuruyorlar. (Bunlardan New |York eyaletinde 100 dolayında jfirma var. Kendilerine "vekil annelik acentesi" diyorlar. "Vekil anneUk" lafını, "vekü haalık" Jcurumundan çıkarmışlar herhalde.) | Komisyoncu fırma Stern çiftihi, 29 yaşındaki evli iki çocuklu Mary VVhitehead adh bir çöp kamyonu şoförününün eşiyle anlaştınyor. Mary hanım karruru 9 ^ylığına 10 bin dolardan kiraya yermeyi, karnında büyüyecek bebeği de sperm sahibi, Stern aileiine teslim etmeyi kabul ediyor. Tamklar huzurunda noterde imîalar atılıyor. ı Kiralayıa Bay Stern, Mary hanımla hiç temas kurmuyor. Speröıini 'sperm bankası' aracılığı ile aşılatıyor. Mary hanımm gebe kaldığı anlaşılınca, kira süresi başlıyor. Süre bitiminde de nurtopu gibi bir kız bebek doğuyor. Ancak bu arada Mary hanımda beklenmedik büyük değişiklikler olmuştur. Yüreğinde, karnındaki "kiracıya" karşı tarif edilmez duygular yesermeye başlatmıştır. Bu duyguların hiç yabancısı değildir. Daha önce de iki kez tatmıştır. Bu duygu, annelik duygusudur. Doğumdan sonra, bebeği başkasına veremeyeceğini anlayıp, 10 bin dolardan vazgeçtiğini bildiriyor ve bebeğe el koyuyor. Tabii kiralayıa baba, "kizımı isterim" diye ortabğı ayağa kaldınyor. Komisyoncu fırma da öyle. Mary hanımın birlikte "ümüğüne çökmek" istiyorlar. Mary hanım, iki çocuğunu ve bebeği alıp, çöp kamyonu şoförü olan eşiyle ortadan kayboluyor. Peşlerine FBI düşüyor ve sonunda Florida'da yakalanıyorlar. Bebeğe mahkeme el koyuyor. Mary hanım da avukat tutuyor. Avukat rahim kiralama işinin bir hukuk sözleşmesi olduğunu, taraflardan birinin tazminat ödemeyi göze alarak sözleşmeden dönebileceğini belirtiyor. 'Vekil annetiğinin itibari' olduğunu, biyolojik anne olarak bu doğal hakkın devrini öngören sözleşmenin geçersiz olduğunu, müvekkilinin, çocuğun gerçek sahibi olduğunu savunuyor. Bu arada ortalığı daha da karıştıracak bir iddia atıyor. Mary hanım kira süresince eşiyle ilişkisini sürdürdüğünden "Bebeğin kendi eşinden olmadıgının da tespiti gerekir" diyor. Karşı tarafın avukatlan ise, "Adaletin miilkün temeli olduğu•u", mülkün temelinin ise sözleşmeler, kontratlar olduğunu ve devletin bunlan koruması gerektiğini belirtiyorlar. Sözleşmenin hükümleTinin eerçekleşmesini devletin sağlamasını ve kıralayana bebeğin iadesinin gerektiğini savunuyorlar. Aynca piyasa ekonomisi düzeninde tüketici sıfatı taşıyan bay Stern'in de yasaca korunması gerektiğini bildiriyorlar. Olay, kiraamal sahibi anlaşmazhğından çıkıp, tüm toplumu ilgilendiren bir toplumsal tartışma konusu haline geldi. Rahim kiralamaya karşı olanIar, aslında bu işin bir bebek satışı olduğunu öne sürüyor ve bebek ticaretinin yasaklanmasmı istiyorlar. Kiralamadan yana olanlar ise, çocuk yapma yeteneği olmayan evli çiftlere tıbbın tanıdığı bu olanağın devletçe korunmasını ve kiralık rahim kurumunun yasal çerçeveye oturtulmasım savunuyorlar. "Kira bebeginin" kime ait olduğu tartışmaları sürüyor. Salı günkü mahkeme karannın genel bağlayıcılığı yok. Bu yüzden tartışmaların devam edeceği anlaşılıyor. Kongre işe el koyuncaya kadar. Piyasa ekonomisi, öyle söylendiği gibi pek pürüzsüz işlemiyor. Cehennem Geçidî'ndei.. Saint Michaels, Atlas Okyanusu kıyısmda, deniz ürünleriyle ve Amerikan kurtuluş savaşı sırasında Ingilizlere karşı direnişiyle iinlu bir balıkçı kasabası. TANJU AKERSON HASHINGTON Saint Michaels, Atlas Okyanusu'nun deniz ürünlerinin tüm bereketini taşıyan Chesapeake Körfezi kıyılannda, tipik bir balıkçı kasabası. löOO'lü yıllarda kurulmuş.. O dönemin mimarisinde inşa edihniş, genelde ahşap evler, restore edilerek turistik bir yer haline getirilmiş.. 'Vvashington'a otomobille yaklaşık iki saat uzakhkta.. Maryland eyaletinin küçük çiftlikler, CocaCola makineleri, benzin istasyonları ile süslü bol sebze ve meyveli kırsal görünümünü yararak ilerleyen dümdüz bir otoyoldan geçilerek vanlıyor.. Saint Michaels'ın, önü iskeleli lokantalarla çevrili limanı tıklım tıklım.. Karaya oranla daha çok denizden gelen turistler, teknelerden, sepetten boşalan balıklar gibi karaya dökülüyor.. Kasabamn ortasındaki anacaddeden limana doğru yürümeden önce, Saint Michaels ile ilgili temel bilgileri almak için bugün artık turistik eşya satan tarihi bakkauna uğramak gerek.. Bakkalın içinde atacağınız kısa bir tur, tahta tezgâhlar üzerine serpilmiş kitapçıklara fırlatacağınız bir iki bakışla bunu sağlama olanağınız var.. Bugün şortlu turistlerin dolaştığı Saint Michaels'ın daracık tuğla kaldınmlı.sıra sıra ağaçlı sokaklanna 173 yü önce top gülleleri yağıyordu.. Washington'da Beyaz Saray'ı yakan İngiliz ordusu, küçük Saint Michaels'e de uğramıştı.. Ameriİcalılann bağımsızlık savaşında "Kırmızı Ceketliler" dediği lngilizleri Saint Michaels'e çeken olay, ince çizgili, soluk renkli resimler için nefis görüntü vermekle ünlü Baltimore tipi yelkenlilerin burada inşa edilmesiydi.. Saint Michaels, o zamanlar bu tür narin yelkenliler, tek kürekli nehir botlan inşa etmekte ün yapan bir tersane kasabasıydı.. Ingilizler, Saint Michaels'e saldırarak yeni kurulmakta olan ABD'nin deniz gücüne bir darbe indirmek istemislerdi.. Saint Michaels'de lngilizleri durduran Albay Kemp'in maun ağacından yapılma evi, şimdi otel olarak kullamlıyor.. Limanda Baltimore tipi narin yelkenlilerin yerini fiyakalı yatlar almış.. Ingilizlere ateş yağdıran iki küçük topun asıllarının yerine, sonradan yapılma benzerleri konmuş parkın ortasına.. Çünkü topların asıUarı iç savaş sırasında Kuzeyliler tarafından bilinmeyen bir yere götürülmüş.. Edgar Allan Poe'nun çok sevdiği Maryland'ın ilk kadın şairi Amelia Welby'nin iki katlı evi insana çok sessiz bakıyor.. ingilLzlerle savaşta ortasına top güllesi düşen gemi yapımcısı WUliam Merchant'ın evi de öyle.. Kansının, yeni doğmuş kızı kucağında merdivenden inerken birden önünde bir İngiliz güllesi gördüğü, William Merchant'm evi. Kasabamn nadir tuğla binalanndan... Liman ile anacadde arasındaki "Cehennem Geçidi" adı verilen iki sokağın kesiştiği yer de geçen yüzyılın belalı gurültusünü çoktan unutmuş.. Postacılann, nakliyecilerin hâlâ verilen adreslere "Cehennem Geçidi" yazılmamışsa bir türlü bulamadıklan bu dört yol ağzında, artık dövüşen gemiciler yok.. Eskiden tekneler limana yanaşır yanaşmaz gemiciler, soluğu Saint Michaels'in anacaddesindeki meyhanelerde alırmış.. Gece kafaları dumanlı gemilerine dönerlerken "Cehennem Geçidi"ne geldiklerinde mutlaka başka meyhanelerde içmiş başka gemilerin tayfaları ile karşılaşır ve aralannda ağır bir sokak kavgası çıkarmış.. Canal Granda ve yüzyülardır, hemen hemen ayru 'havada' kutlanan Fiesta Regata. Venedik ten Eylülde şenlik günleri Ağustos turistleri Vivaldi'nin sokakta kalmış kimsesiz kızlara müzik dersi verdiği Santa Maria Della Pieta Kilisesi'nde ve başka mekânlarda festival izleyip sergi gezdiler. ANNA TURAY VENEDİK Venedik, yalnızca deniz ürünlerinden oluşan nefis bir yemek, ardından da romantik bir gondol gezisi sunmakla yetinmiyor konuklanna. Sanatla bu denli yakınlık kurabilmiş, bu denli iç içe geçmiş kentin tarihinde romantikten "gotik"e, barokdan neoklasiğe ve moderne, tüm sanat okullan, tek tek yer aİabilmiş, örnekler sergileyebilmiş. Bugün de Venedik, çeşitli sanat etkinliklerine sahne oluyor. Nereden başlayabilirsiniz, bir düşünelim... Evet, başlangıç olarak 16. yüzyıldan kalma nefis bir kilise dekomnda, nefis bir konser izleyebilirsiniz. Ya da Lido^ ya kadar uzanır, La Perla Tiyatrosu'nda bir oyun ya da baleye konuk olabilirsiniz. Sonra?.. Ağustos turistleri, önce Vivaldi'nin sokakta kalmış k;:nsesiz kızlara müzik dersleri verdiği S.Maria Della Pieta Kilisesi'nde Vivaldi Festivali'ni izlediler. Sonra sıra San Zaccaria Meydanı'na toplanıp özgün Venedik şarkılannı dinlemeye geldi. Paul KJee'nin beş ayrı ülkedeki özel koleksiyonlardan derlenen sergisini Pesaro'da fütüristlerin ilginç sergisini ise Palazzo Grassi'de gezdiler. Venedik'in eski halini ve bugün 16. yüzyıldan kalma bu kentin nasıl olup da hâlâ soluk alabildiğini merak edenler, "Restorations and Restores" sergisi için yine S. Maria Della Pieta Kilisesi'ne gittiler. Bu kez sunulan, kentteki sanat yapıtlannın koruma ve restorasyon caüşmalannı gösteren fotoğraf ve desenlerdi. Ağustosun en önemli etkinliklerinden birisi de 42. Uluslararası Sanat Bienaliydi. "Sanat ve BUim" başhğı altında "uzay", "renk", "teknoloji ve kompütür bilimi", "sanat ve biyoloji", "sanat ve simya", "sanat için bilim" alt başlıklı sergiler, beş ayn merkezde yer aldı. Eylülle birlikte bir sürü yeni etkinlik yer alıyor. öncelikle tüm bu sergiler ve konserlerin büyük bir bölümü bu ay da sürecek. 43. Uluslararası Venedik Film Festivali ise en önemlisi. "Venedik'te Çin" adh sergi ve "Venedik'in Antik Hazineleri" sergisi de eylülün sunduğu sanat etkinlikleri arasında. Venedik'in en güzel ve en görkemli geleneksel törenlerinden biri, tarihi "Regatta", bugün kutlanacak. Nemli ve sıcak ağustosu yağmurlarla uğurladık ve şimdi güneş yine gülümsüyor. Romantik gondol gezileri, bulutsuz ve bol yıldızlı gökyüzünün altında daha bir romantik. Bir kez de yeni gözlüklerle ŞENAY KALKAN LONDRA Istanbul gibi, Londra'run da mı taşı toprağı altın? Dengini toplayan Londra'ya gelmiş, geliyor. Hintliler, Pakıstanülar, zenciler, Çinliler, Japonlar, anavatanlı ve yavruvatanlı Türkler... Istanbul'da Türkiye^ nin her yerinden, yöresinden insan yaşarken, Londra'da neredeyse dünyanın tüm uluslanndan "temsild" var. tstanbulda Kars mahallesi, Konya bölgesi yoktur. Londra'daysa mahalleler, bölgeler çoğunluğu elde eden ulusun adıyla anılıyor. Yalnız dükkânlardan, sokaklanndaki insanlann giyiminden, görünüşünden, konuşmasından değil, bazı yerlerde sokak tabelalanndan bile anlaşılabiliyor farklı kimlikler. Amaç, gidilen yerler ne kadar farklı olursa olsun, sonuç değişmiyor: Herkes kendi kültürünü de getiriyor ve koruyor. Londra'da yemek Italyanlar ve Çinliler'in, dükkânlar, özellikle de bakkal dükkânlan Hintü ve Pakistanlılar'ın, sokaklar zencilerin... Ingilizceyi öğrenmek için gelenler de lokantaların bulaşıkhanelerini, konfeksiyon atölyelerinin ütü bölümünü kucaklıyor. Her ulus kendi içinde küçük bir kabile gibi yaşıyor Londra'da. Böylece asıl amacı îngilizce öğrenmek olanlar, uzunca bir süre, öncelikle kendi dülerini geliştiriyorlar. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nden sonra Londra'ya Ingilizcesini geliştirmeye gelen Orban "Türkçemi bayağı gelişrirdim. Ingilizcemi de unuttum" diyor. Londra'da yaşamak değil ama gezmek kolay, tabii eğer paran varsa. Önce metroyu öğrenmek gerek. 11 ayn hat toplam 233 istasyona gidiyor. öncesi ve sonrasını oklar, kibar uyanlar ve işaretlerle anlamak mümkün. Üst katının arka koltuklannda sigara içilebilen, bölgelere göre renklere aynhnış otobüsleri de unutmamalı... Yine mi olmadı? O zaman birine sorabilirsiniz. Tabii Londra'da yaşayan, yardım isteğini geri çevirmeyi kibarhğına yediremeyen bir İngiliz bulunabilirse. Ama Londra'da işe geliş gidiş saatleri dışında sokakta İngiliz bulmak o kadar zor ki. Eğer paran varsa ve derdin gezmek görmekse Londra çok güzel. Öyle İstanbul gibi, hele festival de bittikten sonra bir iki "kamu hizmeti" gören sinema kültür merkezinin dışında gidilecek yer kalmaması ihtimali yok. Bizim pazartesi günleri 4. ve 3. sayfalardaki "sanat çizelgesini" hazırlamak, Londra'da öyle bir günlük ya da yaz aylanndaki gibi bir iki saatlik bir iş değil. Bu aralar neler mi izlenebilir Londra'da? Işte birkaç örnek: Sinemada, Von Trotta'nın "Rosa Luxembourg"u, Spielberg'in "Colour Purple"ı, Artlıur Penn'in "Targef'i, VVoody Allen'in "Hannah and ber Sisters"i. Tiyatroda ise Jack Lemmon, Faye Dunaway ve Anthony Hopkins hâlâ sahnede. Barbican Kültür Merkezi'nde Londra Senfoni Orkestrası'nın düzenli konserleri sürüyor. Hayward Gallery'de "L'amour fou" sürrealist fotoğraf sergisi de ilginç. Ya Londra'nın sokakları? Işte onlan, tstanbul'la, hele hele Türkiye'nin öteki yerleriyle kıyaslamak için kör ve sağır olmak gerekir biraz. Bir kere burada, "Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu" (!) yok. Öyle kimse yolda e! ele yürüyorsun ya da bir bankta yan yana oturuyorsun diye sana ar, namus, gelenek, görenek "nasihatı" çekmiyor. Ama canım bunlar da biraz aşırıya kaçıyorlar. Sanki evleri yok (!). Buradaki "vatan hainleri" de bir hoş. Allah'ın Ingilizi gece gündüz demeden sabaha kadar Güney Afrika Cumhuriyeti Büyükelçiliği önünde her türlü vurmalı çalgıyla "Botha, Thatcher, CIA / How many children killed today" (Botha, Thatcher, CIA / Kaç çocuk öldurüldü bugün) diye slogan atıyor. Çevredeki polisin görevi de göstericilerin başkalarınca rahatsız edilmesini önlemek. Bireysel boşalma konuşmalarının mekânı park da hâlâ îngiltere'nin "turistik demokrasi vitrini" olma ozelliğini koruyor. Doğal olarak bir haftada Londra'yı, yaşamı, kurallan, çelişkileri, var olanlarla olmayanlan, olabileceklerle hiçbir zaman olamayacaklar ile tanımak, tanımlamak güç. Şimdilik "Milliyet Sanaf'm 1 ağustos tarihli sayısında yer alan Onat Kutların şiirinin son dizesi söylenebilir Londra için: "Ölçiilemeyen tüm şeyleri / herhangi bir cetvelle" sevenler burada mutlu olabilirler. Londra'dan Stockholm'den l&lan hikâyesi Stockholm'ün banliyölerinden birinde yaşayan Isveç vatandaşı Bay M, yıllık vergi beyannamesinde vergicileri ikna edemeyince, ortalık karıştı. Karıştı, çünkü Bay M, kesesine giren üç beş kuruş faziayı yılan besleyip satmasına borçlu olduğunu söylemişti. Zürihien Bu ülkede eroinin nesi yasak? İsviçre'de şırıngayla alınan eroinin tutsaklarım sokaklarda görmek artık kanıksanır oldu. O güzelim Zürih gölünün kıyılan her türden uyuşturucunun pazarlanıp, şırıngalandığı yerler haline geldi. ADEM SAĞLAM ZÜRİH lsviçre"de uyuşturucu kullananların sayısı son günlerde öyle korkunç boyuüara ulaştı ki, henüz daha yılın sonuna bile gelinmemesine karşın, sadece Zürih'te fazla dozda uyuştucuru aldıklan için ölenlerin sayısı onu geçti. Buna rağmen burada esrar türünden uyuşturucu kullanmak yasak değil.. Şırıngayla alınan eroin türlerinin tutsaklannı sokaklarda görmek, artık kanıksanır oldu. O güzelim Zürih Gölü'nün kıyıları her türden uyuşturucunun pazarlanıp, şırıngalandığı yerler haline geldi. Çoğunlukla gençlerin uğrak yeri olan böyle yerlerin sanki özel bir dokunulmazlıkları var. Zaten hastaneden eroin bağımlısı raponınu alan bir genç, istediği her yerde şınngalanabiliyor. Diğer taraftan toplumun yüzde 9O'ı da, sanki hiç böyle bir olay yokmuş gibi, konuya gençük sorunlan içerisinde hoşgöriilü bir tavirla yaklaşabiliyor. Bundan bir süre önce Zürih Gölü kıyısmda ve Niderdorfta şırınga yapan gençlerin durumlarını ilk kez gördüğumde, şoke olmuştum. Herkesin gözleri önünde, titreyen elleriyle dirseğinin üzerinden lastik bağlama>a çalışan eroinman bir kızın, şırınga yapayım derken, iğneyi tam damara isabet ettiremediği için, kanrevan içerisinde kalan kollarını hâlâ anımsıyorum. Çoğunluğu onsekizine bile basmamış olan kızlıerkekli bu insanların gelecekleri nerelere kadar uzanır... Bu sorun da uyuşturucu olayları karşısında hassas davranan ailelerin ortak kaygısı. Zürih'te eroinmanların merkez edindikleri yerlerde artık bizim Türk erkeklerini de görebiliyorsunuz. Böyle bir anda, bunların birine yanaşarak, eroin satıyor musun diye sorunca, aldığım yanıtla donakalmıştım: "Yok abi ben eroin satmam. Yalnız uyuşturucu almak için parası olmayan kızlaria az para karşdığı yatağa giderirn." Isviçre'de uyuşturcu bağımhlarınm, sorunlarının bu denli sokağa dökülmüş olmasına karşın, tedavi olabilecekleri yerler çok kısıtlı. Zürih Adliyesi ve polisce yapılan baskılara rağmen, Embrach'taki Hard Psikiyatri Kliniği'nin şefi Dr. Daniel Suter eroinmanların tedavisini yaptıklannı belirterek olaya şöyle yaklaşıyor: "Biz uyuşturucu bagımlılığını da bir hastahk olarak kabul ediyoruz. Bağımlılara, tedaviyle uyuşturucusuz da yaşanabileceğini öğretiyoruz. Biz de her klinik gibi asıl gorevimizi yapıyonız. Uyuşturucu alan bağımlılara, bu hastalığın da yenilebileceğini kanıtlıyoruz." Bundan başka kliniğe gelen bağımlıların, buradan neler beklediklerini ayrıca bilmek zorunda olduklarını da vurgulayan Dr. Suter: "GenellikJe bağımlılann bu siirec içerisinde, bağımsız olarak çok yardıma ibtiyaçlan oluyor. Kapalı bir psikiyatri bölüraüne geldikleri için, kendi bağımlılıklanmn bilincine vardınp, bu bagdan kopmalannı istemek şart." şeklinde sözlerine devam ederek, klinikteki çalışmaları hakkındauzunca bilgi veriyor. Geçenlerde Kanton Zürih Hükümet Tabipliği sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle, her türlü uyuşturucunun satılmasını yasakladı. Ayrıca son zamanlarda kliniğin bu bölümüne karşı, Zürih polisince artan bir baskı uygulanmaya başlandı. Uyuşturcu bağımlılan, kliniğin zorlaştınlan çalışma koşullanru bildikleri için, gelip tedavi olmak istemiyorlar. Bundan başka, klinik Hard'ta bağımlılar isterse 'AIDS' testi de uygulanıyor. Test sonuçlanna göre, AIDS konusunda vanlan sonuçların korkunç boyutlarda olduğu saptanmış. Test olan uyuşturucu bağımlılannın yüzde 90'ının kanında 'AIDS' virusü taşıdığı tespit edilmiş durumda. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM Düşlerin vazgeçilmez karakter oyuncuları olan sürüngenler, gerçekliğin en katı kurallarının egemen olduğu anlarda, tum ürkünçlukleriyle karşınıza çıkarsa ne olur? Değişken yanıtlı bir soru bu. 'Korkarım' ya da İğrenirim' diyenler çoğunlakta olsa bile, 'bir şey olmaz canım' şeklinde geçiştirenler de çıkacak ister istemez. Ama durum sanıldığı kadar kolay değil, sonunda mahkemelere düşmek de var. Bir Isveçli bu yüzden yargılanıyor. Stockholm'ün güney banliyölerinden Huddinge'de başlayan bu ilginç davanın temelini vergi beyannamesi oluşturuyor, başrolleri ise 11 yılan paylaşıyor. Diğer rollerde da\ah Isveç vatandaşı M. ile davacı vergi dairesi memurlan var. Polis raporları ve mahkeme tutanaklarına göre yılan hikâyesinin 1 yıllık bir mazisi olduğu anlaşılıyor. Küçük bir firmanın sahibi olan 54 yaşındaki vatandaş M. her zaman yaptığı gibi geçen yıl vergi beyannamesini doldurup ödevini yerine getirmiş. İnce eleyip sık dokuma huyu yüzünden İsveç'te kimi zaman övgüye kimi zaman da sövgüye hedef olan vergi dairesi memurları vatandaş M!nin gösterdiği geüri 'gerçekçi' bulmamışlar. Bunun üzerine M. ile vergi dairesi arasında yoğun bir telefon ve mektup trafiği başlamış. M. nasıl geçinebildiği konusunda kuşkuya düşen vergicilere yılan yetiştirdiğini ve bunlan satarak kesesine üç beş kuruş eklediğini anlatmış. Daha doğrusu anlatmaya çalışmış, çünkü bu hikâyeye pek inanan olmamış. Ifadesinde vergi memurlan için 'benimle alay ettiler" diyen M. sinir sisteminin kısa devre yapması sonucu Isveç vergi dairelerini Hitler Almanyası dönemindeki bazı kurumlara benzetip de bu düşüncelerini yüksek sesle vergi memurlanndan birine iletince, ihtilafın kapıları aralanmış. M. ile vergiciler arasındaki sağlıklı iletişim son bulunca Mînin mali ve hukuki danışmanları devreye girmişler. Vergi dairesi karar öncesi son kez M. ile danışmanlarını görüşmeye çağırmış. Sakin başlayan görüşmede taraflar etraflı bir bilgi teatisinde bulunmuşlar. M'nin damşmanları müvekkillerinin gerçekten yılan yetiştirdiğini, beyan ettiği geUrin doğru olduğunu söylemişler. Görüşmenin bitimine yakın son söz sanığındır diye düşündüğü için midir bilinmez söz isteyen M. 'işte, gelir kaynaklanmı takdim ediyorum" diyerek yanında getirdiği irice bir torbayı masanın üstüne boşaltmış. Birbirinden alımlı 11 boğa yılanı temiz hava bulmanın verdiği ferahlıkla masanın üstüne yayılıvermişler. Bundan sonra ne olduğunu anlayabilmek biraz güç. Çünkü mahkemeye verilen ifadeler farklı. Olayı irileşen gözlerle izleyen memurelerden biri, 'olamaz, imdat!' diye bağırdığını anımsarken, sakin tabiatlı olduğu anlaşılan bir başka memur şunlan söylüyor: 'Valla birkaç kişiden hayret nidası yükseldi. Ama bana sanki hayranlıklannı ifade ediyorlarmış gibi geldi. Korktuklannı sanmıyorum.' Şok geçiren bir başka memur ise, yılanlar masada dolaşırken Mînin 'Bunlan mektup gözünden evlerinizin içine salanm, ona göre,' dediğini anlatıyor. Yani, tehdit var. Bunu az önceki sakin tabiatlı memur kabul etmiyor ve açıklıyor: 'Bu yılanlann t a nesi 1500 kron (150 bin TL.) adam durup dürurken kazancını niye heba etsin?' Çelişkili ifadelere ve M.'nin 'Ama yılanlan hemen torbaya doldurdum' biçimindeki savunmasına rağmen dava ciddiyetini koruyor. Floransa'dan l&ğmıır ve soııbaharuı ilk demleri Gri bir gökyüzü ve yağmur. Floransa'da sonbaharın ilk demleri. Avrupa'nın bu yılki "kültürel başkenti" seçilmesine, ttalyan Komünist Partisi'nin yayın organı L'Unite tarafından düzenlenen geleneksel eylül festivaline rağmen, kent sokakları, geçen yıllara oranla daha bir tenha. "20 yıldır bu barı işletirim, hiç bu kadar az turist görmedim" diyor Bar Lux'ün sahibi. NİLGÜN CERRAHOĞLU FLORANSA Floransa'da sonbaharın ilk demleri daha şimdiden hissediliyor. Gri bir gökyüzü ve yağmur, Kaddaff nin terör tehdidine aldınş etmeyerek buraya gelen Amerikahları da gafil avhyor. Geçmiş yıllara nazaran kenti ziyaret eden Amerikalılann sayısında büyük bir düşüş olduğu dükkânlarda, restoranlarda, kahvelerde, otellerde hemen dikkati çekiyor. Floransalılann büyük çoğunluğu turist sayısındaki azalmanın gelirlerine vurduğu darbeden yakınıyor. "Sadece Amerikalılar degil, Japonlar, Almanlar da gelmediler bu yıl" diyor Floransa'nın ünlü "Duomo Katedrali"nin civarındaki "Bar Lux"ün sahibi ve ekliyor "20 yüdır bu ban işletirim, Floransa'da hiç bo kadar az turist görmedim. 6 yıl önce 'Mediciler' sergisi yapıldıgında kasamıza çok daha fazla para giriyordu." Oysa bu yıl Floransa, Avrupa'nın "kültürel başkenti." AET ülkeleri çerçevesinde her yıl 12'lerden bir kentin seçimiyle, geçen yıl Atina ile başlayan ve önümüzdeki yıllarda Amsterdam (1987), Berlin (1988) ve Paris (1989) ile sürecek olan "kültürel başkentler" dizisinde Floransa zengin Rönesans kültür mirası ile göz dolduruyor. Zaten "demokrasinin beşiği" Atina'dan sonra Floransa'nın "kültürel başkent" seçilmesindeki neden de bu. "1986 FloransaAvnıpa'nm kültürel başkenti" programı içinde yılbaşından bu yana Picasso'dan Alman ekspresyonistlerine, El Greco'dan, Goya'ya dek çeşitli Avrupa ressamlarına ilişkin birbiri arkasına sergiler düzenleniyor. Bu sergiler arasında şu sıra "Avrupa'nın bahçesi: PratoHno (Floransa yakmlannda büyük bir bahçe)" ilgi çekiyor. Fakat eylül başından bu yana Floransa'daki olaylann en ilginci, hiç kuşkusuz, Komünist Parti yayın organı "L'Unita"nm her yıl düzenlediği "UUnita FestivalL" Halka açık ve girişi bedava olan bu festival, Italyan Komünist Partisi'ne her yıl milyonlarca lira kazandırıyor. Aslında ülkenin tüm büyük kentlerinde yapılan "L'Unita Festivali", Roransa'da "tzmir F u a n " çapında bir olay. "Izmir F u a n " benzeri bir alan üzerinde düzenlenen festivalde akla gelen her şeyi bulmak mümkün. Çernobil nükleer felaketi başta gelmek üzere çevre kirlenmesine karşı tutum alan dokümanter filmle başlayan "L'Unita Festivali" gezimizi, üreticiden tüketiciye doğrudan satış yapan komünist tarım kooperatifleri, kitap fuarları, Rus balesi, sirk gösterilerini izleyerek sürdürüyoruz. Gençlere açık diskotek ve hıncahınç dolu bir rock konserinin az ilerisinde, açık büfe servis yapan bir kır restoranı dikkatimizi çekiyor. Halktan insanlann yemek yediği masalann üstünde mumlar ve rpasa örtüleri ile uyum içinde olan çiçekler var. Biraz daha ilerde ise yaşlı, çoluk çocuk herkesin katıldığı dev bir tombala oyunu ilgimizi yakalıyor. Fasülyelerle tombala oynayan yüzlerce insan arasma, biz de rastgele kanşıyoruz... Dev birahaneler, pizzaalar, çocuklar için oyun yerleri, süs bitkileri satan reyonlar... Komünistlerin festivali bunlarla bitmiyor. Burada en son Japon teknolojisiyle üretilen MicroWave fırınlardan, Singer dikiş makinelerine, buharını altında aynca ısınan su haznesinden alan yeni ütülere kadar her şeyi görmek ve almak mümkün. Hatta eskimiş banyo küvetinizi yeni bir maddeyle kaplayarak nasıl pınl pırıl bir küvete dönüştürebileceğinizi bile görebilirsiniz burada. Ya da hâlâ kilisede evlenmeye devam eden ltalyan komünistlerinin nasıl havlu, bornoz ve yatak örtüsü çeyizlerinin sergilendiği reyonları gezdiğini... Fakat eğer tuketime yönelik şeylerden çok Avrupa'daki yeni sol akımlarla ilgilenen bir entelektüel iseniz, bizim yaptığımız gibi bu konulann tartışıldığı bir panele katılabilirsiniz. Ve böyle bir panelde bellibaşlı ltalyan komünistlerinin ağzından, yeni bir Avrupa için Alman sosyal demokratlarıyla bir işbirliği arayışı içinde olduklarını duvabilirsiniz... KONUT İLAÇLAMA BACA Temizleme Servisi Tel: 585 95 39 KOMUR Deponuzu dolduralım. Taksitli ödeyin. BERİL MADENCİLİK Tel: 350 83 84 Hanımlar Lokali, saat 11.0018.30 arası idare ve servise yardımcı anyor. Tel: 149 01 35
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle