17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 TEMMUZ 1986 CUMHURlYET/13 Faris'ten Paris çeşitli estetik arayışlarına tanık olunan, bunların tümünün bir arada, yan yana bulunabildiği ender kentlerden biri. ABD'de tanınan ilk yüz kişi arasına girmeyi başarmış ünlü desinatör Raymond Loewy de, giysisiyle, çorabıyla, topuklu ayakkabılarıyla siyahlara bürünmüş şarkı söyleyen şu yaşlı kadıncağız da, ötekiler de hep Parisli. SABKTAY VAROL " ~T PARİS "Satılacak her şeyin bir estetigi olmalı" diyordu 14 temmuz günü ölen desinatör Raymond Loewy. Fransız devrıminin yıldönümü günü ölmüştü. Life dergisinin yaptığı bir seçmede, Amerika'da tanınan ilk yuz kişi arasına giren Loevvy, Shellin deniz kabuğu ambleminden CocaCola şişesinc kadar 20. yüzyıl estetik klasikleri arasına karışan birçok biçimin yaratıeısıydı. Kristof Kolomb vc La Fayette dışında "100" ünlü arasına, Amerika'da doğmayan, bir Loevvy girebilmiş. 92 yaşında olen ünlü desinatör Paris doğumluydu. Eski bir röportajında, ana dıli olan Fransızcayla "Satılacak olan her şeyin bir estetigi olmalı" demişti, Fransız TV kameraları önünde... Sadece parfum şişeleri, sigara paketleri, otomobil veya benzerı tüketım mallarının değıl, uzay araçlarının, robotların, otomatların, hatta füzelerin bile estetiğı olmalıydı. Hatta tankların, rokctlerin, savaş uçaklarının, el bombalarının, nılkleer santralların estetigi olmalıydı... Dunyanın en güzel otomobilı sayılan Starlıner de Loewy'nin Farklı estetik IVashington 'dan "guvenlikli kent" estetiğını vernıeye çalıştıkları haller çevresı. Harlow Kuaför Salonu, baylarabayanlara yeni saç estetiklen satmakla meşgul. "Modern" metal heykel ve metal ev eşyası satan, Griffs adındaki mağaza 1 larlovv'un yanı başı. O da çirkini güzelleştirmenin estetiğini satıyor. Bu ikisinin tam karşı sırasında "Cartage 2" adında bir Tunus lokantası var. Güzelle çirkinin, pisle temizin birbirine karıştığı haller çevresinde, Kuzey Afrika sosisi diyebileceğimiz Mergez ve kızarmış patates satıyor. Mergez, Fransa'da 'Frankfıırt sosisi" denen bildiğimiz sosisten farklı bir estetiğe sahıp. Daha doğrusu herhangi bir estetik olup olmadığı kararı, karnınızın aç veya tok olmasına göre değişiyor. Birçok şey için durum aynı değil mi? Cartage ise bildiğimiz Kartaca'nın Fransızcası. Fransızların Frankfurt sosisinde olduğu gıbı, Tunus'un Kartacası' deme gereğını duymamışlar. Cartage deyince, Tünus eski sömürgeleri olduğu için de herkes neresi olduğunu anlıyor. Lokantanın önünde ufaktefek bir kadın. Kırk yaşlarında. Saçını Harlow kuaför salonunda yapılan saçlar gibi yaptırmış. Ama Kdith Piaf'ın kaldırımlarında doğduğu Belleville semtinde, bir kuaförde kestirmiş olmalı, çünkü daha ziyade bizim köylerde yapılan traşlara benziyor. Kadının giysisi siyah, çorapları siyah, topuklu ayakkabılan sıyah. Görüntüsünün Loewy'nin kaleminden çıkmadığı besbelli. Boynunda ise kocaman sarı bir haç. Bunda da her şey sade. Ama sadelık anlayışları farklı... Teybin içindeki kasetten gelen ve yerde duran amplifikatör aracılığıyla etrafa yayılan ınü/.ik eşliğinde Edith Piaf'ın şarkılarını söylüyor. Kolonun üstüne asılı kartonda, tıpkı Piaf gibi, devletin bakıma muhtaç çocukları koruma altına aldığı Dass adlı kurum tarafından buyıitulduğu yazılı. Orada elde edemediği şefkati dinleyicide arıyor ve büyük medyaları kerıdisıylc ılgılcnmedıklerı ıçın kınıyor. Paris sokaklarında Şarlo taklitlerine, Piaf taklitlerine bol bol raslanır. Ama bu kadın farklı, taklit demek güç... Sanki ünlu şarkıcıyı kendinde yaşatıyor. Dinleyenler; orta, yaşlı, genç, Fransızıyla, Arabıyla, Zencisıyle, lurıstıyle, pur dikkat ve hüzünlü. Şarkı bittikten sonra genç bir kadın sanlıp öpüyor... Edith Piafı bir turlü unutamayan, kimi de yaşları icabı ölünıunden sonra adını duymuş rnılyonlarca hayrandan sadece bırkaçı. Diğerlerı bu kadını tanımıyor... Kadın bir türlü bitmeyen bir cenaze töreni gibi. Siyah giysiler, boyundaki sarı haç, guzcl bir ses ve huzunlu seyirci.... Ayak ustu konseı sona ererken kadın, elektriğinı kullandığı Tunus lokantasının reklamını yapıyor. Ayrıca kaldırımını da ışgal etmesı karşılığında vardıkları bir anlaşma gereği olmalı. Kuzey Afrika sosisi Mergez'e estetik katmanın yöntemi de bu olmalı. Raymond Loevvy burada olsa acaba ne düşunurdü? AmiraTin şeytanları 8 6 yaşında ölen Amiral Rickpver'a göre, "Amerikan ordusunun etkinliğini arttırmak için Pentagon'un yüzde 4O'ı görevden atılmahydı." Ünlü Amiral Zumwalt ise "ABD Deniz Kuvvetlerinin iki düşmanı var" diyordu: Sovyet filosu ve Amiral Rickover. TANJU AKERSON VVASHINGTON Was hingtonluların geçen hafta biraz kıskançlıkla Potomac kıyılarından Nevv York'a yolcu ettiği uzun direkli yelkenli gemiler geri döndu. Bu yıl 4 Temmuz Bayramı'nın Ozgürlük Anıtı'nın açılışı nedenıyle Nevv York'a kayması, ABD başkentini kutlama törenindeki geleneksel ağırlığından yoksun bırakmıştı. Bu arada uzun direkli gemiler de Washington'daki törenlere katılmak yerine, Nevv York lımanındakı Ozgürlük Anıtı'nın çevresine doluşan teknelerin arasına girmişlerdi... Bunlardan "Alexandria" kendisiyle aynı adı taşıyan Potomac ırmağındakı limana yanaşırken, kıyıda uğurlayanlara kıyasla çok daha az insan tarafından karşılandı. Siyah bordası her /.amankı gıbı Potomac'ın açık grı suları üzerine abanmıştı. Kırmızı yelkenleri, üç direğinin hepsine birden sıkı sıkı sarılmıştı. Her haliyle "ben açık deniz teknesiyim" diye bağıran bır gemıydi "Alexandria." 1929'da Isveç'tc şılcp olarak ınşa edılmıştı. Yaklaşık 40 yıl deınzlerde yuk taşıdıktan sonra yolcu gemisıne dönüştürulmuştu. Amerika ile tngiltere arasında yapılan üç direkli yelkenli genıı yarışmalannda biı ikincilik, bır uçuncülük ödülu almıştı. Sahıbi artık bir vakıf olan teknede, Alexandria lımamnda oluran gençler, denizcilik kursları goruyor, yelkenli dönem gemicilığının tum teknığını oğreniyorlardı... "Alexandria"nın limana yanaştığı gün, bırkaç kilometre ötedeki evınde Potomac kıyılarında yetişen Amerika'nın en yaşlı amiralı oldu. 86 yaşında ölen Amiral fiyman Rickover'ın ıki özelliği vardı. Biri Jules Verne'nın duşlerınden bırını gerçekleştırmış olması... tkıncisi 63 yıllık meslek yaşamında yalnızca beş yıl, o da zorunlu hizmet çerçevesinde denize çıknıış olmasıydı. Amiral Rıckovcr'ın en büyük amacı deruzaltılarının mazoıa bağımlılıklannı ortadan kaldıracak ve sınırsız men/il sağlayacak bir enerji ile işlemesını sağlamaktı... 1955'te Rıckover'in denıze indırdığı ilk atom denızaltısı, tıpkı "Denizaltında 20 Bin Fersuh " romanındaki gibi okyaııus diplerine daldı. Bu yüzden Jules Verne'nın koyduğu adı taşıyan, "Natiulus" denizaltısı, Havvaı'den Londra'ya, Kuzey Kutbu'nun altından geçerek gıtmeyı başardığında, ABDSovyet nükleer dengesınde de yeni bir dönem açılıyordıı... Amiral Rickover, 1900 yılında Varşova'nın 50 mil uzağında o zamanlar Çarlık Rusyasına aıt olan biı köyde dünyaya gelmışlı. Babası terzı ıdı. Altı yaşında ıken aılesı Amerika'ya göç etmişti. tlk yerleştikleıı kent Chıcago idi. Rickover burada lısede öğrencı ıken yarım gün Western Union haberleşme fırmasında ozel ulak olarak çalışıyordu. Sık sık telgral göturdüğu Chıcago senatorlerinden biri, genç Rıckover'i beğenıniş ve kendısıni Washıngton'a yaıını saat u/aklıktakı okyanusa bakan Anlapolıs Deniz Akademisi'ne tavsive etmişti. Bu sayede İS yaşında dcnız akademısıne giren Rickover, okul sıralarındaki tek tıık Yahudi asıllı öğrencilerden bııiydi. O günlerde kaışılaştığı anlısemıtızmı 60 yıl sonra bır FV programında Rickover, "Tek neden, Yahudi olmanıdı" diyerek dılc getırnıiştı. Rickover me/un olduktan sonra önce bır destroyerde, daha sonra Nevada savaş gemısinde açık deni/ /orunlu hızmet suresını doldurdu. Bu görevden sonra, 1937'de Şanghay limanında demırlı duıan ve Çin Japon savaşı ncdcniyle hıç denı/c açılmayan, kaptanı olduğu bır nıayın tarama gemisinin dışında bir daha hıç deniz yuzu göımedi. Ydşanıı ofıs odalarında ve laboratuvarlarda geçen Rickover, sert ve ters bır adam dı. Deniz kuvvetlerinin torelerinı hıçe saymakla lanınmıştı. U/erınde ıınılorma ile görunduğıı anlar çok azdı. Okuduğu deniz akademisi için 'aptal bır okul 1 deyimını kullanırdı. Deniz kuvvetlerı talımnamesını ofisine sokmazdı. Ofıste talımname gorıırse s.ubaylara "Alın bunu buradan, yakın" derdı. Amerikan ordusunun etkinliğini aıttırmak için Pentagon'un yuzde 40'ı görevden atılmalı" goruşıınu acıkça söylerdı. Unlu anıırallerden Zumvvalt Jr.'e gore, Amelikan Deniz Kuvvetlerı'nın iki buyuk düşmanı vardı: Biri Sovyet filosu, otekı Amııal Rickover Rickover'ııı denı/ kııvvcılerı ile çalışına.sı öyle biı noktaya varınıştı kı, daha albav ıken, amırallığı geeıktığınden emeklı olma durumuna gelmış, Kongrc mudahale ederek tcrtıını sağla REYMOND LOEWY desinatör "Coca Cola, SheU" gibi dünyaca ünlü amblemlere imlasmı atmıştı. kalemınden çıkmış... Rüzgârsızlıktan, Seine Nehrı'nden etrafa yayılan buharın kentin alçak yerlerine çöktüğü boğucu yaz günü, yalnız başıma yürüyor ve biçimleri gözlemliyorum. Sabahleyin, Champs Elysees Caddesi'nde yapılan kutlanıa sırasındaki geçit resminde gösterilen zırhlı birliklerin bir estetigi vardır. Silahlan sevelim sevmeyelim bunu kabul etmek la/.ım. Akşam hava karardıktan sonra Eyfel Kulesi'nin yakınlarında atılan havai fişekler zaten sırf estetik olsun diye atılıyor. 92 yaşında böyle gündc ölmenin de bir estetigi var. Biçimleri gözlemliyorum. Kadın biçimleri, erkek biçimleri, tasmalıtasmasız köpek biçimleri, vitrınlerde gıysi biçimleri... Haller çevresindeyim. Son günlerde ağzından ateş saçanları, gitar çalıp para toplayanları çöp bıçımınde plastık sopalarıyla kovalayan guvenlik görevlilerinın, AMÎRAL RİCKOVER ABD Deniz Kuvvetlerinin en renkli kişilerinden biriydi. mıştı. Aslında Rickover, deniz kuvvetlerine temelde müthiş bağlıydı. 83 yaşına kadar ordudaki görevınden ayrılmamış, Savunma Bakanı tarafından zorla cmekli edilrnişti. Rickoveı, yaşamının son günlerinde, yaptıklarını şöyle değerlendırıyordu: "İnsanoglunu bir nükleer savaşta yok olmaya göturecek silahlanma yarışında oynadığım rolden ötiirii gurur dııymuyorum. Ama yarattıgım nükleer filo gerekli bir şeytandı." GECEYARISI KOVBOYU Bir homoseksuelle, hayatın homoseksuel ilişkiye zorladığı taşralı bir gencin dostluğunun öykülendiği "Geceyarısı Kovboyu" filmi, gösterime girdiği yıllarda ABD'de buyük yankt yaratmıştı. (John Voigt ve Dustm Hoffman filmin bir sahnesinde.) New YorkHan AED de 'muzır yasa' ABD Yüksek Mahkemesi'nin son günlerde peş peşe aldığı bazı kararlar, en fazla homoseksüelleri etkiledi. Sodomi, oral ya da anal seks ilişkilerine girenlere 20 yıla kadar hapis cezası verilebileceğini öngören Georgia kararlarının kabulünü içeren Yüksek Mahkeme kararları, "özel hayatın gizliliği ilkesinin" açık ihlali sayılıyor. ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK ABD Yüksek Mahkemcsi'nce son günlerde peş peşe verılen homoseksuellere katşı kararlar, hukukun uluslararası ılkesı halıne gelen "ozel hayatın gİ£Üliii"ni Amerika'da hıçe sayılır bir dururna getirmckte. Lıberal çevrelerce "hükümet yatak odasında" ifadesiyle eleştirilen bu kararlardan sonuncusu, Yııksek Mahkeme'nin, sodomıoral ya da anal seks ilişkilerine girenlere 20 yıla kadar hapis cezası verebilen Geoıgıa kanunlarının geçerliliğini kabulıı idi. ABD'de halen seks ılışkılerı yerel hükümetlerın kanunlarınca düzenlenmekte. örneğin "sodomi" ıçın hemen her hükümetın belırli cezaları var. En yüksek olanları 20 yıl ile 30 gun arasında değişiyor. Genellikle guney ve batı eyaletleı inde sodomi için cezalar yuksck. Örneğin Georgıa'da sodomi için 20 yıl, Michigan'da anal seks için 15 yıl. oral seks ıçın 5 yıl hapis cezası verilebıliyor. Idaho'da 5 yıl minimum, Alabama'da ve Arkansas'ta bir yıl, Floııda'da 60gun, Arızona'da 30 gün, Mıssıssıppı, Montana, North Carolina, Oklahoma'da 10 yıl, Rhode Islandda 20 yıl, TennesseeVle 15 yıl. Texas'ta sodomi için 200 dolar para cezası var. Yüksek Mahkeme'nin kararı doğrudan homoseksuellere karşı olmamasına rağmen, en fazla homoseksüelleri etkiledi. Gerçekten de karar tum heteroseksuel nufusu ıçermesıne rağmen, en fa7İa homoseksueller açısından tartışıldı. Ulke çapında yapılan homoseksuel gösterilerınden bir gün sonrasına rastlayan karar, buytık eleştiriler aldı ve halen tartışılmaya devam etmekte. Homoseksueller, kararı Amerikalıların övündüklcri ve söz ettirmedikleri "ozel hayatın gi/liligi" ılkesını tümüyle hıçe sayan bir karar olarak nitelendirdıler. Böylelikle "özgur seks" kavramı ve geçersizliği buna karşılık "adabı umumiye"nın önemı vc geçcrlıliği kesinleşti. 1968'ın radikalliğınden kalan son bırkaç ses, seksın yenıden "kirli" bir eylem olarak kabulünü, yazdıkları yazılarla protesto ettiler. Bunlardan birinde 1940'lann muhafazakârlığı ve "temiz Amerikalılar için" seksın son derece "kirli bir eylem olarak" ele alındığı, "seks gunahtır, gunah temiz degildir, giınah saglıklı degildir, giınah si/in için iyi degildir" sloganlarının moda olduğu gunler hatırlatılarak, bugün tekrar aynı ortama dOnülmesini ilginç bır ıroni olarak nitelendirılıyor. 60'ların radıkallerı ısc seksın adeta bir 'devrimle' sağlık simgesi olduğu, her türlu kitapçıda boy boy resimlerlc çeşıtlı seks ılışkılerı tavsiyelerınde bulunulduğu, hatta zayıflama reçetelerinde seksin özel olarak yer aldığı o günleri nostalji ile hatırlıyorlar. Sodomiyi bır suç olarak nitelendiren anlayış, bunlara tepkı olarak 1961'de başlamış ve sonuçia tam 26 eyalet yasasında bır suç olarak yer almayı başarabilmiş. Yüksek Mahkeme'nin kararlarıyla bu listeye yeni eyaletlerin katılması, "ozel hayatın gizliliği" ilkesini yavaş yavaş unutmaya başlayan ABD ıçın pek şaşırtıcı olmayacak. 9 BrükseVden •• •• •• 1 Kaçamak opucuk HADİ ULUENGİN BKÜKSEL Buralara tatilin gelip herkesin kulliyen yola revan olması bende "Rumeli muhaciri" sözcüğunü çağrıştırıyor. Oysa, yol ve kitlesellik unsurunun dışında, iki olay arasında objcktif hıçbir ılışkı mevcut değildır. Arabalarının arkasma karavanlarını bağlayıp şen şakrak Ispanya'ya inen Belçikalıların, can derdmde payıtalu istıkarnetine kaçan "Bulgar Harbi" göçmenlerine benzeyen yanı yoktur. Minibuslerın üzerine bır minibüs daha ekleyip sılaya gıden Emirdağlı gurbetçileı ise, dış görünuııı ıtıbarıyla bclkı bır nebze daha Rumeli muhacirlerini andırsalar da, " D o b r a be ki7anım" diye gulup, Tuna kenarındaki "çakır gâvur boyu" mısırlar ıçın ağiayamadıklarından aslında onlar da Rumeli muhacirleıine benzemezler. Latı getirmek için benzemez subjektif çağrışımları bahane elsek de, buraların şimdilcrdeki objektif ve su göturmez gerçeği, tatilin gelmiş olduğu. Kuzey güneye, yağmur guncşe, şehir kıra akın akın akıyor. Havaalanlarında ığne atacak yer yok. Kasabalıkadınlar, daha Costa Del Sol ya da Kaııarya Adalan'na gidecek uçaklara bınmeden havludan elbiseleı gıyınıyorlar. lstasyonlaıda, dehkanlılar ve genç kızlar, lıalya hayallerı kadar guzel Italya trenlerıni beklerken, kaçamaktan opıışüyorlar. F^eronlarda, sırt çamalaııııın üzerine otıırup, ergenlik bıtiminın ve gençlık öncesinin hu/unlu aşk şarkılarını hep biı ağızdan söylüyorlar. Yalnız çıkılmış ilk tatil anılaıından edınıyorlar. Bır de, bir yeıe gıtmcyenler var Heıııı/ gidcmcyenler ve hiç gidemeyecek olanlar var. Onlar da hallerınden memnun gözuküyorlar. Zaınanın durağanlığın' dan ve tatilin rehavetınden istitade ediyorlar. Erkekler, gundüz^ lcrı, guneşi t'ırsat bilip kaldırımlarda ılryan dolaşan kadınlara bakıyorlaı. Kahveleıın teraslarında ıyı soğutulmuş beyaz şaraplar ısmarlıyorlar ve cinsel cazibe ile mevsiınler arasında ılişkı kııran, feminıst olmayan, "maço" teorıler ııretıyoılar. Kadınlar, kendilerıııe bakılmasından nıağrur, kalıvelerde crkeklcrın yanına otııruvorlar ve buzlu nane şurııbu ısnıaılıyorlar. Akşamlaıı, kadınlaı ve erkekler, tatil ıkramıyclerinden yararlanıyorlar vc bahçclı lokantalarda,. hafıf vemekleı yiyorlaı. Bazen, ya7 sinemalaı ının çekıcılığıne davanamayıp, serın vo cskı salonlarda, liumphre) Rogart'lı t'ılnı; lerı bır daha goruyoılaı. Bazen,1 açık hava konserleııııde dolanıyorlar. Cieccleri, kolav aşklarııı', kolay sevışmeleıınden edınıyorlaı ' Buralaıa lutil gcldı. Bu, ayan^ beyan oriada. Italya hayalleri kai dar guzel Italya treıılerini bekle' yenlerden, "maço" teoriler ure1 ten erkcklerden, minıbuslerinin' u/crıne bu minibus daha ekleyip sılaya gıden "gurbetçilerden", bır daha gorulen Humphrey Bogart'lı tılmlerden ve Oıtak Pazar Komısyonu'nıın sondajlaıından' bellı. Bır de, kulliyen yola revan olanların "Rumeli mııhndri" sözcuğünu çağrıştııınasmdan bellı Cornwaü'den Penzance korsan yatağı imiş. Bu orta çaplı tngiliz kasabası kaymağı, kreması vehamur işi tathlanyla ünlü. Zaten kız kadın kısmı da mutfaktan yükünü fazlaca almışa benzer. Bir pembe tombulluk esir almış kalçaları, baldırlan ve göğüsleri. RAGIP DURAN PENZANCE Tatilde ifrata kaçmanın zıyanı yok değil mı? Bindik trene, 6 saat yol, lngiltere'nin güneybatı ucundayız. Büyük Britanya Adası, haritada sırtını kıta Avrupasına dönmüş, Atlas Okyanusu'na bakan, bağdaş kurmuş koca kafah bir adam. Cornvvall adamın dizı ve ayakları. Aylardan temmuz ya, Füsun, havlu ve mayoları doldurdu çantaya. Güneş kremi de elzem sandık, heyhat, yağmur ve bulut yıne mebzul, güneş dehşetli eksık. Para verip birer yağmurluk almak zorunda kaldık. Açtı, açıyor, açacağa benzer duaları arasında meteorolog oluveriyorduk. Yol dtlmdüz. Tren kirli ve yavaş. Etraf Bursa yeşili. Inek, manda ve koyun sürüleri geçit resminde. Fcvkalade ağır, doğal olarak ınıskın. Bu lngitızlenn scrınkanlılığı ile Tannnın süt veren dört avaklı kullar ordusunun mizacı arasında acaba bir denklern kurulabilir mi? Penzance korsan yatağı ımiş. Eh işte orta çaplı bir lngilız kasabast. Kaymağı, kreması ve hamur ışı tatlıları unlü. Zaten kız kadın kısmı da yerel mutfaktan yükunu fazlaca almışa benzer. Bir pembe tombulluk esir almış kalçaları, baldırlan \e göğüsleri. Abartmıyorum, obezya gibı bir dıyar Cornwall. Yazının burasına bir menteşe çakıp tngiliz selamlığının kapısını ıçen doğru gıcırdatalım: Bir kadın dergisinde hatun muellıf "Ingiliz erkekleri neden flört etmi>or?" başlıklı bir makale döşenmiş. önce cinsdaşlarının endamını ve güzel huyunu reklam ediyor. Bu arada göğüs, bel, kaiça ölçüleri metınden dUşmüş. Sonra karşı cinsin Ingiliz kadınlarına karşı ilgisızlığının nedenini deşiyor. Sonuç şu: Yok yok, Ingiliz erkeklerinın flört etmediği doğru değil. Onlar futbol maçlarında, krıket tnbunlerinde, işyerinde, publarda, ö?e\ erkek kuluplerınde hep beraberler. Erkeklerimız flört etmesineediyorlar da kendı aralannda ediyorlar. Muzır adasına varmadan biz iyısi mı bu gemiden ayrılıp I and's end'e (toprağın sonuna) yanaşahm. Ingiltere'nin en eski ilkı vc sonu burası. Rivayet der kı, Kocakafa Adamya'ya ilk ınsan buradan karaya çıktı. Gelenler korsandı, lia\duttu. Koca lngiltere'de bir tek burada ilk çağ kalıntısı bulunmuş. Kuzeyden inince de tngiltere burada bitıyor ve başlıyor Atlas Okyanusu. Denizin kıyısında kayalıkların üzerındeki evın tabelası: "tngiltere'nin ilk ve son evi." CornvvalPın kıymah poğaçasından başka cinlı perilı efsanelerı ve batıl ıtıkatiarı da rneşhur Logan kayasına dokuz kez vuran Margaret, cadı olmuş. Tayfa kocasım aldatan Jane, solucan kesilmiş fılan falan. insanlar konuksever, evlerin çoğu pansiyon. Burada Keltlcr yaşıyor. Şivede biraz İrlanda makamı, huyları tngilizlere göre biraz daha ılıkkanlı. llginçtır, ahali hep beyaz, yani ne Hıntlı, ne Pakıstanlı, ne de zencı var sokaklarda. Azınlık ücra sevmez. Saint ives kelli felli bir sayfiye kasabası. Taraçalı evlerin bahçelerı çiçek dolu. Alman ve Hollandalı turistler bile gelmiş. 34 saatlığine güneş teşrif ettı, ama biz soyunmaya cesaret edemeyince alın, boyun ve enseden ışınlara yakalandık. Akşam bir de baktık ki kol pazulanmızdan aşağısı ile gerdandan ve yaka stilinde, karpuzcular gibi kızarmışız. Hayles sadece 4 km ötede, ama proleter. Çiçeklı bahçc yok. Ayrık otları adam boyu. Karavanlı turistler kayalıkla kumsal arasında güneş avına cıkmış. Otelde, evde, sokakta, radyoda, gazetede değişmeyen manşet konu, hava durumu. Martiların sebepsiz ciyaklamaları, ıned ve cezir saatleri, Judith nenenin diz ağrıları, dahası kötü bir düş, hep meteoroloji hunisine düşüyor. Taşra yalnız ve fuzuli gururlu. Elektrik direğine çarpan araba, Samurai kılıcı çeken sarhoş, 93 yaşına basan teyze, "Cornishman" adlı yerel gazetenin birinci sayfasına haber oluyor. Taşra deniz kıyısında olunca sahtece geniş ufuklu, gercekten kasaba merkezci. Güney Amerika seferinden dönen çarkçıbaşıyı en çok etkileyen olay, Montevideo'daki Ingiliz Büyükelçiliği'nin resepsiyonu olmuş. "Yine de bizim pubdaki turaeler gibi olmadı" diyor sılanın dar gözkmcı yakınmasıyla. Biz dinlendik ve anladık ki, Ingiltere Londra değil. Ingiltere'nin ucunda tatil Stockholm'den Eski partiler, yeni üderler İsveç siyasal yaşamında bir süredir belirgin biçimde parti lideri bunalımı yaşanıyor. Iktidar mücadelesi veren dört büyük parti geçen bir yıl içinde şu ya da bu nedenle lider değiştirdi ya da değiştiriyor. Bazılarının lider arayışı ise halen sürmekte. YAVUZ BAYDAR STOCKHOLM İsveç siyasi yaşamında bir süredir belirgin biçimde 'parti lideri krizi' yaşanıyor. Siyasi yelpazenin iktidar mücadelesi veren dört büyük partisi, geçen bir yıl içinde, şu ya da bu nedenle lider değiştirdi, değiştiriyor. İsveç siyasi tarihinde eşine pek rastlanmayan kriz, geçen ay sona eren yasama (iönemınde doruğa ulaştı. Sosyal demokratlar, partıyı yıllarca yönetmış olan Olof Palmenin öldürülmesinden sonra İngvar Carlsson'u, merkez demokratlar ise eski Başbakanlardan Torbjorn Falldin'in parti liderliğinden çekilmesi üzerine Karin Soder'i genel başkanlığa getirdiler. Ulf Adelsohn'un aniden istifası ile Muhafazakâr Parti içinde başlayan lider arayışı ise sürmekte. Bundan birkaç yıl önce, lider sorunu içinde olan tek parti, sürekli bıçımde oy yitırerek sağ kanatta en küçük parti halıne gelen liberallerdı. Seçmen desteğinin gittikçe düşmesıyle 198384 yıllarında 'parlamento dışı kalma' psikozuna giren liberal partililer, Bengt Westerberg'le doğru bir lider seçimi yaptıklannı 1985 seçımlerinde anladılar. Görevi eski lider Ola Ullsten'den devralan genç ve dınamık nitelikli NVesterberg, bılgisi, hıtap gücü ve çekıcı kışılığı ile, partısının oy oranının yüzde 6'dan yüzde 14.2'ye çıkmasında büyük pay sahibı oldu. 1985 seçimlerinden derın yaralar alarak çıkan merkez demokratların durumu ise liberaller kadar berrak değil. Seçimlerde yüzde 12.3 oranında oy sağlayarak büyük oy kaybıyla en küçük sağ kanat partisi durumuna düşen bu kırsal kesim partısinde doğan iç huzursuzluk, partinin lideri Torbjorn Falldin'in sınırlı bir ortam içinde ıstifa etmesi ile daha da derinleşmişti. Aylarca suren lider arayışı, partinin geçen ay yapılan kurultayında çözumlendı ve İsveç tarihinde ilk kez bir kadının parti liderliğine getirılmesı ile sonuçlandı. Falldin'in başbakanlığı döneminde Dışışleri Bakanhğı da yapmış olan Karin Soder, partisınin içine düştüğü hareketsizlikten çıkması ve 1970'lerdeki gibi sağdaki en büyük güç haline gelmesi için çalışacağını açıkladı. Soder'in kadın olmasının başlıbaşına olumlu bir mesaj olduğunu vurgulayan siyasi gözlemcıler, merkez demokratların öncelikle şehirlerde yitirmekte oldukları oyları yeniden kazanmaları gerektiğini belirtiyorlar. Soder'in ayrıca sağ kanadın 'minik' partisi Hıristiyan demokratlar ile partisinin 1985 seçimlerinde yaptığı ışbırliğının doğurduğu iç karşıtlıklara da acil bır çözum bulması gerekiyor. Olof Palme'nin öldürülmesinden sona liderlerıni olağanüstü koşullar altında seçmek zorunda kalan ıkııdar partisi sosyal demok OL OF PA LME Sosyal demokrat liderin ölumu isveç politik sah nesinde "lider boşluğu" yarattı. Partiler yeni "kisilikler" arıyor. ratlar ise doğru tercıh yapmış olmanın rahatlığı içinde görunuyorlar. Sağduyu ile duygusallığın birbirine karıştığı günlerde parti liderlığıne getirılen 52 yaşındaki parti ideologu İngvar Carlsson, geçen yıl ölen ünlu sosyal demokrat lider Tage Erlander ile berzerlıkler taşıyan bir lider olarak gözlemlenıyor. Palme'nin olağanüstü ölçulere ulaşan uluslararası kışılığı, parlak siyasi zekâsı, renkli sosyal ımajı yerine, İngvar Carlsson, dengeci, sağduyulu ve pragmatik bir lider anlayışını sımgelıyor. Palme'nin ölümunün ardından oy desteğinin aniden yuzde 45'ten yüzde 50'ye tırmanması ile, seçmen destcğını şimdılık öncül bir sorun olarak görmekten uzaklaşan Carlsson, asıl sınavı önumuzdekı yasama dönemınden itıbaren verecek. Partinin gundeminde olan ve acil çözüm bekleyen konular arasında ışçiişveren ilişkıleri, nükleer enerjı kaynaklarının kullanımı ve lsveç'ın silah dışsatımı gibi kamuoyunu geniş ölçüde rahatsız eden sorunlar var. Lider arayışına giren 4. parti ise muhafazakârlar. Partiyi 5 yıl süreyle yöneten Ulf Adelsohn'un bırkaç ay önce ani bir kararla siyasetten çekıleceğını açıklaması uzerine sarsıntı geçiren muhafazakârlar, yeni liderlerıni ağustos ayında belirleyecekler. Seçımlerden yüzde 21 3 oranında oy toplayarak ve iktidara ulaşamadan çıkan bu klasik sağ kanat partisi, şu andaki yüzde 1718 oy desteği ile 'huzursuz' bir dönem yaşıyor. Parlamento içinde lider değıştırmeyen tek parti eğer yalnızca lıderlerı Alf Svensson tarafından temsil edılen Hıristiyan demokratları saymazsak, Komünist Partisi. Oy oranı açısından da (yuzde 5.5) değışme göstermeyen bu partiyi yöneten Lars Werner, görünuşe bakılırsa, bu görevi uzun bir süre daha sürdürecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle