17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 EYLÜL 1986 CUMHURİYET/7 Londra'dan Madrid'den Bir pazar edelîııı racaoğlan sabneye "Ben de pazar edemedim kızı/Akiı beni cilve ile naz ile". Bugun yatak çeker insanı. "Pazarlan asla" filan diye bir söz vardır ya, inanmayın. Bir sürii şey cumartesi pazar dinlemez. Erkekler tıraş olmamalı, kadınlar makyaj yapmamalı. Kahvaltı mı? Kim oturup uğraşacak yani şimdi? Ekmek kızart, yumurta haşla, çay pişir, boş ver! Hamstead, Londra'nın şirin ve şık bir tepesi. Viyanavari kafeler var. Ay çörekleri nefis. Yalnız çay ısmarlarken, sut bacaklı garson kıza "siyah" diyetembih et, yoksa çay suüu gelir. Köşedeki bayiden pazar gazetelerinı unutmayalım. Sunday Times ve News Of The VVorld'da meslektaşların hâlâ grevde. Unutma onlan. Para verip alma sakın Murdoch'un gazetelerini. Karşı masadaki yeni evli çift, domuz pastırması, yumurta ve kuru fasulye yiyor. Alçak sesle konuşuyorlar. Çekingen, pazar kadar tembel, rahat, sevirnli ve sakin bir çift. Aaa dışanda vallahi guneş açıyor. Bulutlar ıkmale kaldı. Kuzeyde Highgate'de Karl Marks'ın mezarı var. Çekik gözlu ilk gençlik fikrimin idolunun türbesini vaktı zamamnda ziyaret etmiştım. Bir mezara bir kere gidilir. Aynı semtte şu yeni açılan Freud Müzesi ilginç mi? Hazret, hastalarını, uzenne Türk halısı serdiği bir divanda dinler, muayene edermiş. Acaba bu nedenle mi, sevgili memleketimizin sakinleri bunca libidinal meraklıdır? Ne demiş Lenin? " N e yapmalı?" demiş. Yağmur yağsaydı bir sinemaya atardık kendimizi. Von Trotta'nın "Rosa Lüxemburg'u fena değilmiş. Royal Academy of Arts'da Picasso'nun karalama defterleri sergileniyor. Gidip gözlerimizi güzelleştirir, yüreğimizi menekşelerle donatabiliriz. Çayır çimen seviyorsanız, buyrun Regent's Park'a gidelim. Biraz kalabalıktır, ama olsun. Yaşlı bir teyzeyle sohbet ederiz. Mesela sorarsa, Çanakkale Savaşlan'ru fılan anlatınz. Daha eğlenceli bir meşgale için Judith'e uğramak nasıl fikir? Ama bugün olmaz. Mendebur suratlı kocası evde. Belki de eve gidip birikmiş mektuplara yanıt vermek iç açabilir. Her seferinde, her yeni zarfta, daha memnun, daha gururlu, gavurca da olsa, "İstanbul/Turkey". Güneş batıyor. Kıraat zamanıdır. Muhafazakâr Parti ile İşçi Partisi'nin yıllık olağan genel kurultaylan yakında başlayacak. Hazırlık yapmak gerek. Seguela'nın yeni kitabı ne zaman bitecek? Paul Simon'ın yeni plağını (Graceland) bir daha dinlemek gelmiyor içimden. Guney Afrıka Cumhuriyeti'nde yapılmış bir plak. Gereksiz ritmler var, sozler de pek sıradan. Kusura bakmasınlar, ama bu İngilizler pek rutubetli bir ulus. Zaten o yüzden başlarının uzerinde toplanıyor hep bulutlar. Ne yapacağım diye duşünurken, Edgvvare Road'a giderken aldı da bir yağmur. Guneş yine yenildi sonunda. Lafa daldık, akşam olmak üzere. Radyoya telefon edip Galatasaray maçımn sonucunu alayım, peki yemek? Bugün hafifçe yoruldunuz. Fas lokantasına gidip kuskus yiyelim mi? tslami sosisler, Sid Ibrahim şarabı ile iyi gider. Akşam yemeği için ağır mı olur? Olsun. Pazann hafifhğine dayanıyorsunuz da mergezlenn ağırlığına katlanamaz mısınız? Eh, akşam yemeğini de hallettik. Bundan sonrası yuksek musaadelerinizle yahşi de olsa, biraz şahsidir. Aynlmadan önce bir konyak sunabilirim yine de. Vaktiniz mi yok? Peki, ısrar etmeyeyim. Güle güle... JVe demiş Lenin? 'Ne yapmalı?' demiş. Yağmur yağsaydı bir sinemaya atardık kendimizi. Von TYotta'nın 'Rosa Lüxemburg'u fena değilmiş. Royal Academy of Arts'da Picasso'nun karalama defterleri sergileniyor. Oraya gidip gözlerimizi, yüreğimizi menekşelerle donatabiliriz. RAGIP DURAN LONDRAKimi isimlerin pek derin anlamlan olur bazen. Alın mesela 'pazar'! Sözlukler, pazann ticarete, satışa göz kırpan anlamına daha çok ağırlık verir. Ayıp olmasın diye de "cumartesi ile pazartesi arsındaki g ü n " cumlesini sıkıştmr. Oysaki, etimolojiyi biraz zorlarsak, Ingilizcede pazar (sunday) güneş günü, güneşli gun karşılığında algılanabilir. Haydi gelin şimdi hep beraber, bu guneşli günde, tngiltere'nin "yüzyıl rötarlı on yıl avansb" başkentinde pazar edelim: Yola çıkmadan önce biraz belleğimizi tazeleyelim mi? Bir kere Esendal'ın "Ertesi gün de pazardır; öğleye kadar tembellik edersiniz" saptamasını doğru bulduğumuzdan, akreple yelkovan tepede buluşunca günaydın, good morning ya da bonjour! Dedeyle nineye de "Sabahı şerifler hayrolsun". Belki radyo ya da televizyonu açmakta yarar vardır. önemli bir olay olmuşsa, bizim haber mudüru Yalçın Bayer'i telaşa vermeyelim. Ohh, yok önemli bir olay. Pazar tatilin en raconlu çiçeği: Teröristler, diplomatlar,resmi bilumum makam, bakkal çakkalla birlikte dinleniyor. Doğal afetler sorumlusu Tanrı baba da kız arkadaşını muhallebı;ıye göturmüş. Pazarlan bir yabancı işçiler çalışır bir de âşıklar. Çıksın şimdi Ka Bağbozıımu trenlerinde flanıenko İspanya'nın en geri bölgeleri Ekstremadura ve Endülüs'ten her yıl bu mevsim, iizüm toplayan mevsimlik işçileri Fransa'ya taşıyan trenler kalkar. NİLGÜN CERRAHOCuT MADRİD Adı, bağbozumcularının treni. Her güzbaşı, Ispanya'dan Fransa'ya umut ve yoksulluk taşıyan bir tren bu. Kompartımardan kalabalık ve havasız. Ekstremadura ve Endülüs gibi Ispanya'nın en geri kalmış yörelerinden 50.000 mevsimlik işçiyi, Fransa'nın guneyine bağbozumuna götürüyor bu vagonlar. Çoğu kez 1000 kilometreyi aşan mesafelerde ağır ağır yol alan trenlerde yolculuk, 24 ile 36 saat sürüyor. Umutlara katık edilen biraz ekmek, biraz sucuk ve şarap mesafeleri kısaltıyor. Bazı bazı bir kompartımandan yükselen yaruk bir flamenko turküsü ve bir gitar, sessizliği yarıyor. Gerçekte 20 gün boyunca Fransa'da bağbozumunda çalışacak bu işçiler için ne kompartımanlann havasızlığı, ne Fransızların ırkçılığı, ne de komşu Ulkede karşılaşılan dil engeli bir önem taşıyor. Bağbozumcuları "Çalışmaya gidiyonız, gerisi bizi ilgUendirmez" diyerek bu sorunlara omuz silkiyor çoğu kez. Her gün, gün doğuşundan gün batımına dek çalışacaklarını bilerek. Çoğu için emeklerinin karşılığında alacaklan yanm milyon lıra, bır ömür boyu bır arada görmedikleri bir miktarı simgeliyor aslında. 20 günlüğune köle gibi uzum toplamak için kilometrelerce yol katedenlerin çoğunu, ya işsizler ya da yaşamlannı pamuk tarlalarında pamuk ve zeytinliklerde zeytin toplayarak kazanan mevsimlik işçiler oluşturuyor. Gun başına ücret alan bu işçilere Endülüs'te "jornaleros" (gündelikçi) adı veriliyor. tspanyaFransa sınınnda bağbozumcuları, ya başka trenlerle ya da otobuslerle yollarına devam edebilmek için mutlaka bir mola veriyorlar. Çoğunlukla iş kontratlarını Fransa sınırını geçmeden alan işçiler, 20 gün boyunca ya samanlıklarda ya da bazı bazı açık havada, kalın örtülerin altına sığınarak uyumaya razı oluyorlar. Bu işi 1970'ten beri düzeıüi yapanlar, aradan geçen yıllar içinde şartlann çok iyileştiğini söylüyorlar. Şimdi artık şanslı olanlar, bağbozumu boyunca kendilerine tahsis edilen prefabrik evlerde kalıyor, çocuklu kadınlar ise çocuklarını kreşe bırakabiliyorlar. Günde en az 8, en fazla 12 saat çalışan işçilere saat başı 3000 TL veriliyor. Genellikle işçilere aynca yemek ve yatak ücret i ödenmiyor. Artık güneydeki Fransızlarm da bu mevsimlik göçe alıştıklan anlaşılıyor. Buralarda 50 yıl önce tspanya tç Savaşı'ndan kaçarak yerleşen çok sayıda lspanyol kökenli Fransızın olması gerilimi azaltıyor. Fakat genellikle lspanyollar, Fransız işverenler tarafından sömurüldüklerini, "Ama elden ne gelir ki" diyerek belirtiyorlar. Neticede sömürüden çok Ispanyolların en buyuk şikâyeti, bağbozumunun Fransa'da giderek makineleşmesi oluyor. Üzüm bağlanna da giren makineler yüzünden bu yıl bağbozumu trenleri daha tenha kalkıyor. Fransa'da teröre karşı görevUndirilen çevik kuvvet ekibi ifbaşmda. Demokratik kurumlardan vazgeçme tuzağma duşülmedi. Paris'ten Terör ve yanılgdar SABETAY VAROL PARİS Gece hayatıyla, alışveriş merkezlerinde göreceli bir rağbet azalması, kalabalık yerlerde devriye gezen polis kuvvetleri, gazete radyo ve TV'lerin belli başlı haber konusu.. Ortadoğu kaynaklı teror olaylarının Parislinin günluk yaşamı uzerindeki etkilerini görmezlikten gelmeye olanak yok. Bomba ihbarları uzerine boşaltılıp aranan metrolar, okul yaşındaki çocuklara yönelir korkusuyla eğitim kurumlarının güvenlik altına alınması, buyuk mağazaların sinek avlaması... Dış gorünuşündekı kargaşaya rağmen, altyapı kurumları genellikle iyi hizmet veren, ekonomisi belh bir verimın ustunde çalışmaya ahşık Paris için kuçumsenecek şeyler değıl.. Ama hiçbır şeyi abartmaya da gerek yok. İçınde bulunduğumuz gunlerin Fransa'sıyla, 1981 oncesi ya da sonrası Turkiye'sı arasında benzerlikler, paralellikler kurmaya kalkışmak buyuk bir hata olur. Birincısı, alınan tum katı onlemlere rağmen Fransa'nın demokratik kurumlarının işleyişinde herhangi bir duraklamadan soz edilemez. Bombah saldırıların art arda gerçekleşmesi veher gün yeni canlar alması başlangıçta, yönetim çevrelerınde belli bir paniğe yol açtı. Ancak, muhalefet ve kamuoyunun uyarılarının da yardımıyla hukumet, demokratik kurumlardan geçici de tçsel dokusu belli uzlaşmalar temeline oturmuş, yoğunlaşan işsizliğe karşı iç barış atmosferi toplumun tüm katmanlarına yerleşmiş bir ülke bu tür terör saldırıları karşısında bana mısın demez, Demokratik kurumların işleyişinde bir duraklamadan söz edilemez. olsa vazgeçmenin, hazırlanan tuzağa duşmek olacağını çabuk kavradı. İlk günlerin, "Terörisüeri terorize etme" sloganlan, yerini soğukkanlı açıklamalara bıraktı. fkincisi, Paris'te son zamanlarda doruğuna ulaşan saldırılar, Fransız toplumunun içsel dinamikleriyle ilgili olmayan olaylardır. Biliyorum, bu ülkenin Ortadoğu'daki gırıft ekonomik ve siyasal ilişkilerinden, hattabuiLşkilerın Fransız ekonomisındeki önemli rolunden söz edilebilir. Lubnan gibi on yılı aşkın bir suredır kan ve barut içınde yaşayan bir ulkenın Fransa ile olan tanhsel bağları anımsatılabilir. Fransa'nın dış poliükasındaki ikili uçlu oynamalar bu Batı Avrupa devletini dığer komşularına oranla Ortadoğu sorununun yarattığı dalgalanmalara karşı daha duyarİı kılabilir. Butün bunlar bir yana, çıplak gözle gö rulebilen bir gerçek var kı, o da içsel dokusu belli uzlaşmalar temelı uzerine oturtulmuş, yoğunlaşan işsizliğe karşın iç barış atmosferi toplumun tum katmanlarına yerleşmiş bir ulke bu tur saldırılar karşısında bana mısın demez. Şiddet olaylarını yerleştirme heveslisı güçlerin bu toplumda kendilerine yirmi otuz kişiden fazla yandaş bulabileceklerine emin değilim. Hal boyle olunca, siyasal şiddet olaylarıyla mücadele, yalnızca dış politika görevini ustlenenlrrle güvenlik ve ıstihbarat servislerınin sorunu haline geliyor. Eylemlerini surdüren kuçuk gruplar ortaya çıkarılınca sorun kapanıyor. Batılı ulkeler, son örneklerini Fransada, Istanbul'daki Neve şalom Sinagogu baskınında,Karaçi'de gorduğumuz saldırılarda sonuna kadar masum değiller. Ancak, batının olaylardaki tarihsel sorumluluğu, bu topluluğu oluşturan insanların geliştirdikleri ortak değerlerin küçumsenmesinı de beraberinde getirınemeli. Vatandaşlarının rehin alınmasından, kendı dunyasındaki sivillerinin oldurülmesinden batılı ülkelerin kamuoyları derin şekilde etkilenmektedir. Cezayir'de yüzbinlerce kişinin ölumune tepki gostermeyen Fransa, Lubnan ve Fiiistin dramlan karşısında susan Fransa, ölenler kendı vatandaşları ya da kulturel olarak kendine yakın hissettikleri olunca etkilenebilmekte, "insana verilen değer" ön plana çıkabilmektedir. New York'tan Fantastik kapitalist Malcolm Forbes Dünyanın en zengin 400 kişisinden biri olan ABD'li işadamı Malcolm Forbes'in yaptıkları arasında, oyuncak koleksiyonu sergisi açmak, ünlü Faberge yumurtalarını toplamak, ilk defa balonla ABD kıtasını aşmak, 66 yaşında motosikletle Çin'i dolaşmak gibi işler de var. ZİYA OZKÂHYAOĞLU YORK Malcolm Forbes: Dünyanın en onemlı ış/ekonomi dergilerinden Forbes'un sahibi ve yayımcısı. New York'ta dergi binasmın altındaki dünyanın en pahalı şarabının da yer aldığı şarap mahzeninde en kudretli işadamlarını ve politikacıları eğlendiren bir unlüler dostu. Sahibi olduğu 68 motosikletten birıyle 66 yaşında Çın'i dolaşan, ilk defa balonla ABD kıtasını aşan, Fransa'da şatosu, New York limanında dunyaca ünlü koskoca bir yatı olan yerinde durmaz bir "ihtiyar." Yıllardan beri toplamakta olduğu oyuncak koleksiyonunu, yine dergi binası girişinde halka açan, kuyumcu ve kolektörlerin rüyalarında yatan Faberge yumurtaları toplamaktaki tek rakibi Kremlin'i geçenlerde ikı yumurtayla geçen, dergisi Capitalist Tool (Kapitalist Araç) kendisı Mr. Capitalist (oldukça fantastik bir kapitalist) olarak tanınan ABD 1 nin en zengin 400 kişisinden bıri olan Malcolm Forbes onuruna verilen bir öğle yemeğindeyiz. ABD'nin en unlu adresi Park Avenue'nun uzerinde, dunya unlulerini misafir etmekte nam salmış unlu NValdorf Astoria Oteli'nin, avizeleri neredeyse Dolmabahçe Sarayı'ndakilerle yanşacak devasadakı Grand Ballroom salonundayız. Neresinden bakılsa "ün"den geçiuneyen bu atmosfer içinde, salonun bir kenarındaki uzunca "baş masada" ABD'nin en unlu şirketlerinin yine kendileri de unlu başkanlanndan bir duzinesi oturmakta. Salonun geri kalan kısmındaysa 200'e yakın "kendi çapında" ünlu işadamı yemekteler. Yemeğın organızasyonunu tahmin ettığiniz gibi (55. yıldonumünu kutlayan) ünlu bir işadamları kulübu yapmakta. Amaç kulubun unlu yıllık başan odülunu, bunu elbette fazlasıyla hak eden Malcom Forbes'a takdim etmek. Bu odülü daha önceki yıllarda alanlar arasında unünu sizin de bildiğiniz D. Eisenhower, Herbert Hoover, Henry Ford, Lee lacocca ve Malcolm'un babası B. C Forbes da \ar. eski Başkanı Thomas VV'yman'ı kastederek. Konuşmasını zevkli uslubuyla anlattığı bir fıkrayla bitiren Forbes .\merikalıların, faız hadleriyle işsızlik oranlarımn aynı anda duşmesini istemelerı gibi, her şeyin aynı anda mukemmel olmasında dırenmelerinden şikâyetçi. Bir gun Forbes'un bır arkadaşının kansı telefon etmiş, "Sakın midye yemenin insanın seksuel iştahını pekiştirdiğini soyleyenlere inanma" demiş. Forbes şaşırıp neden diye sorunca, hanım şöyle yanıtlamış: "Tom (kocası) dun gece 12 midye yedi, ama ancak 5 tanesi iş gördü." Yemekten çıkıp vestiyere bıraktığımız ufacıcık şemsiyemizi almak için 3 dolar vermek zorunda kalınca, once bu yankesiciliktir diye hayıflanıyor, sonra da bu denlı " u n " kokan bir atmosfere bulaşabıldığimizın bilincine varıyor, Forbes'un anlattığı fıkrayı hatırhyor, yağmurun çiselemeye başladığı Park Avenue1 ye çıkıyoruz. Düfler Tiyatrosu 'Salome'nin afisinde egzotik çağnşımlar. Stuttgartian Büyiiklere masal Düşler Tiyatrosu "Salome" haftalardır Stuttgart'ta. Çadırın loşluğunda elektronik arp müziği sizi karşılıyor. ArapHint karışımı giysili genç erkek ve kızlar yehnizi gösteriyor. AHMET ARPAD STUTTGART "Anlattıklanmı 100 >ıl sonra dinleyen sizler kimlersiniz? Ben hiçbirinize çiçek veremem. O incecik bulutlardan gelen altın ışınlardan da. Açın gözlerinizi... Bakın uzaklara... Çiçek bahçenizin kokular saçan anılanna dört elle sanlın, onlar 100 yıl once açmış ve çoktan solmtış olsalar da. Kelebekler gibi yukselin, zamanla mekân arasında sonsuza dek uçuşun..." Duşler tiyatrosu Salome haftalardır Stuttgart'ta! Birkaç yıl önce kentin ünlu alanı Schlossplatz'ta kurduğu beyaz çadırda onbinlerce yetişkin ınsanı duşler ulkesine göturen Harr> Owens, çıktığı 1986 turnesinde yine Stuttgart'a uğradı. Kent belediyesinin bu defa Schlossplatz'ta Salome gostenlerıne ızin vermemekte direnmesı uzerine Harry Owens, çevresini kuçük kubbelerin, sıvri tepesini kocaman bir hilalin süsledıği bey az çadınnı bu defa diğen kadar işlek olmayan başka bir alana kurmak zorunda kaldı. Bu çadır, sadece Rotebuhl alanını değiştirmedı. Butun kenti, Salome 1 nin ilk gelişinde olduğu gibi düşler, hayaller ve sevgiler karışımı bir bulut kapladı. Stuttgarthlar, Harry Ovvens"ın duşler tiyatrosunu dolduruyor. Çadırın girişinde her seyircinin alruna, yanağına, ya da başmın keline parlak bir yıldız yapıştınlıyor. Çekingenlerin de kravatına veya ceket yakasına. Çadırın loşluğunda elektronik arp muziği sizı karşılıyor. Arap Hint kanşımı giysili genç erkek ve kızlar yeıinizi gösteriyor. Ak sakallı bir ihtiyar, size altın bir kentten, düşler ulkesinde lotus çiçeği prensesinin peşinden gıden genç prensten, yasemin çiçeklerinin aşk dolu mırıldanmalarından, cennette dans eden tavus kuşlarından soz ediyor. Harry Owens, yılan gibi kıvranan, ateş tutan insanlarıyla, hokkabaz ve palyaçolarıyla, Hıntli tapınak dansözleriyle, varyeteyı andıran ilginç ve değişik bir program oluşturma başarısını gostermış, Salome'dekı butun gosterilerde artıstik yan ağır basıyor. Owens'ın, elemanlardan profesyonel bir çalışma beklediği belli. Programda olduğu gibi duşler kurmaya zamanlan yok herhalde. SALOME'nın başarısında en buyuk rolu oynayanlar arasında, rengârenk kostumleri hazırlayan Menia Lucas ile dekorları yapan Didi Rose ve Dieter Heine'yi de unutmamak gerek. Her şey güzel, canlı ve renkler içınde. Sunulanlar kimi yerde seyircının hayal gucunu zorluyor, onu bilmedıği bir dunyaya goturuyor. Yaşamımızda, arada sırada da olsa, duşlere yer vermek ne guzel. Sigmund Freud'a göre duşler, gizli zevkler ulkesi değil mi? "Gözlerinizde altından elmalar gördiik biz... Her şey geri gelir. Mevsimler, dallannda her >ıl yeniden açan çiçekler... Ben de şimdi gidiyonım, yine gelmek üzere... Sözlerim bir ağacın yapraklan gibi yeryıizune dökulüyor, düşüncelerim yüreklerinizde açıp yeşerijor. Gozlerimi kapatıyorum. Düşümde, bulutlar ötesindeki güneş ülkesi. Benim düşlerim bir inci dizisi. Camdan bu inciler... Çevrenizi saran mutluluk gibi kınlan. Bulutlarla uçuyomm... Birbirini seven dünyalar var aşagıda. Bir an durup, onlara bakı>orum..." Ak sakallı ihtiyar geri çekıldi. Perde kapandı. Malcolm Forbes, Çin gezisi sırasında Tabii boylesıne unlu bir ödülu, böylesine seçkin bir ortamda Forbes'a takdim edecek kişi de baş masada bir duzine erkeğin arasında milyonlarca seyirciye aşina olan siması ve sarıya boyalı saçlarıyla Barbara VValters. Walter, Amerikan televızyonlannda çalışan en unlu kadın. Ununü de Şah Pehloi, Richard \i\on, Enver Sedat, Menahem Begin ve Claude Duvalier gibi unlulerle, genellikle başlarından geçen olaylardan sonra herkesten önce davranarak ilk yaptığı TV röportajlarından alıyor. Soylediğimiz gibi bu her tara motosikleıiyle. fı ün kokan, kuşkonmaz krem çorba ve kayısı soslu tavuk ağırlıklı yemeğın yenmesinden sonra VValters, gunun asıl konuşmasını yapacak olan Forbes'u misafirlere "lanıtıyor." Ve mikrofona asıl atraksiyon Malcolm Forbes geliyor. Siyah çerçevelı gozluklu, artık beyaza kaçan saçları ve kırmızı çizgilı pahalı olduğu besbelli kravatıyla Mr. Capitalist, yine de dmç gozuküyor. Babasının yıllarca once kendisinin de bulunduğu bir yemekte aldığı bırbırine kenetlenmiş iki eli temsil eden odulü gösteriyor. Şimdi benım de oğlum burada dıyor. Oğlu ayağa kalkıyor ve alkışlanıyor. Dede, baba ve herhalde ileride aynı odulü alacak olan buyuk oğul. Ne de olsa hanedanlık unlulere mahsus. Forbes,, devamla "Ortada hiçbir zaman >eni bir şey yok. Her şey çok hızlı değişiyor, ama yine de yenilik yok" diyor. Geçen hafta tarihındeki en buyuk duşuşu kaydeden Wall Street Borsası için "Çok önemli değil" diyor. "Yeni bir ekonomik çağa girijoruz. Bir sure çalkantı olacak, ama sonunda her şey >erli yerine oturur. Tarihle bep boyle olmuştur, uzuh de> rede ABD ekonomisi, saglıklı ve yaratıcı olacaktır" diye ekliyor, kır saçlarının verdiği tecrube ve yalnız unlulere mahsus bir rahatlıkla. Sonra salondakı her biri ufaklı buyukJu şirketlerde başkan ya da başkan yardımcısı olan misafirlere donerek "Asıl işiniz şirketinizin iirettiği malı ya da hizmetleri satmaktır" diyor. "Şirket başkanları gokten zembille inmezler. Oravd nasıl geldiğinizi unulma>ın. ><ıksa kendinizi şirkel kapısı onunde bulu\erirsiniz" dı\e oğutluyor. Biraz da iki gun once işinden zorla uzaklaştırılan, ve buradaki gazetelere başlık olan CBS'nin Buffalo'dan 4 \aşam' partisi AHMET TAN BUFFALO ABD'de bireyin hak ve özgürlükleri her şeyden önemli. ölümcül bir hastalığa yakalandığınız anlaşılrnış; doktorunuz haberi yakınlannıza değil, doğrudan size açıkhyor. Çünkü geriye yasanacak kaç gününüzün kaldığını bilmek öncelikle sizin kişisel hakkınız. "Olmaz olsun böyte hak" diyecek mişsiniz, ruhen çökecek mişsiniz, bu sizdn sorununuz. Haklarınızı ve özgürlüklerinizi son damlasına kadar kullanmak sistemin gereği. Mr. Jon Devos, doktoru eliyle kanserli olduğunu bilme hakkını bizzat ve şahsen kullananlardan. Nefes bonısu kanseriymiş. 1,5 paket içiyormuş. Ama arkadaşlarının kendisine "lokomotif' diye isim takmalan şişmanlığından ötürüymüş. "Doktorun önünde filmler ve testler, haberi verdJgi anda her şeyin karardığını hissettJm. Bu göntcegim son yaz olacaktı. Ağaçlann sararan yapraklanıun yerinde patlayacak tomurcoklan, çiçekleri bir daha gormejecektim. Deniz \e guneş bir daha yakmayacaktı. Gecen ay saün aldıgım ayakkabılan esldtemeyecektim." Mr. Devos, ayakkabılannı eskitmiş, daha sonra kaç çift ayakkabı eskittiğini ise ammsamıyor. Çünkü aradan altı yıl geçmiş. Devos, 130 kişilik partinin en neşeli, en konuşkanlarından. 130 kişi, aynı yıl içinde yani 1980 yılında kansere yakalanrruş ve merkezde tedavi edilmiş olanlardan oluşuyor. Geçen hafta bu 130 kişi Fox Chase Canser Merkezi'nde, "Yaşamak güzel partisi" düzenlediler. Bir zamanlar ölüme hüküm giymiş gözüyle bakılan bu 130 kişi, sanki bir lisenin mezuniyet sonrası toplantısındaymış gibiydiler. Birbirlerine takılanlar, en acımasız şakaları yapanlar, fıkra anlatıp şarkılar söyleyenler, büyilk çoğunluğu 50 yaşın uzerinde. Kanserden kurtulanlann partisini bir firma düzenlemiş. Ülkenin bu anlamdaki ilk partisi. Firma yetkilisi her eyalette bu tür partiler düzenleyeceğini söylüyor. Ve ekliyor: "Ortalıkta gezen her eski hasta, kanserin idam fennuı olmadıgının, yüriıyen bir kanıü. 'Kanser' sözünün iirperticfliti artık yok oluyor. Kanser, yasamın bir parçsn adeta. Çünkii iiç Amerikalıdan biri, vasam süresi içinde kanıere yakalanacak." Zürih'ten 400 ydhk 'atış DOĞAN ABALIOĞLU ZÜRİH 15 yaşındaki Luca Boraatico 5 atışta 33 puanla 4276 kişi arasından bu yılın kralı seçildi. Geçen yıl katılan sayısı 4404'tu. Zurih atış bayramı her yıl eylul ayının ortasında yapılır. Salt Zürih kentıne özgu bu bayram nedeniyle okullar cumartesi ve pazartesi de tatıl olur. 13 nolu tramvayın batı kesimi son durağındaki atış poligonlannın orası panayır yerine doner. Atlıkanncadan dönmedolabına, kızarmış sosısten ketenhelvasına kadar her şey vardır. Daha çok çocuklara seslenen bu lunapark görunümlü alan, aynı zamanda Zurıh'in en büyük kermesidir de. 9 1921'den bu yana da, 5 atışta 6 olması gereken iç içe çemberlerin her 6'lık vuruşa 1 puan da cabasından eklenerek en yuksek derece (35) alanlann listesi tutuluyor. Ortaçağlarda nufus eksikliğı asker sorunu yarattığından 1670 yaş arası her erkek silah altına alınırmış. Bu yöntem de öğrenime, alıştırıya dayanıyormuş. Ancak halk arasında karşıt goruşler var. Aynen 1. Dunya Savaşı sonunda olduğu gibi. O zamanın sol partileri, eğıtımde insancıl yaklaşım istemışler, yarışmaya birkaç yıl ara verılmiş. Şimdi de aynı tez: Kuçuk çocukların silahla bağdaşması Freud'un ılerı sürduklerinde nasıl yerini alıyorsa, cumbüşun başlamasından önceki gunlerde Bern'e 113 bin imzalı bir dilekçeyle Isviçre Ordusu'nun kaldırtlması isteğinın iletilmesı eşanlamlı. Isviçre'dekı askerlik anlayışı ıse ayrı bir yazı konusu. Zürih'te bir kez kızların da katılmasına izin verilmesinden sonra o kadar çok gürültü kopmuş ki, şimdi ancak 16 yaşını doldurmamış erkeklerin yarışmaya katılmasına izin verilerek, 400 yıllık gelenek kurtarılıyor. Ve hafta sonunu içerdiğinden anne babaların da birlikte olmasını sağlar. Bir kez kızların da nişan almalanna izin verilmesiden sonra kopan gürultuler uzerine (400 >ıllık geleneğin bozulduğu varsayımıyla) katılma koşulu,16 yaşını doldurmamış erkek olmak biçiminde belirlenmiştir. Kayıtlara göre, 1576'da 815 yaşındakilere düzenlenen okluyaylı yarışma onanıyor. O zamanlarda bu olay kopeklerin dillerinin sarkması kadar sıcak olan (hundstagen) gunlerde yapılırmış. Poligonlar birkaç yer değiştirdikten sonra, şimdiki ıstasyonun bulunduğu yerden alınarak 1898'den bu yana Albisgutli'deki yerine kurulmuş.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle